Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Muvazene

Ahşap Konak ( Eser İncelemesi )

Recommended Posts

“Düşürüldü kitabım işlemeli rafından,

Ceylandan doğma çakal nesiller tarafından…”[*]

 

Ahşap konak, bir devrin rengini, çizgisini ve ruhunu taşımaktadır. Her bir katı başka âlem olan konağın içinde ise 3 farklı neslin rengiyle, çizgisiyle, ruhuyla, haliyle, tavrıyla birlikte numuneleri yaşamaktadır. Aslında yaşamaktan çok çatışmaktadır. Müşahhas ve mücerret olarak en üst katta oturanlar din, iman, ahlak çizgisinde yaşayanlar ve ruhlarının remzi olan bir levha; orta kat güvercinden karganın çıktığı, kumar ile morfin müptelası, mukallit, köprü nesil ve adi, zevksiz modern eşyaları; müşahhas ile mücerrette en altta olanlar ise kargadan çıyanların çıktığı, şuursuz, çapsız, dinsiz, şahsiyetsiz, hodbin neslin mümessilleridir. ( Üstad 1983’de kendisi ile yapılan bir röportajda, devrin iyice soysuzlaşan nesli için, bu üç kata onları temsilen bodrum katını da eklemenin lazım geldiğini söylemiştir. ) İçi dışı mamur insandan, her cephesi viraneye dönüşmüş nesillere uzanan tarih çizgisi, Türkün ruh köküne düşman binlerce elin o ruha musallat olmasıyla, mütecaviz muamelelerin talan ettiği memlekette vara vara bir kerteye varmış ve o kertenin ruhu o konakta tecessüm etmiştir. Devrimbaz kodamanların sarhoş olunca farkına bile varmadan içki şişelerini devirmeleri gibi, mukallitçilik sarhoşluğu içindeki bu güruh her türlü manevî, ahlakî, ruhî temeli devirmiş ve iman nesline düşman olan öz evlatların, torunların yetişmesine zemin hazırlamışlardır. İşte bu birbirine zıt 2 kutbun birlikte yaşamaya mecbur oldukları ev ve daha geniş boyutuyla koca bir cemiyet.

 

“Bir çözülüş, bir kopuş, cinnet üstü bir buhran,

Eseri devrimlerin, şeytan bu hale hayran”[*]

 

Et ve tırnak gibi muttasıl olması gereken ruh ve iman birbirinden çözülünce, nesiller arası çözülüş ve kopuş da vuku bulmuş, cinnetin, buhranın hüküm sürdüğü bir aile ve cemiyet hayatı başlamıştır. Yeni nesli dehşetler içinde takip eden 75’lik Recai, sorunun kökenini bilmekte, her çarpıklığın tahlilini yapmakta, çilesiz, fikirsiz kafalar tarafından anlaşılamayacağını bilse de tenkitlerini savurmaktadır. Bu bataklığın içinde en büyük mesnedi, yaveri, yoldaşı, gönüldaşı ve umudu, cinsinin çürüğünü görebilecek sağlam öz’e malik olan torunu Yüksel’dir. Yüksel, bu sefil, rezil, şeni, münkir bahçede boy attığı halde varlığının, hayatının muhasebesini yapabilecek, yeni iman gençliğinin ilk basamağı olabilecek tıynettedir.

 

Kitaptaki olay örgüsü, Yüksel’in, tahsilini sürdürmekte olduğu akademinin mimarî şubesinde kendisine imtihan vazifesi olarak verilen bir ahşap konak maketi üzerinde nesilleri tahlil eden fikir akışı ile başlar. Gayri insani bir yaşamın içindeki ilk katın karakterlerinden olan şair ve futbolcu, cemiyete yayılan sığ ve basit sanat anlayışı ile sadece iptidai bir spor heyecanı duymak için patates yığınları gibi stadyumlara yığılan ruhsuz, fikirsiz, çilesiz insan kümelerinin; kardeşi olan Aysel ve arkadaşları da cinsi yönünü öne çıkarmanın ötesine geçemeyen, kadınlık özünü bilmeyen, anlamayan ve kalıpta, satıhta kalan kadının birer mümessilidirler. Yüksel bu köstebek hayatın tahlilini yapabilmiş ve böylece neslinin tereddisini, tefessüh eden yapısını tenkid edebilecek, onlardan tiksinecek ve kendini hakikate ulaştıracak olan yolu görebilecek seviyeye, mertebeye, basamağa gelebilmiş-çıkabilmiştir.

