Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mukarrabin

Üstad'a...

Recommended Posts

Usta işi çizgiler, yanaklarında derin,

Rüya olmuş mâzinin, hüzünlü resmi gibi.

Ve alnında imzâsı, o derin çizgilerin,

Daha henüz doğmamış, bebeğin ismi gibi.

Ondan başka kim varsa, sanki herkes bahtiyar,

Bütün derdi tasayı, toplamış bir ihtiyar.

 

Gözleri geçmişine, geçmiş olana tanık,

Dinle bir çift şahidi, sana neler anlatır.

Gözlerinde o mâsum ve içindeki sanık,

Dinle sana dününü, yarını hatırlatır.

Düşer göz kapakları, bir suçlu gibi ağlar,

Her damla gözyaşında, tövbe kokar ihtiyar.

 

Eskimeyen Kitâb’ın, âyetleri okunur,

Çatlamış dudakları, aralanınca birden.

Rüzgar Karen’den eser ve rûhuma dokunur,

Ressamın adı hayat, bu tabloyu resmeden.

Kime sorsam cevap yok, nasıl akıyor yıllar,

Sorulsa: ’Ancak bir gün’, yaşadım der ihtiyar.

 

Elleri buruş buruş, sararmış yaprak gibi,

Kimisine mevsim yaz ve kimisine hazan.

Elleri vücûdundan, sanki kopacak gibi,

Ömrün sonbaharında, böyle olurmuş insan.

Benim yaşım yirmibeş, bana mevsimler bahar,

Güneş yaksa tenini, üşür titrer ihtiyar.

 

Bacakları kararsız ve adımları titrek,

’Yürüyecek yol yok!’ der, ayağındaki nasır.

Ve yok rahat bir yer ki; oturup dinlenecek,

Kuş tüyü yastık diken, bütün yataklar hasır.

Gülü tutacak olsa, eline diken batar,

Artık gülmeler uzak, ağlar durur ihtiyar.

 

Baştan ayağa bir hâl, hâlin adı düşünce,

Baksa görmez ihtiyar ve çağırılsa duymaz.

Yemek yemez, su içmez, düşünür gündüz-gece,

Uyku geride kaldı, bir ân olsun uyumaz.

Sorsalar, cevabı yok, "tasan nedir bu kadar?"

Tasaların tasası, bildim tasan ihtiyar.

 

Histen ziyâde bir his ve sankiden de öte,

Yolculuk ne de yakın, sanki yakından yakın.

Mırıldanır sessizce, ölüm kokan bir beste,

Vasiyeti nakarat, ’kabrimi derin kazın.’

Kaygı; nasıl sığılır, bu karanlık oda dar,

Ölmeden ölmek varmış, diyor gibi ihtiyar.

 

 

Ankara, Kasım 2008

 

Aman ki, aman!... Bu şiiri ancak yaşlı birisi yazabilir. Yani bu kadar gerçekçi bir şiir olmuş, efendim. Sanki 25 yaşında bir genç yaşlanmışta, gençleşmiş yine. Ruhuna afiyet...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Helal olsun gönüldaşım...

Allah razı olsun...

Yüreğine sağlık...

Vesselam...

Share this post


Link to post
Share on other sites

er yada gec su deli gönül usanip da , bacaklar titremeye baslayinca gencligin kiymetini anlayacagiz ammaaa ..

 

ammasi var iste ..!

 

is isten gecmis olmaz insallah ,hakki anip tövbe etmeye diyorum ..

 

ve siir harika olmus emeklerinize saglik kardesim ..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şems'in Âh'ı

 

Omuzlarında tabut, hüzünlü bir topluluk,

Yas tutmada eş ve dost, ağlamakta bir çocuk.

 

Omuzlar üstündeki, ne hâldedir kim bilir,

Ağlayıp inleyeni, nereden bilebilir.

 

Geldi dünyanın sonu, koptu işte kıyâmet,

Ölecekti ya bir gün, öldü işte nihayet.

 

Keşke, der gibi ölü, keşke Îsâ dirilse,

İlâhî nefesiyle, beni son kez diriltse.

