borealatis 4 Report post Posted September 30, 2006 Dirilmek yeniden Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın Bulutları yarması gibi gün ışığının Yağmurun ansızın boşanması Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması Erimesi gibi karların ve buzulların Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların Dirilmek yeniden Yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi Kandan kinden öfkeden Üstümüze bir sağnak boşanmış gibi Sürekli lekelendiğimiz çözülmeye terkedildiğimiz Bir bataktan çıkar gibi. Yürürken otururken yatarken Hep çürümek durumunda kalmış Duyduklarımızdan dolayı kulaklarımız Gördüklerimizden ötürü gözlerimiz Dokunduklarımız için ellerimiz. Belli bir bozgun yaşamışız Her şeye ölüm dadanmış sanki Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar Erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar Çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar Çocukluk kalkmış dünyadan gibi Her çocuk antik çağ filozoflarından bir kalıntı sanki. Aşkın son saltanatını yaşamak içinmi ey kalbim Ruhun serüvenine bir kale olmak için mi? Bu başkaldırma kanatlanma. Durmadan geçiyordu o zamanlar Üstümüzden tanklar toplar binler tonluk arabalar Boğuk bir ses madeni bir böğürme Bir metropol devinin içimiz titreten iniltisi Ta uzaklarda şehirlerin üstünde kımıldayan Bir korkunun yüreğimizde biriken tedirginliği Bir sam yeli gibi bedenimizi yüzümüzü saçlarımızı Yalayarak Çekiyordu bizi ve herkesi. Ama sen uzaklardaydın ey kalbim Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı Ayın ve yıldızların çağlayarak Berrak şelaleler yaparak Coşku içinde aktığı Bir yerlerdeydi. Hani bir gün bir çobana rastlamıştık Kavalıyla bir sümbülü emziriyordu Adı ferhat mıydı neydi Koyunların kurtların böceklerin ve çiçeklerin Sadakatten mest oldukları Her birinin gözlerinde Kaybolur gibi kayar gibi Dalıp gittiğimiz o saadet evreni Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan. Yaslan göğsüme sevdiğim Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir toprak gibidir Sen ki bulut gibisin Ay gibisin güneş gibisin bazan. Usul usul inen Yağmur tıpırtılarını Dinler gibi Dalıp gitmiştik Sen konuşuyordun İpil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun Onlar ki konuklarımızdı Adları Keremdi Yusuftu Kaystı Hepsi de ezelden tanıdıktı dosttu. Sen bir taze haber gibi gelmiştin unutmadım Her gelişin bir taze haberdi unutmadım Aşktı alıp verilen altın bir vakitti yaşadığımız Bir muştuyu algılamanın sürekli gerilimiydi sanki unutmadım Can oynanırdı evlerde yollarda meydanlarda Can alınıp can verilirdi hiç unutmadım Sen uyurdun uykun bir tepeden seyredilen uçsuz bir vadi Kıyısından seyredilen bir denizdi sanki unutmadım Ah sevgili ! Hayat görünürdü kapından, bir çırpınış yüreklerimizde Sen evinden çıktığında güneşler doğardı içimizde unutmadım Toprağa düşen tohum onda gizlenen renk şekil koku Senin için biçimlenirdi renklenirdi kokardı senin için unutmadım Ebedi masum çocuklar zamanın solmayan çiçekleri İstemişlerdi de ezan okumuştu Bilal bir sabah unutmadım O dirildi O dirildi diye birden çalkalanan sokaklar Ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı hiç unutmadım Ey aşk ey dirilik soluğu ey evrenin hareket kaynağı Nasıl unuturum nasıl unuturum hiç unutmadım. Haydi gel sevgilim Uzanalım toprağın altına Çiçekler mayalansın göğsümüzde Bu akıp giden bu kör gidip yol giden Kalabalıkları bu insanları Ezen çiçekleri, bir kere bile farkına varmayan Dökülen bu yıldızları yağmur birikintilerine Çiğneyerek geçen bu adamları ve kadınları Uyarmak için bir an durdurmak