Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
nedmanün

Cemil Meriç

Recommended Posts

Hatalarıyla sevmeyelim, hatalarını kabullenmeyelim. Hatasını neden sevip kabulleneceğiz. Hata sevilip kabul edilir mi? Hatalarıyla, sevaplarıyla sevelim lafını oldum olası yanlış bulmuşumdur. Lafım size değil bu arada. Genel kanaatimi söylemek istedim. Cemil Meriç'in Jurnal'inde anlattığı kadınlarla ilgili bazı hatıraları vardır. Safi reddi iktiza eden şeylerdir onlar. Sanki normal bir şeyi anlatıyormuş gibi anlatıyor, anlatmasa daha iyi olurdu. Sonra kadın hakkında ulvi düşünceleri yoktur kendisinin okuduğum kadarıyla. Üstadın 'kalıp değil fikir' telakkisine rağmen sanki Cemil Meriç, fikir değil bir kalıp olarak baktığı olur kadına. Bu yönünü de bilmek, irdelemek lazım. Okudukça daha derin tahlillerde bulunabilirim ama şimdilik okuduklarım kadarıyla, bu meseleye bir noktadan değinmek istedim. Bunu ulvi fikriyat çemberinde tahlil edebilecek arkadaşlarımız buyursunlar.

Share this post


Link to post
Share on other sites

benim hatasıyla sevabıyla sevmek deyiminden anladigim, hatalarin kabullenilmesi degildir. ayrica cemil merici bir fikir adami, munekkid yada buna yakin ifadeler cercevesinde ele alacaksak, konuya iliskin hata algimiz kendinin dusunce istikametindeki hatalar olmalidir. bu kritige tabi tutulacak hususlar da kendisinin yayinladigi makalerler yada kitaplari arasindan secilmelidir. ozel yasamina ilgilendirecek hususlarda hatalarini irdelemek sanirim biraz haddimizin otesinde olur. jurnalde gecen notlarda yazilanlar yayimlanmasi icin yazilmamistir. bunlar sonradan derlenip yayina sunulmustur. boyle bir derleme yapilmasini hata olarak degerlendirebilirsiniz ama orada kendine ozel olarak yazdigi dusuncelerini kritige tabi tutmak, hele ozel yasamina iliskin notlarsa bunlar, cok yerinde degildir bence. gunlugumuzu okuyan biri gunlukte yazdiklarimizi begenmek ve tasvip etmek zorunda degildir ancak o gunlugu elestiremez de. o gunlukleri okuyan biri o kisiyi tanimak icin okumustur. sevip sevmemek artik kendisine kalmistir. son soz olarak bastaki sozumu tekrar etmek istiyorum. ben o cumlede hatalari sevmeye ve sevdirmeye yonelik bir tesvik gormuyorum.

 

saygilarimla

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest pehlivan

Münakaşa eden iki insan, aynı graniti yontan iki heykeltraş, hakikati arayan yol arkadaşı. Hedefi, tahrip değil, terkiptir bu kavganın. Mağlubun muzaffer olduğu tek yarış. Yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin fethiyle zenginleşmektir : parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş.... Dinsizlerin ölümü, insanı tahammül edilmez bir yalnızlığa sürüklemekten başka neye yarar?(cemil meriç)

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest pehlivan

Anlayacak mı? Kim, neyi? Sen kendini anlıyor musun?

Emerson, fikir adamı kendini egoizmle zırhlamalı, diyor. Evet, cemiyet bir sümüklü böcek gibi ezer seni, zırhlı değilsen. Annen ezer, kardeşin ezer, çocuğun ezer. Neden başkalarından farklısın? Hem farklı, hem zayıf. İki büyük cinayet... Peki Emerson bize fikir adamı hilati giydirecek hangi makam? Raskolnikof faciası, alnını, bir şeyler var içinde diye yumruklayan bir hayalpereste soğuk terler döktürecek kadar korkunç... Elbette yaşamak öldürmek demek, her adımımızda bir takım canlara kıyıyoruz... Ölmek ve öldürmek... (Cemil Meriç)

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest pehlivan

Ne garip bir oyuncak şu insan!

İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez. Sınırsız olan hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde kıvranan bir ruh. Vücut araba, akıl arabacı. Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden, atlar... Buda haklı: Varolmak için yok olmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin. Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Ne olacağını bilen var mı? Kader hep oynayamayacağı roller yükler insana ve ıslıklar. Alkışlar sahtekarların..." (cemil meriç)

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest pehlivan

Dehâ, dikenli bir taç, üretmek daima ıstıraplı?

Bugünkü cemiyet fikrin ve hissin en nur topu çocuklarına musallat. Muarri, mutaassıp bir dünyanın kucağında en kutsal inançlarla hiçbir ceza görmeden alay edebiliyordu. Bedbahtlık ona böyle bir imtiyaz kazandırmıştı. Modern cemiyette bedbahtlığın o kadarcık tesellisi de yok. Din, aşk, şiir: boşlukta yuvarlanan insanın bir yıldıza attığı merdivenler. İnanamayanların inananlara sataşmasında muhakkak bir parça kıskançlık da var. Keşke bütün insanlar aynı Tanrıya inanabilselerdi. O zaman cennet olurdu.(Cemil Meriç)

Share this post


Link to post
Share on other sites

AYDIN

 

Abdalan-ı rum, ahiyan-ı rum, baciyan-ı rum, gaziya-ı rum dörtkenin kenarları. Devlet-i Aliye bu sütünlar üzerinde yükseldi. Müesseseler geliştikçe isimlerde değişti. Tekamül vahdet'de tenevvü değil midir? Abdalan-ı rum kollara ayrıldı: alperen, derviş. Sonra müfti, kadı, fakih, muhakkik, müsannif, şarih.. münşi, şair, edib. İçtimai şuurun bu çeşitli temsilcilerini top­layan tek isim: ulema. Ulemanın ortak sıfati hocalık. Bir devrin ve bir ümmetin vicdanıdır hoca; ezeli hakikatin yani İslami dünya görüşünün yayıcısıdır.

