Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
serdengeçti

En Son Okuduğunuz Kitaplar?

Recommended Posts

Beynelminel Yahudi - Henry Ford

İngiliz Gizli Servisi MI5'e Göre Turanlılar ve Pan-Turanizm - Alter Yayıncılık

Share this post


Link to post
Share on other sites

Marifetname'yi okumak istiyorum ama pek çok yayınevinden çıktığını gördüm.

Bu kitap için tavsiye edeceğiniz bir yayınevi var mı acaba?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Merve Yayınlarından basılanı tavsiye edebilirim.. Ben Onu bitirdim..

 

 

 

 

Herkesin okuması gereken bir eser. Dünya ve ukba ilimlerinde ne hazineleri barındırmış mübarek..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hadislere İman (Cübbeli Hocaefendi)

 

 

 

 

İstiğfar Risalesi  " 

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
Merve Yayınlarından basılanı tavsiye edebilirim.. Ben Onu bitirdim..

 

Herkesin okuması gereken bir eser. Dünya ve ukba ilimlerinde ne hazineleri barındırmış mübarek..

 

 

Öneri için teşekkürler, ilk fırsatta inceleyeceğim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

11 Eylül Mektupları - Zehira Houfani

Milli Türk Talebe Birliği - Zülküf Oruç

Hayat Felsefesi yahud Yaşamak Sanatı - Kadir Mısıroğlu (Üstad fuarda hediye etti :) Allah razı olsun )

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yahudi Hristiyan Cennete Gİrecek Diyen Cennete Giremez  "Cübbeli Ahmed Hoca - Mehmet Talü"

 

 

 

 

Dürru Meknün Kasidesi'nin şerhi "Cübbeli Ahmed Hocaefendi"

 

 

 

 

Nüzulü Mesih "Cübbeli Ahmed Hocaefendi"

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

PEYGAMBERLER TARİHİ-İHSAN ATASOY

BARLA LAHİKASI-BEDİÜZZAMAN

Share this post


Link to post
Share on other sites

Milli Mücadele'de Kınalı Eller(Osman Alagöz)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Beşir Ayvazoğlu - Güller Kitabı

 

Yazarın sahaflar çarşısında kitap peşinde koşarken çiçekler üzerine yazılmış bir şiir kitabının tesadüfen gözüne çarpması ile başlayan bir merakın akabinde ilhama gark olarak çiçek kültürümüz üzerine kaleme aldığı bir kitap. Medeniyetimizde her estetik unsurun sanat haline getirilmesi, görünüşüyle ve kokusuyla tam bir zarafet abidesi olan çiçeklerin de sadece bahçelerde kalmayıp başta edebiyatımız olmak üzere diğer sahalarda da kendine yer bulması, yazar tarafından incelikle ele alınmış. Yazar, bilhassa çiçeğin edebiyatımızdaki yerini, edebî türleri ve tarih safhalarını da kendi aralarında tasnif ederek sunuyor. Kitaptaki Müslüman Bahçeleri isimli kısımda, bir zamanların huzur ve sükûnet yeri olan evlerin bahçeleriyle de o muhteşem medeniyeti nasıl yansıttığını görüyor ve o bahçeli evlere, bahçesiyle ayrı bir âlem olan o evlere burnumuzun direği sızlayarak muhayyilemizdeki tasavvuru da de katarak hasret duyuyoruz. İslam ile ruhu mâmur olan insanların medeniyetinde çiçek çok önemli bir yere sahip. Ruhlarındaki zarafeti latif bahçeler kurarak ortaya çıkaran o güzide insanların torunları olarak, tabiatın ruh dinlendiren, ruha enerji ve sükunet aşılayan o manevî zenginliğini, ruhsuz kaskatı beton evlere nasıl da feda ettiğimizi bu kitap ile daha da iyi anlıyoruz. İslam giderken (yahut zorla gönderilirken), ona bağlı olan her güzellik de onunla birlikte çekip gidiyor...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Beşir Ayvazoğlu - Güller Kitabı

 