için Bu bizi terkeden, bacaları öksüz ve boynu bükük İçimizde sonsuzluk kavislerinden izlerini taşıdığımız Ama şimdi kendimizi zorlasak da anımsayamadığımız tasarlayamadığımız o kırlangıçları Ah tekrar dönülebilir mi? yaşayabilirmiyiz ? Uzansak yerin altına ve toprak olsak. Haydi gel sevgilim Bir daha deneyelim Bir kere daha kesmek için yolunu kalabalıkların Yüreğimizden gönlümüzün derinliğinden Vermek hep vermek için Çünkü dağıttıkça çoğalır bizim zenginliğimiz Aşkın bir adı da berekettir En iyi anlatandır o Hirada bir mağarada Gözden döküleni Gönülden geçeni. Ah hep o kelimeyi bulmak için bütün bu Çabalarım Seni çağıracak olan. Nasıl da unuttuk Oysa daha anar anmaz adını Ansızın patlayan bahara bir pencere açmışız gibi Kış ortasında çıkıveren güneş gibi Birden sıyrılıverip bulutlardan Üryan görülen can gibi Doldururdun içimizi Ve eviçlerimizi. Ah oruçlu bir ağustos vaktinde Bir kayanın dibinden kaynayan Soğuk ve berrak sulara Uzanıp kana kana Avuç avuç alıp Yüzümüzde içimizde Duyduğumuz Gibi Aşk. Ah bir yalnızlık vaktinde Herkesle birlikte olduğumuz Gene de yalnız olduğumuz Bir parkta Ta uzaklardan gelir gibi Bir tamburdan bir ezginin Bizi bizden ve herşeyden Alıp götürdüğü gibi Aşk. Haydi gel sevgilim gene arayalım Makam-ı İbrahimde rastlanan ayak izlerini Dedesinin elinden tutup Kubays dağına götürdüğü Yüzüsuyu hürmetine yağmur istediği Yeryüzünün bereketlenip çiçeklerle bezendiği Develerin coşarak çöllerde Ayak sesleriyle şiirler bestelediği O vakitleri. Haydi gel bir daha bir daha Arayalım Herkesin ve herşeyin uykuya vardığı Bir vakitte Gürül gürül Bardaktan boşanır gibi Yeryüzünü ve gökyüzünü Dünyanın bu yüzünü ve öbür yüzünü Geceyi ve gündüzü Dolduran Yüreğimizi kuşatan O kitaptan Okunanı. Yaşamak, avını gözleyen Sessiz gergin Soluk soluğa Bir atmaca Sağ elimin Parmakları ucunda. Ve ölüm Bir güvercin Beyaz Süzülen masmavi gökten Berrak sulara. Bir yıldız kayıyor kayıyor kayıyor Bir dal uzuyor uzuyor Bir gül kanıyor bir seher vaktinde Yanıyor bir ateş için için İçimde içimin de içinde Bir ezgi dönüyor dönüyor dönüyor Bir ney eriyor dudaklarımda Aşkın bir adı da yorulmamaktır. 1 Share this post Link to post Share on other sites
serdengeçti 10 Report post Posted October 1, 2006 ÇOK HOŞ BİR ŞİİRMİŞ . :) DOĞRUSU ŞAİRİNİ MERAK ETTİM. Share this post Link to post Share on other sites
borealatis 4 Report post Posted October 1, 2006 Konu açıklamasına yazmıştım ama herhalde gözden kaçmış önemli değil....Erdem Beyazıt....:) Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted July 7, 2007 BİRAZDAN GÜN DOĞACAK Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı, Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın, Saçlarınız ızdırap denizinde bir tutam başak Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana O inanmışlar çağının. Zaman akar, yer direnir, gökyüzü kanat gerer, Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz, Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger. Gün doğar, rüzgâr eser, bulut dolanır, Rahmet şarkısı söyler yağmurlar Alnınız en soylu isyandır demir külçelere Gürültü susar, ses donar, sevgi tohumu patlar, Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde. Ey bizim sabır yüzlü toprağımızın kutsal ağacı, Sen bize hayatsın, umutsun, mezarlar kadar derin. Bizi tutan bir şey varsa dirilten o sensin Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların tüy renkli sıcaklığı. Ey damarlarımızda donan buz yüzlü heykeller beldesinden Yıkıntılar sonrası sarındığım şefkat anası, Ey dağları yerinden oynatan ses, ey mermeri toz eden rüzgâr Ey âlemi donatan ışık, toprağa can veren el. Gün olur toprak uyanır, ağaç uyanır, uyanır böcekler Sarı bozkır titrer, çıplak dağlar yeşerir, gök yıkanır kirli dumanlardan Su coşar, deniz kabarır, canlanır ölü şehirler Yemyeşil bir rüzgâr eser yıldızlar arasından. Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü, Çatlayacak yalanın çelik kabuğu Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu. Erdem BEYAZIT 1 Share this post Link to post Share on other sites
