Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
borealatis

Erdem Bayazıt

Recommended Posts

Dirilmek yeniden

Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın

Bulutları yarması gibi gün ışığının

Yağmurun ansızın boşanması

Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması

Erimesi gibi karların ve buzulların

Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların

 

Dirilmek yeniden

Yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi

Kandan kinden öfkeden

Üstümüze bir sağnak boşanmış gibi

Sürekli lekelendiğimiz çözülmeye terkedildiğimiz

Bir bataktan çıkar gibi.

 

Yürürken otururken yatarken

Hep çürümek durumunda kalmış

Duyduklarımızdan dolayı kulaklarımız

Gördüklerimizden ötürü gözlerimiz

Dokunduklarımız için ellerimiz.

 

Belli bir bozgun yaşamışız

Her şeye ölüm dadanmış sanki

Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar

Erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar

Çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar

Çocukluk kalkmış dünyadan gibi

Her çocuk antik çağ filozoflarından bir kalıntı sanki.

 

Aşkın son saltanatını yaşamak içinmi ey kalbim

Ruhun serüvenine bir kale olmak için mi?

Bu başkaldırma kanatlanma.

 

Durmadan geçiyordu o zamanlar

Üstümüzden tanklar toplar binler tonluk arabalar

Boğuk bir ses madeni bir böğürme

Bir metropol devinin içimiz titreten iniltisi

Ta uzaklarda şehirlerin üstünde kımıldayan

Bir korkunun yüreğimizde biriken tedirginliği

Bir sam yeli gibi bedenimizi yüzümüzü saçlarımızı

Yalayarak

Çekiyordu bizi ve herkesi.

 

Ama sen uzaklardaydın ey kalbim

Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı

Ayın ve yıldızların çağlayarak

Berrak şelaleler yaparak

Coşku içinde aktığı

Bir yerlerdeydi.

 

Hani bir gün bir çobana rastlamıştık

Kavalıyla bir sümbülü emziriyordu

Adı ferhat mıydı neydi

Koyunların kurtların böceklerin ve çiçeklerin

Sadakatten mest oldukları

Her birinin gözlerinde

Kaybolur gibi kayar gibi

Dalıp gittiğimiz o saadet evreni

Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç

Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan.

 

Yaslan göğsüme sevdiğim

Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir

Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir toprak gibidir

Sen ki bulut gibisin

Ay gibisin güneş gibisin bazan.

 

Usul usul inen

Yağmur tıpırtılarını

Dinler gibi

Dalıp gitmiştik

Sen konuşuyordun

İpil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun

Onlar ki konuklarımızdı

Adları Keremdi Yusuftu Kaystı

Hepsi de ezelden tanıdıktı dosttu.

 

 

Sen bir taze haber gibi gelmiştin unutmadım

Her gelişin bir taze haberdi unutmadım

 

Aşktı alıp verilen altın bir vakitti yaşadığımız

Bir muştuyu algılamanın sürekli gerilimiydi sanki

unutmadım

 

Can oynanırdı evlerde yollarda meydanlarda

Can alınıp can verilirdi hiç unutmadım

 

Sen uyurdun uykun bir tepeden seyredilen uçsuz bir vadi

Kıyısından seyredilen bir denizdi sanki unutmadım

 

Ah sevgili ! Hayat görünürdü kapından, bir çırpınış

yüreklerimizde

Sen evinden çıktığında güneşler doğardı içimizde

unutmadım

 

Toprağa düşen tohum onda gizlenen renk şekil koku

Senin için biçimlenirdi renklenirdi kokardı senin için

unutmadım

 

Ebedi masum çocuklar zamanın solmayan çiçekleri

İstemişlerdi de ezan okumuştu Bilal bir sabah

unutmadım

 

O dirildi O dirildi diye birden çalkalanan sokaklar

Ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı hiç unutmadım

Ey aşk ey dirilik soluğu ey evrenin hareket kaynağı

Nasıl unuturum nasıl unuturum hiç unutmadım.

