mürid 20 Report post Posted July 30, 2007 bugünün ve yarının derin ve gerçek müminleri! Eserimi size ithaf ediyorum. 1981 Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hâl oldu! Sonunda bana kalan, yalnız ilmihâl oldu! Kalmadı bu dünyada benim işim ve kavgam; Eserimi verdimse, artık ölsem de ne gam! TAKDİM • Bu eserin yıldırımı, içerime, 1960 - 61 hapsimde Topta-şı Cezaevinde düştü. • Bana verdikleri kütüphaneyi idare işinde, sabahları uyanır uyanmaz ve akşam sayım düdükleri ötünceye kadar hep bu işle uğraştım. Dışarıyla tek temasım, arsalarda serbest serbest havlayan köpeklerden haberini aldığım bir hayatın mevcut olduğunu bilmekten ibaret... Bir de kütüphane odasının kapısındaki sürgülü delikten mahkûmlara polis romanları yetiştirmek... • Bütün sanat, fikir, vecd, hassasiyet ve imân melekelerimi birleştirerek yepyeni bir hâdise mahiyetinde ortaya atmak ateşiyle yandığım «İman ve İslâm Atlası»... O zamanlar bir yığın malzeme toplamış olmama rağmen, bunları tablolaştıramamış ve aşkımın gerektirdiği nizam ve ifâdeye kavuşturamamıştım. Zira, göz açıp kapayıncaya kadar hapis müddetim bitmiş ve haberini başıboş köpeklerden aldığım dış hayatın, bana kapısı açılmıştı. Buyur bakalım, o kadar özlediğin köpeklerin dünyasına!.. • Eser, 20 yıl müddetle içimde şeklini bulamayan bir rü-şeym (protoplazma) halinde yaşadı. Şu oldu, bu oldu ve 1980 sonlarında ve 1981 başlarında yine içime düşen bir yıldırım bana hitap etti: «Eğer hemen değilse, ne vakit?»... • Bir sayfiye yerindeki evime çekildim, Marsilya sokakları kadar yabancısı olduğum şehre mevsimler boyu hemen hiç inmedim, hattâ bahçeme bile çıkamaz oldum; ve bir güne on günlük çalışmalarla «İman ve İslâm Atlası»nı kalıba dökebildim. Bu defa evimde geçen bilmem kaçıncı hapsim... • «İman ve İslâm Atlası», her biri aynı kaynaktan tas dolduran kitaplara nispet, doğrudan doğruya ve en az vasıta kullanarak o kaynağa diz üstü abanma ve suyuna avuç açma vâkıasıdır; ve bundan sonra Hak ne nasip eder, bilemem, bütün eserlerimi tamamlayıcı mahiyettedir. • Şekille ruhu, amelle hikmeti, mezcetmek gayesini güttüğüm bu eserde, hem en emin «ilmihâl»i, hem de en şaşmaz tefekkürü, en sağlam müşahhas üstüne en ulvî mücerredi bina edercesine mimarileştirirken, tebliğci olmaktan ziyade telkinci olmaya gayret ettim. • «Tarife» yazmak yerine gayeyi öziyle ruhlara sindirmek, reçete yerine mânada ilâcın kendisini tattırmak... Buna çalıştım. Ve bu aziz dâvayı papağan ağızlardan kurtarmak... • İskeletsiz vücud olmaz ya; bir de iskelet üzerine vücudu ve uzuvları kul çapında yerleştirebilmek var... Peteği dosdoğru çizdikten sonra onu en halis balla doldurmak... Asırlardır hakkiyle yapılabildiğini sanmadığım bu cehd üzerinde başarı derecemi, tam 45 yıldır Büyük Doğu teknesinde hamurunu yuğurmaya çalıştığım yeni iman ve islâm nesli tayin edecektir. • O olmasaydı oluşun olmayacak olduğu, Kâinatın Efendisine salât ve selâm olsun!... • Allah, Sevgilisinin ümmetine 15. İslâm Asrının birinci yılından ileriye, yeni bir anlayış, duyuş, görüş ve oluş nasip etsin... 1 Share this post Link to post Share on other sites
BDG 76 Report post Posted July 30, 2007 Üstad, İman ve İslam Atlası adlı eseriyle fikir dalında Millî Kültür Vakfı Armağanı'nı (1981) almıştır. Tamamen sağlam kaynaklardan yararlanarak (ki, kitabının başında buna değinmektedir.) eserini vücuda getirmiştir. Ve bizlere güzel bir islam ilmihali sunmaktadır ve insan okurken de edebi zevki mana alemi ile birleştiriyor. Ki bu hal çoğumuza hiç daha rastlamadığı bir ruh halini kendisine vermektedir. Klasik İslam ilmihalleri ile kıyaslandığında ilk başta edebi noktada farkını gösteren eser, işin özünü sunmakta ve ötelerdeki eşsizliği telafuz etmektedir. Eser yanlış hatırlamıyorsam 700 küsur sayfa. Buna rağmen okumaya başladığınızda alacağınız zevk, mana ve bilgi sizlere sayfaları nasıl karıştırdığınızı ve değiştirdiğinizi hissettirmiyor... :mellow: Fazla lafa ne hacet... Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hâl oldu! Sonunda bana kalan, yalnız ilmihâl oldu! nfk... Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted July 31, 2007 İMAN VE İSLAM ATLASI Necip Fazıl KISAKÜREK (İTİKAD) M E LE K · Allah’ın gözle görülmez, nurdan mahlûk, lâtif ve ulvi yaratıkları... · Memur bulundukları işlere göre sınıflara ayrılırlar. · Bir kısmı devamlı secde, bir kısmı rükû vaziyetinde... Bir kısmı eşya ve hadiseleri tasarrufa, bir kısmı da insanları korumaya memur... Her sınıfın isimleri ayrı ve sayıları bütün yaratılmışların üstünde... · Nefs illetinden arınmış ve hepsi masum ve mümin... · Diledikleri şekillere bürünebilirler... · Yemek, içmek, uyumak, erkeklik, dişilik gibi beşerî hallerden münezzeh... Doğmazlar ve doğurmazlar, acı ve keder çekmezler ve hiçbir zaaf eseri göstermezler... · “Yakınlar” tabir edilen Sultan meleklerin başında vahye memur Cebrâil... Kullara rızk tayiniyle mükellef Mikâil... Kıyamette “kalk!” borusu mahiyetindeki Sûr’u üflemekle vazifeli İsrafil; ve Allah’ın emriyle can alıcı Azrâil... Bunlar, melekler arası peygamberlerdir. Üstünlükte beşerî peygamberler, melek peygamberlerden; yüksek müminler, yüksek meleklerden;alt tabaka insanlar ise alt tabaka meleklerden yukarıda... Yani mücerret insan, mücerret melekten üstün... · Bu noktadaki sır, beşere secde emrini alan meleğin nefsten ve çileden kurtulmuş, insanın ise nefse müptelâ ve onu yenmeye davetli olmasındaki farktan geliyor. · Allah’ın göze görünmez, fakat şekil değiştirerek görünebilir, nur yerine mayaları ateş, başka mahlûkları da vardır. Bunlarsa meleklerin her ân Allah’ı tesbih, tenzih ve sadakat vasıfları dışında ve binbir noksan içinde süflî âlem tayfalarıdır. Şeytan ve maiyeti cinler... Bunlar doğarlar, doğururlar, ürerler, ölürler. · Şeytan, aslında isyana geçmiş bir melek değil, apayrı bir hilkat belirtir. · Melekte hilkat, teslimiyetin son haddiyle ve hiçbir fikir kargaşalığına düşmeksizin Allah’a bağlılık... Melek, (antitez)i olmayan imanı temsil eder. K İ T A P · Allah’ın, vahy meleğiyle peygamberlerine indirdiği kitaplar... · Rivâyete göre hepsi 104... Bunlardan 4 tanesi başlıca kitaplar... Geriye kalan 100’ü de ayrı ayrı suhuflar... · Başlıca 4 kitap, Dâvut Peygambere Zebûr, Musa Peygambere Tevrât, İsa Peygambere İncil; ve topyekûn zaman ve mekânın Peygamberine Kur’ân... · Başlıca 4 büyük kitaptan bugün tek harfi değişmemiş, emin ve mutlak olarak elde bulunan, sadece Kur’ân... Öbürleri zamanla aşınmış ve tahrifçi ellerde değiştirilmiş insan eserleri... · Bugün elde 4 ayrı İncil nüshasının bulunması, aslının ortada olmadığına riyazî delil... Bir şey 4 olunca 1 olmak, mevcut bulunmak haysiyetini yitirir. · Kur’ân’a ait mutlakiyet, onu kıyamete kadar hıfzedeceğini bildiren Allah’ın vaadiyle bugüne kadar tek harfi ve sesi üzerinde en küçük değişiklik olmamasıyla fiilen sabit... Ve bu hususiyetiyle Kur’ân, Resuller Resulünün elinde mucizelerin en büyüğünü gösterici... · Kur’ân bildirisiyle, bütün insanlar ve cinler bir araya gelse onun tek kelimesine denk mâna vücuda getiremezler... Kur’ân yazılı sahifeler halinde bir dağ başına inseydi, beşerî kelâm sureti içinde insan kelâmı olmadığı belli olurdu. · Kur’ân, genişliğine dış yüzü ve derinliğine içiyle Allah kelâmıdır, Allah ile kâim ve sonradan yaratılma (mahlûk) değildir. Kur’ân’ın nazil olduğu zamanlardaki hâdiselerle ilişkisi, onun, zaman ve mekândan münezzeh, ezelî Allah kelâmı olmasını engelleyemez. Zaman ve mekân çemberinde tutsak akıl, kendi sınırı içinde ve kendisine göre hesaplarla bu derinliğe ulaşamaz. · Niçin şiir yazmaz olduğunu soran Hazret-i Ömer’e Şair Hassân’ın verdiği cevap, Kur’ân’ı belirtmekte en ileri duygu: “Kur’ân indikten sonra dilimi yuttum!”... · Kur’ân’da bütünlük ve defalık ifade eden kısımlar “Sûre”, sûrelerin yine mâna bütünlüğü içindeki bölümleri “Âyet”... · Sûre sayısı 114, âyet sayısı da 6666... Bu rakamların gizli delâletler bakımından hepsi sır, her kelimenin ötesindeki mâna ufku sonsuz; ve bazı sûrelerin başlarındaki “Elif-lâm-mîm” gibi kelime teşkil etmeyen harfler de, Sevenle Sevilen arasında şifreler... · Besmele, sûrelerin arasını ayırmak için nazil oldu. · Sûreler sıra halinde değil, karışık olarak inmiş ve sonradan Allah’ın emriyle tertibe girmiştir. · Kur’ân’ı noktası noktasına büyük bir titizlikle hâfızasında saklayan sahabîlerden toplayıp kaleme almak ve sahifeler üzerinde perçinleştirmek fikri Hazret-i Ebûbekir ve Ömer’den başlar ve tam gerçekleştirilmesi Hazret-i Osman’a nasib olur. · Kur’ân tefsirine kalkışmak cüretlerin en korkuncu ve bu iş el atışların en korkulusu... En büyük tefsirci Kâinâtın Efendisi ve sonra onun mânevî mirâsına nâil büyükler... · Hadîs meâli: “Kur’ân’ı kendi anlayışına göre yorumlamak küfür...” · Bir kimse “ ben Kur’ân’ı kendi aklımla tefsir ederim!” dese de yorumlaması tefsircilerin en büyüklerinden Beyzavî tefsirine eş çıksa, yaptığı iş, iddiası bakımından yine küfür... · Kur’ân’da zâhirî mâna ve delâletler, olduğu gibidir, muhkemdir ve hüküm değiştirici yorumlardan münezzehtir. · Kur’ân, Kur’ân’dır, “Arapça” tavsifinden mücerrettir ve sadece Arapça üzerine indirilmiş Allah kelâmıdır. · Kur’ân Arapçadır denilemeyeceği gibi, zâhirî meâllerinin şu bu lisana nakline de “o dilde Kur’ân” demek yine küfre varır. Kur’ân’ın bu ölçüyle, zâhirî meâl ölçüsüyle dünyânın bütün dillerine nakli câiz, hattâ lâzım... Ama bu nakillere Kur’ân dememek de şart... “Tercüme” kelimesi de yersiz... Âdi dillerde hiçbir tercüme aslını tutamaz, ya eksik ya fazla kalırsa, hiçbir eksikliğin semtine uğrayamayacağı Kur’ân’ı tercüme edebilmek iddiası nereye varır? · Kur’ân, içinde musiki şuuru olmayan bir vecd sesiyle okunur ve asla teganni edilemez. · Kur’ân’a dinî ölçüyle tertemiz olmadan el sürülemez ve onu ibadet, duâ, devâ, ölmüşlere ithâf şeklinde okumanın, bulundurmanın, taşımanın ayrı ayrı edeblerine ve şartlarına riâyet gerekir. Hele kur’ân’ı üfürükçülük, âdi fal, sihir gibi kötü maksatlara alet etmeye kalkışmak cinâyet... · Kur’ân aslî telâffuziyle hiçbir yabancı harfe teslim edilemez. Kur’ân’ı okuyamayıp da bazı sûreleri ezberlemek isteyenlerin, onları bilenlere okutması ve ezberlemesinden başka çare yoktur. Veya harekeli Kur’ân harflerini öğrenmesi... · Namazda ve niyâzda Kur’ân okunur ve dinlenirken dış mânalar üzerinde aklı çalıştırmadan o ruhu kelimelerin esrâr buğusu içinde engin ufuklara salmak, vecd ve haşyet noktasından Allah kelâmına gösterilecek saygı... R E S Û L · Resûl, Allah’ın rahmetiyle, kullarına yolu göstermesi için gönderdiği zirve insan... · İlk defa bu sıfatla yeryüzüne ayak basan ve peşinden çoğalan insan; çağlar ve devirler boyunca nice resûller gördü. · Resûl müstakil şeriat ve aslî nizâm sahibi, nebî ise kendisinden önceki veya zamanındaki resûlün şeriatına tâbi olan... · Her resûl aynı zamanda nebî, fakat nebî resûl değil... “Haber getirici” mânasına “peygamber”, her ikisini de toplayıcı bir isimlendirme... · Resûller, insânî hakikat yönünden en hâkir bir fertten farksız, fakat kendi öz hakikatiyle erişilmez derecede üstün... · Her resûlün kendi ismiyle çerçevelenen bir öz hakikati vardır ve bunları Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabî “Füsus” eserinde derinliğine göstermiştir. Bu hakikatler arsında en yücesi, “hakikat-i ferdiye” olan Muhammedî hakikattir. · Âdem Peygamberden yola çıkan risâlet sancağı, peygamber eline teslim edile edile Resûller Resûlünde sâhibini buldu ve böylece Gaye-İnsan ve Ufuk-Peygamber zaman ölçüsüyle de ilk ve son oldu. · Hazret-i Âdem cennette nurdan harflerle Tevhid Kelimesini ayniyle görmüş ve Kâinatın Efendisini kastederek, Allah’tan, onun yüzü suyu hürmetine bağışlanmasını dilemiştir. Evet, hem ilk, hem son... · Varlığın tâcı, ruhunun yaratıldığı demde Âdem Peygambere ait vücut balçığının, yerde henüz ruh üflenmemiş olarak yattığını bildirir. · Evet; İslâm, bütün resûller boyunca tek ve mutlak din halinde bayrağın elden ele teslim edilmesiyle topyekûn zaman ve mekânın Peygamberine gelmiş ve onda son kemâl derecesini bulmuş, tamamlanmıştır. · Demek ki, resûller bir çok olsa da din tek, o da İslâm... · Peygamberlerin cümlesi erkektir, kadından peygamber gelmemiştir ve hepsi Resûller Resûlüne dek belli başlı bir zaman ve mekân ile kayıtlıdır. O ise bütün zaman ve mekânın, her renk ve dilden insanların ve cinlerin Peygamberi... · Resûller arasında derece şöyle: Son dört basamağın en üstünde “O var diye kâinatın yaratıldığı” Varlığın Tâcı... Sonra Hazret-i İbrahim, sonra Hazret-i Musa ve sonra Hazret-i İsa... Lâkapları da sırayla şunlar: Allah’ın Sevgilisi, Allah’ın Dostu, Allah ile konuşan, Allah’ın Ruhu... Sevgili dâimâ en üste... · Peygamberler mâsum, emânete sâdık, âdil, günahlardan, kötülük ve çirkinliklerden münezzeh... Bazı hatâlara düşseler bile Allah tarafından düzeltilirler; ve onların beşeriyet gereği düştüğü hatâlara günah değil, “zelle” tabiri kullanılır. Umumî mânada her türlü nakz, noksan ve ayıptan arınmış... Onlardan herhangi birine beşerî düşüklüklerin herhangi birini isnat, imanı bozar. · Resûllerin sayısı bir nakle göre 313... Kur’ân’da isimleri geçen 28... Hakikatte adetleriyse belirsiz... Bu arada, Zülkarneyn, Lokman, Uzeyr gibi, “peygamber mi, velî mi?” gibi üzerlerinde ihtilâfa düşülenler de var... Meçhule hürmet ve Allah’ın gizliliklerini yine ona havale etmek ve kaba teşhis ve tespitlerden kaçınmak biricik usul... S O N G Ü N · Süreklilik içinde süreksizliğin, süreksizlik içinde sürekliliğin iki zıt cereyan halinde aktığı bu âlemde, küçük neticeleri büyüklere, büyükleri daha büyüklere ve daha daha büyüklere bağlaya bağlaya toplayan bir neticeler neticesi ânına inanmak ve haberini dinden almak en müspet ve mutlak bir bedâhet duygusu... · Bu anlayışa bugün müspet ilimlerde şahitlik etmekte ve kâinatın sonuna ait hesaplar içinde kıvranmakta... · Her şey gibi, bitmez görünen sayıların da biteceği, bütün kemmiyetlerin buhar olup uçacağı, tek keyfiyet ve (1) de toplanacağı bir son had ve gün gelecektir ve ismi Kıyâmettir. Haberini Resûller getirmiş ve çizgisi çizgisine resmini yine onlar çizmiştir. · Mücerret hakikat diye bütün insanlığın kabul ettiği, ama herkesin kendine göre yorumladığı bir şey var ya.... Hakikate “öyle bir şey yok!” diyen henüz olmadı. İşte bu ulvî ve müşterek nokta, kitaptan takvime, sözden nefese kadar SON mefhumunun yerini dinde bulur. · Sebep ve netice; ve sebeplerin bütüniyle neticelerin bütünü... Bu iki kelime üzerinde düşünen insan kafası, parçaları bütünleştirici zarûrî bir ilimle Son Güne, Hesâp Gününe inanır. · İman, işte bu Son Günde sonsuz saâdetin kapısını açarken, sonu yoklukta kabûl eden küfür de yine sonu olmayan hüsran âkıbetine aynı günde şahit olur. · İsrâfil’in Sûr’u, ölülerin mezarlardan fışkırması, göklerin bohça gibi katlanması, yıldızların toz zerrelerine dönmesi, Mahşer arsasının açılması, çığlıkların mesafeyi yenmesi, Sırât, sağ, sol ve arkadan, yanlardan uzatılacak amel defterleri ve her şeyi ile Son Gün, Hesap Günü... · “Hesaba çekilmeden nefslerinizi hesaba çekiniz!” hadîsinde, küçük ve büyük bütün sonların hesabı vardır. · Kâinatın, yüzü suyu hürmetine yaratılmış olduğu Resûl “Size kocakarıların imanı lâzımdır!” buyururken, hakikat bilinen vehimlerin sözde gerçekçi ve mantıkçı budalalarına karşı, hayal sanılan hakikatlerin arasını kocakarıdaki teslimiyet bünyesi içinde fasletmekte; ve böyleyken iki tarafın sınırını sıhhatle çizmekte, birinden öbürüne yol bırakmamaktadır. · Son Gün üzerinde Kur’ân ve Hadîsten başka, teşhis ve tespit kudretinde bir kaynak yoktur. Kocakarıların teslimiyet anlayışı, evet; fakat öz hayali, asla!.. Dinde her şey bu iki çizgiyi ayırabilmekte... KADER – HAYR – ŞER · İşte, akıl adına içinden en çıkılmaz ve devir devir nice fesat ve ayrılıklara sebep olmuş mesele! Kader, yani hayr ile şer!.. · Kul, her fiili ve karşısına çıkan her hadiseye karşı tavriyle trenin rayları, veya atılan