Muvazene 190 Report post Posted August 10, 2007 Olay, Yirminci Asrın ikinci yarısı başlarında İstanbul’da geçer. Birinci Perde Birinci Tablo [ Nişantaşı’ndaki üç katlı ve beyaz boyalı ahşap konağın birinci katı… Bahçeye açılan büyük salon… Sofa… Dipte, iki koldan yukarıya çıkan ahşap merdivenler… Merdivenlerin ilk kademesinde, alt kısımları görülen, ışıksız iki pencere… Sağ ve sol merdivenlerin arası iki geçit… Geçidin önünde gerisini peçeleyecek kadar yüksek ve geniş paravana… Sağ ve sol duvarlarda, karşılıklı ikişer kapı… Her tarafta modern ve artistik eşya… Renk renk ve şekil şekil koltuklar ve divanlar… Yerde, küçük halı parçalarının üstünde puflar, kaplan postları, alçak tabureler… Birkaç taburede şamdanlar, abajurlar… Tavanda büyük avize… Kenar çıtaları yaldız ve oymalı duvarlarda modern resimler… Bir yanda pikaplı radyo… ] ( Sahne kapkaranlık… Yalnız önde ve ortada, alçak bir masa üzerine yerleştirilmiş, ahşap konağın maketi… Maketin küçücük pencerelerinden ışık fışkırıyor. Maketin etrafında yarı seçilen kadın ve erkek yüzleri… ) YÜKSEL’İN SESİ – ( Maketin başında, elindeki incecik değnekle işaret ediyor ) İşte bizim ahşap konak ! Eski zaman işi, üç katlı yapı… Bir devrin renklerini, çizgilerini, ruhunu taşıyor. GENÇ ŞAİRİN SESİ – Fevkalade güzel maket ! BİRİNCİ GENÇ KIZIN SESİ – Şahane doğrusu ! YÜKSEL’İN SESİ – ( Değnekle göstererek ) Birinci kat ! Şu anda bulunduğumuz yer… Büyük bir salon – sofa… Etrafında dört kapı ve altı oda… İkinci ve üçüncü katlar da onun aynı… Hepsi on sekiz oda ve üç büyük dekorasyon sanatının şaheseri… Malzemesi de bugün bulunur, yaptırılır gibi değil… Merdiven tırabzanlarına kadar maun… Tabii bunlar konakta; makette görünmüyor. GENÇ RESSAMIN SESİ – Makette de belli… Kapılar, duvarlar, tavanlar üzerine empresyonist renkler kondurmuşsun… YÜKSEL’İN SESİ – ( Değnek işareti ) Üçüncü kattaki şu yatak odasının duvarına kondurduğum birkaç çizgi ve renge dikkat ediyor musun ? Nedir o ?.. GENÇ RESSAMIN SESİ – Levha gibi bir şey… YÜKSEL’İN SESİ – Konağın ruhu o… Büyük babamın sevgili levhası… Canından daha kıymetli… En büyük Türk hattat ve tezhipçisinin elinden çıkma… BİRİNCİ GENÇ KIZIN SESİ – Ben maketi konaktan çok sevdim. YÜKSEL’İN SESİ – ( Değneği konağın çatısına vurarak ) Siz asıl konağın manasına bakın ! Üçüncü katta, elleri titreyen illetli büyük babam ve kalp hastası büyük annem… Bu kat namaz ve niyaz katı… İkinci katta, dul annem ve eksilmeyen misafirleri… Bu kat da, kumar, morfin vesaire katı… BİRİNCİ GENÇ KIZIN SESİ – Oooo! Şoking ! Neler söylüyorsunuz ? AYSEL’İN SESİ – Ya bizim kat, ağabey ? YÜKSEL’İN SESİ – Yakın artık lambaları da açıkça söyleyeyim! Aysel, bas maketin yanındaki düğmeye ! ( Avize yanar. Meydana çıkan salon-sofa… Maketin etrafında, Yüksel, Aysel, Tekin, birinci, ikinci ve üçüncü genç kızlar, genç şair, genç ressam… Hususi tavırlar…) YÜKSEL – Bizim kat da ( Aysel’i gösterir) benimle kız kardeşimin çerçevesi… Dans, içki, başıboşluk, rezalet katı… Düşünün siz, zaman boyunca değişen nesiller, ahşap konakta nasıl yuvalanmış ? Birbiri peşinden gelen zaman ölçüleri ( değneği makete doğru ) şu ihtiyar mekanda nasıl belirmiş ? Hepsi yarım asra sığan üç nesil, yeni deyimle kuşak… Alt katta yirmibeşlikler, orta katta ellilikler, üst katta yetmişbeşlikler… Katlar alçaldıkça yükselen inişe bakın siz ? TEKİN – Sen kendi evine hakaret ediyorsun ! YÜKSEL – Ne hakareti be, akılsız sporcu ! Allah sana bir şutunla tahta perdeleri deldirecek ayakları verip kafanı ve dilini öyle cılızlaştırmış