Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
trradomir

İlginç Çocukluk Hatıraları

Recommended Posts

İnsanın en hassas dönemi, ruh tellerinin pamuk iplikleri kadar kırılgan olduğu, hayal dünyasının namütenahi bir buudda kurulduğu, her şeyi müşahhas sahada anlamaya ve kavramaya çalışırken bu cehdin ruhun mücerret zaviyesini de şekillendirdiği, ağacın köküne eş mahiyette bir çağ. Bilumum ilginçliğin sahnelendiği, şu yaşımızda bir ruhî sorun yaşıyorsak çoğunlukla meselenin kökünün vara vara o zamanlara vardığı bir çağ.

 

Efendim, mâziye doğru yaptığım bir yolculuk esnada aklıma takılan çocukluk esintisi yüklü birkaç kareyi paylaşmak istiyorum sizlerle.

 

 

 

7 yaşlarındayım. Anneannemgilin bahçeli bir evi vardı. Ben, abim ve iki yeğenim ile birlikte epey yaramazlık yapmışızdır o evde. Yaşlarımız birbirine çok yakın olduğu için hep birlikte oynamaktayız. Evi kaynatmaktayız. Bir araya gelince zaten ortalık şamatadan geçilmezdi. Bir gün tam kadro toplanmış haldeyiz. Ben bahçede gezinirken epeyce büyük tahta bir levha buluyorum. 20 basamaktan müteşekkil bir merdiven vardı. Onun en üst basamağına çıktım ve diğerlerini yanıma çağırdım, şöyle dedim:

 

- Şimdi bu tahtayı merdivenden aşağıya doğru atacağım. Hepimiz de sanki merdivenden düşüyormuş gibi ağlama sesleri çıkaracağız, çığlıklar atacağız. Bizimkiler merdivenden düştüğümüzü zannetsinler..

 

Teklifim kabul edilir ve tahta büyük bir hızla aşağıya yuvarlanır. Tahta merdivene çarpan tahta levhanın çıkardığı paldır küldür sesler ortalığı inletirken, bizler de avaz avaz bağırıyoruz. Sesi uzaktan duyanlar mutlaka birilerinin acı çektiğini, görünmez bir kaza yaşadığını tahmin edebilir. O derecede başarılıyız. Tabi koşa koşa yanımıza gelinir, hakikat anlaşılınca temiz bir fırça çekilir. Biz çocuklar ise muvaffakiyetimizin verdiği coşkuyla gülmekteyizdir.

 

***

 

Biz çocukken bir reklam vardı. “Çitos, çerezza, tombi, şimdi vitaminli” diye cıngılının sözleri aklımda kalan bir reklam, ki reklam müziğini pek bi severdik, dilimize pelesenk olmuştu. Gene ben, abim ve iki yeğenim arabanın arkasına yan yana oturduğumuzda pencereleri açar ve iki kişi sağ diğer iki kişi de sol pencereden araba hızlı bir şekilde hareket halindeyken kaldırımda yürümekte olan beşer-i mahlûkata bu müziği en güzel makamda bağıra çağıra söyleyiverdik ve onların şaşkın bir yüzle uzaklaşan arabanın ardından bakakalmaları neticesinde zevkten dört köşe olurduk. Evet, amaç, yüzlere o şaşkınlık dolu ifadenin resmini çizebilmekti.

 

***

 

Civcivlere karşı büyük bir ilgim ve sevgim vardır. Küçükken genelde her yaz tatilinde iki tane civciv aldırır ve küçük oldukları için de sığabildikleri, daha önceden alınan ve fakat kuşları öldükleri için bir köşede duran kafeste beslenmeye başlanırlardı bendeniz tarafından. Biraz büyüyüp de kafes dar gelmeye başlayınca, anneannemgilin bahçeli evine yolcu edilirlerdi ve ben de onlarla bir arada olmak için çoğunlukla anneannemin yanında günlerimi geçirirdim.

 

Sıcak bir yaz günü. Bahçedeyiz. Pek sevimli olan civcivlerim karşımda yemliyorlar. Artık civcivlikten çıkıp piliç olmuş vaziyetteler. Yanımda da bebeklerim var, onlarla oynuyorum. Bir elimde iğne, bir elimde iplik ve bolca kumaş parçası, bebeklerime elbise dikmekle meşgulüm. Artık izlediğim yabancı filmlerdeki evcil hayvanların şeklinden şemalinden midir nedir bilemiyorum, birden kafamın üzerinde bir ampul yandı. Neden civcivlerime de elbise dikmiyordum ki? Giyinmek onların da hakkı değil miydi, elin Avrupalısının köpeklerinden ne eksiği vardı benim civcivlerimin de tek parça bile olsa bir şeyler giyemeyeceklerdi. Kafamda bunlar dönüp dolaşırken gözüme kestirdiğim büyük civcivime bir kıyafet dikmeye karar vermiştim bile. Dikdörtgen şeklindeki bir kumaş parçasının iki yanını birleştirdim ve boru haline getirdim. Açık uçlardan birine yumuşak bir lastik geçirdim, diğer kısım kendi halinde kaldı. Bunu giyince pelerin giyinmiş gibi bir görüntü ortaya çıkacaktı. Civcivi yakaladım ve lastikli kısım boynunagelecek, açıkta kalan kısım da kanatlarının üzerini örtecek şekilde elbisesini giydirdim. Tam eserimi büyük bir keyifle seyre dalacakken civciv çırpınmaya başlamasın mı? Lastiğin boğazını sıktığı falan yoktu, hayvancağız bu durumdan hiç ama hiç hoşlanmamış ve elbisesini üzerinden çıkarmaya çalışıyordu. Debelendikçe debeleniyor, lastikli kısmı gagasından yukarı çıkaramadığı için nefessiz kalıyor ve morardıkça morarıyordu. Aman Allahım! civcivim gözlerimin önünde heder olup gidecekti..! öyle bir koktum, kalbim korkudan öyle bir çarpmaya başladı ki, neredeyse ağlayacağım. Civciv artık iyice nefessiz kaldığı için hiçbir harekete takati kalmamış bir şekilde boylu boyunca uzanmış yatıyor. Elbisesini çıkarmaya çalışmıştım ancak bir an olsun hareketsiz kalmadığı ve elimi gagaladığı için başaramamıştım. Artık hareketsizdi ve beğenmediği! elbisesini çıkarabilirdim... Yavaşça boynundan çıkarıp attım kumaşı. Ona böyle bir acıyı yaşatmış olduğum için büyük bir pişmanlık ve üzüntü duymaktaydım. Gönlünü almak için güzel başını, tüylerini okşadım. Bir müddet sonra kendine gelmeye başladı. Ayağa kalktı ve normal haline dönerek yeniden bahçede dolaşmaya başladı. Bu hadiseler cereyan ederken de beni gören hiç kimse yok tabii. Orada bir büyük olsaydı da bu çocuğu müşahede etseydi, yaptığı işin tuhaflığı karşısında onu uyarsaydı, zavallı civciv hiç böyle bir deneyim yaşamak zorunda kalır mıydı? :rolleyes:

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hııımmm...İlginç çocukluk hatıralarım...Bir düşüneyim diyeceğim ama düşünmeye bile gerek duymadan başlığı görür görmez çocukluğumdan birçok sahne canlanıyor gözümde...Aslında çocukluk demeyeyim de şimdiki halimden daha ufakken yaşadıklarım diyeyim.Ne de olsa hala çocuk sayılırım.Neyse başlamam gerekirse hayvanlarla ilgili olan anılarımı anlatmak isterim...