Yazarın sahaflar çarşısında kitap peşinde koşarken çiçekler üzerine yazılmış bir şiir kitabının tesadüfen gözüne çarpması ile başlayan bir merakın akabinde ilhama gark olarak çiçek kültürümüz üzerine kaleme aldığı bir kitap. Medeniyetimizde her estetik unsurun sanat haline getirilmesi, görünüşüyle ve kokusuyla tam bir zarafet abidesi olan çiçeklerin de sadece bahçelerde kalmayıp başta edebiyatımız olmak üzere diğer sahalarda da kendine yer bulması, yazar tarafından incelikle ele alınmış. Yazar, bilhassa çiçeğin edebiyatımızdaki yerini, edebî türleri ve tarih safhalarını da kendi aralarında tasnif ederek sunuyor. Kitaptaki Müslüman Bahçeleri isimli kısımda, bir zamanların huzur ve sükûnet yeri olan evlerin bahçeleriyle de o muhteşem medeniyeti nasıl yansıttığını görüyor ve o bahçeli evlere, bahçesiyle ayrı bir âlem olan o evlere burnumuzun direği sızlayarak muhayyilemizdeki tasavvuru da de katarak hasret duyuyoruz. İslam ile ruhu mâmur olan insanların medeniyetinde çiçek çok önemli bir yere sahip. Ruhlarındaki zarafeti latif bahçeler kurarak ortaya çıkaran o güzide insanların torunları olarak, tabiatın ruh dinlendiren, ruha enerji ve sükunet aşılayan o manevî zenginliğini, ruhsuz kaskatı beton evlere nasıl da feda ettiğimizi bu kitap ile daha da iyi anlıyoruz. İslam giderken (yahut zorla gönderilirken), ona bağlı olan her güzellik de onunla birlikte çekip gidiyor...

 

 

Bu yaklaşımınız çok hoş olmuş, kitap hakkında malumatımız olması açısından kitap ismi yazarken bir iki satırda özet sadedinde muhteviyatından bahsedersek bu vesileyle aynı kitabı okuma isteğimiz artabilir, varsa kitabı okuyup okumama hususundaki tereddütlerimizide izale etmiş oluruz inşallah.Kaleminize sağlık kardeşim.

 

Dua ile...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Fethullah Gülen_Kalbin zümrüt tepeleri .(ağır bir dil kullanılmış ilk okuyuşum olduğu için anlamakta zorlanıyorum :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ergun Göze - Üç Büyük Mustarip

Ali Haydar Haksal - Necip Fazıl Kısakürek / Büyük Doğu Irmağı

Share this post


Link to post
Share on other sites

İpek Çalışlar – Latife Hanım

 

İpek Çalışlar’ın kaleme aldığı Latife Hanım isimli kitap, resmî tarihimizin adından bahsetmediği tarihî bir kişiliğin hayatına odaklanıyor. İlkokul yıllarımızda, Atatürk vatan millet işlerine kendini adadığı için evlenmeye, yuva kurmaya vakit bulamamıştır, denilerek yok sayılmaya çalışılan bir evlilik, Atatürk’ün aile hayatı ile sınırlı kalmayıp cemiyet ve siyaset arenasında da tesirleri olan bir mahiyet taşıyor.

 

Latife Hanım’ın babası, mason olan Uşakizade Muammer efendidir (ailenin Halit Ziya Uzaklıgil ile de akrabalığı var), içinde yetiştiği aile yönünü batıya dönmüş, İslamî hayatı gericilik olarak gören ve buna bağlı olarak da çocuklarını bu telakkiye göre yetiştiren bir çerçevededir. İngilizceyi Almancayı Fransızcayı çok iyi bilen Latife Hanım, Londra ve Paris’te aldığı eğitim ile o dönemin batı hayranı, hayatın gayesini batıcı bir yaşam şeklinde bulan bedbaht insan tipinin en iyi örneklerinden.

 