 

“ Eczane, ama hangi rafta şişede

İslam ki, tek ilaçtır, örümcekli köşede.” [*]

 

Yüksel’in bir vesile ile tanıştığı, öğütleri sayesinde kendine gelerek ahlak, iman, terbiye, ideal peşine düştüğü ve İslam nuru taşıyan kızına tutulduğu Eyüp Sultan’daki aktar ona: “ Allah’ı tanı, gerçek Müslüman ol, kurtul.” demiştir. Yüksel, ölüden doğanlar ile ölü doğanlar arasında sıkışıp kalmayacak, kaybolup gitmeyecek, büyükbabasından aldığı ruh ipliğini kendi hayatının örgüsüne katıştıracaktır. Bütün bu çalkalanmaların, kaynamaların, fokurdamaların haznesi olan Ahşap Konak, yüklüce miktar para veren bir Amerikalıya satılmak istenmektedir. Orta nesilden Belkıs ve genç nesilden Aysel’in arasında gidip gelen, iki kadını da elinde oynatan ahlaksızlık, kokuşmuşluk, yalancılık, rezillik, imansızlık timsali Tekin de bu işin elebaşıdır. Recai tüm ruhuyla bağlı olduğu, her noktasına anılarının sindiği konağın satılmasına karşı çıkmaktadır. ( “Bak Yüksel! Elli yıldır bu konağın içindeyim. Elli yıldır açık havalarda, güneşin, bu vakitler duvara çizdiği şekilleri seyreder dururum. Her gün elifi elifine aynı çizgiler” Recai’nin dilinden dökülen bu sözler Üstadın hayatındaki hassas bir ruhî noktayı hatırlatır bize. Üstad da küçükken, odasının tavan köşesine doğru bir noktada can çekişen günün son ışıklarına bakıp hıçkıra hıçkıra, katıla katıla ağlama isteğinden bahsetmiştir. [**] )

 

Tekin, seciyesine ve şenaatine uygun olarak tapunun üzerine kayıtlı olduğu 69’luk Hacer’in, kızı Belkıs tarafından öldürülmesini ister. Bomboş, sefil, sığ bir mahlûk olan ve her şeyiyle kendini Tekin’e teslim eden Belkıs, kısa süren bir direnmenin ardından anne katili olmayı kabul edecek ancak beklenmedik olayların yaşanmasının ardından plan vuku bulamayacaktır.

 

“Meyveler cevherini gömer de kabuğuna;

İnsan, kadını soyar başından topuğuna.” [*]

 

İlerleyen sayfalarda Batı taklitçiliğinin ne boyutta olduğunu resmeden bir tablo karşımıza çıkar. Recai, torununun arkadaşlarından olan bir genç kıza sorar: Eğer kadını yalnız gözleriyle burnu ve ağzı meydanda, kundaktaki çocuk gibi dolaklara saran bir moda gelseydi Amerika’dan, kabullenir miydin? Aldığı cevap: Tabii kabul ederdim; moda olsun da… ( Üstadın zamanında Batı taklitçisi bir kadına aynı mealde sorduğu sorudan ve aldığı cevaptan oluşan hadise, kitabın olay örgüsüne yerleştirilmiştir.) Recai’nin ve Yüksel’in konağa gelen diğer gençleri tenkid etmesi esnasında cemiyetteki birçok yaraya da parmak basılmaktadır. Yeni neslin basit ve sığ şiir anlayışından (Yeni yazdığı bir mide gurultusu şiirini okuyan genç şaire Yüksel tenkidini yaptıktan sonra, Aysel söylenenleri beğenmeyerek- sen yeni şiirden ne anlarsın, koyuna ısırgan dururken karanfil koklatabilir misin- der. Yüksel de: -asıl senin gibi ineğe deve dikeni yerine orkideden bahsedebilir misin, der ve şair Pindaros’un :"Meğer bütün bir ömür katırlara saman yerine çiçek sunmuşum!" sözüyle eleştirisini yaptığı zihniyete tenkid okları saplanır.), Batının hayvani yönünün hiç düşünmeden taklit edilmesine, betonlaşan, şahsiyetsizleşen, çirkinleşen şehirden gençliğin ‘gürültülü’ eğlence ihtiyacına, din ile alay etmeyi marifet sayan anlayıştan, bugün yaşananları yeni, geçmişte kalanları eski olarak nitelendiren, asıl yeninin, hiç eskimeyen yeninin muhasebesini yapmaktan yoksun çilesiz, fikirsiz kafalara kadar uzanan bir tenkid ve tahlil ağı kitaba yayılmıştır.

