Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
nedmanün

Hikayeler, Kıssadan Hisseler

Recommended Posts

Bütün Servetini Verir misin ?

 

 

Bir gün Avrupanın ünlü sanat merkezi kentlerinden birinde gezen çocuğun biri bir vitrinde çok hoş bir tablo görür. Tablo belliki oldukça pahalıdır.

Çocuk bu tabloyu bir sonraki sene abisinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile o magazaya gider. Sanşlıdır tablo hala satılmamıştır. İçeri girer ve tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve ‘Abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum’ tüm paramda bu kadar der. Ressam bir süre düşündükten sonra. Resmi paketler ve resmi satar.

 

Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar.

 

Mağazada adamın arkadaşlarıda vardır ve saşkın saşkın sorarlar

 

- Sen ne yaptın o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar cüzi bir rakama sattın?

 

Adam cevap verir:

 

Evet ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim.

Ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim...

Share this post


Link to post
Share on other sites

detayla boğuşurken özü kaçırmayalımm...

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

Juan, motosikleti ile Meksika sınırına gelir.Arkasındaki iki büyük çantayı gören sınır polisi şüphelenir ve içinde ne olduğunu sorar . Juan, "Yalnızca kum" diye yanıt verince polis, "Aç bakalım çantaları" der. Juan çantaları açar, polis didik didik kontrol etmesine rağmen kumdan başka birşey bulamaz çantada ! Bununla yetinmeyen polis, gece yarısına kadar kumu her tür tahlilden geçirtir ancak saf kumdan başka birşey yoktur! Polis, çantalarını Juan'a geri verir ve sınırdan geçmesine izin verir.

 

Ertesi gün Juan Motosikletinin arkasında iki büyük çantayla tekrar sınırda belirir. Polis Juan'ı gene durdurur, didik didik arar, birşey bulamaz ve Juan'ı serbest bırakmak zorunda kalır. Bu olay, polis emekli olana dek yıllarca devam eder !

 

Bir gün emekli polis Meksika'da bir barda otururken Juan'ın içeri girdiğini görür ve derhal yakasına yapışır;

 

"Senin yıllardır birşeyler kaçırdığından eminim. Çıldıracağım. Geceleri uyku uyuyamıyordum senin yüzünden. Lütfen anlat bana ne kaçırdığını. Aramızda kalacağından emin olabilirsin."

 

Juan gülümseyerek yanıtlar, "Motosiklet"

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nazi casusları elbise modelleri ile haberleşmiş

 

--------------------------------------------------------------------------------

Alman casusların II. Dünya Savaşı sırasında gizli mesajlarını Müttefiklerden saklamak için elbise modelleri çizerek ilettiği ortaya çıktı.

 

İngiliz Güvenlik Servisi belgelerine göre Nazi ajanları önemli askerî bilgilerini çizimlerle birleştirilmiş Mors alfabesindeki nokta ve çizgileri kullanarak nakletti. Mektuplar yoluyla gizli mesajlarını aktaran Nazi ajanları masum resimlermiş gibi görünen bu çizimlerle, karşı casus uzmanlarını aldatmayı umuyorlardı. Ancak İngiliz istihbaratı bu oyunun farkına varıp haberleşmeleri engelledi. İlk defa İngiliz güvenlik servisinin dosyalarının yayınlandığı bir kitapta, model çizimlerinde saklanmış kodlar yer alıyor. Buna göre gece elbisesi, şapka ve bluzlara süsleyici desen çizilmesi, "Düşman için her saat takviye kuvvetler beklendi." mesajını taşıyor. Mektup üzerinde görünmeyen mürekkep, çentik ve iğneleme askerî birliğin hareketlerinin ayrıntısını, bombalı baskınları ve gemi yapımını simgeliyor. Bu planların açığa çıkması ise iki Alman ajanının, 1942'de İngiliz istihbaratı tarafından yakalanmasıyla gerçekleşti. Hubert'ten ‘Yenge Janet'e gönderilen mektupta, "14 Boing kalesi dün Hendon'a (Londra) ulaştı. Pilotlar, Kiel'e (Almanya) baskın yapmayı düşünüyor." mesajı gizli. Uzmanlar, şüpheli mektupların bulunması için tarafsız ülkelere gönderilen, üzerinde birçok pul olan mektupları da yakın takibe aldı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ferüdittin ATTAR a ait olan bu eserden bir kaç alıntıyı sizlere sunuyorum...Ferüdittin güzel yazmış..Bir de Yazdıran`a (O) bakmalı..

 

 

Şeytan`ın Malı

 

Gafil bir adam bir şeyhin kapısına vardı,Şeytan`dan bir hayli şikayetçi oldu;

 

"Şeytan beni yoldan çıkartıyor.Beni kandırıp dinimi,ahiretimi mahfediyor"dedi.

 

Şeyh de ona dedi ki;

 

"Ey genç adam,senden az önce Şeytan gelmişti buraya.O da senden bıkmış,usanmış.Ona yaptığın zulümleri anlatıp şikayet ediyordu.Diyordu ki şeytan ;

 

"Dünyanın hepsi benim malımdır.O benim malıma el koymaya,kendi mülkümü elimden almaya çalışıyor.Ben de bu yüzden onun dinine saldırıyorum.

 

Bana zararı olmayan,malıma göz dikmeyen adamla benim ne işim olsun ki!!"

