Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
nedmanün

Cemil Meriç

Recommended Posts

Varolmak için yok olmak lazım... parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin...

***

Gözyaşlarından inci yapmak... şairin kaderi bu... bu incilerin bir sevgili kâkülünde parıldadığını görebilmek de en büyük mükafatı...

***

Belki simdi medeniyet dünyasının yüzlerce bilgini yeni ölüm vasıtaları bulmak azmiyle uykusuz...

***

Denize atılan şişe hangi sahilde hangi bahtiyarlar tarafından bulunacak... kumsalda oynayan çocuklar içindeki tomarı uçurtma mı yapacaklar kim bilir...

***

Ne kadar cesur olursak olalım yokluk bizi ürkütüyor... iz bırakmadan silinmek... bir kurbağa gibi gebermek... bütün rüyalarımızla bütün acılarımızla yok olmak...

***

Vücudumuzu asmak... ben'in dar ve sevimsiz geometrisinin ötesine geçmek... sonsuza yönelmek... bir insana sarılmak... hatıralarda yaşamak... iste askın dinin ve kahramanlığın kaynakları...

***

Bir kısım insanların düşüncesi etraflarını yansıtan bir aynadır... onlar başkalarının kaydettiklerini bıkmadan tekrarlayan bir plak gibidirler... ruhları yoktur... üstün zekalı hayvanlardan pek az daha mükemmel mekanizmalardır... dünyaları vücutlarıyla sınırlıdır ve vücutlarıyla birlikte yok olur giderler...

***

Neden yalnızlık bizi ürkütüyor... ürkütüyor çünkü sonsuzluğun başlangıcı gibi geliyor bize ve sonsuzluğun karşısında kendimizi kolumuz-kanadımız kırık bir şekilde bomboş hissediyoruz... öldükten sonra da yasamak için tanıklar istiyoruz...

***

İnsanlık daima daha kötü oyuncaklar pesinde koşan bir çocuk...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Cemil meriç benim gözümde necip fazıl'la birlikte Türk edebiyatının en büyük 2 büyük sanatkarı ve yine türk düşünce tarihinin en önemli 2 aydınıdır...Çünkü o kendi tabiriyle tüm hayatını türk irfanına adamış bir fikir işçisidir... gerek batı gerekse türk kültürü adına ondan öğrenecek çok şeyimizin olduğu kesindir...Cemil meriç ne sağcı ne de solcudur...Ömründe herhangi bir izmin taraftarlığını da yapmış değildir... Arayan düşünen öğrenmek ve öğretmek isteyen herkes onu okumalıdır....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Cemil Meriç'ten inciler... Yapmanız gereken önce anlamak!

 

"Misâl mi istiyorsunuz? Buyurunuz, Cemil Meriç'in farklı zamanlarda gerçekleşmiş ev sohbetlerinin yazılı kayıtlarına kısaca bir göz atalım:

 

14 Mart 1977

 

- "Mehmed Akif bence şair bile değildir. Birtakım fikirleri, sözleri manzum söylemiştir, o kadar. Akif kuvvetli bir nâsir de değildir. Zaten Akif bir vâizdir. İyi bir hatiptir." (s. 141)

 

22 Aralık 1976

 

- Peyami tabiî olarak kıskançtır. Kendisi son derece çirkindi. Akşamcıydı. Hergün içerdi. Bir ara esrar da denemiştir. (...) Peyami'nin birtakım tehlikeli alâkaları da vardır. Polisin emrindedir. Bu alâkalar onda bir psikoz yaratmıştır âdeta. Hâkim sınıfın kalemidir. Kurulu düzenin adamıdır. (s. 69)

"

 

 

***

 

Kişi konuşurken duygularına mağlub olabilir ve boş bulunup ağzından -aslında ilgililerince duyulmasını hiç de istemeyeceği- düşüncesizce (!) sözler çıkabilir; yani hatibin ağzından çıkanı pekâlâ kulağı işitmeyebilir. Oysa yazı çokluk böyle değildir. Çünkü yazar ister istemez duygularından ziyade muhakemesinin tesirinde kalarak yazar; yazarken, yazdıklarını düşünme ve tartma imkânına sahiptir; duygularını, hiç değilse duygularına aracılık edecek olan kalemini, eğer isterse, frenleyebilir. Fakat kayıtlar, ah şu kayıtlar! Sözler kayda girdi mi, artık yapacak bir şey yoktur, elden bir şey gelmez. Çünkü yazılmıştır bir kere. Söz, herşeyden önce dinlemenin değil, okumanın nesnesi haline gelivermiştir. Bütün haşmetiyle dedikoduya el koyan TARİHin ta kendisidir.

 

 

12 Ocak 1977

 

- Aydın yaralıdır. Meselâ bir Necib'i [Necib Fazıl'ı] ele alalım. 1938'lere kadar sefîh bir adam. Sonra Halk Partisi [onu] milletvekili yapmadığı için karşıya geçti. Kumarbazlığı, dolandırıcı olduğu muhakkak. (...) Necib'in tezadı şu: Genç yaşta Avrupa'ya gitti ve onun tahakkümünden kurtulamadı hiçbir zaman. (...) Necib bir tezadlar mahşeridir. (...) Bir trajedidir Necib. (s. 88)

 

Mehmed Akif, Peyami Safa, Necib Fazıl... Yargıları doğru veya değil, peki ya üslûbu? Cemil Meriç'in trajedisi de yazmaması, aksine söylemesi ve dahi dikte ettirmesi idi.

 

27 Ocak 1977

 

- Cemaleddin Afganî ve Abduh, ikisi de İngiliz ajanıdırlar. Aşağılık insanlardır. Biz bunu 70 sene sonra görüyoruz. 1908'de bunları görmelerine imkân yoktu. Hoca Tahsin de madrabazın biridir. O devirde dürüst olan sadece Namık Kemal'dir. (s. 93)

 

Afganî, Abduh, Hoca Tahsin gibi şâibeli zevat hakkında dilini tutamayan Cemil Meriç'in, meselâ Ahmed Cevdet Paşa gibi kadri müsellem kimseler hakkında konuşurken insaf göstereceğini sanıyorsanız, aldanıyorsunuz demektir.

 

10 Ağustos 1977

 

- "Hakikatte Cevdet Paşa'nın üslûbu berbattır. Talebem olsa kötek atardım." (s. 249)

 

1 Ağustos 1977

 

- Medreselerde okutulan el-Telhis vardı. Çok kötü, pis yazılmış bir kitap. İnkiraz çağının medreselerinde yazılmıştır. (s. 227)

 

Hakikaten dilin kemiği yoktur! Cevdet Paşa gibi bir nesir üstadını harcamakla kalmaz Cemil Meriç, Arab belağatının rüşdünü isbatlamış nadir metinlerinden Kazvinî'nin Telhis'inin dahi bilir-bilmez üstünü çizer. Eh bu arada Kafka'nın payına düşen oklar da çok acımasızcadır.