cihat 28 Report post Posted July 9, 2007 Yok Gibi Yaşamak Boğuk bir bakışın oluyor senin Bir girdap derinliğinde kayboluyor gibiyim Yok gibi yaşamak bu kalkıp kurtulmak gibi kalabalıktan Durma bana türkü söyle Anadolu olsun Susuz dudak gibi çatlak olsun Karanfil gibi olsun kara çiçek gibi solgun yüzün Durmadan akıyor kalbim ayaklarına bana karanlık bakma Ağlıyorum bir karanlık karayel saçlarına Çekme ülkemden nar yangını gözlerini Beni bu kentten kurtar beni yalnız ko git beni Arıyorum arıyorum o ilk çağ ırmaklarında sedef ellerini Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var bilmelisin Katı bir yalnızlık bu bilmelisin Kaçmam kendimi bulmam ben senden yoksunum iyi bilmelisin. Şu yalnızlık çıkmazında önümde niye sen varsın Niye herşey bir anda kayıyor sen kayıyorsun Kalbim niçin bu kadar yabancı sen niye yoksun Bir sam yüklü geceleri içimden atamıyorum Niye bunları bir anda unutamıyorum Hadi tut elimden gök gibi ölü gibi yalnızım. . Erdem Beyazıt Share this post Link to post Share on other sites
nedamet.. 14 Report post Posted August 22, 2007 Bir Gezgin Adam.. Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi Şişli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgar Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor Başlıyor içinde sonsuz susuzluk Avuçlarının içi terliyor. 1 Share this post Link to post Share on other sites
birnida 14 Report post Posted November 1, 2007 Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair ``Telgrafın tellerini kurşunlamalı’’ Öyle değildi bu türkü bilirim Bir de içime -Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen- Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen Haberler bilirim mektuplar bilirim. Gamdan dağlar kurmalıyım Kayaları kelimeler olan Kırk ikindi saymalıyım Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından Baştan ayağa ıslanmalıyım Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım. İçimde kaynayan bir mahşer var Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde Ya da çamaşır sererken bahçelerinde Birden alıverirler kara haberini Okul dönüşü bir trafik kazasında Can veren oğullarının. Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde Örneğin Hint Okyanusu gibi derin İsyanın kapkara sularına dalan. Nice akşamlar bilirim ki Karanlığını Bir millet hastanesinde Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda Başını kalorifer borularına gömmüş Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden Haber sormaya korkan Genç kızların yüreğinden almıştır. Bir de baharlar bilirim Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği Anadolu bozkırlarında İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen Cesur otobüs pencerelerinden Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen. Yazlar bilirim memleketime özgü Yiğit köy delikanlılarının İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan Diğeri kan ter içinde yayla yollarında Mavzerinin demirini alnına dayamış Yüreği susuzluktan bunalan İçinden mahpushane çeşmeleri akan Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp Apansız silahına davranan Nice delikanlıların figüranlık yaptığı