 

Haydi gel sevgilim

Uzanalım toprağın altına

Çiçekler mayalansın göğsümüzde

Bu akıp giden bu kör gidip yol giden

Kalabalıkları bu insanları

Ezen çiçekleri, bir kere bile farkına varmayan

Dökülen bu yıldızları yağmur birikintilerine

Çiğneyerek geçen bu adamları ve kadınları

Uyarmak için bir an durdurmak için

Bu bizi terkeden, bacaları öksüz ve boynu bükük

İçimizde sonsuzluk kavislerinden izlerini taşıdığımız

Ama şimdi kendimizi zorlasak da

anımsayamadığımız tasarlayamadığımız o kırlangıçları

Ah tekrar dönülebilir mi? yaşayabilirmiyiz ?

Uzansak yerin altına ve toprak olsak.

 

Haydi gel sevgilim

Bir daha deneyelim

Bir kere daha kesmek için yolunu kalabalıkların

Yüreğimizden gönlümüzün derinliğinden

Vermek hep vermek için

Çünkü dağıttıkça çoğalır bizim zenginliğimiz

Aşkın bir adı da berekettir

En iyi anlatandır o

Hirada bir mağarada

Gözden döküleni

Gönülden geçeni.

 

Ah hep o kelimeyi bulmak için bütün bu

Çabalarım

Seni çağıracak olan.

 

Nasıl da unuttuk

Oysa daha anar anmaz adını

Ansızın patlayan bahara bir pencere açmışız gibi

Kış ortasında çıkıveren güneş gibi

Birden sıyrılıverip bulutlardan

Üryan görülen can gibi

Doldururdun içimizi

Ve eviçlerimizi.

 

Ah oruçlu bir ağustos vaktinde

Bir kayanın dibinden kaynayan

Soğuk ve berrak sulara

Uzanıp kana kana

Avuç avuç alıp

Yüzümüzde içimizde

Duyduğumuz

Gibi

Aşk.

 

Ah bir yalnızlık vaktinde

Herkesle birlikte olduğumuz

Gene de yalnız olduğumuz

Bir parkta

Ta uzaklardan gelir gibi

Bir tamburdan bir ezginin

Bizi bizden ve herşeyden

Alıp götürdüğü gibi

Aşk.

 

Haydi gel sevgilim gene arayalım

Makam-ı İbrahimde rastlanan ayak izlerini

Dedesinin elinden tutup Kubays dağına götürdüğü

Yüzüsuyu hürmetine yağmur istediği

Yeryüzünün bereketlenip çiçeklerle bezendiği

Develerin coşarak çöllerde

Ayak sesleriyle şiirler bestelediği

O vakitleri.

 

Haydi gel bir daha bir daha

Arayalım

Herkesin ve herşeyin uykuya vardığı

Bir vakitte

Gürül gürül

Bardaktan boşanır gibi

Yeryüzünü ve gökyüzünü

Dünyanın bu yüzünü ve öbür yüzünü

Geceyi ve gündüzü

Dolduran

Yüreğimizi kuşatan

O kitaptan

Okunanı.

 

Yaşamak, avını gözleyen

Sessiz gergin

Soluk soluğa

Bir atmaca

Sağ elimin

Parmakları ucunda.

 

Ve ölüm

Bir güvercin

Beyaz

Süzülen masmavi gökten

Berrak sulara.

 

Bir yıldız kayıyor kayıyor kayıyor

Bir dal uzuyor uzuyor

Bir gül kanıyor bir seher vaktinde

Yanıyor bir ateş için için

İçimde içimin de içinde

Bir ezgi dönüyor dönüyor dönüyor

Bir ney eriyor dudaklarımda

 

Aşkın bir adı da yorulmamaktır.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

BİRAZDAN GÜN DOĞACAK

 

Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı,

Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın,

 

Saçlarınız ızdırap denizinde bir tutam başak

Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana

O inanmışlar çağının.