O dönemin en zengin ailesinin kızı olan İzmirli Latife Hanım, Yunanlıların İzmir’i terk etmesinden sonra şehre giren Atatürk’ün kendine karargah olarak onların evini (beyaz köşk: tıklayınız) seçmesi ile Atatürk ile birebir tanışmış olur. Evlerinde kaldığı müddetçe İzmir’in (ve tabi Türkiye’nin) kurtarıcısı kahraman Atatürk’ü en iyi şekilde ağırlamaya çalışan Latife Hanım her sabah paşanın kahvesiyle birlikte yabancı gazeteleri de tepsiye koyup götürmekte ve dış basının Türkiye hakkındaki haberlerini paşaya okumakta, kendi fikirlerini de söylemektedir. Atatürk, dönemin kadınlarından çok farklı olan, kendisi gibi batılı bir düşünce sistemine sahip, kendinden emin, hitabeti güçlü bu kızdan etkilenmeye başlar. Latife Hanım’ın portresine baktığımızda fikriyat olarak Atatürk ile birebir uyum içinde olduğunu görüyoruz. 2,5 sene evli kalan çift, fikrî uyumsuzluktan değil, Atatürk’ün alışkanlıklarını feda etmemesinden kaynaklanıyor. Çankaya’nın meşhur içki sofralarında gecelere kadar arkadaşlarıyla eğlenip kendisine istediği ilgiyi göstermeyen Atatürk, Latife Hanım’la evlenmeden önce, Fikriye Hanım’la evlilik dışı bir ilişki içindedir. Evlilikten önce Fikriye Ankara’dan uzaklaştırılmak için Avrupa’ya gönderilir, (kimi haberlere göre hastalığından, kimisine göre de hamile kaldığından kürtaj için) Fikriye Hanım öldürüldükten (intihar değil) sonra Atatürk’ün Latife Hanım’a yanlışlıkla Fikriye demesi de Latife Hanım’ı sinir krizlerine sokmuştur.

 

Latife Hanım’ın değinmemiz gereken en önemli hususiyeti, Türk kadınlarının geleneklerin boyunduruğundan kurtulup sosyal hayata atılarak modern bir şekilde yaşaması için önemli çabalar göstermiş olması. Evlendikten sonra Atatürk’ün yurt gezilerinde hep paşaya eşlik eden, kadınların çarsaf ve peçe ile örtündükleri o dönemde ceketi, ayağında binici pantalonu ve peçesiz olarak bağladığı örtü ile kadınlar için başlatılan değişimde örnek olarak gösterilen Latife Hanım, meclise girerek konuşma yapan ilk kadındır aynı zamanda. Burada şuna değinmek lazım bilhassa. Latife hanımın örtülü fotoğrafını göstererek, bakın Atatürk’ün karısı da kapalıydı, onlar örtü düşmanı değildi, demek, bu kitaptan öğrendiklerimize tamamen zıt. Latife Hanım, Türk kadınında değiştirilmek istenen her şey için model olarak Atatürk’ün her yerde yanında yer alan bir kadın ve o dönemin evden dışarı çıkmayan, asla yabancı erkeklerin arasına karışmayan, dışarı çıksa da çarşaf ve peçe ile tamamen kapanıp çıkan bir Müslüman kadın profilinin değiştirilmesi için atılan adımların ilki. Kadınları yavaş yavaş, ürkütmeden değiştirmek için izlenen politikalardan biri, Latife Hanım’ın o tarz bir örtü ile erkekler arasında yer almasıdır. Latife Hanım’ın örtüsü, siyaset icabıdır ve kendisi de Atatürk’e: ‘Artık bu örtüden kurtulmanın zamanı gelmedi mi’, diye sormaktadır. Kadınlarla ilgili bir başka fikrini de şöyle açıklıyor Latife Hanım: ‘Köylülerin karıları ve kızları erkeklerle karışık yaşar, harem ve peçe Araplardan kopya edilmiş bir züppe adetidir’ (s.146)

 

Evlenmeden önce ve boşandıktan sonra da örtülü olmayan Latife Hanım, kadınların gelmesini istediği nokta için fedakarlık(!) yaparak başını örtmüş, bir nevi türbanını siyasete alet etmiştir.

 

Boşandıktan sonra Atatürk’ün isteği ile evlilikleri hakkında konuşmamak için ona söz veren Latife Hanım bu sözünü Atatürk öldükten sonra da büyük bir titizlikle tutuyor ve yabancı devletlerden büyük paralar teklif eden bir hiç gazeteye bu konuyla ilgili röportaj vermiyor, bu konu dışında muhtelif konularda kendisiyle, evliyken ve boşandıktan sonra röportaj yapan pek çok yabancı gazete var. Boşandıktan sonra Avrupa üniversitelerinde dersler, konferanslar vermesini isteyen yabancılara karşın, Çankaya’dan Latife Hanım’ın isteğine rağmen bir izin çıkmamış, pasaport verilmemiştir.