 

Sorulsa bir ölüye, şu dünya mı kabir mi?

Cevabı ne olurdu, sır mı yoksa zâhir mi?

 

Ebedî yaşatalım, bu cihansa derdiniz,

Böyle denilse idi, peki siz ne derdiniz?

 

Elbette yaşayalım, hiç ölmeyecek gibi,

Görünürse görünsün, aman dünyanın dibi.

 

Kafaların gözünden, böyle görünür elbet,

Karanlık bir çukurdur, biraz sonra âkıbet.

 

Duyar konuşmaz biri, kimi görür bilemez,

Aklı olan, der kimi, şu ölümü dilemez.

 

Ve derinlerde saklı, bir iştiyâk cân bulur,

Merâsimi izleyen, Şems?in âh?ı duyulur.

 

Âh!... Keşke beyazlara, bürünen ben olsaydım.

Şu adamın yerine, tabuta ben dolsaydım.

 

Gel çık işin içinden, ne tür bir arzudur bu,

Kim açar, kimler okur, şu rûhânî mektubu.

 

Garip!... Kim bir ölünün, yerinde olmak ister?

Yükselir çevresinden, hayret arzeden sesler.

 

Asıl şaşılacak iş, hayret ehlinin işi,

Hayret ki; hakîkate, uzak kalmış bir kişi.

 

Mâdem ölümden sonra, o beklenen vuslat var,

Nasıl istemez seven, bekler durur iken yâr.

 

 

Ankara, Şubat 2008

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dâvet

 

Bu yol ikiye dar, (ben) için hayâl,

Eliyle kendine kıyanlar gelsin.

Yerinde kalsın baş, gövde ve mafsal,

Bu râha rûhunu, koyanlar gelsin.

 

Gül açtı, gün doğdu, buyurdu lâle,

Bir bakın güneşe, yıldıza, çöle,

İster sultan olsun, isterse köle,

Mânâyı maddeden, soyanlar gelsin.

 

Vardan öte bir var, bu yolda gâye,

Varlıkta yok olmak, ne güzel pâye,

Duyduğun ne masal, ne de hikâye,

Fenâyı sevenler, sayanlar gelsin.

 

Örtüler altında, gündüz ve gece,

Göklerin üstünde, hep hece hece,

Dilden de ziyâde, kalb ile nice,

Cismini ismiyle, yuyanlar gelsin.

 

Yok bir tek yabancı, birdir cümlesi,

Herkesin ezelden, ayrı hissesi,

"Belâ" diye O'na, ulaşan sesi,

Tâ bezmi elestten, duyanlar gelsin.

 

Bu yolda maksûdu, bulamaz akıl,

Korkar da ummana, dalamaz akıl,

Şu sırrı kabına, alamaz akıl,

Mecnûnun aklına, uyanlar gelsin.

 

Ne var ne yok perde, engel her bir şey,

Zaman ile sâki ve sunduğu mey,

Dinle!... Bak ne diyor, sırra sırdaş ney;

Ondan, bundan, şundan, üryanlar gelsin.

 

 

 

Ankara, Aralık 2008

Share this post


Link to post
Share on other sites

ALLAH ALLAH BU NE DAVET BU NE MÜKEMMELLİK YARABBİM.......

SÖYLEYİN ÇABUK SÖYLEYİN BU MÜKEMMEL ŞİİRİN SAHİBİ KİMDİR

O BÜYÜĞÜ TANIYAYIM,SARILAYIM ZERRESİNE

KAVUŞUP İLHAMINA BENDE O HARMANINDA EREYİM

 

SÖYLEYİN ALLAH AŞKINA SÖYLEYİN

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ateşten Gömlek

 

Leylâ; büyük imtihan, ya diriliş ya îdam,

İlâhî ferman Leylâ, Leylâ; ağır imtihan.

Ya üfleyene bir yol, ya kat kat perde endam,

Kolay mı ölmek mecnûn, Mecnûn!... Sabır, imtihan.

Leylâ; büyük imtihan, ya diriliş ya îdam...