Batı'ya gecelim.. Aydın ele avuca sığmayan bir mefhum. Tarifi ülkeden ülkeye, çağdan çağa değişmiş. Sonunda tek kelimeye hapsedilmis mef­hum: entellektüel. Bugünki hüviyetiyle geçen asrın sonlarında beliren entellektüelin seçeresine bir göz atalım. Hristiyanlığın zaferinden sonra düşünce manastıra sığınmış ve Avrupa’nın şuuruolmuş clerc. Avrupanın, daha doğrusu toprak aristokrasisinin. Feodaliteyle beraber itibarını kaybetmiş kelime. İktidara geçen üçüncü sınıf, aydınlarına filozof demiş. Sonra filozoflar kozalarına çekilmişler, batı insanının şuurunu temsil edenlere entellektüel (yahud intelijansiya) adı verilmis. Etimoloji uzmanları (mesela Bloch) entellektüelin XVIII. yüzyıldan itibaren bugünki manada kullanmadığını söyler ama belli başlı kamuslarda böyle bir iddeyı doğrulayacak kayıtlara rastlamadık. Littrede de, Larousse'da da aynı güdük karşılıklar… Entellektüel: zihni, fikri, manevi.

XX. Asrın sözcükleri, entellektüeli isim olarak alıyorlar. İzahları daha cömert fakat içtimai buud'dan mahrum olduğu için müphem ve kifayetsiz: «zihni faaliyetlere karşı büyük bir alaka duyan; fikir hayatı ağır basan..» (Paul Robert) Zihni faaliyet ne demek? Çağdaş toplumda, her faaliyet bir parca zihnidir. Homo faber'i (alet yapan insan), homo sapiens'den (düşünen insan) ayırabilir miyiz? Doktorlar entellektül değil mi? Aynı vasfı dişçilerden esirğeyecek miyiz? Aydını •kafa işçisi* olarak tanınan R. Aron da aynı hataya düşüyor. Ansiklopediler de kamuslar gibi kekelemektedir. En vazıhları Seligman'ın yayimladiği «içtimai İlimler ansiklopedisi*. Okuyalım: •Intelijansiya entellektüeller bütünü. Entellektüeller: hükümleri düşünceye ve ilme dayananlar; entellektüel olmayanların hükümleri ise daha doğrudan doğruya, daha topyekün ihsaslara dayanır. Gerçi ahlaki ve estetik olgunluk da cok defa aydının vasıfları arasındadir ama kökleri başkadır bu gelişmenin ve mutlaka bulunması şart değildir entellektüelde. Shelling gibi bazı yazarlar entelleküelin yaratıcı olması gerektiğini söylerler, filhakika sadece bilgi edinenlere entellektüel demek caiz değildir ama entellektüelin mutlaka yaratıcı olması da gerekmez. Aydın, bir rahibin vasıflarına sahib olmalı ve rahibin görevlerini benimsemelidir, Fichte'ye göre; Bilgisi ile topluma hizmet etmeli, halka gerçek ihtiyaçlarını sezdirmeli, ve onları nasıl karsılayacağını öğretmelidir.»

Hangi rahib? Almanya'nın bu şair filozofu, bir hayalin kurbanıdır. Rahib, ezilenlerin acılarına ortak olan ve asırlarca hakkın havariliğini yapan bir fazilet timsali degildir ki. Ne var ki, imamını kaybeden batı, peşin hükümlerin tahakkümünden kurtulamıyor. Aydının içtimai görevleri yüklenmesini istemek cok yerinde bir dilek. Ama ona rahipleş demek, soysuzlaş demek gibi bir taleb. Ne gariptir ki Fichte'den (çok sonra

Evet.. «Entellektüel deyince hocalar gelir akla, üniversite ve lise hocaları. Bununla beraber aydını diplomayla tarif elmek yine de yanlış. Entellektüel belli bir eğitimden geçecek elbette. Ama bu egitimin sınırları ne? «Yarı» okumuşlar, •ebedi öğrenciler», kendi kendilerini yetiştirenler de entellektüeldirler; yeter ki bilgilerini sindirmiş olsunlar ve yaptıkları iş kafa faaliyetine dayansın.»

