Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mehmet

Çocuk

Recommended Posts

Gözlerinden pırıl pırıl zekâ ve hayatiyet fışkıran sefil ve sahipsiz çocuk, çizdiği bedbahtlık tablosu olarak, kendi cinsinin zengini ve sahabetlisinden farklı değildir. Birinin lime lime mintanı ve kirli yüzü, öbürünün ipek gömleği ve çitelenmiş suratına nisbetle bir felâket tablosu arzetmez. Bu gibi sahipsiz çocukları toplayacak giydirecek, süsleyecek her hangi bir teşkilât kurulabilir. Böyle yapmakla mesele halledilmiş olmaz; belki dâvanın üzerine büsbütün aldatıcı ve avundurucu bir örtü çekilmiş olur.

Gözlerinden pırıl pırıl zekâ ve hayatiyet fışkıran bu çocuğun, maddesi değil, ruhu haraptır. Bu haraplıkta da, onu, süfli ve sahipsiziyle, zengin ve sahabetlisi, tam bir iştirak halindedir.

Fransız şairi (Bodler) kendisi için:

"- Ben annemle babamın nefret yemişiyim!"

Der.

Biz de, çocuklarımızı, nuru çekilmiş ve karanlığı katmerlenmiş bir hayatın ıstırap meyvesi olarak meydana getiriyor; ve onları, lüks apartmanlarda, köprü altlarında başı boş bırakıyoruz. Onların, gece bir mezbelede kıvrılmış uyuyanından ziyade, ipek yorganın altında büzülmüş yatanına acısak daha yerinde olur. Zira birinin felâketi maddesine aksetmiş, öbürününkiyse gizli kalmıştır. Açık maraz, gizlisine nisbetle şifaya bir çığır daha yakındır.

Dünyada bana dokunan en acıklı şey, çocuk ağlaması... Çocuk ağlarken kendimi bütün katılık ve nefsaniyetlerimden temizlenmiş hissederim. İçimde yağan merhamet yağmuru, nefsimin buz dağlarını o türlü eritir ki, bu duyguyu sistemlendirmek mümkün olsa, bütün insanlıkta her fenalığa mâni, yepyeni bir iklim açılabileceğine inanasım gelir.

Asırlık ruhî çöküş tablomuz karşısında, bana öyle geliyor ki, vatanın milyonlarca çocuğu bir ağızdan ağlamaktadır. Bana öyle geliyor ki, asıl ipek yorganlar altında büzülmüş yatan çocuklardır ki, bir anda yorganını atıp ayağa kalkıyor, hıçkıra hıçkıra annesine ve babasına sesleniyor; nihayet onların, kulüpten, bardan veya sinamadan, ancak basit bir yatakhane kıymetini verdikleri evlerine dönüşlerinde avaz avaz haykırıyor.

- Beni bu dünyaya niçin getirdiniz? Ben neye hazırlanıyor, niçin büyütülüyorum? Bana, yaşanmaya değer hayat hakkında ne öğrettiniz?

Her çocuğun hal lisanından bu kelimeler tütmektedir fakat annelerde ve babalarda onları duyacak kulak nerede?

Bu çocuğun mektebi yoktur. Kendisine ucuz ve bandröllü bilgi unsurları dağıtılır, fakat hiç bir ruh aşılanamaz. Bu çocuk sınıftan, kabahatin yüzde kırkı devlet ve cemiyete, yüzde otuzu anne ve babasına, yüzde yirmisi öğretmenlerine ve ancak yüzde onu kendisine ait olarak her sene döner. Kendisini bazan intihara kadar götüren bütün mesuliyeti de bizzat yüklenir.

Bu çocuğun dili olmalı da bağırmalı:

- Beni bu hale getirdikten sonra benden ne istiyorsunuz?

Bu çocuğun zengini de, sefili de, gürül gürül, yalnız hazmı ve tenassülî cihazların çalıştığı ve dimağı cihazın örümcek ağlarından kılıf giydiği korkunç bir fabrikaya benzer cemiyette, hây-ü huy içinde kaynamakta; ve bunlardan başka hiç bir örnek görmemektir.

