Cile54 23 Report post Posted January 25, 2006 Vecdimin Penceresinden N-F-K Gerçek akılsız, dolayısiyle nasipsiz kimdir bilir misiniz? Ne aklın altında kalıp da onu hiç kullanmadan inanan, ne de aklın üstüne çıkıp onu akıl aleyhinde kullanarak inanmaya bakan... Akılsız, aklın içinde kalandır; akıl fıçısı içinde, "nârıbeyzâ"dan aşk parmaklariyle cidar pencereleri açamadan ve bu işte aklı kullanmadan ermeye de yol kapalı... Akıl, o "ufacık fıçıcık, içi dolu turşucuk" maskara, inanmadığı şeylere "acaba, ya olursa, belki" gözüyle bakar da, inandığı şeylere "niçin, ne sebeple, neden dolayı" gibilerden bir şüphe tavrı ve ille anlama kaygısı gösterir. Eli inmeli, dili düğümlü, kalbi buruk, edası pısırık, sermayesi korkak, işi ürkek, ahlâkı katlanmak, ibadeti saklanmak... Bu mu müslüman?.. bir şeye malik olmak için o şeyi istemenin yeter olduğunu anlarlar. Ama istemenin istemek olması için dudakların yetmeyeceğini anlasalar.. Işık saniyede 300 bin kilometre yol alıyor ve aydan dünyaya 1 saniyede geliyor da, hayâl, milyarlarca ışık senesi tutan mesafeyi bir anda kestiriveriyor. Neyi ve nereyi hayâl ederseniz, onda ve oradasınız. Demek insanda zaman ve mekân üstü bir arayıcılık kudreti var... Aranan Ve arayan olmadan arayan ve arama olmayacağına göre, ki arıyorum, kimi aramaya memur bulunuyorum? Yok! Diyenlere bir sözüm var: - Siz bana gerçekten yok olan bir şeyi gösterebilir misiniz ki, yok'u ispat edebilesiniz?.. Gösterebilecek olsanız zaten o şey yok değil, var olur. Gösteremeyince de yok demeye imkânınız kalmaz! Allah'a yok diyebilmeniz ayrıca ispat ediyor ki, o "var"ın ta kendisi, "yok"un da yaratıcısı... Kapıları yıkarcasına tekmeleyeceğim, limandaki bütün vapurların ve şehirdeki bütün fabrika bacalarının canavar düdüklerini öttüreceğim, trafiği durduracağım, insanları oldukları yerde mıhlayacağım ve gök tavanını yıkan bir sesle haykıracağım geliyor: - İnsanlar! Allah var! O'nu düşünmekten başka her işe paydos!... Bana "deli" mi diyecekler? (Göz yaşlarıma hakim olamadığım, deliler gibi boşalmaya başladığı yer..... Cile54) Canım kurban, aklın son durağı olan böyle deliliğe!.. Varlık hudutsuz girift bir ağaç... Ve sen ey dinatın Efendisi; onun, hudutsuz girift köküsün! Bu köke bağlı gövde... Bu gövdeye bağlı ince dal... İnce dala bağlı yaprak... Yaprağın üstünde el ayası gibi lif lif bir ağaç haritası... Onun üstünde de küçücük bir böcek... Ben de buyum!.. Bütün insanlık budur!.. Ve senin getirdiğin nizam ağacının en küçük yaprağında bir böcek olmaktan üstün paye yoktur! Allah'a iki cins insan inanır. Ya en aptal, ya en akıllı!.. îkisi ortası dediğimiz hakikî ahmak, inkâra memur... Akıldan büyük nimet, zekâdan da ağır yük tanımıyorum. Zekâ azaldıkça iman engelleri de azalıyor ve iman bir "az" üzerinde durabiliyor. Zekâ çoğaldıkça da engeller yıkılıyor, kökünden sökülüyor ve iman bir "çok" üzerinde duruyor. Vah, ikisi ortası nasipsizlere!.. Her ferdin tepesinden geçmiş, çelikten, mahrut şeklinde kalın bir çadır var... İlâhî nura yol vermeyen bir çadır... Bu nefstir! Ne mutlu, onu incelte incelte sigara kâğıdına çevirenlere ve içeriye nuru sızdıranlara!.. Ve ne mutlu onu delip ileriye geçenlere!. Madem ki nefs had tanımaz, doymaz, kanmaz ve razı olmaz, sen de kes onun bütün istihkaklarını!.. Namazda teslimiyet vardır. Onun içindir ki, namaz nefse giran gelir. Yalnız bu kadarı İslâmın hak ve namazın mutlak ibadet olduğunu göstermeye yeter. Nefslerini şartlandıranlar, namaza yaklaşamazken, müslüman geçinenler de onun kabuğunda kalır ve gerçek namaz pek az kimseye nasib olur. Büyük Velî Abdülhakîm Efendi Hazretlerinin en güzel sözlerinden birisi, ermişlerin benlik haline dair şu görüşü; "- Mevzuunu bulamaz ki, ben