ki, sigara kâğıdı kadar ince bir fikir zarını delmeye imkân yok… ( Kıvrak kahkahalar, garip tavırlar… ) AYSEL – Şimdi de nişanlıma mı hücum ? YÜKSEL – Nişanlın tam sana denk… Ben kimseye hakaret etmiyorum. Bir fikir meselesi koyuyorum ortaya… TEKİN – ( Yüksel’e ) Sana, Akademinin mimari şubesinde bu imtihan vazifesini, nesillerin tahlili diye mi verdiler, konağın maketi diye mi? YÜKSEL – Evet, senin de anlayabileceğin bir madde planı diye verdiler ama, ben ondan bir ruh planı çıkarıyorum. ( Tekin, genç şairin yüzüne bakıp eliyle hususi bir işaret çakar ) GENÇ ŞAİR – ( Sağ elini orkestra şefi gibi kaldırarak ) Koro ! Ruhçu ! BİR AĞIZDAN HERKES – Ruhçu, ruhçu, ruhçu! YÜKSEL – ( Gençlere) Yine mi aynı maskaralık ? ( Tekin’e ) Sen de, yıldız futbolcu Bay Tekin, şu maskaralara ele başlılık ediyorsun, ha ? ( Tekin, genç şaire bir işaret daha çakar ) GENÇ ŞAİR – ( Aynı hareketle ) Koro ! Maskara ! BİR AĞIZDAN HERKES – Maskara, maskara, maskara ! BİRİNCİ GENÇ KIZ – ( Yüksel’e ) Tekin’i beğenmiyorsunuz ama, bütün kızlar, kadınlar ona bayılıyor. YÜKSEL- Beyinsize beyinliler mi bayılsın ? ( Tekin, genç şaire yeni bir işaret daha çakar ) GENÇ ŞAİR- ( Aynı hareketle ) Koro ! Beyin hastası ! BİR AĞIZDAN HERKES- Beyin hastası ! Beyin hastası ! Beyin hastası! GENÇ ŞAİR- Ne diyorsunuz ? Ne olmuş, kim olmuş bu değişikliğe sebep ? YÜKSEL – ( Genç şaire ) Ya sen, mide gurultusu şairi ? Şimdi kafanı meşin topla mı değiştirdin ? GENÇ ŞAİR – ( Züppe ve hususi jestlerle ) Beni bırakalım da bir köşeciğe, seni rafa oturtalım’ Asıl sen, ne vakitten beri değiştin ? Ne günden beri neslini beğenmez oldun ? AYSEL- Ay haberiniz yok mu? Benim ağabeyim artık mukaddesatçı, maneviyatçı, eskici, gerici !... GENÇ ŞAİR – Kim olmuş, ne olmuş bu değişikliğe sebep ? YÜKSEL – Sizin köstebek hayatınız ! AYSEL – ( Atılır ) Hayır, Ben söyleyeyim. Bu değişikliğe sebep, Eyüp Sultan’da bir aktarla, kızı ! ( Herkes apışır, bakışır, sokulur. Yüksel dimdik… ) YÜKSEL – ( Aysel’e ) Çeneni tut, Holivud karalaması boşboğaz ! AYSEL – ( İkinci genç kıza ) Haydi git de benim odamdan mankenini getir kızın ! Biliyorsun ya!... İKİNCİ GENÇ KIZ – ( Aysel’e ) Aman, ne kadar da pitoresk, Aysel ! Eyüp’lü aktarla, kızı mı dedin ? AYSEL – Kara, çember sakallı bir aktar… Dükkânında kakuleden karamelaya kadar her şeyi satıyor. Bir de, yeşil yeldirmeli, siyah başörtülü, kalın siyah çoraplı, rugan bebe iskarpinli bir genç kız… GENÇ RESSAM – Sahiden pitoresk… Tablolarını yapsam ! ÜÇÜNCÜ GENÇ KIZ – ( Yüksel’e ) Ciddi mi, doğru mu söylüyor ? TEKİN – ( Ortaya ) Bizim kafalı küçük bey bundan bir iki ay evvel, eski mimari eserlerini incelemek için Eyüb’e gidiyor. Orada bir camide mahut aktara rast geliyor… Ahbap oluyorlar. Baba camideyken dükkânı bekleyen, kız… Kıza yakıyor mu fena halde abayı ?.. BİRİNCİ GENÇ KIZ – Çok orijinal ! ÜÇÜNCÜ GENÇ KIZ – Masal gibi bir şey… İnanamıyorum ! YÜKSEL – İpliğimizin pazara çıkmasını istemezdik ama, inanın ! AYSEL – ( Arkadaşlarına ) O kadar seviyor ki, kenarın dilberini, neredeyse melankoli hastası olacak hale geliyor. TEKİN – Ama çember sakallı aktar, kafalı bir din adamı …( Parmaklarıyla işaret ) Sokuyor mu tırnaklarını bizimkinin beynine ?.. Birkaç aydır küçük bey, ahlak, iman, terbiye, ideal diye sayıklamakta… YÜKSEL – ( Aysel’e öfkeli ) Kimden öğrendiniz bunları ? AYSEL – Kimden olacak?... Annemden… YÜKSEL – Annem nereden öğrenmiş ? AYSEL – Annesinden… Büyük annemden… YÜKSEL – (Düşünceli) Öyle miiii ?... ( Tekin genç şaire mahut işareti verir. Genç