 

 

Zenginin Duası

 

Hali vakti yerinde bir adam camide namaz kıldı,ardından "Allah`ım,merhamet et,işimi yoluna koy!"dedi.Onu tanıyan bir meczup da yanında dua ediyordu.Onun bu duasını duyunca kızıp dedi ki;

 

"Duvarların altın yaldızla bezeli,kapısında köpekler,halayıklar bekleyen evin var.Malının mülkünün haddi hesabı yok.Gururuyla dünyaya sığmayan sen,bu halinle bir de merhamet istiyorsun ha!Eğer benim gibi bir lokma ekmeğe muhtaç olsaydın, o zaman merhamete layık olurdun.Malını mülkünü bir kenara itmedikçe merhamete layık olamazsın sen"

 

Hz. İsa ile Şeytan

 

Hz İsa bir yarım kerpici başının altına koymuş,yatıp uyumuştu.Uyanıp gözlerini açtığında İblisi başında bekler buldu.Ona "A melun başımda ne bekliyorsun?diye sordu.İblis ona dedi ki ;

 

"Başının altına koyduğun benim kerpicim.Bütün dünya benim malım olduğuna göre,bu kerpiç parçası da benim malımdır demektir.Madem ki malımı kullanıyorsun,bana ortak oldun demektir."

 

Hz İsa kerpici başının altından aldı,fırlatıp attı.Yeniden uyumaya niyetlendi.İblis de savuşup gitti.

 

Ey dünya dertleriyle üzülen,ip gibi eğilip bükülen adam! Madem sonunda herşeyi arkanda bırakıp gideceksin,açgözlülük yapmanın,durmadan mal yığmanın ne alemi var???

Share this post


Link to post
Share on other sites

7.2 şiddetindeki İkinci büyük depremin ardından, eve gidiyordum. Yollar bir anda kalabalıklaşmış,trafik, ana baba gününe dönmüştü.

 

Yol boyunca iskemlelere, taburelere oturmuş bir dizi hanım, bir yandan örgü örüyor, bir yandan yanlarındakilerle dertleşiyorlardı. Yaşlı olanlara, özel koltuklar tahsis edilmişti.

 

Bu sahneleri mütebessim bir çehreyle seyrederken, arabamı kenara çekip binaların yıkılma mesafelerini gayet hassas bir şekilde ayarlayan insanların arasından geçerek kapalı çıkmanın altındaki bakkal dükkânına girdim.

 

Ekmek alacaktım...

 

Bakkal, tedirgin hâldeydi; ani bir sallantıda dükkanı kilitleyip kendini dışarı atabilecek adaptasyonu beynine yüklemişti.

 

Bu arada,kapının sol tarafında iki kişi, hararetli hararetli konuşuyordu. Belli ki arkadaştılar...

 

 

--Nereden geliyorsun?

 

--İşten...

 

--Çok üzüldüm !..Biliyorum, sana ters gelecek,ama söylemeden geçemeyeceğim. Daha doğrusu, anlatmak, bu konuda içimi dökmek istiyorum...

 

--Seni dinliyorum..

 

- Geçenlerde, tanıdığım bir ilahiyatçı arkadaşıma rastladım,aramızda şu konuşmalar geçti:

 

“ Bizler, eski geleneklerimizden, halkın kendine özgü yaşamlarından git gide uzaklaştık, Batıya döndük, batının medeniyeti ile birlikte ahlâk seviyesini de inanılmaz bir süratle kendimize taşıdık. Yaşadıklarımızın nedeni buydu...”

 

“ Yani, bu bizlere ceza mı?”

“Evet, sen şimdi toplum içinde yaşanan ahlâki kuralları , değerleri beğeniyor musun? Bunlar, sence din olarak seçtiğimiz İslam’a uygun mu? Bana tek bir insan gösterebilir misin, Allah ‘ın istediklerini yerine getiren...”

 

“Bak!” dedi dinleyen...

 

“Sadece biz değil, İslam dünyasına bakıyorum, Batıya ayak uyduramayan ülkelerde, cehaletten, sefillikten başka bir şey göremiyorum. İşte, Cezayir örneği ortada!.. Kişilere saldıran bir din anlayışının ülke çapında giriştiği katliam, Mısır’da turistlere hazırlanan bomba ziyafetleri, geçmişteki İran – Irak savaşı...

 

Daha örnek mi istiyorsun?..

 

İşte, Afganistan !.. Talabaniler, Bangladeş’teki tayfunda ölen yüz binlerce kişi...

 

Ve daha neler neler...

 

Hani Allah sadece bizi cezalandırmıştı?..”

 

-- Sadece müslüman ülkelerde mi oluyor bu afetler,peki batılı ne alemde?..

 

-- Onlar, tedbiri önceden almanın sonuçlarını yaşıyor. Ciddi yönetimler, eğitilmiş toplumlar, düzgün ekonomik koşullar, afetlere önceden hazırlanmanın yollarını biliş,insana değer verme...

 

Sen bu görüşlere katılmıyor musun?

 

-- Evet,anlattığın her şey gerçek... Ama, sadece bunları yapmanın da yeterli olamayacağını düşünüyorum.

 

-- Eksik olan ne ki?

 

-- Madde görüşe hakim bir aklın ölüm ötesini düşünmemesi, dünya değerlerinin ön planda tutulması...