diyebilsin..." Bizse "ben"den başka mevzuu olmayan biçareleriz Aman Yarabbi, aman Yârabbi; biz seni lâfta, yalnız lâfta ve kelimede anıyoruz. Üstelik hikmetin karşısında vecd ve hayrete düştüğümüzü sanıyoruz. Senin, hikmetten bahsedici aklı yaratan hikmet sahibi olduğunu düşünüyorum da, patlayacak kadar şişen kafatasımı secdeye mıhlamak ve öylece kalmaktan başka yol göremiyorum. Zira secde, kendimde sandığım, kendimin diye vehmettiğim şeylerin sana iadesidir. Aman Yârabbi; ne büyük sır var secdede!.. Anlar gibi oluyorum ama yine anladığımı iddia edemiyorum. Bana öyle geliyor ki, münkirin gözünü çıkarsalar, kulağını sağır etseler, burnunu tıkasalar, dilini sükseler ve temas hissini dondursalar, o zaman görür, işitir, koklar, tadar ve temastan anlar... Eyvah, görmemek için göz, işitmemek için kulak taşıyanlara!.. Bu âlemde hiçbir şeyin tam ve mutlak izahı yoktur. Bir şeyi izah etmek için kullandığımız kelimenin izahı bile ayrıca izaha muhtaç, başka bir kelimeyle... Bütün izah edilemezleri yine izah edilemezlerle izaha çalışırken, farkında mıyız ki, bu izahı izah edilemeyenlerin en büyüğü, yine Allah?.. Kâinatın tek ve mutlak izahı, Allah... Dünyada hiçbir akıl, İmam-ı Gazalî'nin şu idrak inceliğine ulaşamaz: - Size bir kâhin, filân gün falan renkteki elbiseni giyersen ölürsün, dese, siz bu lâfa inanmaz, fakat o gün o ~ elbiseyi de giymezsiniz. Buna karşılık bir Peygamber, günde şu kadar rekât namaz kılın dediği zaman ona inanıyor, sonra da "niçin?" diye soruyorsunuz! Hiç bir şey için değil, Allah böyle emrettiği için... Şeriat, mutlak ve ulvî sebeplere bağlı bütün bir esrar âleminin dış ölçülerinden ibarettir; onu böyle bil ve ona böyle bağlan! Akıl, o "ufacık fıçıcık, içi dolu turşücuk" maskarasının, inanmadığı şeye ayırdığı "belki" payı ile, inandığına da tahsis buyurduğu "ama niçin, ne sebeple" istifhamı arasındaki uçurumu gör! Allahım, nasıl da insanlardan kendi korkunç tezadlarını gizliyor ve tüneksiz kuşlar gibi bir duman halkasından bir su kıvrımı arasında onları, o teselliden bu teselliye gezdiriyorsun!.. Ey kudret sahibim!.. Bize 10 dakika sonra öleceğimizi söyleseler ne yaparız?.. Dünya ile en küçük alâkamız kalabilir mi?.. Susuzluktan dilimiz kurumuş olsa böyle bir ihtiyacı düşünebilir miyiz?.. Dünya o anda bütün nimetleriyle başımıza yağsa dönüp bakabilir miyiz?.. Peki; 10 dakika yerine 10 veya 100 yıl olmuş, farkı ne?.. Hiç'in milyon veya milyara darbı, hiç'i büyütmeye çalışmaktan başka neye yarar?.. Aklı kopuncaya kadar geremedikçe, bunu yapamadıkça, ya taklitçi mümin, yahut sersem kâfir olmaya mecbursun! Buyrun İndirin ve 30 Dk nızı ayırarak, şöyle bir test edin? Neyi mi test edeceksin.. Bunu okumayı bitirdikten sonra neyi test ettiğini anlayacaksın.. 3 Share this post Link to post Share on other sites
NFK-Fan 285 Report post Posted January 25, 2006 Selamlar, Hacimce küçük, derinlik ve rahatlatıcılıkta ise inanılmaz büyüklüğe sahip olan bu kitabı tüm site kullanıcılarının mutlaka okumasını öneriyorum. "Nefs muhasebesine girenlerin el kitabı" diyebiliriz bu eser için. Dönüp dönüp okunası, fikir çileleleri esnasında hatırlanası bir eser. Tekrarlıyorum, herkesin ama herkesin okumasını öneriyorum. Emin olun, bir şeylerin çilesini çekiyorsanız ve kafanız meşgul oluyorsa zaman zaman, bu kitaptan iyi ilaç bulmanız çok zor. Teşekkürler Cile54... Saygı ve selamlarımla Share this post Link to post Share on other sites