şair elini kaldırır ) GENÇ ŞAİR – Koro ! Eyüb’ün ince kızı ! BİR AĞIZDAN – Eyüb’ün ince kızı ! Eyüb’ün ince kızı ! AYSEL – ( Sağdaki kapı açılırken bağırır ) Eyüb’ün ince kızı, işte! ( Kapıdan, tıpkı Aysel’in anlattığı tarzda, ikinci genç kız… Başını masum edasıyla eğmiş, ilerler. Alkış… Kızın etrafında halkalanma… Yüksel, kızgın, olduğu yerde… Yarım halka biçiminde ön plana gelirler. Tekin, genç şaire, ilerdeki radyoyu işaret eder. Genç şair oraya doğru yürür. Aysel maketin yanındaki değneği alıp ikinci genç kıza yaklaşır ) YÜKSEL – (Haykırarak ) Yeter artık kepazeliğin bu kadarı !.. Böylesine hazırlanmaya üşenmediniz mi ? AYSEL – ( Yüksel’i umursamayarak elindeki değnekle kıza yaklaşır ve gösterir ) Siyah başörtüsü, siyah çorap… Bakın, ne armoni!.. Yeşil yeldirmenin de siyahla ahengi ?.. Pudrasız, boyasız, makyajsız surata gelince, tıpkı Mariya Magdalena!... YÜKSEL – ( Çok hiddetli ) Aysel, yeter ! ( Yüksel’e aldıran olmaz. Tekin parmaklarını şıngırdatarak, radyo başındaki genç şaire işaret verir. Pikapta oynak bir caz havası… ) BİRİNCİ GENÇ KIZ – ( Narayı basarak ) Haydi, dans ! ( İkinci genç kız, yeldirmesini açtığı gibi eteklerini jartiyerleri görünecek kadar kaldırıp zıplamaya başlar. Öbür kızlar ve erkekler de katılırlar. Yüksel hareketsiz… ) BİRİNCİ GENÇ KIZ – Lambaları söndürün ! Maketin ışığı mükemmel !.. ( Makete en yakın olan, puvara basıp avizeyi söndürür. Müphem maket ışığında tepinme… Bir curcunadır gider. Arada bağrışmalar, naralar… ) BİRİNCİ GENÇ KIZIN SESİ – ( Avaz avaz ) Ay burada bir yabancı var ! ( Dans durur. Yanan avize… Paravananın tam arkasında, arkası dönük, çıkmaya hazırlanan bereli bir adam… Adam bir anda paravananın arkasından kaybolur. ) YÜKSEL – ( Uzaktan paravanaya doğru haykırır) Bir dakika, bir dakika ! ( Yüksel, koşarak adamın arkasında gider. Öbürleri hayretle bakışıyorlar ) TEKİN – ( Birinci genç kıza ) Nasıl adamdı o ? BİRİNCİ GENÇ KIZ – Bilemem! Yalnız bir karaltı gördüm. Korkuluk gibi dikilmiş, bizi dikiz eden bir adam… Ödüm patladı. AYSEL – Boş verin! Dans yarıda kaldı. Söndürün lambaları ! ( Işıklar söner, aynı curcuna, tepişme, bağrışma, kaynaşma… Bağrışmalar içinde, hayal meyal seçilen eğilmeler, doğrulmalar… Sesler hafifler… Sesler çok hafif… ) RECAİ’NİN SESİ – ( Yüksek ve dolgun ) Utanmak yok mu sizde ? ( Yanan avize… Sağ ve yan merdivende, yukarı kattan inen, beyaz sakallı, robdöşambırlı, sağ eli bastonlu, elleri titreyen büyükbaba… Herkes merdivene dönmüş, donup kalmıştır. ) RECAİ – ( Merdivenin ortasından kalabalığa ) Ben yetmiş beş yaşındayım. Konak da o kadar… Yaşıtız… ( Recai, elleri titreye titreye, birkaç basamak daha inip durur ) RECAİ – Bizim gördüğümüzü gören var mı bu dünyada ? Soğutulmaz ateştik, eritilmez buz olduk! ( Titreyen sol elini kaldırıp tavanı gösterir ) Utancından, nasıl kav haline, toz haline, pudra haline gelip şu tavanlar üstünüze dökülmez, bilmem ! ( Recai merdivenden iner, bastonuna dayanarak hızlı hızlı yürür. Durur, titreyerek karşısındaki halkayı uzun uzun seyreder ) RECAİ – ( Tekin’e) Kim bunlar, bu taptaze gençler ?... TEKİN – Arkadaşlar efendim ( Gösterir ) Genç şairlerimizden… Genç ressam… ( Kızları gösterir ) Bunlar da torununuzun, Aysel’in arkadaşları… RECAİ – Nişanlınızın arkadaşları… ( Süzerek ) Modern kızlar… Amerikalılardan ders almışlar, onlara ders verecek hale gelmişler… ( Genç şaire ) Kuzum Şair Bey ?... GENÇ ŞAİR – Buyurun efendim ? RECAİ – Şair kelimesin yeni Türkçesi nedir ? GENÇ ŞAİR – Ozan… RECAİ – Kuzum, bay ozan ! Biz niçin