Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
gençkurt

H. Nihal Atsız

Recommended Posts

Haydi artık dinsin ızdırapların,

Ufuklardan şanlı bir gün doğacak yarın,

Güzellikle, sıcaklıkla ve ihtişamla...

Kumandasız hazır olup onu selamla!

Gönlündeki yaraların kanını dindir!

Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir...

H.Nihal Atsız

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

VARSAĞI

 

Erlik günü geldiğinde

Yigitlere şan görünür.

Yığın yığın harcanmağa

Nice yüz bin can görünür.

 

Kopunca bir büyük savaş

Er tez gider, korkak yavaş.

Yüreksize akçayla aş,

Erlere meydan görünür.

 

Bir gün olur yılda, ayda

Birleşiriz hep Altay’da.

Güz ayında, kurultayda

Başı börklü han görünür.

 

Atsız der ki: Ne var canda?

Yatarız taze çimende.

Rus’un adı her geçende

Gözlerime kan görünür.

Hüseyin Nihal Atsız

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dilek yolunda ölmek Türklere olmaz tasa,

Türke boyun eğdirir yanliz türeyle yasa;

Yedi ordu birleşip karşımızda parlasa

Onu kanla söndürüp parçalarız , yeneriz .

Biz Tufani yarattık uyku uyurken batı,

Nuh doğmadan kişnedi ordularımızın atı.

Sorsan söyle diyecek gök denilen şu çatı :

Türk gücü bir yıldırım Türk bilgisi bir deniz.

Delinse yer ,çökse gök yansa kül olsa dört yan,

Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan.

Yıldırımdan tipiden kasırgadan yılmayan,

Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz....

 

Hüseyin Nihal Atsız

Share this post


Link to post
Share on other sites

bu şiiri ilk okuduğumda bende 15-16 yaşlarımdaydım gerçi şimdi çok yaşlı sayılmam da :D neyse..ilk okuduğum zaman büyük heyecan duymuştum tabi hatta birçok kişiyle polemiğe girip bu şiiri savunmuştum..şimdi kendime soruyorum yüzde yüz türk nasıl olunur?bu soruya kendime göre bazı cevaplar veriyorum ama beni tatmin etmiyor sizde kendinize göre yorum yaparsanız sevinirim..

 

selam ve dua ile...

Share this post


Link to post
Share on other sites

İMF VE DİĞER EMPERYALİST GÜÇLERİN BOYUNDURUĞUNDAN KURTULUP İSLAMI RESMİYET OLARAK KABUL EDİP ADLET HAK HUKUK ÖNÜMÜZE SERİLİP TÜRKLÜĞÜN ENGEL KIBRISIN KERKÜKÜN VE TÜRKELLERİNİN AYAKBAĞI GİBİ GÖRÜNMESİNDEN VAZGEÇİLİP BİR ÖZE DÖNÜŞ OLDUĞU ZAMAN %DE YÜZ TÜRK OLURUZ

Share this post


Link to post
Share on other sites

islamı resmiyet olarak falan dedin...ama böyle diyerek ne yaptın be kardeşim nihal atsız ın kemikleri sızlıyodur şu an :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

önceleri atsız ın sıkı bir okuyucusu olan ben artık ondan tiksiniyorum neredeyse..bozkurtların ölümü kitabını defalarca okumuşumdur ve ileride çocuğuma okutacağım kitaplardandır ancak atsızdanda atsızı savunanlardanda artık pek haz etmiyorum zira o şu sözlerin yazarıdır:"ey Türk evladı artık senin kıblen Arap Muhammed in kıblesi olan kabe değil çanakkaledir." -haşa-...daha detaylı okumak için atsız ın "çanakkale ye yürüyüş" kitabına bakabilirsiniz..bu sözleri söyleyen adam bana türklüğü anlatamaz

 

selam ve dua ile...

Share this post


Link to post
Share on other sites
atsız beni ilgilendirmiyor bence türk böle olunur atsızın kurduğu turan odalarına müslüman olmayanlar giremezdi

 

Bir konunun teferruatını bilmeden o konuyu savunmak ne derece doğrudur tartışılır.