Boşlukta kalan bir tarif, (çünkü entellektueli cağlara ve ülkelere göre değerlendirmiyor. Birtakım vasıflar izafe ediyor entelleküele. Umumi ve mücerred vasıflar. Makalenin yazarı Roberto Michels, daha sonra entellektüelin toplumda oynadığı çeşitli rolleri sıralıyor. Dağınık fakat çok fay-dalı, çok yerinde telkin ve tespitlerle örülmüş bir araştırma. Seligman'ın yayimladığı bu abide-kitap, Amerikan intelijansiyasının (bir manada Avrupa intelijansiyasının da., zira ansiklopedinin yazar-ları daha cok Avrupalıdırlar) 1935'lerdeki görüşlerini belirtiyor. 1968'de basılan «The internatio­nal Encyclopedia of the Social Sciences* in entellektüeller maddesi daha karanlık, daha mücerred, daha girift. Bilgi sosyolojisinin tanınmış temsilcilerinden biri olan yazar, Edward Shils, entellektüelleri şöyle tanımlıyor: Herhangi bir toplumda, yazar veya konuşurken çevrelerindeki fertlerin çoğuna kıyasla, , insan, cemiyet, tabiat ve kosmos hakkında umumi sembolleri ve mücerred referansları daha sık kullanan kimselerin bütünü. Entellektüelin bu gibi sembolleri sık sık kullanması şahsi bir temayülün eseri de, mesleğinin icabı da olabilir. Entellektüel davranışın bu iki temel motivasyonu aynı insanda ve aynı eylemde birleceği gibi birbirinden bağımsız olarak da mevcud olabilir. Entellektüel temayüller yahud alakalar, entellektüel görevler yapan insanlar arasında kesafetçe farklıdır, hatta entellektüel yaratıcılık, hususi de (müşahhas hadiseler) umumi bir mana bulmak, geliştirmek ve bunu kelimelere, renklerle, şekillerle ve seslerle ifade etmek ihtiyacından doğar; insanoğlu, tabiat ve kosmosun en genel ve en esaslı taraflarıyla ilmi,ahlaki ve değerlendirici bir temas kurmak ihtiyacı… İnsan ruhuna kök salmış bir ihtiyaçtır bu, hakikatte onun ayrılmaz bir parçasıdır ama fertlerin hepsine aynı ölçüde dağılmamaıştır. Bu ihtiyaç, ilmi, felsefi, teolojik, edebi eserlerin (veya sanat eserlerinin) yaratılışında ve yayılışında başlıca amildir. Bununla berabe ilmi, felsefi, teolojik faaliyetlerin maddeleşmiş mahsulleri yalnız bu ihtiyacın (yani entellektüel kabiliyetlerin) eseri de değildir. Tutarlı ve abjektiv bir biçim isteyen ifade- bilgi kabiliyetleri, gelenekler yani çeşitli zihni faaliyetlerin kuçağında geliştiği içtimai çevrelerin ve müesseselerin kültürü ve manevi mirası sayesinde belirir, beslenir, yoğunlaşır, mihraklaşır. Zihni faaliyetler neden müesseseleşir? Müesseseleşir çünkü kendilerinde güçlü ve yoğun bir yaratılış faaliyeti bulunmayan birçok kimseler, zihni faaliyetin maddelleşmiş eserlerine muhtaçtır. Onlar için zihni ve cismani bir ihtiyaçtır. Bu. Toplumun topyekun çalışabilmesi için entelleküel eserlere ve müesseselere lüzüm vardır”.

Zihni faaliyet en ilkel toplumlarda bile mevcuddur, Shils'e gore. Ama gelişmiş toplumlarda entellektüel roller daha ihtisaslaşmıştır.

(Bu çok zengin ve son derece girift arastırmayı, konumuzla doğrudan doğruya ilgisi olmadığı için bütün olarak aktaramadık. 15 buyük sayfa tutan makalede şu konular incelenmiş: entellektü­el tabakalaşma, entellektüel hayatın müesseseleri, mali destek kaynakları, entellektüel faaliyetlerin yönetimi, taleb örnekleri, gelenek ve yaratiş, en­tellektüel gelenek ve ictimai otorite, ilimcilik, ro-mantizm, devrim, popülizm, düzen, entellektüellerin görevleri, yüksek kültürü yaratmak ve yaymak, milli ve milletlerarası modeller, ortak kültürlerin gelistirilmesi, sosyal degişmeler, siyasi bir rol oynayış..)

Entellektueli istihsal faaliyelinde oynadıgı ro­le göre tarif edenler de var. İtalyan iktisatcısı Loria'ya göre entellektüel (yani şairler, filozoflar, her çesit yazarlar, hekimler, avukatlar, hocalar) üretici olmayan bir işçidir. Entellektuel, kapitalizm'e düşmandır çünkü kapitalist, hizmetine da­ha az karşılık ödemek için entellektüellerin sayısını artırmak ister.

Marxizmin bu konudaki izahlarını üç başlık etrafında toplamak kabil, 1) Kautsky'e göre, en-tellektüeller de toplumun öteki tabakaları gibi herhangi bir tabakadır. Aydınlarla işçiler arasındaki çatısma fertlerle değil sınıflarla ilgili. Emekle sermaye arasındaki çatışmanın bir başka nevii. Entellektüel bir sermayedar degildir. Gercj yaşayış seviyesi bakımından burjuvadır, aydın da.. Deklase olmadıkça bu hayat tarzını sürdürür, ama aynı zamanda emeğinin mahsulünü hatta çok defa çalışma gücünü satmak zorundadır. Kapitalizm tarafından istismar edilir ve top­lum tarafından küçük görülür çok defa. Bir kelimeleyle proletaryayla aydınlar arasında iktisadi bir (çatışma yoktur ama hayattaki mevkileri, çalışma şartları farklıdır birbirinden. Bu yüzden de düşünce tarzlarında az çok bir çatışma vardır. 2) Lenin de Kautsky'nin tahlilini benimser: Kimse inkar edemez ki, aydınları modern kapitalist toplumda ayrı bir tabaka olarak vasıflandıran ferdiyetcilikleri ve teşkilatlanmadaki ehliyetsizlikleridir. Bu içtimai tabaka nanemollalığı ve kararsızlığı ile ayrılır işçi sınıfından». Aydının toplum içindeki yeri de müphem bir «orta-sınıflılık». Bir kısmı kurulu düzenin emrinde çoban köpeğidir, aydınların. Yazar bunlara «ideolog aydın* diyor; görevleri hakim sınıfın istismar edilen sınıflar üzerindeki baskısını gizlemek veya haklı göstermektir. Ama aydınlar işçi sınıfı hareketinin başına geçerek proletaryanın müttefiki de olabilirler. Şüpheli müttefiklerdir, bunlar; yaşayış ve düşünüş tarzları işçilere de bulaşabilir. 3) En aydılık tahlil Gramsci'ninki.. Entellektü­eli, işinin veya düşüncesinin mahiyetine gore ta­rif edemeyiz. En mekanik faaliyet'de bile düşüncenin payı var. Bu manada bütün insanlar entellektüeldir. Fakat bütün insanlar toplumda entel­lektüel vazifesi görmez. iktisadi istihsal dünyasında doğan her içtimai zümre kendisiyle bera­ber, uzvi olarak bir veya bircok enteltektüel ta-bakayı yaratır. Bu entellektüeller, kucağında doğduklan zümreye insicam kazandırır; ona yalnız iktisadi değil içtimai ve siyasi şuur da verir: vazife şuuru. Kapitalist isletme şefi, sanayi teknisyenini, iktisat bilginini, yeni bir kültürün, yeni bir hukukun kurucusunu da yaratır. Kısaca, entellektüellik herhangi bir meslek erbabına inhisar ettirilemez. Şu veya bu topluluğa uzvi olarak bağlı entellektüel bir tabakanın mevcudiyetini tayin eden içtimai 'münasebetlerin bütünüdür.