Yazlar bilirim memleketime özgü Güzler bilirim ülkeme dair Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha Kalbim gibi Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri Titreyen kenar mahalle çocukları Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi. Kadınlar bilirim ülkeme ait Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak Göğüsleri Çukurova gibi münbit Dağ gibi otururlar evlerinde Limanlar gemileri nasıl beklerse Öyle beklerler erkeklerini Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi. İsyan şiirleri bilirim sonra Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden Harfler harp düzeni almıştır mısralarında Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır. Müslüman yürekler bilirim daha Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet Eller bilirim haşin hoyrat mert Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır Her kırışığı sorulacak bir hesabı Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır. Bütün bunların üstüne Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli Adın kurtuluştur ama söylememeliyim Can kuşum, umudum, canım sevgilim.... Share this post Link to post Share on other sites
pur nese 8 Report post Posted February 4, 2008 BOŞLUKLU YAŞAMAK Şimdi bütün şehir bir adama yöneldi Adam dedimse senin benim gibi bir adam Ama kadın değil bura önemli. çünkü ben hiç görmedim bir kadının insanlar tarafından asıldığını / kafasını ucu ilmekli ipe uzattığını hiç duymadım / aslında görmekten öte bu duymaktan öte. Dedim ya şimdi bütün kent bir adama yöneldi durmuşlar bir meydanda bekleşiyorlardı / birşeyler anlatıyorlardı / biri vardı iyi ettim de şemsiyemi aldım diyordu / besbelli yağmurdan korkmuştu / öteki öğünüyordu yiyeceklerini unutmadığından ötürü / hele biri vardı bayağı kızıyordu karanlık adamların sarı idamlığı hâlâ getirmediklerine. Sonra beklenen çağ geldi Kalabalık uğuldadı büyüdü Daha çok yöneldiler bir noktaya Karanlık adamların yanında sarı idamlığa iyi bakıyorlardı. İdamlık bir noktayı geçiyordu belliydi Bakıyordu ama görmüyordu. Belliydi Ezikti inceydi gölge gibiydi Kalabalığa bakıp bağırmıyordu Adımlarını dar atıyordu bana kalsa buna gitmek demezdim / gitmek istememek de demezdim / biz buna kabulleniş diyemezdik/ biz bunda direniş de aramamalıydık / bu belki bir bağdı / koparılamayan / müşterek / oluşumuzun içinde. Adamın kafasında koskoca bir güneş var diyorum ben Adamın kafasında sultanahmedin güvercinleri Gülhanenin ağaçları Oturacak yerleri parkların Sonra yedi yıl hücrede beklemek göksüz Dostoyevskinin göğe açılan penceresi. Yaşama tutkusu Adamın dar adımları bunu anlamalıyız diyorum ben Adamın göğe bakmayı unutması bu beni boğacak Kalabalık bağırıyor / anlamıyorum Canavar diyorlar / anlamıyorum Niye ağlamıyor bu adam / bağıramıyor ayaklar boşlukta / üç ayaklı terazi sallanıyor / kalabalık simit yiyor sigara içiyor / siz hiç gördünüz mü mosmor uzun ıslak paçaları korkak idamlığı insanlar gördü / ayaklarına kara kan oturmuş ben çorap sandım diyor biri. Meydan boşalıyor caddelerde kapkara kalabalık Yüzlerinde sezginin bozgunluğu Demirleri kemiren parmaklar yorgun başıboş Gözlere mermer gibi oturmuş korku Ayaklarda boğuk bir telaş Kör umursamaz bir sağırlık taşlarda Üç ayaklı terazi sallanıyor boşlukta. 1 Share this post Link to post Share on other sites