bir dikiş iğnesi yapmayı beceremeyiz de, garplının bazı hallerini kopya etmekte ona taş çıkarırız ? GENÇ ŞAİR – Derin mesele efendim … RECAİ – Derin değil, çok sığ… Taklitçi, hayvanı taklit etmekle başlar. Köpeği, çakalı, öküzü… Havlar, ulur, böğürür. Biz garplının hayvan tarafında onu geçiyoruz da insan tarafına bir türlü giremiyoruz. AYSEL – Biz hayvan mıyız, büyükbabacığım ? RECAİ – Siz mi, küçük hanım, siz masum bir hayvancık olsaydınız daha ne isterdiniz. ( Paravananın arkasından hızla Yüksel gelir. Büyükbabasını görünce donup kalır) RECAİ – ( Yüksel’ e) Sen neredeydin ? YÜKSEL – Çocuklar dans ederken bir karaltı göründü de burada, arkasından gittim. RECAİ – Kimmiş o ? YÜKSEL – Mühim değil efendim… Eyüb’te tanıştığım, kendi halinde bir Müslüman, bir aktar… TEKİN – ( Recai’ye ) Eyüp’teki meşhur aktarla kızından haberiniz yok mu ? Bütün konak biliyor. RECAİ – ( Tekin’e) Siz benim bu konakta her şeyi en son öğrendiğimi bilmiyor musunuz; ( Yüksel’e) Neymiş aktarın hikayesi ? YÜKSEL – Sonra anlatırım efendim. ( Recai titremesi hafiflemiş, halkayı süzer. Gözleri, başörtülü ve yeldirmeli ikinci genç kızın üstünde durur ) RECAİ – ( İkinci genç kıza ) Bu sizin tabii kılığınız mı ? Asrilikte bu tuhaflık da mı var ? AYSEL – Küçük bir şaka, büyükbabacığım. Eyüp’lü aktarın kızına benzetti kendisini… RECAİ – Niçin ? AYSEL – Yüksel’in çılgınca sevdiği kızı canlandırmak için… RECAİ – ( Yüksel’e ) Sahi mi ? YÜKSEL – Bunlar hep maskaralık, büyükbaba… İşleri güçleri maskaralık… RECAİ – ( İkinci genç kıza ) Yaklaş bana kızım ! ( İkinci genç kız, mahcup bir tavırla ve masum bir görünüşle Recai’ye sokulur ) RECAİ – Sen Yüksel’in sevdiği kız mısın ? İKİNCİ GENÇ KIZ - Hayır efendim, onun benzeriyim. RECAİ – Eğer varsa, bu halinle babaannenin, anneannenin de biraz benzeri değil misin ? İKİNCİ GENÇ KIZ – Evet efendim! RECAİ – ( Sert ) At üstündeki şu yalancı şahitleri ! ( İkinci genç kız, başörtüsüyle, yeldirmesini çıkarıp atar. Çok kısa etekli ve fazla açık yaz elbisesi görünür. Recai, topuğundan saçına kadar kızı süzer. ) RECAİ – Şu anda çıkaramadığın çoraplarınla, boyayamadığın suratın bir tarafa, işte kendini buldun ! Bu halinle, bir parçacık, bir parçacık, elli yıl farkı içinde annelerine benziyor musun ? ( Ağr sükut… Durak… Herkes kaskatı…) GENÇ ŞAİR – ( Enerjik bir tavırla Recai’ye yönelir ) İyi ama, kendi çocukları ona benzeyecek… RECAİ – ( Titremeye başlar, bastonunu yere vurur ) Hayır, benzemeyecek ! Eğer dava, sizin elli yılda aldığınız hızı devam ettirmekse, yasım asır sonra torunlarınız, ya önlerine bir yaprak bile takmadan gezecekler; yahut yüreklerine bir utanç yıldırımı düşecek de ışık sızmaz çuvallar içine girecekler. GENÇ ŞAİR- Af buyurun, beyefendi hazretleri; yani büyükanneleri gibi kargalara mı benzesin yeni yetişenler ? RECAİ – Doğru ! Bizim karga yumurtalarımızdan çıyanlar ve kırkayaklar çıktı. Karga dediğin, yumurtasından kanarya çıksa onu gagasıyla öldürür. Bizi sizi, göre göre, gagamızla besledik. Bakalım sizin yumurtalarınızdan neler çıkacak ?Göreceksiniz ve tanıyamayacaksınız! ( Durak ) Ben dışta, kılıkta mılıkta değilim ha; ( Elini göğsüne götürür ) içteyim, içte… ( Recai susar, yukarıya kaldırdığı bastonu, öbür eliyle beraber titriyor. ) RECAİ – Biliyorum ‘ İhtiyarlara saygı diye bir adet olmasaydı garplılarda, şimdi benim sakalımı yolardınız ! O basmakalıp çarşı Pazar damgalarınızla her tarafımı mühürlerdiniz; Moruk, kokmuş adam, örümcek kafalı, softa, gerici… ( Bastonuyla tabanı gösterir ) Bırakın, tavan