Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
serdengeçti

Üstad'ın Son Anları

Recommended Posts

Son anlarında yanında bulunan oğlu Ömer Kısakürek daha sonra yaşadıklarını şöyle anlatıyor.

 

-Gece saat biri on geçiyordu.Fenalaştı.Beni yanına çağırdı."Beni kaldır ve oturt "dedi.

 

Kaldırdım oturdu.Elini alnına götürdü.Ufuklarda bir yolcu ararcasına uzaklara baktı.

 

Tebessüm etti ve "Beni yatır!"dedi.

 

Yatırdım:"Bana Kur'an oku" dedi "Yasin süresini oku"

 

Okumaya başladım.Yüzünde boncuk boncuk ter...Kelime-i şehadet getirmeye başladı.Ruhunu teslim etti.

 

Allah mekanını cennet eylesin.(amin)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Benim bildiğime göre (2.ağızdan duydum).Üstad kalkmak istiyor oğlu kaldırıyor Üstada ufuğa bakıp geliyorlar diyor o arada da zemzem içiyor sonrası arkadaşın anlattığı gibi.

 

Ruhu şad olsun,mekanı cennet...

Share this post


Link to post
Share on other sites

bu yazıyı okuyanlar en azından fatiha (en çoğunu siz bilirsiniz) okuyupta hediye eylesek! bizler için ciltler dolusu kelime sarf eden mübarek bir şahsa az bile... hiç olmasa bu şekilde sunalım şükranlarımızı...

Share this post


Link to post
Share on other sites

cennet mekanının en üst makamında bu dünyada yaptıklarının karşığılını bulur inşallah ALLAH ondan razı olsun

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadın son demleri hakkında daha muhtevalı olarak malûmat veren Üstad belgeselinden alınma kısım aşağıya aktarılmıştır. İstifade etmemiz dileğiyle...

 

 

 

Bahar. Mayısa, doğduğu aya doğru. Yağız atlı süvariye işaret nisan ayında geldi. Bir gece, sabahın çok erken saatinde odasına giren Mehmed, onu masasında gözleri fal taşı gibi açık bir dehşet ifadesi içinde buldu. Mehmed’in bir süre yüzüne baktı ve üstü kapalı söyler gibi oldu. Ama o anlamadı. Yazmayı çoktandır bıraktığı, bitip bitmediği meçhul, hayatına ait eserini paketleterek oğluna teslim etti.

 

Ve Mayıs. 83’ün Mayıs ayı. Doğduğu, büyük buhranını yaşamaya başladığı, onun için çok mânalı ve sırlarla dolu ay...

 

Pazar 22 mayıs... Odasındaydı. Hep odasında ve masasının başında. Son günlerdeki donukluğu, neşesizliği ve ev halkının hiç alışık olmadığı suskunluğu had safhada. Fakat sağlığı her zamanki gibi yerinde, pek yerinde.

 

Ertesi gün 23 mayıs pazartesi günü. Yatağından kalkmıyor. Mehmed’e bir yere ayrılmamasını, kendisini yalnız bırakmamasını tembih ediyor. Neslihan Hanım da ateşine bakıyor. Çok hafif, 37, 37 buçuk.

 

Salı 24 mayıs. Bu ikinci gün, yatakta. Mehmet ve bilhassa Ömer hep yanında ve hizmetinde. Ateşi yine aynı. Ama müthiş bir halsizlik, mecalsizlik. Saat akşama doğru 5. Ne yiyor, ne içiyor. Öylece yatıyor ve arada bir, ancak kendi duyabileceği bir sesle bir şeyler mırıldanarak devamlı tavana bakıyor. Daha doğrusu bu dünyaya ait hiçbir yere bakmıyor. Mehmed, Ömer ve Osman sürekli nöbet değiştirerek Onu yalnız bırakmıyor. Mehmed’i çağırttı ve bir daha doktoru aramamasını söyledi. Sonra ondan kendisini doğrultmasını isteyerek sabahın erken saatinden itibaren yapması gereken işleri sıralamaya, mezar yeri ve defin şeklinden, eserlerine varıncaya dek bazı vasiyetlerde bulunmaya başladı. Mehmed bu noktaya varan bir vehim ve hayal karşısında belki şaşkın, ama son derece de kaygısız, umursamaz. Kendine gelince hâline önce kendinin güleceğinden emin.