 

“Ruhu, çürük diş gibi sökmesinden ötürü;

Memeli hayvan soyu, şimdiki insan türü…”[*]

 

Kitabın sonlarına doğru Recai’nin yaptığı iç muhasebe dikkate şayandır. “Onların bu kadar azması işte bizim bu halimiz yüzünden… Bizim hastalık çapında vericiliğimiz olmasaydı, onlar bu kadar azabilir miydi? “ Vuku bulan birçok rezaletten sonra artık Recai, Hacer ve Yüksel konaktan ayrılmak isterler-mecburiyetinde kalırlar. Giderken yanlarında götürmedikleri levhayı almak için konağa gelen Recai, kanını donduracak, gözünü döndürecek, bardağı taşıracak, aklını başından alacak bir faciayı öğrenir. Konağı, içindekiler ile birlikte yakmaya karar verir. Kendisi de içindeyken evi ateşe verir. Evdeki maketini almaya gelen Yüksel’e levhayı pencereden atar. Emanet emin ellerdedir. Gözü arkada kalmadan ölüme gidebilir. Yeni kurulacak ve içi iman dolu bir çatının ruhu olacaktır artık o levha.

 

Üstadın bu eseri; Tanzimat’tan beri kabuk değiştirmeye çalışan, yenisini bir türlü tutturamadığı için yangınlar içinde tutuşan ve çözümü küfür içindeki Batı’nın hayat biçiminin mukallitliğinde bulan ve o günden bu güne bu mukallitlik sonucu yozlaşan imansız ruhların ne türlü rezaletlere düşüp her iki dünyalarını da tarumar ettiklerini, İslam’a sarılmadan hiçbir ferdi ve içtimai sorunun çözülemeyeceğini, bin bir türlü bozukluğun içinde dahi davaya sahip çıkan, İslam’a, ahlaka, imana göre yaşamayı en büyük saadet bilen nesillerin yetişeceğini ve ruh kökümüzden kopmakla ne kadar zavallı, mülevves, rezil rüsva duruma düşüşümüzün iyice idrakine vardırıcı; iyiye, güzele, imana, hakka, nura doğru yol arayan nesil için, soysuzlaşan cemiyetin ve bu ahvalin tarihçesinin muhasebesini yapma konusunda başlangıç noktası olabilecek ve bu neslin; milletinin, devletinin, milli ve mukaddes değerlerinin alçaltılıp zelil düşürülmesine seyirci kalmayıp, sorumluluk şuurunu harekete geçiren dinamizmin kaynağını teşkil edecek keyfiyettedir.

 

* Öfke ve Hiciv

** O ve Ben

 

( Üstad sınıfının çalışma bünyesinde oluşturulan ferdi ürünlerin ilklerindendir. )

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadın, 'Dünya Bir İnkılâp Bekliyor' isimli kitabında Ahşap Konak’tan bahsettiği kısım:

En büyük ruhî muvazenesizliğimiz Cumhuriyetin başından bugüne kadarki gidişimizin neticesi olarak nesiller arasında bütün rabıtaların makasla kesilmiş olmasındandır. “Ahsap Konak” adlı piyesimde bu manzara şöyle gösterilir: 3. katta yetmişbeşlikler oturuyor, namaz nesli... Orta kat ellilikler, yani namaz neslinin evlâtları; eroin, kumar, (jigolo) nesli... Ve alt katta yirmibeşlikler; torunlar, (Hipi)ler nesli... Bütün vaka bu üç neslin birbirleriyle çarpışmasından ibaret... Arada rabıta kesilmiştir. Her kat birbirinden iğreniyor, birbirini beğenmiyor. Bakalım (Hipi)ler neslinin, çocukları nasıl olacak? İste ruh muvazenesinden en çarpıcı (enstantane)... Kökle ağaç arasında münasebet kalmamıştır. Ve ağacın üzerinde noel ağaçları gibi yapma çiçekler asılıdır. Fikirde mevsim, tabiattaki mevsimler gibi değildir. Ruh muvazenesi yalpalamaya başlayınca nesil ahengi kaybolmaya yüz tutar ve şimdiki manzara doğar. Ve işte bu gidişe el kaldıran ve “Bu cadde çıkmaz sokak !” diye haykıran bizim gibilere de “tutucu, gerici” ismi verilir. Yüzdeyüz ilmî ifadeyle diyoruz ki; hâlimiz bugün, ruh muvazenesinin bozulmuş olması bakımından, tarihin hiç bir devrinde ve hiç bir milletinde müşahede edilmemiş denecek kadar fecidir.

 

 

 

EDEBİYATIMIZDA “NESİL ÇATIŞMASI” VE NECİP FAZIL ( Mustafa Özçelik )

 

( www.siraze.net’ten alınmıştır. )

 

Necip Fazıl, “İdeolocya Örgüsü” isimli eserini “Büyük Doğu” düşüncesinin “baş eseri” olarak kabul etmektedir. Çok yönlü bir sanatkar ve mütefekkir olma özelliğini taşıyan Necip Fazıl, “Büyük Doğu” olarak isimlendirdiği İslâm’ı anlama yöntemini geniş boyutlu olarak bu eserinde anlatır. Diğer eserlerinin ise “bu eserin belirttiği bina etrafında bir takım müştemilât” olduğunu belirtir. Bu ifadesine göre, Necip Fazıl’ın şiir, hikâye, tiyatro.... türlerindeki eserlerini “İdeolocya Örgüsü”nde bir bütünlük içinde ifadesini bulan İslâm tezinin edebî türlere anlatıldığı ve bu türlerin imkanlarıyla açılım kazanan eserler gözüyle bakabiliriz.

