Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mehmet

Manâsız Bir Tartışma

Recommended Posts

Bir televizyon kanalında Necip Fazıl, Nazım Hikmet tartışması yapıldı. İki şairi de değerli insanlar savundu. Fakat iş çığırından çıktığı için ne dedikleri pek anlaşılamadı.

 

Necip Fazıl Müslüman, Nazım Hikmet komünist bir şair. İkisi de dünya görüşlerini ilan etmekten çekinmediler, cesaretleri saygıya layıktır. Necip Fazıl için hadiste belirtildiğinden “Vatan sevgisi imandandır.” Yanlış bilmiyorsam, Kur’an’da üç ayette milletin önemi ve lüzumundan bahsedilir; “Kimse kavmini sevmekten kınanamaz.” hadisi gereğince de, Necip Fazıl, İslam’ın cevaz verdiği ölçüde milliyetçidir. Necip Fazıl her şeyi İslam’da arar; ona göre değerlendirir. Bunun için milliyetçilik ümmetin aleyhine bir tavır alıyor, bölücülüğe sebep oluyorsa, elbette ki Necip Fazıl buna karşıdır. Milletini koruduğu, kolladığı, onun medeni hamlelerine yardımcı olduğu ölçüde de devletine sahip çıkar. Fakat “Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa” diyerek soygun sisteminin amansız bir düşmanı olduğunu da ilan eder.

 

Nazım Hikmet, komünist olduğu için vatan kavramı nezdinde fazla bir anlam ifade etmez. Çünkü toprağı vatan yapan millettir; millet ise bir üst yapı ürünüdür, sun’îdir. Ekonomik ilişkilerden ibaret olan altyapı değişince, kapitalist ilişkilerin ortaya çıkardığı millet de silinip gidecektir. İnandığı komünizme göre insanlığın huzuru da milletin silinmesine bağlıdır. Ama bu noktada Nazım’ı biraz çelişkili görüyoruz. Madem ki milliyet önemli değil, Sovyet Rusya’ya kaçınca, diğerleri nasıl eski soyadlarını devam ettirmişse, o da “Ran”ı devam ettirebilirdi; fakat o atalarının soyadı olan “Versanski”yi aldı. Devlet de millet gibidir; Marksizm’e göre insanlığın saadeti devletin ölümüne bağlıdır. Nazım da devletle, aynı zamanda rejimle mücadele etti. Mücadelesini milletimiz için değil, sadece ve sadece işçi sınıfı uğruna yaptı.

 

İkisi de sanatın değişik dallarında ürünler verdi. Tiyatro eserleri, denemeler, fıkralar, hatıralar yazdılar. Necip Fazıl’ın bir de tefekkür tarafından söz etmek gerekir. Ama ikisi de şair olarak temayüz etmiştir. Her ne kadar Necip Fazıl, “Verin cüceye, onun olsun şairlik” diyorsa da ikisinin de adı geçince hemen akla şairlikleri gelir.

 

Nazım Hikmet Türkçeyi iyi kullanmıştır. “Salkım Söğüt”, “Bahr–ı Hazer”, “Karıma Mektup”, “Bugün Pazar” ve benzeri birkaç şiirinde bunu görüyoruz. Musıki ve ahenkle de sanatını beslemeyi bilmiştir. Ama ideolojisinin emrine verince sanatı yayvanlaştı, hatta sığlaştı. Zaman zaman işi proleter nutkuna çevirdi, materyalizmin vaizliği rolünü üstlendi. Gençliğinde yazdığı şiirlerle, sonra yazdığı şiirleri mukayese edersek, ilk ürünlerinin çok daha sanat değeri taşıdığına şahit oluruz. Şeyh Bedreddin Destanı’nda canlı mısralar, beyitler, parçalar var. Ne yazık ki ideolojisinin samyelinden tiyatro eserlerini de kurtaramamıştır.

 

Necip Fazıl sanat dünyasına Baudelaire, Rimbaut, Hölderling, Kleist gibi hafakan şairi olarak girer. Diğer hafakan şairleri hayatta telef olurlar; Necip Fazıl ise “Kurtarıcım” dediği Abdulhakim Arvasi’nin iman telkinlerine tutunarak o akrep kuyusundan çıkar. Anlatmak istediğinde zıtları çok iyi kullanır. “Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim! Minicik gövdeme yüklü Kaf Dağı! Bir zerreciğim ki arşa gebeyim! Dev sancılarımın budur kaynağı.” Her şairde doldurma beyitler, mısralar vardır; fakat Necip Fazıl da saf şiir Nazım’la mukayese edilemiyecek kadar çoktur. Dilimizi tarihte en iyi kullanan birkaç şairden biridir. “Bir Adam Yaratmak” piyesine belki dünyada ancak Shakespeare imza atabilir.