 

Atsız beni ilgilendirmiyor diyorsunuz, nazım ı düşünün diyelim bu adamın düzgün, hainiğini açığa vurmadığı bir şiiri,yazısı eseri vs. var kim yazmış bunu nazım, o eseri o fikri atmak için bu benim için yeterli sebeptir.

Atsız ile ilgili internet siteleri, forumlar var o forumlara bakın bakalım ordaki insanların (çoğunluk) islam ile ne kadar alakaları var.

Giremezdi değil, asıl o bahsettiğiniz odaların büyük çoğunluğu "müslüman olmayanlar" dan oluşuyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

TOPAL ASKER

 

Ey saçları "alagarson" kesik hanım kız!

Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!

Bacağımla alay etme pek topla diye.

Bir sorsana o topallık nerden hediye ?

 

Sen Şişli'de dansederken her gece, gündüz

Biz ötede ne ovalar, çaylar, ne dümdüz

Yaylaları geçtik, karlı dağları aştık;

Siz salonda dansederken bizler savaştık.

 

Ey dudağı kanım gibi kıpkırmızı kız,

Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!

Olan işler dimağını azıcık yorsun!

Biliyorum elbisemle eğleniyorsun;

 

Biliyorum baldırını o kadar nazla

Örten bir tek ipek çorap kıymetçe fazla

Benim bütün elbisemden... Hatta kendimden...

Biliyorum: Çünkü bugün şu dünyada ben

 

Neyim? Bir hiç... işe güce yaramaz, topal...

Sen sağlamsın senin hakkın dünyadan zevk al:

Çünkü orda düşmanlarla boğuşurken biz

Siz muhteşem salonlarda şarap içtiniz!

 

Ey gözünün rengi bana yabancı güzel,

Her yolcunun uğradığı ey hancı güzel!

Sen yabancı kucaklarda yaşarken her gün

Yapıyorduk bizde kanla, barutla düğün.

 

Sen o sıcak odalarda cilveli, mahmur

Dolaşırken... Biz de tipi, fırtına, yağmur,

Kar altında kanlar döktük, canlar yıprattık;

Aç yaşadık, susuz kaldık, taşlarda yattık

 

Sen açılmış bir bahardın, biz kara kıştık;

Bizden üstün ordularla böyle çarpıştık...

Gülme bana bakıp pek arsız arsız

Sen ey dışı güzel, fakat içi çamur kız!

 

Sana karşı haykıranı mecbursun dinle;

Bugün hesap göreceğiz artık seninle:

Ben cephede geberirken, geride vatan

Aşkı ile bin belalı işe can atan

 

Anam, babam, karım, kızım eziliyorken

Dağlar kadar yük altında... Gel, cevap ver, sen

Bana anlat, anlat bana, siz ne yaptınız?

Köpek gibi oynaştınız, fuhşa taptınız!

 

Anavatan boğulurken kıpkızıl kanda

Yalnız gönül verdiniz siz zevke, cazbanda...

Ey nankör kız, ey fahişe unutma şunu:

Sizin için harbederken yedim kurşunu.

 

Onun için topal kaldı böyle bacağım,

Onun için tütmez oldu artık ocağım.

Nazlı nazlı yatıyorken sen yataklarda

Sallanarak ölü kaldık biz bataklarda.

 

Kalbur oldu süngülerle çelik bağrımız,

Bu amansız boğuşmada öldü yarımız,

Ya siz nasıl yaşadınız? Bizim kanımız

Size şarap oldu sanki... Şehit canımız

 

Güya sizin mezenizdi! Yiyip içtiniz;

Zıpladınız,kudurdunuz arsız,edepsiz!...

Gerçi salonlarda "yıldız" dı senin adın,

Hakkikatte fahişesin ey alçak kadın!

 

Ey allıklı ve düzgünlü yosma bil şunu:

Bütün millet öğrenmiştir senin fuhşunu.

Omuzunda neden seni fuzuli çeksin?

Kinimizin şiddetiyle gebereceksin!..