 

Necip Fazıl, hemen bütün eserlerinde, medeniyet değiştirme olayı ile ortaya çıkan ve zaman boyunca değişen nesiller arasındaki çatışmalara büyük önem verir. Yaşlı, orta ve genç nesiller arasındaki değerler çatışmasını, duygu, düşünce, inanç ve kişilik uçurumunu temellerindeki sebepler ve sonuçları itibariyle ayrıntılı bir biçimde anlatır. Bunu yaparken çoğu çağdaşı yazarlar gibi sadece “çatışma”yı sergilemekle yetinmez. Olayları belli bir dünya görüşünün perspektifinden yorumlar. Toplumda çeşitli etkenlerle meydana gelen yozlaşma ve yabancılaşmayı tarihi muhtevası içinde irdeler. Bu oluşumun belli sebepler sonucunda bu hale geldiğini, bu sebepler ortadan kalkınca da bu oluşumun tersine çevrileceğini sürekli vurgular. Ruhu çürütülmüş “kalp medeniyeti”nden uzaklaşmış ve sorunlarının farkında bile olmayan toplumun her şeye rağmen yine kendi içinde oluşları tersine çevirecek, temeldeki yanlışlığı düzeltecek, “mukaddes emanet”in takipçisi ve taşıyıcısı bir nesli çıkaracağı umudunu sürekli olarak okuyucusuna telkin eder. Ayrıca bu neslin ilk karakteristik örneklerini de verir.

 

Necip Fazıl’ın bakışı açısı yerlidir yani o İslâmî bir perspektife sahiptir. Sorunlara yaklaşırken batının, batılı düşüncelerin tutsaklığı içerisinde değildir. Onun çağdaşı olan çoğu yazarlarda ise toplumun uygarlık sorununa yaklaşım çok farklıdır. Onlar, uygarlık değiştirme olayının bir sonucu olarak ortaya çıkan “nesil çatışması”nı anlatırlarken Necip Fazıl’dan öncelikle bakış açısı olarak ayrı bir konumda yer alırlar. Batılı oluşumları yine batılı yaklaşımlarla değerlendirirler.

 

Bu yüzden onlar, peşin bir yenilgi duygusu içinde, bu yeni oluşumları çaresiz kabullenirler. Toplumda meydana gelen değişikliği, çağın getirdiği, karşı durulmaz olaylar olarak kabul ettikleri için hemeninden yeni şartlara toplumsal problemlerin çözümü için uyum sağlamayı zorunlu görürler. Bu gruptaki yazarlar, doğu-batı arasında tutarlı bir seçim yapamamış, buna karşın eğilimleri batıdan yana olan yazarlardır.

 

Batıcı düşüncenin bir uzantısı olarak gelen Marksizm’in düşünce köleliği içinde bulunan yazarlar ise, inanç verimlerinin toplumda etkinliğini yitirmekte oluşundan “sadistçe” zevk alırlar. Bunlar, inkârcı yazarlardır. Batılı düşüncelerin toplumda etkinliğini sağlama kavgasına adarlar eserlerini... Batılılaşmayı “çağdaşlık” olarak değerlendirerek, okuyucularını inanç verimlerine karşı olarak şartlandırırlar. Alkışladıkları, oluşmasına, güçlenmesine çalıştıkları “nesil” inkârcı bir nesildir.

 

Necip Fazıl, bütün bu düşünce köleliklerine karşı çıkarak, sorunu bir milletin uygarlık kavgasından da öte, bir “inanç-inkâr” kavgası olarak ele alır. Bakış açısı bütün bir insanlık tarihini kuşatacak ölçüde bir genişlik taşır. Her türlü oluşumun tarihi, sosyolojik köklerine iner. Salt tespitler yapmanın ötesinde, yorumlayıcıdır da....

 

Necip Fazıl’a göre, İslâm ruhundan ve ahlâkından uzaklaşmak, felaketlerimizin başlangıcı olmuştur. Ruhlarda meydana gelen inanç boşluğunun yerini batıcı düşünceler işgal etmiş, toplumda böylece inananlarla inanmayanların kavgası başlamıştır. Dış devletlerin zorlayıcı tavırları, aydınların gaflet ve ihaneti toplumdaki değerler bütününü sarsarak, toplumu bir medeniyet buhranıyla karşı karşıya getirmiştir. Gerçi insani kök sağlamdır. Ama orta nesil, kişiliksizliğin ve taklitçiliğin bütün hastalıklarını üzerinde taşımaktadır. Dolayısıyla onların yetiştireceği yeni nesil, tam bir inkarcı nesil olma özelliğine bürünecektir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen İslâm ruhu, yaşlı neslin sağlam öz taşıyanlarından, diğer nesillere bir “bağış” gibi uzanmakta, böylece “nesil kavgası” bu iki ayrı kutupta bütün hızıyla yoğunlaşmaktadır.

