Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
BDG

Osman Zeki Yüksel(serdengeçti)

Recommended Posts

Osman Zeki Yüksel(Serdengeçti)

 

Fikirlerimizi oluşturması açısından Hakk'ın bağrı açık yolcusu Serdengeçti'yi anlatmaya devam ediyoruz.

Antalya'nın Akseki ilçesinde 25 temmuz 1917'de içlerinde alimler yetiştirmiş bir aileye mensub olarak dünyaya gelmiştir.Akseki'nin köklü sülalelerinden Yüksel ailesine mensub olan Osman Zeki, ailesinin "Ülkeyi kolayca ve daha çabuk olarak gençler refaha ulaştırır" görüşü ile babası tarafından titizlikte yetiştirilmiştir.Muhyiddin Arabi,İmamı Gazali,Hasan Basri gibi büyüklerin manevi havasını koklayarak büyüyecektir.Babasının bu gayreti gelecekte Serdengeçti'yi meydana getirecektir.

 

İlk okulu Akseki'de ortaokul ve liseyi Antalya'da okuyan Osman Yüksel, çok yönlü bir eğitim çerçevesinde büyür.Bir tarafta evde dini eğitimini diğer tarafta okulda öğrenimini devam ettiren Serdengeçti bunun yanında kitap okuyarak bilhassa yabancı yazarlara ağırlık vererek çok yönlü, geniş görüşlü, tecrübeli ve hayat felsefesini oluşturacak alt yapıya sahip olarak kendini yetiştirmeye devam eder.

Okul sıralarında sadece okulda değil bulunduğu ilçede de adından söz edilmeye başlanır.

Orta okul dönemini devamlı kitap okuyarak geçiren Serdengeçti, Yunus Emre'yi, Mevlana'yı, Mehmet Akif'i kendisine manevi bir hava vermesi sebebi ile çok severdi.Onlar kendisi için manevi birer üstattılar.Onların eserlerini bu dönemde okumuş olan Serdengeçti,adeta taşı gediğine koyarcasına bir iş yapmış oluyordu.Çünkü bu manevi hocalardan aldığı manevi dersler ancak bu döneminde hayatına şekil verir,kalıba girer ve benimserdi.

Namık Kemal'le M.Akif'in kendisine son derece tesirleri olduğunu şöyle anlayabiliyoruz: "Eğer karşımıza öldüremedikleri, saklayamadıkları bir Namık Kemal bir Mehmet Akif çıkmasaydı biz de sapanlar ve sapıtanlar güruhuna katılacaktık.Biz Namık Kemal'den vatan ve hürriyet sevgisini öğrendik.Fakat bu vatan mücerreti nazari idi.Akif bu mücerret vatanı müşahhaslaştırdı, boş kalıba ruh verdi ses verdi...Namık Kemal'in hürriyeti Akif'te istikbal oldu bayraklaştı.

Özellikle mücadele ruhunu, heyecanını cemiyet ve cemaat şuurunu verenin M.Akif olduğunu cemiyet karşısında onun gibi düşündüğünü, kainat, varlık, hak karşısında ise Mevlanaların, Yunusların yolunda olduğunu dile getirmiştir.

İnsanlığın en alevli dönemi olan gençlik yıllarını çevresine nefislere hoş gelen şeylerin kötü olduğunu söylemeyi ve bunları anlatmayı kendisine düstur edinir.Kendisinin adı ise fikir meydanlarında söz edilmeye konuşulmaktadır. Bu hal ileride fikir ustalığının ve getireceği depremin habercisidir.Temaşa ve tefekkür, o zekanın ve getirdiği çözümlerin kaynağını oluşturur niteliktedir.

Şu anda olduğu gibi o zamanlarda da yanlış anlatılan mevzuların asılsız olduğunu bilir ve bu vesile ile araştırmaya doğruları ve yanlışları ayırma ile başlar.O zamana kadar ki hedefi öğretmenlik olan Serdengeçti Ankara Felsefe bölümüne kaydolur.Bu bölüme kaydolmasının sebebini ise kendi ifadesi ile " Felsefe tahsil ederek büyük filozofların sistemleri üzerinde duracak, onlardan aldığım ilhamla, ışıkla kültür hayatının geçirmekte olduğu buhranları anlayacak; karanlıklara faydalı olmaya çalışacaktım" bu şekilde anlatır.Ama hayal kırıklığıına uğrayacaktır.Felsefe bölümündeki öğrencileri şu anda olduğu gibi nasıl anlattığına bakalım: Herşeyi bilirim iddiasında yazacak ve okuyacak bu zavallılar Karl Marx'ı Marka, Engels'i Engel olarak yazacak ve okuyacak kadar ideolojilerinin yabancısıdır.