taşın mahreki gibi, önceden biçilmiş, takdir edilmiş âkıbetler üzerindedir; ve hayr ile şer yalnız Allah’tandır. · Böyle bir inanç, aklı son haddine ve zihni sır idrâkine vardıramamış nasipsiz insanlar için kavranması imkânsız bir mesele teşkil eder; veya mahlûktaki müstakil irâdeyi inkâra, yahut bu irâdeyi mutlak kabul etmeye götürür. İkisi de küfür... · Kişinin hem irâde sahibi olması, dilediğini yapmak iktidârına sahip bulunması, hem de bu sahipliğin üstün bir kudrete bağlı kalması ve kendisinden ayrılması arasında akılla doldurulamaz bir tezat uçurumu vardır; ve insanın zâti iktidârına göre kurduğu nispetlerle muhal görünücü bu işi yapabilendir ki, Allah’tır. · Kaderin akılla bundan daha ileri bir izâhı olamaz; ve dâva, her işte olduğu gibi, zevk ve sır anlayışına kalır. · Bu mesele üzerinde en güzel izâhlardan biri, 14. Asrın yenileyicisi büyük irsad kutbu Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin aklı susturucu şu kıyâsıdır: “Allah seni yaratır da ne yapacağını bilmez mi?” İşte kader!... Mahlûkların neler yapacağını bilmekle, onları fiillerine ve fiillerini kendilerine göre yaratmak arasında gayet ince bir münasebet vardır ve bu nokta üzerinde aklın tökezlememesi için daha ileri bir izâha yer yoktur. · Kaderin yine akla hitap edici izahlarından biri de, “fiillerin fâili kul, hâliki Allah” düsturu... · Neticede kader, bir amel, iş görme meselesi olmak yerine mücerret itikad işi olarak karşımıza çıkıyor ve iyi kötü hiçbir işde “kaderime göre davranıyorum!” hükmünü kabul etmiyor; hattâ böyle hükümleri küfür sayıyor. · İslâmda kader itikadı derin ve gerçek mümini sıkmaz ve iradesini kösteklemez. O iradesiyle ne dilerse yapmakta hür yaratılmış olan insan bu kâmil hürriyet içinde kuşatılmıştır. İnsan, kaderi, kendi sınırlı iktidarına nispet ettikçe çözemez ve büsbütün düğümlemiş olur ve kendisini ya fiilinin yaratıcısı, yahut kaderin mahkûmu ve her türlü teklif dışı bilmeye kadar gidebilir. “Sünnet ve Cemaat Ehli” itikadınca insan cüz’î iradesiyle hür, emirler ve yasaklarla mükellef, küllî irâde gereğince de ilâhi hükme tâbidir ve bu nokta İslâmın en ince muvazene anlayışından biridir. Hattâ sapıklığa düşmemek bakımından başlıcası... · Kul ne fiilinin hâliki, ne de dış plânda mecburudur. · Kuldaki cüz’i irâde, akıl sır ermez küllî irâdeye nispetle küçüktür; yoksa Hakkın nimeti olarak büyük... Ve kalbleri iki parmağının arasında dilediği yöne çeviren İlâhî irâde güneşi altında bir kibrit alevi bile değildir. Öyle cılız bir kibrit alevi ki, bu haliyle yine dünyayı ışıldatmak imkânına sahip... Ama kader neyse, olan ve olacak olan o... · Batılı bir filozof “farzedelim ki, ben dilediğimi yapmakta serbestim; ama dilediğimi dilemekte acaba serbest miyim?” diye düşünmekle, yine kadere bağlı aklın tepe noktasındaki durağına yaklaşmış oluyor. · Vebâ mıntıkasından ayrılırken “Allah’ın takdirinden mi kaçıyorsun?” diyenlere “evet, Allah’ın takdirinden kazasına sığınmaya gidiyorum!” karşılığını veren Hazret-i Ömer, kader ve kazayı belirtmekte en yüksek seviyeyi gösterdi. Kader ezelden takdir edilen, kaza ise ânbean zuhura gelen... · Kaza, kaderi değiştirmez, fakat İlâhî kudret yönünden her şeyi ânı ânına ve hiçbir tezâda düşmeksizin cevaplandırır. · Hayr ile şerrin de kaderle sıkı sıkıya alâkası var... kader mahsulü olan hayr ve şer, elbette ki, Yaratıcının emrinde ve onlar da neticeleriyle bilinmez şeylerden... · Hayrı doğruca Allah’a bağlayıp, şerri, yine Hakkın kudretiyle nefse ircâ etmekte derin bir edep sırrı yatar. · “Nice Hayr görünen şeyler vardır ki, şerdir ve nice şer görünenler hayrdır; ama siz onları bilemezsiniz!” meâlindeki Kur’ân buyruğunda, aklımızı kuşatan ve her şeyi Kuşatıcının emrine bırakan bir vecd anlayışına yol aramak... İşte anlatış yolu!.. · Kaderi kendi sınırlı kudretine göre ölçen akıl, sınırsızı nasıl ölçebilir?.. ÖLÜMDEN SONRA DİRİLMEK · Sade ruhlarımızın yeni ve gerçek bir hayata kavuşmasiyle değil, tekrar cesetlerine dönmesiyle, ruh ve madde içiçe, ölümden sonra dirileceğiz. Bu âkıbet vaad olmak yerine bir tebliğdir ve her türlü “nasıl olabilir?” şüphesinden münezzehtir. · Böyle bir oluşu imkânsız gören maddeciler, ölülerini yakar, bir avuç kül halinde etiketli kavanozlara yerleştirir ve duvarlara çakarken, binlerce yıl önce, ölülerin yemek yediği zanniyle Firavun mezarlarına erzak döşeyen putperestlerden daha geri bir anlayışa sahip... · Vehhâb olan Allah, verdiğini geri almayacak, mükâfatı ve cezasiyle sonsuzluğa teslim edecektir. · Bu dünyada kaskatı görünen her mevcut, dumandan bir vehim, öbür dünyada ise her şey en sert gerçek... · Ölüm hak ve Kıyâmet günü dirilmek, emir... Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted July 31, 2007 BİD'AT • Keşke bu bahsin adını "kaba softa ve ham yobaz" koysaydık. Alçalma devrimizden başlayarak bugüne kadar İslâmın ruhlarda karartılması bakımından başımıza ne gelmiş ve küfre hangi güç kazandırılmışsa hep kaba softa ve ham yobaz yüzünden... Onun, yerini ve gayesini bilmeden elinde taşıdığı ve kötüyü devireceğine iyiyi harap etmekte kullandığı "bid'at" bombasından... • Bir cerrahın (aseptik) ve (antiseptik) usûllerle tedavi sahasını mikroptan korumasındaki prensip titizliğine eş olarak konulan bid'atten kaçınma düsturu, aslında dinin muhafazası bakımından zâbıtaların en mübârek olanıdır. Ve mutlaka bilinmelidir ki, sadece dinin hususî dâiresine mahsustur. • Bütün ibâdet ve muamele şekilleriyle tecezzi kabûl etmez bir yekpârelik belirten din, bu hususta hiçbir fire vermez ve en hurda cüz'ünü bile fedâ etmezken, bu mutlakiyet sınırı dışında, makbûl gördüğü her yeniliğe kucak açar. • Dinde olmayanı getirmek ve yenilik icadına kalkışmak mânasına Bid'at, bir "mahfuz-saklı" etrafında o "mahfuz"a aykırı olmayan her yeniliği kabul etmekle kalmaz, hatta emreder. Ona İslâmı ziynetlendirme şerefini verir. • "Bir günü bir güne eş geçen hüsrândadır" Hadîsi, esası muhafaza emriyle yenileşme borcu arasındaki, kıldan ince hudut çizgisini işâretler. • Evet; sımsıkı bir "mahfuz" etrafında ebedî arayıcılık ve yenileşme cehdi... Donmamak, kabuklaşmamak, kışırda kalmamak gayreti... Ve zerre feda etmez "mahfuz"un maiyeti halinde, her ân iman tazelercesine eşya ve hâdiseleri yeni gözlükler altında zapt ve teshir etme memuriyeti... İslâmın ruhu budur. • Bid'at ithamcılarının yanı başında, tam mânasiyle harâm bid'atler bonmarşesi işleten (reform)cular. Çorabın üstüne meshedilebileceği, göz dururken kamerî aybaşların hesapla tespit olunabileceği, filân gibi iddialar yasak bid'atın ta kendisiyken, bisiklete şeytan arabası, matbaaya gâvur icadı fetvasını kesmek, İslâm ruhunu kaybetmekten başka hiçbir şeye hizmet etmez. İslâmı bodruma kapatıp dondurur, havasız bırakır, hareketsiz kılar. • Bid'at sadece, dine dışından katkı mânasına geldiğine göre, o kim oluyor ki, Allahın kâmil müessesesine katkıda bulunuyor ve yine o kim oluyor ki, dini güzelleştirme, güçlendirme ve eşya ve hâdiselere hâkim kılma mevzuunda onu felce uğratıyor. • Kaba softa ve ham yobazın kafasında bir zamanlar "Nizam-ı Cedid" askerinin kaputuna bile küfür fetvası vermeye kadar giden bid'at anlayışı, nihâyet İslâm düşmanlarına insanları dinden soğutacak kadar kuvvet kazandırmış ve dâvanın sırrı birbuçuk asırdır, ne din, ne de küfür cephesince çözülebilmiştir. • Hadîs meâli: "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!" • Dini içinden bid'ate boğan (reform) taslaklariyle, dışından, bid'at tehdidi altında köstekleyen çifte yobazlar, İslâmı benimsemek yerine bozmak emrini almışcasına hâin bir davranış içindedirler. (İman ve İslam Atlası’ndan) Share this post Link to post Share on other sites
serdengeçti 10 Report post Posted July 31, 2007 Maşallah sübhanallah Yukarıdaki alıntıları okuyunca Üstadın ne kadar engin dağarcığının olduğunu bir kez daha anladım.Her alanda bilgisini kendine özgü uslubuyla insanı çeken bir ahengi hissetmemek imkansız gibi bir şey. sealmetle... Share this post Link to post Share on other sites
MUDAVIM 0 Report post Posted August 1, 2007 Ve okudugumuzun ismi de "ILM-I HAL"; bir de piyasadakilerine bakin... Klasikler haric, bugun "fikihci"larin yaptiklari, belli başlı kitaplardan aktarma sadece... Kotulemiyorum. elbetde bu da olmali ama. YENILEYICILIK denilen "sey"de uzak olduklarini soylemek istiyorum... M Share this post Link to post Share on other sites
nemo 0 Report post Posted August 1, 2007 ÜSTADIN HER CEPHEDE ÇOK İYİ OLDUĞUNU BİRKEZ DAHA HATIRLADIM. HERHAL ŞARKI YAZSAYDI ONDA BİLE ÇOK BAŞARILI OLURDU. Share this post Link to post Share on other sites
MUDAVIM 0 Report post Posted August 1, 2007 ÜSTADIN HER CEPHEDE ÇOK İYİ OLDUĞUNU BİRKEZ DAHA HATIRLADIM. HERHAL ŞARKI YAZSAYDI ONDA BİLE ÇOK BAŞARILI OLURDU. EL cevab, oyledir: http://www.fundaarar.web.tr/izle.asp?klip=1 Share this post Link to post Share on other sites
yazanel 5 Report post Posted August 1, 2007 Selamlar efendim, Üstadın İman ve İslam Atlası adlı eseri zamana ve mekana hakim olan inancın temel kurallarını aktarmıştır.Ve bu eserde diğerlerinden farklı olarak işin niyesine de yer verilmiştir.Yani yobazın kuran-ı kerimi ezbere bilip te işi kalbe indirmemesi gibi bir yanlışa asla düşülmemiş olup işin en ince yüzünü keşfedici yönü ile eser hazırlanılıp sunulmuştur.Bir arkadaşımızın bahsettiği "aktarma sadece, yenileyicilik denilen şeyden uzak" ifadeleri, kitap farklı noktalardan değerlendirildiğinde o kadar da gerçekçi ve kayda değer ifadeler olarak gözükmüyor.Kitabın aktarma olması kitabın kayda değer bir nitelik taşımasına engel değildir.Ve üstad burada en doğru hareketi yaptığı için üstadı eleştirmek yerine üstada hak ettiği payeyi vermek icap eder.Çünkü kendisi aktarmayıp kendi başına da yazabilrdi ve "aktarma" olmamış olurdu. Ama mesele aktarma olup olmaması mıdır ki? Tabiki değil.Burada da bir incelik yatıyor.Aynen kitabın her cümlesinde yatan İslami bir sırrın olması gibi. O da onun veya bunun için o kadar önem arzetmeyen ilmihal kurallarına bu kadar önem ve özen gösterip onları sonsuzluğun büyük insanlarından faydalanarak eserine geçirmeş olması ve böylece salt doğruları aktarmış olması.Kendisi açısından da mesuliyete(konulara ne kadar hakim olsa da ) girmemesi.Kendisi belki aktarmak yerine bir bahsi kendi bildiği gibi yazsa idi o da doğru olanı 12'den değil de 11,9 undan gösterse idi bu bile meshuliyetti...İşte büyük incelik... Ve yine üstadın eseri "yenileyicilik denilen şeyden uzak" diye tarif edilmiş.Cümlede düşüklük ve tam anlaşılmama durumu olmakla birlikte anlamı heralde şu şekilde olacak: bu eser de yenileyici değil,hep bilinen yüzyıllar önce de aynı olan şeylerden bahsediyor. Biz bu cümleden anladığımız doğrultuda bazı şeyleri deme hakkına sahibiz.İlk olarak yenileyicilikle kast edilen nedir? Bu önemli birşeydir.Yani bahsedilen acaba günümüze uygun bazı meselelere yer verilmemesi midir?Mesela, cinlerle evlenmenin mesuliyeti nedir, ya da organ nakli olduğunda o organ öteki tarafta önceki şahsın mı yoksa sonraki şahsın mı organı olarak yaratılacak.. ? :mellow: Üstattan öğrendiklerimizde İmam-ı azamn gibi, imam-ı gazali, Ebu yusuf gibi büyük müceddidlerin bu devirde olması çok zordur(belkide olmaz).Yani içtihat kapısı normalde açık olsa da sır gözü ile bakılırsa artık kapandığı müşahede edilebilir.Bu yüzden üstad içtihat mevzusunda da çok ince/hassas davranıp ona göre eserini meydana getirmiştir.Ve bu yüzden uyduruk konulara yer vermemiştir.Eğer bahsettiğiniz yukarıda bahsettiğimiz organ/cin gibi konularsa(yani yenileri)...(Tabi kitabın müellifi bu kitabı hangi tarihte yazdı, o da önemli.Çünkü o günden bu güne şartlar değişiyor ve yeni, mesele olup olmayacağı belli olmayan durumlar çıkıyor.) Elhasıl, üstadın eserinin aktarma olması ona paye verme noktasında daha da liyakatli hale getirdiğini söyleyebiliriz.Ve eserin aktarma olmasının inceliklerinden bahsettikten sonra yeniliklerden uzak olma bahsini ise çok müşkül bir mesele olan içtihat meselesinden kaynaklı olduğunu söyleriz.Ve buradan "işe sır noktasından bakıp ona göre eseri telif etti" diyebiliriz.Eserin inceliklerini zaten yukarıda arkadaşlar kısa kısa yazmışlar.Fazla girmeye lüzum görmüyorum.Ama eserin bünyesinde şununda olduğunu söylemek lazım gelir.Eser "nasıl"ı ile "niçin"i ile gelip işin özünü,iç yüzünü göstermesi anlamıyla büyük önem taşımaktadır.Ve gerçek müslümanın her işi nasıl anlaması gerekiyorsa eser de o şekilde anlamlaştırılmıştır. saygılarımla... Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted August 1, 2007 Müdavim kardeşimiz, Üstadımızın bu kitabına aktarma ya da yenileyicilikten uzak demek istememiş, aksine piyasadaki bazı kitapların böyle olduklarını belirtmiş. Yenileyicilik derken, yeni fıkhî hükümler getirmekten değil de, üslubun yenilenmesi, güzelleştirilmesi gerektiğinden dem vurmuş.(diye düşünüyorum) Share this post Link to post Share on other sites
MUDAVIM 0 Report post Posted August 1, 2007 Müdavim kardeşimiz, Üstadımızın nefis üslubuyla ince bir sanat güzelliği ile süslediği bu kitabına aktarma ya da yenileyicilikten uzak demek istememiş, aksine piyasadaki bazı kitapların böyle olduklarını belirtmiş. Yenileyicilik derken, yeni fıkhî hükümler getirmekten değil de, üslubun yenilenmesi, güzelleştirilmesi gerektiğinden dem vurmuş.(diye düşünüyorum) Selam... Tesekkurler Reyhan arkadas, aynen dediginiz gibidir... Bir yanlis anlama olsa da beni "ikna" etmeye calisan arkadasa da tesekkurler, guzel hususlara deginmis. "Yenileme" gibi bir kavrami Allah askina, bir Buyuk Dogu baglisi haricinde kim kullanir ki, zaten degil mi?... "Disimizdakiler", "tecdid" dert cikar ve olmadik kimselere de bu "muceddid" unvanini veriverir... Uzak olsunlar... Hurmetlerimle M Share this post Link to post Share on other sites
yazanel 5 Report post Posted August 1, 2007 Acele, ecele götürür...Sanki herşey bir noktada düğümlenmiş.Ve o düğüme muhatap herkes bir telaş ve heyecan ile beklemekteler...Bende işte kitabı düğüm gibi farz edip, heyecanla düğümün açılmasını beklerken belkide açma gayesi ile oraya yaklaşan arkadaşımıza heyecana/telaşa kapılıp "sen ne yapıyorsun, düğüme zarar vermek için geldin" gibisinden bir yaklaşımla yanlış anlamanın ürününü verdim. Kusura bakmayın :mellow: Share this post Link to post Share on other sites
BDG 76 Report post Posted December 13, 2007 HURAFE OLMAYANI İCAT • Allah, kuluna, hayâl isimli bir meleke vermiştir. Gaibi kurcalama ve hakikati arama, heceleme ve bulabilirse yakalama melekesi... • Ne harika bir melekedir ki, hayâl, hem ebedî saadete, hem de sonsuz felâkete onunla, o vasıtayla gidilir. • Allahı onunla buluyor, onunla arıyor, onunla kaybediyor, onunla putlar dikiyor insan... • Perde arkasında olanı keşf ve olmayanı icat hep onun marifeti... • Hayâl olmasaydı, ne sanat, ne ilim, ne küfür, ne iman olurdu. İnsan olmazdı. • Bir İngiliz tarihçisi dinlerin kaynağını şu iki zayıf kelimeye bağlıyor: Korku ve ümit... «Ama onların kaynağı ne?» diye nefsine sormuyor. Bu teşhise verilecek cevap, korku ve ümidin, imandan gelip gelmediği belirsiz tespiti değil, ancak inandıktan sonra tayini gereken bir nokta olduğu... Yoksa maddeciler bile «biz Allaha inanmayız ama inananlar bulunduğuna inanırız» derler bununla bir şey izah etmiş olduklarını sanırlar. Dini korku ve ümit icat etmiyor, asıl din, korku ve ümidi getiriyor... • Dinin hedefi insandır; ve insan, Allah'ın ona verdiği antenle gaipler âlemini dinlemeye memurdur. Bu dinleyişte de korku ve ümit birarada devşirilir. • İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin ifadesiyle bu âlemde hakla bâtıl, «muhik» ile «mubtil» meze (katışma) halinde bulunduğu ve korkunç bir benzeyiş içinde bin «ayn» ve öbürü «gayr» kutuplarını belirttiği için, bunları ayıklamak ve hayâl melekesine bağlanacağı kutbu gösterebilmek, deveye hendek yerine deniz atlatmaktan daha zordur. • Bu sırrı Muhyiddin-i Arabî de şöyle deşer: «Eğer zıtlar birleşebilselerdi birbirlerinden bir daha ayrılmazlardı.» • Hüküm şudur ki, «bir» iken tecellide namütenahi olan hakka karşılık, batıl, hesapta sayısız, fakat hakikat mizanı önünde, batıl olmak vasfiyle «bir»dir. • Öyleyse işin tam hesaba oturtulması şöyle: «Doğru» bir, «yanlış» sayısız... • Ve işte, iki kutup arasındaki farkı çözen ve mîzan vazifesini gören de şeriat... Şeriatı böyle anladınız mı onu aklın koltuk değneği olarak kabul eder, onun doğrulamadığı hakikati muhal sayar ve şeriate hissizce tabi olmak yerine, işi ona divanece bağlanmakta bitirirsiniz. Hayalın de, aklın da hakkı şeriatın verdiği kadar... • «Adem - yokluk», aynen «vücut-varlık» gibi Allah'ın mahlûkudur; ve insan hayalinin, olanı arama cehdi de, olmayanı icat gayreti de yine Hak'tan bir tecelli, bir «mevcut» olarak, mihenk aleti... «Yok»a nispetle «var» anlaşılır. • İnsanoğlunun, ilk insandan beri topyekûn hayatı peygamberler koluyla gelen «olan»larla, menfî hayatın cezbettiği «olmayan»ların içice cümbüşünde sahnelenmekte. • Tevhit sancağını elden ele teslim ederek aslî sahibine, topyekûn zaman ve mekânın Peygamberine eriştiren din, kendi zatiyle, uzaktan veya yakından benzerleri arasındaki farikayı, ders ve izah yerine emir ve ikazla göstermiştir- Share this post Link to post Share on other sites