 

edit//BDG//

 

 

Adalar Denizinden Altayların daha ötesine kadar bütün Türk gençliğine....

 

 

 

 

Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.

Sen bütün varlığına yurdumuzun malısın.

Sen bir insan değilsin; ne kemiksin, ne de et;

Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.

 

Iztırap çek, inleme... Ses çıkarmadan aşın.

Bir damlacık aksa da, bir acizdir göz yaşın;

Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın

Tek başına dileğe doğru at salmalısın.

 

Ezilmekten çekinme... Gerilmekten sakın!

İradenle olmalı bütün uzaklar yakın,

Dolu dizgin yaparken ülküne doğru akın

Ateşe atılmalı, denize dalmalısın.

 

Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan!

Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan?

Mefkuresinden başka her varlığı unutan

Kahramanlar gibi sen, ebedi kalmalısın...

 

Sen ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak,

Ne de sıska bir göğüse takılan bir çiçeksin;

Senin de bu dünyada nasibin var: Savaşmak!..

Kayalarla güreşip dağlarda öleceksin.

 

Yoldaşlık ederekten gökte güneşle, ayla

Aşarsın tepe, ırmak; yürürsün ova, yayla...

Hayata ne biçimde geldinse bir borayla

Daha sert bir kasırga içinde biteceksin.

 

Kızıl Elma uğrunda kılıç çekince kından

Bahtiyarlık denen şey artık geçmez yakından;

Mesut olup gülmeyi sök, çıkar hatırından.

Belki öldükten sonra bir parça güleceksin.

 

Yüz paralık kursunla gider "Hayat" dediğin;

"Tanrı Yolu" uzaktır; erken kalk, sıkı giyin.

Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin

Güzel Kızıl Elma’na varmadan öleceksin.

 

Belki bir gün çöllerde kaybedersin eşini,

Belki bir gün ağlarsın kaçtı diye karına.

Işıksız kulübende boranın esişini

Dinleyerek çıkarsın bir ümitsiz yarına.

 

Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe bir hınca;

Namert bir el arkandan seni vurur kadınca;

Bir gün sabrın tükenir... Silahını kapınca

Haykırarak çıkarsın yurdunun dağlarına...

 

Hayatin kamçısıyla sızar derinden kanlar,

Senin büyük derdinden başkaları ne anlar?

Vicdanını Paris'e, Moskova'ya satanlar,

Küfür diye bakarlar senin dualarına.

 

Hey arkadaş! Bu yolda ben de coşkun bir selim,

Beraberiz seninle, işte elinde elim.

Seninle bu hayatin gel beraber gülelim

Ölümüne, gamına, tipisine, karına...

 

Atandan kalmış olan kılıcı iyi bile,

Onu bütün gücünle vuracaksın çağında.

Savaş..... Bunun tadını ey Türk sen bulamazsın,

Ne sevgili yanında, ne baba ocağında.

 

Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara;

Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara...

Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara

"Çanakkale" ufkunda, "Sakarya" toprağında.

 

Siyasette muhabbet... Hepsi yalan palavra...

Doğru sözü "Kül Tegin" kitabesinde ara...

Lenin’den bahsederse karşında bir maskara

Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.

 

Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar!

Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar...

Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar?

Ruhlarımız buluşur elbet Tanrıdağı'nda...

 

Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin,

Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da,

Varsın bütün ömrünce bir an nasip olmasın

Yorgunluğunu gidermek serin bir su başında.

 

Bir gülüşten ne çıkar, ne çıkar ağlamaktan?

Kullar kancıklık eder, bela bulursun Hak'tan.

Gün olur ki bir yudum su ararsın bataktan,

Gün olur ki bir tutam tuz bulunmaz aşında.

 

Bir çığ gibi yürürsün bir lahza durmaksızın,

Bir ilahi kaynaktan geliyor çünkü hızın.

Duygular ölmüştür... Tapınılan bir kızın

Bir füsun bulamazsın gözlerinde, kaşında.

 

Iztırabı kanına katta göz kırpmadan iç!

Varsın gülsün ardından, ne çıkar, bir iki piç...