Bunlar ceplerinde para olunca kapitalist sistemi kabul eder, parası bitince yaman birer proletor olurlar.Şehvetleri gıcıklanınca ise, serbest çiftleşme taraftarı olurlar.Ellerine beş on kuruş geçti mi doğru meyhaneye giderler yahut bir yerde toplanarak bu iffetsizler,şerefsizler grubu Stalin'in şerefine kadeh kaldırırlar

1944 yılına gelindiğinde Türkçülük olaylarına karıştığı iddiasıyla öğrenimi yarıda kalır.Bir süre tutuklı kalır ve serbest bırakıldığında ise öğrenimini tamamlayamayacağı söylenir.Bunun üzerine zamanın milli eğitim bakanına "Yüksek makamın alçak vekiline" diye başlayan dilekçesini yazar.Ve o zamana kadar ki yapılan haksızlıklar karşısına "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" anlayışı ile en korkusuz,bağrı açık hareketi ile tepkisini koyar,hakkını savunur.

Onun böyle konuşmaması ve susturulmaması için yeni başlayan çileler tabutluklarda devam edecektir. Ama onun böyle konuştuktan, yazdıktan sonra susturulmaya çalışılması belki de kendisinin bu olaylardan dolayı aldığı kararla ölene dek konuşmaları ve yazışmaları ile öldükten sonra ise eserleriyle bir daha susmayacaktır.

---------------------------------------

Bir nüktesi: Meclis kürsüsünde söylediği "Bu meclistekilerin yarısı eşektir" lafıdır. Böyle bir sözü söylemesinin ardından herkes kendisinden sözünü geri almasını ister. Osman Yüksel arkadaşlarının ısrarlı ricaları sonucu tekrar kürsüye çıkar ve zekasını gösteren şu sözleri söyler: "Bu meclistekilerin yarısı eşek değildir."

 

Bir yazısı: Ey bu toprakları tam bin yıldır kanıyla sulayan Müslüman Türk!.. Bugün çok büyük tehlikeler karşısındasın. Her tarafın düşmanlarla sarılmıştır.Bunlardan da tehlikeli iç düşmanların vardır. Bunu görmezsen,sen kendine dönemezsen, seni öyle bir döndürecekler öyle bir benzetecekler ki buna sende şaşırıp kalacaksın.Zira kuvvetli olan, her zaman her yerde zayıfı döndürür, kendine benzetir.Düşman,insanın ve milletlerin üzerinde yanlız topla tüfekle gelmez...Bazen ve ekseriya türlü propoganda,türlü vasıtalar filmler,kitaplar,mecmualar,yabancı zevkler,eğlenceler,adetler kısaca yabancı kültürlerdir...

 

Büyük Doğu Gençliği Gazetesi, sayı :1-3 yıl: 2005

 

Yarın 10 kasım, Serdengeçti'nin 24. vefat yıldönümü. Bu vesile ile hakkın bağrı yanık yolcusu Serdengeçti'yi rahmetle anıyoruz,hayırla yad ediyoruz...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bizim Milliyetçiliğimiz

 

Biz "Tanrıdağı" kadar Türk,

"Hıradağı" kadar Müslümanız!..

 

Serdengeçtiler kelimenin tam manasıyla milliyetçidirler.Milliyetçilik, bizim için bir vasıta değil, bir gayedir. Millet, vatan, mukaddesat gibi kimsenin itiraz edemiyeceği, hassas, muteber kelimelerin arkasına sığınıp oradan şahsi menfaatlerini müdaafa edenler, bir memleket kadar genişleyen ihtiraslarını yurtseverlik şeklinde gösterip, milliyetçiliği, bu ulvi gayeyi büyük servetlere, yüksek menfaatlere erişmek için vasıta olarak kullananlar vardır.

 

Biz temiz niyetli, vatan duygulu, memleket düşünceli Türk Gençleri, bu türlü bir milliyetçilikten nefret ediyoruz! Bizim milliyetçiliğimiz hususi vagon, bol hacırah, yüksek makam milliyetçiliği değildir. Hakk'a tapan, halkı tutan, yalınkılıç bir milliyetçiliktir.

 

Şu üzerlerinden büyük menfaatlerin ağır silindiri geçmiş, dümdüz olmuş, yol olmuş şahsiyetsizler, şu zamanın kıymet ve kuvvetlerini alkışlayanlar, her ne pahasına olursa olsun biraz daha, bir gün daha yaşamayı kendilere değişmez düstur edinenler bizden değildirler.