 

2 Şubat 1977

 

- Kafka kadar âdî bir adam gelmedi edebiyata. Pis âdî. İmanını kaybetmiş, pısırık, ezik bir adam. (s. 95)

 

Yergileri kadar, övgüleri de ölçüsüzdür. Talihsiz bir misâl mi istiyorsunuz, o halde buyurun:

 

7 Ocak 1977

 

İlhan Arsel hakkında yazı yazmak isterdim. Tesadüfler yazdırmadı. (...) İlhan Arsel'den mektup var. Bu mektubu yazan adam her şeyden önce namusludur. Bitti vesselam. Ben bugüne kadar, bunun kadar güzel bir davranış görmedim; ki bu adam benim nefret ettiğim biri. İlk kitabımı Arsel'e ithaf edeceğim. Ben hiçbir hizbe dahil değilim, hakikate mensubum. (s. 84)

 

Dilerseniz, şimdi de merhum Meriç kendi hakkında neler söylemiş, üşenmeyip kulak verelim:

 

29 Kasım 1975

 

- Benim düşüncelerim heterodokstur. Sosyalist değilim. İslâmcı değilim. Öyleyse ben neyim? Ben kendimim. (s. 39)

 

4 Şubat 1977

 

- 1954'te gözlerimi kaybettim. O zamandan beri hem kütüphânemi kurdum, hem çocuklarımı yetiştirdim. Kütüphânemi on milyona kuramazsınız. Çok iyi okuyucuydum. Gözlerimi kaybettikten sonra imanım kalmadı. (s. 99)

 

28 Temmuz 1977

 

- Yaptığım hatalar hudutsuzdur. Hayatım hatalarla dolu, ama Arapça öğrenmeme hatamı hiç affetmiyorum. Bilhassa 10. sınıftan sonra nefretim daha arttı. 10. sınıfta Suriye Devlet Reisi Şeyh Taceddin geldi birgün mektebe. Ben Fransızları seviyorum, Arapları sevmiyorum. (...) Şeyh Taceddin "Acaba Arapça şiir yazmıyor musun?" diye sordu. "Hayır" dedim; 'sevmiyorum." Adam olmayacağım daha o zamandan belliydi. Küstah, terbiyesiz biriydim. (s. 212)

 

Bunca alıntıyı uyarısız bırakmak gelmiyor içimden: Ne kızın, ne savunun, yapmanız gereken tek şey önce anlamak!

 

 

Dücane CÜNDİOĞLU

 

 

Yenişafak

12/11/2005

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Evvelâ Cemil Meriç'in, üstadla aynı kefede değerlendirilebilecek bir şahsiyet olduğu fikrine iştirak etmediğimi beyanla başlamak istiyorum müsadenizle... Meriç, bir tenkit adamıdır. Cemil Meriç, bu ülkede Üstad'ın devamlı vurguladığı fikir çilesini ve nefs muhasebesini son raddeye kadar yaşamış bir insandır ve halis niyetlidir, bu yönüyle oldukça değerlidir.

 

Fakat Cemil Meriç'in içinde bulunduğu çetrefil hal de tam bu noktada başlamaktadır. O, ömrünün sonuna değin eleştiride kalmanın verdiği bir bedbahtlık içerisindedir. Sürekli eleştirmek onu mütemadi bir med-cezirin esiri kılmıştır. Yani bir bakıyorsunuz sosyalist oluyor, bir bakıyorsunuz İslamcı oluyor, bir bakıyorsunuz Hint sevdalısı, bir bakıyorsunuz Osmanlıcı... Bu sebeple o, Türkiye'de sağcı ve solcu hemen hemen tüm çevrelerin saygı duyduğu ve ismine hürmet ettiği bir şahsiyet olmuş, fakat yine aynı sebepten ötürü hiçbir kesim tarafından sahiplenilmemiş, bayraklaştırılmamıştır. Cemil Meriç bayraklaştırılmayı arzu etmiş midir peki? Biraz "Evet", biraz "Hayır"... Meriç'in aynı tavrını şahsiyetler üzerine yaptığı tahlillerde de görüyoruz. Kendisini daha önce göklere yükselttiği bir şahsı, o şahısla ilgili bir değişme, bir tekamül olmadığı halde bir sonraki yazısında yerin dibine sokup sokup çıkarıyor ve bu iki halinde de hakiki samimiyetini hissettiriyor karilerine.

 

Cemil Meriç'in okunmaya değer bir şahsiyet olduğu ve o tenkitçi zihniyetinin bu alandaki ürünleriyle münevverimize ışık tutabilecek çapı haizliği reddedilemeyecek bir bedahettir. Özellikle popüler eserlerinin bu ülkenin Müslüman gençliği tarafından takip edilmesi gerektiğine inananlar arasında şahsım da kendine yer ayırmış durumdadır. Lakin Cemil Meriç'e bağlanmak pek de mantıklı görünmüyor. Zaten Meriç'in kendisi dahi kendisine bağlanmış değildir. Sezai Karakoç'un bir arkadaşıma söylediği şu söze katılmamak, Cemil Meriç'i tanıyanlar için pek de mümkün olmayacaktır: "Cemil Meriç, popüler eserlerinde Batı'yı tenkit noktasında oldukça başarılı olmuşken, iş bir sistem üretmeye veya hazır bir sistemi uyarlamaya, desteklemeye geldiğinde sessiz ve kifayetsiz kalmaktadır, tıpkı Ahmet Hamdi ve benzerlerinde olduğu gibi." Hal gerçekten de böyledir. Meriç, tahlil ve tenkit buudunda sıkışıp kaldığı için orijinal bir fikir sistemi teşkil edememiş veya mevcut bir sisteme intisab ederek onun asrî yorumunu yapamamıştır. İşi inşadan ziyade tahriptir Meriç'in. Onu Üstad gibi şahsiyetlerden ayıran en önemli hususiyeti de budur. Üstad tipindeki münevverlerimiz işin tenkit boyutunda kalmamış, inşa boyutuna da el atmıştır.

 

Öte yandan Meriç'in yaftalaştırılmayı, benimsenmeyi, sahiplenilmeyi hak eden mükemmel tespitleri, veciz ifadeleri bulunmaktadır. Bu sözler, yukarıdaki paragrafta değindiğim gibi bir sistem teşkil etmekten ziyade bazı genel hakikatlerin keşfi sahasındadır. "Tarih, düpedüz bir ideolojidir" ve "her yüzyılda birkaç kişi düşünür, geriye kalanlar ise bu kişilerin düşündüklerini düşünür" şeklindeki tespitlerine şapka çıkarmamak, büyük bir hayranlıkla bu ifadeleri takdir etmemek elde değildir. Meriç bir vecize fabrikasıdır. "Hikmet dağarcığıdır" demek isterdim hadd-i zatında, lakin, malesef diyemiyorum.

 

Öte yandan hayatı boyunca mürşidden, belki de kendi bitmez tenkit müptelalığı yüzünden mahrum kalmasının da etkisine rağmen, Meriç'in tüm med-cezirleri arasında kararı İslam'da kılmış olması onun adına bizleri de sevindirmeye kafi... Özellikle ölümüne yakın zamanlarda kaleme aldırdığı eserleri ve vefatinin hemen öncesinde dudaklarından dökülüveren "Muhammed, sevgilim!" kelimeleri gerçekten çok kıymetli. Allah bize de aynı sözlerle çene kapamayı nasip eylesin.

 

Yukarıdaki yazıya gelirsek...

 

Meriç'in bu yazıda C. Afgani, M. Abduh, P. Safa ve M. Akif hakkındaki görüşlerine tamamıyla iştirak ediyor ve imzamı atıyorum. Üstad, Arsel ve Cevdet Paşa hakkındaki fikirlerini ise, çizip atıyorum.