Bu varlık dünyasında yalnız senin hiç mi hiç

Bir şeyin olmayacak... Hatta mezar taşın da...

 

 

hüseyin nihal atsız...

 

SAYGIYLA ANIYORUZ...

Share this post


Link to post
Share on other sites

selamın alykum ben üstteki gençkurtum bu uyeliimin şifre ve ismini girerken unuttuum için yeni üyelik aldım ve o zamndan daha bilgili daha doğrucu daha temkinli olarak döndüğüme inanıyorum ama forum birazzz boş kalmış gibi...

Share this post


Link to post
Share on other sites

H. Nihal Atsız, Ziya Gökalp, Turan vs. muhabbetinden ve saplantısından terk-i diyar etsek diyorum unsure.gif Ölünün arkasından konuşulmaz anlayışına ters düşmek istemiyorum fakat; bu şahısların İslam'la olan bağları ve düşünceleri bellidir. Daha önceki Ziya Gökalp başlıklı konularda da dile getirdim. Bize katacağı birşey yoktur Atsız, Gökalp vs. düşünceli kişilerin.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Topal Asker şiirinin üzerine toz kondurmam... O ne müthiş bir hissiyatdır ki vatan sevgisi bu kadar büyük bir haşmetle anlatılıyor.

 

Bu arada Star Gazetesinde yazan Yağmur Atsız, Nihal Atsız'ın oğlu mu acaba?

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bu arada Star Gazetesinde yazan Yağmur Atsız, Nihal Atsız'ın oğlu mu acaba?

Selamlar,

Bu mevzu ile ilgili bir haber var. Habere göre Yağmur Atsız, Nihal Atsız'ın oğludur.

---

 

Nihal Atsız'ın oğlu Yağmur Atsız, Star'da yazmaya başladı.

Türk Dünyasının ünlü fikir adamı Nihal Atsız'ın oğlu Yağmur Atsız, Star Gazetesinde yazmaya başladı. Bir zamanlar 'kominist' olduğu öne sürülen oğul Atsız, dün ilk yazısıyla okurlarına merhaba dedi.

 

117317qg0.jpg

 

 

*Kaynak

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bu mevzu ile ilgili bir haber var. Habere göre Yağmur Atsız, Nihal Atsız'ın oğludur.

 

Aşağıdaki mektup, Nihal Atsız'ın oğlu Yağmur'a bıraktığı vasiyetidir. Bu mektubun varlığı bedahet derecesindedir. Bir belgeselde bu mektup var. Gök Tanrı inancına müntesip olan Atsız'ın ırkçı olduğunu kolaylıkla müşahede edebilirsiniz.

 

Yağmur Oğlum;

 

Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigâr olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol!

 

Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.

 

Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.

 

Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır.

 

Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır.

 

Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.

 

Tanrı yardımcın olsun.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hala bu vasiyeti okuduktan sonra nihal atsız taraftarı olmak saçma ırkçı bir insanla bir Büyükdoğucu'nun işi olamaz, ben şimdi kürdüm ben sizin düsmanınız mıyım yoksa kardesiniz mi ben sizi kardes olarak görüyorum ama nihal atsız beni düsman olarak görüyor Bediüzzaman said nursi hazretleri için bir lafı vardır bu islamsız atsız ın _anlamıyorum bir kürdün pesinden nasıl olıyorda TÜRK evlatları gidiyor_ Bediüzzman ın cevabı kati _evet belki ben unsuriyet olarak kürdüm ama ben hizmetimim yüzde 99 unu islamın en kahraman milleti olan TÜRK lere yapmısım ve İSLAM a hizmet etmis bir millet e hizmet benim vazifemdir.benim soyum arab govdem kürt ve basım türk tür.ben İSLAMı nkalkınması icin türk mnilletine hizmet edecegim biliyorum ki ahirette gelecek ve islamı temsil edecek olan yine bu millettir

Share this post


Link to post
Share on other sites

Asım'ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek... Bizim gönlümüzde Üstad Hazretlerininde, N.Atsız'ında, Z.Gökalp'ında vs. yeri ve değeri bellidir. Onun için, sebebsiz tartışmalara gerek yok kanımca.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Asım'ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek...