arasındaki küflü çamaşırlar gibi bizi attığınız son katta son nefeslerimizi sayalım da, sonunda her şey size kalsın… Yeter ki , biz ölmeden, tepinmeleriniz, naralarınızla çatıyı başımıza yıkmayın! Aramızda bir fark var : Bizim yaşımızdakiler gitmek üzere olduklarını bilir; sizin yaşınızdakilerse kalacağını sanır. Hiç olmazsa bizim, bize ait bilgimize katılın da biraz sabırlı olun! Ne dersiniz, çocuklar ? AYSEL – Allah sizi başımızdan ayırmasın, büyükbabacığım ! RECAİ – ( Aysel’e) Sus ! Annenden kaptığın çıkartma kağıdı klişeyi alnına yapıştırma ! Sen beni çekebilir misin ? O narin başının üstünde çeki taşını gezdirebilir misin sen ? Ben öleyim ki, ferahlayasınız… ( Yüksel’e döner ) Haydi Yüksel, seninle bizim kata çıkalım da şu Eyüp’lü aktarla kızını konuşalım ! ( Recai, titremeli, bastonuna dayanarak, indiği merdivenin öbür koluna doğru yürür. Yüksel büyükbabasının sol koluna girmiş, onu takip eder. Herkes, arkası dönük, Recai ile torununa bakıyor. Pat pat çıkarlar. ) RECAİ – ( Çıkarken başını gençlere çevirmiş bir an durur ) Kusura bakmayın çocuklar ! Böyle ukalalıkların hiç de zamanı değil ama, ihtiyarlık bu; insan giderayak boşboğaz oluyor ! Işıklar Söner Share this post Link to post Share on other sites
trradomir 206 Report post Posted August 21, 2007 Efendim, bu esere üstad tiyatro eserleri arasında hususî bir kıymet biçer. 1947'de kaleme alınan Muhasebe adlı şiirdeki: Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem! Üst kat: Elinde tespih, ağlıyor babaannem, Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları, Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları; Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim! mısraları, Ahşap Konak piyesinin oluşumunu etkilemiştir. Bu esere üstad özel bir kıymet biçer demiştik, gelin, Türkiye ve Komünizm adlı konferansın metninden okuyalım: "Şiiri anlattık, tiyatroyu ele alalım. Biliyorsunuz benim bir cephem de piyes muharriri olmaktır. Bir Adam Yaratmak isimli piyes, kendisi her ne olursa olsun, muhteşem bir aktör olduğu hiç şüphesiz olan, Muhsin Ertuğrul tarafından oynandı. Hiç kimsenin eserine çıkmazdı. O zaman, matbuata beyanda bulundu: «— Bundan böyle (Şekspir)'in ve Necip Fazıl'ın eserlerine çıkmak için aktörlüğümü muhafaza edeceğim, yalnız onlar için sahneye çıkacağım.» Bir Adam Yaratmak, ilâhî tevhidi haykırmanın eseriydi. Muhsin, aylarca Allah, Allah diye bağırdı sahnede... Fakat bu Muhsin'in bir de iç yüzü vardı. Piyes o kadar beğenildi ki —bunu söylemek, bana acı- Batı lisanlarına, şuraya buraya, Yunan Tiyatrosuna (Komedi Fransez)e kadar nüfuz etti. Ondan sonra devam ettim piyese... Piyes benim için büyük bir aksiyon kürsüsüdür! Devam ettim. Oynandı şu oldu,bu oldu. Fakat komünistlerin tam tiyatroya geçtikleri mevsim olan 1960'dan bu yanaki devrede, Balmumcu çiftliğinde iki tane piyes yazdım. Birisi «Ahşap Konak», öbürü «Reis Bey»... Bin zahmetle piyesleri eline ulaştırdık. Piyesleri değil, piyesi, Ahşap Konağı... Ahşap Konağın mevzuunu biraz anlatırsam dâvamızla pek yakın olduğu meydana çıkar. Üç katlı eski Türk Konağı... Nişantaşında... Üst katında 75'likler var; namaz ve ahlâk nesli... Orta katta 45-50'likler var... Evlâtları... Jigolo, eroin, kokain, kumar nesli... Altta 25'likler var, torunları; (Twist) nesli... Ve bütün mesele, tema, piyesde bu üç neslin kavgasından ibaret... Görülüyor ki, enteresan bir piyes... Orada yenilik nesli üzerinde bir sözü var, piyesin kahramanı Recai'nin... «Bu fikirler eski, büyük baba» diyorlar da; «Yeni eski, yeni