Görülüyor ki, her tarif ve izah yazarın temsil ettiği ideolojinin damgasını taşımaktadır. «Tu-tucu» ların tahlillerinde agır basan, mücerred ve umumi. Sosyalistlerin, izahları daha «dünyevi» daha iktisadi. Bir kısım yazarlar aydını ezeli degerlerin bekçisi olmağa çagırırken, bir kısım ya­zarlar ona içtimai kinleri körüklemesini tavsiye ediyorlar. Komünistlere göre gerçek entellektüel, hayatını devrime adayan ve partinin emirlerini nass gibi kabul eden bir kafa işçisidir.. Kilise-dışı-«ilerici»ler için aydın hiçbir ideolojiye baglı olmamalıdır. Çalışanların, ezilenlerin yanında yer almalı; daha adil, daha mükemmel bir dünyanın kurulması için açılan savaşta hicbir disipline, hiçbir şahsa esir olmadan dövüşmelidir. Entellektüel değişen hadiseler karşısında her an vaziyet almak zorundadır. Vazgeçilmez görevi: tenkid. Gerçek aydın, yalanların peçesini yırtan, dünyadaki bütün haksızlıklara dur, diye haykıran ele avuca sıgmaz bir zeka, bir şuur, bir vicdan. Bunun icin sürekli bir isyan halindedir.

Kelimeye bu kavgacı kişiliği kazandıran ay­dınların Dreyfus davası vesilesiyle yayimladıkları beyanname (14 ocak 1898).

Hülasa edelim.. Entellektüel, başlı başına bir sınıf değil, belli bir sınıfın parçası ve temsilcisidir.. Düşman sınıflarla dövüşerek gelişir ve olgunlaşır. Türkiye’de içtimai sınıflar olmadığından entellektüel de yoktur. Daha dogrusu, her ikisi de birer ruşeym, birer ümmmet, birer «öykünme» dir. Entellektüel, , Avrupalı bir hayvan. Şarkı söyleyeceğine bildiriler imzalayan bir ağustos böceği cok defa. Aydın, entellektüelin magara duvarına vuran gölgesi. Entellektüel, ya zamanını öldürmüş düşüncelerin aktarıcısı, ya yeni bir dünya kurmağa çalışan bir içtimai sınıfın yol göstericisidir. Aydın ne mazisini bilir ne gelecek hakkında aydınlık tasavvurları vardır. Ülkesi ile göbek bağını çoktan koparmıştır, ülkesi ve tarihiyle. En ciddileri ya Marx'ın şakirdidir, ya Seyid Kutbun. Eskiden bir müstagribler kervanıydı intelijansiyamız, kervana müstağripler de katıldı. Bu gölge aydınların ayırıcı vasıfları kendi kendi­lerini küçümsemek. Türk düşünemez bu efendilere göre, düşünemez çünkü kendileri düşünemezler. Ama onlara Türk diyebilir miyiz acaba? Avrupa’nın en sefil yazarı erişilmez bir zirvedir, bu efendiler için. Hakikatta Avrupayı da Asyayı da tanımazlar. Hür düşüncenin olmadığı yerde intelijansiya da yoktur. Avrupa, Descartes'dan beri aklın ve idrakin cihanşumulluğunu anladı. Entel­lektüel, düşünce dünyasını her gün yeni baştan yaratabileceğine inanandır. Nerde o kahraman?

 

Cemil Meriç, Hisar Dergisi, Ekim 1975, Sayı 142

Share this post


Link to post
Share on other sites

ÇAĞIN DİNİ:HÜMANİZM

 

Yürekten inanıyorum ki geleceğin dini katıksız bir hümanizm olacaktır, yani insanın bütününe saygı; hayat ahlaki bir değer taşıyacak, kutsileştirilecek yüceltilecek.