 

Zaman akar, yer direnir, gökyüzü kanat gerer,

Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde

Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz,

Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger.

 

Gün doğar, rüzgâr eser, bulut dolanır,

Rahmet şarkısı söyler yağmurlar

Alnınız en soylu isyandır demir külçelere

Gürültü susar, ses donar, sevgi tohumu patlar,

Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde.

 

Ey bizim sabır yüzlü toprağımızın kutsal ağacı,

Sen bize hayatsın, umutsun, mezarlar kadar derin.

Bizi tutan bir şey varsa dirilten o sensin

Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların tüy renkli sıcaklığı.

 

Ey damarlarımızda donan buz yüzlü heykeller beldesinden

Yıkıntılar sonrası sarındığım şefkat anası,

Ey dağları yerinden oynatan ses, ey mermeri toz eden rüzgâr

Ey âlemi donatan ışık, toprağa can veren el.

 

Gün olur toprak uyanır, ağaç uyanır, uyanır böcekler

Sarı bozkır titrer, çıplak dağlar yeşerir, gök yıkanır kirli dumanlardan

 

Su coşar, deniz kabarır, canlanır ölü şehirler

Yemyeşil bir rüzgâr eser yıldızlar arasından.

 

Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü,

Çatlayacak yalanın çelik kabuğu

Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu.

 

Erdem BEYAZIT

 

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yok Gibi Yaşamak

 

Boğuk bir bakışın oluyor senin

Bir girdap derinliğinde kayboluyor gibiyim

Yok gibi yaşamak bu kalkıp kurtulmak gibi kalabalıktan

Durma bana türkü söyle Anadolu olsun

Susuz dudak gibi çatlak olsun

Karanfil gibi olsun kara çiçek gibi solgun yüzün

Durmadan akıyor kalbim ayaklarına bana karanlık bakma

Ağlıyorum bir karanlık karayel saçlarına

Çekme ülkemden nar yangını gözlerini

Beni bu kentten kurtar beni yalnız ko git beni

Arıyorum arıyorum o ilk çağ ırmaklarında sedef ellerini

 

Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var bilmelisin

Katı bir yalnızlık bu bilmelisin

Kaçmam kendimi bulmam ben senden yoksunum iyi bilmelisin.

 

Şu yalnızlık çıkmazında önümde niye sen varsın

Niye herşey bir anda kayıyor sen kayıyorsun

Kalbim niçin bu kadar yabancı sen niye yoksun

Bir sam yüklü geceleri içimden atamıyorum

Niye bunları bir anda unutamıyorum

 

 

Hadi tut elimden gök gibi ölü gibi yalnızım. .

 

Erdem Beyazıt

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir Gezgin Adam..

 

 

Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi

 

Şişli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgar

 

Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor

 

Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor

 

Başlıyor içinde sonsuz susuzluk

 

Avuçlarının içi terliyor.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair

 

 

``Telgrafın tellerini kurşunlamalı’’

Öyle değildi bu türkü bilirim

Bir de içime

-Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-

Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek

Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen

Haberler bilirim mektuplar bilirim.

 

Gamdan dağlar kurmalıyım

Kayaları kelimeler olan

Kırk ikindi saymalıyım

Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma

Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından

Baştan ayağa ıslanmalıyım

Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.

 

İçimde kaynayan bir mahşer var

Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar

Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde

Ya da çamaşır sererken bahçelerinde

Birden alıverirler kara haberini

Okul dönüşü bir trafik kazasında

Can veren oğullarının.

 

Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim

Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş

Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine

Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin

Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan

Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde

Örneğin Hint Okyanusu gibi derin

İsyanın kapkara sularına dalan.