eski, sen ne diyorsun! Senin bugün yaptığın deniz kumundan 15 gün sonra yıkılıveren, paf diye çöküveren, apartmanların mı daha yeni, yoksa Mısır'ın beş bin senelik ehramları mı?» Cevabını veriyor. Evet, bu piyesi gönderdim, hiç çıt çıkmadı. Hattâ; «Eğer cesaret edemezsen benim imzamla oynamaya, karımın imzasını koyayım!» Dedim. Hiç cevap çıkmadı. Kurtulduk, ki bir buçuk sene yattıktan sonra... Çıktık ve kendisi tarafından bir kaç kere arandığımız için, gittik. Benî aldı, tiyatrodaki odasına, dedi ki: «— Necip Fazıl, ben bu piyesi oynamam! Çünkü sen burada kendi ideolojini —aynen sözünü söylüyorum— görülmemiş bir sanat kuvvetiyle müdafaa ediyorsun. Ben bunu oynamaktan mazurum. Bu benim ideolojime zıttır!» Kalktım ayağa; «—Ver elini, dedim; sen doğruyu söyleyen adamsın, benim düşmanımsın ayrı, allahaısmarladık!»... Giderken, «Dur! dedi; İdeolojin olmadan, onun kokusu gelmeden saf san'at olarak bir eser yaz, bütün tiyatroyu sana tahsis edeyim.» Peki onu da getireceğim dedim. Gittim, Reis Bey'i yazdım. Reis Bey'de bizim ideoloji yok gibi görünür ama, onun da göremeyeceği plânda tam bizim ideoloji vardır. Okurken o kadar ağladı ki, gözyaşları kabuk kabuk oldu yüzünde, hemen tevziatı yaptı, «Tamam» dedi; «Her şey tamam»... İki gün sonra beni çağırttı, büyük faciayı haber verdi. Ya kendisinin saman altından oynadığı bir rol —ama zannetmiyorum, galiba samimi— yahut tiyatronun bugünkü manzarası.. Bütün aktörler toplanmışlar ve demişler ki: «— Bu eser (Şekspir )in de üstünde olsa, Necip Fazıl gibi bir gericiye ait olduğu için istifa ediyoruz, oynamıyoruz!» Tiyatronun üstünde orak çekiç dalgalandığına bundan büyük delil ister misiniz? Hususi tiyatrolarda da bunlar Share this post Link to post Share on other sites
NFK-Fan 285 Report post Posted August 27, 2007 Selamlar, Aşağıdaki yazı, kaleme alınış tarihlerini de göz önünde bulundurursak bu piyese ve Muhasebe şiirindeki sözkonusu mısralara kaynak olmuş gibidir. Yani bu eseri, Üstad'ın konuştuğu o çocuğun çizdiği tabloya borçlu olduğumuzu söylersek yanılmayız. Bize Ahşap Konak'ı kazandıran acı bir tablo... Yazı aşağıda. ÇOCUKLAR AĞLIYOR Çocuk ağlaması ruhumu sünger gibi şişirir. O zaman, başımın üstünde gözyaşı buharıyle yüklü bir gök, yerimden kıpırdayamıyacak kadar ağırlaştığımı duyarım. Bir çocuk ağlıyordu! Yıkıntılar içinde kimsesiz sokak... Bir taş üstüne oturmuş, dirseklerini incecik bacaklarının bittiği noktaya dayamış çocuk... Küçücük yumruklarıyle kavradığı ipek saçları ne güzel!.. — Çocuğum ne ağlıyorsun? — Eve almadı beni! — Kim almadı? — Ablam! İstemeden devam ediyorum: — Annen yok mu senin? Kuru hıçkırıklarla sarsılıyor: — Var! — Evde değil mi annen? — Sinemaya gitmiş! — Baban? — Hastahanede! Artık geriye dönülmez bir noktadayım: — Nesi var babanın? Bir çift gözyaşı pırlantasının altında, hazin bir zekâ kıvılcımı: — Rakı yüzündenmiş! Lâfa başladığıma pişmanım. Aldığım cevapların peçelerini biraz daha kaldırmaktan ödüm patlıyor. İstikamet değiştirmek istiyorum: — Başka kimsen yok mu senin? — Anneannem var! — Neye seslenmedin ona? Alırdı seni eve... — Odasından çıkmaz ki... O hiçbir şeye karışmaz! — Çocuktan ayrılmalıyım... Kendimi kurtarmak için... Evet, öyle: — Ağlama yavrum! Birazdan gelir annen! Bekleyiver! Yürüyorum. Kuru hıçkırıklar arkamdan alev alıyor. Çocuk; incecik bacaklı ve ipek saçlı çocuk ağlıyor. Fakat ağlayan o değil... Hayalimde kırk odalı, yüz odalı ahşap bir konak... Çatısında, uçmuş, solmuş, tozlu, eski bir levha... Odalarda ne eşya, ne bir şey... Sadece