 

Ya örtüler çekilir, ya açılır kapılar,

Şöhret ile şehvetin, kanat sesi duyulur.

Bir avuçluk âlemde, akıl almaz sancılar,

Kimileri kör olur, kimileri yol bulur.

Ya örtüler çekilir, ya açılır kapılar...

 

Yıldızlarda ziyafet, etten sofrada açlık,

Vuslat; ebedî azab, firkat; hakîki nimet.

Neşe üstüne neşe, çığlık üstüne çığlık,

Perde arkası doyum , düşse perde; sefâlet.

Yıldızlarda ziyafet, etten sofrada açlık...

 

Arzu; ateşten gömlek, ya cennet ya cehennem,

Bir çıkmaz sokak Arzu, Arzu; yokluğun başı.

Ya kor ya ay parçası, ya hastalık ya merhem,

Ölüm boyu güzellik, ömür boyu gözyaşı.

Arzu; ateşten gömlek, ya cennet ya cehennem...

 

Ya aydınlanır gözler, ya sineler kararır,

Dudaktan isyan akar, kalbden kalbe füyuzat.

Diz çökülür huzurda, rûh; gül gibi sararır,

Bakarsın onca gürûh, satılır haraç mezat.

Ya aydınlanır gözler, ya sineler kararır...

 

Ölenler kavuşur bir, ölü gezer diriler,

Bir damla, binbir belâ, gülmek; uzak ihtimal.

Akıllılar zevk, sefâ, bayram eder deliler,

Nasıl sağ kalır bir er, varlık sırrına hamal.

Ölenler kavuşur bir, ölü gezer diriler...

 

Betül; dönüm noktası, ya şehadet ya inkâr,

Benim meselem betül, betül; benim misâlim.

Ya sonu gelmez zarar, ya bitip tükenmez kâr,

Ona mâlum bilinmez, çözülmez şu sır hâlim.

Betül; dönüm noktası, ya şehadet ya inkâr...

 

Ya Mecnûn'un Leylâ'sı, ya belâsı başımın,

Bir Leylâ ki; bin yıllık, ömrün ânlık kazancı.

Zâhirdeki sebebi, gözümdeki yaşımın,

Bir belâ ki; zamandan, kayıtsız büyük sancı.

Ya Mecnûn'un Leylâ'sı, ya belâsı başımın...

 

Gözlerinde bir ışık, güneş sönse ne çıkar,

Bu ışık Züleyha?nın, gözlerindeki ışık.

Bir düşürsem içime, dağılır karanlıklar,

Bir düşsem gözlerine, yalnız şöyle bir ânlık.

Gözlerinde bir ışık, güneş sönse ne çıkar...

 

Şirin; vâroluş sırrı, ya kölelik ya kulluk,

Herşeyden tatlı Şirin, Şirin; zehirden bir aş.

Ya maddelerde varlık, ya mânâlarda yokluk,

Her iki âlemdede, akıl almaz bir telaş.

Şirin; vâroluş sırrı, ya kölelik ya kulluk...

 

Ya varlığa ihanet, ya yokluğa bir seyir,

Ve gönüllerde düğüm ve akın akın ölüm.

İstersen eğ başını, istersen arşa değdir,

Marifet; atabilmek, şu kalblere kördüğüm,

Ya varlığa ihanet, ya yokluğa bir seyir...

 

Dağ yamacında müjde, tepesinde intihar,

Sevmek; neden ve nasıl, işte kadîm mesele.

Adam gibi sevmeli, sevilecekse zinhar,

İşte aşkın aslına, ermede ki vesile.

Dağ yamacında müjde, tepesinde intihar...

 

Aslı; kabûl durağı, ya merhaba ya vedâ,

Az biraz hisse Aslı, Aslı; yangın öncesi.

Ya karınca kararı, ya habersiz elvedâ,

Bilenesi bilmece, dervişin bilmecesi.

Aslı; kabûl durağı, ya merhaba ya vedâ...

 

Ya irşâdın başıdır, ya hakîkatin sonu,

Katrede boğulanlar, ummana nasıl dalar.