Bu memlekette de bir sabah olursa Halûk...

Diyerek, sabahtan anladığı mânalar içinde oğlunu Protestan papazlığına kadar ulaştıran Tevfik Fikret'e karşılık, bu memlekette bir gün, sabah ile gecenin farkı anlaşılmayacak mıdır?

O zaman ilk iş, yakıcı çığlıklarla annesini ve babasını çağıran çocuğa:

- İşte yavrum; annen baban, evin, mektebin, vatanın!

Demek olacaktır.

Bugün dünyada bizden başka -komünist Rusya da dahil-çocuğuna vereceği şekilden gafil, ikinci bir cemiyet yoktur.

Hayvanlar bile yavrularını, hilkatin kendilerine iş ve faaliyet şekli içinde terbiye ve murakabe ederken, başımıza inkılâp yobazları yüzünden gelen bu hal, ne hale geldiğimizin hücceti değil de nedir?

Artık lâfta değil, evvelâ çocuğa el atacak gerçek İnkılâbı, işde beklediğimizi söylediğimizi söylemenin zamanı geçmek üzeredir.

 

Ağlama yavrum; annenle baban, bir gün döner inşallah!..

 

 

 

9.10.1959

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çocuk, anne ve babasının her hareketini, davranışını, üslubunu, konuşma biçimini, düşünme şeklini, kendini ifade ediş tarzını bir saniye olsun kaçırmadan inceleyen, ruhuna işleyen, saf ve masum haliyle bunları hiçbir süzgeçten geçirmeden, karakterinin bir parçası haline getiren, kalbinde ve ruhunda hiçbir menfilik taşımayan, istenilen kalıba dökülebilecek istidata malik olan insan yavrusu...

 

Bir çocuk, yani bir insan yetiştirmenin hakikati, bir ruha incelik kazandırmak için elzem olan iman ve hissiyat ikliminden bolca nasiplenmeyi gerekli kılmaktadır. Üstadın hususiyetle değindiği nokta olan ruhu harap olan çocuk tablosu, vücudun her cihetini tesiri altına alan bir hastalık gibi ülkenin yekûnunu ihata etmiş vaziyettedir. Dünyaya geldiğinde harap değil, mamur edilmeye temayül gösteren, müşahhasta minicik, mücerrette hudutsuz bir ruh zeminine sahip olan çocuk hangi cehdin (!) neticesinde bu hale varmaktadır? Üstaddan cevap geliyor; evvela ebeveyn, sonra mektep ve cemiyetin his ve iman fakiri, ruh muhtevasını örseleyici, ruha kabuk bağlatıcı, mukaddes emanetin şuurunu kazandırmak yerine, dünyadan öteye gidemeyen telakkilerin peşinden koşturucu zavallının zavallısı bir dünya hayatının hazırlayıcısı konumunda olmaları ilk müsebbip.

 

Asırlardır süregelen yozlaşma ve ruh kökünden kopma hastalığı – imansızlık, ruh için en öldürücü hastalıktır – ne yazık ki en hassas ruha sahip olan çocuklar üzerinde tesirini gösteriyor. İşlenmeye hazır bir altın külçesi kadar mahir ellerin ihtiyacı içerisinde kıvranan çocuk ruhu, bir kuyumcu rikkatine malik olamayan anne baba elinde heder olup gitme tehlikesiyle de karşı karşıya. Ruhuyla ilgilenilmeyen, iç dünyasına inilmeyen çocuk, bu devrin, yaşadığımız teknoloji çağının yan etkilerini en çok gören kişi durumuna düşüyor. Etrafımıza bakalım, gereksiz dizi, çizgi film, haber vs. izlemeyen, izlediği çarpıklıklar karşısında ruhu lime lime parçalanıp kanamayan, ve bu hale sadece ve sadece ebeveyninin ilgisizliği, çocuk yetiştirmekteki kabiliyetsizliği, donanımsızlığı, cahilliği, yani kısaca çocuk ruhunu imar etme ehliyetinden mahrum olan anne babası yüzünden gelen çocuk sayısı nedir? Ne vahim bir tablo!