gardenya 11 Report post Posted January 25, 2006 Çile54 ,yazını okudum sonra da Yûsuf Hemedânî (k.s.)hazretlerinin hayatıyla ilgili bir yazı okudum .Ama okurken duymamaya çalışsam da tvden yaşar nur inin başı açık namaz kılma hakkındaki saçmalıklarını da duydum .Bir yandan Allah dostlarından birinin hayatını okurken duyduğum huzur ve bir yandan tvden gelen iğrenç sesler ,bu tezat gözümüzden yaş akıtmak için bizi çok zorluyor.Birden nerdeyim ve nasıl bir dünyadayım ,Allahım bu insan kılığındaki yaratıklar da nesi diye şaşırıyorum. Halet-i ruhiyeni anlıyorum,inşallah yardım ederler... Share this post Link to post Share on other sites
Cile54 23 Report post Posted January 25, 2006 Emin olun, bir şeylerin çilesini çekiyorsanız ve kafanız meşgul oluyorsa zaman zaman, bu kitaptan iyi ilaç bulmanız çok zor. Teşekkürler Cile54... Saygı ve selamlarımla <{POST_SNAPBACK}> Efendim, yazıyı okumanın heyacanı içinde, bu yazıyı benim ile paylaşan ve burada yayınlanmasına sebep olan N-F-K Fan arkadaşımıza teşekkür etmeyi unutmuşum. Kusura bakmayın. N-F-K Fan'ın yukarıda yapmış olduğu tesbitler çok samimi ve doğrudur. Gerçekten de bir şeylerin çilesini çekenler için bir ilaç evet, amma şu da var; manevi olarak da bir şeylerin çilesini çekemeyen ya da unutmuş olan, gündelik işlerden hatırlamayan;[ benım gibi insanlar için] de daha sonra kafalarının içinde kalan o soru işaretlerinden, akıllarında ve fikirlerinde; kalbinin pas tutmuş derinliklerine kadar o çileyi, ruhunu titretecek o acıyı çekemeye başlayacaklarına da eminim. Belki cümleler şu anda düşük oldu, ve ya anlaşılmaz oldu, ama emin olun bu, kalbimdekileri ve aklımdakileri yazıya dökemediğimdendir. Ben böyle etkilendim..! Beni mazur görün. Selametle... Share this post Link to post Share on other sites
gardenya 11 Report post Posted January 25, 2006 Belki cümleler şu anda düşük oldu, ve ya anlaşılmaz oldu, ama emin olun bu, kalbimdekileri ve aklımdakileri yazıya dökemediğimdendir. Ben böyle etkilendim..! Beni mazur görün. Önemli olan samimiyettir... Share this post Link to post Share on other sites
ARIYORUM 1 Report post Posted January 25, 2006 Allah razı olsun. Sağolun. Okuyalım hayırlısıyla. Share this post Link to post Share on other sites
trradomir 206 Report post Posted May 12, 2006 Bu kitap üstadın en sevdiğim eserlerindendir. Başucu kitaplarımdandır. Canım sıkıldığında, ruhum acıktığında okumaktan çekinmediğim ve her seferinde içimi bir huzurla, bir heyecanla dolduran harika bir eser. NFK-Fan kardeşimin dediği gibi, herkesin bu cisimde ufak, manada büyük eseri okumasını tavsiye ediyorum. Share this post Link to post Share on other sites
DaNCefLooR 0 Report post Posted August 24, 2006 Allah Razı Olsun. güzel paylaşım... Share this post Link to post Share on other sites
alican 0 Report post Posted November 8, 2006 Gerçekten yaşlar süzülmek üzere gözlerimden ama dünya hayatı artık dağlamış gözlerimizi yaş bile dökülemiyor artık... Share this post Link to post Share on other sites
tanıdık yabancı 0 Report post Posted April 1, 2007 Şu geçeni durdursam,çekip de eteğinden; Soruversem:Haberin varmı öleceğinden? Hep nefs çıkar karşıma ,ölüp ölüp dirilsem; İnsandan kaçmak kolay;kendimden kaçabilsem.. (1973) Yum gözünü,kalbine her an yokluğu üfür Kendinden geçmek iman kendinde olmak küfür.. (1974) "Dünyayı yererken de yine onunla ilgim; Nefse el süremiyor kara tahtada silgim.." (1982) Gel beri,kurtuluş ordusunun tuğu ol! Hürriyet mi dileğin,Allahın tutuğu ol! Share this post Link to post Share on other sites