 

Kendimi bildim bileli senenin yaz tatilinin bir kısmını muhakkak memlekette geçiririm.Köy ortamı olunca haliyle hayvanlarla içli dışlı oluyorum.

 

Babaannemin evindeydim anlatacağım hadise gerçekleşirken.Dizilerle birlikte görüntülerine alıştığımız konaklar gibi düşünebiliriz bu evi,tabi onlar kadar ihtişamlı değil.Ben o zamanlar beş ya da altı yaşında olmalıyım.Babaannemin bir kedisi vardı.Çok severlerdi bu kediyi,sadece babaannemler değil,onu gören herkes kediye bağlanırdı desem yeridir.Çok sevimli gelirdi onlara galiba.Galiba diyorum çünkü ben diğer insanların kediyle aralarında olan iletişimi bir türlü yakalayamamıştım.Duyduklarıma göre hem tatlı,hem de aferinlik davranışlara sahipti :D

 

Neyse nedendir bilmem ben bu kediyi bir türlü sevememiştim,bana göre aptalın tekiydi,herkese şirinlik numaraları yapıp kendini sevdirmesini biliyordu ama aslında kafasında kötü kötü düşünceler gezindiren bir yaratıktı.Şimdi böyle düşüncelerim yok tabi,bunun da altını çizeyim.Galiba gördüğü ilgiden dolayı onu kıskanıyordum ama o zamanlar onun beni kıskandığını düşünüyordum :D

 

Bana çok tuhaf bakıyordu,saldıracakmış gibi bir pozisyona sahipti karşımdayken,ama bunları diğerlerine farkettirmeden ya da yalnızken yapmayı tercih ediyordu.Çünkü farkettirirse tüm emellerine ulaşamayacak,başarısızlığı tadacaktı... :)

 

Ben olanların hepsine göz yumup,ses çıkarmamayı yeğlemiştim,onunla aramızdaki düşmanlığı sezdirmemiştim hiç,yoksa babaannem arada kalacaktı :D

 

Ama bir gün kaldıramayacağım bir şey yaptı,işte o esnada kendime hakim olmamı kimse beklememeliydi benden.Annem benim saçlarımı okşarken yanımıza geldi,tabi ondan korkup kalkacağımı biliyordu.Tahmini doğru çıkmıştı hemen kalktım,o da benim kalktığım yere kuruldu :D

 

Her şeyimi alabilirdi ama annemi asla düşüncesiyle ellerimi onun kuyruğunda buldum.Kuyruğundan tuttuğum gibi merdivenin başına geçtim.İşte bundan sonrasını hatırlamaya bile gücüm yetmiyor ama yazmak zorundayım.Kuyruğundan tutulmuş o kediciği havada çevirdim,çevirdim,çevirdim ve merdivenlerden fırlattım :rolleyes: Kendimden utanıyorum şu an ama yaptım bunu...

 

Kedi merdivenin son basamağındaydı artık,çıkardığı o acayip sesler kesilmişti.Bizimkiler olan bitenin şaşkınlığıyla kedinin yanına koştular.O ise hiçbir şey olmamış gibi dört ayağının üzerine dikildi.Yine becermişti işte,yine herkesin ilgisi üzerindeydi,yine yenmişti beni :D

 

Bundan sonra benden intikam alacağı düşüncesiyle korkuyla yaşamak kalmıştı bana.Belli bir yaşa kadar bu düşünceyi atamadım kafamdan.Şu an böyle bir korkum yok çünkü yaşamıyor ama o kediye yaptıklarımdan sonra kedilerin benden korkması gerekirken ben onlardan çok korkuyorum :)

 

Bu yalnız bir tanesi hayvanlarla aram böyle pek iyi değildir,hoş anılarım yoktur.Ama çok uzun oldu,diğerlerini sonra yazarım :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Civciv denilince, üstelik hatırayla harmanlanıp denilince aklıma direkt işlediğim bir cinayet gelir. Bahsetmeden geçemeyeceğim :D

 

Küçük kardeşimin reyhan gibi civcivlere karşı büyük bir sempatisi ve hissi temayülü vardı. Havalar ısınır ısınmaz pazarda satılan şu baygın ve rengarenk civcivlerden bir yığın alınır, her birine itinayla bakılırdı. Bir sabah, bahçede kahvaltı sofrası kurulmuş, herkes iştahla kahvaltısını etmekte. Küçük kardeşimse her zamanki gibi sofradan aşırdığı türlü yiyecekleri (annemin ikazlarına rağmen) civcivlerine servis yapmakta...Bir ara, annem tepsideki bardakları içeri götürmemi istedi. Ben de tepsiyi kaptığım gibi koşar adım eve bıraktım, döndüm. Döndüğümde, demin normal seyrinde kahvaltı yapmakta olan ev ahalisini müthiş bir hissi karmaşıklık içinde buldum. Hepsi şiddetle gülüyor, sadece küçük kardeşim boynunu bükmüş, yere bakarak ağlıyordu. Bu olağandışı tabloyu görür görmez 'ne oldu, hayırdır' diye sorduğumda bahçenin girişini gösterdiler. Yere baktığım da bir de ne göreyim... Zaten mukavvadan yapılmış gibi narin olan güzelim civcivi ezmişim :rolleyes: İlkin ev ahalisinin kahkaha senfonyasına uyarak ben de gülmüştüm ama sonra bu hadise bana çok tesir etti, üzüldüm civcivciğe.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yani efendim, bu milimetrik boyda bir karınca değil ki, koskocaman civciv, nasıl görmezsiniz? :rolleyes: Yazık olmuş gerçekten de civcive. Gülmeden geçemedim. Allahtan sadece birini ezmişsiniz. :D

Ben de mutfakta pişen her şeyden aşırırdım, hele de sulu yemekleri avuç avuç civcivlere yetiştirmeye çalışırken pek tabii olarak yerlere dökülen suların hiç de tasasını taşımayan ben, annemin neden böyle kızdığını anlamazdım. :D Anneannemin dolabından kıyma aşırmışlığım bile vardır civcivciklerim için. :D