 

Milli bayram olarak kabul olunan günlerde meydanlarda sözlerine "Çünkü biz..." ile başlayıp son nefeslerini "...etrafında sımsıkıyız"la verenler, görünüş, gösteriş, merasim milliyetçileri hakeza bizden değildir. Biz bu vatanı ve bu milleti hangi zihniyetin, hangi imanın kurtardığını biliyoruz. Onu milli ukalalardan öğrenecek değiliz. Yapılan bunca iğfallere, bunca menfi telkinlere, sapıtma ve saptırma gayretlerine sapmadık, sapıtmadık, ayaktayız; dipdiriyiz... Vatanı uçsuz bucaksız toprakları, hür gökleri, engin denizleriyle aşkla, heyecanla kucaklıyoruz.Altında yüzbinlerce şehidin yatttığı bu toprakları, üzerinde yaşayanların karınlarını doyurdukları, semirip yağlandıkları alelade bir toprağa, bir çiftliğe tercüme ettirmeyiz. Milletimize, vatanımıza ta derinden, asırlar ve nesiller arkasından gelen bir ruhla bağlıyız.Onu menfaatsiz, karşılıksız, mecnunlar gibi, karasevdalılar gibi seviyoruz.Henüz yeniyiz, genciz.

 

Alnımız hiçbir fesat ocağında kararmamış, elimiz hiçbir harama uzanmamış. Üzerimize menfaat balçığından bir zerre çamur sıçramamıştır. Ruhumuzu, kalbimizi bütün safiyet ve samimiyetimizle açıyoruz. Onunla ağlayıp onunla güleceğiz. Onunla yaşayıp onunla öleceğiz. Nereden, ne zaman, nasıl gelirse gelsin. Her türlü kötülükle amansız bir şekilde mücadele edeceğiz. Bu yolda yardan değil, serden bile geçmeye hazırız. Ölmek var, dönmek yok!!

 

Allah'tan başka kimseden korkmuyoruz. Bizler münkir değiliz. Biz Tanrıdağı kadar Türk, Hıradağı(Cebel-i Nur) kadar müslümanız.

 

Bütün gayemiz küçük Asya insanının, o bilinmez, o görünmez, bir avuç toprak kadar mütevazi, fakat o kadar manalı ruhunu anlamak, "Bu topraklar için toprağa düşenlerin" çocuklarını bu topraklar üzerinde mes'ut ve bahdiyar görmektir.

 

İstanbul muhitinde yetişenler, suyun öte tarafından gelenler kadim Anadolu sekenesinin ruhunu bir türlü anlayamadılar, anlamadılar, onunla oynadılar. Onun yüzsuyu hürmetine şanlar, şerefler kazandılar. Fakat ondan, o sessiz varlıktan daima ayrı kaldılar. Kendi isteklerini milli istekler gibi gösterdiler. Milletle aralarındaki uçurumu siyaset icabı nutuklarla, sözle, edebiyatla doldurmaya çalıştılar. Köylü diliyle konuşmaya yeltendikleri, Türkçecilik yaptıkları halde ne millet onları anladı; ne onlar milleti... Çünkü bu adamlar milleti içten, gönülden aşkla sevmediler. Milli davalar diye ortaya atılan davalar milletle zerre kadar alakası olmayan kendi, şahsi davaları idi. Bu, milletin kadim müesseselerinin yıkılması, mukaddeslerinin ayaklar altında çiğnenmesi, namuslu adamlarının susturulmasına muvaffak oldu. Bu kıtaller, bu cinayetler, hep inkılap diye diye yapıldı. Bugün meçhul şehidin kemikleri üzerinde yükselen soğuk beton binalar ve bu binalar içinde işlenen günahlar, zinalar Anadolu ruhunu derinden derine şiddetle sarsıyor. Varlığından, dayandığı, inandığı, ezeli ve ebedi kıymetlerinden, kuvvetlerinden uzaklaştırılan millet, şimdi şerha şerha yaralıdır; kaybettiği büyük imanını arıyor. Bizim en büyük gayemiz, milletimize imanını, haklarını iade etmek, mukaddeslerini gasıplarını elinden kurtarmaktır. Serdengeçti işte bu gaye ile çıkıyor.

 

Soyuna, köküne, vatanına bağlı Milliyetçi Türk Gençliği iş delalet ve ihanetlere olduğu kadar, dış tehlikelere karşı da manevi seferberliği tamdır. Herkes şunu bilsin ki dostlarımız kadar düşmanlarımızın da peşindeyiz. Biz, bir zamanlar üç kıta ve yedi denize hükmeden, güngörmüş bir ırkın gözü tok çocuklarıyız.

 

Aç gözlüler, Anadolu'da hak iddiasına kalkışan profesör bozuntuları eğilsinler tarihe bir daha baksınlar. Biz Malazgirt'ten bu yana topraklar için kaç nesli birden harcamışız.