Salihbey 6 Report post Posted August 7, 2007 VECDİMİN PENCERESİNDEN BEDAHET Allah Resulünün saadet devrinde herşey bedahet halindeydi ve bedahet ölçüsüne bağlı... O devirde herkes bir nur huzmesi içinde kendinden geçmiş ve teslim olmuştu. O devirde hiç kimsede "kıyl ü kaal - fikir dedikodusu" ve akıl telâşı yoktu. Bütün bunlar sonradan geldi; nur gölgelendi ve aklın zulmet arabası yağız atlarını sürmeye başladı. Aklı akılla yenecek ve ilerisine geçecek akıl Gazalî'ye kadar gelemedi. Peşinden aklı büsbütün iflâs ettirecek kadar donduran Şeyh-i Ekber'e karşılık, herşeyin hak ve keyfiyetini kıvamlayan ve bütün gerçekleri yerli yerine oturtan, ikinci binin yenileyicisi İmam-ı Rabbânî ve yolundakiler... Derken, bu dâvanın ne büsbütün akılla, ne de büsbütün akılsız olabileceğinden gafil, günümüze kadar sızmış sağlı ve sollu mankafalar, kuru akılcı sözde Müslümanlar, sahte mütefekkirler, ahmak reformcular ve başlarında Vahhabîlik kuluçkası İbn-Teymiyye... İlle de akıl, ille de akıl!.. Gören şeyin göz olmadığını, gözde Allah'ın nuru yuvalandığını ve herşeyin, Batı felsefesinin bile bugün yaklaştığı bedahet duygusuna bağlı bulunduğunu anlamayanlara yazıklar olsun!.. Bedahet anlaşılmadıkça hiçbir şey anlaşılamaz. ÇİLE Bedahet hissi, Peygamberlik makamının aslî ve mutlak sahibinin buyurdukları gibi "kalbde bir nur"dur ve izahın üstünde bir şeydir. Mevlâna der ki: - Sarayda gece... Sultanlar uykuda... Zindanda gece... Mahpuslar uykuda... Yani saadette ve felâkette, kimsenin hiçbir şeyden haberi yok... Hepsi gaflette birlik... Bir şeyi bedahetle bilir, akılla ararız. Bedahet hissimiz olmasaydı akıl tek şey anlayamazdı. Bedahet öyle bir histir ki, akıl ona köle diye verilmiştir. Akıl hiçbir şeye inanmaz; onda inanma hassası yoktur. O inanılanın arkasından gelen bir hesap memurudur. Aklın sâf vahidi, vâhid içinde anlamak iktidarı da yok... Nisbetlerin ölçüsü olan akıl, 1'i 2'leştirmeden anlayamaz ve kendisinde bütün nisbetlerin berhava olduğu sonsuz mücerredi kavrayâmaz. Sâf vahidi idrak, ruhun işi... Onda da hesap yok, kabul etmek var... Hızlı hızlı tespih çeken bir velî'ye sorarlar: - Tespihte ne arıyorsun? - Gafleti arıyorum!.. Gaflet... Sırasına göre belki en büyük nimet... Fakat esasta zehirlerinzehiri... Ey müslüman, sana düşen nimetse sadece çile... Uyumamak ve düşünmeye memur olmak... Bu çile kapısından erişilecek dünyayı bilseydin, yatağını ve yorganını satardın! SIR Lügatlerde "sır" kelimesi var da, buna rağmen Allah'ı anlamayanlar var... Hâle bakın siz!.. Aklın kuşattığı hiçbir yerde sır yok, kuşatıldığı her yerde sır var... Allah'ın kuşatılması muhal, kuşatması da mutlak olduğuna göre, ona giden yol sır idrakinden başka ne olabilir?.. Sır olmasaydı "meçhul" olur muydu hiç?.. Meçhul olmayınca da, ne fikir, ne ilim, ne sanat... Sanat, Allah'a sır caddesinden giden fener alayı... Sanatkâr, ayda, güneşte, çizgide, renkte, seste kimi aradığını bilseydi onun isminden başkasını ağzına alamazdı. O ki, beni kuşatır ve hâkimiyeti altına alır, benim için bir sır olur. O ki, hâkimdir, mahkûmun gözünde sırdır. O ki, büyüktür, küçüğü kuşatır. Ve O ki, en büyüktür ve her şeyi kuşatmıştır, kuşatma âleti olan akıl tarafından nasıl kuşatılabilir? İşte Allah'ı anlamak, bu en büyüğü anlamak, yani anlamanın muhal olduğunu anlamak dâvası... Aklı bir anda vecde döndüren bu anlayıştır ki, anlamaya hiç pay kalmayan yerde tam anlamaktır. Sır anlayışı... Şu "anladım" tesellisiyle, gölgelere hacim izafe edip ölçe biçe gidenlere ve Allah'ın her zerreye nakşettiği büyük sır kapısını görmeyenlere nisbet, en âdî hayvan ne kadar âlîdir. Böyleleri için Kur'ân'daki "Hayvandan aşağı" tavsifinden işte bir hikmet zerresi!.. Gözleri kör bir sahabî, Allah Resulünün îlâhî visale kavuşmalarından sonra Hazret-i Âyişe'ye gitti. Mübarek Peygamber zevcesi kör sahabîyi huzuruna kabul etmeden sımsıkı örtündü, kapandı ve ondan sonra haber gönderdi: - Buyursunlar!.. Vaziyeti anlayan sahabî: - Ben körüm, dedi; görmüyorum, niçin örtünüyorsunuz?.. Hazret-i Âyişe'nin cevabı, sır idrakinin en ince noktasına erişen bir derinliktedir: - Siz görmeyebilirsiniz; ben sizi görüyorum ya, kâfi... CÜCE Akıl, cüceler içinde belki en becerikli cüce; fakat