nedamet.. 14 Report post Posted May 25, 2008 ERDEM BEYAZIT Atmış beşlerde Ankara'da tanıdıklarımdan en sevdiğim kişinin Erdem Beyazıd olduğunu söylemekten zevk duyuyorum. Maraş'ın bu mert ve yiğit delikanlısı içi dışında bir kişiydi. Zaten 'Heeyyy...' diye açıkça bağırıyordu delikanlılığını şiirlerinde bile. Her an öfkelenmeye hazır gibi bekleyen Erdem kardeşimle bir hatıramı anlatarak kimliğine ışık tutmak isterim. Belki de benim kimliğimdir de vermek istediğim, kim bilir. Hilmi Işığın Seyyid Kutub, Mevdudi ve sair İslam büyüklerine hakaret ve hatta düzene ihbar taşıyan kitaplarına (Dinde Reform ve Reformcular gibi) dayanamayıp, karşılık olarak yazdığım dört-beş ay gibi kısa bir zamanda on dört bin adet satan 'Bir İhtar' adlı kitabımın neşrinden kısa bir müddet sonra Ankara'ya gitmiştim. Sanırım Kızılay civarında bulunan binalardan birinin üst katlarında İmam Hatip derneği mescidi bulunuyordu. Vakit namazlarından birinde oraya gitmiştim. Orada karşılaştık Erdem'le. Daha selamlaşma bitmeden 'İyi yapmadın bu kitabı yazmakla. Zaten güçsüzüz. Sen birliği bozacak işler yapıyorsun' diye çıkıştı bana. Ben şaşırmıştım onun bu çıkışına. Tabii biraz da üzülmüştüm bu mert adamla karşı karşıya gelmiş olmaktan. 'Aynı ikazı hakkında yazdığım kişiye de yaptın mı? O, İslam dünyasının medarı iftiharı şahsiyetlere saldırıp hakaret ederken rahat mı bırakacaktık. Aslında bu kişilere yaptığı hakaretler onların tasavvufa önem vermemelerinden geliyor. Bir İslam düşünürü illa da mutasavvıf mı olmaya mecbur yani? diye karşılık verdim. 'O bizim için fazla bir anlam taşımıyor. Ama senin böyle bir şey yapmanı kınıyorum' deyince, öfkelenmiş ve 'Sana göre, bu dünyada gerçekten homojen bir ümmet oluşmuş ve hedefe doğru gidiyor da, ben bu homojenliği bozan biriyim öyle mi? Hem buna inanıyorsun hem de beni yaşatmaya devam ediyorsun. Ben senin gibi, birinin oluşmuş birliği bozan birinin olduğunu görsem onu yaşatmam. Hem benim böyle biri olduğuma inanıyor, hem de yaşamama izin veriyorsun. Ve kendine de mümin gözüyle bakıyorsun, öyle mi?' deyivermiştim. Bu sefer şaşkınlık sırası ona gelmişti. Şaşkınlığı geçince de boynuma sarılmıştı. Evet, işte böyle biriydi sevgili Erdem Beyazıt. Serapa ve tavizsiz bir mümin ve erkek bir mücadeleci olan bu kardeşime iki zaman hayatında da saadetler dilerim. (İsmail Kazdal'ın 'Serencâm-Anılar' isimli eserinden iktibas) 1 Share this post Link to post Share on other sites
buyukdogu 529 Report post Posted May 26, 2008 Bereket versin Kahramanmaraş'tan çok ve müspet şairimiz/yazarımız/düşünürümüz çıkıyor. Üstad'ın soyu Dulkadiroğulları'na dayanır, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Vehbi Vakkasoğlu, Abdürrahim Karakoç, Cahit Zarifoğlu... Hepside iyiki çıkmış ve iyi ki yazmışlar. Share this post Link to post Share on other sites
adles 12 Report post Posted October 12, 2008 BULMAK Bir an kayboldun gibi! Yaşadım kıyameti Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine Kapılıp gidiyorum saçının sellerine Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm... 1 Share this post Link to post Share on other sites
rabia BDG 18 Report post Posted October 27, 2008 SÜRÜP GELEN ÇAĞLARDAN Yeryüzü bana mescit kılındı Ant verdim toprak şahit tutuldu Her sabah her öğle her akşam İkindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak Seslerden bir sesle fırınlanıp Sulardan polatlanan benim. Geldim durdum önünde işte bir anıt gibi Sıyırarak sırtımdan bir yılan giysisini. Evet bir hançer ağacı gibi büyüyor içimde acı Dağlardan bir dağ gibi kabaran yüreğimde. Kargaların sırtlanlarla anlaştığı bir günde Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım Kudüs'te Mescid-i Aksa'da Belki bir batı karanlığında Topkapı'da Yangına uğramışsa Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin muştu sesini Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini Çün