Bu arada civciv için üzüldüm demekle olmaz, ezilen civcivin diyetini ödemek için 10 tane civciv alıp beslemeniz lazım :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendim lakin belirttiğim üzere elimde bardaklarla dolu tepsi vardı, annemin verdiği vazifeyi padişah emri olarak telakki eden ben, asla yere bakarak vakit kaybetme gafletinde bulunamazdım. Başta cinayet dedim fakat bu bir kazaydı :rolleyes: Hem diyete mukabil 10 tane civcivi besleme teşebbüsüne girecek olursam, bu civcivciklere zulüm olur. Sularını yemlerini vermeyi muhakkak ki unuturum. Hayır, o tatlı civcivlerin açlıktan ölmelerini göze alamam ben. :D

 

Pür neşe kardeşimizin hatırasını okurken aklıma kediyi kuyruğundan tutup fırlatma dalında gayrıresmi bir rekorum geldi, yeri gelmişken onu da paylaşmak istiyorum :D

 

Efendim, kızkardeşim, küçükken kedilerden hayli tırsardı. Bir kış sabahı, mışıl mışıl uyurkene, sofadan gelen gürültülerle uyandım. Kızkardeşim, okula gitmek için evden çıkacak fakat kapının önüne pineklemiş kedi yüzünden bir türlü kapıyı açmaya cesaret edememekte...Ev ahalisi ayaklanmış, kardeşimi ikna etmeye çabalamakta, fakat o duvarın dibine çökmüş, herkesi başından kovmaya çalışmakta...Ben, uyuklar halde olay yerine geldim. Kızkardeşim hem kediden korktuğu için, hem de okula geç kaldığı için dövünüp ağlamaktaydı. Dakikalar geçiyor, ama kardeşim hala dışarı çıkmaya cesaret edemiyordu. O sıra, kardeşim benden yardım istedi. Ben, hem cesaretimi dürten bu talebin kabarttığı kahramanlık dürtüsüyle, hem de yarım kalan uykumu tamamlama isteğiyle kolumu sıvazladım, kapıyı açtım. Kedi, kapının dibine sanki mıhlanmış, soğuktan tir tir titremekteydi...Ayağımla iteklemeye çabaladım fakat nafile...Buz tutmuş gibi tek damla ilerlemiyordu. En sonunda günah benden gitti dedim, kuyruğunu tuttuğum gibi önce havada iki tur dönderdim, sonra ileri doğru fırlattım gitti :D Sonra bir kahraman edasıyla gittim elimi yıkadım, kardeşim okuluna gitti, ben de yarım kalan uykumu tamamladım :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Hayvanlardan laf açılmış, ben de hayvanlarla ilgili hatırlayabildiğim bir yüz karamdan bahsedeyim kısaca. Hikayemizin adı paspas hayvanı, efendim...

 

Bende inanılmaz bir hayvan korkusu vardır. Vardı değil, vardır, var olagelmiştir. En basitinden, 3 hafta kadar önce yanlışlıkla okulun dört bir yanını sarmış bulunan kedilerden birisinin kafasının kıllarını (saçlarını) tutmuştum da; seyrek, dik ve yağlı saçları olan, birkaç gün önce okul tıraşı olmuş pasaklı, sümüklü bir veledin saçları gibiydi. İğrençti dostlar, bakın midem bulandı yine. Neyse... Bereket versin ki o anda "Viyaauuu!" deyu haykırıp yüreğimi hoplatmadı pis hayvan.

 

Ayrımcılık yapmayı adaletin hilafına bir hal olarak telakki ettiğimden, istisnasız bütün hayvanlardan korkar ve iğrenirim. Köy dedikleri, bir türlü rahat edemediğim mekana seferler düzenlediğimde ebeveynimin olanca gayretine rağmen ne bir tavuğa, ne bir eşeğe, ne bir ata, ne de bir koyuna temas edebilmiş, insan derisi dışında kımıldayan bir canlıya dokunmaktan imtina eden parmaklarıma söz geçirebilmiştim. Eşeğin kulağını tutmak gibi kendimi aştığım haller de olmuştu ama bu gibi halleri toplasak bir elin parmaklarının yarısı bile etmez. Aynı ben, üç gün içerisinde zevk için tül ile pencerenin arasına sıkıştırıp "katırt!" diye ezdiği, tülle camı birleştirmek için bir yapışkan malzemesi olarak kullandığı takriben 25 sineğin kendisine bağışladığı muzaffer komutan edasının hakkını, bu büyük zaferini sağda solda anlatarak vermektedir.

 

Hayvan korkusu küçüklüğümde bir gün cinnet derecesine varmıştı. Nadiren uğradığımız, evlerini sıkıcı ve basık bulduğum bir akrabalara çıkarma yapmıştık. İçeriye girdiğimizde, akustik titreşimleri bana sürünen bir hayvanı anımsatan enteresan bir paspas ile yüz yüze gelmiştim. Canavar paspastı o, beni yiyecekti!

 

O gün benim için bir kayıptır. Zira içeriye adım attığımız andan kucaklarda mekanı terk edeceğim ana kadar aile efradımdan bir şahsın üzerinde oturduğu koltuğun yaslanma yeriyle siperim olan kişinin arasına saklanmış, mütemadiyen bağırmış, mütemadiyen ağlamış ve canavar paspasın zulmünden beni kurtarmaları için önümde dertsiz tasasız oturan şahıslara yalvarmıştım. İşin ilginç yanı, ben içeriye girdiğimde kapının önünde bulunan o paspasın aynısından bizim oturduğumuz odada da olmasıydı. Ben bunu hışırtılı sesler çıkaran korkunç paspasın beni yemek için üzerime geldiği fikriyle yormuş ve sürünerek ilerleyen, beni midesine indirmeyi kafasına koymuş bulunan bu eli kanlı caninin amacına ulaşacağına inanmıştım bir kere. Ağlamalarıma dayanamayan ev sahipleri gün ortasına doğru paspası görünmez bir makana kaldırdılar ama ben ikna olmamış, o paspasın ben koltuktan iner inmez uçarak üstüme geleceğini ve beni midesine indireceğini iddia etmeye devam etmiştim.

 

Bu, hayatımdaki kara lekelerden birisidir...

 

5. sınıfın yaz tatilinde de, günlerden bir gün camiden eve öyle bir dönüşüm vardır ki, tek kelimeyle muhteşemdir. Şehrin göbeğindeki apartmanımızda cirit atan kediler beni korkutuyordu o dönemler. Tetikte yürüyordum apartmanın içinde... Bir cami dönüşü katımıza çıkarken, yolumun üstünde, merdivenlerin arasında miyavlayan bir hayvanın sesiyle irkilmeyeyim mi? Allah'ım, ne yapmalıydım, nasıl kurtulabilirdim? O eve gitmem lazımdı ama önümdeki hayvanın yanından nasıl geçebilirdim? Bacaklarıma temas etseydi, öyle bir korkardım ki çıktığım onca merdiveni birkaç saniye içerisinde yuvarlana yuvarlana tekrar inerdim. bir çaresi bulunmalıydı bu işin. Vardı da! Evet, kediler köpekten korkardı; "Hadi Bismillah nfk-fan, gırtlağına kuvvet, kökle havlamayı!" dedim kendi kendime içimden ve en korkuncundan bağıra bağıra havlamaya başladım.