 

Sitenin mevzuuyla ilgili olduğu için üstadla ilgili kısma kısaca değinip bitireyim. Evvela 1938 senesiyle ilgili pek de önemli olmayan bir yanlış göze çarpıyor. Sonrasında üstadın CHP'ye duyduğu o müthiş ve başına dertler açan, onu hapisten hapse sürükleyen kinini milletvekili seçilememek gibi çok komik, aşırı mantıksız bir sebebe bağlamak kabul edilebilir değildir. Üstad hayatıyla bu haklı kinindeki samimiyetini ispat etmiş, bırakın milletvekili olma şanslarını, bizzat CHP'li başvekil Recep Peker'in kendisine teklif ettiği, kimsenin inkara cesaret edemediği ve redde de cesaret edemeyeceği o müthiş rüşvet teklifini dahi reddetmiştir. Bizim için bu iddia gülünçlüğün ötesinde değildir. Kumarbazlık, dolandırıcılık mevzuuna hiç girmiyorum. Öte yandan Cemil Meriç'in üstadı batı etkisinde kalmakla "itham etmesi", bana süper sosyalist Müslüman, sulanmış, dumur beyinli, marjinal dede, eleştiri kumkuması, dünya saçmalama rekortmenliği adayı, Sezai Karakoç'un bizzat yüzyüze bir görüşmemizde dile getirdiği ve benim de şahsen katıldığım tespitiyle "onuncu sınıf şair" Hilmi Yavuz'un "Necip Fazıl batılıdır, Nazım Hikmet bizdendir!" temalı şapşalca ve kargaları, Banu Alkan'ları dahi güldürecek nitelikteki sözlerini hatırlattı, atıfta bulunmadan geçemedim. Üstad, uyumakta olan Doğu'nun uyanışı için, zamanında uyumakta olan Batı'nın uyanışına vesile olan aksiyon ruhuna sahiptir ve metodlarında buna başvurur, eserlerinde bu kısım göze çarpar. Batıyı ve Doğu'yu keskin çizgilerle birbirinden ayırıp bir tarafa her yönüyle ak, bir diğer tarafa da herşeyiyle kara deyip bu iki taraf arasında bulunması muhtemel olan, diğer tarafın ihtiyacını görecek ilaçları sırf diğer taraftan geliyor diye red, kabil olamaz. Nitekim, Batı'yı uyandıran da Doğu olmuştur. Üstad, bu ülkede batının tahlilini ve tenkidini belki de en iyi şekilde yapan kişidir. Bununla beraber şu anda Batılının elinde bulunan ve Doğu'lunun örnek alması gereken yönleri vurgulamış, Batı kültürünü ve bizim için yıkıcı neticeler doğuracak tesirleri, topyekün teslimiyet ve Batı üstünlüğüne iman zihniyetini ise tamamıyla dışlamıştır. Olması gereken de budur zaten. Dikkatli bakıldığında görülecektir, C. Meriç'in bu tavrı, yüzyıllar önce Batıya ait her şeye "Bu şeytan icadıdır, bu gavur alametidir!" diye itiraz eden yobazın tavrıyla ne kadar da ahenkli bir benzeşme belirtmektedir!.. Bir diğer yandan üstadın fikirleri tezatsızdır, Meriç'in bu meyandaki sözlerine de iştirak etmek mümkün değil. Üstad bazı şahsiyetler hakkında müspet yorumlar yaparken daha sonra menfiye kaymıştır zaman zaman, bu bir bedahettir, hatta üstadca da kabul edilmiştir; lakin bu hareketleri ya kişinin farklı bir tepki göstermesi, ya gerçek yüzünü ortaya çıkarması, ya üstadın daha önce bir umut ışığı gördüğü bu şahsiyetteki ışığın söndüğüne şahit olması, yahut da önceki müspet yorumu silebilecek kuvvete sahip olan bir delilin, belgenin ele geçmesidir. Cemil Meriç'te ise bu hal bu şekilde olmamıştır malesef.

 

Ezcümle: Çeşitli sebeplerle büyük değer ifade eden Cemil Meriç'i okuyalım, ondan alacağımızı alalım, zira buna ihtiyacımız var, onun bize vereceği çok şey var; lakin onu üstad bellemek, kendisini çok büyütmek ve ona kapılanmak insanı hiçbir yere ulaştırmayacaktır.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Öncelikle NFK-Fan'a %100 katıldığımı yazmakla beraber eklemek istediğim, bu hafta içerisinde yaşadığım, içimi burkmuş, moralimi bozmuş bir hadise var, onu paylaşmak istiyorum bu başlık altında...

 

Türkiye'nin belki de en iyi devlet üniversitesinde, yani özel bir vizyonu olduğu iddia edilen, ÖSS'ye hazırlanan pek çok gencin idealinde olan, entellektüel bireyler yetiştirmesiyle övünen B.Ü.'de, 59 yaşına gelmiş, entellektüel geçinen bir hocaya akademik araştırma konusu olarak Cemil Meriç'i seçmek istediğimi söylediğimde verdiği tepki "Who is he?" şeklinde oldu. Afalladım, şaşırdım, dondum ve yalnızca "A philosopher and a sociologist" diyebildim. 1-2 saniye sonra ikinci bomba patlayıverdi: "Is he Turkish?" Bismillahirrahmanirrahim!.. Dilim dönmedi, yalnızca kafa işaretiyle evet diyebildim. Daha sonra araştırmanın amacına uygun düşmeyeceği gerekçesiyle reddedildi bu arzum, netice önemli değil. Önemli olan 60 yaşına gelmiş ve belki de vizyon verme noktasında Türkiye'nin en iddialı olan üniversitesinde öğretim üyeliği yapmakta olan bir Türk kökenli hocanın Cemil Meriç'ten bîhaberliği ve onun kimliğini "Türk mü?" diye sorabiliyor oluşu...

 

İnsanı dehşete düşüren, trajikomik bir hadise... Güleyim mi, ağlayayım mı diye tereddütte kaldım.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

trradomir kardeşimin anlattığı, ve boun de geçen trajikomik bu olay, olaya oldukça grip bir vaka dedirtiyor. Üstad'a cemil meriç'in haksız yere yaptığı eleştiriler zaten kabul edilemez, ve fan arkadaşımın anlattıkları da çok güzel yerinde açıklamalar. Ve cemil meriç'in görünmeyen yerde beklenen bir hazine gibi olduğunu da bilmek iyi olacaktır. Ama onu tabiki üstad ile bir tutmak veya ona yakın bir yere koymak bence de uygun değildir. Ve çığ adlı arkadaşın yazdıkları da bize daha geniş bir görüş açısı sağlama noktasında iyi olmuş. Cemil meriç konusunda daha geniş paylaşımlarınızı bekliyoruz

Share this post


Link to post
Share on other sites

FİLDİŞİ KULESİNDE MÜNZEVİ BİR AYDIN: CEMİL MERİÇ

 

“Kimim ben? Hayatını, Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi”

 

Cemil Meriç, Jurnal, 18.6.1974

 

Kendisini işte böyle tanıtıyor, çağlara ışık tutan eski zaman kalyonu, son Osmanlı efendisi, kelimelerle oynayan çocuk…”Bu Ülke”nin çocukları seni hep hayırla yâd edecektir.

 

Meriç aramızdan ayrılalı 20 yılı geçti… Ancak onun düşünce dünyasını hala idrak etmiş değiliz. O hepimizin feyiz alacağı büyük bir ummandı.

 

“Her asırda birkaç kişi düşünür. Gerisi düşünülenleri düşünür sadece.” Düşünülenleri düşünsek hiç değilse, bulabiliriz yolumuzu” derken üstat ne kadar da haklıymış. Artık çevremizde düşünen, kafa yoran, bir mesele üzerine “çile çeken” kaç aydın kaldı… Türkiye’de, 20.yy da Meriç kadar okuyan ve tefekkür eden şahsiyet sahibi aydın sayısı, bir elin parmaklarını geçmiyordu. İnsanlık sloganların karanlık dünyasına koşturulurken, Meriç, Fildişi Kule’sinden cemiyete her namuslu aydının yapması gereken bir çağrıyı yaptı. “İzm’ler idraklerimize giydirilmiş deli gömlekleridir”.Meriç’in pek çok sözü işte böyle şiirsel ve derin manalar yüklüdür. Meriç’in gösterdiği, düşüncenin çileli yolunu göze alamayanlar elbette izmlere, sloganlara teslim olacaktı.

 

Kamus namustur…

 

Meriç’in günümüze seslenen ruhu bu iki sözcükte yatıyor. Bu sözler, bugün dile karşı duruşumuza bir yol haritası niteliği taşıyor. Kısa ve veciz… Dil varlığın evi ise, varlık ile bu kadar ilişkili ise dilde titizlenmek varlığa saygının bir gereğidir. Meriç’in çırpınışı fikrin haysiyeti, kelimenin kutsiyeti için bir çırpınış.