 

Biz yalnız memleketler değil, beldeler, kıt'alar, iklimler terk ettik, çok geriledik, altık çekilmek yok!.. Elimizde kalan bu topraklar, son parçamız, son damlamızdır.Son nefer, son nefes ve son damla kanımıza kadar savaşacağız. Yeryüzünde müstakil tek Türk Milleti, tek Türk Devleti'yiz. "Mete"den Milli Mücadele'de can veren son şehide kadar büyük tarihin mesuliyetini omuzlarımızda taşıyoruz.

 

"İstiklalimize kastedecek düşmanlar dünyada görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler" ; "Düşman kavi, tali, zebun" olabilir; her şey olabilir. Olmayacak, olamayacak bir şey var! Türk Milleti esir olamaz, zebun olamaz! Ya istiklal, ya ölüm!.. Parolamız budur!..

 

Mart 1946 Ankara

 

Mabetsiz Şehir'den

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah gani gani rahmet eylesin!

 

Bir alimin ölümü bir alemin ölümü gibiymiş.

 

İnşallah onların ektiği tohumlar can bulur yeni filizlerle yeni serdengeçtiler bu toprakta hayat bulur.O ve onun gibilerin bütün arzusu da bu olsa gerek.

Share this post


Link to post
Share on other sites

'İstanbul muhitinde yetişenler,... kadim Anadolu sekenesinin ruhunu bir türlü anlayamadılar, anlamadılar, onunla oynadılar.'

 

Zahiri manasına kesinlikle katılamayacağım. Üstad da asil bir İstanbul beyefendisidir, unutulmasın. Bu ifadeyle başlayan paragrafın zahiri manasının altında yatan keskin ve daha da önemlisi, genelleyici tespiti kabul edebilmek mümkün değil. Biraz sağduyu, biraz gözlem kabiliyeti, biraz irfan zaviyeli tefekkür ile herşey anlaşılabilir. İstanbul'un, özellikle bu yazı kaleme alındıktan sonra yaşadığı değişimi, yani Anadolu'nun renklerini daha fazla taşımaya başlayan bir hal almasını görmezden gelsek bile, bu mübarek şehrin istidat sahibi insanları hep vardı, hala var, var olmaya devam edecek. Olanca şehirliliği içerisinde bir Anadolulu kalbi taşıyabilen, dışıyla ve üslubuyla tam bir İstanbul'lu olup yüreğiyle bir Orta Anadolu insanının hassasiyetlerini tezatsız bir biçimde yaşayabilen İstanbul'luların varlığını reddetmek büyük bir haksızlık olur. Farklı kelimelerle, aynı Anadolu hissiyatını ifade edebilen insanların varlığı bir problem değildir, zira Anadolululuğu (ne lan bu lululuğu :rolleyes: ) maddî (materyalist) değil de ruhî bir pencereden temaşa edersek, kullanılan kelimelerin harf dizilişinin değil, zihinlerde yaşayan mananın ve insan tabiatında yer alan, kelimeler üstü hissiyatların birleştiriciliğinin daha önemli olduğunu takdir ederiz. Fakat burada asıl kastedilenin, İstanbul çevresinde yetişen ve dönemin matbuatını, Babıali'sini elinde tutan çeyrek entelektüeller olduğu kanaatindeyim ben. Yani merhum burada halka tepeden ve küçümseyici bir nazarla bakan 'aydın'ları ve sosyete takımını kastetmiş olmalı. Fakat yine de bu cümleyi ve devamında gelen paragrafı daha temiz bir biçimde oluştursaydı keşke...

 

Bu arada, yeri gelmişken yazmamak olmaz. Son nüktesini vefaatiyle yapan merhuma Allah rahmet eylesin. Aramızdan ayrılışının 24. sene-i devriyesinde, onun gibi keskin ve isabetli bir kalemin özlemini öyle çok hissediyoruz ki... Bugünkü hüznümüzün sebebi budur. Evet.

Share this post


Link to post
Share on other sites

serdengeçti abi Rabbimden sana sonsuz rahmet ve mağfiret....................

senin gibilerden çok lazım memlekete......................

 

Üstadımızın yakın değerli dava arkadaşlarından, keskin kalem asil insan serdengeçti abinin vefat yıldönümünde sevgi ve rahmetle anıyorum kendilerini.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hak ve Halk Düşmanlarına Karşı Gerçek Bir Fedaî Aydın:

Osman Yüksel Serdengeçti

Av. Harun Yüksel

1056.jpg

Osman Yüksel Sedengeçti 1917’de Akseki’de doğdu-10 Kasım 1983’te İstanbul’da Hakk’ın rahmetine kavuştu.