Bizim gönlümüzde Üstad Hazretlerininde, N.Atsız'ında, Z.Gökalp'ında vs. yeri ve değeri bellidir. Onun için, sebebsiz tartışmalara gerek yok kanımca.

...

 

Ölümü esnasında pek çok ibretli hadiseler olmuştur. Bu hususta Necip Fazıl Kısakürek merhumun Sahte Kahramanlar kitabında naklettikleri çok ibret vericidir:

 

“Ziya Gökalp’in Allah’a karşı tavrına ait bir müşahede... Tarihin ve kimsenin bilmediği bir hadise... Benim kırk yıllık bir hatıram:

 

Bundan kırk küsur yıl önce Abdülhak Hâmid’in evinde bir hanımefendiyle tanıştım. Bu hanımefendi ömrü Avrupa’da geçmiş, ne Ziya Gökalp’i tanıyan, ne Türkiye’yi ve Türk Edebiyatını bilen, züppe, Avrupalılaşmış bir kimse... Kimsenin, kasıtla, ne lehinde olabilir, ne de aleyhinde...

 

Ben Abdühak Hâmid’e Ziya Gökalp’in dinsizliğinden bahsederken birden doğruldu ve aynen şunları söyledi:

 

“İstanbul’a gelişlerimden birinde hastalandım ve Fransız Hastanesinde yattım. Bitişiğimdeki odadan garip sesler geliyordu. Kim olduğunu, bu sesleri çıkaran hastanın kim ve ne olduğunu sordum.

 

‘Meşhur Ziya Gökalp’ dediler. Mebusmuş, profesörmüş... İsmini bile yeni duyuyordum.

 

Öldüğü gece, başını duvarlara çarparak, sabaha kadar, Allah’a galiz kelimelerle sövdü. O kadar fena oldum ki, bu hal karşısında, odamdan çıkıp başka bir yere sığındım. Öğrendiğime göre Allah’a inanmazmış. Hem Allah’a inanma, hem de ona söv. Duyulmamış, görülmemiş bir şey.”

 

Ziya’nın tutum ve akibetini yine Necip Fazıl şu şekilde değerlendirmektedir:

 

“Din ve İslâm düşmanlığına, Ziya Gökalp’in bizzat eserleri şahitti. Fakat o hanımın şehadetinde de; kahraman sanılan zatın ruhundaki maraza ait korkunç bir delalet tütüyordu.”

 

hiç bir Büyükdogucu'nun gonlunde nihal atsız ve ziya gökalp' yeri bulunamaz kanattindeyim Ziya Gökalp hakkında Batı tefekkürü ve İSLAM tasavvufu na bakabilirsiniz .üstad ın onun hakkında düşünceleri tiskintiler daha dogrusu.....yeri ve degeri olmaması gereken insanlar diyorum üstadın dedigi gibi biz milliyetçiligimizin merkezine İSLAMı koyduk .Ziya gökalp in üstadı durkheimdir o da milliyetçiligin merkezine din i koymustur ama ziya gökalp milliyetçiligin merkezine kavmiyetçiligi koymustur... deyip susuyorum bir tartışma ya sebeb olduysam affoluna....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah mukaddesatı saptırmaya çalışan bu gibi gafil, aşşağlık, dinsiz, soysuz herifleri ıslah değil kahreylesin!!!

Türk demem ben böyle soysuz itlere bunlar kurt değil olsa olsa çakal olur, soysuz köpek!!!

Bunların topuna kro dedikleri aşşağı gördükleri Mümin Kürt kardeşimi değişmem!

Share this post


Link to post
Share on other sites

arkadaşlar bir kafatasçı hakkında bir şeyler yazacak değilim.cevapların birinde nazım hikmet ismini gördüm. inanın nazım hikmet ondan daha iyidir..esseyid abdulhakim arvasi hazretlerinin(kuddise sirruh) bir sözü var" inan bir oduna bile olsa inan" diye.nazım hikmet hiç değilse batıl bile olsa davasının adamıydı.nihal atsızı bırakın kıblesi çankayay la başbaşa..