BDG 76 Report post Posted January 10, 2008 ADALET • Adalet, hakkı yerine koymaktır; ve sade mahkemelerde değil, hayat ve muamelelerin her şubesinde aranması gerekli başlıca şart... • Adaletle zulüm, geceyle gündüz gibi, birinin bulunmadığı yerde öbürünün hâkimiyeti ele alacağı iki kutup. • «Adalet mülkün esasıdır» düsturunu, enselerimizin gerisine asmak yerine, göz bebeğimizin içine nakşetmeli ve neye bakarsak onu görmeliyiz. Bu düstur Hazret-i Ali'nindir. • Adalet, Allah'ın kanunlarında pırıldayan hak ışığıdır; ve nefs üstü, hattâ nefse kıyıcı ruh mihrakı üzerind tecellisini bulur. Zira nefs zalim ve ruh âdildir. • Çocuğuna içki cezasını eliyle tatbik ederken bilmem kaçıncı sopada, onun «baba, ölüyorum!» diye haykırması üzerine, «öl ve İlâhî huzura çıkınca de ki: Beni babam öldürdü; senin kanunlarını yerine getirmek için...» cevabını veren Hazret-i Ömer'in tavrında nefse en giran ruha da en sevimli adalet yansıması, insanı dize getirecek kadar güzeldir. Nurunu kendi meşrep feneri içinde Kâinatın Efendisinden alan Hazret-i Ömer, ömrü boyunca adaleti heykelleştirdi. Beytülmalden para çalan bir adamı «kendi yatırımını alıp almadığından şüpheliyim!» diye salıverir, bir zina muhakemesinde dördüncü şahidin merhameti yüzünden müphem konuşmasını esas kabul ederek öbür üç şahide iftira cezasını tatbik eder ve bir mudafaada kendisini görünce ayağa kalkan hâkime «işte taraf tutmanın alâmeti!» ihtarında bulunurken, bütün düz ve dolambaçlı çizgileriyle hep aynı adaletin temsilcisidir. Peygamber bağlısı olarak adalet bahsinde onun topuğuna yetişebilecek bir insan gelmedi. Ve bunun içindir ki, sıfatı, farkedici mânasına «Faruk» oldu. • Her ferdin kalbinde birkaç hâkimden oluşan bir mahkeme vardır; ve hüküm dışardan gelirken de, içeriden verilirken de, karar, o iç mahkemenin hak ve hakikat nasibine bağlıdır. Bu mahkemenin adı vicdan... • Bir sözü, bir işi, bir davranışı doğrularken tasdikini hep o mahkemeden alır ve bunu adalet biliriz. Doğrudur; şu var ki, eğer o mahkemeyle Hak arasında cereyan kesilmişse bu defa adalet gider ve yerini aynı cüppe ve takkeyi kuşanmış zulme terkeder. • İstanbul Fatihinin bir an için gurura düşer gibi olup ellerini kestirdiği Macar mühendisin şeriatten hak dilemesi üzerine yüce Sultan'ı mahkemeye celple getirten, hakkında ellerinin kesilmesi kararını veren ve bu ulvî manzara karşısında hristiyan mühendisin «hayır, müslüman oldum ve hakkımı helâl ettim!» nidasına vesile olan adalet, nurunu nereden devşirmiştir?.. • Türkün en çarpıcı millî vecizelerinden biri «Şeriatin kestiği parmak acımaz!» sözü, adalet karşısında teslimiyetin ne harikulade ifadesidir. • Türk tarihinde ilk dalâlet yolunu açıcı, bugün komünist edebiyatının kahramanlaştırdığı Simavna Kadısı Şeyh Bedrettin'e, «efendi, senin fiilinin şeriatçe cezası nedir?» diye sorulunca, «idamdır!» mukabelesindeki hikmet, hâkimi ve mahkumu birarada, adalet tavrını belirtmekte kolayca bulunur örneklerden değildir. • At sırtında Kanunî Sultan Süleyman'ın dizginlerine yapışıp askerlerden şekvada bulunan köylü ve aldığı karşılık: «Beni kime şikâyet edebilirsin; böyle bir makam var mıdır?» Ve karşılığa karşılık, «Vardır; şeriat!»... Ve at sırtında gözyaşlarını tutamayan muhteşem Sultan... • Birbiri içinde tecelli edici adalet ve hakkaniyet keyfiyetleri, İslâmda, bütün kıymetlerin üzerine yerleştiği bel kemiği mahiyetindedir ve ezelden insan ruhuna basılmış İlâhî mühür... • İslâmda muamele işte bu adalet ve hakkaniyet ölçülerinde biçimlenir ve nefsin de hakkı dahil, bütün haklar sahnesini kurar. Share this post Link to post Share on other sites
mürid 20 Report post Posted January 27, 2008 NAMAZ DİNİN DİREĞİ •Hadîs meali: «Namaz dinin direği»... •Hadîs meali: «Namaz müminin miracı»... • Hadîs meali: «Dünyada bana üç şey sevdirildi; güzel koku, kadın ve gözümün nuru namaz»... • Süleyman Dârânî diyor ki: «İki rekât namazla cennet arasında tercihe davet edilsem namazı seçerim; çünkü birinde benim, öbüründe Rabbimin rızası var»... • Nesiller boyu O'na yol vermek için yaratılan Adem Peygamber'den başlayarak bütün nebîler ve resuller ibadetlerini namazla yerine getirdiler. • Namaz bütün ibâdet şekillerini toplayıcı ve işa-retlendirici... İçinde hiçbir şey yenilememesi oruca, lâf edilememesi itikâfa, hareketleri (enerji) tahsisi bakımından zekâta, otururken okunan «Tahiyyat» ise hacca işaret. • insanda şuur kaldıkça hiçbir suretle bırakılamaz. Son nefese kadar her yerde ve her vaziyette kılınır ve hale göre şartları boyun hareketlerine kadar indirilerek devam eder... • Farz namazın vaktinden sonra kaza mahiyetinde kılınabilmesi, Allah'ın, mutlaka yerine getirilmesi lâzım bir işte, kuluna mühlet tanıması bakımından ne rahmet!... Düşünün, kıymeti ne kadar büyük ki, İlâhî rahmet onun büsbütün yitirilmesine razı olmuyor, telâfisine ömür boyu imkân lütfediyor. Ölümünden sonra da başkaları tarafından ödenmesine Şafiîlerce müsaade var, ama böyle bir imkâna güvenmek ve onda teselli aramak hiçbir iman sahibinin kârı olamaz. Tek, namaz, gaflet yüzünden kılınmamış olsun da sonunda bu yola başvurmak mecburîleş-sin... • Namazı ezbere ve şuursuz hareketlerle, hattâ karnına bir teyp oturtarak, kurgulu bir robota da taklit ettirmek mümkün... Ve ne yazık ki, kılınan namazların çoğu böyle, yoksa namaz tam kılınabilse, bitirildikten sonra insanın hastahaneye kaldırılması gerekebilir. Ama bu kadarı da fazla... Nefsin gaflet ihtiyacını veren ve kabul eden, Allah... Şu var ki, bu gaflet de dereceli olsun ve İlâhî huzurun yakıcılığı ile gafletin serinleticiliği denge içine alınabilsin... • Peygamber torunu abdest alırken her defa niçin sapsarı kesildiğini soranlara dedi: «Kimin huzuruna çıkmak üzere hazırlandığımı düşünmüyor musunuz?»... En büyük sahabîlerden biri de sırtına saplanan okun namazda çekilip alınmasını emretti. Hangi (anestezi) vasıtası namazda olduğu kadar müminin dış alâkasını iptal edebilir?.. • Cemaat namazındaki askerî nizamı hangi geçit resminde bulabilirsiniz? • Namazı anlayanlar, dünya ve âhiret, ondan başka nimet tanımadılar... • İşin ruh ve hikmet bahsinde ne söylesek az.. Kadınların bazı halleri ve erkeğin şuursuzluk vaziyetleri müstesna, insanda, ağzı tıkalı ve elleri, ayakları bağlı olsa da namazdan büsbütün affedileceği bir vasat hayâl edilemez. Hakkın suçluya umumî af ve rahmeti ayrı dâva... TERBİYE • Din terbiyesi namazla başlar. İzahlar sonra... Evvelâ amel, sonra fikir... Evvelâ göstermek, sonra anlatmak... Amel deyince hatıra namaz gelir. • Namazın ilk mükellefiyet şartları, bütün ibâdetlerde olduğu gibi, islâm, akıl ve bulûğ... Askerlik yaşı gibi beklenmesi gereken bulûğun ortalama haddi kızda 9, erkekte 12 kabul edilebilir. Bu yaşlardan 1 - 2 yıl önce çocuğu, sindire sindire, ısındıra ısındıra namaza alıştırmak icap eder. Çocuğa Allah ve din sevgisini aşılamak ve taklitle başlasa da namaz talimi yaptırmak... • Terbiye ince bir sanattır ve olunmak istenen her şeyin başı... • «Seni kim yarattı?» sualinden yola çıkarak, «bak baban nasıl namaz kılıyor; sen de onun yanına geçsene!» ihtarına kadar telkin... Çocuğun, ileride dini kendi kendisine arayıp bulsun gibilerden başını boş bırakmak, gıdasını kesmekten daha ağır suç... Yavrusuna yiyecek sağlamaktan geri kalmayı hayvanlar bile kabul etmez... Ya ruh gıdası? • Aklı ermeye başlayan çocuğu menfi telkinlerden uzak bulundurmak, bir taraftan korkutucu ve tiksindirici yobaz ihtarlarından korumak, öbür taraftan da küfrün «ben gözümle görmediğim ve elimle tutmadığım bir şeye inanmam!» tarzındaki dolandırıcı mantığına kaptırmamak... Ürkütmemek, şaşırtmamak, yük altında ezdirmemek, sadece vicdanına mâl etmek... Sır burada... •Vecd ve aşk devrimizi kapattık kapatalı, böyle bir terbiye usûlüne yanaşabilmiş değiliz. • Haminnelerimizin umacı masallarından, mahalle mekteplerindeki bazı dar alınlı, kazma dişli ve eli kızılcık sopalı hoca efendi hırlamalarına ve nihayet küfür işportacısı züppe öğretmenlere kadar nasıl bir ruh mamulâtı laboratuarından geldiğimiz ortada... TEFRİŞAT • Namaza girilmeden, yani İlâhî huzura çıkılmadan, onun etrafında farz ve sünnet olarak tatbiki gereken bazı işler vardır. Bunlara namazın mecburî teşrifatı diyebilirsiniz. Her şey o Sultân için... Sultân, namaz... O da Sultânların Sultânı için... • Başta temizlik ve abdest, örtülü olmak, vakit, ezan ve kıbleye dönüş ve niyet... • Bu 6 şartı tamamlayan, huzura kabul edilmenin ehliyet ve haysiyetine kavuşmuştur. ÖRTÜ • Hayvan bile pisliğini örterken... Kedi ve köpek bu işi, ayaklariyle görür, at ve eşek işeyeceği zaman ard ayaklarını açarken... Ve bunlar hemen göze çarpmaması gereken uzuvlarını kuyruk altlarında ve apış aralarında saklarken... Bir çeşit insanda bu fıtrî ihtiyacı anlamamak ne oluyor?.. Kur'ân böylelerini «hayvandan aşağı» diye kaydeder. • Her şeyde olduğu gibi örtünmede de kıstas, hududa riayet meselesidir ve din bu hududu hendese açıklığıyle çizmektedir. • «Avret» denilen örtülmesi mecburî yerler, erkekte, göbeğinin hemen üstünden dizkapaklarının hemen altına kadar çepçevre kısım... Kadında, yüzü, elleri ve ayakları hariç, her tarafı... Bu ölçülerden hiçbir fedakârlığa imkân yok ve kadına saçından tek perçem bile göstermeye müsaade mevcut değil... • Çizdiğimiz örtünme sınırı, bütün yabancı gözlere şâmildir. • Kadından fazla olarak erkekte, muhitinin örf ve âdetine göre dinî hürmet olmaksızın ayrıca lüzum ve saygı belirtici bir giyimi de âmir... Namazda, bir büyüğün karşısına çıkarken gösterilen giyim kuşam edebi eksiltilemeyeceğine, hatta buna bilhassa riayet gerektiğine göre, " mecburî örtünme kısımları üstüne bina edilecek kılık kendi kendisine ortaya çıkar. Ama, dışarıda gösterilen süs ve şıklık eşyasiyle namaza durmak, hürmet yerine saygısızlığa kaçar ve gülünç olur. Namazda kılık ve giyim hürmeti şatafatta değil sadelik ve temizliktedir. Frakla bile kılınabilecek namaz tertemiz bir pijamayla da edâ edilebilir ve Hakka gösterilecek hürmet kullara saygının çok üstünde olduğu için ikinci şekil daha tabiî ve samimî bir mâna kazanır. • Kadın zaten dışarıda görünebileceği giyimi aşamayacağı için, süslerinden arınmak ve hele bugünün şartlarına karşı adamakıllı kapanmaktan başka bir şey düşünemez. Dışarıda saçının bir kısmı meydana çıksa veya rüzgâr bir an için eteğini uçursa affedilebilir ama bunlar bellibaşı mikyaslarda (dörtte bir) namazda olsa ve düzeltilmese o namaz namazlıktan çıkar. Kadınların, kendilerine, her taraflarını kaplayıcı, doktor gömleği gibi bembeyaz ve her kiri ifşa edici, basit ve sade bir namaz elbisesi yaptırmaları ne güzel olur!... Onlara esasen mescit sakıncalı ve mabetleri ev... • Erkek için bir ihtimal olarak kaydedelim ki, örtünecek bir şeyi olmayan, şu veya bu sebeple anadan doğma çırılçıplak kalan bir adam, mevcut imkânına göre kenesini neyle ve ne kadariyle olursa olsun, örtmeye bakacağı gibi, hiçbir şey bulamazsa oturarak, bacaklarını uzamak ve galîz yerlerini saklamaya çalışarak yine namazını edâ etmekle mükelleftir. Muhale yakın bir imkânsızlık ifade eden bu vaziyete, namazın ne bırakılmaz bir vazife olduğunu göstermek için temas ediyoruz. • Avret yerlerini yabancıya göstermek haram iken zaruret dışında kendisine bile göstermekten insan yasaklanmıştır. İslâmî haya buraya kadar gider. Karanlıkta bile çıplaklık yasak... • Kocasına her yeriyle helâl olan kadın, nikâhı düşmeyenlere de uzuvlarını mübalağayla gösteremez. Kadın kadına da aynı şey... Yalnızken veya kadın kadına iken bazı açılmalar, galîz kısımlar daima mahfuz, affa bırakılır. Amelde bu iş noktası noktasına tatbik edilmese bile itikatta böyledir. Bil ve inan da istersen tatbikatta geri kal... Yeter ki, affa sığın! • Hazret-i Âişe kendisini ziyarete gelen âmâ bir sahabîyi kabul etmek için başörtüsünü isterken sahabînin şu sözüne muhatap oldu: «Ben körüm, yâ Âişe, hiçbir şey görmüyorum; ne örtünüyorsun?» Ve şu cevabı aldı: «Ben seni görüyorum ya!»... Örtü sırrını bundan daha derin kucaklayıcı ne söylenebilir?.. İş nihayet fiil sınırını taşırıyor ve ruhta karar kılıyor. İslâm serâpâ inceliktir. • Kadın zaten bütün gizliliklerin remzidir; ve maddesi de, mânası da, nailiyeti, fethi ve mülkiyeti de saklılık peçesi altında tecellidedir. Yoksa ha kasabın çengelindeki yüzülmüş koyun, ha örtüsü kaldırılmış kadın... • Vücut çizgilerini aynen gösterici, hattâ abartan pantalon, gömlek vesaire, örtünme şöyle dursun, bazı şekillerde büsbütün açılmaktan beter... • Sıhhî zaruret karşısında kadın, doktorun masasına yatar ve neresi olsa gösterebilir. İfşasına mecbur veya müsaadesine malik olduklarımızın fazlasına mezun değiliz. • Şu kadarını bilmekle mükellefiz ki, İslâmî örtünme kaideleri erkeği de kadını da en güzel ifadeye bürüyen bir tertip arzeder ve bilhassa kadını, ahlâk telkin edici, haşyet verici ve hürmet çekici bir cazibe heykeli olarak karşımıza diker. İleride (estetik) bahsinde bunu göstereceğiz- Ne şalvar, ne sade göz delikleri açık çarşaf, ne bir sey— Ne Allah'ın gazabına müstahak, ne de müsaade rahmetine mâni şekiller... İslâmî tertip içinde çağımızın yaşayışına uygun, en üstün ve bütün İslâm dünyasına örnek giyim... • Başımıza geçireceğimiz şeyde iş değişiyor. Onu da millîleştirmemiz, kopyacılıktan çıkarmamız ve Arabın, İranlının, Pakistanlının, Arnavudun, Lazın ayrı ayrı serpuşları tarzında bünyemize uydurmamız gerek... Şahsiyet sırrını niçin anlamıyoruz? VAKİT • Hadîs kat'î ve riyazî: «Günde beş vakit namaz, gece ve gündüz, kadın ve erkek, her müslümana farz...» • Namaz, sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı olarak tespitli ve belli vakitlerde... Saatleri mevsim farklarına göre sabit... • Sabah ilk aydınlık çalkantısından, güneşin doğmaya başlamasına kadar... Müddet 90 dakika, birbuçuk saat... • Bu tayinin her hesap üstü şer'î ifadesi, «yalancı fecir» isimli ufkî beyazlığın başlaması şeklinde... Başlangıç noktası budur. • Tarifler şöyle: Okçunun okunu çektiği yerdeki hedefini görebileceği kadar aydınlık veya iki kere 40 âyet okuyabilecek derecede Tulü vaktinden öncelik... Hesap bu zaman payını birbuçuk saat olarak gösteriyor. Fakat ihtiyat 1 saat içinde, yani güneşin tebessüme başlamasından 60 dakika öncesinde... Emin başlangıç vakti budur. Bizde sabah ezanları umumiyetle 1 saat öncesinden okunur. • Güneşin doğmaya başlamasiyle namaz vakti geçer, kerahet vakti başlar ve güneş şer'î tabirle mızrak boyu yükselinceye kadar namaz kılınmaz. • Öğle vakti, güneşin gökte zirve noktasına varıp alçalmaya koyulduğu andan başlar ve her şeyin gölgesi kendi 1 misli fazlasına erişinceye, yani bir, iki oluncaya kadar sürer. Burada ince ve hatta mezhep sahibi ile üstün talebeleri arasında ihtilaflı bir nokta vardır. Büyüğüne tâbi imamlarca gölgenin kendi öz mislini aşıp ikinci misle doğru büyümeye başladığı zaman, fıkıh diliyle «zaman-ı mühmel»dir ve öğle namazını bu zamandan ileriye bırakmamak lâzımdır. Yani öğle ve ikindi arası hesabı müddetin yarısından öteye geçmemek... Öğlenin de tahakkukundan biraz evvel bir kerahet vakti var... • İkindi namazı, gölgenin madde boyunun iki misline çıktığı andan güneşin tamamen batışına kadar süren müddet... • Akşam, güneş battıktan sonra başlar ve son alacalık kaybolup gece çökünceyedek devam eder. Yine namaz öncesi bir kerahet zamanı... • Yatsı, akşam ışığından hiçbir iz kalmadığı zamandan imsak vaktine, sabah namazına birkaç dakika kalana kadar... • Her namazda son vâde, müddetinin en fazla yarısı kabul edilmeli ve başlangıcında eda en münasip iş bilinmelidir. Günü gününe ödenen borç misâli... • Kerahet, haram olmayan, fakat sevimsiz ve uygunsuz fiil demek olduğuna göre bu ölçünün namaza tatbikinde, kısaca belirttiğimiz gibi, günde üç kerahet vaktiyle karşılaşıyoruz: Sabah namazında tulü esnasındaki, öğlende güneşin tepe noktasına varmasındaki, akşamda da batmaya yaklaşmasındaki vakitler... Putperestliğin güneşe tapma şekline uzaklık prensibinden gelen kerahet vakitleri emin ve riyazî bir dakika ölçüsüne vurulacak olursa her kerahet vaktine ihtiyaten 30 dakikalık bir pay en uygunu... Kerahet vakti içinde aynı vaktin henüz vâdesi devam eden (sadece ikindinin farzı müstesna), kaza, sünnet ve nafile, hiçbir namaz kılınmaz; farzlar ise asla kaçırılmayacağı için kerahete rağmen kılınır. •Bir vaktin sonunda ve öbür vaktin başında iki farzı birbirine bağlamak da yasak... Araya bir zaman payı katılacak... Namazı büsbütün kaçırarak kazaya bırakmanın vebali, onu kerahet vakti içinde eda etmenin suçundan kat kat ağır. ........................ (DEVAMI GELECEK) Share this post Link to post Share on other sites