Budur; henüz meclisin, kapısında ilk konu,

Nihâyetinde verilir, hayat pahası karar.

Ya irşâdın başıdır, ya hakîkatin sonu...

 

Yananlar sefer eder, yanan anlar seferi,

Bir cadde ki; ateşten, cehennem görse donar.

Her adımda bin yangın, işte rûhun zaferi,

Yandıkça yürür kişi ve yürüdükçe kanar.

Yananlar sefer eder, yanan anlar seferi...

 

 

Ankara, Ocak 2009

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

Ölenler kavuşur bir, ölü gezer diriler,

Bir damla, binbir belâ, gülmek; uzak ihtimal.

Akıllılar zevk, sefâ, bayram eder deliler,

Nasıl sağ kalır bir er, varlık sırrına hamal.

Ölenler kavuşur bir, ölü gezer diriler...

 

Ankara, Ocak 2009

 

Şiir çok güzel olmuş, ellerine yüreğine sağlık. En çok beyendiğim yeride burası oldu. Tekrar sağolasın :pc:

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kapı Aralık

 

Oğul babaya düşman, ana kızına dargın,

Suratlar asık...

Akrabalar yabancı, karşı komşuda yangın,

Hissiyat ânlık...

Merhamet uzaklarda, af ve mağfiret sürgün,

Affeden sanık...

Mazlumlar zâlim başı, zâlimler mazlum bugün,

Sayısız tanık...

İnsanlar öfke seli, yüzden düşen bin parça,

Çehreler; çatık...

İsim sorana dayak, hatır sorana fırça,

Selam; ağırlık...

Akılsızlar akıllı, akıllımız zır deli,

Ölçü dünyalık...

Düşmanlar el üstünde, göz hapsindedir velî,

Mesut münâfık...

Mânadan uzak insan, maddeperest ahâli,

Kafalar kırık...

Yoktur biraz düşünen, şu; bir acâib hâli,

Akıllar kaçık...

Merak batıya dâir, doğu çoktan eskimiş,

Ne iş; çılgınlık...

Eskilerde gözyaşı, dillerinde serzeniş,

Zor iş; yalnızlık...

Yirmidört saat gece, nerde güneşi gören,

Nerde aydınlık...

Yıldızlar kayıplarda, ay nûrsuz, sorma neden?

Her yer karanlık...

Terâziler hileli, uzaklarda adâlet,

Hesap karışık...

Ceza; güçlüye yasak, zayıflara müebbet,

Berat mezarlık...

Esirler her yerde kral, efendi kimse köle,

Yok ki; uyanık...

Yaklaştıkça en sona, artar, eksilmez çile,

Heyhat!... İnsanlık!...

Fiyatlar tavanlarda, hakîkat sudan ucuz,

Rûhlar satılık...

Etraf suyla çevrili, insan ölüyor susuz,

Deniz bulanık...

Göklerle yer bir olmuş, âlem daralmış gibi,

Gökyüzü basık...

Cüce devler dört yanda, güyâ savaş gâlibi,

Delice çığlık...

Medeniyet nâmına, medeniler harcanır,

Elbette yazık...

Yakındır, batının da, bir gün tahtı sallanır,

Devrilir kayık...

Perdeler garîb, mahzun, köşe başında küfür,

Sineler açık...

İdrâk yabancı lafız, can çekişir tefekkür,

Düşünce çarpık...

Edebsize bol prim, küstaha alkış, tufan,

Hayâlar batık...

Bir garip devirdeyiz, zaman yaman mı yaman,

Gözyaşı katık...

Azınlıklar çok olmuş, çoğunluklar yok olmuş,

Düzen karmaşık...

Hesap içre hesaplar, dostluklar unutulmuş,

Düşman barışık...

Yüzlerde binbir maske, çirkin dünya güzeli,

Yok ki tanıdık...

Kulluktan habersizin, kulakları küpeli,

Sözde çağdaşlık...

Güneş dünyaya küskün, yıldızlar göçer gider.

Uzakta ışık...

