Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Muvazene

Abdülhamid Han Piyesinden Bir Bölüm

Recommended Posts

Birinci Perde

 

 

Birinci Tablo

 

 

[İç perdenin ayırdığı ön sahne… İki yanda ve ortalarda empresonist çizgilerle, Yıldız Sarayı parkına bakan büyük pencereler… İki maket… ]

 

 

( Muhteşem koltuğunda Abdülhamid… Kılığı, siyah renkli ve gayet basit bir setre-pantolon… Hafif yatık fes… Kolalı dik yaka ve siyah kıravat… Sağındaki koltukta Osmanlı Yahudisi…Solundaki iki koltukta da birinci ve ikinci Yahudiler… Yahudiler İstanbulinli ve açık başlı…Osmanlı Yahudisi dolgun bıyıklı ve matruş… Öbürlerinden, baştaki, kıvırcık top sakallı, yanındaki de uzun siyah sakallı…)

 

 

 

ABDÜLHAMİD- ( Osmanlı Yahudi’sine, tane tane ve gayet vakarlı) Daha neler yapmayı, bize ne yardımlarda bulunmayı düşünüyor ( Solundaki Yahudilere bakarak ) soydaşlarınız.

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- Bütün Düyun-u Umumiye borcunu sildirmeyi, efendimiz!

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Onu ben kendi öz gelirimden sildim. Geriye çok az şey kaldı.

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ-Öyleyse efendimiz; bir o kadar da devlete hediye…

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Devletten ne anlıyorsunuz?

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- Zat-ı Şahanelerini, efendimiz!

 

 

 

ABDÜLHAMİD- ( Gülümser) “Devlet Benim!” diyen Fransa Kralına mı benzetiyorsunuz beni ?

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- Pek güzel buyuruyorlar efendimiz! Biz de Müslümanların devletine hayırlı olmak istiyoruz. Osmanlı Yahudilerinin bu devlete üç yüz kadar yıllık sadakatleri efendimizin malumlarıdır.

 

 

 

ABDÜLHAMİD- ( İnce bir istihza tavrıyla) Evet, malum!

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- ( Anlamamış gibi ) Şahane cedleri Kanuni Sultan Süleyman hazretleri, İspanya’dan ve dünyanın her tarafından kovulan Yahudilere kerem ve lütuf kollarını açtılar. O tarihten beri Yahudilik belki onbeş asırdır hasret çektiği himaye kucağını yalnız Türklerde buldu.

 

 

 

ABDÜLHAMİD-Ceddim Kanuni Sultan Süleyman, Yahudileri sarayına soktu ve oğluna bir Yahudi kızı aldı. Para ve ticaret işlerinin de Yahudilerin eline geçmesine göz yumdu.

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- Evet, evet efendimiz !

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Şimdi ben de aynı şeyleri mi yapmalıyım? Benden bunu mu istiyorsunuz?

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ-Hayır efendimiz; içinde bulunduğumuz zaman ve mekan, ancak Türklere yakışır bu türlü ihsanlara müsait değildir. Bizim istediğimiz Filistin’de, büyük bir çiftlik kadar bir toprak parçası… Şahane lütfunuz sayesinde Filistin’de küçük bir Yahudi yurdu kurmak, orada haşmetli iradeniz altında ve huzur içinde yaşamak, devletinizin beka ve saadetine duacı ve yardımcı olmak istiyoruz. Bunun için de ( Öbür Yahudileri gösterir.) büyük Avrupa sermayesinin temsilcileri olan şu Yahudi kullarınız ,“ Hazine-i Hassa” nıza arz ettiğimiz gibi, milyonlarca İngiliz altınını saymaya hazırdırlar.

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Bunu niçin istiyorsunuz? Siz sığıntı olduğunuz ülkelerin, sahiplerinden daha fazla hakimi değil misiniz? Vatan, millet kaygısından size ne ? Onu başkalarına bırakın ! Sanatınız gereğince vücudun kan damarlarında dolaşmak dururken, ne diye meydana, deri üstüne çıkacaksınız? Bunu anlayabilir miyim?

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- En nazik noktaya parmak bastınız, efendimiz! Görülüyor ki, biz milletleri içlerinden zaptetmek değil, her yerde mesud olduğumuz halde kendimize dış planda bir yurd edinmek tesellisine muhtaç bulunuyoruz. İyi niyetimiz bu masum emelden belli değil midir, efendimiz! Hem bu yurd, bütün dünya Yahudilerinin oraya göç edeceği manasına gelmez. Küçük ve nümunelik bir yurd; hepsi o kadar…

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Yani her memleketteki imparatorluğunuzdan sonra üstelik Filistin’de eski vatanınızda, İslam dünyasının en hassas geçit noktasında, bir de imparatorluk kurmaya doğru gedik açmak istiyorsunuz !

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- Fakat efendimiz!