 

Sanatın subjektif bir özellik taşıdığını da unutmamak gerekir. Kabaca hoşa gitme meselesidir. Şair olarak ne Necip Fazıl Nazım Hikmet’e, ne de Nazım Hikmet Necip Fazıl’a muhtaçtır. Birisi heceyi asıl alır, diğeri genellikle serbest yazar; vadileri de değişiktir. Ne gaye ile olursa olsun karşı karşıya getirilmeleri doğru olmasa gerek. Nazım Hikmet’in dili bizdendir; Necip Fazıl’ın hem dili, hem ruhu bizdendir.

 

02.02.2002 MEHMET NİYAZİ

 

 

 

http://arsiv.zaman.com.tr/2002/02/02/yazar...ehmedniyazi.htm

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nazım Hikmet’in dili bizdendir,Necip Fazıl’ın hem dili, hem ruhu bizdendir.

 

uzun uzun yorum yapmayacağım. zaten buna kelimelerim de kifayetsiz kalacaktır..Mehmet Niyazi bey abi harika ifade etmiş..

Allah razı olsun..

Share this post


Link to post
Share on other sites
edebiyat da ilimle bağlantılı yitik maldır koministe de olsa müslümanda da olsa alınacaktır.

teşekkürler kardeş yazı için

Biraz açıklar mısınız bu "aforizma"nızda ne demek istediğinizi?

Fakat fazla açılmadan, net olarak neyi kastettiğinizi açıklarsanız iyi olur, çünkü yazdığınız mesajları takip ediyorum, çok dağılıyorsunuz bir konudaki fikirlerinizi yazarken. Kısa, öz, dolandırılmamış, net ve de mümkünse noktalama işaretleriyle zenginleştirilmiş cümleler yazmanızı istirham ediyorum.

Bir hadisi 'komünistin edebiyatını da alınız' şeklinde yorumluyorsunuz madem, edebiyatla kastınız neymiş, nesi alınacakmış, açıklayın öğrenelim. Madem size göre komünistin edebiyatını almak bize peygamberimiz tarafından emredilmiş, öğrenelim neyi alacağımızı, peygamber emrini...

Share this post


Link to post
Share on other sites

bir papazın kitabını da olsa okumak gerekir işe yarayanları alır yaramayanları atarsınız.altın çöplüğe düşmekle değerinden bir şey kaybetmez.ayrıca okunan her edebi metin müslümanın anlatım gücünü biraz daha geliştirir

saygılarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad'dan...

 

Nâzım Hikmet!

Nafile çabalıyorsun.

Sana kızmıyorum. Kızmayacağım.

Hiç bir operatör, ameliyat masasından kendisini yumruklayan kanserliye, hiç bir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiç bir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz.

 

Ben kendimi, ne kanser operatörü, ne deli gardiyanı, ne de ağır ceza hâkimi şeklinde görmüyorum. Fakat görüyorum ki her hareketim, seninle hiç de alâkadar olmadığı halde, ciğerine neşter gibi saplanıyor, seni delilerin parmaklığı gibi bir azap çerçevesine hapsediyor ve başının üstünde ip varmış gibi kudurtuyor. Beni, doktor, gardiyan ve hâkim şeklinde gören sensin! Senin bu halini sezer sezmez artık sana kızmıyorum. Merhamet ediyorum.

 

Sanma ki ben öfke kabiliyetini kaybetmiş bir adamım. İnsan başıyla fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, bence fikir öfkesidir. Bir hiç için ölçüsüz öfkeler duyacak kadar alıngan ve hassas bir mizaç taşıdığımı sen de bilirsin. Fakat bu öfke, iyi kötü bir kudreti, bir şahsiyeti, bir mesuliyeti kalmış insanlara ve hadiselere karşıdır. Sen mazursun.

 

Çünkü iflâs nedir, onu bütün hacmiyle idrak ettin.