 

Gecenin 10’u. Ömer’den yatağının yönünün değiştirilmesini istedi ve onun yardımıyla koltuğuna oturtularak isteği yerine getirildi. Sonra tekrar yatağına uzandı.

 

Ve gece yarısı. Saat 1’i biraz önce geçmişti. Yatağında hafifçe doğruldu. Mehmed’e hayat dolu seslendi. ‘Bana bir sigara ver, yak da ver’ Mehmed sigarayı sırtını ona dönerek, sözde edeplice yaktı ve verdi. Derin bir nefes çekti. Derin, çok derin bir nefes... Sonra sigarayı Mehmed’e uzatıp ‘devam et’ derken, gözlerini, bal rengi gözlerini perdeleri açık pencereden dışarıya odanın ışığıyla parlayan komşusu ceviz ağacının dalları arkasındaki karanlığa dikti. Pembeden daha kırmızı dudakları hafifçe kıpırdadı. ‘Demek böyle ölünürmüş...’

 

( Bakınız: Demek Böyle Ölünürmüş... )

Share this post


Link to post
Share on other sites

Cenazesine uzaklardan gelip evine başsağlığına gidenlerden biri olan Ahmed Kaplan’ın, ölüm anında Üstad’ın başında bulunan oğlu Ömer Kısakürek’ten naklettiği cümleler aynen şöyle:

“Çok güzel öldü” dedi, Ömer. “Gece saat biri on geçiyordu. Fenalaştı. Beni yanına çağırdı.

 

Beni kaldır ve oturt dedi. Kaldırdım, oturdu. Elini alnıma götürdü. Ufuklarda bir yolcu ararcasına uzaklara baktı. Tebessüm etti ve beni yatır dedi. Yatırdım Bana Kur’an oku dedi; Yasin sûresini oku... Okumaya başladım. Yüzünde boncuk boncuk ter. Kelime-i Şehâdet getirmeye başladı. Ruhunu teslim etti.”

 

(Erciyes, Haziran 1983 Necip Fazıl Kısakürek Özel Eki).

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aşağıdaki yazı, Ahmet Kabaklı'nın, Üstad'ın ölümüne yakın bir zamanda Üstad ile yaptığı bir sohbetten alınmıştır. Üstadın mülahazalarıyla birlikte, Ahmet Kabaklı'nın da Üstada dair gözlemlerini okumaktayız:

 

 

Son aylarda, beyaz sakalı ile çehresini çevreleyen olgunluk ve nûranîlikle beraber, vücûdu, o çok sevdiği atlarına bindiği günlerdeki kadar çevik, zinde idi. Bakışı keskin ve aldırmaz, sesi ise, bildiğimiz tesir gücünde kesik kesik konuşuyordu.

"Meçhuller caddesinin bu kimsesiz seyyahına" yaklaşmaya çalışan bir rüya yolcu gibiyim. Bakıyorum, elim dokunacak kadar yaklaşmışım, bakıyorum bir dalga tutmuş beni kıyılarına bırakmış.

-Şimdi ne yapıyorsunuz üstadım, şiirlerinizi ve sizi sevenleri bıraktınız, nerdesiniz?

 

-Yunus Emre'nin "Mahrum olmaz Allah diyen" mısraındaki idrak fezası karşısında tavla zarı kadar küçük dünyalarının saraylarında hüküm sürdüklerini sanan "insancıklar"dan koptum. Rabbin ilâhî kanatlarının yelpazelendiği iklimde gerçek hürriyetime kavuştum. "Bir bardak su gibi çalkalanan dünya'da "İstikamet çöktü ve yokluk yıkıldı." "Mesafeler" de artık bana eza etmiyor. Şimdi, şiirlerimde yaşıyorum.