 

Nice akşamlar bilirim ki

Karanlığını

Bir millet hastanesinde

Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda

Başını kalorifer borularına gömmüş

Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden

Haber sormaya korkan

Genç kızların yüreğinden almıştır.

 

Bir de baharlar bilirim

Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği

Anadolu bozkırlarında

İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru

Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen

Cesur otobüs pencerelerinden

Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen

Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında

Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının

Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken

Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.

 

Yazlar bilirim memleketime özgü

Yiğit köy delikanlılarının

İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları

Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan

Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan

Diğeri kan ter içinde yayla yollarında

Mavzerinin demirini alnına dayamış

Yüreği susuzluktan bunalan

İçinden mahpushane çeşmeleri akan

Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp

Apansız silahına davranan

Nice delikanlıların figüranlık yaptığı

Yazlar bilirim memleketime özgü

 

Güzler bilirim ülkeme dair

Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir

Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha

Kalbim gibi

Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri

Titreyen kenar mahalle çocukları

Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için

Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.

 

Kadınlar bilirim ülkeme ait

Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak

Göğüsleri Çukurova gibi münbit

Dağ gibi otururlar evlerinde

Limanlar gemileri nasıl beklerse

Öyle beklerler erkeklerini

Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.

 

İsyan şiirleri bilirim sonra

Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden

Harfler harp düzeni almıştır mısralarında

Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır

Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda

Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.

 

Müslüman yürekler bilirim daha

Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet

Eller bilirim haşin hoyrat mert

Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır

Her kırışığı sorulacak bir hesabı

Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.

 

Bütün bunların üstüne

Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim

Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim

Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli

Adın kurtuluştur ama söylememeliyim

Can kuşum, umudum, canım sevgilim....

Share this post


Link to post
Share on other sites

BOŞLUKLU YAŞAMAK

 

 

 

Şimdi bütün şehir bir adama yöneldi

 

Adam dedimse senin benim gibi bir adam

 

Ama kadın değil bura önemli.

 

 

 

çünkü ben hiç görmedim bir kadının insanlar

 

tarafından asıldığını / kafasını ucu ilmekli ipe

 

uzattığını hiç duymadım / aslında görmekten öte

 

bu duymaktan öte.

 

 

 

Dedim ya şimdi bütün kent bir adama yöneldi

 

durmuşlar bir meydanda bekleşiyorlardı /

 

birşeyler anlatıyorlardı / biri vardı iyi ettim de

 

şemsiyemi aldım diyordu / besbelli yağmurdan

 

korkmuştu / öteki öğünüyordu yiyeceklerini

 

unutmadığından ötürü / hele biri vardı bayağı

 

kızıyordu karanlık adamların sarı idamlığı hâlâ

 

getirmediklerine.

 

 

 

Sonra beklenen çağ geldi

 

Kalabalık uğuldadı büyüdü

 

Daha çok yöneldiler bir noktaya

 

Karanlık adamların yanında sarı idamlığa

 

iyi bakıyorlardı.

 

 

 

İdamlık bir noktayı geçiyordu belliydi

 

Bakıyordu ama görmüyordu. Belliydi

 

Ezikti inceydi gölge gibiydi

 

Kalabalığa bakıp bağırmıyordu

 

Adımlarını dar atıyordu

 

 

 

bana kalsa buna gitmek demezdim / gitmek

 

istememek de demezdim / biz buna kabulleniş

 

diyemezdik/ biz bunda direniş de aramamalıydık

 

/ bu belki bir bağdı / koparılamayan / müşterek /

 

oluşumuzun içinde.