 

Bu yönde sistem, kendiliğinden şartları oluşturarak cezalandırma yoluna gidecektir;

 

Ben böyle öğrendim...

 

Atina depremi veya dünyanın çeşitli bölgelerinde oluşan afetler bunun örneği değil mi?

 

Sana bunu anlatmak istemiştim...

 

Karşısındaki genç olan sustu, dikkât kesildi...Pek bir şey anlamamıştı...

 

Bakkal birden durdu,soğukkanlı olmaya çalışarak elindekileri bıraktı...

 

Hareketlenmeye başlamıştı...

 

not:Yanlışlıkla yeni konu açtım.Düzeltemediğim için böyle kaldı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

GERCEK DOST

--------------------------------------------------------------------------------

Çok içten iki dost ve arkadaslardi.Fakat bir tanesi çok kurnaz, atilgan ve hareketli, öbürüyse çok saf , dürüst ve sessizdi.

Bir gün kurnaz olan arkadas , diger arkadasin yanina giderek islerinin bozuldugunu söyler ve kendisinden para ister.

Yakin dostu onu hiç kirmaz ve elindeki tüm parayi arkadasina verir.

Arkadasi bu parayla islerini düzeltir.

Bir süre sonra kurnaz olan yine arkadasinin yanina gider ve arkadasinin evlenmek üzere oldugu nisanlisini çok begendigini ve kendisine vermesini ister.

Arkadasi çok sasirir, ne diyecegini bilemez.

Ama aralarinda o denli güçlü bir sevgi vardir ki arkadasina hayir diyemez, nisanlisini arkadasina verir.

Süreçle saf olanin isleri bozulur ve birden arkadasi aklina gelir (ben ona sikistiginda iyilik yapmistim diyerek) arkadasinin isyerine gider ve kendisine çalismasi için is vermesini ister.

Arkadasi ona is vermez.

Bizimki pismanlik ve üzüntü içinde geri döner ama yinede arkadasina kizamaz.

Bir gün sokakta dolasirken yanina hasta ve yasli bir adam yaklasir.

Yoksul oldugu için ilaç alamadagini söyler.

Bizimki yasli adamcagiza acir, istedigi ilaçlari alir ve adamcagiza verir.

Kisa bir süre sonra yasli adamin öldügünü duyar.

Yasli adam çok zengindir ve tüm mirasini kendisine birakmistir.

Saf adam artik zengindir.

Biraz da sevdigi dostuna olan kirginligiyla dostunun isyerinin karsisinda bir ev alir ve oraya yerlesir.

Bir gün evinin kapisini dilenci bir kadin çalar.

Yasli kadin çok aç oldugunu, kendisine yemek vermesini ister.

Bizim saf hiç düsünmeden kadini içeri alir karnini doyurur.

Kimsesi olmadigini ögrendigi kadina,kendisinin de yalniz oldugunu söyler ve bu evde birlikte yasiyalim sen evin islerini ve yemekleri yaparsin der, yasli kadin hiç düsünmeden kabul eder.

Bir süre sonra yasli kadin bizimkine, kendine uygun bir kiz bulup evlenmesini söyler, Bizimki böyle bir kizi nasil bulacagini, kendisinin tanidigi olmadigini söyler.

Yasli kadin ona uygun bir kiz tanidigini ve kendisiyle görüstürebilecegini söyler.

Görüsmeler sonucunda evlenmeye karar verilir ve dügün davetiyeleri basilir.

Bizimkisi kirgin olmasina karsin çok yakin dostunu yine de unutamamistir.

Biraz da geldigi konumu görmesi açisindan yakin arkadasina da davetiye gönderir.

Dügün günü gelir çatar.

Saf adam dügün salonunda bir seyler söylemek istegiyle mikrofonu alir ve baslar yasadiklarini anlatmaya:

- Eskiden çok sevdigim bir dostum vardi .

Bir gün isleri bozulunca benden borç para istedi elimdeki tüm parayi verdim.

Evlenmek üzere oldugum nisanlimi çok begendigini söyleyerek benden istedi.

Çok üzülerek onu da kendisine verdim...

Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim.

Islerim bozuldugunda onun fabrikasina gittim ve çalismak için kendisinden is istedim.

Bana is vermedi.

Çok üzüldüm, ama yine de arkadasima kizmiyorum..

Çünkü biz gerçek dosttuk.

Bu konusma üzerine kurnaz olan arkadasi daha fazla dayanamaz mikrofonu eline alir ve baslar konusmaya:

-Benim de bir zamanlar çok sevdigim bir dostum vardi.

Islerim bozuldugunda kendisinden para istedim, tüm parasini bana verdi.

Sonra ondan nisanlisini istedim, üzülerek nisanlisini da verdi...

Nisanlisini istememin nedeni o kadinin arkadasima layik olmamasiydi (Hayat kadiniydi).

Kendisi çok saf oldugu için arkadasimi o kadindan bu sekilde kurtardim.

Isleri bozuldugunda gelip benden is istedi.

Arkadasimi kendi emrimde çalistiramazdim, o yüzden is vermedim.

Günün birinde karsilastigi yasli adam benim babamdi.

Babam ölmek üzereydi, onu arkadasimin yanina ben gönderdim ve mirasini ona ben biraktirdim.

Evine gelen dilenci kadin benim annemdi.

Ona bakip iyi yasamasini saglamak için gönderdim.