 

Kamus, bir milletin hafızası... Ciltler dolusu irfanı iki kelimeye sığdıran bir cümle daha. Meriç’in yaşadığın toplumda, yaşlılar hafızalarını kaybetmişti, hafızalarını, yani tarihlerini. Akranlarının "zihinlerine deli gömlekleri" giydirilmişti. Kültür coğrafyasını çoktan unutmuş gençler, içi boşaltılmış bir zihinle sokakta çelik-çomak oynuyorlardı.

 

 

Meriç’in yaşadığı dönemde ülkenin aydınları, meçhul heyulâlar için ehramlara taş taşıyan birer köleydi. Gençleri, hayatlarının baharında, topraklarında doğmayan bukalemunlar için dövüşüp can veriyordu. Meriç, "sol-sağ: çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit" diyerek, "bu maskeli haydutları hafızalarımızdan kovdu ve kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmayı, her namuslu yazarın vicdan borcu" olarak tanımladı. İthal malı mefhumların kaypak ve karanlık dünyasını bize gösterdi ve gerçeğin kelimelerin ardında kayboluşunu anlattı. Kelâm haysiyettir, dedi. Argo, kanunlardan kaçanların dili…

 

Bugün okumayan nesillere, Meriç’in 38 yaşında gözlerini kaybettiğini, 33 yıl boyunca hep birilerinin kendisine okuması ve söylediklerini yazması şeklinde hayatını sürdürdüğünü söylersek belki biraz olsun hayıflanırlar. Onun İskenderiye Kütüphanesi gibi geniş olan zihin dünyasını anlamak, işte bu çetrefilli ve çileli düşünce yolunu göze almak demektir.

 

Meriç’i okurken onun düşünce okyanusunda kaybolduğumu hissederim hep. Doğru limanı bulmak için Fildişi Kulesinden tuttuğu ışık, hakikati arayan herkese bir pusula gibidir. Bugün anlıyorum ki, Meriç’in seneler öncesinden doğu dünyasına tuttuğu ışığa bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir yerde okumuştum sanırım. Üstad'ın rahmetli Cemil Meriç hakkında bir sözü vardı:

 

Allah (c.c), Cemil'in dış gözlerini kapadı ki: İç gözleri daha iyi görsün diye...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Öncelikle başlıkları birleştirdiğimi söyleyeyim...

 

Büyükdogu nickli arkadaşımızın bahsettiği metni aşağıya alıyorum. İnşallah müsayit bir zamanda geniş bir "Üstad ve Cemil Meriç" tahliline gidebiliriz.

 

"- Bizimkiler; ah bizimkiler, vah bizimkiler!.. Fikirde, sanatta, politikada ve aksiyonda onları kısa bir muayeneden geçirelim: Aralarında oluşlarını Büyük Doğu'ya bağlayabileceğimiz fikir ve sanatçılar, Sezai Karakoç, Mehmet Akif İnan, Erdem Beyazıt, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil, Mustafa Yazgan, Mustafa Müftüoğlu... Bir grupman içinde bulunmaksızın kendi tecellisini önü kalabalık bir vitrin içinde gösterebilen Ergun Göze... Birer kürsü sahibi, Şevket Eygi ve Kadir Mısıroğlu... Kendisine hiç bir tecelli zemini aramayan bir tevekkül zarfına bürülü, sessiz ve sedasız, ortada görünenlere su taşıyıcı fikir sakası Fethi Gemuhluoğlu... Profesörlerden, başta, Anadolu konferanslarımızın başlatıcısı sağlam ve emin, Dr. Ayhan Songar, içli ve idrak sarıcıh Dr. Saffet Solak, dirayetli ve zevkli Nevzat Yalçıntaş, kendi âlemlerinde ve (forum)a sarkmaktan kaçınır bir ruh haleti içinde Sabahaddin Zaim ve Selçuk Özçelik...

 

Dâva ağacımızın en cevherli tomurcuklarından bir Zübeyir Yetik, bir Ali Haydar Öztürk...

 

En vaitkârlardan bir Reşat Aksoy, bir Bahri Zengin...

 

Dâvaya dışarıdan ve uzaktan destek, Allah'ın, iç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapattığı, sahici münevver Cemil Meriç...

Daha hatırıma gelmemiş ve kalemime sizamamış olanlar da bulunabilir.

 

Aralarında, "nâtik hayvan-konuşan hayvan" diye bilinen insanı "konuşmayan hayvan", yani doğrudan doğruya hayvan derekesine indirici uydurma Türkçe meraklılarından, büyük keyfiyet hummasına yabancı ve hareket mizacına küskün tiplere kadar nice kusurları bulunan bu örnekler, her şeye rağmen ümit dağarcığımızın ana unsurlarıdır; içlerinden ilk yemişlerini yeni yeni vermeye başlamış Mustafa Miyasoğlu ve Bekir Oğuzbaşaran gibi filizler de fışkırma yolundadır. Ne çıkacaksa bunlardan, yüzleri ve adları bize ulaşamamış olanlardan ve aynı tohumun mahsulü olarak şu anda ana rahminde bekleyenlerden çıkacaktır. İşte, Büyük Doğu teknesinin fikir ve sanatta en yetkin ve olgun hamur numunelerinden Mehmet Akif İnan, kendi Öz nefs muhasebe ve murakabesini şu mısralarla vermek kudretini gösteriyor:

 

Anamı sorarsan Büyük Doğu'dur,

Batı ki, sırtımda paslı bıçaktır."

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ergun Göze’nin 10.11.1975 tarihinde Cemil Meriç ile yaptığı röportaj. Soruşturma kitabından.

 

“İntelijansiyamız, Batı’nın bütün hastalıklarını ithale memur bir anonim şirkettir.. Bizim intelijansiyamız Batı’nın yeniçerisidir.”

 

Cemil Meriç, 1917’de Antakya’da doğdu. Dimetoka Müftüsü Hafız İdris Efendi’nin torunudur. Antakya Lisesinden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. 1945 senesine kadar Elazığ Lisesinde öğretmenlik, 1946-1947 arasında İstanbul Üniversitesinde Fransızca lektörlüğü yaptı. Hayatının fikri grafiğini şöyle verir : “ 1917-1925 koyu Müslümanlık devri, hacı hoca olmak isterdim. 1925-1936 devri şoven milliyetçilik. 1936-1938 sosyalistik devrim. 1938-1960 arâf diyebileceğim kuluçka devri. 1960-1964 Hind devrim. 1964’ten sonra sadece Osmanlıyım.”

 

Hind Edebiyatı, Saint-Simon ( ilk sosyolog – ilk sosyalist ) ve Dillerin Yapısı ve Gelişimi ( B. Vardar’la beraber ) üç eseri. Hugo’dan manzum tercüme, Balzac’tan roman tercümesi var. Ama asıl fırtına koparan ilk eseri “ Bu Ülke” ve “ Umrandan Uygarlığa”. Kendisi “ Bu Ülke hüküm, Umrandan Uygarlığa gerekçedir” diyor. Yazı yazmak konusunda diyor ki:” Yazı kanımdır, kemiğim de iliğimdir. Vecdle yazıyorum. Ebediyyetin karşısındaymışım gibi.. Tırnaklarımı taşa kazar gibi yazarım. Benim için hayat yazı yazmaktır. Ölesiye çalışırım yazı yazmak için. Kitaplarım vasiyetimdir”

 

 

 

Evli ve birisi kız olmak üzere doktora yapan iki çocuğu olan Meriç’in bazılarını paltosunu satarak aldığı on bin ciltlik kütüphanesindeyiz. Soruyorum :

 

- Bizdeki sol için ne dersiniz?

 

- Bizde sol, içtimai bir zaruret değildir. Çünkü bizde sınıflar teşekkül etmiş değildir. Sınıf olmadan sınıf kavgası olur mu ? Sol’un bünyesinde mevcut, zorlamaya bir de bu zorakilik binince, bizim sol bir ucube olup çıkmıştır.