 

Gerçekten, "sırmalı cepkeni atmış koluna" ve 'yeşil muradına ermiş" bir "Köroğlu" oluvermişti birden... Bir dalga hemencek yanıbaşına attı. Fakat garip bir şey sezer gibi oldum. O anda bir aşkın, bir yücenin peşinde, mısraları ile yalvarıyordu:

"Rüzgara bir koku ver ki hırkadan

Geleyim izine doğru arkandan;

Bırakamam, tutmuşum artık yakandan

Medet ey şâirim, Yunus'um medet!"

 

Bir fasıl daha geçtik, ufacık bir ünleyişine can atmaktayım.

Necip Fazıl şimdi, dünya hayatında çok özendiği, çok sevdiği tarzda bir "prens"tir. Ama bu "prens" Abdülhakîm Efendi'nin manevî denetiminden geçmiş, dünya gösterişini tepelemekte, kendisine "görev" verilmişcesine, yedi zemini yararak yürümektedir. Dünyada iken, baş edemediği "köpek nefsi" bir yerlere kıstırmış ona hakaretler etmektedir.

Dünyada hiç bulamadığı bir huzuru, Necip Fazıl'ın dinlenmiş, yumuşamış çehresinde görmekteyim. Yüzümde çengellenen soru işaretlerini eşsiz zekâsı ile gördü:

 

-Dünyam 79 yıllık bir çile, iç burkuntuları idi, dedi. "Ne ölüm terleri döktüm, nerelerden..." Varlık yokluk muamması, yok ölüm yok hayatın gayesi. Ve milyarlarca karıncaya lâf anlat! Fakat şimdi görüyorsun işte: "Zorlu Nefs'e diz çöktürüyorum."

 

-Ya cemiyet, ya insanlar? Dedim. O her zaman çoban isteyen fakat çobanını bulamayan, aramayan... Büyük aydınlığı görmezlikten geldiği hâlde mum ışığının peşinde iz süren kalabalık. Hani siz onlara, en geniş bulvarları kapatırcasına devleşen kollarınızı açarak:

"Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak" demiştiniz.

-Sen de bir gün öğreneceksin ki, o dünya bir kuruntu, bir vehimdir. "Bal kavanozunu dışından yalamak... Haritada deniz görüp boğulmak... Yangının alevinde, yanmak yerine onu kartpostalda seyretmek... Büyük huzur ve sükûnu ne okuduklarından devşirmek ne de eserlerinde gösterebilmek, kelimelerin üstüne çıkamamak" ve böyle olduğu hâlde, kör nefse aldanarak herşeyi biliyorum zannetmek... Ama yine de kalabalıklara, milletime, gençliğime söylediklerimde, şairliğimden sezgiler vardır. Onlara nakledebilirsiniz.

 

(Ahmet Kabaklı'nın 'Türkiye'yi Yoğuranlar' isimli kitabından iktibas edilmiştir.)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Talebelik yıllarında Üstad ile tanışan ve tıb eğitiminden sonra da Üstadın doktorlarından biri olan Prof. Dr. Süleyman Yalçın'ın Üstadın son günlerine dair yazdığı bir yazı:

 

 

 

Üç gün önce, 22 Mayıs Pazar akşamı Çanakkale'den döner dönmez telefonla uzunca görüşmüş, siyasî-gayri siyasî haberleri münakaşa etmiştik. Görünürde hayat akışımızda bir değişiklik yoktu. Fakat ertesi gün, Pazartesi, idrarının kanlı olduğu haberi geldi. Yapılabilecekleri telefonla bildirmiştim.

 