 

 

Asıl adı Osman Zeki Yüksel’ dır. Kendi Çıkardığı Serdengeçti mecmuasında Osman Yüksel Sedengeçti imzasıyla yazılar yazdığından bu müstear ismiyle tanındı. Hakkında yazılan bir biyografi de şöyle tanıtılıyor:

Aralarında Ahmet Hamdı Akseki, eski müftülerden Hacı Salih Efendi’nin de bulunduğu alimler yetiştirmiş bir aileye mensuptur. İlkokulu Akseki’de, ortaokulu yatılı öğrenci olarak Antalya’da okudu. Ankara’da Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra girdiği Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 2. Sınıf öğrencisi iken Mayıs 1944’te meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimi yarıda kaldı. Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş’le birlikte bir süre tutuklu kaldı. Serbest bırakılınca fakülteye başvurarak öğrenimine devam etmek istediyse de kendisine izin verilmedi. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’ e hitaben “Yüksek makamın alçak vekiline” sözleriyle başlayan bir dilekçe yazdı. Dilekçe’yi bakana verme cesaretini kimse bulamadı, Osman Yüksel yeniden hapishaneye gönderildi.

Hapisten çıkınca ünlü Serdengeçti dergisini çıkarmaya başladı. Pek çok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazıları sebebiyle hakkında çok sayıda dava açıldı ve sık sık tutuklanıp serbest bırakıldı.

Başlığının altında “Allah, Vatan, Millet Yolunda” ibaresi de i yer alan dergideki yazılarında sık sık kullandığı “Açın kapıları Osman geliyor” sözü yeni tutuklanmalara hazır olduğunu bildiriyordu.

Kendisine Serdengeçti unvanını kazandıran bu dergi, sık sık kapanması ve çıkan yazılarından dolayı çok sayıda mahkumiyet kararı çıkması sebebiyle yaklaşık 20 yılda (1947-Şubat 1962) 33 sayı çıkabilmişti.

 

Tek parti yönetiminin İslâmiyet ve müslümanlar üzerindeki ağır baskılarını protesto eden aydınların önde gelenlerin arasında yer alan Osman Yüksel sn. Mehmet Ateşoğlu şu doğru tespiti yapıyor: “Kalemini Hak yolunda bir kılınç gibi kullandı, bu nedenle de Anadolu’da efsanevi bir kahraman gibi tanındı.”

1952 yılında Bağrı Yanık isimli bir mizah gazetesi çıkardı. Başlığı altında “Hak yolunda bağrı yanık yolcular” ibaresi de yer alan bu yayınında da inancının mücadelesini zengin esprilerle yüklü tenkidlerle sürdürdü.

Bir ara politikaya atıldı, Adalet Partisi listesinden Antalya milletvekili seçilerek, parlamentoda görev yaptı (1965-1969). Batılılaşmayı protesto için meclise kıravatsız olarak girdi ve “iç tüzükte milletvekillerinin kravat takma mecburiyeti var” diyenlere, pantolonunun kemer bölümüne taktığı kravatı göstererek, “Evet var, ben de taktım işte. İç tüzükte bu meret ille de boyuna yular gibi takılacak demiyor ki”. Cebaıyla halkın hislerine bir kere daha tercüman oldu. Ama bu Hak ve halk düşmanı gazeteleri ayağa kaldırdı. Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinin yürüttüğü linç kampanyası sonucu; bu eylemi ve kendi Partisinin politikası ve parti ileri gelenlerine yönelttiği eleştiriler yüzünden AP’den ihraç edildi.

Sonraki yıllarda mücadelesine yine yayınladığı yazı ve kitaplarla devem etti. Son olarak Yeni İstanbul gazetesinde “Selam” başlığı altında günlük fıkralar yazdı.

 

Eserleri: Mabetsiz Şehir, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Bu Millet Neden Ağlar, Gülünç Hakikatlar, Ayasofya Davası, Türklüğün Perişan Hali, Mevlana ve Mehmet Akif, Kara Kitap, Radyo Konuşmaları, Müslüman Çocuğun Şiir Kitabı.

***

Gazi Karabulut Onunla ilgili şu bilgileri veriyor:

Osman Yüksel Serdengeçti milletvekili seçilince Hüseyin Üzmez’e “Ben oraları bilmem , gel beraber gidelim.” Demiş. Meclisin girişindeki dönerli kapıdan önce Hüseyin Üzmez geçmiş, bir müddet ilerlemiş, lakin arkasından ayak sesi gelmediğini hissedince dönüp bakmış ki; döner kapı ile birlikte Osman Yüksel de dönüp duruyor.

 

Tutup kolundan çekerek kapıdan kurtarmış. Abi hayrola ne dönüp duruyorsun?” dediğinde aldığı cevap meclisin duvarına yazılacak kadar veciz:

 

-Sorma Hüseyinciğim, döneklik meclisin kapısında başladı. Allah içerde bize yardım etsin.