 

Çocuğun kendilerine bir emanet olarak verildiğini bilen ve zaten yuvalarına Allah tarafından o nimet (Çocuk büyük nimettir) gönderilmeden önce fikri, zikri, ilmi, hayat tarzı ve bunların bağlı olduğu kök olan imanı daimî olarak kemale erdirmek cehdinde çevrilen bir çarka bağlı olan anne babaları münezzeh tutmak şartıyla, diyebiliriz ki; çocuk ruhu ve o ruhu şekillendirmek gayesine müteveccih yanardağ patlamasına müsavi inkılap çapında müspet bir inkişaf gerçekleşmediği müddetçe, Üstadın yazısının sonunda vurguladığı, anne babanın dönme ihtimali, uzak bir tarihe ertelenmek durumunda kalmaktadır. Anne baba neye dönecek? Öncelikle kendi ruh köklerine ve sonra, yetiştirmekle yükümlü oldukları, mahiyeti safiyet olan ruhların omuzlarına binen mesuliyet şuuruna...

Share this post


Link to post
Share on other sites

- Beni bu dünyaya niçin getirdiniz? Ben neye hazırlanıyor, niçin büyütülüyorum? Bana, yaşanmaya değer hayat hakkında ne öğrettiniz?

“Hiçbir baba evladına güzel ahlaktan daha büyük bir miras bırakmamıştır” ölçüsünü göz önüne aldığımızda maalesef ahlaki yönden iflas etmiş bir toplumda yaşadığımız hakikatiyle karşılaşıyoruz. İncir dalıyla dövülesi annelerin; Rafael Nadal’ın raketiyle kafası kırılası babaların çok afedersiniz doğurup doğurup sokağa attıkları çocukların hali korkunç. Sokağın dili… Çıkın sokağa, üç tane çocuğun aralarında konuşmalarını dinleyin; köşe başında şeytanların bile utançlarından yüzlerinin kızardığını göreceksiniz. 5 yaşından yukarısı için söylüyorum; sövmeden arka arkaya üç cümle kurabilen çok az çocuk var. Evde başlıyor bu terbiyesizlik. Baba küfrediyor, anne destek veriyor , abi değişik formüller öğretiyor, abla gülüyor, çocuk tekrar ediyor. Sokak ise öyle bir terbiye! mektebi ki bütün çocuklar koro halinde kilisede ilahi söyler gibi küfürlerden şarkılar, şarkılardan küfürler seslendiriyorlar. Anne ve babanın evlat konusunda vebali büyük. Çocuğuna verecek bir damla terbiye bile yoksa babalık gölünde, kusura bakma ama evlenme arkadaş. Hamlet’in dediği gibi : “Günahkar doğurmanın ne anlamı var.” Hakikaten acı bir durum. Geçenlerde 6 yaşlarında bir çocuğun karşımda yaptığı hareketleri size anlatsam; taşa tutar, Papua Yeni Zelanda’ya kadar kovalarsınız beni dostlar. Babası hakkında pek de hoş olmayan şeyler düşündüğüm bu çocuk; ailenin, sokağın, mektebin, bütün bir cemiyetin iflas ettiğinin en minik delillerinden biriydi. Bela okumak istemiyorum ama; çocuğunun terbiyesi konusunda en ufak bir alaka göstermeyen annelerin babaların çamaşır asarken çamaşır mandalını yanlışlıkla burunlarına sıkıştırmasını; yolda yürürken ayakkabılarının altına sakız yapışmasını temenni ediyorum.

 

Üstad, “Aman Efendim Aman” adlı harika şiirinde ne diyordu :

 

Anne çocuk doğurur,

Köpek soyundan azman.

Ya “Çırpınır” şiiri :

 

Dinle, kulağını ver de mezara

Ölüler evlattan yana çırpınır.

Nesiller arası korkunç manzara

Domuz yavrulayan ana çırpınır.

 

Bir çocuğun saldırgan bir köpekten daha tehlikeli olmaması için; az okunanlar listesinin en dibinde yer alan ahlak romanını ona iyice belletmek için çırpınmak, hakiki manada çırpınmak gerekir.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...