 

Ben megafonun düğmesine basıp bizim evin kapısını açtırmıştım. Gırtlağından borazan gibi ses çıkararak üstüne gelen, muhtemelen daha önce bir benzerini asla görmediği havlayan mı diyeyim, böğüren mi diyeyim, enteresan hayvandan korkan kedicik kendini ilk gördüğü açık kapıdan içeriye fırlatmıştı. Ne yapmıştım ben? Kediyi bizim eve sokmuştum resmen! Balkona kadar çıkmıştı kedi. Bense içerideki odalardan birisine kendimi kilitlemiştim. Dışarıya adım atmıyordum. Ama nasıl hayvan gibi havladıysam, kedi de 1.5 saat boyunca balkonda durup kendisine hiçkimseyi dokundurtmamış. Yapışmış balkonun tellerine ve kendisine bir uzanan oldu mu hırlayarak onu engellemeye çalışmış. Velhasıl 1.5 saat sonra validem onu nasıl evden çıkarmış bilmiyorum ama, kedi gittikten sonra bile kendimi kilitlediğim odadan çıkmamıştım bir süre...

 

Admini arızalı olan sitenin değerli kullanıcıları, işte böyledir benim hatırladıklarımdan bazıları...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Annem ve akrabalarımız,küçükken kafamla fayans kırdığımı ve fayansların yere indiğini anlatmışlardı.. Beni ne kızdırdı o kadar acaba, bunu çok merak ediyorum.

..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yine köyde yaşadığım bir olayı anlatacağım,zaten şehirde hayat yok ya :rolleyes:

 

Dedim ya benim hayvanlarla ilgili tuhaf anılarım vardır diye,bu da onlardan biri...

 

Şimdi ben küçükken köyde tavukları kovalamayı çok severdim.Hayvan severler üstüme gelmesin kuracağım cümlelerden ötürü çünkü bunlar o günlerde kaldı,şimdi söyleyeceklerim gibi hobilerim yok,emin olabilirsiniz :D

 

Neyse tavuklar korkuyorlar tabi,böyle bağıra bağıra kaçıyorlar benden,neredeyse her gün canlandırıyorum bu sahneyi,tavuklar önde ben arkada bir koşuşturma :D

 

Bir gün yine ben bunların arkasındayım,zavallıcıklar korkudan bir o yana,bir bu yana koşturuyorlar.Biz koşarken önlü arkalı,ben kendimi ani bir şekilde frenledim.Çünkü önümde artık benden korkup kaçan tavuklardan biri değil,onlara yaptıklarımdan dolayı bana hayli kızgın olduğunu bakışlarından anladığım bir horoz vardı :)

 

Yalnız horoz deyip geçmeyin,onların tersinin çok kötü olduğunu o gün kötü bir tecrübeyle anlamış bulunmaktayım...

 

Olaya dönersek horoz arkadaşım tüm haşmetiyle önümde dikiliyor.Ben de çocuk aklımla diğerleri kaçmaya çalışırken bu horozun hangi cesaretle önümde durduğunu şaşkın gözlerle anlamaya çalışıyorum.

 

Ne horozda ne bende en ufak bir hareket belirtisi yok,sonra baktım bu bana bir şey yapacak falan değil,birden sen de kim oluyorsun gibilerinden ayağımı kaldırdım.Hay kaldırmaz olaydım,ayağım havaya arkadaşlık etmeye başladığı anda tavukların kahramanı kanatlarını korkutucu bir şekilde açarak,bir yerlerine çarparak bana gövde gösterisi yaptı resmen :D

 

Ben de dedim bu gösterinin ucu bana dokunur,ben hafiften evin yolunu tutayım.Önce yavaş,sonra hızlandırılmış adımlarla,en sonunda da koşarak eve doğru yol aldım :D

 

Ama yalnız olduğumu sanmayın,ben önde,horoz arkada :D

 

Tavuklara yaptığımın acısını çıkardı resmen,tavuklar da izliyor tabi bizi,kim bilir içlerinden neler geçti :)

 

Bende karizma falan kalmadı tabi ama horoz için aynı şeyi söyleyemeyeceğim,tavukların gözünde artık o bir kahramandı :)

 

O günden sonra bir müddet evden çıkmadım,çıksam bile tavuklarla herhangi bir zaman diliminde birlikte olmamaya çalıştım :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

ahhh ahh güzel günlerdi...

özellikle kardeşimle dalga geçenleri pataklamak ayrı bir zevkti napalımm benim de tercihlerim her kızınkinden birazcık farklıydı:)misket oynamak,inşaatların önündeki kumlardan yeni eseler vucuda getirmek,maç yapmak gibi...

de bu tercihlerime tuhaf bir tevafuk eşlik etti...

yine okuldan dönüyoruz yığınlar halinde,biri kardeşime sataştı...

ne haddineydi o kimdii!!üstüne üstüne yürüyorum öfkeden o kadar deliye dönmüşüm ki ne diyeceğimi bilemiyorum

"en sonunda ne diyorsun sen beee eneeeeeess!!" diye bir nida benden..ama ben nedendir bilinmez "enes" ismini ürkütücü bir söz sanmaktayım...

çocuk dondu kaldı yüzüme bakıyor...

"nerden biliyorsun adımıı??"

"ne adı??ben bir şey bilmiyorum..."

"benim adım enes"

"AAAAAAAAA!!!???..."

velhasılı o gün bana çok şeyler kattı öncelikle "enes"in bir isim olduğunu öğrendim.birinin ismi size malum olunca da yaşı kaç olursa olsun size saygı duyuyor onu anladım eee tabiki bahsi geçen enes de okulda kardeşimi benimle koruyanlardan ve de arkadaş kafileme dahil olanlardandı artık:)....

eee şeyy erkeklere sataşmamayı da ortaokulda dövme girişiminde bulunduğum bir arkadaştan öğrendim nacizane

meğer zamanla onlara bizden azıcık daha fazla kuvvet bahşediyormuş Allah...

Share this post


Link to post
Share on other sites
üç gün içerisinde zevk için tül ile pencerenin arasına sıkıştırıp "katırt!" diye ezdiği, tülle camı birleştirmek için bir yapışkan malzemesi olarak kullandığı takriben 25 sineğin kendisine bağışladığı muzaffer komutan edasının hakkını, bu büyük zaferini sağda solda anlatarak vermektedir.