 

 

 

( Abdülhamid ayağa kalkar. Yahudiler de onu takip edip yerlerinden fırlarlar)

 

 

 

ABDÜLHAMİD-( Osmanlı Yahudisine) Soydaşlarınıza deyiniz ki; 34’üncü Türk Padişahı İkinci Abdülhamid, Tunus’tan Van Gölüne ve Balkanlardan Yemen’e uzanan imparatorluğuna bir o kadar ilave edilse bile, Yahudilere, Filistin’de veya vatanın herhangi bir köşesinde kurabiye miktarı toprak vermez! ( Kendisine dik dik bakan Osmanlı Yahudisine elini uzatarak ) Bir gün benden hesap soracak gibi bakıyorsunuz !

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- Estağfurullah efendimiz !

 

 

 

ABDÜLHAMİD-Konuşmamız burada bitiyor, efendiler!

 

 

 

(Osmanlı YAhudisi yerlere kadar eğilip Hünkarı selamlıyor. Öbürleri de aynı şekilde hareket ederler. Abdülhamid daima dimdik… Yahudiler aynı geri yürüyüşle soldan çıkarlar. Abdülhamid, koltuğunun yanıbaşındaki küçük masada duran el zilini çalar. Sağdan harem ağası girer. Elleri divan vaziyetinde, eğilir. )

 

 

 

ABDÜLHAMİD- ( Harem Ağasına ) Şeyhülislam efendi bekliyorlar mı?

 

 

 

HAREM AĞASI-( Başını kaldırıp el pençe divan vaziyetinde durur) Evet efendimiz!

 

 

 

ABDÜLHAMİD-Buyursunlar !

 

 

 

( Harem Ağası geri geri yürüyerek çıkar. Abdülhamid, küçük masadaki kutudan bir sigara çekip yakar. Sağdan Şeyhülislam efendi gelir. Birkaç adım atıp dimdik durur. Beyaz sarıklı, beyaz cübbeli, yeşil harmanili …)

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Esselamünaleyküm, sultanım!

 

 

 

ABDÜLHAMİD-Aleykümselam, efendi hazretleri!

 

 

 

( Şeyhülislam elleri önünde kavuşturup eğilir)

 

 

 

ABDÜLHAMİD-( Sağdaki koltuğu göstererek ) Şöyle buyurun efendi hazretleri!

 

 

 

( Şeyhülislam, gösterilen koltuğun başına geçip ayakta bekler. Abdülhamid koltuğuna oturunca, o da yerine ilişir. )

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Sizi şunun için davet ettim; Masonluk hakkında ne biliyorsunuz?

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Fazla bir bilgi sahibi değilim, sultanım!

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Eğer masonluk Yahudi emellerini avlamaya mahsus bir tuzaksa…

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Çok feci, sultanım!

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Daha değil!... Sırf Yahudi servet ve sermayesinin sevk ve idaresine memur ve bütün cihana yaygın, tahripçi bir gizli ordu teşkilatından ibaretse…

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Daha ne olsun, sultanım?...

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Bu kadarı da yetmez ! Ve eğer masonluk, tek kasdı dini ve milli birlikleri çözmek olan Yahudi dehasının, kardeşlik ve insanlık maskesi altında halkı fesada vermekle vazifeli ocağı ise…

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Aman sultanım !

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Ve hedefi, kalblerden, insanlığın biricik topluluk mihrakı din duygusunu silmek, Allah ve Resulüne itikadı söküp atmaksa…

 

( Dehşetler içinde bakan Şeyhülislama bir nazar atıp devam eder ) Eğer böyle ise hükmünüz ne olabilir ?

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Küfrün en mel’unu, Şevketmeab!

 

 

 

( Abdülhamid ayağa kalkar. Şeyhülislam da beraber…)

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Fetvayı vermeye hazırlanınız! Masonluk budur ve küfrün en mel’unudur. Gereken vesikaları size getirecekler…

 

 

 

( Abdülhamid elini Şeyhülislama uzatır. Şeyhülislam bu ele kapanıp onu öpmek istercesine eğilir )

 

 

 

ABDÜLHAMİD- ( Elini çekerek ) Başınızı kaldırın, Şeyhülislam efendi!Taşıdığınız sarık eğilmez.

 

 

 

( Şeyhülislam, elinde Abdülhamid’in eli, o vaziyette kalır. Işıklar kararır.)

 

..................

Share this post


Link to post
Share on other sites

İkinci Tablo

 

 

 

[Hamidiye camiinin caddeye yol veren holü…Cephede, iki kanadı açık, giriş ve çıkış kapısı…]

 

 

 

( Sağ kenarda Şeyhülislam… Biraz ilerisinde ve gerisinde birkaç sarıklı daha…Dışarıda at kişnemeleri…Uzun durak…İçeriden dua sesleri geliyor…)

 

 

 

DUACININ SESİ- Yarabbi, Müslümanların devletini “ Ebed müddet” eyle!

 

 

 

KORO- Amin! Amin!