mürid 20 Report post Posted January 28, 2008 ........................ (-NAMAZ- BÖLÜMÜNÜN DEVAMI...) EZAN VE KAMET •Namaz vaktinin ilân şekli... • Medine'de İslâm topluluğu büyüyünce her istikamete namaz vaktinin geldiğini bildirmek için bir vasıtaya ihtiyaç doğdu ve Hrıstiyanların çan sesine karşılık, yüksek bir yerden gür ve ahenkli insan sesi tercih edildi. • Nağme ve musikî oyunlarından uzak, düz ve dalgalı bir ses... • İlk defa, Bilâl-i Habeşî'ye okutuldu ve çok beğenildi. Sünnet... • 4 kere tekbir, 2 kere Şehâdet Kelimesinin ilk kısmı... 2 kere Şehâdet Kelimesinin ikinci kısmı... 2 kere namaza davet (Hayyalessalâh) nidası, 2 kere kurtuluşa çağrı (Hayyalelfelâh)... 2 kere tekbir... 1 kere Tevhid kelimesinin başı.... Mukaddes kelimeleri kendi aslî harfleri dışında yazmaktan çekindiğimiz bilindiğine göre tercümesini verelim: Allah en büyük Allah en büyük Allah en büyük Allah en büyük Şehâdet ederim ki, Allahtan başka İlâh yok Şehâdet ederim ki, Allahtan başka İlâh yok Şehâdet ederim ki, Muhammed Allah'ın resulü Şehâdet ederim ki, Muhammed Allah'ın resulü Haydi namaza Haydi namaza Haydi kurtuluşa Haydi kurtuluşa Allah en büyük Allah en büyük Allahtan başka ilâh yok Yalnız sabah ezanında bir küçük ilâve var: Son iki tekbirden önce: Namaz uykudan hayırlı » Namaz uykudan hayırlı Her zaman dinlediğimiz ezanı aslî lâfızlariyle okumak ve asla şarkıcılığa kaçmamak, şart... • Ezan cami dışında okunur ve cümle aralarında durulur. Yalnız akşam ezanının çabuk ve cümleler birbirine bağlı olarak okunması... • Günümüzde ezan (hoparlör)le ve cami içinden okunur. Bunda bir ruh kayıbı vardır. Bildirelim ki, âdet, sesin her tarafa gitmesi için minare şerefesini dolanmak ve baş parmakları kulağına götürmek şeklinde... (Hoparlörce ezanda duyurma gücünü takdir ediyor ve mahzur görmüyoruz ama minare gibi bir remz şekline bağlı bir ruh fışkırışını iptal etmesi bakımından onu sevimsiz buluyoruz. • Minarenin şehâdet parmağı gibi gökdelen ifadesi Türk'e nasip bir mimarî dehâsıdır. Bazı İslâm ülkelerinde minare çatıyı zahmetle aşan ve çok defa basit bir kabartı biçiminde kalan mahcup bir edaya bürülüdür. • Kamet, ezan bittikten ve aradan birkaç âyet okuyacak kadar zaman geçtikten sonra cami içinde ve çabuk çabuk okunur. Ezandan farkı, son tekbirlerden önce namaza doğrulma ihtarı mahiyetinde ve iki kere «kad ka-met-üs salâh» ilavesi... •Cemaat «haydi namaza» cümlesinde ayağa kalkıp safa girer, bir an evvel mihraba geçmiş bulunan imam da «kad kamet-üs salâh» ilavesinde tekbir alıp namazı başlatır, kametin bitmesini beklemez. • Evinde veya iş yerinde veya münferiden camide namaz kılan için ezan lâzım değil, fakat kamet lüzumlu... Kamet, birbiri ardından kılınan kaza namazlarında da her namazın arasında yenisine başlarken getirilecektir. • Ezan ve kamette konuşulmaz, Allah'ın ismi anılır ve hele Resule şehâdet cümlesinde iki elin baş parmakları öpülerek göz kapaklarına bastırılır. Hazret-i Ebu Bekr'in sünneti... Ama bileni ve yapanı pek az... • Cünüp için ezan, abdestsiz için kamet mekruh... Abdestsiz ezan okunabilir... • Kadının, çocuğun, delinin, sarhoşun, fâsıkın ezanları mekruh... Oturma vaziyetinde ezan okumak da... Böyle ezanlar, fâsık ile, oturduğu yerden okuyanın ezanları müstesna, iade olunur. Kametlerde iade ve tekrar yoktur. •Vakit girmeden ezan okunmaz. • Bazı madde budalaları İslâm ölçülerini çürütmek için şöyle bir lâf ederler: «İslâm bütün insanlara şâmil bir din olduğuna, kutuplarda ise 6 ay gece ve 6 ay gündüz hüküm sürdüğüne göre oralarda yaşayanlar nasıl namaz kılabilir?».. Ve demek isterler ki, «İslâmın bütün insanlığı kuşatıcı ve onlara vaziyetlerine göre vazife verici bir din olması, bu şartlar içinde kabil değildir»... Onlara demek lâzımdır ki, «İslâm medeniyet dinidir; ve kutuplar da bu dini kabul edince medeniyet dairesi içine girer ve bu dairenin madde iklimlerine doğru kayar. Kaydığında da medeniyeti kutuplarda bile tecelli ettirici bir kemâl varsa zaten ne çıkar? Bu vaziyette her halde saat taşıyacağına ve güneşin nerelerde ve ne vaziyette olduğunu bileceğine göre dünyanın bellibaşlı bir yerini meselâ Mekke'yi esas tutar ve bu içtihatla ibâdetini sürdürür. İnsanlıkla topyekûn alâkasız, dilsiz, bilgisiz, vahşi bir toplulukta, sadece Allah'ın birliğini sezip hayat sürmekten gayrı yapacak bir şey yoktur. Büyük Resul Hazret-i İsa'nın hak dinini tahrif edip dünyanın dönmediği ve dümdüz olduğu itikadına kadar yol veren Hristiyanlığın bu açık abesine göz yumanların aynı abes diliyle, hiçbir noktada yanılmaz İslâmdan şüphe etmeleri ayrıca abes!..» • Her şeyle beraber «vakit nakittir» düsturunun hesabı da islâmda... Vakit nakittir ve 24 saatte 24 ayarlık altun nakdin, günde 5 defa kapısı açılan hazinesi namazdır. • Her namazda en faziletli vakit, onun girdiği andır. KIBLE • Namazda müslümanlar madde istikametinde de tek çizgi üzerinde... Bu tek çizgi, cihet ve istikametten mücerret ve münezzeh Allah'ın yeryüzünde işaretlediği noktaya bağlı... Ve bütün yön çizgileri hep oraya çıktığı için tek... • Bu nokta, «Allahın evi» isimli Kabe'dir ve gerçekten nokta gibi, (küp) diye belirtilen bir mik'ap şeklindedir. • İmam-ı Rabbani Hazretleri, Kâbeyi, madde dünyasının tükenip ruh âleminin başladığı nokta diye tarif eder. Bundan daha manalı bir tarif olamaz. • İşte, arz küresinde bulunduğu yer neresi olursa olsun, her müslümanın yönünü bulacağı mihrak, Kabe, Kıble anlamının şekil vericisi... Kıble her noktadan Kabe'ye uzanan yol... Öyle ki, onu kuşatan bina halkası içinde insanlar yan yana olmak yerine yüz yüze bile gelebilir ve madde gözüyle birbirlerine ters düştükleri hissini verebilir- Yakınına varınca istikameti de istihlâk eden, harcayan toplayıcı sır noktası... • Biraz evvel «vakit» kısmında işaretlediğimiz küfür itirazı Kıble ve Kabe için de ortaya çıkabilir; «Kabe'ye arz küresinin dörtte birlik kadar uzağında bulunan bir İnsan nasıl düz çizgi üzerinden yol bulabilir ve hele en uzaktaki, yani dünyanın mukabil tarafındaki şahıs bu düz çizgiyi nasıl sağlar?»... Cevap: «Fizik dehâsı yahudi (Aynştayn)'a göre fezada işi münhanîde, daire şeklinde bitiren düz çizgi görüşü bir yana, Kabe Arş'a kadar uzanıcı bir nûr sütunu temsil ettiği için, arz küresinin dörtte bir uzaklığından düz çizgiyle tutulabilir, daha uzaklardansa ruhun toprak altından açtığı mâna dehliziyle... Yeryüzüne nokta nokta yön dağıtan Kabe, yanı başına varılınca istikamet ipliklerini de toplayıp ortadan kaldırır. Dünya bir daire, merkezi Kabe... •Kabe'nin içinde her taraf ve her yön Kıble... •Müslümana, Kıblenin ne tarafta olduğunu bilemediği bir yerdeyse onu araştırması ve soruşturması borcu düşer. Eğer sonradan ve bir delil elde etmeden kendi şahsî zanniyle hareket ediyorsa Kıbleyi bulsa bile namazı makbul olamaz; buna mukabil danışacağı bir kimse bulamayıp yine kendi içtihadiyle namaza duruyorsa, Kıbleyi bulamasa bile namazı sahih olur. Bir şeriat ve nizam inceliği daha... İş şekilde değil, ruhtadır. Şekli son haddine kadar koruyan ruhta... • Uçak, gemi ve tren gibi istikametleri sabit olmayan vasıtalarda Kıble, galip zanna göre ilk duruş ve istikamet alıştan sonra, vasıta ne tarafa dönerse dönsün, sabittir. Böyle vasıtalarda boyuna istikamet hesabı yapıp namaz içinde yön değiştirilmez. ; • Kıblenin emin olduğu vaziyetlerde göğsünü az da olsa sağa sola inhiraf ettirenin namazı bozulur. Göğüs Kıbleden şaşmadıkça küçük baş çevirmeler namazı bozmaz. • İmkânsızlık veya zanna göre Kıble içtihadiyle kılınan namazlar, sonradan yanlışı meydana çıksa bile iade olunmaz... NİYET • Din hükümlerinin yarısı kabul edilen «Ameller niyete tâbidir» Hadîsi gereğince namazda niyet, namazı namaz yapan ilk esas... • Niyet, yapılan işin sınırlandırılması demektir, kast manasınadır ve bu âlemde her davranışın başıdır. Beşerî kanunlar bile niyeti başa alır. • Namaz münferit kılmıyorsa, niyet, hangi vakit veya hangi çeşit namaza ise ismi ve nev'i söylenerek «niyet ettim sabah namazının farzını kılmaya» şeklinde... Toplu kılınıyorsa «niyet ettim sabah namazının farzını eda için imama uymaya»... • Niyet kalbidir ve içten, kendisinin bile duymayacağı içten bir sesle telâffuz edilerek yerine getirilir. • Hayat, şuur aynalarında bir teressüm ifade ettiğine göre her işte hissî ve fikrî niyet ve irade zarureti bir yana, hiçbir ibadet şekli tam şuurla niyet olmadan vücut bulamaz... TERKİP HALİNDE NAMAZ Namazın farz, sünnet, mendup, müstehap ve kıymet taksimatı taraflarını göstermeden, yani tahliline girişmeden, onu terkîbî şekilde tablolaştıralım ve misâlini tekbaşına sabah namazını kılan bir insana göre verelim... Tek kişi... • Güneşin doğmasına 1 saat kala, yorganımızı teperek kalktık. Gecenin bu en geç saatinde sükût bir horultu sesi vermektedir. Gafletten silkelendik ve temizliğimizi başından sonuna kadar tamamladık. Giyinsek daha iyi olur; ama temiz pijamayla da işimizi görebiliriz. Mezhebimizde, Şafiînin aksine, çoraplısı çıplak ayaktan daha faziletlidir. Odamız tertemiz... Seccadeyi temizin üstüne en temiz tabaka olarak yere serdik ve böylece ibâdet sahamızı en titiz temizlik çerçevesiyle sınır içine almış olduk. Seccademizin şekilsiz, nakışsız, ziynetsiz, kirleri ifşa edecek renkte olması daha makbul... İpek olmamalı... Üzerinde cami ve Kabe resimleri ve haça benzer nakışlar bulunan ve ister istemez gözü cezbeden seccadelerden de kaçınmalı... Secde yeri işaretli seccadenin ayak uçundayız. Tavrımız dimdik, askerî bir ihtiram ifadesi... Başımız eğik, belimiz bükük ve ayaklarımız çarpık değil... Ayak parmaklan Kıbleye doğru ve ayaklar birbirinden 4 parmak açık... Gözümüz secde yerinde ve kollarımız iki yana sarkık vaziyette... 5 defadan az olmamak şartiyle istiğfar (estağfirullah)... Ve açık, tabiî sesle, yanımızdaki bir adamın işitebileceği tonda, kamet... Ezan okumuyoruz, çünkü camiinde ezan okunan bir semtte, mescit dışı münferit, hatta toplu namaz kılınırken ezana lüzum olmadığını biliyoruz. Sadece kamet... Ve niyetle içice tekbir... Eller kulaklara doğru kalkarken niyet ve tekbir (Allahü Ekber)... Niyet içten, tekbir açık ses... Baş parmaklar kulak yumuşaklarına değmiş ve namaz başlamıştır. Tekbirde avuçların kıbleyi kaybetmemesi gerek... Ellerimizi indirdik ve göbek altında bağladık. Sağ el solun üstünde ve baş ve serçe parmaklariyle sol bileği kavramış biçimde (Kıyam)... Üç parmak üstte..; Çok yavaş sesle «Sübhâneke»... Peşinden «Eûzü Besmele» ve hemen arkasından «Fatiha» Sûresi... Sonunda içten «Âmin»... Ve peşinden, Besmelesiz ek bir sûre veya çok kısa olmayan bir, yahut sırasıyle birkaç âyet... Okuduk... Ellerimizi iki yana salıverirken «Allahû Ekber» diyerek eğilme vaziyetine geçtik (Rükû)... Ellerimizi diz kapaklarımıza yapıştırdık... Sırtımız yere muvazi; ve ne kabarık, ne de yere doğru kapanık... «Semi Allahû limen hamide» diye doğruluş... Durak... Ayakta ve içten «Rabbenâlekelhamd»... «Allahû Ekber» ve dizlere dayanarak secdeye varış (sücud)... İki diz veya evvela sağ ve hemen sol diz konur yere... Ellerin önceden yeri bulmasiyle, baş, iki el arasında mevkiini bulur. Böyle yaptık ve ellerimizi iki yana ne fazla açarak ne de başa yapıştırarak bir iki parmak mesafeyle dışarıda bıraktık. Vücut tabiî uzunluğunda ve karın ne yere çok yakın, ne de çok yukarıda... Alın ve burun yere değik... Ve içten üç kere «Sübhane Rabbiyel-âlâ»... «Allahû Ekber»... Doğruluş ve oturuş... Sağ ayak, kıbleye çevrili parmakları üstünde bükük, sol ayak üst kısmıyla yatık...Eller dizlerde ve parmaklar hafif açık... En mühim durak yeri... Aynı sesle «Allahû Ekber» ve ikinci defa secde... Birincinin tekrarı «Allahû Ekber» ve dizlere dayanarak ayağa kalkış... Birinci rekât tamam... İlk rekâtın aynen tekrarı... «Fatiha»nın başında «Eûzu» yok; sade Besmele... Sûre eki değişik... Aynen ilk rekâttaki gibi rükû ve sücut ve ikinci secdeden «Allahû Ekber» diye kalkarken bu defa oturma (Kaade)... «Ettahiyat» okunur, Şehadet getirilir, Şehadette «la ilahe» noktasında sağ elin şehadet parmağı kaldırılıp «illallah»da şiddetle indirilip, peşinden salâvat, tek âyetlik dua (Rabbena atina)... İki rekatlı namaz son bulmuştur. Bitişi mühürlemek lâzımdır. Selâm... «Essalâmü aleyküm ve Rahmetullah» denilerek, baş evvelâ sağa ve oradan aynı lafızla ve hafif şekilde sola çevrilir. Namazımız nihayet bulmuştur. Avuçlarla yüz sığanır ve namaz sonrası sünnet dualarına geçilir. • Yukarıdaki tarifte, birçoklarının hakkiyle tatbik edemediği namaz her icabiyle gösterilmiştir. TAHLİL TABLOSU • Namaz hareketlerini kısa başlıklar halinde sırasiyle ve dinî kıymet ölçüleriyle bir arada gösteren bir tahlil tablosu çizmek yararlı olur. Böyle bir tablo, zevkini, hiçbir şey sormadan ve bilmeden terkibi şekilde tatmin edenlere karşılık, kılı kırk yaran inceleyici ve bölüm bölüm ayırıcıların işine yarar. Bu da ayrı bir ilim tecessüs ve kıymeti... • İki rekâtlı bir namazda 43 madde içinde belirtilebilecek 6 farz ve başlıca 7 vacip... Gerisi de sünnet... Tekbirler 11... Farzlar fıkıh âlimlerinin lisaniyle iftitah (başlangıç tekbiri), Kıyam (eğiliş), Sücut (secdeye varış) ve Kuut (oturuş) olarak esasen 6'dır. İşte tablomuz: 1 - İftitah tekbiri (1. tekbir)................Farz (1) 2 - Ayakta duruş (kıyam)....................Farz (2) 3 - El kavuşturma................................Sünnet 4 - Başlangıç (Süphaneke ve Euzü Besmele)...............................Sünnet 5 - Kur'ân'dan okuyuş (Kıraat)............Farz (3) 6 - Fatiha.............................................Vacip(1) 7 - Ek sûre veya âyet (Besmelesiz).....Vacip (2) 8 - Tekbir (2).......................................Sünnet 9 - Eğilme (rükû).................................Farz (4) 10 - Eğilmede okunan.........................Sünnet 11 -Kalkarken okunan........................Sünnet 12 - Doğrulunca okunan......................Sünnet 13 - Tekbir (3).....................................Sünnet 14 - Secdeye varış...............................Farz (5) 15 - Secdede okunan...........................Sünnet 