O kadar yalnızsın ki, etrafında bir sürü (namı müstear) dan başka kimse yok. O kadar konuşulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (namı müstear) ların bahsediyor. Eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete doğrudan doğruya iştirak etmeyi Greta Garbo esrarına aykırı bulurdun. Şimdi bir yerde anket oldu mu, kıymeti ve seviyesi nedir, hiç düşünmeden, kapısı önünde aç biilâç bekleşen yedi sekiz kişinin başına en evvel sen geçiyorsun ve sıranı kaybetmemek için kim bilir nelere baş vuruyorsun? Fıkraların baş sahifelerden moda sahifelerine atılıyor, gene yazıyorsun. Hatırlanmak şartı ile ne hakaretlere razı değilsin? Tükürüğü bile uzun zaman gıda edindin. Şimdi o da yok. Bir zamanlar, şiirlerinde (kıllı ve kalın) olduğunu ilân ettiğin sarışın ve pembe ensenden, şunun bunun tokat izleri bile uçmuş. Zaman seni değil, yüz karalarını bile götürmüş. Ne hazin bir manzaran var. Akşamları, Beyoğlu sokaklarında, yüzlerinde kalın bir duvak, ayaklarında bir çift siyah bot, ellerinde köpek başlı bir şemsiye, ağır ağır geçen sabık Rum aşüfteleri bile senin kadar merhamete şayan değildir. Artık nefret vermiyorsun. Zamanın hainliği önünde insanları tefekkür ve merhamete çağırıyorsun.

 

Bundan bir kaç ay evvel Bâbıâlide, Ştaynburg lokantasında seninle şöyle konuşmadık mı:

Ben - Gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun?

Sen - Ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. Başka ne yapabilirim?

Ben - Kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun?

Sen - Potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten men ederler.

Kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmayan seninle görüyorsun ki ben hiç bir gün kavga etmedim. Sana selâm verdim. Sana acıdım. Bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım.

Şimdi bana -tam da senden bekleyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun. Devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder? Artık sen benim gözümde hiç bir şeyi temsil etmiyorsun. Ne hokkabaz şiirini, ne işporta komünizmanı, ne hile ustalığını, ne 24 saatlik reklâm açık gözlülüğünü... Senin nene mukabele edeyim?

 

Aynı ideoloji içinde vaktiyle sarmaş dolaş olduğun ve içlerinde fikirlerine taban tabana zıt olmama rağmen konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar, yani sana benden daha yakın zümreler bile seni, fikir ve sanat âdiliğinin, dolandırıcılığının prototipi diye gösteriyorlar. Bana ne düşer?

 

İşte açıkça söylüyorum: Ben senin kâbusun, geceleri uykuna giren umacın, her an yokluğunu hissettiren şeytanınım. Sana acıyorum. Fakat elimden ne gelir?

Çektiğin yokluk ıstırabına hürmeten, sana vaktiyle vermediğim şerefi veriyorum. Seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum. Fakat hepsi bu kadar. Dediğim gibi sen, bence artık mazursun. Seni affediyorum, ve ne yapsan affedeceğim. Bu vaade güvenerek istediğini yap! Sakın bu fırsatı kullanmamazlık etme!

 

Yalnız bil ki, sönmüş ve pörsümüş hüviyetine, o kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin hayatı nefhedemeyeceğim.

Ölü diriltmek ve müflis kurtarmaktan âcizim.

 

Benim hakkımda, içinde hapsettiğin şeylerin hacmini bilmiyorum. Rivayete göre üç perdelik bir piyes, rivayete göre bir roman...

 

Fakat sana karşı hiçbir taktiği kalmamış adamın, bütün bir samimiyet ve açıklıkla içini tasfiye etmesine rağmen söyleyebileceği her şey ve sırf sana hitap etmekle düşebileceği bayağılık burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor.

İşte görüp göreceğin rahmet!

 

(11 Nisan 1936)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir konu hakkında bilgi edinme ihtiyacı zuhur ettiğinde, yahut vakit geçirmek için bir şeyler okumak istendiğinde, eğer dünya görüşü bizim fikirlerimize uygun olan insanların mevzubahis alanda yetkin eserleri varsa, onlara müracat etmeyi yeğlerim. Yoksa iş değişir elbet. Susuzluğumu, mecburiyet hali dışında, yalaktan gidermektense bardaktan gidermek benim için daha kabildir.

 

Belli bir olgunluk seviyesine ulaştıktan sonra, karşı tarafın görüşlerini iyi bir biçimde tetkik edebilmek amacıyla, onların yazmış olduğu metinleri incelemek elbette faydalıdır. Fakat bu iş yapılırken, aradığımız şeyin, yapmakta olduğumuz işin bilincinde olmamız da şarttır.

 

'İnsanoğlu eline ne geçerse okumalıdır' diyen bir zihniyeti ise asla tasvip edemem. Rotası belli olmayan bir gemi insanı büyük ihtimalle iyi bir yere ulaştırmaz. Zaman kaybıdır, amaçsızlıktır, yanıltır.