 

 

 

DUACININ SESİ- Yarabbi, asırlardır İslam’a üşüşen belaları kaldır. Müslümanları Kuran’ındaki “Yalnız çalışana veririm” buyruğuna davet et ! Onlara, buyruğundaki hikmeti anlamayı nasib eyle!

 

 

 

KORO-Amin, Amin !

 

 

 

DUACININ SESİ-Yarabbi, göklere uzanan titrek eller yüzü suyu hürmetine, tenhalarda ağlayan müminlerin göz yaşlarındaki nur yüzü suyu hürmetine, ta gönülden kopan Allah sesinin ateşten ihtizazı yüzü suyu hürmetine, bu devleti en nazik deminde teslim alıp Sırat köprüsünden geçirici dirayetli Halifemiz ve Şevketli Padişahımız Abdülhamid Han’a, selamet, saadet ve muvaffakiyet ihsan buyur!

 

 

 

KORO- ( Coşkun ) Amin, Amin!

 

 

 

DUACININ SESİ- Fatiha !

 

 

 

( Sesler durur. Kenardakiler, bir iki dudak kırpışından sonra elleriyle yüzlerini sığarlar. Soldan, hızlı adımlarla harem ağası gelir. Şeyhülislamın karşısında durup onu hürmetli ve temennahla selamlar.)

 

 

 

HAREM AĞASI- Efendimiz mahfilden iniyorlar.

 

 

 

( Harem ağası Şeyhülislamın arkasına geçer. Şeyhülislam ve yanındakiler vaziyet alırlar. Soldan, üniformalı Abdülhamid… beyaz eldivenli….Arkasında mabeyin müşürü, musahib ve yaverler…Şeyhülislam ve yanındakiler ellerini önlerine kavuşturup eğilirler. Dışarıdan yine kişneme sedaları…)

 

 

 

ABDÜLHAMİD- ( Şeyhülislama ) Merhaba, Şeyhülislam efendi hazretleri! Namazı aşağıda mı eda ettiniz ?

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Evet, şevketmeab; merasime nezaret etmek ve zat-ı şahanelerini burada karşılamak istedim.

 

 

 

ABDÜLHAMİD-Zahmet ettiniz ! Saltanat arabasında yanımda oturur ve saraya kadar benimle gelirsiniz!

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM-Zatı şahanelerinin minnettarıyım, şevketmeab!

 

 

 

(Abdülhamid, büyük kapının karşısına geçip dışarıya doğru bakar. Dışarıda ani bir toparlanma ve hazırlanma sesi… Çekilen kılıç ve tokuşan tüfek sesleri…)

 

 

 

YAKINDAN BİRİNCİ KUMANDA SESİ- Hazır ol!

 

 

 

UZAKTAN İKİNCİ KUMANDA SESİ- Hazır ol!

 

 

 

DAHA UZAKTAN ÜÇÜNCÜ KUMANDA SESİ- Hazır ol!

 

 

 

( Birbirine çarpan topuklar ve üst üste kişnemeler… Atların yeri eşen nalları… Çıkacak gibi görünen Abdülhamid geriye dönüp yine Şeyhülislamın karşısına geçer.)

 

 

 

ABDÜLHAMİD-( Şeyhülislama ) Bir lahza bekleyebiliriz. Vesikaları aldınız mı?

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM-Evet sultanım.

 

 

 

ABDÜLHAMİD-Tetkik ettirdiniz mi?

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Evet sultanım.

 

 

 

ABDÜLHAMİD-Fikriniz ve hükmünüz ?

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM-Küfrün en mel’unu, şevketmeab!

 

 

 

ABDÜLHAMİD-Fetvayı hazırlıyor musunuz?

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Evet şevketmeab!

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Öyle bir fetva olsun ki, bütün İslam alemi, hatta bütün dünya bu fesad ocağının içyüzünü tanısın…. Bu mel’anet ocağını Avrupa’ya ve Papaya tanıtmak da, bize ve Şeyhülislamımıza nasib olsun… Türkiye’deki din temsilcisinin irfan ve anlayışına bütün medeniyet alemi hayran kalsın…

 

 

 

( Abdülhamid tekrar kapıya doğru iki adım atar ve çıkacakmış gibi yapar. Dışarıda dikkat borusu… Sonra birden döner, yine Şeyhülislamın karşısına geçer.)

 

 

 

ABDÜLHAMİD-( Şeyhülislama ) Dikkat edilecek bir nokta daha var. Bu ocak hemen bütün dünyaya hâkimdir. Ya açık ve şiddetli yahut gizli ve sinsi bir mukabeleye girişebilir. Fetva o kadar sert ve yıldırıcı olmalıdır ki, bir müddet, ne yapacaklarını, nasıl karşılık vereceklerini bilemesinler. Başımıza ne gelirse gelsin, bizi içimizden yıkmaya bakan bütün gizli tertiplere harp ilanı… Anladınız mı Şeyhülislam efendi hazretleri ?...