Bir gün sonra 24 Mayıs Salı sabahı bizzat kendisinin "Süleyman, bu yolun sonuna geldik galiba! Sanki beni zehirliyorlarmış gibi duygular içindeyim. Halimin ne olacağını bilmiyorum Fenayım ve Allah'ın Rahmetine sığınıyorum." derken telefonda bile dilinin ağzı içinde zor döndüğünü hissetmiştim Aynı gün telefon haberleşmeleri ile idrarında kanın azaldığı ateşinin düştüğünü takip etmiş fakat kendi hakkındaki duygularının iyi olmadığını anlamıştım. Salının bittiği, Çarşambanın yeni başladığı ilk saatte uykudan, Zindandan mektubun sahibi oğlu Mehmed'in: "Babam çok fena Süleyman ağabey" diyen telefonu ile uyanmış, geriden annesinin feryadını farketmiştim. Bu uyarı ile ve kederli bir telaşla yola çıkarken beklenilen ve fakat gelmesini istemediğimiz son'a doğru gittiğimi hissediyordum. Hatıralar ve karmaşık duyguların kurşunî ağırlığının yüreğimi kapladığı teessürlü telaşla, Ethem Efendi Caddesindeki geniş bahçe içindeki eve girdim. Soğuk taş merdivenlerden üst kata vardığımda, koridorda oğulları Mehmed ve Ömer'in kederden donmuş, soluk yüzleri ve halleri son'u haber veriyordu. Son bir senedir O'nun çalışma, oturma, misafir ve yatak odası olan daimî çilehanesine girdiğimde, çenesi bir tülbent'le bağlanmış, soluk, sakallı ve nuranî çehresi ile yatağında son defa uzanıyordu. Rabbine kavuşurken, fani hayatın ızdırab ve lezzetlerinden ayrılırken bunların tümünü geri iterek huzur denizine kavuştuğu yüzünden okunuyordu. Bu misli bulunmaz dava, san'at Ve çile insanının sıcaklığı henüz kaybolmamış vücuduna eğildim, 37 yıllık dostluğun, kardeşliğin, en yakını ve en güvendiği olabilmenin bahtiyarlığı ile en büyük sevgi, hürmet ve teessürle onu son defa alnından ve yüzünden öptüm.

Kederin, teessürün en kesif dozla üzerimize çöktüğü anda bile hayatımızda çoğu zaman sadece buna ayıracak ve kederle hemhal olacak zaman payı bile çok az. Çünki her an olup her an yok edilirken, o anın vazifesile de mes'ulüz. İlâhi Nizam ve kaderimiz böyle diyor, böyle emrediyor. Asırlar içinde nadir yetişen bir insan, bir deha, bu dünya evindeki misafirliğini bitirmişti. Onu tanımaya, ona uzun yıllar arkadaş, dost, hekim ve dava arkadaşı olma liyâkatini bizlere bahşetmiş olan kader, şu anda onu kaybetmenin hüznünden, kederinden evvel ona son vazifeleri yapabilmenin mecburiyyetlerini bize yüklüyordu.

 

Bu düşünce ve şuurla kederimizin derinliği, kaybettiğimizin büyüklüğünü konuşacağımıza bizi bekleyen islâmi vazifelerimizi tesbit etmek üzere yandaki salonda oturduk. Bir kaç dakika sonra bu acı haberi duyan 4 yakın dost daha çıka geldi. Oğlu Mehmed'le beraber son saatlerinde tekrarladığı vasiyeti üzerinde durduk. Daha önceleri de kendisi ile bizzat konuştuğumuz, mürşidi Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin Ankara Bağlum'daki mezarının ayak ucunda olma arzusunu yine tekrarlamış ve fakat bunun için cenazenin ilaçlanmasını, bedene sun'i birşeyin ithalini, kat'iyyen istememişti. İkinci tercihi Bey-lerbeyindeki annesinin yanı veya Eyüb Sultandaki bir dostunun mevcud, hazır mezarı idi.

 

Bu şartlar altında en uygun olanı, cenazeyi sabah erken hastahanenin buzluk ve gasilhanesine naklet t irmem, Çarşamba günü mezar ve defin işlerinin ve haberleşmelerin temini ile Perşembe günü öğle namazında Fatih Camiinden kaldırılarak Eyüb Sultandaki makbere defnin yapılması idi.

