Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
BDG

Manzara

Recommended Posts

MANZARA (Moskof'a adım adım...)

Kara Mustafa'nın Viyana bozgunu derecesinde bir hezimeti, bilemem, tarih kaydetmis midir? Nereden gelip nereye gittiğimizi ve birdenbire neye heves edip ne hale döndüğümüzü göstermesi bakımından, bu bozgunu, verdiği ibret dersi ölçüsüyle, en parlak zaferlerimizle bir tutmalıyız

Kralları (Jan Sobyeski)nin arkasında, kuvvetli süvari ordulariyle, gözü kapalı, durmadan ve düsünmeden Kara Mustafa'nın çapulcu, kopuk, bağlantısız ve içinden yıkık sürüleri üzerine saldıran Lehliler, Türk ordusunun yerinde, kâğıttan yapılmıs palalı bıyıklı mankenlerden baska bir sey bulunmadığını gördüler ve ilk vurusta Osmanlı ordusunu paramparça ettiler. Lehlilerin yürüyüsü sırasında bütün ümit Kırımdan gelen tatarlardayken, (Sobyeski)yi Tuna önünde tutma vazifesi tatarlara verilmisken, onlar da ceplerini ve heybelerini tasınamayacak kadar malla doldurmus, yerlerinden kımıldamamıslar, otsuzluğu bahane etmisler, «atlarımıza tas mı yedirelim?»diye haykırmaya baslamıslar, kendilerine katılan levendlerle beraber, âdeta düsmana «buyur!» etmislerdi. En nazik anda, Kara Mustafa'nın karsısına çıkan Tatar Haniyle Büyük Vezir arasındaki su konusmaya bakın :

— Nerede askerlerin?..

— Sultanım; biz sana «Tatarlar iyice doydu, artık bunlardan hayr kalmadı, üzerimize gelen kâfirler kalabalıktır, en iyisi toplan çekip buralardan serefimizle gitmektir.) demedik mi?.. Yüzbirlerin ordusu, bütün hazırlıklarını ve seref unsuru harp malzemelerini atarak topyekûn kaçıyor. Kara Mustafa'nın çevresinde, dîvan zabitleri ve hizmetçilerinden baska birkaç bin piyade ve atlı... Kara Mustafa da, heybetli kavuğu üzerinden basını döverek ve siyah sakalını gözyaslariyle ıslatarak kaçmakta... Nihayet o da muhtesem otağını bırakıp eski bir tarihçinin «çapkun» diye yazdığı, çapkın, yani oynak ve hızlı bir at üstünde, felâket meydanını arkada bırakıp savustu, gitti. Yollar; cenup, sark ve cenup sarkı istikametinde Belgrad, Budin ve Edirne'ye doğru yılankavi uzanan yollar... Bu yollar cins at ölüleri, sırmalı eyerler, altun islemeli sancaklar, kırık top arabaları, tunç namlular, ipekli çadırlar ve otağlar, halılar, seccadeler, kavuklar ve sorguçlarla dolu. Herkesin, her seyini, bütün maddî esyasiyle beraber olancak mânevi kıymetlerini atıp, cebindeki altunlan ve sefil cesedini korumaya baktığı des-tanlık ibret manzarası...

Lehistan kralı. Kara Mustafa'nın çadırına girmis, sırma örtülü bir masaya çökmüs, sevgilisi Mariyetta'ya yazıyor:

«— Muazzez ruhum; artık bana, Tatar kadınlarının harpten elleri bos dönen kocalarına dedikleri gibi (sen canavar değilsin! Bana bir sey getirmedin!) diyemeyeceksin! Sadrâzamın çadırındaki debdebe tasvirin dısında... Ganimeti saymakla bitiremem. Bir elmaslı kemer, iki elmaslı saat, dört bes kıymettar bıçak, bes yakutlu elmaslı ve safirli tirkas, sırmalı yorganlar, nefis halılar binlerce ufak tefek esya, gayet kıymetli kürkler...» Sadrâzamın çadırında hamam, bahçe, fıskiye ve hattâ bir papağana bile rastladığını söyleyen Kral, kazandığı zaferin dağ gibi ganimetleri önünde gözlerine inanamamaktadır. Esir düsüp sonradan hatıralarını kaydeden bir Türk'e de Lehliler söyle demisler :

«— Size ne oldu ki, bu hale geldiniz! Halbuki biz Viyana önlerine gelip sizin ordugâhınızı görünce manzaranızdan dehsete düsmüs ve dönmeyi düsünmeye baslamıstık. Eğer kaçmaya hazırlandığınız haberini almasaydık saldıramazdık!» Peygamber Sancağı bile, birkaç serdengeçti mümin sayesinde ancak ve zorla kurtarılabilmis, bir zamanlar «Allah ismini yüceltme» dâvasının, içi iman ve ahlâk dolu kahramanı yeniçeri, simdi kaçarken altunlarını almak için birbirini boğazlayan bir senaat unsuru haline geldiğini göstermistir. Bu korkunç zemin, iste Moskof'a açılan giris kapısı... Böyleyken çocuk Çar Deli Petro'nun sahsında saskın saskın hadiselere bakan Moskof, henüz Türk yumruğu altından sıyrılabilmis değil...

Share this post


Link to post
Share on other sites

şuan bu eseri okumaktayım bende...gerçekten kitabı okurken sinirlenmemek elde değil...koskoca imparatorluğu kendi şahsi menfaatleri uğruna uçurumlara sürükleyen softa sadrazamları ve ceylan peşinde at koşturmaktan başka birşey bilmeyen padişahları okudukça 13 günde sina çölünü aşan Yavuz Sultan Selim'İ hatırlıyorum ve nereden nereye diyorum...

Yeniçeri ocaklarının o melun hallerini okudukça seferlerde dallardan meyve alıp yerine para koyan yeniçeriyi hatırlıyorum...

Moskof tehlikesini göre göre bir evliya çelebi görmüş...

Share this post


Link to post
Share on other sites

ah ah insanın içinin cız ettiği bir durum ne kadar yansakta yakılsakta küçük insanlara başa gele gele küçüle küçüle bu hallere geldik. şimdi ise daha vahim durumlara düşmemek için çırpınıyoruz... üstadın gençliğe hitabesindeki gibi son dönemdede türkü madde planında kurtardıktan sonra ruh planında helak edici bir sistem geldi..... çürüye çürüye ne hallere geldik sen bize acı ya rabb

Share this post


Link to post
Share on other sites

×
×
  • Create New...