odalarda birtakım aile resimleri... İşte hiç bir işe karışmaz olmuş, başörtülü anneanne!.. Yanlız resimdeki gözleriyle evini seyreden anneyi görüyor musunuz?.. Şu ihtilâçlı yüz, tek başına kalmak isteyen ablanındır!.. Baba, baba; hastahaneye girmeden evvelki hastahanelik tebessümüyle baba!.. Ve her odada bir çocuk... Teneşir gibi cılk tahtalar üzerinde çocuklar... Pencereler zangırdıyor... Gizli bir rüzgâr... Görünmez eller kapıları açıp kapamakta... Ve çocuklar; unutulmuş, bırakılmış, küçücük yüzleri kıpkırmızı ve minicik çeneleri buruş buruş çocuklar... Çocuk ağlıyor!.. Bu vatanı dolduran ses budur. 11 Ocak 1946 Share this post Link to post Share on other sites
akrebin kıskacındayım 0 Report post Posted November 17, 2008 ...Böyle büyük ve güzel bir oyunda TEKİN rölünde olmakda güzel...ilk defa seyircilerden alkış değilde yuh lamalarını bekleyeceğim buna göre başarım belli olacak....hayalim gercekleşecek ama ve ardından üstadımın diğer oyunları... Share this post Link to post Share on other sites
reisü'l küttab 1 Report post Posted March 24, 2009 SELAMÜN ALEYKÜM ARKADAŞLAR 'AHŞAP KONAK' eserini okuyan arkadaşlara bir sorum olacak. Kitabın bir bölümünde genç bir şair bir şiir okuyor. poetik isimli O şiirle nazım hikmet e mi gönderme yapmış üstad ? o şiir nazım hikmet in mi? Cevaplarsanız çok sevinirim SELAM VE DUA İLE Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted March 24, 2009 Ve Aleyküm Selam, Ahşap Konak piyesinde Genç Şair karakterinin okuduğu Poetik isimli şiir Nazım Hikmet'e ait değildir. Piyesin bu bölümünde, ulviyetten süfliyete geçiş yapmış ve her yönden çöküş yaşayan bir neslin kendinden önceki iman nesliyle çatışması ve mâziden gelen koca bir kültür mirasını reddetmesiyle birlikte, basit, ruhsuz, mânasız, maneviyatsız bir insan tipinin ortaya çıkması neticesinde doğan şiir anlayışı eleştiriliyor. (Piyeste bu anlayışa 'Yeni Şiir' deniyor ) Hem üslup hem muhteva açısından devrin çilesiz, fikirsiz, mânasız ve ruhsuz insanını simgeleyen bu şiir anlayışı; aklına gelen her şeyi ardarda sıralayarak şiir yazdığını zanneden kişilerin kaleminden çıkmakta, kafiyesiz, kalıpsız olarak yazılmakta ve eski şiirin mâna yüklü insanının ruhundan çıkarak ruhları nakışlandıran şiirine nazaran kolaycılığa kaçmanın zuhur ettirdiği basitliğin sanat dalındaki temsilcisi olmaktadır. Cumhuriyet sonrası edebi akımlar içinde yer alan Garip akımı ve serbest ölçü, Üstadın tenkidini yaptığı şiir anlayışlarıdır diyebiliriz. Nazım Hikmet de serbest şiir ölçüsünü benimseyen çilesiz, ruhsuz insan güruhunun içinde yer aldığı için bu eleştiri okları ona da gitmektedir lakin sadece o değildir eleştirilen, o ve onun zihniyetindeki yani sanatta ulvi ve üstün sezişin, buluşun peşinden gitmeyip, teneke seslerinden, mide gurultularından müteşekkil bir şiir dünyası kuranlardır eleştirilen kesim. Ahşap Konak piyesinde de, Genç Şair isimli kahraman Poetik adlı şiirini okuduktan sonra, genç neslin ulvi ve mânevi iklim boyutunu temsil eden Yüksel isimli karakter, şiire yönelik aşağıdaki eleştiriyi yapar, ki bu eleştiri aynı zamanda Üstadın da eleştirisidir: YÜKSEL — (Genç şaire) Bir fîkirci bak, senin gibiler için ne diyor: "Bunlar, büyük şairin, helada, yahut kırk derece ateş altında kalbine üşüşen hayal sineklerinin kazuratını pazara çıkarmak mesleğinde, küçük hokkabazlar... Gerçek sanatkârın, ruhunda ayıkladığı ve ter gibi, pislik gibi attığı süflî hayal maddeleri, bunların gıdası, sermayesidir." Share this post Link to post Share on other sites