 

Latife Hanım boşandıktan sonra hayatını yazmaya başlıyor ve günlük tutuyor, öldükten sonra ailesi tarafından Türk Tarih Kurumu’na verilen bu vesikalar, cumhuriyetin kurulma devrine tanıklık yapan ve Atatürk’ün en yakınında bulunan bir şahsın müşahedelerini ihtiva ettiği için, önemi haiz bir konumdadır. Halen tarih kurumu tarafından halka açıklamamış olan bu arşivlerin konu başlıkları da kitapta yer alıyor.

 

1922-1925 yılları arasında Atatürk ile evli kalmış olan Latife Hanım, Atatürk’ün inkılaplar, devlet politikası hakkında fikir alış verişi yaptığı, fikren çok iyi anlaştığı biri olduğu halde, Latife Hanım’ın hayat tarzına fazlasıyla karışması sebebiyle çileden çıkarak boşanmaya karar vermiş ve ardından kalbi kırık, gözü yaşlı, bir ömür kendisini unutamayan bir kadın bırakmıştır. Latife Hanım’ın büyük bir bağlılıkla Atatürk’ü sevdiği gayet aşikâr. Zaman zaman bazı hareketlerine dayanamayıp ona kızmış olsa ve boşanmayı o da düşünmüş olsa da, boşanma vaki olduktan sonra pişman olmuş ve yeniden bir araya gelmeyi istemiştir.

 

Kitap içinde tarihi seyri büyük önem arz eden birçok hadise yer alıyor, Latife Hanım’ın hayatı ile örtüşen bu hadiseleri de adım adım okuyoruz. Yakın tarihimiz için bilinmesi iktiza eden mevzuların yer aldığı bir kitap.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çınaraltı Kitap Sohbetleri-Dursun Gürlek

Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri-Ahmed Davudoğlu(Bu kitap tam bir hazine;okuyunca anladım.Tarzı;Üstad'ın "Son Devrin Din Mazlumları"na benziyor,ancak konu tam zıt.Okudukça hazineye daha çok sahip oluyorum.Şiddetle tavsiye!!!)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aliya İzzetbegoviç otobiyografisi. Tercemesi muazzam lakin Bosna'nın dramı bazen öyle detaylarıyla anlatılıyor ki azda olsa insanı yoruyor. Ama hele bir Srebrenica bölümü var ki, okuduktan sonra vardığım nokta şudur ; hali hazırda bazı şeyleri yapmaya muktedir olsaydım ilk yapacağım şey bütün Avrupayı baştada Sırp ve Hırvat topluluklarını haritadan silme teşebbüşü olurdu, Allah'ın izni ile. (Bu haritadan silme kalıbı sağolsun AhmediNejad'dan kalma güzel bir gaza getirme söylemidir.) Özetle tavsiye olunur.

 

Sizlerde okuduklarınızı ara sıra paylaşsanız da, Türkiye'nin geleceğine katkıda bulunsanız. En azından depolama sürecini hızlandırmış oluruz. :confused1:

 

Kitabın çıktığı yayınevi ve kim tarafından tercüme edildiği hakkında bilgi verebilirseniz, çok memnun olurum :) Teşekkürler...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Taha Akyol - Ama Hangi Atatürk

 

Taha Akyol bu kitabında Atatürk'ün farklı dönemlerde uyguladığı farklı politikalar üzerine eğilerek bir kişilik analizi yapıyor. Ortaya çıkan netice şudur ki, Atatürk'ün izlediği birbirine zıt görünen politikaların hepsi tek bir gaye etrafında şekilleniyor. Türkiye'nin düşman işgalinden kurtulmasının ardından batılı bir zihniyete ve hayat tarzına sahip bir milletin yetiştirilmesini sağlamak.

 

Amaca giden her yol mubahtır düsturunca, milli mücadele esnasında Bolşeviklerden para ve silah yardımı alabilmek için Sovyet Rusya'ya yönelik izlenen politikalar arasında, arada "samimi ve kardeşlik" dolu bir atmosfer oluşturmak için yüceler yücesi İslam dinimiz, bâtılların bâtılı olan Bolşevizm ile eş tutulur. "İslamiyet'in en yüce kaide ve kanunlarını içeren Bolşevizm'in, bizim dahi mevcudiyetimize kastetmiş olarak düşman aleyhinde bugün kazanmış bulunduğu zafer pek teşekküre değer bir neticedir"

 