Su anda evlenmekte oldugu kisi de benim kiz kardesim.

Onu arkadasimla evlenmesine ben ikna ettim.

Degerli konuklar, Iste biz böyle dostuz...

Share this post


Link to post
Share on other sites

DUVAR

 

Bir hastenede ölümü bekleyen hastaların koğuşu. Koğuşta bir oda. Odada iki yatak, iki hasta. Biri pencerenin önünde öteki duvar dibinde. Yaşamlarının şu son dönemlerinde pencere kenarındaki, sabahtan akşama kadar pencereden bakıp bakıp, tüm gördüklerini duvar dibinde hiçbir şey göremeyen arkadaşına aktarır: "Bugün deniz dünden daha durgun. Rüzgar hafif olmalı. Beyaz yelkenliler belli belirsiz ilerliyor... Park mı? Park henüz tenha. Salıncakların ikisi dolu, ikisi boş," ya da "Geçen haftaki sevgililer yine geldiler. Eleleler. Bir sıraya oturdular. Hep erkek anlatıyor kız dinliyor. şimdi erkek kızın saçını okşuyor, öpüşüyorlar... Ne kadar da güzeller"... "Erguvanlar bugün çıldırmış. öyle bir çiçek açtı ki, etraf mordan geçilmiyor. Erikler desen gelinden farksız"... "Eyvah, miniklerden biri düştü. Anası yetişti, bağrına basıyor çocuğu, neyse, çocuk sustu, gülüyor şimdi"... "öğrenciler mi? Onlar yeni kitaplara dalmışlar... Dur bakayım, haa... Simitçi geldi, iki simit alıp beşe paylaştırıp yiyiyorlar... şimdi de çocuklara katıldılar, uçurtma uçurmaya... Uçurtma yükseliyor, yükseliyor..." "Hayır yelkenliler henüz görünmedi ama martıların keyfi yerinde. Baloncu da erkenci. Mavi, mor, yeşil, kırmızı, turuncu, kocaman balonlar var..."

 

Her gün böyle sürüp giderken, her gördüğünü anlatırken, ansızın müthiş bir kriz geçirir pencere yanındaki. Duvar dibindeki, bir düğmeye bassa, doktor çağırabilir ve belki de arkadaşını kurtarabilir. Ama... Ama arkadaşı ölürse pencerenin yanı boşalacaktır. Ve duvar dibindeki düğmeye basmaz, doktor çağırmaz, arkadaşı ölür. Ertesi sabah duvar dibindekinin yatağını pencerenin yanına sürerler. Beklediği an gelmiştir. Yattığı yerde pencereden dışarı bakar: Pencerenin dibinde kapkara bir duvardan başka hiçbir şey yoktur.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Onun için Farketti

--------------------------------------------------------------------------------

Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür.

 

Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:

 

- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?

 

Genç adam yanıtlar;

 

- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.

 

Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar sorar;

 

- Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.

 

Ne fark eder ki?

 

Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı daha alır, okyanusa fırlatır.

 

- Onun için fark etti ama...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Crash-Çarpışma diye bir film vardı. O filmi izlemenizi tavsiye ederim. O filmde ufacıkta olsa bir eğitim sahnesi var. Silahtan korkan kızına babasının görünmez! pelerini takması ve pelerinin kurşun geçirmediğini anlatması, akabinde yaşanan ilginç bir olay.

 

Çocukların hayal dünyası gerçekten çok ilginç. Ve onların hayal dünyalarında neler olup bittiğini anlamak çok zor. Bu yüzden çok dikkatli davranmak gerekir.

 

 

Abi kesinlikle benimde tavsiyemdir o film. Geçen hafta izledim :) O olayda filmin en güzel sahnelerinden biriydi.

Share this post


Link to post
Share on other sites

-- DELİNİN VELİYE TAVSİYESİ--

 

Bayezid-i Bestamî hazretleri. Büyük velilerden. Bir gün tımarhanenin önünden geçiyor. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüyor:

-Ne yapıyorsun?

Hizmetçi:

-Burası tımarhanedir. Delilere ilâç yapıyorum.

-Benim hastalığıma da bir ilâç tavsiye eder misin?

-Hastalığını söyle.

-Benim hastalığım günah hastalığı... Çok günah işliyorum..

-Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilere ilâç hazırlıyorum..

Parmaklığının arasından konuşulanları duyan bir deli,(!) Bayezid-i Bestamî hazretlerine:

-Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim, diye seslendi.

Bayezid-i Bestamî hazretleri, delinin yanına sokularak:

-Söyle bakalım, benim derdime çare nedir? dedi.

Deli(!) şu ilâcı tavsiye etti:

-Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır... Kalb havanında tevhîd tokmağı ile döv, insaf eleğinden geçir, göz yaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir... Akşam-sabah bol miktarda ye... O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz, dedi.

Bu güzel ilâcı öğrenen Bayezid hazretleri:

-Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye buraya getirmişler, deyip oradan ayrıldı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Size hizmet edenleri hep hatirlayin..

 

Bir pastanin uc otuz paraya satildigi gunlerde 10 yasinda bir cocuk

pastaneye girdi. Garson kiz hemen kostu.. Cocuk sordu:

 

"Cukulatali pasta kac para?.."

 

"50 cent!.."