muhakkak ki, bir cüce... Mesafeleri karış karış ölçmeyi, zamanı tık tık saymayı, develere çelme takmayı, cücelere ökçeli iskarpin giydirmeyi, denize dalmayı, havada uçmayı, daha birçok şeyi; birçok şeyi bilir fakat birşeyi bilmez: Eğer kırk bir mizan ve tecrübe işaretiyle defterinde kayıtlı değilse, bir kere birin kaç ettiğini... Fakat bir büyüğün dediği gibi, ne sadece akılla olur, ne de büsbütün akılsız... Ona da vazife vermiş sahibi... "Peygamberlik tavrı aklın verâsıdır" sözünden daha üstün bir hikmet dinlemedim. Büyük bir velînin bu muazzam buluşunu, büyük ve çilekeş İmam-ı Gazalî ne güzel ifadelendirmiş: - Gördüm ki, akıl izmihlal içindedir ve her şer Peygamberin ruhaniyetine yapışma davasıdır; aklı bıraktım ve ona yapıştım. Gerçek akılsız, dolayısiyle nasipsiz kimdir bilir misiniz? Ne aklın altında kalıp da onu hiç kullanmadan inanan, ne de aklın üstüne çıkıp onu akıl aleyhinde kullanarak inanmaya bakan... Akılsız, aklın içinde kalandır; akıl fıçısı içinde, "nârıbeyzâ"dan aşk parmaklariyle cidar pencereleri açamadan ve bu işte aklı kullanmadan ermeye de yol kapalı... Akılla aşk nasıl geçinebilsin?.. Akıl, kemmiyetin uşağı; ve aşk, keyfiyetin meczubu... Keyfiyet ise şu kadar kırat pırlanta gibi kemmiyetin şahitliğine muhtaç... PÜF Akıl, o "ufacık fıçıcık, içi dolu turşucuk" maskara, inanmadığı şeylere "acaba, ya olursa, belki" gözüyle bakar da, inandığı şeylere "niçin, ne sebeple, neden dolayı" gibilerden bir şüphe tavrı ve ille anlama kaygısı gösterir. Bu inceliği, aklın sınırlarını yırtmış olan İmam-ı Gazalî de harikulade bir akılla yakalamıştır. İlle anlamak isteyenler, eğer aklı anlar gibi olsalardı, gönül güneşinin yanında akla bir kibrit alevinden fazla değer vermezler ve birçok yerde onu püf diye söndürmeyi bilirlerdi. Ona "püf!" de ki, güneş açılsın!.. NE GÜN? Eli inmeli, dili düğümlü, kalbi buruk, edası pısırık, sermayesi korkak, işi ürkek, ahlâkı katlanmak, ibadeti saklanmak... Bu mu müslüman?.. Velînin sahabîler üzerindeki hükmü malûm: - Siz onları görseydiniz deli derdiniz; onlar da sizi görselerdi "bunlar müslüman değil!" derlerdi. Müslümanlık iddiacıları! Ne gün divaneleşeceksiniz?.. MUHAL FARZ Şeriatte "muhal farz" demek ve bilmek şartıyla akla, hakikati tersinden muhakeme ve nefyi yolundan tespit hakkı verilmiştir. Hendesedeki "aks-i dâva"larda olduğu gibi... Muhal farz: - Allah olmasa, oluş ne olur? Şeklinde... Bu noktada beyin çatlar ve hüküm şöyle gelir: - Muhal farz, Allah olmasa insan için tek gaye, atomu çatlatırcasına dünyayı berhava etmek ve bir elden hayata son vermek olur. Muhal farz: Şeriat, boynu, elleri ve ayaklarıyla insanın çarmıha gerilip tek noktaya baka baka çıldırması ve ölüm nimetinden de mahrum, öylece kalması demek olsa tek saadet bu olur. Muhal farz: O'nun yolu ebedî cehennem olsa sonsuz devlet bu olur. Bana: "- Kuzum sen çıldırıyor musun, bu dipsiz fikirler de ne oluyor?" diye çıkışmayın! Bu dipsiz fikirler, her şeyin Kâinatın Efendisinden geldiğini, O'nu Allah'tan sonra "1" diye kabul edip bütün sayıların işte bu "1" etrafında halkalanmakla hayat bulacağını, O olmasaydı, eflâkin yaratılmamış olacağını anlamaya yaklaşmaktan geliyor. Siz yer çekimi sayesinde topuklarınızın dibine basar ve dengenizi bulurken, ben, bu soydan bütün dengelere boş vermiş, başımın topuklarıyla yedinci kat gökte çekimlerin çekimi noktasına, dipsizliğe tutulmuş bulunuyorum. Aman, aman, aman!.. Muhal farz, Allah olmasaydı, bu kadar zulmün, bu kadar yanlışın, bu kadar küfranın, bunca mazlumluğun, bunca hakkın, bunca gözyaşının hesabı ne olurdu? Bu hesabın oluşu, oluşunun hasreti, oluşunun zarureti ilân ediyor ki, Allah var!.. Var olmaktan fışkıran bunca varlık yokluğa nasıl sığar? Ahenk ve nizamdan gelen bunca şey, hayâl edilmesi bile imkânsız bir nisbetsizlik ve karışıklıkta nasıl toplanır? Muhali konuşuyorum, anlamıyor musunuz? Yalnız Allah var!.. Kaynak: Vecdimin Penceresinden, BD yayınları. Share this post Link to post Share on other sites