Bir taraftan Rusya ile sürdürülen "kardeşçe" münasebetlerle birlikte, İslam dünyasından da alınması planlanan destek için Mustafa Kemal, İslam âleminin biricik lideri olan halifenin düşman elinden kurtarılması için mücadele eden bir mücahit olarak lanse ediliyor. Kuzey Afrika ile birlikte Arap yarımadasındaki propagandalarda Mustafa Kemal İslam'ın kılıcı olarak ün salıyor, Selahaddin Eyyubi ile birlikte resmedilmiş fotoğrafları dağıtılıyor. Aynı şekilde Türkiye'de de Müslüman milletin desteğinin alınması için ayetlerle, dualarla, fetvalarla açılan meclis ve kongreler "Şimdi vazifemiz halkı; vatanı ve esir padişahı kurtarmaya inandırmaktan ibaret.."

 

Kurtuluş savaşının kazanılması (?) ve Lozan'ın ertesinde ise hem dış siyaset, hem ülke içi politikada 180 derecelik bir dönüş yapılacaktır. Artık Rusya'ya yüz verilmeyecek, asıl önemlisi "hilafetin milletimize bir baş belası olduğu" söylenecektir. "Halife ve halifelik makamının hakikatte ne dinen ne de siyaseten hiçbir mana ve hikmet-i mevcudiyeti yoktur"

 

Hilafetin kaldırılmasıyla hızını alamayan sahte kahramanlar, "Osmanoğlulları zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardı. Bu tasallutlarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi" iftirasını savunarak Osmanlı hanedanlığını kendi memleketlerinden kovacak kadar zıvanadan çıkarlardır.

 

Meclisin açılma gününü bile hassaten cumaya denk getirerek mübarek bir günde açanlar, ileride İslam'a ve Müslüman millete en azami derecede zarar verecek olan meclisin kapısının önünde bile artık bir imama tahammül edemezler. Çünkü zafer elde edilmiş, ipler tamamen ele alınmış ve maskeler düşmeye başlamıştır.

 

"Meclis'te müezzin beş vakit ezan okur, imam cemaata namaz kıldırırdı. Dikkate değer ki, Kurtuluş Savaşları zaferle karşılandıktan sonra, Atatürk Ankara'ya döndü. Meclis kapısı önünde resmi üniforması ile bekleyen imam efendi Atatürk'ü durdurdu, ellerini kaldırdı, dini duaya başlar başlamaz, Atatürk hiddetle: - Burada böyle şeylere lüzum yok.. biz savaşı dua ile değil, Mehmetçiğin kanıyla kazandık, dedi ve imamı kovdu."

 

Taha Akyol'a göre Ataürk'ün izlediği bu yol, onun siyasi dehasının bir göstergesidir. Hakikat ölçüsüne vurulduğunda ise yapılan bu işlerin neyin göstergesi olduğu net olarak ortaya çıkmaktadır. Mâziyi ve "çok yönlü" olarak sunulan bir şahsı tetkik etmek ve perdeler ardında kalan vakıaları analiz etmek için okunması tavsiye edilebilecek kitaplardan.

 

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Taha Akyol - Ama Hangi Atatürk

 

Taha Akyol bu kitabında Atatürk'ün farklı dönemlerde uyguladığı farklı politikalar üzerine eğilerek bir kişilik analizi yapıyor. Ortaya çıkan netice şudur ki, Atatürk'ün izlediği birbirine zıt görünen politikaların hepsi tek bir gaye etrafında şekilleniyor. Türkiye'nin düşman işgalinden kurtulmasının ardından batılı bir zihniyete ve hayat tarzına sahip bir milletin yetiştirilmesini sağlamak.

 

Amaca giden her yol mubahtır düsturunca, milli mücadele esnasında Bolşeviklerden para ve silah yardımı alabilmek için Sovyet Rusya'ya yönelik izlenen politikalar arasında, arada "samimi ve kardeşlik" dolu bir atmosfer oluşturmak için yüceler yücesi İslam dinimiz, bâtılların bâtılı olan Bolşevizm ile eş tutulur. "İslamiyet'in en yüce kaide ve kanunlarını içeren Bolşevizm'in, bizim dahi mevcudiyetimize kastetmiş olarak düşman aleyhinde bugün kazanmış bulunduğu zafer pek teşekküre değer bir neticedir"

 