İnsanın hatırına, Knut Hamsun'ın Orta Boy Bir Sinek isimli hikayesi gelmez mi hiç, bunu okur da :D Ne ilginçtir ki, ya da tevafuk, oradaki sineğin de serencamı buradakilerinkine muvazidir. Kim bilir belki de K. Hamsun müstear adınızdır ve o hikayeyi de siz yazmışsınızdır. ( Tarih dilimi ve üslup farklılıklarını gözardı edelim lütfen :D )

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu başlığı görünce aklıma birçok şey geliyor.Ama fazla yazmışım,abartmamam gerektiğinin farkında olarak bir tane daha yazmak isterim,içimde kalmasın :D

 

Şimdi ben ve benden üç yaş büyük abim yazları her gece muhakkak geç saatlere kadar balkonun yola bakan tarafında oturur,muhabbet ederiz,yoldan geçenleri seyrederiz,gerçi belli bir saatten sonra yoldan geçen kimse olmuyor ama neyse,vakit geçiririz işte.

 

Anlatacağım olayı yaşarken itiraf ediyorum ki çok küçük değildim,ben 14 yaşındayım,abim de haliyle 17 yaşında.O aralar çeşitli maskeler çıkmıştı ama böyle oyuncak gibi değildi,insan suretleri fakat biraz daha çirkin,çirkin olmaktan öte korkutucu ve de gayet gerçekçi.Abim hangi akla hikmetse bunlardan birini almış gelmiş.Yaşlıca bir adam suratı,saçlar hafif gitmiş,burun,göz falan hak getire :D Böyle çirkin mi çirkin,korkunç mu korkunç ve inandırıcı :D

 

Neyse abimle benim plan belli.Yine geç saatlere doğru çıktık balkona,yola bakan taraftayız,bu arada balkonun ikinci katta olması sebebiyle aşağıya yakın bir yerdeyiz.Karanlık,sadece sokak lambasının verdiği hafif bir ışık vuruyor abimin yüzünün daha doğrusu maskesinin bir kısmına.Böylece daha da acayip oluyor desem yeridir.Hem karanlık,hem de insanların dibinde olmaması münasebetiyle yoldan geçen birinin onun maske olduğunu anlaması neredeyse imkansız.

 

Abim karşımda,oturuyoruz,sanki karşımdaki normal bir insanmış gibi muhabbet ediyor havasındayım.Eveeett,yavaş yavaş insanların dikkatini çekmeye başladı olayımız.Ama ben hafızama kazınan üçünü yazacağım :D

 

Öncelikle şundan bahsedeyim.Yol kenarında bir balkon düşünün,balkonda da biz.Bir üçlü geçiyor yoldan,anne,baba ve babanın yürüttüğü bebek arabasında bir bebiş.İlk önce ablamız farketti abimi.Şaşkın şaşkın süzdükten sonra,abimizi dürttü,abimiz döndü ve takılı kaldı,inceledi inceledi ağzı açık bir vaziyette tabi.Ve daldığı anda bebek arabasını tutmayı bıraktı,Allah'tan önlerinde bulunan yokuşta sürüklenmeden bebek arabamız,ablamız müdahale etti :D

 

Bunun haricinde bir kamyon geçiyor.Şoför abimiz ve onun yanında bir diğer abimiz.Yanımızdan geçerlerken,şoförün yanındaki abimiz abimi farkedip,gerçek mi acaba diye düşündükten sonra şoför abimizi dürttü ve şoför abimiz bize döndü.Allah'tan yavaşlığın ve yolun boşluğunun katkısıyla yolu bırakıp bizi izlemeye koyulan abimizin kamyonu herhangi bir kaza yapmadı :D

 

Son olarak mahallemizden bir çocuk.O saatte artık ne almaya gönderiyorlardı bilmiyorum,annesi kapıya kadar çıkmış,çocuk biraz ilerlemiş tabi,annesi hala arkadan çocuğa sipariş vermekte,bağıra bağıra.Çocuk da annesine bakarak geri geri yürümekte bize doğru.Annesi lafını bitirince,çocuk yüzünü yürüyeceği yöne yani bize doğru döndü.Dönüp,abimi farketmesiyle birlikte,çığlıklar ata ata,düşe kalka,evin yolunu tuttu.Biz korktuk tabi,şimdi çağırır evdekileri baktırır diye,direkt eve girdik.Neyse ki ne çocuğa,ne de bize bir şey olmadı :D

 

Aslında insanların o şaşkınlıkları ufak kazalara sebebiyet verebilirdi ama böyle bir şey olmadığı için rahat rahat hatırladıkça gülebiliyorum ;) Onların o surat ifadelerini,verdikleri tepkilerini hayatımda unutamam :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

9 10 yaşlarındaydım.Kardeşimle gidip patlayan sigara aldık.Babamın sigarasının içine koyduk.Ve beklenen an babam sigarayı aldı, yaktı.Çok geçmedi sigara patladı.Sigaranın patlamasıyla beraber babamın 20 yıllık ülkücü bıyıkları da maziye karıştı:D.Ardından ulan eşşoğuleşşek dedi elini kaldırdı,kıyamadı sadece kulağımı çekti.Babamın bıyıklarına baktıkça bu tatlı anı aklıma gelir.

Share this post


Link to post
Share on other sites
9 10 yaşlarındaydım.Kardeşimle gidip patlayan sigara aldık.Babamın sigarasının içine koyduk.Ve beklenen an babam sigarayı aldı, yaktı.Çok geçmedi sigara patladı.Sigaranın patlamasıyla beraber babamın 20 yıllık ülkücü bıyıkları da maziye karıştı:D.Ardından ulan eşşoğuleşşek dedi elini kaldırdı,kıyamadı sadece kulağımı çekti.Babamın bıyıklarına baktıkça bu tatlı anı aklıma gelir.

 

Sonradan bıraktı gene yani :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

Babamın ülkücü bıyıkları tatlı sert olan mizacının, türk-islam sentezinin gayesiyle yaşamanın ruhta ki derinliğinin yüzünde ki küçük bir aksi.Bununlar beraber bıyık Atamız Osmanlıların düşmana karşı verdiği dehşetin, düşman karşısında ki heybetinin ufak bir timsali. Ayrıca bir olgunluk göstergesi olarakta anlaşılabilir. Babamın bıraktığı bıyık; akranlarımın züppelere benzemek, kızlara şirin görünmek, karizma yapmak maksadından çok uzak(Her sakal bırakan genci tenzih ederim). Maddeden, ruha geçen yavaş yavaş bozulmayı Arif Nihat Asya ne güzel kafiyelendirmiş.(Üstad'ın bu konuda birbirinden güzel birçok şiir var fakat bu hususta Arif Nihat Asyanın şiirini yazmayı uygun buldum)

 

Bize bir nazar oldu,

Cumamız pazar oldu,

Bize ne oldu ise;

Hep azar azar oldu

 