Yarının başlıca kanunu güzelim insanlığa özen göstermek. Belli bir şekle bürünmeyecek bu inanç, hizipler ve tarikatlar gibi kimseye kapalı olmayacak. Akıldan başka kılavuz tanımayan, gizli remizleri, tapınakları, rahipleri bulunmayan, kiliseler dışı dünyada gönlünce yasayan geniş ve hür ilim.. iste insanlığı kanatlandıracak biricik inanç"

 

(Renan, İlmin Geleceği)

 

İmanını kaybeden bir çağın dini. Sözünü dinletmek isteyen her felsefe bu kaftana bürünmek zorunda. Marksizm’den egzistansiyalizme kadar Avrupa’nın tüm düşünce akımları hümanist. Kavramdan çok kılıf; kelime değil bukalemun: demokrasi gibi, sosyalizm gibi. Hümanizm genç bir kavram, bati dillerini 1850'den sonra fethetmiş. Ama müstağriplerimiz hemen benimsemiş kelimeyi, onlara göre Yunus'lar, Mevlana'lar, Hacı Bektaş Veli'ler su katılmamış birer hümanist. Hümanizm nedir, kimsenin tarife yanaştığı yok.(1)

 

Kelimenin iki ayrı manası var : 1) Antikite hayranlığı. 16. asır Avrupası için bir kaçış, bir meçhulü arayıştı hümanizm. Bir egzotizm, bir yeni boyut ihtiyacı. Kilisenin yasaklarından kurtulmak isteyen Orta Çağ insanı Eski Çağ edebiyatlarına kaçtı. Ferdi cemaat içinde eritmeyen paganizm, hürriyetti, direnişti. Nas'ların çelik korsasından kurtulup kilisenin duvarları dışına fırlamak hem cazip hem de tehlikesizdi. Kendi mazisine sığınıyordu batı; manevi mirasını yeni baştan inceliyor, o metruk hazineden el değmemiş mücevherler derliyordu. Antikite hem kendisiydi hem başkası. İnsan Hıristiyanlığın posalaştıramadığı bir düşünceyle yakından temas ediyordu. Vesayetten kurtuluşdu bu, kendi kanatları ile uçmak arzusuydu. Açıktan açığa bir isyan değildi şüphesiz, çünkü Hıristiyanlık, greko latin kültürü ile hiçbir zaman göbek bağlarını koparmamıştı. Fakat nas'ların korkuluğundan atlayarak putperest dünyanın şiir ve düşünce bahçelerine açılmak yine de tehlikeliydi. Ne olursa olsun Avrupa, zincirlerini kırmak, rüştünü ispat etmek, horlanan haysiyetini kurtarmak zorundaydı. Böylece batı aydını çeşitli tahriflerle tanınmaz hale gelen Hıristiyanlığı bir yana bırakacak ve giderek kendi kendini tanrılaştıracaktır.

 

Filhakika hümanizmin ikinci manası insanlık dinidir.Kilisenin abesleriyle bunalan serazad zekalardan kimi, "tabiatta tanrı yoktur, tanrıyı yaratan insandır. Toplum kendi değerlerini gök kubbeye aksettirmiş, beşeriyi ilahileştirmiştir", dedi; kimi, "insanlığı kurtaracak tek kılavuz ilimdir"; ne Rab ne ibad. İnsanın yabancılaşmasıydı din, bir çeşit afyondu. Geçen asrın düşünce fatihleri Promete'yi bayraklaştırırlar, "bütün tanrılardan iğreniyorum" diyen Promete'yi. iyi ama Promete'nin iğrendiği tanrılar karanlık bir çağın kan dökücüsü, habis, zenperest mabudları değil mi?

 

Hümanizm, Avrupalı için kaybettiği dinlerin, yıktığı inançların yerini alan bir put. Hümanizm bir aydın hastalığı ama kimse bu izmin hudutlarını çizemiyor. Diyorlar ki hümanizm, insanı mükemmelleştirmek, varabileceği en yüksek irtifaa yükseltmek yani gerçek insan, kamil insan yapmak. Yalnız örnek kim olacak? Sokrat mı, Vinci mi, Erasmus mu, Goethe mi? Nietzsche'nin ideali insan-üstü idi; yakın tarihin kanlı tacidarları bu rüyanın ne kadar tehlikeli olduğunu ispat ettiler. Carlyle'in kahramanlarına gelince onlar da mazide yasayan veya yaşandığı farz edilen birer gerçek veya tecrid. Hümanizm insanın tanrılaştırılmasıymış, hangi insanın, feylesofun mu, kozmonotun mu, yığının mı? Hümanizm, saltanatının sarsıldığını anlayan kilisenin de bayrağı. Gerçek hümanist biziz diyen Pierre l'Hermite'lerin, Ignace de Loyola'ların torunları kanlı pençelerine ipek eldivenler geçirerek insanoğlunu kardeşliğe çağırıyor.

 

Katolik bir tarihçi, "Hıristiyan hümanizmi, yunanlıların dini ideali ile İncil arasındaki kaynaşmanın eseridir, diyor; Yunan felsefesi Latin hukuk anlayışı ve judeo kretien teoloji aynı potaya döküldü, bu haritadan çıkan ana mefhum: insanoğlunun değeridir". (Grouset)

 

Ya İslamiyet? Hümanizm putperest sanata karşı duyulan hayranlıksa Müslüman dünya böyle bir muhabbetten habersiz yaşamıştır. Çölde doğan İslamiyet, yunan şiirinin çılgın ve günahkar cazibesine kapalıydı. Sirenlerin şarkısını engin denizlere açılmayanlar duyamazlardı ki. İslamiyet Yunan ve Roma'dan düşünceyi almıştı, besleyici unsurları varlığına katmış, posayı bırakmıştı geriye. Unutmayalım ki karanlıklar içinde bocalayan Avrupa'ya antik çağın en büyük dahisini, Aristo'yu İslamlar tanıtmıştır, yani batı hümanizminin ana kaynaklarının biri İslamiyet’tir. Ne var ki İslam’ı Homeros da ilgilendirmemiştir, Virjil de. Cahız (772-870) için dünya şiiri Yedi Aşkı şairleriyle

başlar. İslam yunan ve Latin sanatına niçin dönecekti? Ne dilde ne zevklerde ortaklık söz konusuydu.