16 - Doğruluş tekbiri (4)......................Sünnet 17 - İki secde arası hafif durak............Vacip (3) 18-Tekbir (5).....................................Sünnet 19 - İkinci secde..................................Vacip (4) 20 - İkinci secdede okunan (aynen).... Sünnet 21 - Kıyam tekbiri (6).........................Sünnet 22 - Kalkış...........................................Farza devam 23 - İkinci rekât...................................Farza devam 24 - Fatiha (Yalınız Besmeleyle)........Vacibe devam 25 - Sûre eki (Besmelesiz)..................Vacibe devam 26 - Tekbir (7).....................................Sünnet 27 - Rükû........................................... Farza devam 28 - Rükûda okunan (aynen).............. Sünnet 29 - Kalkış ve duruşta okunanlar........Sünnet 30-Tekbir(8).................................... Sünnet 31 - Secde............................................Farza devam 32 - Secdede okunan (aynen)............. Sünnet 33 - Tekbir (9).................................... Sünnet 34 - Durak...........................................Vacibe devam 35 - Tekbir (10)...................................Sünnet 36 - İkinci secde..................................Vacibe devam 37 - İkinci secdede okunan (aynen).....Sünnet 38 - Tekbir (11)...................................Sünnet 39 - İlk oturuş (kaade - 3 ve 4 rekâtli namazların ikinci rekâtında).......Vacip (5) 40 - İlk oturuşta Ettahiyat...................Vacip (6) 41 - Son oturuş (kaade).......................Farz (6) 42 - Son oturuşta Ettahiyat..................Vacibe devam 43 - Namaz sonu selâm.......................Vacip (7) • Bu sayılanlar esasî olanlardır ve vacip içi vacip ve sünnet içi sünnet olarak daha nice ölçü mevcuttur. • Namazda sadece farz çerçevesi içinde kalıp farzların yorumcusu olan sünnetleri kaldırmak aynı farzı kökünden kaybetmeye varır. Hareketlerdeki rabıta ve birbirini takip ve tayin nizamı bozulur, kimse ne yapacağını bilemez; meydana yekpare şekilli (üniform) bir namaz çıkmaz. Böyle bir hareketi güya içtihada bağlayıp yeni bir namaz şekli çıkarmaya ve onu umumileştirmeye yeltenmekse küfrün ta kendisi olur. Bu bakımdan namaz sünnetlerini farzlara sımsıkı bitişik ve ayrılmaz bilmek ve namazın Allah'ın resulüne ilk şekliyle Melek tarafından gösterildiğini ve tecezzi kabul etmez olduğunu anlamak icap eder. • Namazdan sonra, hepsi sünnet makamında, bazı hallerde terkedilebilir dua ve teşbihler vardır. «Âyet-el-Kürsî» okunur ve vücuda serpilir, 33 kere «Suphanallah», 33 kere «Elhamdülillah», 33 kere «Allahü Ekber»... Peşinden, kalbî ve müstakil dua ve Kur'ân'dan bir kısım okunur... • Dört rekâtli namazlarda iki rekât sonu birinci oturmada okunan «Tahiyyat» ve Şehadetten sonra «Salâvat» ve dua kısmına geçilmeden kalkılır. Aynen iki rekât daha kılınır ve dördüncü rekât sonundaki ikinci oturuşta «Tahiyyat», «Şehadet», «Salâvat» ve dualar birbirini takip eder. Üç rekâtte bu iş, üçüncü rekât sonunda... Üçüncü ve dördüncü rekâtlerde «Fatiha»dan sonra sûre eki yok... TOPLU NAMAZ • Namaz asliyle, İslâm cemiyetinde bir rehber (imam) arkasında toplu olarak edilen ibâdet... Münferit namazda topluluktan kopuş ve ferdiyet kabuğuna kapanış hali vardır; bu da büyük hikmete zıttır. Ferdi mecburî olarak topluluğa iten Cuma namazında bu hikmet aşikar... Aynı hikmet, günlük vakit namazları için de mevcut, fakat onlarda ferde verilmiş bir yalnızlık imkân ve müsaadesi var... Rahmet... Böyleyken toplu namazı büsbütün bakanlar «Târik-i Cemaat», cemaati terkedenler diye Alırlar ve suçlandırılırlar... Cemaat «Te'kitli Sünnet»... • Bir mareşalin yüzünü görebilmek için engel üstüne engel aşması gereken bir er, bir köylü veya işçinin namazda onu dirsek teması içinde yanında bulması ne haş-metli manzara!.. Cami kapısından çıkınca uzaklık ve yükseklik disiplini hemen avdet edecektir. Adalet, hakkı yerli yerine koymak demekse onun ta kendisi... Sadece bu hikmetin hecelenebilmesi İslâmı takdire ve onun, teneke, bakır ve altunu birarada eriten bir pota olduğunu idrake yeter. İMAM • Toplu namazda ölçülere «imam»dan başlayalım: Vücutça ve ruhça hiçbir arızası olmayacak... Diş kuron ve dolgusu bile... Olursa, evvelce kaydettiğimiz gibi, dişleri sağlam olanlara göre abdestsizdir. Bu herkesçe bilinmeyen hususiyeti her vesileyle hatırlatmalıyız. Meselâ, sakat imamda sağlam ferde imamet, ona nispetle abdestinde noksan bulunduğu için caiz değil... • Yerinde devlet büyüklerini de ardına alacak olan imam, namazda ibadet devletinin güdücülüğünü remzlendirdiğine (sembolize ettiğine ) göre bir (robot) olmaktan çıkacak, sıfatının Allah Resulüne kadar varan mefkürevî delâleti altında ezilecek ve cemaatten evvel bizzat kendisi işinin samimi aşıkı olacak... Ona göre bir terbiyeden gelmiş bulunacak... Ezberci ve ezbere dinletici bir (teyp) olmaktan sakınacak... Daha neler ve neler!... Ahlâkı güzel edası güzel, libası güzel... «Böylesi nerede bulunabilir ve köylere kadar nasıl dağıtılabilir?» diye bir sual yersizdir biz olunması zor veya kolay olanı değil, onun gaye noktasını belirtiyoruz. Bu gayeye elinden geldiğince yaklaşabilene ne devlet!.. • Arının balını doldurduğu petek nizam ve hendesesi içinde «saf» tabir edilen sıra ve hiza şiiri, imamın arkasında, bütün bir cemiyet yapısının da remzi... İmam bir remz, cemaat namazı ayrı bir remz... Bu nizamın dış koruyucusu da imam... Onu devlet reisi, cemaati de millet kabul edebilirsiniz. • «İmam» tabiri ve delâleti terakki ede ede en büyük makamlara kadar ulaşır ve içine almadığı hiçbir dinî ve içtimaî temsilcilik bırakmaz. Bizim şu anda üstünde olduğumuz imam, komutanından emir tebliğ eden er rütbesindeki... Ama öyle bir er ki, silâhından üniformasına ve tavırlarına kadar ordusunun habercisi... Böylesi gerek... ........................ ( DEVAMI GELECEK) Share this post Link to post Share on other sites
mürid 20 Report post Posted January 29, 2008 .......... (-NAMAZ- BÖLÜMÜNÜN DEVAMI...) İMAMET ŞEKLİ • Müezzin kamet getirirken, mihraba yakın bir köşede oturan imam, çifte «Şehadet»lerin ardından ayağa kalkar, o sırada safa girmesi gereken cemaati, başını sağa ve sola hafifçe çevirip denetler ve tam «Kad kamet-üs-salâh» yerinde niyetini ederken «İftitah - başlangıç tekbiri»ni yüksek sesle alır ve namazı başlatır. İmamın niyeti şöyledir: «Niyet ettim cemaate (......) namazının farzını kıldırmak üzere imamlığa... Eğer cemaatte kadın, çocuk varsa niyetinde onları da belirtmesi lâzım... • İmama göre sırasıyla: Süphâneke (sessiz) Eûzü Besmele (sessiz)... Fatiha ve sûre eki (yalnız sabah, akşam ve yatsı namazlarında sesli, öğle ve ikindide sessiz)... Fatiha'dan sonra Âmin (sessiz)... Tekbir (namaz boyunca bütün tekbirler sesli)... Rükû tesbihi (sessiz)... Doğrulurken okunan (sesli)... Secdede tesbih (sessiz)... Kaadede Tahiyyat, Şehadet ve dua (sessiz)... Selâm (sesli)... Gerisi münferit namaza eşit... • Kıraat, imamda hâlis bir telâffuz riayeti belirtecek, vasıllara, medlere, inceltme ve kalınlaştırmalara dikkat edilecek... Asla musiki ve teganniye kaçılmayacak, sadece tesirli bir vecd ahengiyle yerine getirilecek ve ses camideki en uzak adamın bulunduğu yeri aşmayacak... • Bir de «Tâdil-i erkân» denilen en mühim bir nokta... Şimdiye kadar «durak, uzun durak» diye gösterip de ismini koymadığımız kaide... Bu kaide namazın namaz olması ve maddî hareketlerin ruhânîliğe döndürülmesi, kalbe sindirilmesi noktasından muazzam kıymette... Her hareket bütününden (rükün) sonra ve öbür hareket başındaki kısa bekleyiş... İşte «Tâdil-i Erkân»... Bu bekleyişler arasında en mühimi, yapılmayacak olursa namazı bozacak kadar ehemmiyetli, iki secde arası vakfesidir. Bu bekleyiş secde zevkinin şırıldamasına kulak vermek gibi bir şeydir ve onun içindir ki, «vacip» hükmündedir ve tavuk gagalaması gibi bir otomatlıktan kaçınılması icabiyle farza yakın zorunluluk ifadesi taşır. İşlerini yavan bir otomatiklik içinde sürdüren birçok imamdan bu sırra aşina pek az kimse görüyor ve mukaddes ibadetin nasıl boyacı küpü işine döndürüldüğünü görmekle yaralanıyoruz. Bu meseleyi «İmam» bahsine bırakmamızın sebebi, cemaatin aynen kendisine uymakla mükellef bulunduğu imama telkin; ve cemaate münferit olarak da nasıl namaz kılınacağını göstermesini temin... • Kıraatlar sünnet haddinden öteye taşırılmaz; ne fazla uzun, ne pek kısa... Sabah namazı gibi cemaatin bir taraftan yetişmesini bekleme hallerinde kıraat hayli uzun tutulursa da bazı vaziyetlerde kısa da kesilebilir. Allah'ın Resulü, bir sabah namazında ağlayan bir çocuk sesi işitince Kur'ân'ın en sonundaki iki kısa sûreyle yetinmişlerdir. Demek ki, patırdı, gürültü, şamata gibi dış tesirler namaz ruhunu incitiyor. • Yenilik iddiacısı (bid'at ehli), nikâhsız ana-babadan gelme, fâsık imamlara uymak, suçlan küfür derecesinde değilse, mümkün olsa da mekruh... • Teyemmümlü imama su ile abdestli, mestti imama da ayaklarını yıkamış insanlar uyabilir ve bu bakımdan imam, şartları içinde bu iki müsaadeden yararlanabilir. • İmama yardımcılık mevkiindeki müezzinlerin kubbeleri çınlatırcasına tekbir ve bazı bağlantı cümlelerini yüksek sesle okumaları, ürpertici ve heyecan verici olsa da namaz ve imamlık vazifesinin selâmeti noktasından tehlikelidir. Sadelik isteyen ve sunî şatafatlara kapısını kapamış olan şeriat buna müsamaha göziyle bakamaz. Büyük camilerdeki bu âdet birçok din âlimince şüpheli kabul edilmiştir. Uydurmacılık ve ilâvecilik başını aldı mı, yeni bir ibadet icadına kadar gider. • Evlerde ve iş yerlerinde imamlık da kabil... Bu gibi yerlerde imamlığı, liyakat başta, ev sahibi veya faziletçe en üstün görülen şahıs yapar. • Kadın, erkek, çocuk herkese imameti mümkün olan erkek, evinde ve yalnız kadınlara namaz kıldıracaksa, aralarında, annesi, kız kardeşi, kızı ve zevcesi gibi bir mahremi bulunmasına dikkat etmelidir. Yabancı kadınlara, mescit dışı yerlerde erkeğin imameti mekruh... • Değil büyük özürlüler, gözleri zaif ve görüşü bulanık kimseler bile imam olamaz. Mekruh... • Tek kişiye imamette onu sağına alıp namaz kılmak gerekirken tek kadına imam olan erkek onu mutlaka ardında tutar. • Okumayı beceremeyen, bu işi görebilecek biri bulundukça imamlık edemez. • Hasılı imamlık, madde sıhhati bakımından feza Pilotu muayenesinden geçebilecek kadar sağlıklı, bilgi noktasından da uçak mühendisliği ayarında anlayışlı olmayı gerektiren bir keyfiyet... CEMAAT • Sağ ayakla girilip sol ayakla çıkılan resmî ve umumî ibadet yeri cami kadrosu... Zaten «Cami» toplayıcı, «cemaat» de toplananlar demek... • Bu kadro, dışarıdan taşıdığı mânaları içeride süzgeçten geçirmek, içerinin ruhunu da dışarıya üflemek ve içerisiyle dışarı arasında mükemmel bir ahenk kurmakla vazifeli... Ama bugünkü bezgin, bıkkın, yılgın ve ölgün haline bakarsanız, üzerinde bu memuriyetten hiç de eser göremezsiniz. Aralarında, tersine çevrilmiş kasketliler, külahlılar, başlarına mendil sarmış kimseler, takkeliler ve başları açık olanlar... Kargaşalık yatağı mı bu, cami mi?.. «Başıbozuk» tabirinin tam yeri... • Camiye özürlüler ve kadınlardan başka her ferdin «Sünnet-i müekkede» tabir edilen «Israrlı Sünnet» emriyle devamı icap eder ve bu bakımdan onun kadrosu, bir zümreyi değil, bütün bir milleti kuşatır. «Millet» kelimesini izah etmiştik; o aslında İslâmî bir mefhumdur ve İslâm topluluğu mânasına gelir. Ona göre de Cemaat manzarasının millet manzarası olması icap eder. • Cemaat, Besmeleyle ve vakur bir yürüyüşle camiye girecek, papuçlarını eline alıp hususî yerine bırakacak, iki dizi üzerinde oturup huşu içinde bekleyecek ve bu arada İlâhî tefekkür, zikir ve dua ile meşgul olursa en iyisini yapmış olacaktır. • Kamette, Şehadetlerden sonra namaza davet nidasında ayağa kalkacak ve hızla saflarda yerini bulacak.... Cetvelle çizilmiş gibi hiza ve dirsek teması... Ön saflarda yer almak için telâş yok... Herkes en yakın yerdeki safta... Ve çabucak... • İmam tekbir alırken niyet: «Niyet ettim (........) namazının farzını eda için imama uymaya»... Ve imamın ardı sıra içinden tekbir ve eller kulaklarda ve sonra önde ve kavuşturulmuş durumda... İçten «Süphâneke», «Euzü ; Besmele» ve bekleyiş... • Artık, namazın sonuna kadar, yalnız hareketleri yapmaktan, içten tesbih ve tekbirleri tekrarlamaktan ve sadece uymaktan başka iş yok... İmamın «cehrî-açık sesli» okumalarında Fatiha sonu, içten «Âmin» ve rükûdan kalkışlarda ve tam kıyamda içten «Rabbena lekelhamd»... Bütün tekbirler yine içten tekrarlı... Ve bütün sükût yerlerinde hep içten o yerlerin gerektirdiği okumalar... Rükûda, secdede tesbih; ve ilk kaadede «Tahiyyat»... Son oturuşta «Tahiyyat», Şehadet ve dua... Münferit namazdaki gibi, aynen... İmamın selâm vermesi beklenir. İmamdan geri kalmamaya bakılır. Selâm, melekler, imam ve cemaat niyetiyle... • Hiçbir hareket imamdan önce yapılamaz. İmam namazda bir orkestra şefi gibidir ve onun kumanda değneği işaret vermeden hiçbir iş yapılamaz. İmamdan önce kalkan baş, «eşek kafası» diye sıfatlandırılmıştır. • Camide secde yeri ancak 25 santim kadar yüksek olabilir. • Camide sıkışıklık fazla olursa, öndekinin üstüne secde edilebilir. • Özürsüz öksürük, boğaz temizleme, burun çekme, kaşınma, eğilme, bükülme, kımıldama, her türlü nebatî ve insiyaki hareket yasak... Her fert, her tavriyle o tavır içinde billûrlaşmış bir heykel... • Namazda abdestini kaybeden, hafifçe saflardan süzülür ve çıkar. Eğer devamlı bir özrü varsa özrünün derecesine göre, ya arka safta yer alır, yahut cemaate hiç katılmaz. Camiye gidememek özürleri bedenî arızalardan başka (o da derecelerine göre) mecalsiz mikyasta ihtiyarlık, şiddetli yağmur, kar, kasırga vesair tabiat âfetleri gibi şeyler ve bütün kaygı verici haller... • Cemaat, sayıca en aşağı veya en yukarı diye bir fırlamaya tâbi değildir. 1 kişiden başlar ve olabildiğine gider. Tek kişide, imama uyan, onun sağında ve hizasında... Bu tek kişi kadınsa gerisinde... İkiden itibaren imam önde... • Saflar şöyle: En önde erkekler... Bir sıra arkasında çocuklar... Daha arkada hünsâlar ve en arkada kadınlar... • Namazda kadınla aynı hizada olmak ibadeti iptal eder. • Seferî (yolcu), mukime (yerliye) imamet edebileceği gibi isterse doğrudan doğruya yerli cemaate katılır ve bu takdirde namazını tam olarak eda eder. Yolcu imam olursa, yolcuya mahsus namazın bitim yerine gelince selâm verip kalkar; cemaat ise selâm vermeden doğrulur ve namazına devam eder. •Cemaatte intizam ve ihtişama dikkat... KADIN • Kadın imam olamaz. Şeriat kadına hayatın her faaliyet kapısını açık bırakmış, yalnız iki kapıyı kilitlemiş-tir: İmamlık ve kaza makamı... • Kadınla erkek arasında eşitlik iddiası, güneşle ayı eşit bilmek derecesinde abes... Birçok yerde erkeğin çok üstündeki kadın, birçok yerde altındadır. Daha doğrusu himayesi altında... Zâifin kuvveti... • Mescit de kadına göre değil... Müsaadesi var ama ona ve cinsiyetine yakışanı, evi... • Yalnız (o da harama yakın mekruh) hemcinslerine imamlık edebilecek olan kadın en uygun tarz olarak münferit namazı ve ancak ondan sonra erkek imamın arkasına geçmeyi tercih etmelidir. Kadınların imamette de yeri safın önü değil, iç ve ortası... Kadına kamet mekruh... • Kadının erkeğe göre namaz farkı, tekbir şeklinde ve oturuş biçiminde... El kavuşturmada... Tekbirde dirseklerini kaldırmadan kollarını, avuçları Kıbleye doğru, omuz başlarına kaldırır ve ellerini göğsünde kavuşturur. Oturuşta ayaklarını üstleri yere ve parmakları sağına gelecek biçimde yere yayar. • Kadın rükûda erkek kadar eğilmez, sırtını düzleş-tirmez ve arkasiyle hafif bir kavis çizer. Başını eğmez ve bacaklarını gergin tutmaz. • Secdede kadın kollarını yanlarına bitiştirir ve karnını oyluklarına yapıştırır. Kollarını da yere yaslar. •Hünsâ, kadın hükmündedir. • Örtüye tabi en hafif yerinin dörtte bir nisbetinde açılması ve bu halin bir rükünlük sürece devamı namazı bozar. • Kadın, evde, sadece kadınlara imamet eden bir erkeğe uyacaksa, safta onun bir mahremi bulunup bulunmadığına dikkat edecek, böylesi yoksa o cemaate katılmayı mekruh sayacaktır. • Namazda kadın bu hususiyetler içinde ve en mühim olarak sıkı bir örtünme edebiyle aynen erkeğin mükellefiyetlerine tabi... ........................... (DEVAMI GELECEK) Share this post Link to post Share on other sites