 

 

 

Adamın kafasında koskoca bir güneş var diyorum ben

 

Adamın kafasında sultanahmedin güvercinleri

 

Gülhanenin ağaçları

 

Oturacak yerleri parkların

 

Sonra yedi yıl hücrede beklemek göksüz

 

 

 

Dostoyevskinin göğe açılan penceresi. Yaşama tutkusu

 

Adamın dar adımları bunu anlamalıyız diyorum ben

 

Adamın göğe bakmayı unutması bu beni boğacak

 

Kalabalık bağırıyor / anlamıyorum

 

Canavar diyorlar / anlamıyorum

 

Niye ağlamıyor bu adam / bağıramıyor

 

 

 

ayaklar boşlukta / üç ayaklı terazi sallanıyor /

 

kalabalık simit yiyor sigara içiyor / siz hiç

 

gördünüz mü mosmor uzun ıslak paçaları korkak

 

idamlığı insanlar gördü / ayaklarına kara kan

 

oturmuş ben çorap sandım diyor biri.

 

 

 

Meydan boşalıyor caddelerde kapkara kalabalık

 

Yüzlerinde sezginin bozgunluğu

 

Demirleri kemiren parmaklar yorgun başıboş

 

Gözlere mermer gibi oturmuş korku

 

Ayaklarda boğuk bir telaş

 

Kör umursamaz bir sağırlık taşlarda

 

 

 

Üç ayaklı terazi sallanıyor boşlukta.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

ERDEM BEYAZIT

 

Atmış beşlerde Ankara'da tanıdıklarımdan en sevdiğim kişinin Erdem Beyazıd olduğunu söylemekten zevk duyuyorum. Maraş'ın bu mert ve yiğit delikanlısı içi dışında bir kişiydi. Zaten 'Heeyyy...' diye açıkça bağırıyordu delikanlılığını şiirlerinde bile. Her an öfkelenmeye hazır gibi bekleyen Erdem kardeşimle bir hatıramı anlatarak kimliğine ışık tutmak isterim. Belki de benim kimliğimdir de vermek istediğim, kim bilir.

 

Hilmi Işığın Seyyid Kutub, Mevdudi ve sair İslam büyüklerine hakaret ve hatta düzene ihbar taşıyan kitaplarına (Dinde Reform ve Reformcular gibi) dayanamayıp, karşılık olarak yazdığım dört-beş ay gibi kısa bir zamanda on dört bin adet satan 'Bir İhtar' adlı kitabımın neşrinden kısa bir müddet sonra Ankara'ya gitmiştim. Sanırım Kızılay civarında bulunan binalardan birinin üst katlarında İmam Hatip derneği mescidi bulunuyordu. Vakit namazlarından birinde oraya gitmiştim. Orada karşılaştık Erdem'le. Daha selamlaşma bitmeden 'İyi yapmadın bu kitabı yazmakla. Zaten güçsüzüz. Sen birliği bozacak işler yapıyorsun' diye çıkıştı bana. Ben şaşırmıştım onun bu çıkışına. Tabii biraz da üzülmüştüm bu mert adamla karşı karşıya gelmiş olmaktan.

 

'Aynı ikazı hakkında yazdığım kişiye de yaptın mı? O, İslam dünyasının medarı iftiharı şahsiyetlere saldırıp hakaret ederken rahat mı bırakacaktık. Aslında bu kişilere yaptığı hakaretler onların tasavvufa önem vermemelerinden geliyor. Bir İslam düşünürü illa da mutasavvıf mı olmaya mecbur yani? diye karşılık verdim.

 

'O bizim için fazla bir anlam taşımıyor. Ama senin böyle bir şey yapmanı kınıyorum' deyince, öfkelenmiş ve 'Sana göre, bu dünyada gerçekten homojen bir ümmet oluşmuş ve hedefe doğru gidiyor da, ben bu homojenliği bozan biriyim öyle mi? Hem buna inanıyorsun hem de beni yaşatmaya devam ediyorsun. Ben senin gibi, birinin oluşmuş birliği bozan birinin olduğunu görsem onu yaşatmam. Hem benim böyle biri olduğuma inanıyor, hem de yaşamama izin veriyorsun. Ve kendine de mümin gözüyle bakıyorsun, öyle mi?' deyivermiştim. Bu sefer şaşkınlık sırası ona gelmişti. Şaşkınlığı geçince de boynuma sarılmıştı. Evet, işte böyle biriydi sevgili Erdem Beyazıt. Serapa ve tavizsiz bir mümin ve erkek bir mücadeleci olan bu kardeşime iki zaman hayatında da saadetler dilerim.