defterler açılıp hesap soruldukta Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta Milletim omuz omuza verip Kıyama duruldukta. Gündüzler nasıl beklerse gecenin bitmesini Sabırla söküyorum bu tarih gecesini. Yüreğim usul usul vuruyor Kafkasyalım Namludan yeni çıkmış sıcacık kurşun gibi Dağlılar dağlar gibi ormanlar ordu gibi ağaçlar asker gibi Bir şimal rüzgarı değil bir Şamil fırtınası Tutsaklık haritası değil bir zafer coğrafyası Can pazarında Azerbeycan'da Bir türkü işliyor nakışını kalbimin üstüne "Kurban olayım ayına ayına yıldızına" Bir ucundan dünyanın öbür ucuna Kan olup dolaşan damarlarımda Arabistan?da Pakistan?da Türkistan?da Şu anda İran'da Afganistan'da. Gecelerden bir gece en kesin bir tarih gecesini Delecek elbet yangına uğramış gözlerim İçimde kayalaşan bu güç bu savaş birikintisi Sağdan sola kavisler çizerek Ak bir kağıt üstüne dolaşır gibi Dolaşan Asya'yı Afrika'yı Amerika'yı Sonra bir solukta geçerek üstünden Avrupa'nın Avrupa'nın Rusya'nın. "Yememiştir hiç kimse Elinin emeğinden daha hayırlısını" diyerek Şafak gibi alınlara terle yazılmış Hakkın mutlak ölçüsünü Elbet benim işçilerim çekecek Emeğin kutsal direğine. O ışık ki düşer bir zenci yüreğine Birden aydınlık kazanır zulme uğramış bütün yürekler Onulmaz hint ağrısına tükenmez çin sancısına İsyanın macarcasına ezilmenin çekoslavakcasına Yanmanın polonyacasına direnmenin vietnamcasına Gerillanın arapçasına Yetişecek elbet benim müjdeci sesim. Ey insan ey şimdilerde hep bir beklemeye duran Duy zaman içre sürüp gelen bu sesi Sürüp gelen çağlardan çağlara Renk veren tarihe yeşil çağlayan Savaşçı yüreğinden savaşçı yüreğine Cezayirden senegalden Yüreğimin içine Boğaziçine Kelimelerden bir kelime diken yeryüzüne. Dünyanin kalbini dinle geliyor adım adım Dallar meyvaya dursun toprak tohuma dursun İnsan barışa dursun selama dursun zaman Sabır savaş zafer. Adım : MÜSLÜMAN. 1 Share this post Link to post Share on other sites
sark 208 Report post Posted August 14, 2010 Biliyorum yaklaşıyoruz her an Biliyorum oruçlu doğar insan Ölümün iftar sofrasına... (Erdem Beyazıd) Share this post Link to post Share on other sites
müznib 84 Report post Posted August 15, 2010 Ölüm bize, ne uzak bize, ne yakın ölüm... ölümsüzlüğü tattık bize, ne yapsın ölüm. 1 Share this post Link to post Share on other sites
Eşref Bey 58 Report post Posted August 28, 2010 SON SÖZ Ve zaman döne döne Gelmişti başlangıç noktasına İlk yaratılış düğümüne Mahlukatın var olduğu Yüzüsuyu hürmetine Evrenin efendisinin Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine. Hayatın menbaı Merhametin son durağı Madeni, muhabbet ocağının Ateşler içindeydi Yatağında. İltica etmişti sanki kainat Kutsal tenine Hayata şafak olan alnında Ter taneleri Her biri insanlık çilesinden Bir haberdi sanki Bir an oldu Aralandı gözleri Sonsuzu kuşatan bakışları Süzdü ciğerparesi Fatımayı Süzdü tek tek çevresindeki Can dostlarını Kıpırdadı dudakları dedi: --- Ebubekir kıldırsın namazı Sonra daldı daldı uyandı son defa aralandı Bakışları Yöneldi bir noktaya Karar kıldı bir noktada Ve dedi: --- Merhaba Ey Refik-i Ala ! Olacak oldu Akıllar kamaştı Kalbler tutştu Feryat ve figan gökleri tuttu Çekti kılıcını Faruk olan Sıçradı orta yere : --- Kim derse " O ÖLDÜ" , öldürürüm! Ayrılık ateşinden Ateşin şiddetinden Sanki bendler çözülmüş Felekler çökmüştü Şuur tutuşmuş Akıl iflas etmişti. Sonra Sıddık olan Yetişti geldi Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye Mağarada arkadaşına hicrette yoldaşına Sonra baktı çevresine Mahşerden önce mahşer hali yaşayan Ashabına Aline Ebubekir dedi : --- Ey nas , susun ! --- Kim ki Rasulullaha tapmaktadır --- Bilsin ki Rasul ölmüştür. --- Kim ki Allah'a tapmaktadır --- Bilsin ki Allah ölmez --- Hayy ve Layemut'tur. ( Hayat sahibi ve Ölmez ) --- Ey nas, Susun! --- " İnna lillahi ve inna ileyhi raciun." Sonra eğildi sevgilisinin yüzüne Sürdü bulutlanmış gözlerini O güzellikler ülkesine Baktı baktı ve dedi : --- Hayatında güzeldin --- Ölümünde güzelsin --- Öldün --- Bir daha ölmeyeceksin! Erdem Beyazıt 1 Share this post Link to post Share on other sites