mürid 20 Report post Posted January 30, 2008 .......... (-NAMAZ- BÖLÜMÜNÜN DEVAMI...) NAMAZDA MEKRUHLAR • Baş açık namaz kılmak... Batı dünyasında şapka bir nevi kibir, açık baş da saygı alâmetiyken, İslâmda ser-puş hürmet, açık baş küçüklük işaretidir. Onun içindir ki, en büyük hürmeti emreden namaz, başı açık kılınmamalı, kılınacak olursa da küçülme (zillet) kasdiyle olmalı... Fakat her halde âdet edinilmemeli... Başı açıklığı, hayatın her sahasında yalnız tevazu işareti olarak tatbik edebiliriz. • Secdeye varırken ellerini dizden evvel indirmek... Kalkarken dizlerini ellerinden önce kaldırmak... • Besmele ve «Âmin»i, işitecek kadar dile getirmek... •Elbise ve bedeniyle oynamak... • Sağa sola, etrafa göz atmak, dışarısiyle meşgul olmak... • Takkesini veya bir yerini tek elle düzeltirken uzunca uğraşmak... • Gözlerini yummak ve öyle devam etmek... • Kötü ve edep dışı giyim... • Secde yerini eliyle tesviye... • Parmak çıtlatmak... • Parmaklarını üstüste bindirmek... • Oturmalarda dizlerini dikmek... Secdede kolları yere yaymak (erkek için)... • Baş çevirmek... • Hafif de olsa «tüh» dercesine dudak oynatmak... • Çıplak kol... Gömleksiz çıplak vücut... • Bağdaş kurmak... •Secdeye varırken az fiille de olsa pantalonunu çekmek ve elbisesini düzeltmek... (Rükûdan kalkarken aynı hareket içinde pantalon avuçlar içinde yukarıya doğru sığınabilir ama hiç yapmamak en iyisi...) • Ceket veya hırkasını, kollarını geçirmeksizin omuzlar üstünde tutmak... •Elleri yutacak kadar uzun kol... • Kıraati, geç kalıp rükûda tamamlamak ve bütün okumalarda aynı yersizliğe düşmek... • Nafile namazların her çift rekâtinde ilk rekâtı ikincisinden uzun tutmak... • Çift rekâtlerde ek sûrenin tekrarı... (Eğer başka sûre bilinmiyorsa caiz)... • Okunan sûre ve âyetin müteakip rekâtte sıra bakımından öncesindekini okumak... (Eğer okuduğu Kur'ân'ın son sûresi ise çaresi kalmayacağı için evvelkine geçmek lüzumu doğar; bu takdirde de sûreyi müteakip rekâtte tekrarlamak en münasibi olur ve bunda kerahet bulunmaz.) •İlk rekâtte okunan sûreyi ikinci rekâtte fasılalı veya bitişik bir sûreyle takip etmemek ve arada tek bir sûre veya birkaç âyeti atlamak... (Aradaki sûre veya âyet uzunsa atlayabilir)... • Elinde ve avucundaki güzel kokuyu koklamak... • Secdede ve secde dışında el ve ayak parmaklarını Kıbleden ayırmak... • Esnemek ve mecbur olmadıkça öksürmek... Gerinmek... •Başını ve gözlerini tavana kaldırmak... • Sinek, karınca, pire gibi hayvancıkları öldürmeye davranmak... (Tek eliyle kovabilir)... • Yüze, burna ve ağıza örtü örtmek, mendil bağlamak... • Erimeyen cinsten de olsa ağızda bir şey bulundurmak... • Alın kısmını yere değdirmeyecek şekilde sarık veya kalın bir başlık üzerine secde... •Hacet defi bakımından sıkışık iken namaz... •Hamamın yıkanma yerinde namaz... •Helada namaz... •Kabir başında namaz... •Mezbele ve mezbahada namaz... • İşlek yolda namaz... • Sahibinden izin alınmayan yerde namaz... •Necasete yakın yerde, meselâ bir haramın işlendiği mekânda namaz... • Mâni teşkil etmeyen kirli elbiseyle namaz... •Sevilen yemek hazırken namaz... •Namazda âyetleri elle saymak... • İmamın mihrap içerisine saklanırcasına sokulması... Cemaatten 30 santime varan mikyasta yüksek veya alçakta olması... •Namaza koşa koşa, nefes nefese yetişmek... • Açığı olan safın arkasında namaza durmak... • Canlı mahlûk suretleri üzerinde secde; aynı suretleri taşıyan elbiselerle namaz... • Namaz kılanın önünde, tepesinde, sağında ve solunda, arkasında canlı mahlûk sureti bulunması... (Suretlerin uzuvları noksan veya şekilleri seçilmeyecek derecede küçük olursa hüküm hafifliyor.) • Ateş karşısında namaz... • Uyuyan kimse karşısında namaz... • Önünden insanların geçmesi muhtemel yerlerde Kıbleyle ara yere hâil koymamak... • Secdeye varırken sanki bir coşkunluk tavriyle ellerini havaya kaldırıp yere indirmek... • Özürsüz tutunmak, yaslanmak, bir şeye dayanmak... • Haram elbiseyle namaz... • «Mekruhlar» bahsinde kaydedilmesi lâzım can noktası şudur ki, namazda olunması ve yapılması gereken her şey bilindikten sonra, gerisi düşünülmemek, yekpareliğe toz bile kondurulmamak ve onun dışında, her şey çorbaya düşmüş sinek kabul edilmek gerekir. Zaten aşk namazı disiplininde yabancı hareketlere yer olmadığı bilinmek, büyük yabancılıkların ya mekruh, yahut namaz bozucu olacağı takdir edilmek iktiza eder. İşi tam olan, onun eksik ve fazlalarını hesap etmekten korunmuştur. Gereğini tam yapmak, insanı gerekmeyenleri hesap etmekten kurtarır. MEKRUH OLMAYANLAR • Namaz kılan, kılıç, tabanca ve benzeri şeyleri, namaza engel olmamaları şartiyle üzerinde taşıyabilir. • Kur'ân ve silah karşısında namaz kılınabilir. • Önde olmadan, yanlarda adam olabilir. • Kandile, muma, lambaya karşı namaz caiz... • Secde dışında resimli, nakışlı ipekli seccade caiz... •Namazda yılan, akrep ve benzerleri öldürülebilir. • Vücuda yapışan toz, toprak gibi şeyleri tek elle, ter siler gibi gidermek caiz... • Yer çok sertse yaygı üzerinde de namaz caiz... • Namazdakinin, önünden geçeni engellemek için «Suphanallah» diye ses çıkarması ve gizli okuyuşunu açığa vurması kabil... Kadın, böyle veya ayrıca korkulu vaziyetlerde sağ elini sol eli üstüne çarparak haber verir. Kâbede namaz kılanın önünden adam geçmiş veya geçmemiş diye bir mesele yoktur. NAMAZI BOZUCU HALLER • Namazı bozan şeyler, ibadet içinde yapılması kesinlikle yasak olanlar demektir. Bunlardan fıkıh kitapları 100'e yakın fiil tespit etmiştir. Biz bilinmesi en lüzumlu olanlardan 40 kadarını alıyoruz. • Konuşmak... Yanlışlıkla, şaşkınlıkla, bile bile, bilmeden, ne türlü olursa olsun, konuşmak... Cahilliğinden veya uykuya dalar gibi gaflet halinden... Daima bozucu... • Dünya dileklerini andırır, halk diliyle dua... • Dışarıda birine lisanla selâm vermek veya selâma mukabele... •El sıkarak selâmlaşmak... • «Amel-i kesîr» (fazla iş) tabir edilen her türlü namaza uymaz hareket... Dışarıdan bir seyirciye namaz kılınmadığı hissini verecek kadar mübalâğalı... Eğer namazda bulunduğu hissini verirse fazla iş «amel-i sagîr» (az iş) olur, namazı bozmaz. Elverir ki, tek elle ve çabucak yapılmış olsun... Çift elle her hareket bozucudur. • Namazda emzikli çocuğuna 3 çekindik meme sütü veren kadının fiili... •Kadının erkeği tarafından öpülmesi... •Kıbleden göğüs çevirmek... • Dışardan ve dudak üstünden, susam tanesi kadar olsa da ağıza bir şey çekip yutmak... • Ağız içi ve dişler arası çokça şeyi (nohut tanesi kadar) çiğneyip yutmak... • Sakız, çiklet vesaire gibi şeyleri çiğnemek, gevelemek... Ağıza tatlı bir şey alıp eridikçe suyunu yutmak... • Bir şey içmek... Ağıza düşen yağmuru yutmak bile... • Özürsüz boğazı hırıldatmak... • İnildemek (ah, uf çekmek)... • Ağlama halinde ağızdan ses ve söz kaçırmak... • Dünya menfaatleri veya maddi sancı yüzünden ağlamak... Allah için ağlayana ne saadet!.. • Dışarıdan bir ihtara, habere ve suale Kur'ân'dan bir âyetle cevap vermek... • Teyemmümle namaz kılanın namaz içinde özürden kurtulması... •Mest üzerine mesh vaziyetinde müddetin son bulması... • Çıplak namaz kılmak zorunda kalanın örtünecek bir şey görmesi... • Oturduğu yerde îma ile (işaretle) namaz kılanın rükû ve sucuda muktedir hale gelivermesi... • İmamlığa ehil olmayan birinin yerine namaz içinde imam geçirilmesi... • Sabah namazında güneşin doğması... •Bayram namazında güneşin zevale ermesi... •Cuma namazında ikindi vaktinin gelmesi... • Bütün şekilleriyle abdestin bozulması... •Bayılmak... •Çıldırmak... • Genç, ihtiyar, mahrem, nâmahrem, kadınla bir hizaya gelmek... • Namazda abdestini kaybedince çabucak abdest alıp namaza yetişmeye giderken Kur'ân'dan okumak veya namaz dışı bir harekette bulunmak... Kadının yeniden abdest almak üzere namazdan çıkışı kayıtsız ve şartsız namazı bozar. • Abdest şartları üzerinde vehim ve vesveseden ötürü namaza ara vermek... • İmam veya cemaatten birinin, namazda veya dışarıda birinden dinleyerek sûre veya âyet okumaları... •Tekbirde (e) hecesini yükseltmek... • Bilinmeyen âyetleri mushafa bakarak okumak... Mushaf elde tutulmaz, münâsip bir yere yerleştirilir ve göz ucuyle bakılıp okunursa bozmaz; ama daima mahzurlu... • Örtüye tabi vücut kısımlarının bir rükün boyunca açık kalması... • Cemaatten birinin bir rükün boyunca imamdan önce hareketlere geçmesi ve umumiyetle hareketlerini imama bağlamaması... • Uyuklama halinde kılınan rüknü iade etmemek... • Sesli gülmek... Kahkaha... • Mana değişikliğine ve Kur'ân'da bulunmayan bir lâfza varacak derecede yanlış okumak... NAMAZI KESTİRİCİ HALLER • Namazı kesmek aslında haram iken bazen caiz bazen de vacip olur. • Şahsî bir hayat tehlikesi veya aynı tehlike karşısında çığlık koparıp imdat isteyene yardım borcu, namazı vacip emriyle bozmayı âmir... • Sürüye canavar girmesi, âmâ bir insanı çukur, kuyu, uçurum gibi yerlere düşmekten korumak borcu ve benzerleri (doktorun hayatî bir vaziyette hastaya koşturulması vesaire) yine vacip emriyle namazı kestirir. Hırsız, eve tecavüz, yangın ve bütün âni tedbir gerektirici hallerde... • Sadece muhtemel korku namazı bozdurmaz, ertelemeye cevaz verir. •En cüz'î miktarda bile bir çalınma korkusu belirtici mal ve paranın muhafazası (yere para veya mücevher düşürülmesi)... Kestirir. • Kadın namazda iken ateş parlaması, çocuk haykırması, eşya devrilmesi gibi şeyler... Kestirir. • Namazda bulunduğu bilinildiği halde büyükleri tarafından kaygı verici tarzda çağrılmak... NAMAZIN RUHU • Kaydetmiştik ki, namaz kılmakta 24 ayarlık bir bütün elde edildikten sonra mekruhlardan, haramlardan ve hatta müsaadelerden ve cevazlardan birçoğunu kurcalamaya, vesvese haline getirmeye hacet yoktur. Yapılması gerekenler içinde namazın ruhuna bağlanmak yapılmaması icap edenlere kendiliğinden manidir. İş, şekle mutlak uygunluk halinde namazın ruhuna sokulabilmekte-Namazı hakikiyle kılan, onu zedeleyici hareketleri zaten yapamaz. • Namazda öyle bir hal içinde bulunulur ki, akıl ve hesap işlemez olur, sûre ve âyetlerin mânaları üzerinde düşünülmez, sadece zarurî bir şuur kırıntısiyle vecd muhafaza edilir; zaman ve mekân hissi kaybedilir. • Abdülhakim Arvâsî Hazretleri dediler ki: «Ben tam namaz olarak ömrümde yalnız iki rekât kılabildim; o da Medine'de mukaddes Ravzada kıldığım namaz...» Düşünün, ne tecellilere mazhar olmuşlar ki, bu sözü söyleyebiliyorlar. • Hırsının en dip noktasında Hakka tapmak yerine kendisine taptırmak şekavetini yaşatan «nefs» isimli canavar en acı kırbacı namazdan yer; ona bir nevi bayılmak, iradesini kaybetmek gibi dayanılmaz bir işkence göziyle bakar, birkaç dakikacık olsun, şeytanî tacını feda etmek istemez. İşte yalnız bu hâl, namazın en büyük bir hak ve hakikat belirttiğini ispat kuvvetinde... O, 24 saat içinde hepsi 1 saati aşmayan bir müddet için olsun, kendini kaybetmeye yanaşmak istemez. Onun içindir ki, birçokları «amelim yok ama itikadım var!» tesellisi içinde yaşarlar ve yalan söyleyip söylemediğini nefslerine sormazlar... • Böyleyken namazın oluş hikmetinde, onun yerine getirildiği halde getirilemeyişinin de felaketi yatar ve bu hal, erişilmesi en çetin bir ufuk noktasının daima gerisinde kalmak gibi bir akıbet doğurur. İş sefil bir robot alışkanlığına döner, birçoğunda yatıp kalkmaktan ibaret kalır. • Namaz aşkının yarasına asla kabuk tutturmamak.... Namazın baş şartı budur. ........................... (DEVAMI GELECEK) Share this post Link to post Share on other sites
mürid 20 Report post Posted February 1, 2008 .......... (-NAMAZ- BÖLÜMÜNÜN DEVAMI...) SÜNNET NAMAZLARI • Günde 5 vakit namazın sünnetleriyle farzları arasında fark, sünnetlerin camide yer değiştirilerek münferit kılınması ve ilk çifte rekâtten sonraki üçüncü ve dördüncü rekâtlerde sûre ekine devam olunması... En küçük mazeretle dahi oturularak eda edilebilmesine müsaade bulunması... NOT :NAMAZ FARZ VACİP Tekitli Sünnet Tekitsiz Sünnet Sabah 2 2 Önce sünnet, sonra farz (Sünneti vacip kuvvetinde) Öğle 4 2 4 Önce sünnet, sonra farz, en sonra tekitli sünnet İkindi 4 4 Önce sünnet, sonra farz Akşam 3 2 Önce farz, sonra sünnet Yatsı 4 2 4 Önce sünnet, sonra farz en sonra tekitli sünnet Vitir 3 Yatsıdan sonra GÜNDE 17 3 8 12 HEPSİ GÜNDE 40 REKAT • Tekitli (ısrarlı, üstelemeli) sünnetlere bilhassa dikkat edilmesi ve bazılarınca vacip derecesinde olan sabah sünnetinin kaçırılmaması... • En mühim nokta olarak şu var ki, farzdan borcu olan, sünnet kılamaz. Mutlaka kılınması gereken sabah namazı sünnetinden öteye hiçbir sünnet... Her namazın sünneti yerinde aynı namazın kazası yerine getirilir. İmam-ı Rabbani koluna ait bu ictihad kat'idir. •Tertip, rekâtlara göre şöyle olabilir: Sabah: 2 sünnet, 2 farz (Herkes gibi)... Öğle: 4 kaza, 4 farz, 2 Sabah farzı kazası... İkindi: 4 kaza, 4 farz... Akşam: 3 farz, 3 kaza... Yatsı: 4 kaza, 4 farz... Yani 17 rekât farzın yanında 17 rekât farz kazası-Yatsının 2 rekât son sünneti yerinde de Sabahtan 1 kaza ilavesi daha... Borç ödeyen kişi, sabah kazasını akşam veya yatsıya bağlayabilir. Bu tertip, cemaatin sünnet kılınmadığı hissine karşı toplu namaza göredir. Münferit namaz kılan, bu tertibi parça parça veya hep birden düzenleyebilir. Ama omuzlarında farzdan borç bulundukça asla sünnet kılamaz. O ehliyet ve haysiyete malik değildir. Bazı hoca geçinenlerin «hem sünnetleri kıl, hem de kazalarını ayrıca yerine getir!» tarzındaki «suret-i hak»tan görünme tavırları cahilcedir. Borç olunca ara yerde nasıl kaçamak yapılabilir; ve namaza takat bulundukça bu imkân farzdan gayrı nereye sarfedilebilir? Keşke yenilmese içil-mese de kaza borçları bir an evvel bitirilse ve sünnetlerin kılınmasına liyakat kazanılabilse... Gün namazlarının dışındaki sünnet mahiyetindeki namazlar bu hikmete girmez. Vitir ise Hanefî'de ihtilaflı vacip, öbür hak mezheplerdeyse sünnet olduğu için mezhebimizce kazası icap eder. Bu mevzuda fazla bir şey söyleyemiyoruz. Ama vaktinde vacip olarak edasını şart biliyoruz. • Hiçbir sünnet kaza edilemezken sabahın sünneti öğleye kadar bu imkânı verir. Bu da onun vacip kuvvetinde olduğuna delil... Hatta sabahın farzını bazı hallerde öğle vaktine kadar mehillendirici bir alâmet... Kast olmaksızın uyanamamak gibi haller... Ne olursa olsun, biz sabahın güneşle beraber kaçırılmış-ve gerisinin kazaya bırakılmış olacağı hükmüne bağlıyız. VİTİR NAMAZI • Günlük namazlar içinde en son edâ edilen Vitir, İmam-ı Âzam indinde vacip, iki müçtehid talebesi Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed hükmündeyse sünnet... Şâfiî ve öbürlerince keza sünnet... Bizde tatbikat İmam-ı Azam ölçüsü üzere... • Teravih namazındaki vaziyet müstesna, münferit kılınır. Niyet, tekbir ve aynen öbür namazlardaki tatbikat... • Üç rekâtlı vitir'in son rekâtinde üçüncü defa sûre eki peşinden eller çözülerek tekbir... Eller yine bağlanır ve «Kunut» duası okunur. Bu duayı bilmeyen üç kere «Yârab» veya yine üç kere «Rabbena âtina» okumakla yetinebilir. Gerisi öbür namazlara eşit... CUMA NAMAZI • Cuma namazı, halkı müslüman, fakat devleti alakasız bazı İslâm ülkelerinde sıhhatini kaybetmiştir. Bu tepeden inme hüküm de Cuma namazının farz oluşundaki ana şarta dayalı... • Fert mükellefiyeti içinde devlet şuur ve iradesine bağlı ve mutlak farz bir namaz... Şartları emin Cuma namazına üç kere mazeretsiz gelmeyenlerin münafık sayılacağına dair hüküm vardır. • Teklif şartları: Erkeklik, (kadına Cuma yoktur) hür olmak, sıhhat, mukim (yerinde ve ikamet halinde) bulunmak, küçük köy dışı kasaba ve belde sakinliği, öğle ve ikindi arası vakit... Ve devlet iradesi... • Eda şartları: 4 rekât sünnet, peşinden hutbe, 2 rekât Cuma farzı, 4 rekât Cuma son sünneti, 4 rekât «zuhru ahir» ismiyle öğlenin farzı... Ve 2 rekât vaktin son sünneti... Hepsi 16 rekât... Tesbih ve dua... Cuma ibâdeti bu kadar... • Cumanın en mühim rüknü hutbe... Cuma sünnetinden sonra hatip minbere çıkar, kıbleye dönmez (mekruh), cemaate cephe vererek basamaklardan birine oturur. Huzurunda ezan okunur. Hutbe hatibin ayağa kalkmasiyle başlar. Hatip içinden «Euzü besmele» çekerek Allaha dua ederek hitaba girer. Salavat getirir. Kur'ân'dan bir âyet okur, dinî metinler üzerinden kısaca vaaz ve nasihatte bulunur. Ve yine üç âyet okuyacak kadar oturur. Tekrar kalkar. Yine hamd ve sena, salâvat, müminlere ve devletine dua, ilk dört büyük halifenin isimlerini anmak ve onları övmek... Hutbenin ikinci bölümünü birinciden daha hafif sesle okumak... Aslî lisaniyle ve eski hutbelerden iktibas dile getirmek ve katiyen uzatmamak (Bizde birçok hatibin bilmediği usûl)... Hutbede cemaate selâm verilmez. Hitap eden olsa bile cevapsız bırakılır. • Hutbe, hitap eden ve edilenler için namaz disiplini içindedir. Kelime söylenmez, gelen ve gidenin selâmına mukabele edilmez; Cuma sünnetinin kılınmış olması gerektiği için hutbe sırasında namaza da durulmaz. Hutbede bir nevi imamet mevkii hatibe, cemaat edebi de dinleyicilere düşer. • «O'nu dinlerken öyle bir hâl içinde kalırdık ki, güya başımızın üstünde bir kuş var da gözümüzü kırparsak uçacakmış gibi bir duyguya kapılırdık» diyen sahabî, hutbenin sırrından da haber vermiş bulunuyor. Zira hutbe O'nun mukaddes kelâmından seçmeler demeti olmalıdır; ve Kur'ân dinlerken olduğu gibi yalnız kalbî bir ahenk içinde ruha sindirilmeli, aklî anlayıştan ziyade hissî idrake bırakılmalıdır. Yani zahirî mânaların anlaşılmaması, üstünkörü anlaşılmasından daha içe işleyici... • Hatibte heybet, vekâr, güzel ton... Ve mutlaka kısa kesmeye ve şahsından bir şey karıştırmamaya dikkat... Konuşan o değildir. (Bizde hutbelerin çoğu, keyfine bağlı sohbet seviyesini aşamıyor; cemaat de lâübâlî dinleyişten kurtulamıyor.) • Anlamak gerekir ki, hutbe Gaye-İnsan ve Ufuk-Peygamberi minberde hayâl etme haşyeti içinde verilir ve ona göre dinlenir. Hutbe, herhangi bir konuşma ve ders değil, dinletme ve dinleme çerçevesinde ibadettir. • Hutbeden sonra kamet ve Cumanın 2 rekât farzı... İmam, vaktin Öğle olmasına rağmen okuyuşunu yüksek sesle yapar. • Teklif şartları eksiksiz olduğu takdirde cuma namazı öğlenin yerine geçer, onu kaldırır. Fakat devrimizde sıhhati emin olmadığı için farzdan sonra öğle farzını eda etmek bilhassa icap eder. Kimseye şartlarının eksik olduğu ve cumayı bırakıp öğle namaziyle yetinmesi telkin edilemez. Cuma İslâmın şiarıdır ve mutlaka eda edilecektir; ama makbul olup olmadığı, dolayısiyle öğlenin farzını düşürüp düşürmediği bir mesele olarak kalacak ve bu yüzdendir ki. araya öğle namazının farzını münferit olarak yerleştirmek lâzım gelecektir. Eğer Şafiî mezhebinde «40 müslümanın toplu bulunduğu yerde başka bir şarta bakılmaksızın Cuma namazı kılınır» hükmü olmasaydı iş büsbütün sarpa sarmış olurdu. O kurtarıyor. • Namazlarda en küçük cemaat diye bir hesap yok ve tek fert bile yeterken Cuma namazında en aşağı 3 kişi yeterli... •Temiz ve yabanlık elbise giyilmeli... • Camide Cuma namazı kılınıp bitirilinceye kadar, Cumaya katılamayanlar öğle namazını kılamazlar. BAYRAM NAMAZLARI • İlâhî ziyafet mânasına, Allahın kullarına ikram ettiği senede iki bayram... Ramazan (Fıtır) ve Kurban (Adhâ) bayramları... Biri 3 gün, öbürü 4 gün süreli... • İlahî ziyafet ve İslâmî sevinç günlerinin icabına dikkat edelim ki, Ramazan Bayramında birinci gün ve Kurbanda silme bütün günlerde oruç tutmak haramdır. Bütün senesini oruçla geçiren bir kimse eğer o günlerde oruç tutarsa haram işlemiş, Rabbinin lûtfuna sırt çevirmiş olur. • Hristiyanda (Noel) gecesinin cicili bicili oyuncaklar ve hediyelerle süslenmiş bir çam fidanı etrafında çocuktan ihtiyara kadar insanları saadete davet edici sunî ve yapmacık edâ, uydurma ve yakıştırma din hassasiyeti, gerçek hikmet ve mânasını İslâmda bulsun... Bayram are-fesinde Türk evinin, camları buğulu çamaşırhanesinden kapları pırıl pırıl ve ocağı harıl harıl mutfağına, çocukların yeni alınmış gıcır gıcır papuçlarından büyüklerin sandıktan henüz çıkarılmış nakış bohçalarına kadar misk ve amber kokulu havasında, feyzini İslâmdan alan bütün bir millî iklim yatar. Fakat bu iklimin nereden ve nasıl geldiğine birtakım posacı milliyetçiler akıl erdiremez. Bu da ayrı bir nokta... • Bayram namazları vacip... Ve aynen Cumada bulunan teklif şartları içinde... Namazın vacipleri hususî tekbirler... Vakti, güneşin doğmasından, kerahet zamanı geçinceye kadar kısa bir müddet sonrası... Fıtır sadakası da vaciplerine dahil... • Sünnet ve mendupları şunlar: Erken kalkılacak... Tepeden tırnağa yıkanılacak... Diş temizliği... Güzel koku sürünmek... Elbisenin en iyi ve en yenisi... Güler yüz ve neşeli tavır... Tatlı bir şey yemek (hurma)... Bu sünnet Ramazan bayramına mahsus... Kurban bayramında yememek sünnet... Kurbanı namazdan sonra kesmek... Yüzük takmak (Sahabîlerden yüzük takmayanlar bayramlarda takarlardı)... Camiye vekârlı adımlarla yaya gitmek... Camiye giderken Ramazan bayramında içten, Kurban bayramında sesli tekbir almak... Namazdan dönüşte yol değiştirmek... Rastladıklarına sevinç ve yakınlık göstermek... • Namaz iki rekât... Hutbe, Cumada namazdan ön-ceyken bayramlarda sonra ve vacip değil, sünnet... Bir farkı da her rekâtte üçer tekbir alınmasında... Üçer defa tekbir... Niyet... İftitah tekbiri... El bağlanıp «Süphâneke»... İmam maiyetinde ellerin kaldırılması ve yanlara koyuverilmesi... Kısa durak... Üçer kere üst üste tekbir... İki defa eller kulağa götürülür, üçüncüsünde eller bağlanır. İmam gizli «Euzü Besmele»den sonra açık sesle Fatiha ve gizlice «Amin»... Sûre eki... Malûm şekilde tekbir, rükû, kıyam ve secde... İkinci rekâtte tekbirler yine üç kere, fakat bu defa kıraatten sonra ve rekâtın nihayetinde... Eller salıverilir, her defa salıverilerek iki tekbir alınır, üçüncüsünde eller dizlerde ve rükû, kıyam, secde ve oturuş... Malûm şekil ve selâm... • Namazı takip eden hutbelerde hatibin cemaatle beraber getireceği ayrı bir tekbir şekli var. (Bu harflerle yazamıyoruz; sorulup öğrenilebilir.) • Hutbenin namazdan önceye alınması mekruh... • Hutbe cumadaki gibi yine iki bölümlü ve kısa fasılalı... • Ramazan bayramı hutbesinde cemaate fıtır sadakası hükümleri, Kurban bayramında da kurban ve «Teşrik tekbiri» tarif edilir. • Kurban bayramında «Teşrik Tekbiri», Ramazan bayramına nispetle birinci farktır; ve arefe gününün sabah namazından başlayarak (9-13 zilhicce) 5 gün, son günün ikindi namazına kadar her farz namazın peşinden getirilir. Aynen hutbede hatibin cemaatle beraber getirdiği uzunca tekbir... • «Teşrik Tekbiri»nin 5 günlük müddet ve 23 defalık namaz içinde edâ veya kaza şekliyle getirilmesi vacip... CENAZE NAMAZI • İmam arkasında ve ayakta dört tekbirle kılınan, namaz mahiyetinde dua veya dua mahiyetinde namaz... • «Farz-ı kifâye»... Yani kılanlar bulundukça başkalarına borç düşmeyen, kılan bulunmayınca da günahı bütün bir köy, kasaba, şehir, en doğrusu ölünün muhitine sirayet eden vazife... • İmam, mevtaya ait kısa bir tezkiye, onun iyi bir insan olduğuna dair şahitlik istedikten sonra mevtanın göğsu hizasında durur «er kişi veya hatun kişi niyetine» diye tekbir alır, cemaat cenaze namazı için imama uymak niyetiyle aynı işi yapar ve ellerini bağlar. İlk tekbirin peşinden «Süphâneke» tam olarak okunur, «Ceddük» kelimesinden sonra «ve celle senâüke» ilavesiyle... İkinci tekbir... Eller kalkmaz. Salavat... Üçüncü tekbir... Dua... Dördüncü Tekbir... Eller, tek tek değil, ikisi birden çözülür ve namaz bitmiş olur. • Kadınların saf gerisinde cenaze namazına katılmalarına cevaz vardır ama lüzum yoktur. Bu cevaz onların ölüyü kaldırmada ve uğurlamada erkeklerle haşr ü neşr olmalarınadek gitmez. • Kadın, cenaze namazında erkek bulunmazsa kadınlar safının ortasında ve içinde yer alarak imamlık da edebilir. Fakat bu sadece bir cevazdır ve kullanılabilmek şartlarına uzaktır. • Bazı vaziyetlerde cevaz verilmiş olmasına rağmen kabristanda cenaze namazı kılınmaz. • Cami içinde de, tabut içeriye alınarak kılınmaz. Meğer ki, şiddetli yağmur, uçurucu rüzgâr gibi dışarıya mâni bir şey zuhur etsin... • Cenaze namazında cemaat az olsa da 3 saf teşkili sünnet... İmamdan başka 6 kişi bulunsa ikişerden 3 saf kurulabilir. • Cenazeler birkaç tane olursa namazları tercih suretiyle teker teker kılınır. Tabutları ard arda veya yan yana getirerek hep birden de kılanabilir. • Doğarken ölen çocuk, bir an için ses çıkarır, hayat eseri gösterirse isimlendirilip kefenlenir ve namazı kılınır; hayat eseri göstermemişse yine isimlendirilir, ama yucanıp gömülür ve namazı kılınmaz. • Kendisi ayrı bir dinden olup da velisi müslüman biri ölünce, veli, onu İslama göre gasledip namazsız gömer. Aksine, kendisi müslüman, velisi ayrı dinden biri ölünce cenazesi müslümanlar tarafından alınır ve İslâmî muameleye tabi tutulur. • İdam mahkumlarının cenazesi, kendisinden bir küfür ve inkâr tavrı zuhur etmedikçe namazdan mahrum edilemez. • Üzerinden haç ve benzeri bir küfür alâmeti çıkan kişinin namazı, velev bu alamet başkasınca ve gizlice konulmuş olmak şüphesini versin, bilinmedikçe kılınmaz; hüküm zahire göre verilir ve hakikat Allaha havale olunur. • İntihar edenin namazı, tereddütsüz, kılınır. İntiharın suçu, başkasını öldürmenin günahından büyük olmasına rağmen... • Yol kesici eşkiyadan boğuşmada ölenleri üzerine namaz yoktur. Tutulduktan sonra idam edilirlerse namazları kılınır. • Anne ve babasından birini kast ve zulümle öldürenin namazı kılınmaz. • İslâmdan dönenlerin ve küfür halinde bulunanların namazı kılınmaz ve ölüleri müslüman mezarlığına alınmaz. • İslâmın hakim olmadığı cemiyetlerde bu kaideler yalnız bilinmekle kalır; ve şüpheli hatta küfürleri şüphesiz kimselerin cenaze namazlarından uzak kalınır. • Cenaze etrafındaki dinî icapların, bu bölümde, yalnız namaz kısmını belirtiyor ve gerisini, hususiyle bu mevzuda işlenen rezaletleri, ileride «Ölüm» faslına bırakıyoruz. TERAVİH NAMAZI • Yalnız Ramazan ayına mahsus, kadın ve erkeğe «müekket-üstelemeli» sünnet... 20 rekât... • «Terviha» denilen dörder rekâtli bölümlerle 5 kısımda kılınır; bu kısımlar da ikişer rekâtli parçalarla faslolunur. • Her iki rekât nihayetinde selâm ve namazı 10 selâm ile itmam... • Her terviha (4 rekât) sonunda oturuş ve bir tervi-halık müddetle bekleyiş... Bu arada şart olmayarak tekbir ve tesbihler... • Birbirine bitişik ikişer rekâtlerin terkip ettiği dörder rekâtli tervihalarla iş çabuğa getirilmiş ve mekruha kaçırılmış olur. Demek ki, en doğru ve makbul şekli, müstakil çifter rekâtlerle kılıp her dört rekâtte fasıla vermek... • Bu şekilde münferit kılınabilse de toplu kılınması terkedilemez. Bu bakımdan «kifaye farzı»na mukabil Teravih namazına «kifaye sünneti» denilmiştir. Yani toplu kılanlar bulundukça münferit kılanlar serbesttir. Teravihin toplu şekli büsbütün terkedilirse, herkese şâmil umumî kabahat... • Vakti, yatsı ile sabah arası... Fakat gece yarısından sonraya ertelenmesi mahzurlu... • Yatsı cemaatle edâ edildikten sonra vitir namazına geçilmeden teravihe durulur. Niyet, imama uymak... Kıraat açık sesle... Bilinen namazlarda olduğu gibi... Tek fark şu ki, «Süphâneke» bütünleştirilmiş dörder rekâtlerin "Çüncü rekâtinde de okunur. Bu da teravihte esas bölümün ikişer rekâtlerden teşekkül ettiğini gösterir. Kısacası, teravih, birbirine eklenmesi kabil ikişer rekâtli temel kırımlardan oluşur; bu kısımlar da «terviha» ismi altında dörtlü tefriklere bağlanır. • Teravih bitince yine cemaat halinde vitir namazı ve son... •Ramazan içinde hepsi 600 rekât teravihi bütün bir hatimle kıldırmak veya kılabilmek ne güzel... İmam-ı Âzam böyle yapardı ve ayrıca günde iki hatim daha indirirdi. İnsan takatinin üstünde veli gücü... • Teravih cemaatine katılma faziletini kazanmak için mutlaka yatsıya yetişmek ve geceyi, yatsı, teravih, vitir şeklinde bütünlemek doğru olur. • Teravihte en kaçınılacak şey uyuklamak... Hikmet ve kıymetleri içinde mideden öç almak da bulunan teravih bu bakımdan pek nazik... • Farzdan kaza borcu olan, onun yerine, günlük vakit namazlarında yaptığı gibi, 17 farz ve 3 rekât vitir kazası olarak ayrıca bir tam gün kazasını daha ikame eder. Umulur ki, böylece teravih sevabına da nail olur. ........................... (DEVAMI GELECEK) Share this post Link to post Share on other sites
mürid 20 Report post Posted February 2, 2008 .......... (-NAMAZ- BÖLÜMÜNÜN DEVAMI...) NAFİLE NAMAZLARI • Türkçede nafile kelimesi «boş yere» mânasına gelir. «Boş yere çırpınıyorsun!» der gibi... Halbuki, aslında nafile, borcun ötesini ve fazlasını yüklenme keyfiyeti... Eğer dilimizdeki mânayı alırsak iş, «beyhûde»ye, «neticesiz»e döner ki, nafile ibadete aykırı düşer... • Nafile, farz ve vacip olmayan her ibadetin sıfatıdır. Sünnetler de dahil... •Nafileler arasında bazen vacibe yaklaşık derecede olanların «Tekitli Sünnet» olduğunu tespite lüzum yoktur. Yalnız sabah namazının sünneti için şunu kaydedelim ki, bazı zaruri haller ve meşguliyetlerden ötürü olursa başka sünnetler bırakılabilse de o terkedilemez, vacip derecesinin yanı başında olduğu unutulamaz. Nitekim sünnet kılamayacakların katiyetle bildiğimiz farz borçlularına sabahı müstesna gösterdiğimiz malûm... • Nafileler arasında «Tahiyyet-i Mescit», mescide giriş namazı, oturmadan kılınırsa güzeller ve sevimliler arasına girer. Günde 5 kere camiye girenin bu işi bir kere yapması kifayet eder. • Sabah ile öğle arası kuşluk namazı mendup... Dört rekât... • İstihare: Bir teşebbüsün hayırlı olup olmayacağı, bir halin nereye varacağı gibi, gaiplerden bir işaret isteğiyle kılınan namaz... iki rekât... İlk rekâtte sûre eki «Kâfirûn», ikincisinde «İhlâs»... Yatmadan kılınır, konuşmadan yatılır ve rüyada işaret beklenir. • Hacet namazı: İki rekât... Makbul ve meşru bir istek niyetiyle kılınır. Hususi tekbirleri ve duaları vardır. • Teheccüt namazı: Geceleri uykudan silkelenip kılınan namaz... İki veya dört rekât... Fazileti büyük... Sıklet veya gafleti hafifletici... • Hayırlı gece namazları: Ramazanın son 10 günlük devresi içinde aranması gereken Kadir gecesini (kesin zamanı belirsiz) karşılamak için kılınacak fazla nafileler... Şaban ayının ortasında Berat gecesi başta, bütün kandillerde kılınacak fazla namazlar... Kaza borcu olanlara fırsat... Cuma gecesi, Receb'in ilk günü gecesi... Bayram geceleri... Böyle geceleri toplu olarak nafile ibâdete hasretmek mekruhtur ve bu gecelerde her fert tek başına kalmalıdır. • Güneş tutulması namazı: Ay ve güneş tutulmaları, kasırga, tayfun, zelzele, yıldırım, sel, taşkın, heyelan gibi dehşet verici tabiat hâdiselerinde iki veya çift olmak şartiyle daha fazla namaz kılmak sünnettir. Bütün nafileler gibi kerahat vakti dışında... Böyle nafilelerin dışında (küsuf) güneş tutulması namazı vardır. Allahın Resulü, biricik erkek çocukları İbrahim'in bebek çağında öldüğü gün güneş tutulması üzerine, hâdiseyi Peygamber evlâdının ölümüne yoranlara, iki rekât toplu namazdan sonra şöyle buyurdular: «Güneş ve ay Allahın iki âyetidir ve tutulmaları kimsenin ölümü ve dirimiyle ilgili olamaz.» Bu fermanda îslâmın her türlü şeamet, uğursuzluk hayallerinden münezzeh ve her şeyin bir sebebe bağlı bulunduğu hikmet ve iradenin de yalnız Allaha mahsus olduğu mânası yatar. Gerçek tevhit ruhu bu vesileyle de tecelli etmektedir. Yıldız falıyle uğraşanlardan, filân madde parçasında uğur ve falan şeyde uğursuzluk heceleyenlere kadar ders olsun! • Ay tutulması namazı: Saadet Asrında, ay tutulması mevzuunda, birkaç kere vâki olmasına rağmen namaz kılınmamıştır. Küsuf namazı cemaatle kılınır ve ezan, kamet, açık sesle okuyuş yoktur. Ezan yerine «toplu namaza!» diye nida... Ve dua... İmam ayakta dua ve cemaat «amin!» diye mukabele eder. • Yağmur duası: Aslında yağmur dileğiyle dua ve af dileği olmakla beraber cemaatle 2 rekât namaz kılınarak bu dilekler birleştirilir. Namazda imamın sesi yüksektir. Sahra ve kırlık yerlerde kılınır, namaza küçük çocuklar ve ileri yaşta ihtiyarlar da iştirak ettirilir ve boynu bükük, zillet ve iftikar tavriyle gidilir. Ve yavrularını çağıran davar hayvanlarından, hüngür hüngür ağlayan çocuk ve ihtiyarlara kadar en çarpıcı bir rahmet dileği tablosu çizilir. • Korku namazı: Düşman karşısında, iki bölüme ayrılarak, bir bölüm, düşmanla uğraşırken, öbür bölümün, meselâ ihtiyatta bekleyenlerin namazı... Cemaatle ve kısım kısım kılınır ve harp icaplarına göre nöbetle, yerine getirilir. Muharebe dışı böyle bir namaz yoktur. Muharebe icaplarına göre de her an bozulabilir. SEFERİ NAMAZ • Oturduğunuz, kendinize merkez edindiğiniz yerden 90 - 100 kilometre kadar uzaklaştınız mı, orada bulunduğunuz müddetçe seferî (yolcu) sayılırsınız. Bu müddete gidiş ve geliş olarak yolda geçen zaman girmez. Şehrin (varoş) dedikleri sınır noktasından başlayarak aynı noktaya dönünceye kadar yolcu, seferîlik hükümlerine bağlıdır- Tek sefere niyetli olsun... Niyetsiz, dünyayı devretse seferi sayılmaz. • Seferîlikte başlıca hususiyet 4 rekâtlı farzların ikişer rekâtli olarak kılınması... Bu emirdir ve ittika olsun diye ille 4 rekât kılmak yasak... İttikaya giden, namazını emre uygun şekilde edâ ettikten sonra, dilediği kadar nafile veya kaza namazı kılar; fakat tek başına yahut seferiler cemaati içinde rekâtleri çoğaltamaz. • Gittiği yerin mukim cemaatine katılırsa tam kılar. Onlara imamet ederse yine ikide keser ve onları devamda yalnız bırakır. Oruç ve bazı mükellefiyet şekillerinde yapılıp yapılmamakta serbest ve kulun ihtiyarına bırakılmış olan vazifeler seferî namazda misâl teşkil etmez, ihtiyarîlik kabul etmez. 