 

(İsmail Kazdal'ın 'Serencâm-Anılar' isimli eserinden iktibas)

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bereket versin Kahramanmaraş'tan çok ve müspet şairimiz/yazarımız/düşünürümüz çıkıyor. Üstad'ın soyu Dulkadiroğulları'na dayanır, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Vehbi Vakkasoğlu, Abdürrahim Karakoç, Cahit Zarifoğlu...

 

Hepside iyiki çıkmış ve iyi ki yazmışlar.

Share this post


Link to post
Share on other sites

BULMAK

Bir an kayboldun gibi! Yaşadım kıyameti

Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti

 

Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma

Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma

 

Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından

Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından

 

Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde

Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde

 

Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş

Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş

 

Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine

Kapılıp gidiyorum saçının sellerine

 

Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar

Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar

 

Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın

Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın

 

Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi

Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi

 

Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım

Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım

 

Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden

İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden

 

Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm

Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

SÜRÜP GELEN ÇAĞLARDAN

 

 

Yeryüzü bana mescit kılındı

 

 

Ant verdim toprak şahit tutuldu

Her sabah her öğle her akşam

İkindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak

Seslerden bir sesle fırınlanıp

Sulardan polatlanan benim.

 

 

Geldim durdum önünde işte bir anıt gibi

Sıyırarak sırtımdan bir yılan giysisini.

Evet bir hançer ağacı gibi büyüyor içimde acı

Dağlardan bir dağ gibi kabaran yüreğimde.

Kargaların sırtlanlarla anlaştığı bir günde

Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım

Kudüs'te Mescid-i Aksa'da

 

 

 

Belki bir batı karanlığında Topkapı'da

Yangına uğramışsa

Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin muştu sesini

 

 

Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini

Çün defterler açılıp hesap soruldukta

Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta

Milletim omuz omuza verip

Kıyama duruldukta.

 

 

Gündüzler nasıl beklerse gecenin bitmesini

Sabırla söküyorum bu tarih gecesini.

 

 

Yüreğim usul usul vuruyor Kafkasyalım

Namludan yeni çıkmış sıcacık kurşun gibi

Dağlılar dağlar gibi ormanlar ordu gibi ağaçlar asker gibi

Bir şimal rüzgarı değil bir Şamil fırtınası

Tutsaklık haritası değil bir zafer coğrafyası

Can pazarında Azerbeycan'da

Bir türkü işliyor nakışını kalbimin üstüne

"Kurban olayım ayına ayına yıldızına"

Bir ucundan dünyanın öbür ucuna

Kan olup dolaşan damarlarımda

Arabistan?da Pakistan?da Türkistan?da

Şu anda

 

 

İran'da Afganistan'da.

Gecelerden bir gece en kesin bir tarih gecesini

Delecek elbet yangına uğramış gözlerim

İçimde kayalaşan bu güç bu savaş birikintisi

Sağdan sola kavisler çizerek

Ak bir kağıt üstüne dolaşır gibi

Dolaşan Asya'yı Afrika'yı Amerika'yı

Sonra bir solukta geçerek üstünden Avrupa'nın

Avrupa'nın Rusya'nın.

"Yememiştir hiç kimse

Elinin emeğinden daha hayırlısını"

diyerek

Şafak gibi alınlara terle yazılmış

Hakkın mutlak ölçüsünü

 

 

Elbet benim işçilerim çekecek

Emeğin kutsal direğine.