 

Erenköyünden geriye dönerken saat gecenin 3.30'nu gösteriyordu. Aynı semtin bir başka bahçeli köşkünde 37 sene önce tanıdığım bu müstesna insanla hemen kesintisiz devam eden öğrenci-öğretici, kardeş-ağabey, iman ve dava yolculuğu, hasta-hekim ilişkileri ve dostluk münasebetlerimizin aynı mevsim ve ayda başlayıp, aynı ayda noktalanışındaki mânâyı düşünüyordum. Aynı zamanda, bu dava ve çile adamının bünyevî ciddi bir hastalığı bulunmamasına rağmen, bir idrar yolu kanaması gibi başlayıp son anına kadar şuuru yerinde, zemzemini içerek, vaziyetini tekrarlayarak birden ve 5-10 dakika içinde bu gölge ve emanet dünyadan aynlmasın-daki sırrı, sıkıntısız ve ezasız şu mübarek aylarda toparlanıp giderken, Berat kandili arifesinde ve bir Cuma gecesi kabrinde oluşunun hikmetlerini düşünüyor, hiç birşeyin boş ve mânâsız olmıyacağı inancını perçinlerken, ölümü en çok düşünen ve onun sırlarını en güzel ifade eden büyük san'atkârın son şiirlerinden birinin şu mısraları dudaklarımdan dökülüyordu:

 

"Geçti, geçti mevsimler..

Süpürüldü takvimler.

Gidenlerden kalan şey:

Duvarlarda resimler,

Mezarlarda isimler,

Geçti, geçti mevsimler..."

 

(Süleyman Yalçın - Türk Edebiyatı Dergisi Temmuz 1983)

 

83498245.jpg

Share this post


Link to post
Share on other sites

üstadın hayatındaki çizgilere olaylara en malik insan sanırım reyhan hanımdır,o yüzden öncelikle ona,sonra bilen herhangi birine yöneliktir bu sorum...genel olarak duyduğum bildiğim,demek böyle ölünürmüş diyerek vefat ettiği,fakat bu başlık altındaki ilk yazıda daha farklı şekilde anlatılmış,aydınlatırsanız sevinirim...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadın son ânıyla ilgili bilgileri, o esnada orada bulunan çocukları Mehmed ve Ömer Kısakürek'ten alıyoruz. En çok bilinen "demek böyle ölünürmüş" kelamıyla ahirete intikal ettiğini Mehmet Kısakürek anlatırken, diğer ölüm şeklini de Ömer Kısakürek anlatıyor. Her iki evlat da Üstadın sevgiliye kavuşma ânında yanında olduklarından ve bu bilgileri bizlere verdiklerinden dolayı, ölüm ânının sadece kendilerini etkileyen kısmını anlatmış olabilirler. Daha iyi inceleyebilmek için her iki anlatımı da aşağıya alıyorum. En son eklediğim yazıda geçen bir ifade her ikisinin de ölüm ânına şahid olduklarını gösteren bir mahiyete sahip: ("Soğuk taş merdivenlerden üst kata vardığımda, koridorda oğulları Mehmed ve Ömer'in kederden donmuş, soluk yüzleri ve halleri son'u haber veriyordu.")

Üstadın ölmeden önce zemzem içtiğine dair de bazı yerlerde bilgiler mevcut. Mehmet ve Ömer Kısakürek buna değinmiyorlar mesela. Bu durumda o âna dair anlatılan her şeyi tek bir çerçevede toparlayarak bütünleştirmemiz lazım diye düşünüyorum.

 

 

 

Mehmet Kısakürek'in nakli:

 

"Ve gece yarısı. Saat 1i biraz önce geçmişti. Yatağında hafifçe doğruldu. Mehmede hayat dolu seslendi. Bana bir sigara ver, yak da ver Mehmed sigarayı sırtını ona dönerek, sözde edeplice yaktı ve verdi. Derin bir nefes çekti. Derin, çok derin bir nefes... Sonra sigarayı Mehmede uzatıp devam et derken, gözlerini, bal rengi gözlerini perdeleri açık pencereden dışarıya odanın ışığıyla parlayan komşusu ceviz ağacının dalları arkasındaki karanlığa dikti. Pembeden daha kırmızı dudakları hafifçe kıpırdadı. Demek böyle ölünürmüş...'"

 

 

Ömer Kısakürek'in nakli:

 

Çok güzel öldü dedi, Ömer. Gece saat biri on geçiyordu. Fenalaştı. Beni yanına çağırdı.