 

- Sol sadece sınıfların teşekkülünden mi doğar? Acaba solun ferdi, ruhi bir “ corespondantı” var mıdır?

 

- Vardır. Durkheim sol için “ ıstırap çığlığıdır” der. İstismar edilen, zincirli yığınların acı çığlığı. Bu, bizden gayrı memleketlere has bir soldur. Çünkü bizde insan haysiyetini zedeleyen böyle bir durum yoktur. Bizde sefalet olmuştur. Ama bu sadece maddî sefalet olmuştur. Batı’da maddî sefalet ile manevîsi iç içedir. Roma ve onun varisi Batı, daima sınıflar ve istibdatlar diyarıdır.

 

- O halde bizde sol yok ve fakat solcu var. Bu nasıl olur ?

 

- Salgın yoluyla... Tanzimattan sonra Batı’nın bütün hastalıklarını kaptık. Bu bizim “ intelijansiyamız”ın, hani şu aydın zümre var ya işte onun eseri, İntelijansiyamız, Batı’nın bütün hastalıklarını ithale memur bir anonim şirkettir.

 

- O halde solculuk sizce “Frengi illeti” gibi bir şey.

 

- Frengistan menşeli olması bakımından öyle... Kabahat de cemiyetimizin değil, intelijansiyamızın bünyesine ait. Bizim intelijansiyamız Batı’nın yeniçerisidir. Yeniçeri müthiş buluş. Türk, Avrupa’nın çocuğu ile Avrupa’yı vurdu. Ama önce onu hidayete erdirdi. Şimdi Avrupa bizim intelijansiyamızla bizi vuruyor. İntelijansiyamız Türklük için değil Batı için çalışıyor.

 

- O halde, cemiyetimizin bir simasını çizer misiniz?

 

- Bir tarafta Batı’nın yeniçerisi, intelijansiya; onu ibret, çoğu kere de lakaydi ile seyreden ve kendini sükûttan bir duvarla çevirmiş buluna halk. Ve bunun yanında Avrupa’nın müstemlekesi olmamış bir avuç samimi aydın. Bizim bir çok solcumuzun ABD düşmanlığı aynıdır. Bizim solcularımızın çoğu yabancı mekteplerden yetişmiş mutlu azınlık. Mukaddeslerini kaybeden bu nesil, Batı’nın artıklarıyla beslendi. Karşısına çıkan her sıcak ve vaidkar ideolojinin kucağına atacaktır kendini. Burjuvazimiz de öyledir. Batı’da burjuvazi kendisini ne güçlüklerle inşa etmiştir. Bizim marksistimiz 3-5 formülün marksistidir, çok defa Fransız marksisti önce Fransız, sonra marksisttir.

 

- Batı’da mutlu azınlığın sosyalizme kaymasını nasıl izah edersiniz?

 

- Kendi vazifelerinin ve devirlerinin tamamlandığını görünce, imtiyazlı sınıf mensupları yükselen sınıfa katılır. Mesela Saint Simon, mesela Mirabeau... Asildir, konttur bunlar.

 

- Peki ama, Türk intelijansiyası, kendi sınıfını değil, kendi vatanın değiştiriyor, buna ne dersiniz?

 

- Türkiye’de, sağlam mazisi olan, kendisini yaratan bir imtiyazlı sınıf değildir burjuvazi. Batı’nın forme ettiği bir sınıftır. Çocuklarımızı yabancı mektepler boşlukta bırakıyor. Biliyorsunuz, misyonerlerin Türkiye’deki taktiklerini... Hıristiyanlaştırmak değil, Müslümanlıktan uzaklaştırmak. Değiştirecek sınıfı olmayan intelijansiya bu durumda vatanını değiştiriyor.

 

- Peki biz bu intelijansiya ile ne yapacağız?

 

- İşte İskender’in kılıcı ile dahi çözülemeyecek bir sual. Bütün yollar ve kapılar onlar tarafından tutulmuştur. Fikir, sanat, ilim, onlarda değilse de mühim değil. Zira, diploma, şöhret, unvan ve “maddi olanaklar” onlardadır. Her yere ve her şeye Batı medeniyetinin emrindeki yeniçeri grubu hakim. Üstelik şöhreti bunlar tevzi eder. Radyo, gazete, TV bunların emrindedir. Bunlara karşı geniş bir kalabalığa seslenmek imkânı yok. Çünkü “ En korkunç sağır, işitmek istemeyendir ”. Bütün yetişen nesiller emrindedir. Belimizi büken bürokrasi intelijansiyasının parçasıdır. Tarih Tanzimattan başlayarak tepeden tırnağa değiştirilmelidir. Tarih kitapları haçlıların en büyük zaferidir.

 

- Sosyalistik devreniz var. Sizi bu devreden uzaklaştıran ne oldu?

 

- Okuduklarım, araştırmalarım, bilhassa Stalin gibi bir canavarın karşısındaki Sovyet intelijansiyasının zavallılığı. Troçki’nin kitapları vs...

 

- Bizde cins kafa niçin az ?

 

- Yaratış, mazinin birikmiş meyvesidir. Türkiye ise Tanzimattan beri köklerinden kopmuştur. Esasen cins kafa dünyada da az. Batı’yı kendi ayarımızda saf ve temiz bir mahlûk sanmaktan doğuyor hatamız. Saffetimizle Batı’yı dost yapacaklarını sandı intelijansiyamız. Çaptan düştüler.

 

- Osmanlılıktan ne anlıyorsunuz?

 

- Ben tarihin devam ettiğine, kopmadığına inanıyorum (*) Osmanlı bir paranteze alınmak istenmiştir. Bütün ihanetler bu neticeyi istihsal için el ele vermişlerdir.

 

- Osmanlı, Türk tarihinin bir safhasıdır. Diğerleriyle farklı nedir?

 

- Osmanlı’dan önceki Türk tarihi, canlı, diri, yaşayan; fakat henüz kıvamını bulamamış, henüz medeniyet safhasına gelmemiş bir tarihtir. Osmanlı, çeşitli Türk devletlerinin bütün tecrübelerinden faydalanmış, bütün kudret ve hayayitetini kendinde toplamış, onları İslam’ın ışıklı ve muhteşem mirası ile mezcetmiştir. Osmanlı, bir kelimeyle kültürden medeniyete geçiştir.

 

- Şairsiniz ve şiir hakkında da ne düşündüğünüzü sormak isterim ?

 

- Şiir, milletlerin çocukluk dilidir. Olgunlaşan medeniyetlerin ifadesi ise nesirdir. En güç ve en kâmil ifade vasıtası nesir. Şiir, imkânlarını en yordamıyla arayan düşüncedir.

 

- Siz kendinizi Osmanlı diye takdim ediyorsunuz, antiteziniz olan yabancılaşmış aydın zümreyi de “Batının Yeniçerisi”... Bir “Vak’a-yı Hayriyye” düşünmüyor musunuz?

 

- Yeniçeriliğin kaldırılışının bir “hayırlı vaka” olup olmadığı da konuşulmalıdır. Bence imparatorluğun yıkılış sebebi budur. Amma, tabiî fikri planda içimizdeki Batı Yeniçerilerini ıslah edici bir hareket tam bir “Vak’a-yı Hayriye” olacaktır.

 

- Son sualim, Osmanlı sonra Türk varlığı için ne düşünüyorsunuz?

 

- Bazı medeniyet tarihçileri, her büyük nizamın kemal noktasına ulaştıktan sonra, zevale yüz tuttuğunu söylerler. Bu Hind Yazı asırlarca sürebilir. Bu bedbinliği paylaşmak istemiyorum.

 

 

 

(*) Osmanlı’dan kopmak, kendimizden kopmak oluyor. Utanılacak bir tarih değil bu.. Mutlaka bilinmesi, mutlaka öğrenilmesi gereken bir mazi. Yarına kalmak istiyorsak, dünden alacağımız, almak zorunda olduğumuz çok şey var.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Divan Edebiyatında Roman

 

Divan Edebiyatı’nda roman yok. Niçin olsun?