 

Bir Serdengeçti klasiği daha:

 

Osman Yüksel milletvekili olduğu dönemlerde bir mesele ile alakalı meclis kürsüsünde konuşurken CHP milletvekilleri sıra kapaklarına vurarak protesto eder ve konuşmasını engellemeye çalışırlar. Bunun üzerine Osman Yüksel SERDENGEÇTİ” Bu meclisin yarısı hıyar.”deyip kürsüden iner. Bunun üzerine CHP’li vekiller meclisin şahs-ı manevisine hakaret söz konusudur. Lütfen sözünü geri al, diye itirazda bulunurlar. Bunun üzerine Serdengeçti yeniden kürsüye gelip şöyle der:

 

-Tamam sözümü geri alıyorum. Bu meclisin yarısı hıyar değil.

 

Ya şuna ne dersiniz?

 

AP milletvekili olduğu dönemde Süleyman Demirel sık sık “Osman Yüksel varken Muhalefete ne gerek var.” Dermiş hatta hiç kravat takmadığı için sitem eder, oturumlara katılmasını istirham edermiş. Serdengeçti de kravatsız milletin vekili olduğunu beyan edermiş, bir defa kravat takmış onda da boynunu değil uçkurunu kullanmış. Boş işler dediği bir oturumda gübre meselesi konuşuluyormuş. Demirel meselenin çözümünü milletvekillerine sormuş. Herkes bir şeyler söylemiş. En son Serdengeçti söz isteyince herkes hayret ve ilgiyle ona doğru dönmüş, işte Serdengeçti’nin çözümü:

 

Sayın genel başkan bu işin çözümü çok kolay. Şu ön sıralarda oturan yiyip de çıkarmayan vekilleri tarlalarda şöyle bir dolandırıp def-i hacet yaptırın gübre meselesi hallolur.

 

Osman Yüksel Serdengeçti’ye “Senin hastalığının adı ne?”diye sormuşlar. O da; “Vallahi araba markası gibi bir şey . insanın benim de bir parkinsonum olsa diyesi geliyor.”demiş.

 

Hastalandığı zaman kendini ziyarete gelen Alparslan Türkeş’e “Bak Türkeş, senin en sadık müridin benim, sen “Ey Türk titre ve kendine dön.” Dedin. Ben de titremeye başladım.”demiş.

 

Hey koca Serdengeçti hey! Parkinson hastalığına yakalandığı zaman, ”Kalk be ne yatıyorsun?” diyenlere “Bir zamanlar dünyayı karıştırıyordum, şimdi çayımı bile karıştıramıyorum.” Diyor ve en büyük esprisini 10 Kasım’da hayata gözlerini yumarak yapıyor.

 

4 yıl mebus 10 yıl hapis yatan, “Allah’sıza, vatansıza, bayraksıza karşı SERDENGEÇTİ” dergisini çıkaran; her çıkardığı sayıdan sonra “Nasıl olsa tutuklayacaklar.” Deyip emniyete giden ve her gittiğinde de hakikaten tutuklanan; hapse giderken de “AÇIN KAPILARI OSMAN YÜKSEL GELİYOR.” Diyen Serdengeçtilere, dalkavukluğun, iki yüzlülüğün, menfaatperestliğin ayyukaya çıktığı günümüzde ne de çok ihtiyacımız var.

 

***

O, Müslüman Türk milliyetçilerine fikirleri, mücadelesi ve şahsiyetiyle bayrak olmuş, öncülerdendir. Bir ara MHP Genel Yönetim Kurulu üyeliği de yaptı. Ancak daima Hak ve halkın yanındaki tavizsiz duruşu ve doğruları her ortamda söyleme cesareti sebebiyle orada da kalamadı.

Nihal Atsız ve yandaşlarının, “Türk Milliyetçi Hareketi”nin faşist-Şamanist bir temele oturtulması planını engelleyerek müslüman karakterini muhafaza etmesini sağlayan üç büyük isimden biridir ( Diğer ikisi:Merhum üstad Necip Fazıl Kısakürek ve merhum Seyyid Ahmed Arvasî’dir. Ülkücü Hareket ve MHP bu üç isme çok şey borçludur.)