 

İş onların yaptığından haz alma noktasına geldiğinde de, yani sırf estetik hüviyeti ve belagati sebebiyle karşı tarafın muharrir/şairlerinin kendi dünya görüşlerini yansıttığı eserlerin kıraat edilmesine gelirsek, ben bunu da mantıklı bulmuyorum. Böyle bir durumda öncelik ruhi yakınlık duyduklarımıza verilmelidir. (Dikkat edilirse tahlil amaçlı okumalara bir şey dediğim yok...) Aynı şifayı yan etkisi olmayan bir ilaçtan almak dururken yan etkiliye gitmek de bence çok mantıklı değil. Yan etkisi olmayan ilaçtan bol bir şey de yok zaten misalimize göre.

 

Velhasıl: Yeterli entelektüel olgunluktaki bir insan için karşı tarafın görüşlerini öğrenip eleştirmek, gerçekleri birinci ağızdan duymak gibi mevzularda 'diğerleri'ni okumak uygunken, belagat ve haz gibi mevzularda, kendi tarafınızda bulunan ve dil becerisi ve edebiyat lezzeti bakımlarından kesinlikle daha kötü olmayan onca eseri bulmanın mümkün olduğu bir ortamda gidip de defolu olana tamah göstermeyi mantıklı bulmuyorum.

 

Bu arada kendi fikirlerimize hadisten delil göstermeye çalışırken daha temkinli davransak isabet olur. Sırf belagati için kafiri okumayı benim peygamberim bana emretmemiştir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Doğrudur.hadis konusundaki hassasiyetinizi takdir ettim.ama ben yazılarımda peygamberimiz bunu emretmiştir demedim.Zaten kitap okumayı her konuyla ilgili kitap okumayı farz telakki etmek mümkün değildir. Böyle bir farzı yerine getirecek insan evladı bulmak da mümkün değildir.Bi insandan aynı anda doktor mühendis asker siyasetçi edebiyatçı olmasını nasıl bekleyemezseniz her konuda bilgi sahibi olmasını da bekleyemezsiniz.Dikkat çekmek istediğim nokta müslümanın kendisini geliştirecek bir ilmi sırf kafirin elinde diye almaktan vazgeçmemesi gerektiğidir.

Koministin ne demek istediğini ancak onun kitaplarını okuyarak anlayabilirsiniz.ve bizim inancımıza saldırırken neleri kullandığını da ancak böyle öğrenebilirsiniz.Papazın kitabını da koministin kitabını da okuyan insan onların inancını savunmayı öğrenmek için değil onların inancını yıkmayı öğrenmek için okur.Gazali kendi tefekkür çilesini anlattığı kitabında filozofların düşünce sistemini anlamak için bir iki yıl boyunca çalıştığını anlatıyor.ve karşısında hiç bir filozofun konuşamıyacağını felsefenin bütün esrarını çözdüğünü belirtiyor.Tabi bunu yaparken kendinden önceki alimlerin filozoflara karşı çıkarken kullandıkları delillerin yetersizliğinden dert yanıyordu.İşte böyle yetersiz deliller sunmamak için karşı çıkılan sistemin en ince ayrıntısıyla öğrenilmesi gereklidir.tabi bu noktada her insan nazım hikmeti marksı okusun demiyoruz.Bizim köylü mehmet ağanın böyle bir şeye ihtiyacı yoktur.çünkü köyde kominizmi konuşan yoktur.Ama üniversitede okuyan bir öğrenci için bu gerekebilir(komünizmi örnek olarak verdim.islama sataşan her sistem onunla birdir)

İşte bu anlattıklarımdan her önümüze gelen kitabı okumak gerektiği çıkmaz.Önemli olan deminde söylediğim gibi düşmanın kalesindeki delikleri öğrenebilmektir.ki rahatça girip kaleyi fethedelim.

sonuç ihtiyacımız olan bilgi kimde olursa olsun alınır.Zamanında gavurlar da müslüman olmamıza bakmadan bizden alacaklarını aldılar ve şimdi bize tepeden bakıyorlar.Hadisleri kullanırken dikkat etmemiz gerektiği gibi kendi kardeşlerimizin sözlerinden kendimize göre anlam çıkarıp sen bunu söylüyorsun açıkla bakalım derken de dikkatli olmalıyız.(umarım imla noktalama sadelik istediğiniz gibi olmuştur kardeşim)

dualarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bilgiyi direk kaynağından almak tek faydalı tercih olmasa da, sizin de dediğiniz gibi, yeterliliği olan insan için en iyi yol... Yazdığınız mesajda hadis'e yaptığınız göndermeyi anlıyor ve dolayısıyla da anlatmak istediğinize vakıf olabiliyoruz, fakat uzatmayacağım. Yalnızca bir kez daha hassasiyet tavsiye edeyim... Bunun dışındaki mevzularda mutabığız, oldukça güzel bir şekilde açıklamışsınız durumu. elinize sağlık.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...