 

Batı’nın ilk romanlarından biri “Topal Şeytan”. Kahraman, evlerin damını açar, bizi yatak odalarına sokar. Roman başlangıcından itibaren bir ifşâdır. Osmanlı’nın ne yaraları vardır, ne yaralarını teşhir etmek hastalığı. Hikâyeleri ya bir cengâveri edebileştirir, ya “hisse alınacak bir kıssa”dır.

 

Roman’ın burjuvaziyle doğduğunu söylerler. Burjuvazi Avrupa’nın imtiyazı, daha doğrusu yüz karası. Bir kelimeyle roman, başka bir dünyanın, başka bir ruh ikliminin, başka bir toplumun eseri. Daha zavallı bir dünya, daha dişi bir manevi iklim, daha geveze bir toplum.

 

Başka bir tâbirle, bu edebi nevi bir buhranın, bir uyuşmazlığın, reelle ideal arasındaki bir nisbetsizliğin çocuğu. İçtimai bir sıhhatsizlik, hiç değilse bir tedirginlik alâmeti. Sınıf kavgalariyle sahneye çıkışı bundan. İnanan bir toplumda, pürüzlerini yoketmiş bir toplumda, hayali çözüm yolları aramaya ihtiyaç duymayan bir toplumda romanın ne işi var?

 

Osmanlı, Osmanlı kaldıkça Batı romanı’nı anlayamazdı. Önce uzun bir temessül, daha doğrusu tesemmüm merhalesinden geçecek, iktisadi ve içtimai müesseseleriyle değişecekti.

 

Medeniyet can çekişiyor. Gök bomboş, hayat abes; roman bu kalpsiz dünyanın insanını bütünüyle sahneye koymak iddiasında. Bütünü, yani çarpık insiyakları, hayvanca iştihaları, çılgın arzuları veya arzusuzlukları ile. Aşk da -Tanrı gibi- öldüğüne göre, cinsiyet tek değer. Bezirgân hayâsızlığın üstüne bir şal attı: cinsî bunalım. Sade, kütüphanelerin şeref misafiri, sadizm abesin ikiz kardeşi.

 

Gerici Kim ?

 

Canavarlarla dolu bir ormandayız. Yolumuzu hayaletler kesiyor. Tanımadığımız bir dünya bu. İthal malı mefhumların kaypak ve karanlık dünyası. Gerçek, kelimelerin arkasında kayboluyor.

 

Ne güzel tarif: “Gerici, bir toplumun gelişmesini sağlayacak hiçbir yeniliği istemeyen, her yönüyle eskiyi özleyen ve eski düzeni getirmeğe çalışan (kimse)” (Meydan-Larousse). Tarifin tek kusuru bu ucûbenin hangi çağda, hangi ülkede yaşadığını söylememesi.

 

Murdar bir hal’den muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.

 

IV. Murat’a, “Süleyman devrine dön !” diye haykıran Koçi Bey’den Reşit Paşa’ya kadar Osmanlı Devleti’nin bütün ıslahatçıları gerici. Dante, yaşadığı çağdan iğrenir. Balzac eserini iki ezelî hakikatin ışığında yazar : kilise ve krallık. Dostoyevski maziye âşık. Dante gerici, Balzac gerici, Dostoyevski gerici !

 

Gerici, ilerici... Düşünce hürriyeti bu mülevves kelimenin esaretinden kurtulmakla başlar, düşünce hürriyeti ve düşünce namusu.

 

Her Kemal Yeni

 

Edebiyatta “yenilik” ne demek? Her kemal yeni, her bayağı fersûde. Şiirden şuuru kovan ve nesri, bir saralı “tümceler’ tımarhanesine çeviren bu yeni, ne bir cüceler edebiyatı, ne bir mikro-edebiyat: rüştünü idrak etmeden kocayan nesillerin kendi kendini tahrip insiyakı.

 

İnananlar Kardeştir

 

Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan hâline getiren İslâm olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı ... inananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşâda. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalbeden meş’ûm bir salgın: maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikâyetsiz.

 

İzm’ler

 

İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.

 

Kamûs, Bir Milletin Hafızası

 

Kamûs, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamûsa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilâli, tek mukaddese saygı göstermiş: kamûsa.

 

Eski sözlüğe kızıl bir külâh geçirdiğini söyleyen Hugo, tek kelime uydurmamış; sembolizmin üç silâhşörü de öyle. Ama kullandıkları her kelime yeni. Heyhat! Batı’da cinnet bile terbiyeli.

 

(Bu Ülke)

Share this post


Link to post
Share on other sites

NFK-Fan, güzel kardeşim söylediklerine bende imzamı atarım...

 

 

Allah (c.c) sizler gibi gençler versin bu vatanımıza

 

 

ÜSTAD NECİP FAZILI onla bunla şunla neyse .. karşılaştırmak cahilliktir...

 

 

ÜSTAD NECİP FAZIL TEK, ŞU AN BİLE ÇAĞLARA HÜKMEDİYOR BİLMEYENLER ÖĞRENSİN...

 

dua ile...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Cemil Meriç'e bazı konularda katılmasam da büyük bir fikir adamı olduğunu düşünürüm.

"Bu Ülke" kitabından çok sevdiğim bir bölüm;

 

Kıt’aları ipek bir kumas gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar...

 

Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, "Ben Avrupalıyım" demeğe başladı, "Asya bir cüzzamlılar diyarıdır."

 

Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: "Hayır delikanlı", diye fısıldadılar, "sen bir az–gelişmişsin."

 

Ve Hıristiyan Batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir "nisân-i zîşân" gibi gururla benimsedi aydınlarımız.

(Bu Ülke s. 96)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kendini belki bilerek, belki isteyerek, birazda mecburen 'anlaşılmaz' hale getirmiştir diyebilirim merhum Cemil Meriç için.

 

Pek okumadım onu; fakat öyle bir intiba veriyor bana.

Edited by buyukdogu

Share this post


Link to post
Share on other sites

Denize atılan şişe hangi sahilde hangi bahtiyarlar tarafından bulunacak... Kumsalda oynayan çocuklar içindeki tomarı uçurtma mı yapacaklar kim bilir...

 

Bir şarkıyı hatırlattı bana...

 

Aynı anda aynı sessiz geceye doğru

İçim sıkılıyor demişizdir...

Aynı anda uyanırken kim bilir

Aynı düşü görmüşüzdür

Olamaz mı

Olabilir..

,,,

 

Teşekkürler... Dua ile

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

bir defa çıg mahlaslı kardeşimizin cemil meriç in sohbetlerinden derlenmis konusuyla ekledigi yazılar birer deli saçmasıdır ki orada cemil meriçe aitmis gibi gozüken mehmet akif yorumu tamamen üstad necip fazıl ındır.cemil meriç üstad ın dedigi gibi cemil meriç hakiki bir İslam münevveridir.cemil meriç i okumadan tarih ve edebiyetkitaplarıın bize oretigi daha dogrusu empoze ettigi tanzimat kültürünün gercek yüzünü gösterir..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ve bu cemil meriç in kızı prof.sosyolog ümit meriç e aittir,necip fazıl bababmın hakiki bir dostu idi babama gore Türkiye de 2 aydın avrdır ,necip fazıl ve kemal tahir....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sağ ve Sol için söylediği şu cümleler, beni derinden sarsmıştır.

 

Sol, geniş kalabalıkların refahını, ışığa kavuşturulmasını, fizik ve moral kalkınmasını ister. Sabırsızdır, gençtir. Zafer uğrunda birçok fedakarlıkları göze alır, tecrübesizdir. Devrimin ve büyük reformların bütün haksızlıklara son vereceğine inanır.