Neyse babamın bıyıkları sayesinde; bıyık, sakal hakkında ki görüşlerimi, bu bölümün sempatisine yakışmayacak şekilde ele aldım:)Bu yaşıma geldim, babama o olayı hiç anımsatmadım, çünkü o zaman sinirini kumandadan çıkartmakla yetinmişti:).Şimdi daha kötüsü olur:)

Share this post


Link to post
Share on other sites

ben daha 5 veya 6 yaşındaydım..

bir gün babamla pazara gitmiştik..

alışverişi yaptık,,aldıklarımızı bizimkiler dolaba yerleştiriyordu..

bende elimdekileri bııraktım,,,firladım odama..

ama gelirken mutfaktaki çakmağı-yakması çok kolaydı-da almayı ihmal etmedim..

dedim şu yatak örtüsünün ucunu hafiften yaksam nasıl olur,,bastım düğmesine tuttum örtüye,,,..sonra ben ne yaptım,gittim salona hiçbirşey olmamış gibi oturdum,çocuk aklı işte..

ama içim rahat etmedi,,,baktım ev elden gidiyor,,

anneme seslendim,,bana odamdan birkaç parça eşya getirmesi için..

annem odaya girdiği anda kendinden geçti,babamı çağırdı..

bende ne oldu ki diyorum..hani hiçbirşey bilmiyorum ya:))

tabi bizim odanın durum vahimm..

işin kötü tarafı biz en üst katta oturuyorduk,,eğer çatıya ulaşsaydı apartman tümden yanabilirmiş..

dahada kötüsü sokağımız o kadar dardıki itfaiye arabası girmesi imkansızdı,,

çok şükür ki ufak tefek zararlarla atlattık..

tabi sonra ben akıllandım mı hayır,,

birgün aldım gazeteyi,,yaktım,,elim yanmaya başladı..

bir panik attım parkenin üstüne..ama şükür ondada birşey olmadı,bizimkiler erkenden farkettiler olayı..:))

artık ateşe pek yaklaşmıyorum,,

arada ispirto ocağını yakıyorum,,bide yemek yapıyorum,,o kadar..:))

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hiymen diye çizgifilm vardı, hatırlarsınız. Çocukken Hiymeni çocuk ruhumla özdeşleştirmiştim.Benim de oyuncak kılıcım vardı, kılıç evde,sokakta,çarşıda uyku hariç bütün zaman ve mekanda sırtımdaki elbiseyle sırtımın arasındaydı. Fırsat buldukça '' Gölgelerin gücü adına '' nidasıyla çeker, hısmıma gösteriş yapardım ama kimseye saldıramazdım, çocukken kimseye zarar veremezdim, çünkü akıllı, uslu çocuktum. Apartmanın kapıcısını çok severdim, yönetici kapıcıyı fırçalıyordu, bu olaya şahitlik eden ben, aşk ile kapıcının önüne kendimi siper ederek, kılıcımı '' Gölgelerin gücü adına '' nidasıyla yöneticiye çektim, sinirden kıpkırmızı vaziyette ki adamı anında neşe tufanına kaptırmıştım. Uzunca süren kahkasının ardından, benden özür de diledi, kapıcıyla olan münakaşını nihayete de vardırdı. İş bilenin, kılıç kuşanandır :)

 

Top oynadığımız muhit o adamın balkonunun ve ev duvarlarının mihverindeydi. Plastik topumuz bu adamın balkonuna düştü, her zamankinin aksine topu vermedi, balkona çıkıp çocukların gözü önünde topu bıçakla patlatmış ve çocukları azarlayıp oradan kovmuş. Sen misin bunu yapan, o sıralar düdüğüm vardı, sokağa çıkar futursuzca öttürürdüm. O adamın evinin dibine düdüğümle beraber kamp kurdum, mütemadiyyen düdüğü öttürüyordum. Yaşlı amca camdan çıkıp '' sus '' dedikçe, muzip çocuk gülüşüyle gözlerininin içine bakarak düdüğe üfledikçe üflüyordum. Nihayet dede müdaafayı bırakıp aksiyona geçerek, beni kovalamaya başladı. 10 metre kovaladıktan sonra '' heh heh heh '' diye kesilip öksürüğe yakalandı. Iraktan müşahede ederek dedeye ''yakalayamazki yakalayamazki ''diyordum dede pes edip evine döndü. İki gün boyunca dede cinnet geçirsin diye, düdüğümün nağmeleriyle dedeye unutulmaz şarkılar besteledim. Camdan çıkıp bana '' namussuz velet... '' dediğini bile hatırlıyorum. Anneme beni şikayet etmiş, annemin terlik merasiminden sonra düdük ve dededen ebediyen vazgeçtim :)

 

Yokuştan aşağıya bisikleti sürüp kavisli yolu dönüp muvaffak olacaktım. Birinciyi denedim kaldırıma çarptım, yere düştüm kollarım yüzüldü, devamındaki muvaffak olmaya sevk edici fiillerim yaraları zaruri kılıyordu. Kaç kere o köşeyi döneceğim cehdiyle yere düşmüştüm. Yaralar mühim değildi, eninde sonunda oradan döneceğim çocuksu bedahat duygumla elzemdi. Son tecrübem de bisikletin pedalını var kuvvetimle çevirerek, köşeyi dönemeden süratle kaldırıma çarparak havaya uçtum. Yüzüstü yere yapışmıştım, burnumun derisi hem soyulmuş hem de burnumdan oluk oluk kan akıyordu, sanırım sol gözümün altı da soyulmuştu. Yüzüstü yerde öylece kaldım. Mahalledeki çocuklar etrafımda çeper oluşturmuşlardı. Ta ki annemin koşa koşa yanıma gelip eve götürene kadar yerde yüzüstü kalmıştım. Elim, kolum, yüzüm hep kan içindeydi. Böyle anıları unutmak muhaldir.