Share this post


Link to post
Share on other sites

ABDÜLHAMİD HAN ( GÖKSULTAN )

 

Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişahı katil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.

 

Daha ilkokul sıralarında belirli bir propagandanın tesirinde kalmaya başlayarak, yaşları ilerledikçe aynı telkinler ile büyütülen nesillerin, o propagandanın yalanlarını bir gerçek gibi benimsemelerinden tabiî ne olabilir?

 

Öğren yavrum ki On Temmuz bayramların en büyüğü,

Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü.

Ondan evvel geçen günler, bilsen ne siyahtı.

Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı;

Halbuki o zaman sultan,insan değil, canavardı,

Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bîzârdı!

 

gibi saçmalar, kim bilir hangi kırılası kalemlerle yazılarak okuma kitaplarına geçiyor, körpe beyinlere Sultan Hamîd düşmanlığı aşılıyordu.

 

Bu düşmanlığı aşılayanlar ilkönce İttihatçılar, yâni hürriyet kahramanları (!) yâni Sultan Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi. İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi. Yâni, yabancıları işe karıştırarak Türkiye’yi batırmak için Osmanlı Bankası’nı basan, Anadolu’da kargaşalık çıkaran ve Avrupa’nın gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler; yani Balkanlara saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da işe karışması ile Türkiye’yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897’de tepelenen Yunanlılar( ve bizdeki adı ile Rumlar ); ve Filistin’de bir Yahudistan kurmak teşebbüsleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudi’lerdi.

 

Sultan Hamid, bin türlü siyasî tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar:

Türk, Musevi, Rum, Ermeni,

Gördük bu rûz-ı rûşeni!

şarkısının, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum, Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-ı rûşeni” beklediklerini anlamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı.

 

Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlardaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan libaralizmi V.Murat, muhafazakârlığı II.Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlamento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türk’ün hâkimiyetini sağlamak içim mutlak idareye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise Yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardı.

 

İlk Meşrutiyet Meclisindeki Hıristiyan mebuslar, Türkiye’nin biran önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamid, bunu gördükten sonra, meşrutiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu. Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışardan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması, Sultan Hamid’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon Hırıstiyan ve 12 milyon Müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türkle bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre, Türklerden çok olan Araplar, meselâ, resmi dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı İmparatorluğunun Avusturya-Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu ne ile önlenebilecekti?

 

İşte Sultan Hamid, Meclisi kapatarak bütün bu tehlikeleri önledi ve tahtından indirilmeseydi daha da önleyecekti.

 

Fakat onun hizmeti bu kadar da değildi. 1877-1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmlarla durduruldu.

 

Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8-10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi. Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı. Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açıldı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahane ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa’da kuş uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilâfeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır’da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid’in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi; İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.

 

Bunları yaparken de vezirlerinden, paşalarından kimseye güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu zaman göstermiş ve koca vezirler, hiç sıkılmadan, yabancı elçiliklere, konsolosluklara sığınmışlardı.

 

Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir. Mithat Paşa’yı öldürttüğü hakkındaki söylenti iftiradır. Gerçi o, Mithat Paşa’dan şüphe ediyor, onun Sultan Aziz’i öldürtmüş olduğuna inanıyordu. Fakat, dindar bir insan olarak, kan dökmekten, bütün hayatınca çekinmiş, Mithat Paşa ile arkadaşlarının idam kararlarını müebbet hapse çevirmişti. İsteseydi idam kararını imzalayamaz mı idi? Buna hangi kuvvet engel olabilirdi? Bunu yapmayarak sonra, Talif’te suikasta girişecek kadar az zekâlı mı idi?

 

Memleketi doğrudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.

 

Sultan Hamid için Osmanlı İmparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere’ye, devletimizin düşmanları siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin devlet başkanı kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunamayacağı hakkındaki düşüncenin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir.