EŞREF 2 Report post Posted August 17, 2007 ALLAH RAZI OLSUN. KİTABA BUGÜN BAŞLADIM. HAZMEDE HAZMEDE OKUMAYA ÇALIŞIYORUM. Share this post Link to post Share on other sites
nurulhak 22 Report post Posted July 22, 2009 VECD Allah de ve sus! Başka hiçbir şey söylemeye değmez... Vecd hali budur ve aşk onun sürükleyicisi... Kendini bilmek, kendini unutmakta... Unuttuğunu bile bilmemekte... Bir noktaya geliyor ki, insanda İlâhî tecelli, kendi varlığından başlayarak her varlığa o varlık için bakmak küfür oluyor. İman ise, Allah'ta yok olmak, her şeyi unutmak, hiçbir şeyin farkında olmamak ve kendinden geçmek... İnsan ruhunda şimal ve cenup kutuplarına kadar keşfedilmedik nokta bırakmayan büyük velîler silsilesinin düsturunu şimdi anlıyorum: Kendinden geçmek iman, Kendinden olmak küfür... Aşk atom bombası... Atom bombasiyle çukur açmak dururken iğneyle kuyu kazılır mı? Bomba aşk ve akıl iğne... Bu dünya bir "zıll-ı zail - kaybolucu gölge"dir. Bütün cümbüş, bunca kavga ve bu kadar yanlış istikamet, iş-te bu "zıll-ı zail" üzerinde... Olan yalnız Allah... Ölçü yalnız O'nun getirdikleri... Evet "yok" da Allah'ın mahlûku... Bunu bilselerdi, bugün "var"ların onunla var olduğunu ve Yaradan'dan başka "var" olmadığını anlarlardı. Gece bile güneş olmayınca olan bir şey değil; ayrıca yaratılmış olması gereken bir oluş... Yalnız O var ve bu iş bu kadar... Aklı kopuncaya kadar geremedikçe, bunu yapamadıkça, ya taklitçi mümin, yahut sersem kâfir olmaya mecbursun! Aşk, aşk... Aşk selâhiyettir, aşk mülkiyettir, aşk hâkimiyettir. Onun içindir ki, gerçek âşık ne cehennem korkusuyla titrer, ne cennet iştiyakıyla yırtınır. O yalnız Allah'ın likasına (yüzüne) ve rızasına bakar. Share this post Link to post Share on other sites
Selmanbey 39 Report post Posted December 29, 2009 BEN! * * * Büyük Velî Abdülhakîm Efendi Hazretlerinin en güzel sözlerinden birisi, ermişlerin benlik haline dair şu görüşü; "- Mevzuunu bulamaz ki, ben diyebilsin..." Bizse "ben"den başka mevzuu olmayan biçareleriz. * * * İlâhî azamet karşısında insanı öyle bir haşyet sarıyor ki, konuşmak, lâf etmek, düşünmek, uzanmak, dalmak bile O'na baş kaldırmak gibi geliyor. İbadette Allah'ın liyakati alnından, ellerinden, dizlerinden ve ayaklarından yere bağlı olmak, secdeye çivilenmektir. Ben kimim, ben, ben, ben?.. O var, ben yokum!.. Onunla görüyor, onunla işitiyor, onunla sesleniyor, onunla ayakta durabiliyor ve sonra "Ben" diyebiliyoruz. Velîyi "mevzuunu bulamaz ki ben desin!" Diye tarif eden Velî'ye kurban olayım!.. * * * Benim elim, benim ayağım, başım, gözüm, kalbim vesaire... Vücudumuzu terkip eden her şeyi "benim" diye sayıp tüketebileceğimize göre ya "ben" nerede?.. O kimin? Vecdimin Penceresinden Share this post Link to post Share on other sites
Selmanbey 39 Report post Posted December 29, 2009 Gecenin iki buçuğu... Dostumla benlik ve egoizma bahsinde veliler etrafında mütala ediyoruz. Elimde günlerce sebebsiz yere, ne için taşıdığımı bilmediğim Mümin-Kafir kitabı... Bu kitaba kaç gündür elim neden gidiyor?.. Dostum konuşurken ben kitabı dürüp dürüp sayfalarını karıştırıyorum. Selmanbey dedi; bu velilerde benlik mevzuu kafama çok takılıyor! Yahu o mübarek zatlar hiç olmassa ''ne kadar büyük nasip sahibiyiz'' bile demiyorlar mıdır?.. Bu nasıl bir işdir! Akıl çatlıyor!.. Sessizlik... Ya Necip Fazıl dedi; hadi velilerin tavrını geçtim ya bu adam aklından hiç geçirmemiş midir ''Ben koca Necip Fazıl, kitleleri peşinden sürükledim!'' Onu da geçsek, yahu bu kafir nefs hiç mi içinden böyle şeyler geçirtmez! Anlıyorsun değil mi Selmanbey! 