 

Cocuk cebinden cikardigi bozuklari saydi. Bir daha sordu:

 

"Peki dondurma ne kadar.."

 

"35 cent" dedi garson kiz sabirsizlikla.. Dukkanda yiginla musteri vardi

ve kiz hepsine tek basina kosusturuyordu.

 

Bu cocukla daha ne kadar vakit gecirebilirdi ki..

 

Cocuk parasini bir daha saydi ve "Bir dondurma alabilir miyim lutfen"

dedi.

 

Kiz dondurmayi getirdi. Fisi tabagin kenarina koydu ve oteki masaya

kostu. Cocuk dondurmasini bitirdi. Fisi kasaya odedi.

 

Garson kiz masayi temizlemek uzere geldiginde, gozleri doldu birden.

Masayi sanki akan yaslar temizleyecekti. Bos dondurma tabaginin yaninda

cocugun biraktigi 15 cent duruyordu..

 

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir üniversite profesörü öğrencilerine su soruyu sorar;

 

 

 

 

-Var olan herşeyi Tanrımı yarattı?

 

 

 

Cesur bir öğrenci ayağa kalkar ve yanıtlar

 

 

 

-Evet

 

 

Profesör sorusunu yineler ve öğrenci yine 'evet efendim ' diye yanıtlar

 

 

 

Profesör devam eder;

 

 

 

-'Eğer herşeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmış olur ve çalışmalarımızda uyguladığımız 'Kesinleştirme' prensibine göre de Tanrı şeytandır. Öğrenci böyle bir önerme karşısında şaşırır ve yerine oturur. Profesör ise öğrencilerine bir kez daha Tanrı'nın içindeki kaderin bir efsane olduğunu kanıtlamaktan ötürü oldukca mutludur. Bu arada bir öğrenci ayağa kalkar ve

 

 

 

-Bir soru sorabilirmiyim profesör? der. Profesörde sorabileceğini söyler. Öğrenci ayağa kalkar ve 'Soğuk varmıdır? diye sorar.

 

 

 

Profesör; Nasıl bir soru bu böyle,tabiki vardır ' diye yanıtlar. 'Sen hiç soğuktan üşümedin mi?'

 

 

 

Öğrenci ; -'Aslında, fizik yasalarına göre soğuk yoktur

 

 

 

yaşamdarealitede biz soğuğu sıcaklığın yokluğu olarak düşünürüz. Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir şekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler. Örneğin, Absolute 0 (-460 derece F) sıcaklığın kesin yokluğudur (hic olmadığ seviyedir). Tüm maddelerin bu seviyede reaksiyon verme özellikleri bozulur ve değişir. Soğuk yoktur,o yalnizca sıcaklığın yokluğunda duyumsadıklarımızı tarif etmek için yarattığımız bir kelimedir' der ve devam eder,

 

 

 

- Profesör, karanlık varmıdır?

 

 

 

Pofesör ;

 

 

 

-'Tabiki vardır'. Öğrenci yanıtlar,

 

 

 

-'Korkarım gene yanılıyorsunuz efendim. Çünkü,Karanlık ta yoktur.

 

 

 

Yaşamda realitede karanlık ışığın yokluğudur. Biz ışık üzerinde

 

 

 

çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız.Gerçekte, biz Newton'un prizmasını

 

 

 

kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları

 

 

 

üzerinde çalışabiliriz. Ama karanlığı ölcemeyiz. Bir basit ışık işini

 

 

 

karanlık bir mekanı aydınlatarak karanlığı kırmış olur yani karanlığı

 

 

 

geçersiz kılar. Siz belli bir mekanın uzayın ne kadar karanlık olduğundan nasıl emin olursunuz? Işığın miktarını ölçersiniz! Bu doğrudur değilmi? Karanlık insanlık tarafından , ışığın olmadığı yer mekan için kullanılan bir kelimedir. Son olarak öğrenci profesöre gene sorar;

 

 

 

-'Efendim şeytan varmıdır? Bu kez profesor pek emin olamamakla birlikte yanıtlar;

 

 

 

-'Tabiki, açıkladığım gibi, biz onu her gün, her yerde onu görürüz.

 

 

 

Şeytan kötülük bir kişinin başka bir kişiye her gün sergilediği

 

 

 

insaniyetsizliğinin bir örneğidir. O, dünyadaki işlenmiş tüm suçlarda, şiddette yer alır. Bunların tümü şeytanın kendisinden başka bir şeyde değildir.' der.

 

 

 

Öğrenci devam eder;

 

 

 

-'Şeytan yoktur efendim.Yani o kendi başına yoktur.

 

 

 

Şeytan basit olarak TanrınIn yokluğudur. O aynen karanlık ve soğuk ta olduğu gibi insanın tanrının yokluğunu tarif etmek üzere yarattığı bir kelimeden ibarettir.Tanrı şeytanı yaratmadı. Şeytan kötülük insanın tanrısal sevgiyi yüreğinde duyumsamadığı zaman deneyimlediklerinin bir sonucudur. O aynen sıcaklığın olmadığı yere gelen soğuk ya da ışığın olmadığı yere gelen karanlık gibidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

Profesör yerine oturur.

 

 

 

 

 

 

 

 

Genç ögrencinin adı Albert Einstein' dir..