 

Şimdi bu kadar büyük bir dâvânın karşısında, Peyami Safa’nın ileri sürdüğü İsmail Safa’nın sürgün edilmesi gibi hâdiselerin ne ehemmiyeti olabilir? İsmail Safa ne istiyordu? Oğlunun iddiasına göre hürriyet! Yani meşrutiyet, serbest seçim. Yani bir alay Arap, Arnavut, Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi ve Sırp’ın Türkiye’nin kaderi hakkında söz sahibi olması... Şimdi akıl, anlayış, vicdan ve millî şuur sahibi olarak düşünelim: Böyle bir sonuca razı olunabilir mi?

 

Sultan Hamid, sürgün ettiklerine aylık da bağladığına göre, Anadolu’nun en sağlam havalı yerlerinden biri bulunduğu, ahalisinin dinç ve gürbüz yapısı ile belli olan Sivas’ta İsmail Safa’nın ölmesi Sultan Hamid’in kabahatı mıdır? Verem olan İsmail Safa, İstanbul’da kalsaydı, ölmeyecek miydi?

 

Babasına karşı beslediği sevgi dolayısıyla, Peyami Safa’nın bazı özel düşünceleri olması tabiîdir. Fakat, her gün binlerce kişiye seslenen bir yazarın, Sultan Hamid gibi büyük bir padişahı, Osmanlı sultanlarının en cahili ve kanlısı diye göstermeye kalkması, doğru mudur?

 

“Bu dünyada herkes bir çok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın”. Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul hattâ lise diploması yoktur. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti. Ressam, hattât ve musikişinas idi. Doğu ve batı dillerinden bazılarını biliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphanesi, bugün, Üniversite Kütüphanesi’ni de yine o kurdu. Yani Sultan Hamid, Türk kültürüne kütüphane kurarak, pek çok okul açarak ve ilmî eserler yazdırarak hizmet etti.

 

Onun katil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?

 

Sultan Hamid, kızıl değil, “Gök Sultan”dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkâr etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer savaşında, İngilizlerin bu başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat geniş haber alma imkânları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınlarının düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.

 

Şimdi insafla düşünülsün: Hiçbir sebep yokken, sırf yurtlarındaki elmas madenlerini zaptetmek için, bir avuç Boer’e büyük ordularla saldıran İngiltere’yi tebrik etmek hangi hürriyetçilik anlayışının sonucudur?

 

O günkü İngiltere’yi Boer’leri yendi diye tebrik etmekle, bugünkü Moskofları Finlere karşı başarılarından dolayı alkışlamak arasında ne fark vardır?

 

Merhum Gök Sultan Abdülhamid Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadı. Siyasî dehası ile Avrupa’yı ve Moskof’u oyalıyor, bir yandan da demir yolu ve okul ile Türk milletini kuvvetlendirmeye çalışıyordu.

 

Sultan Hamid ile onun düşmanları olan hürriyetçileri ölçüştürmek için, yalnız şu noktaya bakmak yeter: Hürriyet kahramanları (!), hürriyeti yok edip yüzlerce masumu astıktan sonra, savaşa soktukları devlet yenilince, hırsızlar gibi kaçtılar. Gök Sultan, bir tek siyasî idam yapmadan, en korkunç siyasî güçlükleri atlatarak 33 yıllık saltanatında devleti ayakta tuttuktan sonra tahtından indirilirken, Moskof çarının Rusya’ya davetini; Selanik’ten Alman gemileriyle İstanbul’a gelirken de Alman İmparatorunun dâvetini reddederek vatanında sürgün ve mahpus gibi yaşamayı tercih etti.

 

Türkiye dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamid, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi. Bu koşuşmaları sırasında yoluna çıkan bir iki çocuğa çarpıp düşürdüyse, suç onun değildir. Çünkü, yurdun çevresindeki yangınlar göğe yükseliyor ve Gök Sultan, alevleri içeri sokmamak için didiniyordu.

 

Ve sokmadı da...

 

Ne diyelim? Durağı cennet olsun...

 

Nihal ATSIZ

 

Ocak Dergisi ,

11. Sayı ,

11 Mayıs 1956

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...