4, mutlaka 2 olacaktır. Sabahın 2, akşamın 3 rekâtı ise aynen yerinde... • Sünnetler bu tahdidin dışında, sadece kılınıp kılınmaması dileğe bırakılmakta... Yolcu, ihtiyarî olarak cuma ve Bayram namazlarından da affedilmiştir. • Seferîlikte bir kolaylık da, gerektiğinde iki namazı, birini öbürüne erteleyerek birleştirebilmekte... Şafiî mezhebine ait bu hüküm, mübrem şartlarda Hanefîlerce de tatbik olunabilir. Öğleyi ikindi ile, akşamı yatsıyla birleştirerek. Fakat imkân bulundukça vakti aksatmamak ve havadan imtiyaz kazanmaya bakmamak en yakışıklısı... • Seferîlik müddeti, fazla ikâmet mecburiyeti olmazsa, 15 gün... Bugün yarın derken aylarca kalsa seferi olmaktan çıkmaz. Buna mukabil kalmak karariyle gittiği yerden hemen ayrılan da yeniden niyet etmedikçe seferî- hükmüne girmez. Ömür boyunca yer değiştiren de, niyetle ve kararla başlamışsa hiçbir yerde mukim olamadığından daima seferi kalır. • Seferîlik, alınan mesafenin zaman hesabına değil, uzunluk ölçüsüne bağlıdır. Piyade veya deve yürüyüşüyle şu kadar gün ve saatte alınan mesafe yerine, 1 saatte alınsa bile o mesafeye denk uzunluk, uzaklık esas... Piyade deve veya at yürüyüşü zamanı tayin için değil, mesafeyi tespit için... Bu inceliği kestiremeyenler ve Allahın âlet terakkileri yolunda kullarına ihsan ettiği kolaylığı kavrayamayanlar da vardır. • Seferîlik niyetle başlar, namaz tahdidi şehirden çıkıldığı an işler ve girildiği zamana değin sürer. Yolcu, şehrine girerken mükellef bulunduğu namazı, dilerse yolda tahditli, dilerse evinde tahditsiz kılar. • Yolcu, seyahati esnasında bulunduğu vasıtanın imkânlarına göre, ayakta veya oturarak namaz kılarken kıbleyi aramada ayrıca tekellüf göstermez ve yine imkân dairesinde bir yönelişten öteye, vasıtanın istikamet değiştirmesinden zarar görmez. HASTA NAMAZI • Son nefese değin, şeklini hafiflete hafiflete, iktidar nispetinde kolaylaştıra kolaylaştıra devam eden namaz mükellefiyeti, hastada birçok değişiklik arzeder ve oturarak kılmaktan başıyla imaya (işaret) kadar gider. • Bazı mecburi vaziyetlerde oturarak kılmanın mubah olduğu namaz, eğilmeye ve secdeye varmaya kudreti olmayanlar için, ayakta, yerde veya iskemle üzerinde eda edilir. • Yere ve yatağa, bağdaş kurularak veya ayaklar geriye alınarak veya uzatılarak oturulur. Eller dizler üzerine konulur. Niyet ve tekbir... Ve aynen namaza girili. Eller kavuşturulmuştur. Rükûda eller dizler üstünde ve vücut hafif eğik... Baş bir mesnede dayanmaz. Ve böylece devam... Son kaade... Eller hep dizlerde ve selam... Okunanlar aynen... Değişiklik yalnız hareketlerde... • Rükû ve sucuda kudreti olmayıp ayakta durabilen şahıs, bu işi, ellerini yerinde kavuşturup sırasında indirerek ayakta da yapabilir. Rükû ve secdeye varmalar, biri hafif, öbürü daha fazla eğilişler halindedir, eller aynen namaz hareketlerini takip eder ve yalnız kıraatlerde kavuşturulur. Eğilmeye de imkân yoksa rükû ve sücut işaretleri başiyle... • Hasta ağırca vaziyetteyse, yatağında ya arka, yahut yan üstü yatarken yine başiyle edeceği imalarla namazını kılar ve ayrıca vücut hareketlerine lüzum kalmaz. Başını hafif indirip kaldırabilmesi kifayet eder. • Vaziyetine göre ne şekilde kılacağını tayin hakkı hastaya bırakılmıştır. Rükû ve secdeye varamayan ayakta, onu da yapamayan oturarak, buna da muktedir olmayan uzandığı yerde ve hareketleri ima suretiyle yaparak namazına edâ edecektir. Baş hareketi olmaksızın, yalnız göz açıp kapamakla namaz kılınamaz. • Hadîs meali; «Ayakta kıl, gücün yetmezse oturarak kıl, ona da takatin el vermezse yatarak kıl!» • Hastanın vaziyetini tayin ve tercihi gereken şekli tespit hazakatli müslüman doktora vergidir. Sade yapabilmek değil, yapıldığı takdirde hastalığı ilerletecek şekillerde de daha hafifine geçmek hakkı vardır. • Eğilme işaretinin, her vaziyette secde imasından farklı olması, secdenin rükûa nispetle fazlalık belirtmesi namazın sıhhati bakımından şarttır. • Bir şeye dayanarak ayakta durabilmenin veya durabilmenin imkânı bulundukça daha hafif şekli aramak doğru olmaz. Hasta kendi kendisini murakebe edecek ve elinden ne gelebileceğini hesap edip ona göre davranacaktır. • Hadîs meali; «Fetvayı müftüler verse de sen onu vicdanına sor!» • İdrar kaçırma gibi hallerde hangi vaziyetler buna meydan veriyorsa terkedilir ve hangi vaziyet koruyorsa tercih olunur. • Hasta için yönelmenin zor olduğu durumlarda kıble mecburiyeti yoktur. • Başı ile imadan dahi aciz olanın, kaş, göz, yahut sadece kalbiyle ima etmesi kâfi gelmez ve bu hallerde namaz kazaya bırakılır; hatta bazılarınca sakıt olur. Koma halindeki şuursuz hastadan namaz tamamiyle sakıttır. Koma halinin kaza edilebilir namazları 6'ya kadardır ve fazla devam halinde kaza yoktur. • Namazı sağlıklı olarak kılarken birdenbire hastalanan ve acze düşen adam, gerisini yapabildiği şekilde ima ile tamamlar; ya oturur, ya ayakta kılar, ya uzanır. Namaz içinde sağlığa eren ise, eğer başlangıçta oturuş vaziyetindeyse sıhhat şartlarına geçer ve öyle tamamlar. Şu kadar ki, namazının bir kısmını ima ile kılmışsa, «kuvvetlinin zaife bina edilemeyeceği» kaidesince gerisini sıhhat şartları içinde sürdüremez, namazını bozar ve sağlam adam tarzında yeniler. KAZA NAMAZLARI • Bu mevzuda söylenebilecek olanları muhtelif sünnet namazları bahislerinde kaydettik. Bu kayıtlara eklenebilecek olan, günün beş vaktinde ve sünnet yerlerinde 1 günlük (20 rekât) farz ve vitir kazası kıldıktan sonra mübarek geceleri hep kazalarla doldurmak ve başka vakitlerde de elden geldiğince kaza ile meşgul olmak tavsiyesinden ibarettir. • Namazlarda kaza imkânı muazzam bir rahmet ve «kebîre-büyük günah» derecesinde olan suçu bir kısmiyle gidericidir. Bir kısmiyle, zira kazalarla, namazları eda etmemiş olmanın suçu kalksa da kazaya bırakmanın günahı devam eder; bunun için de tövbe etmek lâzım gelir. • «Tertip Ehli - tek vakit namazını bırakmayıp sırasiyle kılmış olanlar zümresi» için kaza şartları ancak 5 namaza münhasır ve daha fazla aşılacak olursa (6 namaz) tertip fazileti sakıttır. Böyle bir durumda, tertip ehlinden hiçbiri, içinde bulunduğu vakit namazını, kazalarından evvel kılamaz. • Kazalar beklerken nafilelerle uğraşılamayacağı ve yalnız sabah namazının sünneti gibi vacibe yakın sünnetlerin müstesna kabul edilebileceği kat'î olup kaza vakti günün kerahat dışı her saati, müddeti de bütün bir ömürdür. Tıpkı Hacc borcu gibi müddeti bir ömürdür ama onu hemen ve ilk imkâna sığdırmak en güzeli olur. Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin başlıca halifelerinden Muhammed Pârisâ der ki: «Gafil halk, yorgun argın bir laf eder: Yarın olsa da bir iş işlesem!.. Bilmez ki, bugün, dünkü günün yarınıdır. Bugün ne işlemiştir ki, yarın ne işleye?»... Bu ulvî düstûr bütün hayata ve her işe kanun... YANILMA SECDESİ • Namazda herhangi bir farz geciktirilir veya vacip bir iş unutulup geçmiş olursa, namazı bozmayıp sonuna kadar devam ettirmek, selam vermek, peşinden hiçbir yabancı hareket yapılmaksızın tekbirle secdeye varmak, tesbihi yapmak, yine tekbirle doğrulmak, oturmak, vakfeyi kollamak, yine tekbir, ikinci secde, tesbihler, tekbir, doğruluş, kaadeye kalkış, «Tahiyyat» ve selâm... Buna «Secde-i sehviye» (yanlışlık) secdesi denilir. Vacip... İmam için de aynı borç... Cemaat ona uyar. ŞÜKÜR SECDESİ • Şükür secdesi duanın kabulü, dileğin husulü ve bir nailiyetin vukuu halinde lûtfedici Allaha hamd mahiyetinde edilen secdedir. Ve ayakta el kaldırmadan tekbirle hemen secdeye varmak, üç kere tesbihten sonra oturuş-suz ve selamsız, yine tekbirle kalkmaktan ibarettir. Secde tek... Sünnet... TİLAVET SECDESİ • Kur'ân'ın 14 süresindeki 14 âyetin okunduğu veya işitildiği yerde elleri kaldırmadan tekbirle secdeye varmak, üç kere tesbih ve yine tekbirle kalkmak... Secde tek... Vacip... • Namazda Tilâvet secdesi fevrî yani «hemen»... Secde edilir ve namaza devam olunur. İmam maiyetinde veya münferit... Dışarıda işitildiğinde yer müsait değilse tehirli yapılır. Cuma ve Bayram namazlarında mekruh... Sessiz namazlarda da... • Sarhoştan, şundan, bundan, kimden işitilse mecburi... • Hatip minberde secde âyetlerinden birini okursa inip secde eder. Cemaat de onunla beraber... • Secde hangi münasebetle olursa olsun, Yaratıcısı huzurunda kulun küçülmesi, yokluğa bürünmesi keyfiyetidir, aslı namazdadır ve gerçek ibadetin başlıca şiarıdır. Yalnız secde şekliyle İslâmiyet, mutlak din olduğunu göstermekte... ........................................... (BİTTİ.) Miracımız olan namaz hakkında Üstadımızın o latif üslubu ile teferruatlı bilgi edinmek hayli hoş olsa gerektir. Vecibelerimizin başını çeken namazı tüm ayrıntıları ile bilmemiz gerekir diye düşündüğümüzden, uzunluğuna hiç aldırış etmeksizin bu bahsin tamamını aralıklarla ve kısım kısım buraya kopyalamayı uygun gördük. Umuyoruz ki faydalı olmuştur. Bildiğimizi zannettiğimiz en temel noktalarda dahi eksiğimizi görmek bizleri bir nebze üzse de doğruyu ve güzeli bulmanın tadı damaklarda kalacaktır. Elbette ki müslümanın vazifesi, görevini eksiksiz ve layıkıyla yapmaktır. Bunun yolu da sağlam kaynaklardan elde edilmiş ilimden geçer. Bir müminin donanması gerekli en temel bilgileri muhteva eden "İman ve İslam Atlası" isimli İlmihal kitabının altı çizile çizile, pür-dikkat okunması gerektiğine inanıyoruz... Saygılarımla... Share this post Link to post Share on other sites
Turan 4 Report post Posted February 2, 2008 Tesekkurler mürid kardes, Allah razi olsun .. Share this post Link to post Share on other sites
mürid 20 Report post Posted February 8, 2008 Tesekkurler mürid kardes, Allah razi olsun .. Allah, cümlemizden razı olsun. Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted June 18, 2008 Üstadla yapılan bir röportajda İman ve İslam Atlası eseri üzerine sorulan sualler ve Üstadın kitap etrafında gelişerek fikriyat çemberine ulaşan görüşleri ile verdiği cevap. ‘Konuşmalar’ kitabından... -Üzerinde yıllardır çalıştığınız dev eser tamamlandı değil mi Üstad? Yani İman ve İslam Atlası adlı ilmihaliniz. -Tamamlandı. Tamamlandıktan sonra içime derin bir hüzün çöktü. -Niçin? -Erişilen her şey gaye olmadığı, gayeyi ufuk çizgisi gibi bir adım daha uzaklaştırdığı için... Bu dünyada tamamlık var mıdır ki?.. -Eseri okudum, fakat mahiyeti hakkında bir de sizin fikrinizi alabilir miyim? -Görünüşte sadece bir ilmihal... Ama nasıl bir ilmihal?.. Bildiğimiz, gördüğümüz, alıştığımız soydan değil... Başlığının altında şu dört kelime var: Şekil, ruh, amel, hikmet... Yani din ölçülerinin içi ve dışı, çehreyle ruh gibi sarmaş dolaş... Öğretme içinde benimsetmenin, belletme içinde sindirmenin, anlatma içinde sevdirmenin, tarife bilgisi içinde manâları yaşatman ve ruh avlamanın eseri... -Büyük iddia!.. -İddia değil, gayret... Asırlardır böyle bir cehd ve gayret hamlesine girişilebildiğini sanmıyorum. Yapabildim sanmıyorum. Yapabildim demiyorum; yapılması ve katlanılması gerekeni belirtiyorum. Ben Uludağ’ı kucaklayıp sırtlamaya çalışayım da isterse Uludağ üzerime çöksün ve beni ezsin... Herhalde dağın eteklerinde, basit yol tarifeleri satan ve onun iklimini, havasını, suyunu yaşatamayan âlim tavırlı insanların işinden daha ulvî bir atılım ve bu bakımdan yepyeni... Dünya görüşümü ‘İdeolocya Örgüsü’ adlı kitabımda özleştiren ben, ‘İman ve İslam Atlası’ ile de bu görüşün kaynağını göstermiş ve her türlü sanat ve fikir eserlerimle beraber ikisini mezcetmiş olmak iddiasındayım. Böylece bütün eserlerimi ‘İman ve İslam Atlası’nda mihraklandırmış oluyorum... Share this post Link to post Share on other sites
BDG 76 Report post Posted October 7, 2008 Yemin • Allah'ın ismini şahit göstererek ve Hak huzurunda teahhüt altına girerek doğruyu dile getirme, yahut öz nefsine karşı herhangi bir ahde girişme teminatı, yemin... • Yalanın ne büyük günah olduğunu bilenler, üstelik yalan yere yeminin ne olduğunu kestirirler. • Her yerde ve her zaman doğruyu söylemeye memur olduğumuz halde, mecbur olmadıkça doğruya bile yemin etmekten yasaklanmış bulunuyoruz. Düşünün, yemin ne ağır yük... • Ağızı yemin fıçısı haline gelmiş insanlardan ürkmek lâzım... • Yemin, edenin değil, ettirenin niyeti üzerinedir. Fatih Sultan Mehmed'e sadakat yemini eden Karamanoğlu'nun, kalbi üstüne gizlice bir güvercin yerleştirip «bu can burda kaldıkça sana sadakat göstereceğim...» diye yemin etmesi ve Sultan'ın yanından ayrılır ayrılmaz güvercini boğazlaması ve yeminden kurtulduğunu sanması «Hile-i Şer'iyye» faslına girer ve en büyük denâet olmakla kalır. • Namus, şeref gibi lâflar yeminin hakikatine uzaktır. Hele, «ölünü öpeyim, akşama çıkmak nasip olmasın!» tarzında kötülük davetini karşılık gösterici yeminler, ahmak ve cahil işi... Hele eşya üzerine yemin, küfre kadar yol açıcı... • Yemin müeyyidesinin kötü kullanılışında en ağır suç, yeminli yalan şahitlikte... • Allahın Kur'ânda mahlûkları üzerine yemini, kendi yaratış şanını remzlendiren bir mecaz mahiyetinde ve kullarına örnek olmaktan ayrı keyfiyette... • Yemin, bir şeyi yapmaya, yahut yapmamaya veya doğruyu söylemeye mahsus türlü şekiller gösterir ve Allah adından başka hiçbir şey üzerine bina edilemez. Keffaret • Kulun kötü hareketlerine karşı cereme mahiyetinde mükelefiyeti... «Muamele» mevzuunda, herbirini bahis bahis gösterdiğimiz tazmin fiillerini, başa keffaretini alarak toplu şekilde çerçevelemeliyiz. • Yeminini bozan kişi, ya 1 fakiri 10 gün, ya 10 fakiri 1 gün doyurmakla mükelleftir. İktidarı yoksa 3 gün kesintisiz oruç tutar. Doyurma ölçüsü, miktarını oruç bahsinde gösterdiğimiz gibi 1 Fıtır sadakası... •Keffaretler, oruç, yemin, hacc'ta önceden saç kestirme, zihar ve kaza neticesi adam öldürme tazminleri olarak 5 nevidir... • Hacc'ta önceden saç kestirmenin keffareti 3 gün, adam öldürmenin de devamlı 60 gün oruç ve ayrıca diyet... • Zevcesinin bir uzvunu anasına benzetmek mânasına zihar cinayeti de, aynen kastla oruç bozma veya kazaen adam öldürme cezalarına eşit... Share this post Link to post Share on other sites
nurulhak 22 Report post Posted October 16, 2008 en kısa zamanda okumayı düsündüğüm kitaplardn inş..nasip olur Share this post Link to post Share on other sites