O ışık ki düşer bir zenci yüreğine

Birden aydınlık kazanır zulme uğramış bütün yürekler

Onulmaz hint ağrısına tükenmez çin sancısına

 

 

İsyanın macarcasına ezilmenin çekoslavakcasına

Yanmanın polonyacasına direnmenin vietnamcasına

Gerillanın arapçasına

Yetişecek elbet benim müjdeci sesim.

Ey insan ey şimdilerde hep bir beklemeye duran

Duy zaman içre sürüp gelen bu sesi

 

 

 

Sürüp gelen çağlardan çağlara

Renk veren tarihe yeşil çağlayan

Savaşçı yüreğinden savaşçı yüreğine

Cezayirden senegalden

Yüreğimin içine Boğaziçine

Kelimelerden bir kelime diken yeryüzüne.

Dünyanin kalbini dinle geliyor adım adım

Dallar meyvaya dursun toprak tohuma dursun

İnsan barışa dursun selama dursun zaman

Sabır savaş zafer. Adım : MÜSLÜMAN.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Biliyorum yaklaşıyoruz her an

 

 

Biliyorum oruçlu doğar insan

 

 

Ölümün iftar sofrasına...

 

 

(Erdem Beyazıd)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ölüm bize, ne uzak bize, ne yakın ölüm... ölümsüzlüğü tattık bize, ne yapsın ölüm.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

SON SÖZ

 

 

Ve zaman döne döne

 

Gelmişti başlangıç noktasına

 

İlk yaratılış düğümüne

 

 

 

Mahlukatın var olduğu

 

Yüzüsuyu hürmetine

 

Evrenin efendisinin

 

Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.

 

 

 

Hayatın menbaı

 

Merhametin son durağı

 

Madeni, muhabbet ocağının

 

Ateşler içindeydi

 

Yatağında.

 

 

 

İltica etmişti sanki kainat

 

Kutsal tenine

 

Hayata şafak olan alnında

 

Ter taneleri

 

Her biri insanlık çilesinden

 

Bir haberdi sanki

 

Bir an oldu

 

Aralandı gözleri

 

Sonsuzu kuşatan bakışları

 

Süzdü ciğerparesi Fatımayı

 

Süzdü tek tek çevresindeki

 

Can dostlarını

 

Kıpırdadı dudakları dedi:

 

--- Ebubekir kıldırsın namazı

 

Sonra daldı daldı uyandı

 

son defa aralandı

 

Bakışları

 

Yöneldi bir noktaya

 

Karar kıldı bir noktada

 

Ve dedi:

 

--- Merhaba Ey Refik-i Ala !

 

 

 

Olacak oldu

 

Akıllar kamaştı

 

Kalbler tutştu

 

Feryat ve figan gökleri tuttu

 

Çekti kılıcını Faruk olan

 

Sıçradı orta yere :

 

--- Kim derse " O ÖLDÜ" , öldürürüm!

 

 

 

Ayrılık ateşinden

 

Ateşin şiddetinden

 

Sanki bendler çözülmüş

 

Felekler çökmüştü

 

Şuur tutuşmuş

 

Akıl iflas etmişti.

 

 

 

Sonra Sıddık olan

 

Yetişti geldi

 

Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye

 

Mağarada arkadaşına hicrette yoldaşına

 

Sonra baktı çevresine

 

Mahşerden önce mahşer hali yaşayan

 

Ashabına

 

Aline

 

 

 

Ebubekir dedi :

 

--- Ey nas , susun !

 

--- Kim ki Rasulullaha tapmaktadır

 

--- Bilsin ki Rasul ölmüştür.

 

--- Kim ki Allah'a tapmaktadır

 

--- Bilsin ki Allah ölmez

 

--- Hayy ve Layemut'tur. ( Hayat sahibi ve Ölmez )

 

 

 

--- Ey nas, Susun!

 

--- " İnna lillahi ve inna ileyhi raciun."