Elinde kibrit çöpü, nûra sırtını döner,

Korkuya lâyık...

Sevgili ağlar durur, sevilende zevk-sefâ,

Gönüller kaçık...

Aldatmak mârifettir ve deliliktir vefâ,

Vefâkar alık!...

Kaptan prangalanmış, dümen başında çoban,

Gemimiz yatık...

Domuz eti raflarda, kedi, köpekten kurban,

Bulunmaz azık...

İt başköşede, evler; hayvanâtın bahçesi,

Ocak samanlık...

Fakir ağlar kenarda, yazık, çıkmaz da sesi,

Şöyle birazcık...

Alkışlanır arsızlar, edebliler yuhlanır,

Terbiye saçık...

Ciddiyetten uzağı, yolda herkesler tanır,

Çoğunluk cıvık...

Saflık çoktan kaybolmuş ve sâfiyet buruşmuş,

Çocuk yılışık...

Aşk dahi kirletilmiş, rezillik aşk sunulmuş,

Aşık sırnaşık...

Kavuşmalar birer film, planları acemi.

Hani ayrılık...

Çeşit çeşit duygular, muhabbeti, özlemi,

Sözde doğallık...

Çirkinden yana zengin, güzelden yana fakir,

Genel dağarcık...

Uzaya evler kurmuş, hemen kaçacak zâhir,

Âlem daracık...

Tâcir işin erbabı, iflas etse de yapar,

Râb?la pazarlık...

Hergün bir başka Râbbe, başka İlâh?a tapar,

Görme tuhaflık...

Kelle başı üç kuruş, özürler para ile,

Aydın kirâlık...

Biraz düşünüversen, nasıl düştük bu hâle,

Çöker fenâlık...

Tasa; belâsız ömür, dertsiz tasasız hayat,

Mahzun adamlık...

Keyfeder ehli hevâ, ağlar dertzede zevât,

Adam idamlık...

Ukba uzak bir hâyal, bütün kaygı bu dünya,

Hayır ahmaklık...

Bu devirde ölçü bu, öyle gerekmiş güyâ,

Yaşa hodkâmlık...

"Hey insanlar!... Dinleyin!... Yarın ölüm-hesap var!..."

Diyen dayaklık...

"Gün bugündür azizim!... Hem bak yarına kadar!..."

Lafı alkışlık...

İman; garîb emanet, yol bulmada tek rehber;

İz bilmez mantık...

Şu yaşadıklarımız, çok önceden bir haber,

Muhbiri sâdık...

İnsan olan ağlamış, hem de yüksek perdeden,

Sineler yanık...

Yokluk epey sevinmiş, yarınları görmeden,

Utanmış varlık...

Herşeye rağmen ümit; yine varolmuş, neden;

Kapı aralık...

 

 

Ankara, 2008

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadça.

Üstadane.

Üstadvari.

 

Her yol aynı kapı.

Her kapı aynı bahçe.

Her bahçe aynı saray...

 

Şiirlerinizi beğeni ile okuyorum.

Devam, hep devam...

 

Bu arada sizden küçük bir ricam, şiirlerinizi tek başlık altında toplarsanız, tarafımızca, şiirlerinize ulaşmak daha kolay olacaktır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tezat

 

 

 

Bir gâye,

Ölmemek.

Ve pâye,

Hep gülmek.

 

Haydi at!...

Durma yat!...

 

Korkular,

Devamlı.

Korkaklar,

Evhamlı.

 

Bir ses; pat!...

Öldü zât!...

 

Göstersem,

İnanmaz.

Gel desem,

Yaklaşmaz.

 

İşte hat!...

Ve heyhât!...

 

Yaşayan,

Ölüler.

Yaşamdan,

Bihaber.

 

Bir hayat!...

Ne bayat!...

 

Bu kızmak?

Ne, niye?

Al!... Tokmak,

Vur diye!...

 

Durma, çat!...

Öldü lat!...

 

Duamız:

"Ölüm yok!..."

Rabbımız,

Birden çok.

 

Ve memat!...

Hakikat!...

 

Hep kaçmak,

O sondan.