 

Necip Fazıl’ın eserlerinde, inancın yeniden etkinliği adına savaş veren, bu yeni örnek nesil sürekli olarak gündemde tutulur. Batıcı yazarların eserlerinde ise bunlardan hiç söz edilmez.

 

Necip Fazıl’ın nesil çatışmasını en belirgin olarak verdiği eserleri “Ahşap Konak” ve “Mukaddes Emanet” isimli tiyatro eserleridir. Ahşap Konak üç katlı bir bina olup her katında zaman boyunca değişen nesillerin örnekleri olan aynı ailenin farklı düşünceler taşıyan kişileri oturmaktadır. Üst kat, “elleri titreyen büyükbaba” ile “kalp hastası” büyük anneye ait olup “namaz ve niyaz” katıdır. Bu katta ayrıca “konağın ruhu” sayılan ve büyükbabanın “canından daha kıymetli... En büyük Türk hattat ve tezhipçisinin elinden çıkma... babadan oğula miras... arapça bir yazı levhası” vardır. Bu kat, bu ayrıntılardan da anlaşılabileceği gibi manevi değerlere yürekten bağlı ve onların savunucusu olan “yaşlı” neslin katıdır. Levha ise bu değerlerin simgesidir. Recai ve Karısı Hacer, bu katta yaşlı neslin sözcülüğünü yapmaktadırlar.

 

Orta kat”, “dul anne ve eksilmeyen misafirleri”nin oturduğu “morfin, kumar, vesaire katı”dır. Burada her türlü aşağılık eğlencenin, içkinin, uyuşturucunun, kumarın, fuhşun biçimlendirdiği bir hayat tarzına sahne olmakta, yozlaşma ve yabancılaşma en tipik örnekleriyle burada tezahür etmektedir. Recai ve Hacer’in dul kızı Belkıs, yaşantısıyla orta nesli en iyi ifade eden bir tiptir.

 

Alt kat”, yaşlı neslin torunları Aysel, Yüksel ve arkadaşlarının (genç şair, genç ressam, Aysel’in nişanlısı ve Belkıs’ın jigolosu sprocu Tekin, birinci, ikinci ve üçüncü genç kızlar) ın bulundukları, “dans, içki, başıboşluk ve rezalet katı”dır. Yaş grubu nedeniyle bu kat içinde yer alan Yüksel’in bu özelliğinin dışında diğerleriyle ortak bir yönü yoktur. Saflığını yaşlı nesilde bulan değerlerin genç nesil arasındaki savunucusudur. Kendi neslini beğenmez. Eyüplü bir Müslüman aktarın “Allah’ı tanı, gerçek Müslüman ol, kurtul” diyerek gösterdiği yolun yolcusudur. Ayrıca müslüman oluşu dolayısıyla aktarın kızına da büyük bir sevgi beslemektedir. Dedesine göre "cinsinin çürüğünü görebilecek sağlam öz" taşımaktadır. Ve Recai dedenin umududur.

 

Eserdeki olaylar, her neslin kendilerine özgü düşünce ve yaşantıyı konak içinde hakim kılma mücadelesinde odaklaşmaktadır. Büyük babanın direnci ve Yüksel’in de genç nesil yanında yer almaması üzerine konakta tam bir etkinlik sağlayamayacaklarına inanan genç ve orta nesil mensupları kavgalarını konağın satılması üzerinde yoğunlaştırırlar.

 

Konağın satılması fikri buraya sonradan gelen Tekin tarafından ortaya atılmıştır. O, çevresindekileri de bu fikre inandırmıştır. Konağının en yakın mirasçısının Belkıs olması nedeniyle Tekin Aysel’in nişanlısı olmasına rağmen Belkıs’ın ahlaki düşüklüğünden faydalanarak onunla da beraber olmaya başlar. Belkıs’ı en zayıf noktasından yakalayan Tekin, onu sevdiğini, onunla evleneceğini konağın satılmasıyla elde edilecek parayla diledikleri hayatı yaşamak üzere Avrupa’ya gideceklerini söyleyerek onu kandırır.