 

Rönesans hümanistlerinin çağdaş hümanizm üzerinde etkisi nedir? başka bir deyişle, bir Feurbach'in, bir Renan'in, bir Marx’ın dikkatini insanoğlunun muhteşem

kaderine, eşsiz değerine kanatlandıran Rönesansın metin aktarıcıları mı olmuş? Onlar olmasa Comte insanlık Dinini kuramayacak mıydı? Bilemeyiz. Biz Rönesansı yaşamadığımız için mi hümanist olamadık? Evvela Rönesans tarihi bir gerçekten çok bir İtalyan miti. Düşüncede yeniden doğuş ve atlayış olmaz. İslamiyet’te kilisede yok, Allah'la kul arasında herhangi bir aracı da. İslam düşüncesi hangi baskıya karşı direnecek, bağımsızlığını kime ispat edecekti?

 

Hümanizm insan haysiyetine saygı, insana tabiat içinde istisnai bir değer vermekse, İslamiyet tek gerçek hümanizmdir. "Humanités" edeb, efendilik, nefse hakimiyet, mukaddese saygı ise İslamiyet ve bilhassa tasavvuf "humanités" nin ta kendisi. İnsan yalnız İslamiyet’te eşref-i mahlukattır. Bir yanıyla balçık, bir yanıyla tanrı. Feyzi Hindi'nin meşhur beyiti ile çerçevelediği muhteşem varlık:

 

Haki, eğer bezulmeti hesdi mukayyedi, Arşı, eğer benur-i ilahi münevveri.

 

(1)Şemsettin Sami, "insaniyete muhabbet" diyor (Kamus-u fransevi). İsmail Fenni, "devr-i teceddüd üdebasının yani elsine ve edebiyat-i atika tarafdarınının mezhebi..beşeriyete ibadet mezhebi" (Lügatçe-i felsefe) (yazarlarımıza sorsak).. Bu izm "dünyanın en namussuz sömürüsü olan burjuva sömürüsünü örtbas etmek için ileri sürülmüş bir duman perdesi" Kemal Tahir'e göre. Ergün Göze için, "insan ruhunu metafizik kaynaklardan koparan ve bu sebeple insanı vücuduna irca eden zavallı bir sistem..son aşaması: makineleşen insan". (Bu keşmekeş nereden geliyor. Önce kelimenin kendisinden. Kemal Tahir hümanizm ile hümanitarizmi birbirine karıştırmıştır.)

 

 

Cemil Meriç, Hisar Dergisi, Ocak 1980

Share this post


Link to post
Share on other sites

Karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar

bile rahatsız ediyor sizi!Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu

ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?

Düşünen İnsan

Share this post


Link to post
Share on other sites

''12 Aralık doğan bu çocuk itilmiş, kakılmış, düşman bir dünyada dostsuz büyümüş. Daima başka, daima yabancı.. Hasta ve düşman bir çevrede ister istemez kitaplara kaçıyorum. Yani düşünceye ve edebiyata, hür bir tercih sonunda yönelmiyorum. Yaşamak için kendime bir dünya inşa etmek zorundaydım. Ben yalnızım! Babam hep çatık kaşlı, annem hep mızmız. Kasabanın çocukları hep korkunç. Bol bol dayak yiyorum, hakarete uğruyorum. Şikayet edeceğim kimse yok. Mektep bahçesinde çocuklar oynuyor. Ben yine yalnızım ve yabancıyım. Dilim başka ve gözlüklerim var. Kendimden utanıyorum!

 

 

 

 

CEMİL MERİÇ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yığın Avrupalılaşırken, aydınlar Türkleşmeli!Ve çalışmaya başladım. Spinoza kırk dört yaşında ölmüş, Nietzsche kırk dört yaşında delirmiş. Ben yolumu kırk dört yaşında buldum!

 

 

Ben hayatımın delikanlılık çağından bu yana düşüncelerimde hiçbir temel değişiklik yapmadım. Yani soldan hareket ettiğim de, sağda kıldığım da yanlış bir değerlendirmedir.

Hiçbir zaman sol da olmadım sağ da. Ömrünü düşünceye adayan, Eflatun'dan, Marks'a kadar her düşünce adamını sevgi ve saygıyla selamlayan, bütün dinlere, bütün mezheplere sevgili bir kimsenin, herhangi bir kilisede barınabileceği nasıl düşünülebilir?!

 

 

Ben görmedim Paris'i... Paris evde yoktu... Ben rüyada gördüm Paris'i... gülümsedi ve kayboldu. Neden beni aramak için buralara kadar geldin, diye sitem etti bakışları.

 

Gözlerimi yani herşeyimi kaybetmiştim. Tekrar çarka takıldım. Ölümü bir münci olarak arıyordum. Meselelerimi ancak o çözebilirdi, korkak olduğum için intihar edemedim..

 

 

Bütün Kur'anları yaksak, bütün camileri yıksak. Avrupalının gözünde OSMANLIYIZ!!

 

İsimler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri. İtibarları menşelerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı!

 

Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi;heyecanıyla hassasiyetiyle, şuuruyla... Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır! Argo, kanundan kaçanların dili; uydurma dil tarihten kaçanların...