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Evet sultanım.

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Bütün incelikleri sarayda tesbit ederiz.

 

 

 

( Birden, dışarıda, gökkubbe yıkılıyormuşçasına bir patlayış sesi… Hamidiye camiinin iki kanadı açık kapısının camları yere dökülürken, dışarıdan çığlıklar, acı at feryatları, devrilen araba gürültüleri, ah ve vahlar, korkunç kıyamet !)

 

 

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- ( Haykırarak ) Aman Yarabbi!!

 

 

 

( Mabeyin müşürü dışarıya koşar ve harem ağası elleriyle yüzünü kapatırken, kapıya dönen Abdülhamid asla istifini bozmaz. Dışarıda can hıraş bir kaynaşma gulgulesi… Koşanların, haykıranların, avaz avaz çığlık basanların sesleri… Şeyhülislam, Abdülhamid’in arkasında, dehşet dolu gözlerle kapı istikametinde bakıyor. Sarıklılar onun arkasında ve perişan biçimde… Muhasip donmuş gibi … Yaverler koşup çıkarlar. Bir silah sesi…Abdülhamid kapıya doğru iki adım atar.)

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- ( Padişahın arkasından avaz avaz) Sultanım, Sultanım !

 

 

 

( Abdülhamid cevap vermeden yürür. Kapıdan çıkar, ilerleyip kaybolur. Muhasip, olduğu yerden fırlayıp kapının ortasında mevki alır. Dışarıya bakıyor. Sesler bir an durmuştur. )

 

 

 

MUSAHİP- ( Bağırarak ) Hünkar bir arabaya doğru yürüyor !

 

 

 

( Uzun durak.. Bütün gözler kapı istikametinde… Herkes donmuş gibi…)

 

 

 

MUSAHİP- Ortada ne arabacı var, ne seyis!... Ay!... Hünkar kendi kendisine arabaya atlayıp dizginleri eline aldı! Hünkar kırbacı kaldırdı !

 

 

 

( Şeyhülislam ve sarıklar birer adım atıp bakarlar… Bir an durak.. Sert bir kamçı şaklayışı… Hareket eden arabanın nal ve tekerlek sesleri…)

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM-( Yüksek sesle) Hünkar iki tarafa başıyla selam vererek arabayı sürüyor ! ( Durak ) Bu hünkar, eşi olmayan bir insan !...

 

 

 

( Nal ve tekerlek sesleri… Ani bir alkış… Işıklar kararır.)

 

 

 

...........................

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Üstadın Künye, Kanlı Sarık, Mukaddes Emanet gibi yakın tarihi de kapsayan veya bizzat yakın tarih üzerine yazılmış olan piyeslerinin yanında, Abdülhamid Han piyesi hususi bir ehemmiyeti haizdir. Zira ismi geçen piyesler, genel manada Abdülhamid devrine duyulan bir özlemi dile getirmek veya bu devirde geçen olayları, bu devirdeki ruhu anlatmak amacıyla sayfalara dökülmüştür. Dolayısıyla bu piyes, tüm bu piyeslerin, en azından bir yönüyle merkezini oluşturan şahsiyetin etrafında kaleme alınmıştır. Üstad, hakkında "Abdülhamid'i anlamak, herşeyi anlamak olacaktır" ve "Güttüğüm cemiyet dâvasında tarihî şahsiyetlerden biri dâvama tam uygun, öbürü tam aykırı; biri başlıca dost, öbürü baş düşman, iki kutup seçmek ve bildirdiğim ölçülerle bunların portrelerini çizmek, öteden beri dileğim, hattâ borcumdu. ... Çeyrek asırdan beri yakasına yapışmış bulunduğum dost, işte: ULU HAKAN İKİNCİ ABDÜLHAMİD HAN..." dediği Abdülhamid Han hakkında, bu eserinde, Abdülhamid devrinin belli başlı hadiselerini ele alıyor ve bu hadiselerden yola çıkarak, o Ulu Hakan'ın hadsiz masumiyetini ve davalık çaptaki büyüklüğünü ispatlıyor. Bir devrin aynası olan ve bu eserde büyük bir isabetle seçilen birkaç hadise, Abdülhamid Han'ın perdelenmiş ışığını olanca netliğiyle gözler önüne sermeye yetiyor.

 

Abdülhamid Han'ı bu ülkede ilk defa savunan kişi olan Üstad'ın, Ulu Hakan hakkında kaleme aldığı, hem maddede, hem mânâda kelimenin tam manasıyla "kocaman" olan tezli eserine ayrılmış olan başlığa bu linkten ulaşabilirsiniz.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

BEŞİNCİ TABLO

 

...

 

MABEYİN MÜŞÜRÜ -Kader hareketsizlik midir efendimiz?