 

Mahallede ki çöplük yanıyordu, Ali adlı çocuk '' çöpte taş var, patlayacak '' demişti. Taşın patlayacağı vehmine kapılarak hepimiz o mekandan uçar adımlarla uzaklaşmıştık :)

 

Bu anlattıklarımın hepsi 5,6,7,8 yaş civarıdır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

KIZARTILMIŞTIR :)

 

Başlığı bir vesile görünce, aklıma çocukluk hatıralarım geldi, epey tebessüm ettim.Bi tanede ben yazayım dedim.Bilirsiniz çocuklukta mantık mefhumu yok.Yaşanan abuk subuk olaylarınsa haddi hududu yok.İşte bunlardan birinide bendeniz bizzat şahsen yaşadım.Uzatmadan hemen paylaşıyorum:

 

Okula gitmiyorum daha.Ama ufaktan ufaktan da okuyabiliyorum hani.Neyse elime bir hikaye kitabı tutuşturmuşlar.Farklı yazarların hikayelerinden müteşekkil bir hikaye kitabı.Çat-pat okumaya çalışıyorum.Vakit akşam üzeri.Neyse içerisinden bir hikayeyi okudum, zaten kısaca birşeydi.Hikayenin altında yazarın adı var tabi.Hemen yazarın isminin altında da, parantez içinde (kısaltılmıştır) yazıyor.Yani okuduğum hikayenin tamamı değilde bir kısmı var kitapta.O yüzden kısaltılmıştır yazıyor.Tabi benim okuma heniz kemale ermediği için, sen tut, 'kısaltılmıştır'ı, 'kızartılmıştır' olarak oku.Ve anında kitabı elinden bırak.Artık benim muhayyilemde okuduğum hikayenin yazarını kızarttıkları düşüncesi, hayali var.Arkadaş kimseyede diyemiyorum.Üzülüyorum bir yandan.Ulan yapılır mıydı bu yazara?Ne güzel hikaye yazmış adam.Kim, ne için kızartmış adamı diye sorular soruyorum kendime.Olayı ev ahalisine anlatınca tabi meselenin iç yüzüde ortaya çıktı. :shiny: Yani işte çocukluk...Oluyor böyle tuhaflıklar...Yaramazlık bahsine girmeyim, sayfalar yetmez. :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hepsi birbirinden komik ama ilcege ve vakıfın hatıraları ayrı bir komik :)...Neyse bir tane de ben anlatayım ,yalnız dikkat kendinizi gerçek kesit türü bir olayın içinde zannetmeyin, bizzat tarafımdan yaşandı bu olay , baş rolde ablam ve ben :shiny:)

Efendim daha pek bir küçücük tefeciğim ve aşırı sulu gözlü biriyim ( o zamanlar su miktarının hepsini harcamışım galiba şimdi tık yok:) ). Bir gün gene ağlama nöbetlerimden birine tutulmuşum, garip ablam ah yazık beni susturmaya çalışıyor ama nafile.Ben son sürat çığlık çığlığa ağlamaya devam ediyorum.Uzun çabaları sonucu beni güzellikle susturamayan ablam , yanındaki yastığı alır ve hain planını üzerimde uygulamaya başlar: Söz ile uslanmayan beni etmeli tekdir ,tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir dusturuna uyarak alır eline yastığı ve tıkar ağzıma. Havasızlıktan mosmor bir renk alan ben , o anda içeriye kahraman kadın yengemin girmesiyle bu faciadan kıl payı kurtulur...E artık o olaydan sonra sıkıyorsa ağla ablanın yanında bakalım:)...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bugün hastanede idim ablamda ...Bilirsiniz herkesin suratı bir karıştır doktora görünmek için sırada beklerken ,mağlum hastane atmosferi...bugün bizde ablamla sırada beklerken konu çocukluk anılarına geldi...Bende burda okuduğum bir kaç anıyı paylaştım ablamla (kusura bkmayın izin alma imkanım olmadı :) ) ...Valla o kadar kahkaha atmışız ki, farkında olmadan , herkesin gözü bir anda üstümüze dikildi :shiny:

Share this post


Link to post
Share on other sites

Para bulacağım diye muntazaman kafam önde yürüdüğüm günleri unutmuş değilim. Bundan yaklaşık 14 sene evveli... Yine böyle bir gün para bulacağımı bütün herşeyimle hissetmiş önüme bakarak yürüyorum. Ellerim arka taraftan birbirine kilitli... Başım önde, kambur hafif çıkık... Evimin bulundugu sokağa geldim. Yolun sağ tarafında içiçe geçmiş inşaat demirleri... Mestur bir el beni demirlerin yanına çekiyor. Bir de ne göreyim...! Kağıt 50,000 lira. Demirlerin arasına sıkışmış, nazlı bir sevgili edası ile kıvrılmış yatıyor. Yeşil..! İşte o an Ulu Önder'e vuruluşumun vesikası olmuştu. Önder'le gözgöze geldim ve ne kadar nadide bir insan olduğunu bir çırpıda kavradım. Göz kapaklarım Ali Baba'nın mağarası gibi açıldı. O yeşil banknot gözlerimde çil çil sarı altına tekabül etti bir an. Açıl susam açıl demiştim ve istediğime, hayal ettiğime kavuşmuştum. Bu müthiş bir hadiseydi.

 

O zamanın parası ile çok iyi para 50.000 lira. Şimdinin 50 lirası belki. 3 bin küsür lirası ile bakkaldan çitoz, mitoz, patoz Allah ne verdiyse almıştım. Geriye bozukluklar ile 45.000 lira da banknot kalmıştı. Onları da salondaki vitrinin sol-üst köşesine, kitapların arkasına doğru itina ile yerleştirmiş (aşırılma ihtimali her zaman olmuştur zira) ve diğer günlerde afiyetle mideye indirmeyi bilmiştim. Hey gidi günler...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yahu arkadaşlar bunu anlatmasam çatlarım :)

 

Ortaokul yılları...Yaşlarımız 12-13...Ben(izleyici), Kenan(baş aktör) ve Fırat(izleyici) üçümüz beraber okula gidiyoruz.Gittiğimiz okul, oturduğumuz mahalleye yaklaşık bir buçuk kilometre mesafede.Ama tabii eğlenceli geçerdi okula gidip gelmelerimiz.Güzergahımız üzerinde bir camii vardı.Ve caminin de ufak bir büfesi vardı.Büfeye İmam Efendi'nin eşi bakardı.Ufak tefek şeyler satarlardı.Neyse o zamanda Kurban bayramı yaklaşıyordu.Büfeye mangal getirmişlerdi satmak için.Tabii biz her gün okula giderken o büfenin yanından geçerdik.Bizim Kenan isimli arkadaşta sürekli olarak büfeyi işleten teyzeye bilerek/kasten takılırdı : 'Ay teyze bu mangalların fiyatı ne gadardı?' diye :) .Kenan terekemeydi bu arada.Bu yüzden konuşma tarzı değişikti.Tabii bu mangalların fiyatını sorma olayını Kenan abartıyordu ve neredeyse her geçişimizde büfenin ufak camından teyzeye aynı suali yöneltiyordu.Tabii biz Fırat ile Kenan'ı sürekli uyarıyoruz bu arada.'Olum bak yapma başına iş alacaksın' kabilinden.Kenan ise bize: 'Ay kişi mene bişe olmaz!' diyordu :D .Neyse artık bu olay büfeyi işleten teyzede sinir krizleri meydana getirmişti.Kenan'ı bir kaç defa çok sert uyardı.Bak evladım zırt-bırt bana mangalların fiyatını sorma diye :D .En sonunda elimde kalacan demişti :D .Neyse bir gün yine geçiyoruz büfenin yanından.Kenan yine büfenin ufak camından içeri aynı suali yöneltti.'Ay teyze mangal ne gadardı?'diye...Fakat teyzenin tepkisi farklı oldu.'Az gelir misin evladım içeri, sana bişey söyleyecem' dedi teyze.Bizim Kenan da hemen atladı.Basireti mi bağlandı nedir?Biz 'olum gitme kadın senin dövebilir' dedik ama Kenan bizi yine dinlemedi.İnanırmısınız Kenan'ın içeri girmesi ile teyze tekvando-judo-karate-boks-uçan tekme-aparkat vs. ile Kenan'a daldı.Tabii biz büfenin küçük camından Fırat'la beraber ağzımız bi karış açık olanları izliyoz :).Neyse kadın Kenan'ı epey hırpaladı ve Kenan dışarı çıktı.Ceket pantolon hepsi yırtık pırtık olmuştu.İki üç dakika içinde yaşanan bu olay bizi şoke etmişti.Ordan ayrıldık.Tabii Kenan teyzeye yine tehditler savuruyordu.Senin mangallarını param parça edecem cinsinden :D .Neyse uzatmayayım bu olay sonraları epey espiri kaynağı oldu aramızda.Ben de böyle sizinle paylaşayım dedim.Ne zaman bir mangal görsem aklıma bu olay gelir :shiny:

Share this post


Link to post
Share on other sites
Yahu arkadaşlar bunu anlatmasam çatlarım :D

 

Ortaokul yılları...Yaşlarımız 12-13...Ben(izleyici), Kenan(baş aktör) ve Fırat(izleyici) üçümüz beraber okula gidiyoruz.Gittiğimiz okul oturduğumuz mahalleye yaklaşık bir buçuk kilometre mesafede.Ama tabii eğlenceli geçerdi okula gidip gelmelerimiz.Güzergahımız üzerinde bir camii vardı.Ve caminin de ufak bir büfesi vardı.Büfeye İmam Efendinin eşi bakardı.Ufak tefek şeyler satarlardı.Neyse o zamanda Kurban bayramı yaklaşıyordu.Büfeye mangal getirmişlerdi satmak için.Tabii biz hergün okulumuza giderken o büfenin yanından geçerdik.Bizim Kenan isimli arkadaş sürekli büfeyi işleten teyzeye bilerek/kasten takılırdı : Ay teyze bu mangalların fiyatı ne gadardı? :D diye.Kenan terekemeydi bu arada.Bu yüzden konuşma tarzı değişikti.Tabii bu mangalların fiyatını sorma olayını Kenan abartıyordu ve neredeyse her geçişimizde büfenin ufak camından teyzeye aynı suali yöneltiyordu.Tabii biz Fırat ile Kenan'ı sürekli uyarıyoruz bu arada.'Olum bak yapma başına iş alacaksın' kabilinden.Kenan ise bize: 'Ay kişi mene bişe olmaz' :D diyordu.Neyse artık bu olay büfeyi işleten teyzede sinir krizleri meydana getirmişti.Kenan'ı bir kaç defa çok sert uyardı.Bak evladım zırt bırt bana mangalların fiyatını sorma diye :D .En sonunda elimde kalacan demişti.Neyse bir gün yine geçiyoruz büfenin yanından.Kenan yine büfenin ufak camından içeri aynı suali yöneltti.'Ay teyze mangal ne kadardı?'diye...Fakat teyzenin tepkisi farklı oldu.'Az gelir misin evladım içeri, sana bişey söyleyecem' dedi teyze.Bizim Kenan da hemen atladı.Basireti mi bağlandı nedir?Biz 'olum gitme kadın senin dövebilir' dedik ama Kenan bizi yine dinlemedi.İnanırmısınız Kenan'ın içeri girmesi ile teyze tekvando-judo karate-boks-uçan tekme-aparkat vs. ile Kenan'a daldı.Tabii biz büfenin küçük camından Fırat'la beraber ağzımız bi karış açık olanları izliyoz :).Neyse kadın Kenan'ı epey hırpaladı ve Kenan dışarı çıktı.Ceket pantolon hepsi yırtık pırtık olmuştu.İki üç dakika içinde yaşanan bu olay bizi şoke etmişti.Ordan ayrıldık.Tabii Kenan teyzeye yine tehditler savuruyordu.Senin mangallarını param parça edecem cinsinden :D .Neyse uzatmayayım bu olay sonraları epey espiri kaynağı oldu aramızda.Ben de böyle sizinle paylaşayım dedim.Ne zaman bir mangal görsem aklıma bu olay gelir :shiny:

hey Allahım çok güldüm ya :) Siz yazın aklınıza geldikçe :) bu arada terekeme nedir ?

Share this post


Link to post
Share on other sites

benimki biraz trajikomik ama anlatmazsam olmaz.çünkü hemen hemen bütün tanıdıklarım biliyor.

ilkokul 5.sınıftaydım yaz tatili.Kur'a kursundan gelmiştim.annem 2.kattan bişeyler almamı istedi.bıçak gerekiyordu.şöyle keskininden almıştım.

uzun bi etek giymiştim tabi.işimi halledip tam inmeme 3 basamak kala burdanda atlayayım nolcak dedim.veeee atladım :)

ne mi oldu eteğim takıldı düştüm...bian kimse görmeden kalkıp gideyimdedim.birde ne göreyim kan :) tabi ben ağlamaya başladım.morluklar falan apar topar acile.arabadan indik acile gidiyoruz ya karşıya geçecektim ayağımı attııııımmmm hoopp motorsiklet çarptı :graduated: noluyoruz dedim ama kendim bile olayları takip edemiyorum artık.

sonunda acile vardık dikiş attılar çenem kesilmiştide azcık :D

doktor ve pratisyenler başımda.herkes şaşkın tabi birgünde 3 kaza ve çok şükür ciddiye alınacak bişey yok bende :D

eve geldik herkes toplanmış kazayı da duymuşlar.ben yorgun bitkin.

 

pansumana gidiyorum herkes sorgu sual noldu geçtimi falan.

ve dikiş aldırma sırası.gittik aynı doktor.yine pratisyenler ve beni hatırladılar :)

bir gülüyorlar bana bir bakıyorlar sanki uzaydan gelmiş gibi

ya nolcak kaza işte Allah korudu çok şükür değil mi? :D

Share this post


Link to post
Share on other sites
hey Allahım çok güldüm ya :) Siz yazın aklınıza geldikçe :graduated: bu arada terekeme nedir ?

 

:) Diğer bir adı Karapapak olan Türk boyu.Kars ve Iğdır civarında yaşarlar umumiyetle.Kahir ekseriyeti Sünnidir.Konuşma tarzları Azerilere benzer fakat bazı noktalarda ayrılırlar.

 

Balamsan, bir denesen,

 

Sedefden dürdenesen.

 

Men ölsem sene qurvan,

 

Sen ölme bir denesen. :)

 

(Bir annenin balasına seslenişi)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...