Share this post


Link to post
Share on other sites

harika bir yazı paylaşımınız için teşekkür ederim bunun bir benzeride imamı azamın hatıralarında vardır ..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mumcu Güzeli

 

 

Şair Fıtnat Hanım, Kapalıçarşı'nın mumcu dükkanlarından birinde çalışan çok güzel bir gence aşık olmuş. Mum almak bahanesiyle sık sık dükkana girer, gençle konuşurmuş. Fıtnat Hanımın ikide bir bu dükkana girip gençle sohbete daldığını gözden kaçırmayanlar, işin farkına vardığını bir bükte ile Fıknat Hanım'a bildirmek istemişler. Çocuğa aşağıdaki mısraı öğretip, ertesi gün o hanım gelince okumasını tembihlemişler:

 

Şem-i ruhuma dikkat ile bakma yanarsın

 

Fıtnat Hanım ertesi gün dükkana gelip mumcu güzeliyle konuşmaya başlayınca çocuk bir aralık onun kulağına ezberlediği mısraı okumuş. Fıtnat Hanım, işin farkına varıldığını anlamakla birlikte o anda şu mısra ile çocuğa cevap vermiş:

Hattın gelecek sen de beni mumla ararsın

 

:) :) :(

Share this post


Link to post
Share on other sites
detayla boğuşurken özü kaçırmayalımm...

--------------------------------------------------------------------------------

Juan, motosikleti ile Meksika sınırına gelir.Arkasındaki iki büyük çantayı gören sınır polisi şüphelenir ve içinde ne olduğunu sorar . Juan, "Yalnızca kum" diye yanıt verince polis, "Aç bakalım çantaları" der. Juan çantaları açar, polis didik didik kontrol etmesine rağmen kumdan başka birşey bulamaz çantada ! Bununla yetinmeyen polis, gece yarısına kadar kumu her tür tahlilden geçirtir ancak saf kumdan başka birşey yoktur! Polis, çantalarını Juan'a geri verir ve sınırdan geçmesine izin verir.

 

Ertesi gün Juan Motosikletinin arkasında iki büyük çantayla tekrar sınırda belirir. Polis Juan'ı gene durdurur, didik didik arar, birşey bulamaz ve Juan'ı serbest bırakmak zorunda kalır. Bu olay, polis emekli olana dek yıllarca devam eder !

 

Bir gün emekli polis Meksika'da bir barda otururken Juan'ın içeri girdiğini görür ve derhal yakasına yapışır;

 

"Senin yıllardır birşeyler kaçırdığından eminim. Çıldıracağım. Geceleri uyku uyuyamıyordum senin yüzünden. Lütfen anlat bana ne kaçırdığını. Aramızda kalacağından emin olabilirsin."

 

Juan gülümseyerek yanıtlar, "Motosiklet"

 

AKILLICA VE ETKİLEYİCİ.

Share this post


Link to post
Share on other sites

ÇOBAN VE AGAÇ

 

Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: "Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık". Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra , babasından kalan Kur'an'ını okumaya koyulurdu. Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacının kökleri , belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı. Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı , en güzel elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken :"Ver yavrum , derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi." Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan , yıllar boyu hiçbir gün aksamadan . Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi. Yaşlı adam , ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün , yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense birşey düşmemişti. Sonra bir daha , bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken , ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini. Yavrusu, meyve verdiğin günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu. Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde , aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Birşey hatırlamıştı. Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken :"Canım " dedi, hıçkırıp ağlayarak. "Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin , bugünün Ramazan'ın ilk günü olduğunu?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mevlana'da Aşk

 

Mevlana derki: Ask geldi, damarimda, derimde kankesildi: beni kendimden aldi, sevgiliyle doldurdu.Bedenimin her yanini sevgili kapladi. Benden kalan yalniz bir ad, ondan ötesi hep o...Ugrunda bir omur bagislanan,yanip yakilan bu essiz sevgili Allah`tir. Allaha karsi asiri sevginin kemale erisi, asigin askta yok olusudur. Gercek ilhama mazhar olmus, gercek yoklugu zevk edinmislerin en buyuk arzusu "ilahi-vuslattir". Mevlana bu yolun coskun asigidir, asktan dogmus, askla yogrulmustur." Bizim peygamberimizin yolu ask yoludur, biz ask cocuklariyiz;ask bizim anamizdir" der ve diriligin hakiki askta yok olmakla mumkun olabilecegini soyler; " Asksiz olmaki ölu olmayasin,askta ölki diri kalasin" Mevlananin aski, ömrunun 3 merhalesinde olgunlasmis,bir ömur bu ugurda harcanmistir. Mevlana bunu soyle dile getirir "hamdim, pistim, yandim". Mevlanaya göre gercek asiga asktan baskasi haramdir. " Aslolan sevmektir, insanin mayasinda bu duyguyu aritmali, ayiklamalidir.Bedenimiz bir kovan gibidir bu kovanin bali ve mumuda ilahi ASKTIR" Mevlananin siirlerindeki bag, gül ve bülbül, hepside birer semboldur, asil maksat Allah`tir. Mevlana derki:" Basimi koydugum heryerde secde ettigim O`dur.Alti yonde ve alti cihet disinda Mabud O`dur. Bag, gül,sema ve sevgili...Hepsi bahane, maksat daima O`dur.Iste Mevlanadaki ask ve sevgili...Cünku o herkesi seviyor, herkesi kabul ediyordu. Onca insanlar cesetve kalip itibariyle cok, fakat maya ve ruh bakimindan tekti.Bir rubaisinde:

" GEL, GEL,YINE GEL, YINE GEL...HER KIM OLURSAN OL,YINE GEL...ISTER KAFIR OL ISTER MECUSI, ISTERPUTPEREST. ISTER YÜZ KERE BOZMUS OL TÖVBENI..." diyor ve ilave ediyordu"UMUTSUZLUK KAPISI DEGIL BU KAPI.NASILSAN ÖYLE GEL..