Bir taraftan Rusya ile sürdürülen "kardeşçe" münasebetlerle birlikte, İslam dünyasından da alınması planlanan destek için Mustafa Kemal, İslam âleminin biricik lideri olan halifenin düşman elinden kurtarılması için mücadele eden bir mücahit olarak lanse ediliyor. Kuzey Afrika ile birlikte Arap yarımadasındaki propagandalarda Mustafa Kemal İslam'ın kılıcı olarak ün salıyor, Selahaddin Eyyubi ile birlikte resmedilmiş fotoğrafları dağıtılıyor. Aynı şekilde Türkiye'de de Müslüman milletin desteğinin alınması için ayetlerle, dualarla, fetvalarla açılan meclis ve kongreler… "Şimdi vazifemiz halkı; vatanı ve esir padişahı kurtarmaya inandırmaktan ibaret.."

 

Kurtuluş savaşının kazanılması (?) ve Lozan'ın ertesinde ise hem dış siyaset, hem ülke içi politikada 180 derecelik bir dönüş yapılacaktır. Artık Rusya'ya yüz verilmeyecek, asıl önemlisi "hilafetin milletimize bir baş belası olduğu" söylenecektir. "Halife ve halifelik makamının hakikatte ne dinen ne de siyaseten hiçbir mana ve hikmet-i mevcudiyeti yoktur"

 

Hilafetin kaldırılmasıyla hızını alamayan sahte kahramanlar, "Osmanoğlulları zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardı. Bu tasallutlarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi" iftirasını savunarak Osmanlı hanedanlığını kendi memleketlerinden kovacak kadar zıvanadan çıkarlardır.

 

Meclisin açılma gününü bile hassaten cumaya denk getirerek mübarek bir günde açanlar, ileride İslam'a ve Müslüman millete en azami derecede zarar verecek olan meclisin kapısının önünde bile artık bir imama tahammül edemezler. Çünkü zafer elde edilmiş, ipler tamamen ele alınmış ve maskeler düşmeye başlamıştır.

 

"Meclis'te müezzin beş vakit ezan okur, imam cemaata namaz kıldırırdı. Dikkate değer ki, Kurtuluş Savaşları zaferle karşılandıktan sonra, Atatürk Ankara'ya döndü. Meclis kapısı önünde resmi üniforması ile bekleyen imam efendi Atatürk'ü durdurdu, ellerini kaldırdı, dini duaya başlar başlamaz, Atatürk hiddetle: - Burada böyle şeylere lüzum yok.. biz savaşı dua ile değil, Mehmetçiğin kanıyla kazandık, dedi ve imamı kovdu."

 

Taha Akyol'a göre Ataürk'ün izlediği bu yol, onun siyasi dehasının bir göstergesidir. Hakikat ölçüsüne vurulduğunda ise yapılan bu işlerin neyin göstergesi olduğu net olarak ortaya çıkmaktadır. Mâziyi ve "çok yönlü" olarak sunulan bir şahsı tetkik etmek ve perdeler ardında kalan vakıaları analiz etmek için okunması tavsiye edilebilecek kitaplardan.

 

Amaca giden her yol mubahtır düsturunca, milli mücadele esnasında Bolşeviklerden para ve silah yardımı alabilmek için Sovyet Rusya'ya yönelik izlenen politikalar arasında, arada "samimi ve kardeşlik" dolu bir atmosfer oluşturmak için yüceler yücesi İslam dinimiz, bâtılların bâtılı olan Bolşevizm ile eş tutulur. "İslamiyet'in en yüce kaide ve kanunlarını içeren Bolşevizm'in, bizim dahi mevcudiyetimize kastetmiş olarak düşman aleyhinde bugün kazanmış bulunduğu zafer pek teşekküre değer bir neticedir"

 

Şu Taksim'de bulunan Atatürk heykelinin arkasında bulunan iki Rus general heykellerinin sırları daha iyi anlaşılıyor...