 

 

 

CEMİL MERİÇ

Share this post


Link to post
Share on other sites

'Bazen bir kuyuya benziyor hayat.Kör,pis,zehirli bir kuyuya.Boğuluyorum.Ölüme koşacak mecalim kalmıyor.Kimseyi görmüyor gözüm.Sevdiklerim yabancılaşıyor.Kitaplar tuğla oluveriyor birden.Dostlarımın sesini tanımıyorum.Varlığım bir tele asılıyor.Bir kabus bu.Bir hastalık.Gözlerimi kaybettikten sonra bu kuyuya daha çok düştüm.Uzun sürmüyor.Uzun sürse deliririm.Sanıyorum ki bu ”angoisse’ı acz yaratıyor.İstediğini yapamamak.’Infirmite’ den doğan bir acz.Beni zıvanadan çıkaran amillerin hiçbirinde harikuladelik yok.Her faninin karşılaşacağı ve aldırmadan geçeceği tesadüfler.Gerçi ezelden beri zırhsızım.Acıları dev aynasında büyüten rezil bir hassasiyetim var.“CEMİL MERİÇ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Canavarlarla dolu bir ormandayız. Yolumuzu hayaletler kesiyor. Tanımadığımız bir dünya bu. İthal mali mefhumların kaypak ve karanlık dünyası. gerçek, kelimelerin arkasında kayboluyor.

 

Ne güzel tarif; "Gerici, bir toplumun gelişmesini sağlayacak hiçbir yeniliği istemeyen, her yönüyle eskiyi özleyen ve eski düzeni getirmeye çalışan (kimse)” (Meydan – Larousse). Tarifin tek kusuru bu ucûbenin hangi çağda, hangi ülkede yaşadığını söylememesi.

 

Murdar bir hâl’den muhteşem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir.

 

4. Murad’a, Süleyman devrine dön! diye haykıran Koçi Bey'den Reşit Paşa’ya kadar Osmanlı Devleti’nin bütün ıslahatçıları gerici. Dante, yaşadığı çağdan iğrenir. Balzac eserini iki ezelî hakikatin ışığında yazar: Kilise ve krallık. Dostoyevski maziye âşık. Dante gerici, Balzac gerici, Dostoyevski gerici!

 

Gerici, ilerici... Düşünce hürriyeti bu mülevves kelimelerin esaretinden kurtulmakla başlar, düşünce hürriyeti ve düşünce namusu.

 

 

(Bu Ülke)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu memlekette içini sosyal mücadele isteği bürümüş bir genç, ilk önce kendi özüne, köküne merak salacak yerde Batı ithali izmlerin peşinde gitmektedir. Bu durum için onları fazlada kınayamayız aslında, çünkü mazisinden utanan ve inkâr eden bir gençlik yetiştirdiler mekteplerde. Bir insan arayışını İslamiyet yerine Batıdan başlatırsa, Batının aklı felce uğratan herhangi bir izm’ine kendini kaptırmaktan kurtaramaz; bulduğu batıllara mutlak doğru diye inanan ve mazisine bakmaya tenezzül bile etmeyen bir fert olup çıkar. Bu ülkede meydanlarda sesi çıkan gençliğin büyük bir bölümü, sizde takdir edersiniz ki ya sosyalisttir ya liberaldir ya da faşisttir. Biz onların antitezi olarak karşılarına dikilip ne kadar çaba sarf edersek edelim, onları yollarından döndürmek pek mümkün olmayacaktır. Çünkü bir Velinin deyişiyle ‘Yazılı kâğıda yazı yazılmaz’.O, davasına inanmıştır bir kere, ona sorsanız, o sapasağlam biri, biz ise hasta adamın tekiyizdir.

 

Üstadın deyimiyle: ‘Bir insanın tedaviyi kabul etmesi için önce hasta olduğunu kabul etmesi gerekir.’ Benim gözümde kendini herhangi bir izm’e kaptırmış birinin, hastalığını ayyuka çıkarmak için ilk gideceği doktor Cemil Meriç olmalıdır. Çünkü Cemil Meriç’in tarafsız bir aydın oluşu, söylediği sözün daha tesirli ve kabul edilebilir olmasını sağlamaktadır. Bu bakımdan izmlerin pençesinde olan birinin Cemil Meriç’ten alacağı; ‘Bugüne kadar inandığın her şey yalan ve batıldı. Hakikat, Batıda değil senin öz kökündedir…’ düsturu olacaktır. Ve kendi öz köküne merak salan birinin, Üstat’ın çekim alanına girmemesi benim gözümde muhaldir. Bu bakımdan kendini batıla kaptırmış biri için, Cemil Meriç, Üstat’a çıkan yollardan birisidir. Hasılı bu insanlara Cemil Meriç hasta olduklarını, Üstad’da devanın İslam da olduğunu öğretecektir.

 

Ayrıca hakikatin nerde olduğunu görmüş biri içinde, Muhiddin-i Arabi’nin dediği gibi ‘En güzel iman, küfrün menşeini görerek vücuda gelendir.’ sözünü de şiar edinmiş birine Cemil Meriç bulunmaz bir nimettir.

 

Bugüne kadar Cemil Meriç’in Bu Ülke, Umrandan Uygarlığa ve Mağaradakiler eserlerini okudum ve kabaca anladığım bunlardır.

 

Şimdi diyeceksiniz; ‘Üstat her ikisinin de hakkını layıkıyla verir zaten.’ Amenna verirde doğru veya batıl bir şeylere inanan birinin, Üstat’ın sözlerini,eserlerini hazmetmesi kolay olmaz bence.

 

Saygılarımla

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kitaplar

Kalbi vardır kitapların, onları bir kerhane sermayesi gibi haşin parmaklarınla mıncıkladın mı senin oldular sanıyorsun. Gaflet. Senin olan sadece on dakikalık tenleri. Konuşmaz seninle kitap, o bir basamak değildir, sırtına basıp ikbale tırmanamazsın. Tırmanmaya tırmanırsın ama, Kapitol’den Tarpea’ya fırlatılmak için.