 

"Bütun bir insanligi cagiriyor, aydinlik, nurlu kapisinda, onlara gercek yolu, Hak yolu gosteriyordu.Bu cagriya uyanlar, onun etrafinda kümelesiyor, hidayet yolunu seciyorlardi(bilgini, cahili,fakiri, zengini vs)Bu ilahi bir cagriydi- Konya gönuller yurdu, asiklar kabesi olmustu. Nitekim, bu cagri Mevlana devrindede, Mevlanadan sornada gönullerde aksini bulmus, onun mübarek turbesi, onnu sevenlerin bir siginagi, ziyaretgahi olmustu.Artik simdi Mevlana cagiriliyordu,ve biz ona söyle sesleniyorduk artik;

 

" Gel, gel, yine gel, yinede...Ey Gönuller Sultani, Ey

 

Koca Pir, Mevlana gel!

 

" Ey yillari yillara ulayip asan,

 

Ey nesillerden, nesillere ulasan...

 

Doyumsuz sevgine doymuyor insan

 

" Bir kere degil asla, bin kerre

 

Yinede gel, yine gel, yine gel"...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çok zengin bir adamcağız, ölümünün yaklaştığını hissedince, oğlunu yanına çağırmış. Evvelâ en mühim vasiyetini bildirmiş. Demiş ki : “Beni mezara çoraplarımla gömün.” Anlamamakla berâber kabul etmiş oğlu. Adam bir de mektup tutuşturmuş oğlunun eline. “Ölümümden sonra, ilk başın sıkıştığında bu mektubu açarsın” demiş sonra. Ona da “Peki” demiş çocukcağız.

Neyse hak vâkî olmuş, adam rûhunu teslim etmiş. Eş dost toplanıp ağıt yakarken, oğlanı almış bir düşünce. “Ben şimdi bu adamı çoraplarıyla nasıl gömerim” diye. Bir hoca bulup sormuş acele tarafından. Ama müspet cevap alamamış. “Olmaz” demiş hoca, “Dinimizce uygun değil böyle bir şey.” Başka hocaya sormuş, o da “Olmaz” demiş. Çoçuk çâresiz, ölüyü de artık bekletmeden gömmek lâzım. Aklına birden babasının “İlk başın sıkıştığında aç” diyerek bıraktığı mektup gelmiş. Hemen mektubu arayıp, bulmuş. Mektupta şunlar yazılıymış. “Oğlum, gördüğün gibi ben bunca zenginliğime rağmen yanımda bir çorap bile götüremiyorum. Sen düşün gerisini...”

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

evet ibret alınması gereken güzel ve bilindik bir kıssa. Allah razı olsun

 

 

 

HASİS SARRAF KENDİNE BİR BAŞKA KESE DİKTİR, MEZARDA GEÇER AKÇA NEYSE ONU BİRİKTİR (n-f-k)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sabah ladığı zaman en büyük maksadı dünya olan bir kimsenin ALLAH teala yanında bir değeri yoktur.ve bu kimseye ceza olarak 4 şey verilir:

1-sonu gelmeyen meşguliyet

2-bitmeyen endişe

3-artan ihtiyaç

4-doymazlıktır.

 

Senin iktidarın kısa,bekan az,hayatın mahdud ve ömrünün günleri madud ve herşeyin fanidir.öyle ise şu kısa fani ömrünüfani şeylere sarf etmeki,fani olmasın.

Dünyanın yüz bahçesifani olmak haysiyetiyle ahiretin baki olanbir ağacınamukabil gelemez.

(BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hindistan’da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan efendinin evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabiliyormuş.

 

Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde efendisinin evine sadece 1,5 kova su götürebiliyormuş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getirebiliyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş:

“Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.” “Neden?” diye sormuş sucu. “Niçin utanç duyuyorsun ki?” Kova cevap vermiş. “Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için taşıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim bu kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun.”

Sucu şöyle demiş kovaya: “Efendimin evine dönerken yolun kenarındaki çiçeklere dikkat etmeni istiyorum.” Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanında renk renk gülleri ve çeşitli çiçekleri görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için yine kendini kötü hissetmiş ve sucudan tekrar özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş: “Yolun sadece senin tarafında güller ve çiçekler olduğunu ve diğer tarafta hiç çiçek olmadığını fark etmedin mi? Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla efendimin sofrasını süsleyebiliyorum. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı.”