'Evet anlıyorum' dedim. O sırada müthiş şeyler olmaya başladı. Dikkat kesilin! Sayfaları düre düre çevirirken durdum. Daha doğrusu durduruldum!.. Sesli sesli okumaya başladım: "- Mevzuunu bulamaz ki, ben diyebilsin..." Şok! Devam... Kapadım kitabı. Tekrar açtım: İlâhî azamet karşısında insanı öyle bir haşyet sarıyor ki, konuşmak, lâf etmek, düşünmek, uzanmak, dalmak bile O'na baş kaldırmak gibi geliyor. İbadette Allah'ın liyakati alnından, ellerinden, dizlerinden ve ayaklarından yere bağlı olmak, secdeye çivilenmektir. Ben kimim, ben, ben, ben?.. O var, ben yokum!.. Onunla görüyor, onunla işitiyor, onunla sesleniyor, onunla ayakta durabiliyor ve sonra "Ben" diyebiliyoruz. Velîyi "mevzuunu bulamaz ki ben desin!" Diye tarif eden Velî'ye kurban olayım!.. Korka korka kitabı kapadım. Gözlerimiz doldu... Tekrar açtım: Benim elim, benim ayağım, başım, gözüm, kalbim vesaire... Vücudumuzu terkip eden her şeyi "benim" diye sayıp tüketebileceğimize göre ya "ben" nerede?.. O kimin? Yeter artık! * * * Üstad Necip Fazıl hazretlerine ''benlik'' itham eden budalaları böylesi bir nefs muhasebesine davet ediyorum. Bu yaptığımle nefsime mi yem verdim? Allah'a ısmarladık... Selametle... Share this post Link to post Share on other sites
thelordofthebaron 2 Report post Posted December 29, 2009 Allah razı olsun. Allah bizlere de benliğimizi öldürüp nefsimize baş eğdirmeyi nasip etsin inşallah... Share this post Link to post Share on other sites
Ya-Leyl 333 Report post Posted September 11, 2012 ŞÜPHE Her şeyden şüphe ediyorduk; her şeyden... Gördüğümüz eşyadan, duyduğumuz sesten, aldığımız kokudan, tuttuğumuz maddeden, her şeyden... Hattâ şüphe eden akıldan!.. O kadar şüphe ettik ki, nihayet şüphesizi bulduk... Ey şüphe eden ahmak, şüpheyi bilseydin imanı anlardın!.. - Şüphe çölünü aşacak kadar kuvvetli olduğunuza inansaydım, size, Allah'ı bulmanız için şüphe edin derdim. Allah, varlığını ispat yolunda hiçbir delil gayretine düşülmediği vakit, büsbütün belirir. Şüphenin de Hâlikindan şüphe etmek, delilin de Halikını delile bağlamaya kalkışmak?.. Olur iş mi?.. (1947 BD) Share this post Link to post Share on other sites
Ya-Leyl 333 Report post Posted September 13, 2012 İHLÂS Dua, dua, dua… Boyuna dua edelim… Hiçbir dua çevrilmez. Elverir ki, edebilelim… Boyuna isteyelim… Hiçbir istek döndürülmez… Elverir ki, isteyebilelim… Mâlik, mahruma vermez olur mu?.. Bunun için yaratıldık. İsteyelim!.. Elverir ki, istemeyi bilelim… Ümmetin, sahabîlerden sonra en büyük ferdi İmam-ı Rabbânî hazretleri, “Allah, vermeyeceğini istetmez” buyuruyor. Bu ölçüdeki hikmeti sezenler, bir şeye malik olmak için o şeyi istemenin yeter olduğunu anlarlar. Ama istemenin istemek olması için dudakların yetmeyeceğini anlasalar… Ey İhlâs!.. Senin olduğun yerde hiçbir şey eksik değildir! 1 Share this post Link to post Share on other sites
Ya-Leyl 333 Report post Posted September 16, 2012 ŞÜKÜR Allah'ım, sana ettiğim şükürlerin başında şu var : Beni, yeniler ve ileriler içinde gözün göremeyeceği kadar yeni ve ileri olan İslâma bağladıktan sonra, onu, birçok göze, eskiler ve geriler içinde en eski ve en geri bir dâva diye gösterdin; ve böylece bana, herkesin kolayca hükmettiği bir mevzuda izahı en çetin ve kaba gözlere karşı dış görünüşün aksine en mahrem meselenin müdafaasını yükledin, böylece koşu dairesi üzerinde, sırf, aradaki kim bilir kaç devirlik mesafe yüzünden kaplumbağaların arkasından geliyor gibi görünen tazıya karşı kaplumbağaları kahkahalarla güldürdün!. Allahım, sana şükrederim!.. 18 NİSAN 1947 1 Share this post Link to post Share on other sites