Ve kaçmak,

Hep O'ndan.

 

Bir tezat!...

Şah ve mat!...

 

 

Ankara, Ekim 2008

Share this post


Link to post
Share on other sites

Oldu

 

Bu geceye ererken,

Akşam saçını yoldu.

Ufuk kabre girerken,

Şehrin güneşi soldu.

 

Kin yumağı; siyahın

Dostu kara kediler.

Seherinde sabahın,

Neler neler dediler...

 

Neyin nesi bu kadar,

Uzayıp giden gündüz?

Neden herkes bahtiyar,

Niçin geceler öksüz?...

 

Ve bir suâl içinde,

Mânâ, mânâyı buldu.

Garip bir hâl içinde,

Günün vâdesi doldu.

 

Kaynayan sokaklardan,

Sessiz sedasız haber:

Cinler, sizindir mekan,

Evsizlerle beraber.

 

Ne Aliden bir cevap,

Ne de aç ve çıplaktan.

Ve yeryüzünde esvap,

Akşam akşam uzaktan.

 

Bu alemin çarkında,

Yelkovanlar hep yoldu.

Akrepler de farkında,

Bugün de olan oldu.

 

Ankara, 21 Haziran 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vedâ

 

Ufukta kızıllık, batmakta güneş,

Ruhum misali kan kesilmiş ufuk.

Her vedâ, her vedâ bir ölüme eş.

Ayrılık diyemem, belki bir yokluk.

 

Gün yine doğacak, doğacak elbet,

Şimdi tan vaktini haydi hayal et,

Gördün mü düşünde, doğdu nihayet,

Benim için dönüş, ölmüş bir çocuk.

 

Vedâlar, vedâlar, alnımda yazı,

Her gelen vedâya o günden razı

Olduğumdan beri, ruhumda sızı,

Yolculuk, yolculuk, sonsuz yolculuk.

 

Ankara, Ekim 2008

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ten Kafesi

 

 

 

Bir kafes; toprak gibi, ten renginde bir kafes,

Ruhum boğulur gibi, esir edilmiş nefes.

 

Bu nefes ki; ruhumun, ruhumun nefesidir,

Nefesimi kesen şey, nefsimin hevesidir.

 

Bir varmış ve bir yokmuş, bir masal değil; heves,

Büyük kafes içinde, heves adında kümes.

 

Bilmezler de bu kümes, kimlerin kümesidir,

Aşağıdan aşağı, kimsenin kodesidir.

 

Özgürlük!... Ne özgürlük!... Alın apaçık kodes,

Nefs için böyle kodes, hint kumaşından metres.

 

Aldanan; aldatanın, zavallı metresidir,

Bakılsın bir varlığa, varlığın enfesidir.

 

Bir kafes ki; ne kafes, hükümlüsüne enfes,

Herkes esir içinde, sesten habersiz herkes.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ne kadar basarili siirler bunlar böyle ..ustada siradan yazmamissiniz belliki..

 

masallah ruhuna afiyet kardesim .

Share this post


Link to post
Share on other sites

Var(mış)!

 

Evvelce, eskimeyen hatıraları varmış,

Eskimez yenilerin hatırında kalmayan.

Adam, işitmediği bir çocuğa ağlarmış,

Saklı olana yakın yollarda ayan-beyan.

 

Gönüllere düşen şey yükselirmiş Allaha,

Herkesin çifti küfür, bir tek bir işi varmış.

İnsanlar; korka korka uzanırken sabaha,

Taş dolu yataklarda gurultular duyarmış.

 

Uykusuz gelip geçen geceleri hep yârmış,

Yananlarmış her sabah güneşi uyandıran.

Yalan bilmez, yanlışa uzak doğrular varmış,

Ve güzeller!... Yakını tebessümle kandıran.

 

Bir gayretle bezeli kemerler bellerinde,

Dudaklarda bir damla su ile yaşarlarmış.

Bugün ateş içinde savrulan küllerinde;

Hatır hatır hatırda kalanlarımız varmış.

 

Ankara, Haziran 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...