 

Hepimizin kendimize has kusurları vardır. Bizler aslında bir yönüyle çatlak kovalarız. Allah’ın büyük kainatında hiçbir şey zayi edilmez. Kusurlarımızdan korkmayalım. Onları sahiplenelim... Kusurlarımızda gerçek gücümüzü bulduğumuzu bilirsek eğer, biz de güzelliklere vesile olabiliriz. Zira, kusurlarımız olmasaydı tövbe etmemizin bir manası olmazdı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

BÎR ANDA SAÇLARI BEMBEYAZ YAPAN HATA

 

Muğla'nın Milas kazasında orta yaşlı bir adam, bir gece rüya görmektedir:

 

Kendisi ölmüştür. Yıkarlar, kefenlerler ve mezara defnederler. Rüya çok net ve

berraktır. Adam mezara konduktan ve üzeri örtüldükten sonra kapkaranlık bir yerde

kalır. Bir müddet sonra sağ tarafından bir menfez açılır ve iki kişi girer. Bunlar

kendilerinin münker ve nekir olduğunu söylerler. Kendisini alıp o menfezden

geçirerek geniş bir sahaya, pazar gibi bir yere getirirler. Bir üzüm tezgahının

basma geçirerek karşıdan gelen bir zata üzüm satmasını söylerler. Münker ve nekir de

kendisinin sağ ve solunda muhafız gibi durarak satışa nezaret ederler. Kendisinin

alış-verişte cüzî bir haksızlık yaptığını gören münker ve nekir hemen tezgahın

basından alarak çok büyük bir kapının yanma getirirler. Kapı kale kapışı gibi çok

büyüktür. Kapının yanına gelir gelmez kapı otomatik olarak açılır.

 

Rüya sahibinin o anda gördüğü manzara çok korkunçtur. Müthiş bir yangın ve

içerisinde yanan insanlar vardır.İnsanlar bir taraftan yangın ve içerisinde yanan

insanlar vardır, insanlar bir taraftan yanmakta; bir taraftan da derileri ve

vücutları tazelenmektedir. Yanan insanların çıkardıkları feryatlara dayanılır gibi

değildir.

 

Münker ve nekir adamı, meydanın tekrar ortasına getirirler. Kendisine: Cezanın orada

gördüğü gibi yanarak mı, yoksa bir başka şekilde verilmesini mi, istediğini;

hangisine razı olduğunu sorarlar. Adam gördüğü o müthiş yangında yanan insanların

yanmasındaki cezaya razı olmayıp bir başka cezaya razı olduğunu söylemesi üzerine,

birdenbire vücudunda binlerce derece bir hararetin baş gösterdiğini bütün dehşetiyle

hisseder. Dayanılmaz bir ızdırap, çekilmesi mümkün olmayan acı ve azap başlamıştır.

Avazı çıktığı kadar feryat ve figana başlar.

 

(Bu anda dönelim rüyanın geçtiği adamın evine, adam gerçekten avazı çıktığı kadar

bağırmaya başlıyor, vakit gece yarısı, karısı uyanıyor, bitişik odadaki iki yetişkin

oğlu uyanıyor. Konu-komşu duyup geliyor, adam bağırıyor, yanındakiler uğraşıyor,

fakat bir türlü uyandıramıyorlar. Belki bir veya biraz daha fazla saat geçiyor bütün

uğraşmalar nafile, adam uyanmıyor bir türlü.)

 

Dönelim gene rüya içine adamın hararetten yani içerisine düşen yangından bütün

vücudu fokur fokur kaynıyor ve dayanılmaz bir hal alıyor. Feryatlar dayanılmaz

şekilde... Bir müddet sonra münker ve nekir'in müdahalesiyle ceza tatbiki sona

erdiriliyor. Ve adama deniliyor ki, “îşte gördün ve anladın ki ufak bir hatanın

cezası bu. Şimdi seni tekrar hayata, dünyaya iade ediyoruz. Bundan soma yaşayışını

buna göre tanzim et.”

 

Bu müsaadeden sonra rüya sahibi uyanır amma, simsiyah olan saçları da, bu rüyanın

dehşetiyle bembeyaz olur.

 

Vakayı bize nakleden ve bu şahsı gören Avukat Fethi Ün'ün ifadesine göre, şimdi

artık o, hayatım kılı kırk yararak geçirmekte, bundan sonraki menzili olan kabirde

kendisine faydası olacak salih amellerin, güzel şeylerin peşinden gitmektedir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

KATİL KİM ? PSİKOLOJİ TESTİ

 

--------------------------------------------------------------------------------

Hikayenin kahramanı bir genç kız.Bu kız kendi annesinin cenaze töreninde daha önce kim olduğunu hiç bilmediği bir genç adamla karşılaşıyor.Bu genç adam kızın rüyalrının adamı ve kız görür görmez adama aşık oluyor.Aradan bir kaç gün geçiyor.Bu genç adama bir daha rastlıyamıyor.Genç kız, kız kardeşini öldürüyor.Polis neden öldürdüğünü sorduğunda genç kız ne cevap veriyor?Kızın kız kardeşini öldürme sebebi nedir?Aşağıdaki çözüme bakmadan cevaplamaya çalışın!

CEVAP:Genç kız adamın cenazeye geleceğini ve adamı orada göreceğini umuyor.Bunu doğru cevapladıysanız polis gidip sizi hapsetmelerini isteyin.Bu ünlü Amerikan piskoloji testiymiş.Öldürebilme zihniyetine sahip kişiler buna doğru cevap verirlermiş.Seri katillerin çoğu bu testi hiç düşünmeden doğru cevabı vermişler.DOĞRU CEVABI BULAMADIYSANIZ,NE İYİ...

 

hoppala şimdi ben suça meyilli bi insan mı yım bence zeka işi o ve ben zekiyim :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...