 

ABDULHAMİD -Hiç de değil!..Kader,elden geleni yaptıktan sonra yine her şeyi Allah'tan beklemektir.Fakat öyle ruh anları olur ki,Allah,teşebbüsü de kulundan selbeder.Baş ucunuzda sürahiyle su doldururken susuzluktan ölebilirsiniz!

 

(Dışarıdan bir alkış..)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu esere üstadın "Ulu hakan" adlı kitabında geçen ve tarihe ışık tutan fakat günümüzde bile farkedilememiş belli başlı olayları tiyatro hüviyetiyle gösterilmiş halidir diye bakabiliriz. Gayet başarılı sayılabilecek olan eserde Necip Fazıl, Yahudilerden, masonlardan, kendisine suikast düzenleyenlerden 31 Mart Vakasının beyinsiz topluluklara kadar tarih seyri şekil veren esas olayları manidar bir üslup ile yazmış. Şu ana kadar herhangi bir yerde oynandığını duymadığımız(belki de oynanmıştır biz duymamışızdır) Abdulhamid Han, Namık Kemal'in Osmanlı zamanında yazıp oynanan Vatan yahut Silistre adlı eseri gibi sistem yobazlarının kabul edemeyeceği nadide eserler arasındadır. Zira o çalışma da oynandığında ortalık ayağa kalkmış, sisteme karşı ihtilal yapılacakmış gibi bir hava uyandırılmış sonrasında ise olanlar olmuştur.

Tiyatro anlayışımız konusunda yetersiz olduğumuzu milletçe kabul etmek gerekir. Ki böylece düzeltmemiz gerken mevzuları da ortaya koymuş oluruz. İşte üstad da tiyatroyu, edebiyatın zirvesinde gören birisidir. Üstadın sahip olduğu tiyatro bakışını aynısıyla bizler de elde etmeliyiz. Tiyatro konusunda da kendimize "gerçek" bakışı göstermeli ve sonra tatbikine geçmeliyiz. Oynatmalıyız, oynamalıyız.

 

Saygılarımızla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Beni çok etkiledi bu eser. Özellikle de son perde. Ders ders ders... Tarihten ders almadığımız sürece bu belaya duçarız.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aşağıdaki alıntı Abdulhamid Han Piyesinin ikinci perde, beşinci tablosunda yer almaktadır. O kadar çarpıcı, o kadar etkileyici bir sahnedir ki, cinnet geçiren bir annenin çocuğunu öldürmeye çalışması gibi, akıl baştan gitmiştir o anda. 31 Mart Vakası'nda galeyana gelen askerler de aynı keza. Nasıl kışkırtılmışlar ve nasıl "düşünmek" kavramından uzaklar... Dehşet verici... Bilinçsiz cinnet dahi bu bilinçsiz yobazlığın yanında hiç mesabesinde...

 

Dışarıdan Bir Ses — Var olsun padişahımız!

(Uğultular, haykırışlar...)

 

Abdülhamid — (Pencereden bakarak) Geliyorlar!

 

Mabeyin Müşürü — Geliyorlar efendimiz!

 

Abdülhamid — (Mabeyin Müşürüne) Ben sizi hiç bir zaman bugünkü kadar telâşlı ve heyecanlı görmedim. Uçan kâğıt rüzgârın hızını belli eder, kaya onu durdurur. Kaya gibi olunuz!

 

Mabeyin Müşürü — (Başı önünde uzun uzun düşündükten sonra) Cevaptan âcizim, şevketmeab!

(Uzun durak... Soldan, biri çavuş, öbürü onba-şı, daha öbürü nefer, üç asker girer. Padişahı görünce koşup ayağına kapanırlar. Askerler kasaturalı..- Bellerinde ve çaprazvarî göğüslerinde fişeklikler...)

 

Abdülhamid — (Ayağına kapanan askerlere sert sert) Ayağa kalkınız! Bu tavır askere yakışmaz.

(Askerler ayağa kalkar ve padişahın karşısında esas vaziyetinde dururlar.)

 

Abdülhamid — (Askerlere) Nedir bu davranışınız?.. Ne istiyorsunuz?..

 

Çavuş — Şeriat istiyoruz, padişahım!

 

Abdülhamid — Şeriat yokmu ki, istiyorsunuz?

 

Çavuş — Şeriat istiyoruz padişahım!

 

Abdülhamid — Şeriatle ne istiyorsunuz?

 

Çavuş — Şeriat istiyoruz padişahım!

 

Abdülhamid — (Mabeyin Müşürüne) Ne hazin! (Askerlere) Sizi kim kışkırttı bu işe? Kışkırtıcılarınız kim?

 

Çavuş — Kendi kendimiz padişahım!

 

Abdülhamid — Başka?

 

Çavuş — Bazı sarıklı hocalar, padişahım!

 

Abdülhamid — Sarığı kâfir de, domuz da saramaz mı?

 

Çavuş — Biz sarığı sayarız, padişahım!

 

Abdülhamid — Ya zabitlerinizi?