Ya-Leyl 333 Report post Posted September 20, 2012 AĞAÇ VE BÖCEK Varlık hudutsuz girift bir ağaç… Ve sen ey Kâinatın Efendisi; onun, hudutsuz girift köküsün! Bu köke bağlı gövde… Bu gövdeye bağlı ince dal… İnce dala bağlı yaprak… Yaprağın üstünde el ayası gibi lif lif bir ağaç haritası… Onun üstünde de küçücük bir böcek… Ben de buyum!.. Bütün insanlık budur!.. Ve senin getirdiğin nizam ağacının en küçük yaprağında bir böcek olmaktan üstün paye yoktur! 3 Share this post Link to post Share on other sites
Ya-Leyl 333 Report post Posted September 28, 2012 ESRAR ***İhata edilen her şey, ihata edenin esrarı içindedir. ***Her şey Allah tarafından ihata edilmiştir. ***Böylece insan ruhunu, hayranlık, vecd ve aşka sokan, esrardır; ve esrar Allah-tan getir. ***Ham softada esrar idraki yoktur. ***Bütün tasavvuf esrardır. ***Akıl esrarı sıyırmak ister, «sıyırdıkça esrar daha ziyade kesafet bağlar. Bugün müsbet bilgiler ‘bu noktaya kadar gelmiştir. ***Allah'a esrar yolundan bağlanınız.. ***Esrarı anlamak, anlamamayı anlamaktır. ***Her şey anlamaktır; yâni anlaşılamıyanı anlamak... ***Şeriat, dış görünüşündeki billûr gibi vuzuhuna rağmen içiyle bütün bir esradır. ***Garp (mistik) leri esrarın batıl ve sun’î tarafliariyle avladılar ve avlandılar. ***Güzellik esrardır. 1 Share this post Link to post Share on other sites
Ya-Leyl 333 Report post Posted October 9, 2012 AŞK Çocuğa ana karnında ruh üfleyen, tohumu hararet içinde çatlatan, ampulü nurla dolduran, Çin Seddini yükselten, Süleymaniye kubbesini dokuyan ve öksürüklü Mantık hesaplarını paçavraya çeviren aşk, insan hilkatindeki "ol!" hamlesinin birinci sırrı... Her şubede her işi aşk yapacak, akıl hesaplayacaktır. Ve bunlar birbirleriyle hiç geçinemeyecekler... (Sidre-tül-müntehâ)ya kadar dayanıp oradan ileriye geçemiyen, geçerse kanadlarının yanacağını bildiren Melek, aklın mümessilidir. - Buradan ileriye nasıl geçilir? Suâline Cebrail şu cevabı verdi: - Buradan ileriye akılla geçilmez, aşkla geçilir!.. Kederin hakikati Allah'tan uzaklık, safanın hakikati Allah'a yakınlık, varlığın hakikati Allah'ta yok olmak, aşkın da hakikati Allah'ı sevmektir. 1 Share this post Link to post Share on other sites
Ya-Leyl 333 Report post Posted December 12, 2013 Ne olur bu kitabı okumayan kalmasın ! Bütün manevi hastalıklarınıza ilaç gibi gelecek. 1 Share this post Link to post Share on other sites
hafakan 195 Report post Posted September 30, 2014 HASTAHayretler içindeyim! Biri yolda düşüp bayılsa, koşarlar, kaldırırlar, eczaneye, hastaneye, bir yere, bir tarafa götürürler. Körün, sağırın, çolağın, topalın, şunun, bunun, teker teker bir hastalık teşhisi ve deva merkezi var... Böyleyken küfür hastalığının dispanseri yok... Çünkü kâfir iki ayağı üzerinde durabilmektedir; gözlerinin gördüğü, kulaklarının işittiği, aklının işlediği sanılmaktadır. Ah o göz ki, görmeye, o kulak ki, işitmeye, o akıl ki, düşünmeye perdedir; ve bunların sahibi sıhhatte bilinmekte... Öbür hastalar da kim oluyor? Yok mu bu hastaları, bu öldükten sonra ölmeye gidecek çaresizleri kurtarmaya bir çare?.. Nerede bunlara mahsus sıhhî imdat otomobilleriyle garajları dolu büyük cemiyet (agora)sı?.. vecdimin Penceresinden 1 Share this post Link to post Share on other sites
hafakan 195 Report post Posted March 27, 2015 Avrupalı, meşhur bir maddeci doktorun sözü: "Ömrüm boyunca binlerce kadavra üzerinde otopsi yaptım, kadavraların her noktasını kesip biçtim; fakat hiçbirinde ruh diye bir şeye rastlamadım." "- Hangi yemekleri seviyorsan, onları ömrün boyunca çatal, bıçakla karıştır; bakalım bu aletlerle hiçbirinde lezzet diye bir şeye rastlayacak mısın?" vecdimin Penceresinden Share this post Link to post Share on other sites