***

Üstad’ın vefatından sonra yazdığı “DAVA ARKADAŞIM “ başlıklı yazısında şöyle demişti:

”Bu yazıyı kaleme alan arkadaş bana sordu. “Ne ile nasıl başlıyalım” ona dedim ki: Başlangıcımız da Necip Fazıl sonumuz da Necip Fazıl. Çünkü Necip Fazıl’la kimse mukayese edilemez ve Necip Fazıl kimseye benzemeyen bir adam idi. Şerik kabul etmezdi. Kendisiyle uzun bir arkadaşlığımız var. Bu arkadaşlık alelade düz bir arkadaşlık değildir. İnişli çıkışlı bir arkadaşlıktı. Çünkü NecipFazıl farklı adamdı. Ne onun yükseldiği yere yükselebilirdiniz ne düştüğü yere düşebilirsiniz. Sonuna kadar zirve, sonuna kadar derinlik... Necip Fazıl ol kişidir ki hakkında kolay kolay karar verilmez. İnsanı hükümsüz bırakır. Necip Fazıl noktasız, virgülsüz bir adamdı. Ne dur bilirdi ne durak. Ondaki hayata hükmetmek hırsı sonsuzdu. Ölürken dahi yaşıyorum diye sesini yükseltecek bir adamdır. Mağlubiyeti asla kabul etmezdi. Bir gün treni kaçırmış, öfkeli öfkeli gar’dan dönüyormuş. Ne o üstad treni mi kaçırdın? demişler. Hayır demiş kovdum gitti. Necip Fazıl böyle bir adamdı. (..) Allah rahmet eyleye...

Bir şiirinde ise şöyle haykırıyordu:

BİR KAHRAMAN BEKLİYORUZ

 

Kal'a gibi dik başın bulutlara yarışsın,

Dalga dalga saçların rüzgârlara karışsın!

 

Adını nakşedelim, eski-kadim surlara

Sesini haykıralım asırlardan asırlara...

 

Savletinden titresin yeniden doğu, batı,

Ve kurulsun Allah'ın ebedî saltanatı...

 

Ufukları kaplasın bayraklarımız al, al,

Göklerle zaferimizi çizsin vahşi bir kartal!. .

 

Kahramanlar büyüsün masalda dev misali,

Eğilsin öpsün gökler canım nazlı hilâli...

 

Ordularım yeniden Tuna'ya akın etsin!

Bir Yıldırım çıksın da uzağı yakın etsin

 

Selâm dursun karşısında bütün şerefler, şanlar!

Namını tebcil etsin, yıldızlar kehkeşanlar...

 

İçimde hiç sönmeyen bir fetih sevdâsı var.

Yavuz gibi diyorum: Bu dünya insana dar!

 

Bir sadâ duymak için sahralara düşeyim.

Helâl olsun bu yolda, varım yoğum herşeyim!

 

Volkan gibi lav atmış, ne susmuş ne sönmüşüm.

Ben bu imân uğruna çılgınlara dönmüşüm.

 

Bir deha bekliyoruz, gençliğe mihrap olsun,

Ruhları tutuşturan bir ateş mihrak olsun.

 

Sinesinde birleşsin sağa sola sapanlar,

Kahrolsun Hak dururken zorbalara tapanlar!

 

Çık nerdesin zuhur et! Biz seni bekliyoruz.

Yıllardır yollarında yorgun emekliyoruz...

 

Musa ol! Hakk'a yüksel! Tecelli et de Tûra.

Zulmet yıkılsın gitsin! Cihan garkolsun nûra!

 

İstiyorum yeniden bir hilkat istiyorum,

Ne hayal, ne kuruntu hakikat istiyorum.

 

Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum!..

***

O’nunla ilgili minik bir hatıra: İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun Üstad Necip Fazıl Kısakürek’le buluşmasından sonra, zaman zaman Büyük Doğu Yayınevine uğrar ve hizmetkârlık etmeye çalışırdık. O günlerden birinde Yayınevi’nin kapısı çalındı. Beyaz saçlı, yaşlı bir zat selâm verdi ve Üstad’ın yayınevinde olup olmadığını sordu. Üstad Yayınevindeydi. “Kim görüşmek istiyor diyelim, efendim” dedik... “Osman Yüksel Serdengeçti” dedi.. Haber verdik... Üstad Ayağa kalktı ve “Vaaaay Osman!” diyerek kucakladı. Kendisine karşı çok mültefit ve sevgi doluydu... Bir süre sohbet ettiler... Merhum Osman Yüksel Serdengeçti çok hastaydı, zor yürüyordu. Parkinson illetine tutulmuş, sürekli titriyordu. Bu haline rağmen Üstad’ın hasta olduğu haberini duyunca ziyaretine gelmişti. Hasta olmadığını görünce çok sevindi. Kendi hastalığıyla ilgili ise şu hoş espriyi yaptı: “ Yahu, Başbuğ ‘Bize Titre ve kendine dön’ dedi ya, ben o vakitten beri titriyorum ama bir türlü kendime dönemedim!...”

Bu onu ilk ve son görüşüm oldu. Allah rahmet etsin...

Vefatının yıldönümünde kendisini minnet ve şükran hisleriyle yadediyoruz.

