trradomir 206 Report post Posted April 1, 2007 NECİP FAZIL KISAKÜREK EN KÖTÜ PATRON ESER: 61 BÜYÜK DOĞU YAYINLARI EN KÖTÜ PATRON — 1 — (Toprak duvarları ve damlarıyle toprak rengi köy... Ne ekim, ne bakım. Hayvanlar bir deri, bir kemik... İskelet halinde sığır, at, eşek, köpek... Müselles apteshane, pislik yolu ve kenarında Cumhurbaşkanı Aytark'ın büstü... Jandarma karakolu... Damında, değneğe asılı, siyah üzerine beyaz at kafası bayrak... Karakolun önünde, elindeki kelepçeyle oynayan jandarma eri... Köy tenha... Genç erkekleri tek-tük. Hepsinin şehirlere aktığı belli. Cami meydanı... Köyün müdir fikri minare, göğe doğru bir şehadet parmağı. Cami avlusunda, palaspareler içinde, sıska, pis ve çirkin çocuklar oynuyor.) — 2 — (Köy kahvehanesi... İçinde birkaç ihtiyar ve köyün gözde delikanlısı Tarkün... Birinci ihtiyar nargilesini fokurdatarak...) 1. İHTİYAR — Tarkün, oğlum sen açıkgözlülükte, atılganlıkta bir tanesin! Hâlâ ne oturuyorsun köyde? TARKÜN — Vaktini kolluyorum amca! 1. İHTİYAR — Anan kötürümdü. Ona bakmak zorundaydın. Ama şimdi? TARKÜN — Mezarı kurusun diye bekliyorum! (İkinci ihtiyar, elinde kahvesi.) II. İHTİYAR — Orta mektep kâğıdın da var senin... TARKÜN — Herkeste ondan tümen tümen. İş diplomada değil, insanda. 1. İHTİYAR — Bas, git, oğlum... Tarkistan köylerinde köpeklerle ihtiyarlardan başka kimse kalmadı... TARKÜN — Bu gidişle köy de, tarla da kalmayacak... II. İHTİYAR — Ya ne olacak? TARKÜN — Aç şehirlerde, aç devlet! 1. İHTİYAR — Devlet köyü ezdi. Herkes başını kurtarmaya bakıyor. TARKÜN — İşte anlayın, bu devletin devletçiliği neymiş? (İkinci ihtiyar Tarkün'e...) II. İHTİYAR — Bu lâfı hep duyuyoruz, anlatsana bize devletçilik ne demek? TARKÜN — Bunların anladığına değil de yaptığına göre devletçilik, insanların haklarını devlette toplayıp onları eli boş bırakmak demek... İnsansız devlet... I. İHTİYAR — Sen bu aklınla kalk, şehre git oğlum, yalnız kendini değil, belki Tarkistan'ı da kurtarırsın... TARKÜN — İş bana kaldıysa Tarkistan battı demektir. I. İHTİYAR — Hani senin bir şarkın vardı ya, nasıldı o?... TARKÜN — Atıl, saldır, davran, başar! Yaşayanlar böyle yaşar! 1. İHTİYAR — İşte bu şarkıyı söyleyerek git! — 3 — (Jandarma karakolu önünde lüks bir otomobil durur. İçinden üç mebus iner... Mebusların başı jandarmaya...) MEBUSLARIN BAŞI — Oğlum, biz Devletçi Parti mebuslarıyız... Hemen koş, halkı cami meydanına topla!... (Koşarak bir iki adım atan jandarmaya, arkasından) MEBUSLARIN BAŞI —Ha, dur, oğlum!. (Jandarma durur, döner.) MEBUSLARIN BAŞI — Yolda çok susadık, Gelirken bir desti su da bulsan iyi olur. — 4 — (Mini mini bir kızcağız, sırtında bir desti, ilerden geliyor. Jandarma bir atılışta destiyi kızın omuzundan çekip alır, mebuslara götürmeye başlar. Kızcağız ağlıyor... Ağlarken.) MİNİ MİNİ KIZ — İki saatlik yoldan getirdim ben bunu... — 5 — (Mebuslar, şoförün uzattığı bardaklarla çenelerinden akıtarak iştahla su içiyorlar...) — 6 — (Kahvehane. Birinci ihtiyar, Aytark'ın duvardaki taş basması büyük resmine bakıyor.) 1. İHTİYAR — Tıpkı bizim, ihtiyar, alaca öküz... TARKÜN — Keşke, ihtiyar, alaca öküz kadar akıllı olsa... II. İHTİYAR — Susun, yerin kulağı var! (Birden kapı açılır. Eşikte deminki jandarma eri. Jandarma eri bağırarak...) JANDARMA ERİ — Haydi, cami meydanına akıyor millet! Millet vekilleri geldi!. Haydi, çabuk!. (Jandarma eri kapıya vurup gider. İhtiyarlar ve Tarkün ayağa kalkarlar.) 