yunuscoskun 4 Report post Posted May 14, 2009 üstad bu eserinde günümüzdede yer alan kuşak çatışmalarının aslında ne olduğunu ortaya çıkartmakta. kitabın sonuna dek başımı kaldıramadığım eserde sonuna geldiğimizde hem anneyi , hem kızı gebe bırakan bir mahlukun yaptıkları gerçekten kanımı dondurdu. bunu bir piyes olarak geçsekte gerçekte maalesef bunun çok daha vahimleri yaşanmakta insanın sinir sistemine ağır gelen taş gibi oturan bir durum... bu eserinle üstada hayranlığım bir kat daha artmış bulunmakta kendisini rahmetle anıyoruz.... saygılarımla.... Share this post Link to post Share on other sites
nameless 53 Report post Posted February 23, 2011 Altıncı Tablo'dan ... ÜÇÜNÇÜ GENÇ KIZ- Sıra bende mi efendim? RECAİ- Sorayım: Tarihte sence en büyük kadın kimdir? (Üçüncü kız düşünür.) RECAİ- Tarihte hiçbir kadın ismi duymadın mı? ÜÇÜNCÜ GENÇ KIZ- Mesalina'yı duydum. RECAİ- O, tarihin en büyük fahişesi! ÜÇÜNCÜ GENÇ KIZ- Ama imparatoriçe RECAİ- (Halkaya) Yeter çocuklar, yeter! Nesil gölünüzün neresinden bir yüksük su alsam, tahlili hep aynı Yalnız bir faziletiniz var: Dobra dobra konuşuyorsunuz! Vahşi bir samimilik içindesiniz! İnsandan başka her türlü tabii ve samimi AYSEL- Bizim neslimiz böyledir büyükbaba; içimizde ne varsa dilimizde o Biz yapmacık bilmeyiz. RECAİ- İşte bu sözün samimi değil AYSEL- Neden büyükbaba? RECAİ- Yalan da ondan AYSEL- İspat edin! RECAİ- Edeyim: Soracağım şeye, olduğun gibi cevap verebilecek misin? AYSEL- Vereceğim! RECAİ- (Hacer'i gösterir) Büyükannene bir hâl olsa da kadıncağız ölüverse ve konak annnene kalsa ağlar mıydın, güler miydin? AYSEL- Tabii ağlardım. RECAİ- Sen ağlarken aynalar gülmez miydi? ... Share this post Link to post Share on other sites
nameless 53 Report post Posted February 23, 2011 Altıncı Tablo'dan ... GENÇ ŞAİR- (Recai'ye) Bizim de bir sorumuz olamaz mı? RECAİ- Olabilir efendim! Buyursunlar! GENÇ ŞAİR- (Böbürlenmiş) Zaman nedir, anlatır mısınız? RECAİ- Soruların en yamanı! (Ayağa kalkar) 10 numaralık izahyapayım mı? GENÇ ŞAİR-(Küstah) Görelim efendim! RECAİ- Zaman, bizi götüren sizi ve getiren akış GENÇ ŞAİR- Tam 10 numaralık RECAİ- (Yüzü apacı) Halbuki sıfır Zaman, iki ucu sivri bir ok Ne tarafa gittiği belli değil Mezara doğru mu, beşiğe doğru mu, belli değil Eğer genç, önde olan, son olan demekse, o ben miyim, siz misiniz belli değil(İki elini yana açmış, sağına soluna dehşetle bakınır) Kulağımda bir fısıltı var, gençler; deniz fısıltısı gibi bir ses Zaman diyor ki bana; önde olan sensin! Beni anlamak için kafa patlatandır önde olan O sensin! Sana geri diyenler de, beni aldatıcı kıvrımların içinde akışı tersinden görenler (DurakEzici bakış) Zamanı anlayın çocuklar; anlamak değil de, düşünün yeter! Zamanın yuvarlağını düşünün, meşin topunkini değil (Herkes suspus, apışmış Recai gençlerin üzerlerine doğru gidip onları teker teker yakından süzer.) RECAİ- Bizi muşmulaya çeviren zamansa, sizi de işte böyle altı aylıkken düşürülmüş kavanoz çocuklarına döndüren, aynı zaman! (Durak) Bizi zaman kokuttu; sizi de ithal malı buzdolaplarına rağmen, zamanı kokutanlar üretti. (Merdivenlerde, elindeki küçük tepsiyle enjektörü ve öteberisini getiren BelkısBelkıs, Recai'nin tavrını görür görmez Tekin'in yanında kala kalır.) RECAİ- (Uzaktan Yülsel'e) Seninle beni aynı kefeye koydular Yüksel! Demek içlerinden birine bizden bir şey geçebilmiş... (Hacer'e) Artık rahat ölebiliriz, hanım! Zamanın ölçüsüne kendimizden bir iplik atabilmişiz. Share this post Link to post Share on other sites