 

Sağ, sayıya değil değere önem verir. Daha önce kazanılmış hakların devamını ister. Kalabalıkları yok sayar, vesayet bulundurulmalarına taraftardır. Yerleşmiş kuvvetlerle oynanmasına razı olmaz, karamsardır. Devrimlerin faydadan çok zarar getireceğine inanırlar.

 

İnsan, bazı bahislerde sağdır, bazılarında sol. Bu itibarla bu kelimeleri aşmak lazım.

 

Özellikle son cümlesi. Bazen sağ, bazen sol olmak. Bu kelimelerin ötelerinde düşünebilmek, olabilmek.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bir yerde okumuştum sanırım. Üstad' ın rahmetli Cemil MERİÇ hakkında bir sözü vardı:

 

Allah(c.c) Cemil' in dış gözlerini kapadı ki: İç gözleri daha iyi görsün diye...

 

 

Bu mevzuda Ergun Göze'nin de nefasetli bir teşbihi var. Üç Büyük Mustarip isimli kitabında Cemil Meriç için şöyle diyor:

Sanki gözlerini, pişen bir yemeğin üzerine demlensin diye konulan kapak gibi kapatmıştı kader. Böylece fikirleri, hükümleri pişiyor, olgunlaşıyordu.

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Sen düşüncelerin bulutlaştığını bilir misin? Bulutlaşır, cıvıklaşır, katranlaşır. Tedailer zikzak çizer boyuna. Kafatasında musîkisi biter kelimelerin, uğultu başlar, şuuraltının veya şuursuzluğun uğultusu. Hayat, uyku ile uyuşukluk arasına rakseder. Tehlikeye düşen vücut için, şuur bir safradır. Külçe gibi, leş gibi yaşamak da yaşamaktır. Zekânın sürekli isyanlarından bîzar olan madde, bu şımarık, bu geveze, bu mütecessis meşaleyi bir üfleyişle söndürür. Cinnet maddenin zaferi.*''

 

*Bu Ülke'den...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bu mevzuda Ergun Göze'nin de nefasetli bir teşbihi var. Üç Büyük Mustarip isimli kitabında Cemil Meriç için şöyle diyor:

Sanki gözlerini, pişen bir yemeğin üzerine demlensin diye konulan kapak gibi kapatmıştı kader. Böylece fikirleri, hükümleri pişiyor, olgunlaşıyordu.

 

Müthiş bir teşbih, müthiş (!) Sanırım olgunlaşan fikirlerinden, tadan ve nasiplenen pek çok kişi olduğunu, buradan anlayabiliriz Üstad Meriç'in.

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Kimim ben? Hayatını, Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi."

 

Cemil Meriç Üstad böyle diyorsa; yeni yetme aydınlarımız herhalde çağımızın ibn Haldunu, nietzsche si ya da hegel i oluyor galiba. Ayaklar ile başlar yer değiştiriyor..

Share this post


Link to post
Share on other sites

CEMİL MERİÇ'İ OKUMA KLAVUZU

 

Düşünce hayatımızın kilometre taşlarından biri olan Cemil Meriç, geçtiğimiz günlerde TRT'de yayınlanan bir belgeselle yeniden gündeme geldi. Hayatını Türk kültür ve irfanına adamış bir fikir işçisi olan Cemil Meriç, bugün de okurlarına yeni ufuklar kazandırmaya devam ediyor.

 

Biz de yazarlara "Cemil Meriç'i nasıl okuyalım?" sorusunu yönelttik ve onun eserleriyle tanışmak isteyenler için mini bir kılavuz hazırladık.

 

Türk düşünce dünyasının önde gelen entelektüellerinden biri olan Cemil Meriç geçtiğimiz günlerde TRT'de yayımlanan belgeselle yeniden gündeme geldi. Yakınları, dostları, talebeleri -yaklaşık 70 kişi- Cemil Meriç'i anlattılar, hatıralarını paylaştılar. Belgeselde hafızasını yitiren bir neslin çilesini senelerce çeken ve hak ettiği ilgiyi ancak son dönemlerinde görebilen bir fikir adamının portresi ortaya kondu.

Peki Cemil Meriç kimdir? O kendini "Yazar ve hocayım. Başlıca işim düşünmek ve düşündüklerimi cemiyete sunmaktır." diye tanımlayan, hayatını Türk irfanına adamış münzevi bir fikir işçisidir. Ömrünün hiçbir döneminde sağda olmamıştır, solda da..."İzm'ler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir" diye haykırmıştır. Cemil Meriç'in yeri hep kütüphane olmuştur. Yalnızdır, kitapların dünyasına sığınmış, 'fildişi kulesi'nde yaşamıştır. Eserlerinde kullandığı üslup ve şiirli dil okuyanları büyülemiş, sarsmıştır.

 

1916 yılında Hatay'da doğmuş, 4 yaşında okumayı öğrenmiştir. Okumaktan gözlerini yitireceği tarihe kadar günde 12 saat okumuştur. Öğrenciliğinde haftada iki defter karalar, kompozisyonda hep birincidir. İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu'na burslu öğrenci olarak girer. İki yıl okuduktan sonra Elazığ'a Fransızca öğretmeni olarak atanır. İlk makaleleri o yıllarda yayınlanır. Bu sırada evlenir, Elazığ'da iki yıl kaldıktan sonra İstanbul Üniversitesi'ne Fransızca okutmanı olarak girer. (1946-74) Sosyoloji bölümünde ders verir.

38 yaşından itibaren gözlerini kaybeder. Hayat dolu, enerji dolu bu insan intiharın eşiğine gelir. Okuması yazması mümkün değildir tek başına. Uzun süre kızı Ümit Meriç ve oğlu Mahmut Ali Meriç babalarının gören gözü olur. Ona istediği kitapları okurlar. Daha sonra talebeleri de onu yalnız bırakmaz. Gününün sekiz saatini yine kitaplarla geçiririr. Hatta o kadar ki "Okumadığınız zaman körlüğümü hatırlıyorum ve büyük bir ızdırap duyuyorum." der.

Kubbealtı, Türk Edebiyatı, Hisar gibi dergilerde yazıları yayınlanır. 1974'te emekli olur ve birikimini art arda yayınlamaya başlar. 1984'te önce beyin kanaması, ardından felç geçirir. 13 Haziran 1987'de vefat eder.

 

İlk telif eseri Balzac üzerine telif bir incelemedir. Hint Edebiyatı 1964'te yayımlanır. Saint-Simon, İlk sosyolog, İlk Sosyalist kitabı 1967'de çıkar. Yayımlanan kitapları şunlardır: Bu Ülke (1974), Umrandan Uygarlığa (1974), Mağaradakiler (1978), Kırk Ambar (1980), Bir Facianın Hikâyesi (1981), Işık Doğudan Gelir (1984), Kültürden İrfana (1985) Cemil Meriç'in "Bütün Eserleri" İletişim Yayınları'nca toplu halde basılırken, daha önce yayımlanmamış iki kitabı daha yayınlandı: Jurnal 1 (1992) ve Jurnal 2 (1993)

Cemil Meriç'le ilgili çalışmalardan bazıları da şunlar: Babam Cemil Meriç, Ümit Meriç, İletişim Yayınları, Doğu ve Batı Karşısında Cemil Meriç, Ahmet Turan Alkan, Akçağ Yayınları, Cemil Meriç'in Psikolojisi, Murat Beyazyüz, Aşina Kitapları, Düşüncenin Gökkuşağı Cemil Meriç, Profil Yayınları, Bir Mabed Bekçisi, Bir Mabed İşçisi, Bir Mabed Savaşçısı, Dücane Cündioğlu, Etkileşim Yayınları (3 kitap).