 

Baran Dergisi'nden

 

 

Kaynak: http://siradisi.e-politica.com/viewtopic.php?p=2635#2635

Share this post


Link to post
Share on other sites

Rasih Yılmaz'ın, Toros Yüzlü Adam adını taşıyan ve Osman Yüksel hakkında kaleme aldığı biyografisinden hoş bir parçayı iktibas ediyorum. Burada anlatılan hareketi de, daha sonra bu hareket hakkında sahip olduğu fikri de takdire şayandır rahmetlinin benim nazarımda.

 

Sabahattin Ali'ye Tokat!

 

Kısa boyuna ve zayıf vücuduna rağmen, oldukça güçlü kuvvetli bir portre çiziyordu Toros Yüzlü Genç. Kafası, sürekli ülkede gelişen son olaylarla meşguldü. Oturdukları umumi salonda, arkadaşları yoğun bir biçimde Nihal Atsız-Sabahattin Ali davasını tartışıyorlardı. Konuşmalardaki hararet, bazen öfkeyle harman oluyor; tarafların birbirlerinin suratına attıkları şamar gibi şaklıyordu. Osman Zeki, ara sıra tartışmaların içerisine girse de, bu havadan çok çabuk sıyrılıyor; tekrar iç dünyasındaki dalgalanmalara dönüyordu. Neden sonra, arkadaşlarının bulunduğu yönde bir uğultunun yükseldiğini farketti. Çevik bir hareketle ayağa fırladı, o yöne doğru yürüdü; belki de günlerdir ülke gündemini meşgul eden bir davanın davacısı olarak mahkeme salonlarına girip çıkan şahıs, tam karşısındaydı. Arkadaşlarıyla tartışan ve kendilerine hakaret eden bu kişi, Sabahattin Ali'den başkası değildi. Basının da desteğiyle günlerdir yağ gibi suyun üzerine çıkmaya çalışan bu adam, şimdi de aynı şeyi arkadaşlarına karşı yapmaya çalışıyordu.

 

İlk önce anlattıklarının yalan yanlış şeyler olduğunu söyleyerek başladı sözlerine; sesi titriyordu. Ancak adam alternatif tezler üretmekten ziyade hakaret dozunu artırıyor; karşısındaki gençleri ağır bir biçimde tahrik ediyordu. Ellerinin titrediğini hissetti; beyni zonkluyor, şakaklarındaki damarlar patlayacakmış gibi oluyordu. Sonunda dayanamadı; aniden yerinden fırladı ve Sabahattin Ali'nin suratına bir tokat patlattı. Tokadı yiyen Sabahattin Ali, bir anda sendeledi ve şaşkın şaşkın salonun kapısından çıktı Çıkarken de her zaman yaptığı gibi birçok tehdit savurdu ve kendisine tokat atan genci mahkemelerde süründüreceğini söyledi.

 

Sabahattin Ali söylediğini yapmış, genci mahkemeye vermişti. Gelen tebligatın ardından mahkeme kapısına giden Toros Yüzlü Genç, hakim önüne çıkması için mübaşir tarafından isminin bağıra bağıra okunduğunu farketti: 'Osman Zeki Yüksel'

 

Henüz üniversite talebesi olan Osman Zeki'nin namının Türk milliyetçilerinin arasında duyulmaya başlamasına sebep olan bu dava sonucunda, genç adam 12.5 liraya mahkum olur. Fakat yaptığı işin örnek alınacak bir davranış olmadığını anlatmak için, geçen zaman içerisinde elinden gelen tüm hassasiyeti gösterecektir. Çünkü Osman Zeki'yi gerçek manada tanıyanlar, onun fikre karşı fikirle mücadele edilmesi gerektiğini defalarca söylediğine şahit olmuşlardır. Yıllarca avukatlığını yapan Süleyman Arif Emre, bu konuda başından geçen bir anıyı şöyle anlatır:

 

"Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi, komünist yetiştiren bir merkez haline gelmişti. Oradan yetişenlerin çoğu, liselerde öğretmen oluyordu. Henüz ateş bacayı sarmadan bu akım durdurulmalıydı. Bir yıl içerisinde komünistliğe kayanların sayısı 15 ila 20 arasında değişiyordu. Biz talebe olarak ne yapabilirdik? Bu konu, milliyetçi arkadaşlar arasında enine boyuna müzâkere edildi. Bazıları komünistleri dövelim, göz açtırmayalım dediler. Ancak buna ilk Osman Zeki karşı çıktı: 'Hayır; fikre karşı kaba kuvvet, bizim yapacağımız iş olamaz. Böyle bir teşebbüse girişenler, kendi fikirlerinin zaaflarını peşinen kabul etmişler demektir. Onlarla fikir ve kânun yollarıyla mücadele etmeliyiz' dedi."

 

Yukarıda anlattığımız tokatlama hadisesi, aslında 3 Mayıs 1944 Türkçülük olayının ikinci günü meydana gelmiş bir vakadır. ... ...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...