1. İHTİYAR — Azrail, Allahın memuru... Ya jandarmayla tahsildar? TARKÜN — Onlar da, devletin can alıcıları... — 7 — (Köyün cami meydanında mebuslar ve köylüler.... Önde Tarkün ve ihtiyarlar... Mebusların başı, musalla taşı üzerinde... Öbürleri taşın yanında ve yerde... Jandarma da yanlarında.) MEBUSLARIN BAŞI — Bir saatlik konuşmamızın özü nedir? TARKÜN — Seçimler yakın... Bize oy veriniz!. Devletçi partiye... MEBUSLARIN BAŞİ — Soylu Tark ulusunu yalnız devletçilik kurtarır! TARKÜN — Bahtsız Tark ulusunu, yalnız devletçiliğin böylesi batırır!.. MEBUSLARIN BAŞI — Köylüye «Efendi» ismini biz verdik!.. TARKÜN — Biz isim değil, hakikat istiyoruz!.. MEBUSLARIN BAŞI — Toprak reformunu getiriyoruz!.. TARKÜN — Ekilmeyen toprağın reformu... Gömleği parçalayıp herkesin eline bir parça vermek, sonra da onu bütünleyecek ağa yerine devleti koymak. MEBUSLARIN BAŞI — Makineleşiyoruz. Kara sabana, çıkırığa, yel değirmenine paydos. TARKÜN — Makinenin beyni, yüreği ve ciğeri Batılıda kaldıkça karasaban yeğdir! MEBUSLARIN BAŞI — Dışarıya işçi çıkarıyoruz. Memlekete iş bilgisi ve döviz sağlıyoruz! TARKÜN — Bizim işsiz bıraktığımız İnsanları, dışarısı, ham beygir kuvveti diye alıp çalıştırıyorlar! Onlar arabacı, biz beygir... MEBUSLARIN BAŞI — Köylüye açtığımız krediler, dağıttığımız basmalar?... TARKÜN — Krediler bizi yedi, basmaları da keçiler!.. MEBUSLARIN BAŞI — Avrupai usullerimiz, modern aletlerimiz? TARKÜN — Hepsi Avrupalının oyuncakları... Kullanmasını bilmiyoruz!.. Vidası düşünce apışıyoruz! (Mebusların başı Tarkün'e dikkatle bakarak...) MEBUSLARIN BAŞI — Sen şehre git. Köy adamı değilsin! TARKÜN — Niçin? MEBUSLARIN BAŞI — Çok uyanıksın da onun için... TARKÜN—Demek köy sizce uykudakilerin yurdu. (Mebusların başı öfkeyle taşın yanındaki jandarmayı gösterir.) . MEBUSLARIN BAŞI — Seni şu jandarmaya tevkif ettirebilirim ama adaletimizi göstermek için affediyorum! (Tarkün gayet manâlı.) TARKÜN — Teşekkür ederim!.. (Mebuslar, arkalarında Tarkün, köylüler ve sümüklü çocuklar... Karakolun önündeler. Şoför, motorun kapağını kaldırmış birşeyler yapıyor. Yaklaşırlar. Şoför başını kaldırır.) ŞOFÖR — Motor bozuldu. Çaremiz yok. TARKÜN — İşte oyuncağın vidası yerinden oynadı! (Mebusların başı şoföre.) MEBUSLARIN BAŞI — Ne yapacağız şimdi? ŞOFÖR — Çare arayabileceğimiz kasaba, buraya ayakla beş saat... Arabayı götürmeden de olmaz! (Tarkün mebusların başına...) TARKÜN — Ben buldum çaresini!... MEBUSLARIN BAŞI — Neymiş o? (Tarkün hızla dönüp koşa koşa gider. Mebuslar ve köylüler motora eğilmiş bakıyorlar. Tarkün bir elinde iskeletlik bir öküz, öbüründe bir at, uzaktan görünür.) ................. (Devamı için esere müracaat ediniz. // NFK-Fan) Share this post Link to post Share on other sites
NFK-Fan 285 Report post Posted April 1, 2007 Selamlar, Burada paylaşılan eser Üstadın en sevdiğim senaryo romanı. Senaryo Romanlarım isimli kitabın en sonunda yer alıyor. Üstadın niçin mizah dalında kitaplar yazmadığına hayıflandıracak güzellikte bence. Sistemimizin mükemmel bir eleştirisi. Yarı kurgu, yarı gerçek karakterler ve nefis bir sentez. Yalnızca bir eleştiri değil, Jean de La Fontain'in çiftçi ve oğulları masalında anlatılmak istenenle aynı doğrultuda bir mesaja sahip bu eser. Satırlar arasında gizli olan mesajlar, manalar ise ayrı... Senaryonun beyaz perdeye aktarılıp aktarılmadığı hususunda bilgisi olan arkadaşlar bizleri aydınlatırlarsa memnun olacağız. Sanırım sinemaya aktarılmış değil. Zaten cesaret isteyen bir iş. Saygı ve selamlarımla Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted December 16, 2007 Derin, latif, engin bir lezzet ihtiva eden harikulade bir senaryo. Üstadın tablosu bir döneme ışık tutmakla birlikte o günden bugüne kadar geçen süreç içerisinde bahis mevzuu olan aksaklık, sakatlık, çarpıklıkların günümüzde hangi noktaya ulaştıklarının, hangilerinin çözüme kavuşturulduklarının ya da bir çığ gibi büyüyüp büyümediklerinin irdelemektedir. Zembereği boşalmış saat