 

Çavuş — Onlar bizi döğüyor, bize söğüyor padişahım!

 

Abdülhamid — Elbette döğer! Baba oğlunu döğemez mi?

 

Çavuş — Döğer padişahım! Böylesine saçımız keçe, canımız kurban...

 

Abdülhamid — Eeee?

 

Çavuş — Onlar bizim dinîmize, ırzımıza söğüyor padişahım!

 

Abdülhamid — (Mabeyin Müşürüne) Yazıklar olsun, okumuşluk maskesi altında milletle güdücülerinin arasını açanlara,Türkün ruhunu hor gösterenlere!.. Ne dersiniz, Müşür Paşa?

 

Mabeyin Müşürü — Bunlar, bir sınıf yeni zabit, Sultanım!.. Gereken kaynaştırmayı henüz yapamadık.

 

Abdülhamid — Henüz mü?

 

Mabeyin Müşürü — Asırlardır yapamıyoruz!

 

Abdülhamid — (Askerlere) Şimdi gidiniz arkadaşlarınızın yanına! Onlara, kışlalarına çekilmelerini, koğuşlarına kapanmalarını, kendilerini af ettiğimi, davranışlarından hiç bir ceza görmeyeceklerini, ama hemen kanunun ve zabitlerinin emirlerine girmelerini söyleyiniz!

(Askerlerin üçü birden ellerini feslerine kaldırarak selâm verir, sonra hep birden indirirler.)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dünya üzerinde müşahhas sahaya şekil verebilmesi için maddeye, bedene; maddenin özüne inip maddeyi hakikate araç kılması için de manaya, ruha, iç âleme mazhar kılınan insanın iç âlemiyle, ruhuyla dışına hâkim olabilmesi ve madenin, fiziki kuvvetin de ruh cevherine teslim olabilmesi için teşekkülü elzem ilk unsur, insanın özü olan ruhuna hitap eden dinden, İslam’dan geçmektedir. İnsan öyle bir varlık ki, sadece satıh üstü göz ile bakıldığında ruhu görünmeyen, göremeyenler tarafından da kabuktan ibaret sayılan insan, madde ve manadan mürekkep varlığı ile manasının, ruhunun teslim olduğu inanç mihverinde maddesini, beden gücünü kullanacak, ruhun hakikate bağlılığı nispetinde müspete yönelik bir aksiyon sergileyecek yahut menfi işler listesine imzasını atacak bir yapıdadır.

 

Madde ve manasıyla saf iman ve yakıcı aksiyona bağlı olduğu zamanlarda ordusunu da yani ruha bağlı yumruk gücünü Allah rızasına göre ulvi bir mefkûreye bağlayan mazimizde, bu gayenin tam zıddı olacak şekilde, ruhundan ayrı kalan, özünü şekillendiren İslam’dan uzağa düşen bir milletin ordusunun manadan, Allah rızasından, ötelerin ötesini kazanma iştiyakından nasıl uzaklaştığını ve bu uzaklaşma ile fikirsiz, çilesiz, şuursuz bir kabuktan ibaret kaldığını BDG kardeşimizin yukarıda yaptığı iktibasta görmek mümkündür. Üstadın, Zindandan Mehmed’e Mektup şiirinde geçen “insanlar zindanda birer kemiyet” mısrasını şiirden bağımsız düşünürsek, manası sıyrılan ve kazınan ordu, sadece bir kemiyet, kuru kalabalık, yumruğunu imanına değil nefsine adayan bir bedbaht, süfli arzuların zindanına hapsedilmiş bir güruh...

 

Çökmeye başlayan bir sarayın kırılan, dökülen yapısından bir kesit sunan bu mevzu, Abdülhamid Han’ın ne derecede çetrefilli bir ortama hâkim olmak durumunda kaldığını ve kurduğu nizamı yıkmak, attığı tohumları çıkarmak, ektiği filizleri sökmekten başka bir şey yapmayan muhataplarının arasında ne kadar da asil bir mazlum olduğunu görmek açısından önem arzetmektedir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadın bu eseri daha önceden izlediğim okuduğun anti abdülhamit hancı eserlere bir tokat mahiyetinde cevap niteliğindedir. onlarda yalanları hep muallakta kalmaktaydı. burada ise herşey yerli yerinde...