________________________________________

 

Önce 'Bu Ülke' okunmalı

 

Beşir Ayvazoğlu: Cemil Meriç'i okumaya elbette Bu Ülke'yle başlamakta fayda vardır. Zeki ve dikkatli bir okuyucunun Bu Ülke'yi okuduktan sonra onun diğer eserlerini merak etmemesi düşünülemez. Okunacak ikinci kitap Umrandan Uygarlığa'dır. Daha sonra Mağaradakiler'i okusunlar. Bu kitapların tadına varan bir okuyucu için gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Ancak genç dostlarımızın Cemil Meriç okurken yanlarında sözlük bulundurmaları gerekir. Çünkü onun çok geniş bir kelime hazinesi ve tarihten sosyolojiye, edebiyattan felsefeye, mitolojiden ilahiyata uzanan olağanüstü bir atıflar dünyası vardır. C. Meriç okuyan birinin ilk öğreneceği şey, Türkçeyi prangalarından kurtarmak gerektiğidir. Düşünen ve yazan adam, ister eski, ister yerli olsun, ister yabancı, her kelimeye ihtiyaç duyar. Tabii Cemil Meriç okumak demek, sadece kendi kültürümüzle değil, Doğu'dan Batı'ya, dünya kültürüyle irtibata geçmek demektir. C.Meriç okuyucularının, onun kılavuzluğunda ufuklarını genişletmeleri, rahat düşünmeleri, takıntılarından kurtulmaya çalışmaları ve ne kadar mümkünse o kadar mütecessis olmaları gerekir.

***

 

Kitapların yazılış tarihini takip edin

 

Erol Göka: Cemil Meriç, ülkemizin ender yetiştirdiği aydınlardandır. Onun anlattıklarında, hem örnek bir aydınımızın hem de milletimizin yaşantısının, düşüncelerinin yansımaları, edebi ifadeleri vardır. Bu yüzden ben gençlerimize, Cemil Meriç okumaya onun psikobiyografisiyle başlamayı öneririm; ki bizim sevgili Murat Beyazyüz, üstad için fevkalade güzel bir psikobiyografi kaleme almış, onun ve milletin hayatını belli bir paralellik içinde psikolojik bir bakışla incelemiştir. Psikobiyografi, okuyucuyu kendi Cemil Meriç okuması konusunda oldukça özgürleştirecek ve bilinçli kılacaktır. Herkes, kendi okuma listesini, psikobiyografi okumanın ardından kendisine kalan esine göre yapabilir ama ben yine de üstadın yazdıklarının yazılış tarihi sırasıyla okunmasını öneririm. Aylar süren C.Meriç külliyatı bittikten sonra sıra Cemil Meriç üzerine yazan güvenilir yazarların yazdıklarına gelmelidir.

***

 

Çevirileri de unutulmamalı

 

Naci Bostancı: Cemil Meriç'i okumaya jurnallerinden başlamak iyi bir fikir olabilir. Böylelikle "kimi okuduğumuz"a ilişkin bir kanaatimiz olur. Ancak bir yazarın hayat macerası şaşırtıcı safahatlarla doludur, "işi anlamak" olanların hep belli bir yerde durup aynı sözleri söylemesini bekleyemezsiniz. O yüzden diğer eserlerine geçerken jurnallerde kalmamak, yolculuğa Meriç'le devam etmek gerekir. Bir Dünyanın Eşiğinde, sonraki yolculukların önemli bir durağı. Saint-Simon, İlk Sosyolog, İlk Sosyalist de öyle. Peşinden Mağaradakiler, Umrandan Uygarlığa, Bir Facianın Hikayesi ve Kırk Ambar gelebilir. Işık Doğudan Gelir, Kültürden İrfan'a ile yola devam edilebilir. Çevirilerini de unutmamak gerekir. Çünkü onların yazarları başkalarıysa da dil kesinlikle Meriç'e aittir. Meriç'in dil konusunda ne kadar hassas olduğunu okurları bilirler, bu hassasiyet kamus namustur, sözüyle taçlanır."

***

 

Hem başta hem sonda; Bu Ülke

 

Mustafa Armağan: Cemil Meriç'i "Bu Ülke"den başlayarak okumaya başlamalarını öneririm okurlara. Ancak bir şartla. En sonda bir kere daha okusunlar, ne demek istediğimi anlayacaklardır. Metnin yoğunluğu ve üslubunun çarpıcılığı, içindeki derinliği saklıyor, bu da okurların ilk elde onun yüzeye vurmuş gölgelerini görmelerine yol açıyor. Gençler C. Meriç okuyarak düşünmenin bir sabır işi olduğunu öğrenirler. Her çağda birkaç kişinin düşündüğünü, geriye kalanların sadece onlar tarafından düşünülenleri düşünmekle uğraştıklarını... Velhasıl, zirvelere patikalardan çıkılabildiğini öğrenirler ki, bu dahi az bir kazanç sayılmaz.

***

 

Jurnal, iyi bir başlangıç olur

 

Mahmut Ali Meriç: Bana göre Jurnal 1-2 iyi bir başlangıç olur. Babam, bu iki kitapta bütün kitaplarında ele aldığı konulardan da bahsediyor. Genel itibarı ile mektuplardan oluşan kitaplar, başlangıç için zor bir okuma olsa da faydalı olacağını düşünüyorum. Daha sonra Ders Notları okunabilir. Babam kitaplarını hazırlarken bazı konuları yarım kalabiliyordu. Bu konulara da daha sonra tekrar değiniyordu. Kitapları yayına hazırlarken bu konular arasında göndermeler yaptık. Yani bir kitabı okurken bu şekilde kitaplar arasında da bir gezinti yapılabilir.

***

 

Üslup, sizi teslim alır

 

Dr. Necmettin Turinay: Necip Fazıl'dan sonra edebiyat ve düşünce hayatımızda karşılaştığımız en mağrur ve erkeksi ses. Şimdilerde moda olduğu biçimiyle bir uyuşma arayışı değil de, tam aksine, kendine mahsus yüksek bir terkip denemesi!.. Tek kutuplu dünyaya ve o dönemin şematizmine sığmayan bir ruh asaleti!.. Dolayısıyla, bu enteresan kişiliğe ve onun düşünce yapısına nüfuz etmek giderek zorlaşıyor. Fakat ilk elde bu üslûbun şartlarına teslim olmaktan başka bir çare de yok. Bu bakımdan Cemil Meriç'te tefekkürün, kişiliğin ve üslûbun tam bir çakışmasına şahit oluyoruz. Güçlük de bu üçlü izdivacın şifrelerini çözmeye bağlı.

 

 

 

MURAT TOKAY, Zaman...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Cemil Meric, huysuz bir dede imaji cizdi bende. son derece hissi fakat hislerini evirir cevirir, mantikla yogurur oyle bir hale getirirki sen onun ne oldugunu kolay farkedemezsin. kendiyle cok fazla celisir, bu da hissiliginden kaynaklanir. duygularini gizlemeye calisan huysuz bir dede, ama onu taniyanlar bunda hic de basarili olmadigini anlayacaktir. yasamini kendinden dinledigimizde tahammulu guc duygularla pistigini gorecegiz. okumaya asik biri icin gozlerini kaybetmenin ne manaya geldigini anlayabilmemiz mumkun degildir. bu durum herkes icin bir felaket getirir muhakkak, fakat herseyi kitaplarda bulan biri icin cok daha fazla dirayet gerektirir. kendisi sanirim jurnalde bu hali su sekilde ifade ediyor. "olmek gibi bisey, hatta daha da beter, olumden sonra yasamak gibi"(kitap su an yanimda olmadigi icin orjinal metni sunamayacagim.) uslubu oyle keskindir ki, cogu zaman bir dusunce hali degil de bir teslimiyet hasil olur okuyunca. onu dusunmek, yazdiklarini anlayabilmek cok guctur. dunyasina girebilmek lazimdir. diger turlu cok uzaktir yazdiklari. cemil tanidikca sevecegimiz biri. baglanacagimiz biri degil baska bir arkadasin da belirttigi gibi, ama tanidikca kendimizden parcalar bulacagimiz, hatalariyla sevaplariyla sevip kabullenebilecegimiz biridir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...