 

Konağın normal yollardan Amerikalılara Recai’nin direnci yüzünden satılamaması üzerine Tekin daha korkunç bir plan kurar. Konak Hacer’in üzerine tapuludur. Recai direndikçe ve Hacer sağ oldukça bu plan gerçekleşmeyecektir. Geriye tek bir çare kalmaktadır: Hacer’in ölümü... Zaten Hacer hastadır ve kızı tarafından kendisine her gün kalp iğnesi vurulmaktadır. Eğer, ilaç çekmeden enjektör damara sıkılırsa ölüme neden olabilecektir. Tekin’in planı ancak bu yolla gerçekleşebilecektir. Bunun için de Belkıs’ın iknası gerekmektedir. Belkıs, bu teklife bir süre direnirse de bu uzun sürmez ve Tekin’in teklifini kabul eder.

 

Recai, konakta olup bitenlerden bir şeyler sezinleyerek konağın tapusunu Yüksel’in üzerine yaptırır. Bir akşam, Belkıs planını uygulayacağı sırada bu durumdan haberdar olur. İğneyi yapmaktan vaz geçer. Recai ise olup bitenleri iyice anlamıştır. Fakat Tekin’in silahları çoktur. Bu kez Aysel’e yönelir. Aysel kendisinden hamiledir. Eğer konak Aysel’e bırakılmazsa konaktan çıkıp gideceğini ama bu olayı bütün İstanbul’a yayacağını söyleyerek şantaj yapar.

 

Namus duygusunun her şeyden üstün tutan Hacer, torunun durumunu öğrenince birden fenalaşır, bütün direncini yitirir. Yüksel’e konağı Aysel’e devretmesini söyler. Yüksel, kabul eder. Ama artık burada oturmayacaktır. Hacer’in teslimiyeti ile Recai’nin direnci de kırılmıştır çünkü ve konak elden çıkmıştır. Dedesi ninesi ile birlikte Eyüplü aktarın evine giderler.

 

Konakta yalnız kalan Belkıs, Aysel ve tekin uyuşturucu alırlar, başarılarını bu yolla kutlamak istemektedirler. Bir süre sonra Aysel sızar. Bu sırada konağa levhayı almak için gelen Recai, Belkıs’la Tekin’in konuşmalarına tanık olur. Belkıs da Tekin’den hamiledir. Recai bu son olay karşısında cinnet geçirir ve konağı yakmaya karar verir. O sırada eve gelen Yüksel’e annesinin durumunu görmemesi için yukarı çıkmamasını şart koşar. Levhayı almak üzere üst kata çıkar. Ve konağı yakar. Konak artık alevler içerisindedir. Recai levhayı üst kattan Yüksel’e atar. Konak alevler içerisindedir.

 

Recai de konakla birlikte yanar. Çünkü çatı yıkılmıştır artık. Levhada ifadesini bulan “anlam”ın bir başka yapı ve çatı içerisinde yerini alması gerekmektedir. Bu yapıyı kuracak olan da Yüksel’e son alıcı sıfatıyla levha teslim edilir. Son vasiyet, “Yüksel, emaneti kurtar, emaneti kurtar...” sözleriyle yapılır.

 

Necip Fazıl’ın “Muhasebe” başlıklı şiirine de hâkim olan konu, Ahşap Konak’takiyle aynındır. Konak, bütün özellikleriyle bu şiirde de yer alır:

 

“Üç katlı ahşap evin her katı ayrı bir âlem

Üst kat: Elinde tesbih ağlıyor babaannem

Orta kat: Mavs oynayan annem ve âşıkları

Alt kat: Kızkardeşimin tamtamda çığlıkları!

 

Üç katlı ahşap ev, aslında bütün bir vatandır. Yabancılaşma, vatanın her köşesinde aynı etkileri meydana getirmiştir. Yaşlı nesil “iffet”in, orta nesil, “taklit”in, genç nesil “fuhuş”un, “ahlaki çürüme”nin örnekleridir.

 

Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş,

Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş...”

 

Eski neslin sözcüsü Recai’ye hâkim olan duygu ıstıraptır. Konuşmalarında yargılayıcı bir üslup da vardır. Ona göre toplumsal değişim, normal gelişim çizgisinde gerçekleştirilememiştir. Taklit edilen batının insan yönüne bile girmeyi başaramayan toplum hayvan yönünde batıyı da geride bırakmıştır. Recai oluşları sağlam bir bakış açısıyla değerlendirir. Her dönemde de toplumsal olayların muhasebesini gerçek anlamda yapabilen manevi değerlerin bağlılarını genç nesil ‘çağı anlamamakla, yobazlıkla, gericilikle, fikircilikle, mukaddesatçılıkla suçlamaktadır. Recai “çağ dışılık” suçlamasına ve “zaman nedir” sorusuna zaman, “bizi götüren sizi getiren akış... zamanın iki ucu sivri bir ok. Ne tarafa gittiği belli değil... zaman diyor ki bana: önde olan sensin beni anlamak için kafa patlatandır önde olan... O sensin... sana geri diyenler de benim aldatıcı kıvrımların içinde akışı tersinden görenler... Zamanı anlayın çocuklar anlamak değil de düşünün yeter, zamanın yuvarlaklığını düşünün, meşin topunkini değil... Bizi muşmulaya çeviren zamansa sizi de böyle altı aylıkken düşürülmüş kavanoz çocuklarına döndüren aynı zaman... Bizi zaman korkuttu. Sizi de ithal malı buzdolaplarına rağmen zamanı kokutanlar üretti.” şeklinde cevap verir. Aynı sorunun cevabı Muhasebe şiirinde de şöyle verilir:

 

“Rahminde cemiyetin ben doğum sancısıyım

Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım

Zamanı kokutanlar mürteci diyorlar bana

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana,

Zaman korkunç daire, ilk ve son nokta nerde

Bazen geriden gelen bin bir devir ilerde...!

 

Yüksel, “Mukaddes Emanet”in yeni nesildeki davacısıdır. Recai’nin zamanın ölçüsünde kendisinden atabildiği ipliktir. Recai’nin “ben zamanı durduracağım.” demesi yeni neslin oluşumuna geçit bulmak içindir. Recai’nin ”zaten ezildim, tuzla buz oldum. Ama zamanı durduracağım. Bu konağın içinde durduracağım. Kavanozda bir kimya maddesini dondururcasına... Bir gün yepyeni bir nesil çıkıp da zamana bu cemiyet içinde stop deyinceye kadar... zamanı yeniden şimşek hızıyla işletinceye kadar... Tam dört asır zamansız yaşadık. Her şey yeni başta!... Bu narayı basıncaya kadar... Ben zamanı bu konağın içinde durduracağım.” deyişi bu yeni nesil adınadır.

 

Bu dört asır, İslâm aşk ve şevkinin azalmasıyla başlayan ve sonu alçalışla biten Kanuni’den bu yana olan zamandır. Necip Fazıl, bozuluşumuzun tarihini Kanuni’den başlatmaktadır. Zamanı durdurmak, bizim manamızı, rengimizi taşımayan bu dört asır (16-20.y.y.)dan sonra her şeyi yeni baştan kuracak olan nesli karşılamak adınadır. Bütün mesele, tarihi oluşumların muhasebesini yapabilecek, asli manasında İslâm’ın diriliş hareketini omuzlayacak bu gençliğin oluşumudur. Necip Fazıl’ın toplum içinde aradığı bu gençtir. Çünkü önemli olan ‘bir’dir. ‘Bir’ bulununca gerisi gelecektir. Yüksel, Recai’nin bu anlamda umut bağladığı gençtir.

 

“İşte bütün meselem, her meselenin başı,

Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı

Tırnağı en yırtıcı hayvanın pençesinden,

Daha keskin eliyle, başını ensesinden

Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına,

Yerleştirse başını iki diz kapağına,

Soruverse: ben neyim, bu hal neyin nesi?

Yetiş, yetiş, hey varlık muhasebesi ..”

 

Varlık muhasebesini yapabilecek genç, “ıstırap çekmeyi, çile doldurmayı, zarını delmeyi, tohumunu çatlatmayı” bilendir. Yüksel’in dışındaki gençler, anlamı idrak edilemeyen bir hayatın sahibidirler. Bu neslin şairi, “mide gurultusunu şairi”dir. “Küçük hokkabazlık” peşindedir. “Gerçek sanatkârın ruhunda ayıkladığı ve ter gibi, pislik gibi attığı süfli hayat maddeleri, bunların gıdası, sermayesi”dir. Özellikle Amerikan kültürünün kötü örnekleridir. Samimiyet, ahlak, sevgi, bağlılık... gibi değerlerden yoksundurlar. Bunlarda “kâlp” yoktur. Daha doğrusu “kâlp medeniyeti”nden uzaklaşmış toplumsal yapının ürünleridir. Bu toplumda ‘meydan yerlerinde, sokaklarda, pazarlarda, toplantı yerlerinde insanlar birbirlerini yemekte, didiklemekte ve örselemektedir. “kâlbin el çektiği dünyada şüpheden, kâbustan başka bir şey kalmamış, gözyaşı bile kâlple alakasını keserek sinir işi” olmuştur. Her şey, kâlple birlikte çekilmez hâle gelmiş, güzelin yerini çirkin, doğrunun yerini yalan almıştır. Çünkü kâlp, imanın mekanıdır. İman gidince, boşluğu küfür doldurmaktadır.

 

Yaşlı nesilden Hacer’in kişiliği Recai’den farklıdır. O da Recai’nin bağlandığı değerlere bağlıdır ama oluşların muhasebesini yapabilecek güçte değildir. Bütün iradesini erkeğine bağlamış, davranış ve hareket biçimini kocasına göre ayarlamıştır. Yeni neslin ortaya çıkış şartlarından habersizliğine Aysel’in kendisine nişanlı olarak Tekin’i seçmesini yadırgamasını gösterebiliriz.