Share this post


Link to post
Share on other sites

BU GÜNKİ DANONE YOĞURTLARININ SAHİBİ SARAYA GELEN BU YAHUDİ KÖPEĞİNİN YANİ EMANUEL KARASU NUN YEĞENİNİNDİR BU ÜRÜNÜN ALINMAMASI İÇİN HERKEZ GEREKEN ÖZENİ GÖSTERMELİ

AYNI YAHUDİ KÖPEĞİ ULU HAKANI TAHTTAN İNDİRMEK İÇİN GELEN HEYETİNDE İÇİNDEYDİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

En büyük Türk hükümdarının ağzından dökülenlerin aynısını nakşetmiş sanki Üstad.Tarihten ders almanın vakti gelmedi mi hala?Biz kendi geçmişimizi kötüleyerek,onları küçümseyip yaptıklarını hiçe sayıp yapmadıklarını sırtlarına yükleyerek nereye kadar gidebiliriz.Bu devran Üstad gibilerinin ağzından elbet yıkılacak altından Türk tarihinin çamura bulanmış ama değerini asla yitirmemiş altın tarihi ortaya çıkacaktır.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest Mustafa

Birinci Perde

 

 

 

Birinci Tablo

 

 

 

[İç perdenin ayırdığı ön sahne… İki yanda ve ortalarda empresonist çizgilerle, Yıldız Sarayı parkına bakan büyük pencereler… İki maket… ]

 

 

 

( Muhteşem koltuğunda Abdülhamid… Kılığı, siyah renkli ve gayet basit bir setre-pantolon… Hafif yatık fes… Kolalı dik yaka ve siyah kıravat… Sağındaki koltukta Osmanlı Yahudisi…Solundaki iki koltukta da birinci ve ikinci Yahudiler… Yahudiler İstanbulinli ve açık başlı…Osmanlı Yahudisi dolgun bıyıklı ve matruş… Öbürlerinden, baştaki, kıvırcık top sakallı, yanındaki de uzun siyah sakallı…)

 

 

 

ABDÜLHAMİD- ( Osmanlı Yahudi’sine, tane tane ve gayet vakarlı) Daha neler yapmayı, bize ne yardımlarda bulunmayı düşünüyor ( Solundaki Yahudilere bakarak ) soydaşlarınız.

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- Bütün Düyun-u Umumiye borcunu sildirmeyi, efendimiz!

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Onu ben kendi öz gelirimden sildim. Geriye çok az şey kaldı.

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ-Öyleyse efendimiz; bir o kadar da devlete hediye…

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Devletten ne anlıyorsunuz?

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- Zat-ı Şahanelerini, efendimiz!

 

 

 

ABDÜLHAMİD- ( Gülümser) “Devlet Benim!” diyen Fransa Kralına mı benzetiyorsunuz beni ?

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- Pek güzel buyuruyorlar efendimiz! Biz de Müslümanların devletine hayırlı olmak istiyoruz. Osmanlı Yahudilerinin bu devlete üç yüz kadar yıllık sadakatleri efendimizin malumlarıdır.

 

 

 

ABDÜLHAMİD- ( İnce bir istihza tavrıyla) Evet, malum!

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- ( Anlamamış gibi ) Şahane cedleri Kanuni Sultan Süleyman hazretleri, İspanya’dan ve dünyanın her tarafından kovulan Yahudilere kerem ve lütuf kollarını açtılar. O tarihten beri Yahudilik belki onbeş asırdır hasret çektiği himaye kucağını yalnız Türklerde buldu.

 

 

 

ABDÜLHAMİD-Ceddim Kanuni Sultan Süleyman, Yahudileri sarayına soktu ve oğluna bir Yahudi kızı aldı. Para ve ticaret işlerinin de Yahudilerin eline geçmesine göz yumdu.

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- Evet, evet efendimiz !

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Şimdi ben de aynı şeyleri mi yapmalıyım? Benden bunu mu istiyorsunuz?

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ-Hayır efendimiz; içinde bulunduğumuz zaman ve mekan, ancak Türklere yakışır bu türlü ihsanlara müsait değildir. Bizim istediğimiz Filistin’de, büyük bir çiftlik kadar bir toprak parçası… Şahane lütfunuz sayesinde Filistin’de küçük bir Yahudi yurdu kurmak, orada haşmetli iradeniz altında ve huzur içinde yaşamak, devletinizin beka ve saadetine duacı ve yardımcı olmak istiyoruz. Bunun için de ( Öbür Yahudileri gösterir.) büyük Avrupa sermayesinin temsilcileri olan şu Yahudi kullarınız ,“ Hazine-i Hassa” nıza arz ettiğimiz gibi, milyonlarca İngiliz altınını saymaya hazırdırlar.

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Bunu niçin istiyorsunuz? Siz sığıntı olduğunuz ülkelerin, sahiplerinden daha fazla hakimi değil misiniz? Vatan, millet kaygısından size ne ? Onu başkalarına bırakın ! Sanatınız gereğince vücudun kan damarlarında dolaşmak dururken, ne diye meydana, deri üstüne çıkacaksınız? Bunu anlayabilir miyim?

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- En nazik noktaya parmak bastınız, efendimiz! Görülüyor ki, biz milletleri içlerinden zaptetmek değil, her yerde mesud olduğumuz halde kendimize dış planda bir yurd edinmek tesellisine muhtaç bulunuyoruz. İyi niyetimiz bu masum emelden belli değil midir, efendimiz! Hem bu yurd, bütün dünya Yahudilerinin oraya göç edeceği manasına gelmez. Küçük ve nümunelik bir yurd; hepsi o kadar…

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Yani her memleketteki imparatorluğunuzdan sonra üstelik Filistin’de eski vatanınızda, İslam dünyasının en hassas geçit noktasında, bir de imparatorluk kurmaya doğru gedik açmak istiyorsunuz !