 

O halde ben de bir iki kitap paylaşıyım: Mustafa Armağan'dan 'Küller Altında Yakın Tarih' Yine o kitaptan, yukarıya aldığım ifadeyi destekliyecek parça sunalım:

 

''Anıt, iki heykel grubundan meydana gelmektedir. Harbiye cephesinde İstiklal Savaşı’nda, Sıraselviler cephesinde ise Cumhuriyet’in kuruluşunda emeği geçenler figürleştirilmiştir. Sıraselviler cephesinin ön sırasında Gazi Mustafa Kemal, İnönü ve Fevzi Çakmak yer alır. Onların hemen arkasında ise garip simaları ve giyimleri ile iki figür dikkati çeker. Milli bir heykelde yer alması epey tuhaf kaçan bu iki figür, Kızıl Ordu’nun kurucularından Frunze ile Sovyet orduları başkomutanı Voroşilov’a aittir.

 

Bugün bize çok tuhaf gelen bu durum, 1928 şartları düşünüldüğünde normaldi. Zira hem İstiklal Savaşı’nda, hem de Cumhuriyet kurulurken o vakitler “Bolşevikler” denilen Sovyetler Birliği’nden büyük maddi ve manevi destek sağlanmış, 16 Mart 1921′de yapılan Moskova Antlaşması ile Türkiye’nin kuzey sınırları güvenceye alınmıştır. Bu iyi ilişkiler Cumhuriyet’in kuruluşunun 10. yıl dönümü törenlerine Mareşal Voroşilov’un katılmasıyla pekişmiştir. Nitekim CHP 4. Büyük Kurultayı’nın açış konuşmasında Atatürk (9 Mart 1935) Türk-Sovyet ilişkilerini şöyle değerlendirmiştir:

 

“Sovyetlerle dostluğumuz, her zamanki gibi sağlamdır ve içtendir. Kara günlerimizden kalan bu dostluk bağını, Türk milleti unutulmaz değerli bir hatıra bilir… Devletlerimiz, hükümetleriyle ve uluslarıyla, her fırsatta birbirilerine ne kadar inandıklarını ve ne kadar güvendiklerini bütün dünyaya göstermektedirler… Türk-Sovyet dostluğu milletler arası barış için şimdiye kadar yalnız hayır ve fayda getirmiştir. Bundan sonra da yalnız hayırlı ve faydalı olacaktır.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. I, s. 381-383.)

 

1927′de Sovyetler’den tank, top gibi ağır silahlardan oluşan askeri araç ve gereç yardımının gemilerle Tophane Limanı’na geldiğini de eklersem, sanırım Bolşevik Frunze ve Voroşilov’un Taksim Anıtı’nda ne aradığı açıklık kazanacaktır.

 

Bu köşede hep aynı şeyi tekrarlıyorum: Tarih bilinci, bugüne ve çevremize daha anlamlı gözlüklerle bakmamızı sağlar. Tarih bilgisi ve bilinci sayesinde çevremiz bizimle konuşmaya, diyalog kurmaya başlar. Anlam ve derinlik kazanır. Bu yazıyı okuduktan sonra eminim artık eski lakaydinizle geçemeyeceksinizdir Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın önünden. Bir deneyin isterseniz!

 

Not: Frunze’nin 1921-1922′de yaptığı Türkiye gezisi hatıraları, Frunze’nin Türkiye Anıları adıyla yayımlandı: Çeviren: Ahmet Ekeş, Düşün Yayıncılık, İstanbul 1996.''

 

Bir de Rıza Nur'un Moskava Sakarya Hatıraları kitabını da öneririm... O kitapta da bu mevzuu ile ilgili önemli bilgiler var...

 

"İslamiyet'in en yüce kaide ve kanunlarını içeren Bolşevizm'in, bizim dahi mevcudiyetimize kastetmiş olarak düşman aleyhinde bugün kazanmış bulunduğu zafer pek teşekküre değer bir neticedir" Reyhan kardeşimin paylaştığı bı ifadeyi andıran bir ifade de Rıza Nur'un bu kitabında var. Şöyle:

'... Yunanlılara yani İngilizlere mukavemet edemeyeceğiz. Paramız yok. Bizm Anadolu'daki cephemiz, sizin İngiliz ve Fransıza karşı cepheniz demektir.' Rıza Nur para yardımı istiyor ama, para yardımı olmayınca karşısındaki kişiye bunları söylüyor... Silah yardımı alıyor...

 

Rıza Nur paranın çoğunun Komünist propagandası uğrunda, İngiltere, Fransa, Almanya, Afganistan, Mısır, Hindistan'da harcandığını da belirtiyor ilerki sayfalarda... Bu yüzden para kalmamış adamlarda...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...