yitik 5 Report post Posted January 11, 2011 Karanlık Duvarlar I. Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse elini uzatmıyor Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan bir deniz gibi Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu. Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar Biz bunun için mi geldik. II. Kara ağaç gibi bağlıyım katı bir çağ bu Her şey bir makine düzenine gidiyor -- düzen diyorlar beni çağırıyorlar -- Irmak yatağına sığınıyorum sınırlı bir çağ bu Baktığımız her şeyde bir yalan kabuğu Bir mercek düzenine bağlanıyor gözlerimiz. III. Şu zaman çıkmazında alıp beni bir altmış yaşa bağlıyorsunuz Doğmadan ölüme yöneldik gerisi yok diyenler var Sınırlı yıl oyunlarına inananlar var Sizin güveniniz bir güneş düzeninde Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum Bir ağacı büyütüyorum her yerimle Bir ağacı uyguluyorum -- her şey bir ağaç düzeninde -- Yerde gökte ve her her yerde Dallarında ben ağacın incecik köklerinde Boğuluyorum -- bağlanıyorum -- Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum. IV. Şu dar odanın katı yalnızlığında Ve her şeyin çıplaklığında Durup bir pencereyi deniyorum Gizliliğin dışına çıkıyorum Araçların İnsanların Şehrin ve meydanların ve kalabalığın ve herşeyin İçimde yalnız ve yapraksız Bir kavak ağacı büyüyor -- Çıplak ve göğe doğru -- Ama küskün ama yalnız ama yapraksız ve uzun Bir ağlama duvarı bu. Yatak ve yorganın kuru yalnızlığında Ve aklın dar yalnızlığında Şehrin ve herşeyin Ve kalabalığın yorgunluğunda Saçların ve parmakların Ve gözlerin ve gecenin bu bulanık çağında Ve aynaların sığ görünümünde Bunalıyorum. V. Susmanın kalesine sığınıyorum Önümde karanlıktan duvarlar Sırtımda insan yüklü bir gök var. 1959 Maraş 2 Share this post Link to post Share on other sites
cansuyu 116 Report post Posted July 29, 2012 Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar, Bir gülüşün içimde binlerce lâmba yakar.. 1 Share this post Link to post Share on other sites
cansuyu 116 Report post Posted August 30, 2012 "durmadan kalbim akıyor ayaklarına, bana karanlık bakma" ... 1 Share this post Link to post Share on other sites
mütereddid 254 Report post Posted October 5, 2014 ÖLÜ VAKİTLERİ YAŞAMAK İHTİYAR EVLERDEDuvarları çatlakTavanı dökülmeye hazırTemelinde bitlerin karıncaların ince bacaklı böcekleringezindiğiİhtiyar evlerdeZamanı çekip üstümüzeÖrtüyoruz kirli ve açık yerlerimizi.Bir şey mi varSandık diplerinde saklanan merdiven altlarındaunutulanAhır köşelerine atılmış paslı çivilerine asılmış duvarlarınNedir bizi bağlayan bütün bunlara ve geçen zamana.Siz oturdunuz mu hiç kıldan ince uçurumlardaBiz yatıyoruz her gün beli bükülmüş duvar diplerindeUykumuz ürkek ceylanlara benziyorBazan yorgun taylara.Biz sessiz ve kaygan zaman üstündeUnutmuş ve aldırmaz görünüyoruzGıcırtılı merdivenlerden çıkan ölümü.Biliyoruz işliyor saat tıkır tıkırHer yerde ve her şeydeSesini çizerek sonsuzluğaTıkırtıların kımıltıların ve uzayan ağaçların.Ve aklın dar yalnızlığında.Erdem BeyazıtMaraş , 1958 Share this post Link to post Share on other sites