 

Beni kaldır ve oturt dedi. Kaldırdım, oturdu. Elini alnıma götürdü. Ufuklarda bir yolcu ararcasına uzaklara baktı. Tebessüm etti ve beni yatır dedi. Yatırdım Bana Kuran oku dedi; Yasin sûresini oku... Okumaya başladım. Yüzünde boncuk boncuk ter. Kelime-i Şehâdet getirmeye başladı. Ruhunu teslim etti.

Share this post


Link to post
Share on other sites

teşekkür ederim,belki ömer kısakürek le ilgili olan aktarımda bir eksiklik vardır,çünkü mehmet kısakürek'in anlatımda ömeri çağırdı ifadesi geçiyor,belki aktaran kişi o araları atlamıştır diye düşünüyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vefat ettiği salı gününden iki gün önce Necib Fazıl beyefendiyi İlyas efendi ile Erenköy'de kaldığı evde ziyaret ettik. Hasta idi. Şeker hastalığından gözleri görmez olmuştu. Çok konuştuk. Bildiğim sûre ve şifâ âyetlerini üzerine okudum. Bu fakire(Süleyman Kuku):

"Albayım, iyileşirsem sizi bekliyorum. Uzun uzun konuşacağız. Sizi sevdim, sohbetiniz bana şifâ gibi geldi" dedi. "İnşallah" dedim. Nereden bileyim, bunun son görüşmemiş olacağını. Allah, Efendi Hazretlerinin yanında bulundursun ve sevenlerini Efendiye sevgili eylesin.

 

(Süleyman Kuku-Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı-1.Cilt- S.333)

Share this post


Link to post
Share on other sites
Son anlarında yanında bulunan oğlu Ömer Kısakürek daha sonra yaşadıklarını şöyle anlatıyor.

 

-Gece saat biri on geçiyordu.Fenalaştı.Beni yanına çağırdı."Beni kaldır ve oturt "dedi.

 

Kaldırdım oturdu.Elini alnına götürdü.Ufuklarda bir yolcu ararcasına uzaklara baktı.

 

Tebessüm etti ve "Beni yatır!"dedi.

 

Yatırdım:"Bana Kur'an oku" dedi "Yasin süresini oku"

 

Okumaya başladım.Yüzünde boncuk boncuk ter...Kelime-i şehadet getirmeye başladı.Ruhunu teslim etti.

 

Allah mekanını cennet eylesin.(amin)

 

Rabbim bizede son nefesimizde Kelime-i şehadet getirmeyi nasip etsin inşallah..

Mekanın cennet olsun üstad..

Share this post


Link to post
Share on other sites

ölüm güzel şey,budur perde ardından haber,

hiç güzel olmasaydı,ölürmüydü peygamber.............mekanın cennet olsun üstadım....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad'a beni hayran bırakan hadiselerden biri de bu. Çok fazla son söz okudum ama hiçbiri bu kadar asil değildi. Bir fikir adamına en çok yakışan kelimelerle vefat ediyor Üstad. Bütün hayatı boyunca kurcaladığı gerçeğe tepeden bakıyor ve şahit olduğunu döküyor dudaklarından. Hayatının en büyük meselesini izliyor, yaşıyor, hissediyor, öğreniyor, öyle söylüyor. Zihni o dehşet anında dahi müşahede ediyor, yerde biten ot gibi davasız yaşayan adamlardan üstad'ı ayıran da bu zaten. Meselesi olan birisine yakışan böylesi bir merak dindirmedir.Allah rahmet eylesin. Tugra güzel söylemiş, o bu kadar kitap yazıp bıraktı bize, bir Fatiha okumadan geçmek yakışmaz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

son yorumun üzerinden 3 küsür yıl geçmiş.... denk geldim şimdi ...

sebep olurum umuduyla... 3 ihlas 1 fatiha

sevenlere zor olmasa gerek !

o'ki kainatın efendisi.... o herseyimiz. herseyimiz üstadın deyimiyle topyekün herseyimiz....s.a.v ...efendimize, ashabına,ehli-beytine,

üstada... ve tüm ölmüşlerimize...ALLAH rızası için.... buyrunuz

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...