 

Kahrını çekeceksin kitabın, hizmetinde bulunacaksın. Senelerce, senelerce hiçbir şey beklemeden diz çöküp emirlerini dinleyeceksin. Adam vardır, Aristo’yu Atina kerhanelerinin adresini sormak için, köşebaşında bekler. Adam vardır, kenef süpürtür Venüs’e. Ve kitabı, ağzına ruhla dolu kutsal bir emanet olarak değil, maddî refahına hizmet edecek bir hüddam olarak görür.

 

 

Kleopatra’nın Burnu

 

Anlayacak mı? Kim, neyi? Sen kendin anlıyor musun? Aç uzviyetin sesini yükseltmek istedikçe gırtladığına sarıldın. Kalbinin konuşacak hali var mı?

 

Kopmaktan korkuyuorsun; yapıştığı kayadan sökülmek istemeyen midyenin korkusu, mahallesinden uzaklaşınca kuyruğunu bacakları arasına alan köpeğin korkusu… Ama yaşamak kopmak demek, doğum da bir kopuş, bir parçalanış.. Sanatı da, tarihi de yürüyenler halketti…

 

Gurbete çıkan adam… Gurbet bazen odası insanın, bazen vücudu, bazen… Nereye? Kendini ırmağın sularına bırakan kayık hangi okyanusa açılacağını bilir mi? Kayığı suya salan kendi iradesi mi zaten? Oyun yazılmış. İte kaka çıkarıldığımız sahnede görülmeyen bir suflörün fısıldadığı kelimeleri tekrarlamaya, manalandırmaya çalışıyoruz. Vazife ahlâkı! Senin, kendine karşı hiç vazifen yok mu? Bhagavad doğru söylüyor belki. Belki hizmet-i vücudumuz, ezelden beri devam eden oyunda bizden bekleneni, kızmadan, sevinmeden yapıp göçmek. Ama bizden beklenen ne?

 

Değer levhasının her gün yazılıp bozulduğu bir çağda hareketlerimizi yöneltecek kıstas nerede? Aile? Aile var mı? Nasıl aile? Tesadüfen bir araya gelmiş insanlar topluluğu, bir tren kompartımanında karşılaşmışlar.

 

Emerson, fikir adamı kendini egoizmle zırhlamalı, diyor. Evet, cemiyet bir sümüklüböcek gibi ezer seni, zırhlı değilsen. Annen ezer, kardeşin ezer, çocuğun ezer. Neden başkalarından farklısın? Hem farklı, hem zayıf. İki büyük cinayet… Peki Emerson, bize “fikir adamı” hilatı giydirecek hangi makam? Raskolnikof faciası, alnını, bir şeyler var içinde diye yumruklayan bir hayalpereste soğuk terler döktürecek kadar korkunç… Elbette yaşamak öldürmek demek, her adımımızda birtakım canlara kıyıyoruz.. Ölmek ve öldürmek…

 

Bir öfkenin, bir acının kızgın demiri kalbimize dokunmadıkça ses gelmiyor oradan. Halbuki bizden ebediyete kalacak;bu çığlık. Sevinç çığlığı, azap çığlığı, merhamet çığlığı…

 

Zavallı midye! Seni kayandan söken iraden mi sanıyorsun? İsyan vahim, tevekkül güç… Ama isyansız tarih olmaz, bütün dinler, bütün efsaneler bunu haykırıyor. İblis’in isyanı, Promete’nin isyanı… Neden tevekkül güç? Ve Allah insanı yarattıktan sonra istirahate çekildi, insana yükledi vazifelerini, hilkatin son şaheseri insana. Yaratmak, daima bütünün parçalanması. Tanrı kainatla sınırlandırdı kendini ve her varlıkta bir kere parçalandı. İnsan da öyle.

 

Nietzsche haklı; Kanla yazılan yazılar yaşıyor. Ne kanı? Çocuk kan içinde doğuyor, milletlerin beşiği kan, Kapitol’un harcında kan. Kalbin kaynayacak ki yaratabilesin. Ne Luther bir kavga adamı idi, ne Gandi… Meçhul bir dalga umulmadık kıyılara sürüklüyor kayığımızı…

 

Sen istiyorsun ki, kucağında yaşadığın dünya hep aynı kalsın, havan aynı, suyun aynı, dekorun aynı… Bu mümkün mü? Mümkün değil, çünkü hayatın kanunu değişmek. Zaten zindanında yeni pencereler açılmazsa boğulmaz mısın? Beni bulmamış olsaydın aramazdın diyor Tanrı. Kendini erkeğe teslim eden bir bakirenin korkusu; meçhul karşısında duyulan ürperti. Ama her meselenin muayyen hal yollar var. Ve sfenks sorularını yanıtsız bırakanları parçalar.

 

 

Jurnal

Sf: 67.68.69

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bizler ki aynı kitaba baş eğmiş insanlarız,

bizden âlâ akraba mı olur?"

| Cemil Meriç

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu gençlik irfansız yetiştiği için Batının her türlü hastalığına açıktır. Eğer biz dinimizi, edebiyatımızı, irfanımızı bilseydik böyle olmazdı. Evvela kendi düşüncemizi bilmemiz lazımdır. Her şeyi bilmek mecburiyetindeyiz. Bugünkü gençliğin kendi değerlerini bilmesi lazımdır.

 

Gençlik meselesi diye bir şey yoktur. Kafası boş bırakılan, irfansız yetişen bir gençlik vardır; bunların kabahatlisi kendisi değildir. Eğitim metodundan ileri geliyor. Batının oyuncağı olan birtakım insanların uzun zamandan beri uyguladıkları metottan (aslında metotsuzluktan) dolayı gençlerimiz böyle olmuştur..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir avuç kelime kıtaları birbirinden ayırır, yer sarsıntısı gibi...

Uçurumlara köprü atan cümleler de var...

 

Cemil Meriç...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...