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- Fakat efendimiz!

 

 

 

( Abdülhamid ayağa kalkar. Yahudiler de onu takip edip yerlerinden fırlarlar)

 

 

 

ABDÜLHAMİD-( Osmanlı Yahudisine) Soydaşlarınıza deyiniz ki; 34’üncü Türk Padişahı İkinci Abdülhamid, Tunus’tan Van Gölüne ve Balkanlardan Yemen’e uzanan imparatorluğuna bir o kadar ilave edilse bile, Yahudilere, Filistin’de veya vatanın herhangi bir köşesinde kurabiye miktarı toprak vermez! ( Kendisine dik dik bakan Osmanlı Yahudisine elini uzatarak ) Bir gün benden hesap soracak gibi bakıyorsunuz !

 

 

 

OSMANLI YAHUDİSİ- Estağfurullah efendimiz !

 

 

 

ABDÜLHAMİD-Konuşmamız burada bitiyor, efendiler!

 

 

 

(Osmanlı YAhudisi yerlere kadar eğilip Hünkarı selamlıyor. Öbürleri de aynı şekilde hareket ederler. Abdülhamid daima dimdik… Yahudiler aynı geri yürüyüşle soldan çıkarlar. Abdülhamid, koltuğunun yanıbaşındaki küçük masada duran el zilini çalar. Sağdan harem ağası girer. Elleri divan vaziyetinde, eğilir. )

 

 

 

ABDÜLHAMİD- ( Harem Ağasına ) Şeyhülislam efendi bekliyorlar mı?

 

 

 

HAREM AĞASI-( Başını kaldırıp el pençe divan vaziyetinde durur) Evet efendimiz!

 

 

 

ABDÜLHAMİD-Buyursunlar !

 

 

 

( Harem Ağası geri geri yürüyerek çıkar. Abdülhamid, küçük masadaki kutudan bir sigara çekip yakar. Sağdan Şeyhülislam efendi gelir. Birkaç adım atıp dimdik durur. Beyaz sarıklı, beyaz cübbeli, yeşil harmanili …)

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Esselamünaleyküm, sultanım!

 

 

 

ABDÜLHAMİD-Aleykümselam, efendi hazretleri!

 

 

 

( Şeyhülislam elleri önünde kavuşturup eğilir)

 

 

 

ABDÜLHAMİD-( Sağdaki koltuğu göstererek ) Şöyle buyurun efendi hazretleri!

 

 

 

( Şeyhülislam, gösterilen koltuğun başına geçip ayakta bekler. Abdülhamid koltuğuna oturunca, o da yerine ilişir. )

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Sizi şunun için davet ettim; Masonluk hakkında ne biliyorsunuz?

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Fazla bir bilgi sahibi değilim, sultanım!

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Eğer masonluk Yahudi emellerini avlamaya mahsus bir tuzaksa…

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Çok feci, sultanım!

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Daha değil!... Sırf Yahudi servet ve sermayesinin sevk ve idaresine memur ve bütün cihana yaygın, tahripçi bir gizli ordu teşkilatından ibaretse…

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Daha ne olsun, sultanım?...

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Bu kadarı da yetmez ! Ve eğer masonluk, tek kasdı dini ve milli birlikleri çözmek olan Yahudi dehasının, kardeşlik ve insanlık maskesi altında halkı fesada vermekle vazifeli ocağı ise…

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Aman sultanım !

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Ve hedefi, kalblerden, insanlığın biricik topluluk mihrakı din duygusunu silmek, Allah ve Resulüne itikadı söküp atmaksa…

 

( Dehşetler içinde bakan Şeyhülislama bir nazar atıp devam eder ) Eğer böyle ise hükmünüz ne olabilir ?

 

 

 

ŞEYHÜLİSLAM- Küfrün en mel’unu, Şevketmeab!

 

 

 

( Abdülhamid ayağa kalkar. Şeyhülislam da beraber…)

 

 

 

ABDÜLHAMİD- Fetvayı vermeye hazırlanınız! Masonluk budur ve küfrün en mel’unudur. Gereken vesikaları size getirecekler…

 

 

 

( Abdülhamid elini Şeyhülislama uzatır. Şeyhülislam bu ele kapanıp onu öpmek istercesine eğilir )

 

 

 

ABDÜLHAMİD- ( Elini çekerek ) Başınızı kaldırın, Şeyhülislam efendi!Taşıdığınız sarık eğilmez.

 

 

 

( Şeyhülislam, elinde Abdülhamid’in eli, o vaziyette kalır. Işıklar kararır.)

 

..................

Merhaba. Oyunun tam metnini ekleyebilir misiniz?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...