 

Hacer- Benim gözüm hiç tutmuyor bu delikanlıyı... Nereden bulup çıkarmış onu Aysel?

 

Recai-(...) Nereden çıkaracak? Evleri seller götürürken bir kova suyla gelen onu nereden çıkarır? Yağmur yağıyor hanım, gökten Ayseller, Yükseller, Tekinler iniyor.”

 

Aysel’in neslinin yetişme şartları oluşmuştur artık. Zor olan Yüksel gibi hakikati bu çürümüş yapıda idrak etmek isteyenlerin işidir. Yüksel gibiler Recai’ye göre : “Tek ışığı, işâreti, kılavuzu olmayan, her ağacın kaplan gibi ağzını açtığı bir ormanda... Allah’ın kâlplerine düşürdüğü hususi bir istidat nuruyla emekleye emekleye yolunu bulmaya çalışan yavrular”dır.

 

Hacer de Recai de genç nesillerin kuşatma alanı içindedirler. Hacer, bezgindir. Ölümü özlemektedir. Recai’ye “Toprağın altı bana gelinlik bir oda görünüyor. Uykumuz gelse artık, çekilsek yatak odamıza... Bezginim ben..” demektedir. Bu sözlerden hayattan usanmanın ifadesi bir yana Müslüman bir insanın ölüme bakışı da anlaşılmaktadır. Ölüm, Müslümanın gözünde bütün korkunçluğundan sıyrılarak bir “uyku” hali olmaktadır. Mezar da “yatak odası

 

Orta nesil için söylenecek fazla bir şey yoktur. Bu neslin bir eli eskide bir eli yenidedir. Kendilerine özgü kişilikten yoksundurlar. Necip Fazıl’a göre zaten ölü doğmuşlar ve ölüler doğurmuşlardır.

 

Necip Fazıl, yeni nesilden yanadır. Ama Yüksel’de ilk karakteristik çizgilerini gösteren yeni nesilden... Yaşlı nesli anlatırken, belki de yeni nesle bir kök bulmak, orta yaş neslini anlatırken ise ikili yaşamanın, arada kalmanın trajedisini anlatmak istemektedir. Bütün mesele mevcut şartlarda “gençlikle köprübaşı” kuracak genci bulabilmek, ona bir çıkış noktası gösterebilmektir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mükemmel bir çalışma olmuş. Ellerinize sağlık diyelim.

 

Mücerretin müşahhas plandaki tezahürünü oluşturup bu planda onun ruhunu, müspet ya da menfi bütün cihetlerini müşahede edip zapta geçmek, sanatkarların en asli meziyet ve vazifesidir. Üstad, özellikle Tanzimattan sonra fiziksel plana, yani ictimai sahaya intikal eden fikir ve ruh sahalarındaki çöküntümüzü harikulade bir sanatkarlıkla işlemiş ve 'Ahşap Konak' ile bunu hayatın dörtköşe zemindeki zaptı olan tiyatroya geçirmiştir.

 

Bu nadide eserin müşahedesini yaparak bizlere sunan Üstad sınıfına ve eserin lezzetine lezzet katan, rikkati ve teferruatlar arasında sıkışmış manayı ifşa ederek hakkını veren Reyhan kardeşimize gönülden teşekkürlerimi sunarım.

Share this post


Link to post
Share on other sites

selamlar,

 

bir kac gun once nasip olduda ahsap konak eserini bitirdim,bunun ustune birde muhasebe siirini okudum,derken iyice efkarlandim,duygulandim.

 

toplumdaki ahlak ve dini degerlerin gittikce yok olmasi,buna duyarsiz nesillerin yetismesi,zannimca bu kitabin baslica konusu,muhasebe siirindeki su misralar ise butun kitabi ozetliyor diyebilirim;

 

uc katli ahsap evin her kati ayri alem,

us kat: elinde tesbih agliyor babaannem,

orta kat:(mavs) oynayan annem ve asiklari,

alt kat: kizkardesimin (tamtam) da cigliklari.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

toplumdaki ahlak ve dini degerlerin gittikce yok olmasi,buna duyarsiz nesillerin yetismesi,zannimca bu kitabin baslica konusu,muhasebe siirindeki su misralar ise butun kitabi ozetliyor diyebilirim;

 

uc katli ahsap evin her kati ayri alem,

us kat: elinde tesbih agliyor babaannem,

orta kat:(mavs) oynayan annem ve asiklari,

alt kat: kizkardesimin (tamtam) da cigliklari.

evet çok haklısın herşeyi açıklıyor bu mısralar...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Muhteşem bir çalışma olmuş yüreğinize sağlık

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...