görünümünde olan ülkemizin, küçük bir tebessümle kalmayıp ağzımız kulaklarımıza varıncaya dek güleceğimiz kadar nefis bir nükteyle harmanlanıp sunulan çözüm reçetesi, Üstadın hem erbab-ı kelam oluşunun mührünü taşıyor, bir taraftan da fikir ve sanat adamı olması hasebiyle; toplumu uyandırıcı, yönlendirici, şekillendirici, mayalandırıcı niteliğinin rengiyle boyuyor. NFK-Fan kardeşimizin yerinde bir tesbitle bahsini ettiği masalı da kısaca ekleyelim: Yaşlı çiftçi, ölüm döşeğinde oğullarını yanına çağırır. Çocuklar tembel cinsinden olsa gerek. Onlara der ki, "Tarlamızın bir yerine altın sakladım.. Ben öldükten sonra kazın tarlayı, bulun altınları.. Baba ölür.. Çocuklar kazma kürek tarlaya saldırır. Baştan başa kazarlar.. ne altın ne var ne bir şey.. Hazır kazmışken bir şeyler ekledim derler. Ekerler.. Mevsim sonunda iyi ürün elde ederler.. Satarlar, para kazanırlar.. Sonunda anlarlar ki altın tarlanın kendisidir. Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted January 3, 2008 Senaryonun beyaz perdeye aktarılıp aktarılmadığı hususunda bilgisi olan arkadaşlar bizleri aydınlatırlarsa memnun olacağız. Sanırım sinemaya aktarılmış değil. Zaten cesaret isteyen bir iş. Bu mevzu hakkında Sadık Yalsızuçanların yazısının haşiyelerinde bir malumat gözümüze çarpıyor. 25 no’lu haşiye şöyle : “Yücel Çakmaklı, eseri çekmek için girişimde bulunduğunu, ancak sansürden geçmediğini, böylece akim kalmış olduğunu belirtir.” İyileştirme, hatayı düzeltme, bozukluğu ortadan kaldırma amacı güden tenkidlerin var olduğu bu senaryo, tefessüh ve tereddilerin berdevamını isteyenler tarafından sinemada dahi görülmek istenmiyor ve sansüre tabii tutuluyor. Sinemanın günümüzde en önemli propaganda aleti olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, bu aleti elinde bulunduranların da beyinlere neler empoze ettiğini düşündüğümüzde, Üstadımızın İdeolocya Örgüsünde nefis bir şekilde tarifini yaptığı sinema ve amacının haklılığını bir daha idrak etmiş oluyoruz. ( ki Sadık Yalsızuçanlar, yazısının "Bir Sinema ‘Murakabe’si Düşüncesi'" başlığında Üstadın sinema mevzuuna bakışına değinerek, bu mantığı anlamanın mümkün olmadığına dair bir yorum yapar. Bu hususta kendisine katılmak mümkün değildir. ) Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted January 11, 2011 Üstad, Türkiye'nin Manzarası isimli kitabında, 70'li yıllarda ülkemizin vergi sistemine yönelik olarak yazdığı bir tahlil ve tenkid yazısında sinemaya aktarılması için kaleme almış olduğu bu senaryoya da mevzuu ile alakalı olduğu için kısaca değiniyor ve senaryonun filme çekilmeyişinin nedenini de açıklıyor: "Benim bir senaryomda şöyle bir tablo vardır: Tarkistan devleti, gelirini artırmak için, caddelere, meydan yerlerine kumar masaları yerleştirir ve bunların başına birer devlet memuru olarak (krupye) dedikleri kumar idare edicisi tipler koyar. Bir yandan da, öpüşmeye, kahkahayla gülmeye kadar vergi... Dışarıya ihraç edilebilecek hiçbir metaı olmayan Tarkistan, nihayet, yabancı ülkelere ham beygir kuvveti olarak gönderdiği işçilerinin kazuratında altın bulunması üzerine (bu bir hile tertibidir) Batı dünyasından bütün vatan kazuratına müşteri bulur. Bu işin kaynağı araştırılır ve bağırsaklara altın yerleştirdiği sanılan bazı toprak mahsullerinin üretilmesine kuvvet verilince, sırf ziraî temele dayanan Tarkistan'ın vaziyeti düzelir. 7 - 8 yıl önce yazıp bir film müessesesine sattığım, fakat Ankara'daki filim (sansür)ü tarafından müsaadesi verilmeyen ve filmi çekilemeyen eserdeki bu hayâl üstü hayâl, bugün Türkiye'de, altın yumurtlama ve ziraî temelin kıymetini anlama saadeti müstesna, aynen gerçekleşmiştir." Share this post Link to post Share on other sites