 

 

 

Sonra eğildi sevgilisinin yüzüne

 

Sürdü bulutlanmış gözlerini

 

O güzellikler ülkesine

 

Baktı baktı ve dedi :

 

--- Hayatında güzeldin

 

--- Ölümünde güzelsin

 

--- Öldün

 

--- Bir daha ölmeyeceksin!

 

Erdem Beyazıt

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Karanlık Duvarlar

 

I.

 

Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda

Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum

Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse

elini uzatmıyor

Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan

bir deniz gibi

Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu.

Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme

Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar

Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda

İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda

Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar

Biz bunun için mi geldik.

 

II.

 

Kara ağaç gibi bağlıyım katı bir çağ bu

Her şey bir makine düzenine gidiyor

-- düzen diyorlar beni çağırıyorlar --

Irmak yatağına sığınıyorum sınırlı bir çağ bu

Baktığımız her şeyde bir yalan kabuğu

Bir mercek düzenine bağlanıyor gözlerimiz.

 

III.

 

Şu zaman çıkmazında alıp beni bir altmış yaşa

bağlıyorsunuz

Doğmadan ölüme yöneldik gerisi yok diyenler var

Sınırlı yıl oyunlarına inananlar var

Sizin güveniniz bir güneş düzeninde

Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum

Bir ağacı büyütüyorum her yerimle

Bir ağacı uyguluyorum -- her şey bir ağaç düzeninde --

Yerde gökte ve her her yerde

Dallarında ben ağacın incecik köklerinde

Boğuluyorum -- bağlanıyorum --

Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum.

 

IV.

 

Şu dar odanın katı yalnızlığında

Ve her şeyin çıplaklığında

Durup bir pencereyi deniyorum

Gizliliğin dışına çıkıyorum

Araçların

İnsanların

Şehrin ve meydanların ve kalabalığın ve herşeyin

İçimde yalnız ve yapraksız

Bir kavak ağacı büyüyor -- Çıplak ve göğe doğru --

Ama küskün ama yalnız ama yapraksız ve uzun

Bir ağlama duvarı bu.

Yatak ve yorganın kuru yalnızlığında

Ve aklın dar yalnızlığında

Şehrin ve herşeyin

Ve kalabalığın yorgunluğunda

Saçların ve parmakların

Ve gözlerin ve gecenin bu bulanık çağında

Ve aynaların sığ görünümünde

Bunalıyorum.

 

V.

 

Susmanın kalesine sığınıyorum

Önümde karanlıktan duvarlar

Sırtımda insan yüklü bir gök var.

 

1959

Maraş

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar,

Bir gülüşün içimde binlerce lâmba yakar..

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

ÖLÜ VAKİTLERİ YAŞAMAK İHTİYAR EVLERDE

Duvarları çatlak
Tavanı dökülmeye hazır
Temelinde bitlerin karıncaların ince bacaklı böceklerin
gezindiği
İhtiyar evlerde
Zamanı çekip üstümüze
Örtüyoruz kirli ve açık yerlerimizi.

Bir şey mi var
Sandık diplerinde saklanan merdiven altlarında
unutulan
Ahır köşelerine atılmış paslı çivilerine asılmış duvarların
Nedir bizi bağlayan bütün bunlara ve geçen zamana.
Siz oturdunuz mu hiç kıldan ince uçurumlarda
Biz yatıyoruz her gün beli bükülmüş duvar diplerinde
Uykumuz ürkek ceylanlara benziyor
Bazan yorgun taylara.

Biz sessiz ve kaygan zaman üstünde
Unutmuş ve aldırmaz görünüyoruz
Gıcırtılı merdivenlerden çıkan ölümü.

Biliyoruz işliyor saat tıkır tıkır
Her yerde ve her şeyde
Sesini çizerek sonsuzluğa
Tıkırtıların kımıltıların ve uzayan ağaçların.

Ve aklın dar yalnızlığında.

Erdem Beyazıt
Maraş , 1958

Share this post


Link to post
Share on other sites

×
×
  • Create New...