Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Beylerbeyi

Emre AkÖz

Recommended Posts

Boğaziçi'nin demokrat kültürüne veda töreni

 

Bugün (13 Mayıs) Boğaziçi Üniversitesi'nde bir tören var. Prof.

Dr. Türkan Saylan'a 'Fahri Doktora' unvanı verilecek.

Tören, Fazıl Say konseri ile devam edecek.

BÜ Rektörü Prof. Dr. Kadri Özçaldıran, bu kararın Eğitim Fakültesi ve Mühendislik Fakültesi'nin önerisiyle üniversite senatosu tarafından alındığını davetiyede özellikle belirtmiş.

 

***

 

Boğaziçi, yakın zamana dek demokratik ve liberal değerlerin hâkim olduğu bir üniversite olarak tanınıyordu.

Mayıs 2005'te 'Osmanlı Ermenileri' başlıklı konferans Boğaziçi'nde yapılacağı zaman, başta Adalet Bakanı Cemil Çiçek olmak üzere, her partiden milliyetçiler/ ulusalcılar (mesela CHP'den Şükrü Elekdağ, AKP'den Ramazan Toprak) ayağa kalkmıştı.

Çiçek, "Bu olay Türk milletini arkadan hançerlemektir" derken, bugün Ergenekon davasından tutuklu olan Veli Küçük ve şürekası da (Kemal Kerinçsiz, Oktay Yıldırım, Muzaffer Tekin, Mehmet Zekeriya Öztürk) durumdan vazife çıkarmayı ihmal etmemişti.

Sonunda konferans ertelendi. Ancak bizim üniversitenin demokrat-liberal kurum kültürü bir kere daha tescillenmiş oldu.

 

***

 

Ve geldik bugüne.

Artık herkes biliyor ki 2007'deki cumhuriyet mitinglerinin perde arkasında Ergenekoncular vardı.

Onlara hevesle yardım edenlerin başında ise Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan geliyordu.

Türkan Saylan aynı zamanda, hem demokrasiye, hem de Anayasa Mahkemesi'ne müdahale eden 27 Nisan (2007) elektronik muhtırasının destekçisidir.

Türkan Saylan'ın, hardcore Ergenekonculardan farkı, 28 Şubat (1997) türü, tanksız-topsuz bir darbeden yana olmasıdır.

O zihniyetin sanat alanındaki temsilcilerinden biri de Fazıl Say'dır. Mesela bir yargı darbesiyle yüzde 47 almış iktidar partisi kapatılsaydı, sevinçle bir 'Düşükler Senfonisi' besteleyebilirdi.

Velhasıl BÜ Rektörü Kadri Özçaldıran ve arkadaşları, adeta bir 'paket program' hazırlamışlar: Önce Saylan, sonra Say...

Bari Süleyman Demirel'i de çağırsalardı. Fazıl Say'a alkış tutanları işaret ederek, 'İşte çağdaş Türkiye' der, onlar da yıllarca küçümsedikleri Demirel'e karşı sıcak hislerle dolardı.

Hatta Şener Eruygur'u da davet edebilirler, o da Bağdat Caddesi'nde dolaşmak yerine 'eğitime katkıda' bulunurdu.

Görevi sırasında illere göre irtica karnesi hazırlatan Eruygur'un teşrifi, Rektör Özçaldıran'a da moral destek olurdu.

Çünkü rektörlükteki ilk icraatı türbanlılara karşı tedbirler almak olan "özgürlükçü 68 Kuşağı" temsilcisi Özçaldıran, her kesimden öğrencinin protestosuna uğramıştı.

 

***

 

Kıssadan hisse çıkarırsak...

Birinci Ders: Demokratikleşme hep ileriye dönük bir hareket değildir. Hele Türkiye'de!

Bizdeki ilerleme, en iyi ihtimalle, mehter takımının yürüyüşüne benzer: İki adım ileri, bir adım geri.

Bazen durum daha da kötüleşir: Bir adım ileri, iki adım geri.

İkinci Ders: Türkiye'de kişilerin görünüşüne ya da uzmanlığına bakarak, siyasi fikirlerini anlayamazsınız.

Çünkü ilişki çoğu kez tersine işler: Kişi bir Batılıya ne kadar benziyorsa, o derece demokrasi karşıtı bir otoriter rejim heveslisidir.

 

kaynak :http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2009/05/13/bogazicinin_demokrat_kulturune_veda_toreni

Share this post


Link to post
Share on other sites

VAMPİRLERE LAF ANLATILABİLİR Mİ?

 

Baştan bellidir: Her 10 Kasım'da, medyanın tabiriyle, Atatürk'ü 'özlemle' anarız. Anmak gayet normal tabii... Hiç itirazım yok. Ama iş "özlem" faslına geldi mi... Orada durup düşünmek gerek.

 

Neyi özlüyorsun?

 

Niye özlüyorsun?

 

Gündemin güneşten de sıcak konusu, Kürt Sorunu. Örneğin bu konuda Atatürk dönemini özlüyor musun?

 

Valla ben hiç ama hiç özlemiyorum.

 

Sebebini anlatayım mı?

 

***

 

Liseyi bitirdiğimde sadece 1925'teki Şeyh Sait İsyanı'nı biliyordum. O da 'Kürt İsyanı'ndan ziyade, yabancı devletlerin kışkırtmasıyla harekete geçen 'şeriatçıların isyanı' gibi öğretilmişti. Yeşil bayraklar filan...

 

Üniversitede sosyoloji okudum ama kimse Kürt Sorunu'ndan söz etmedi.

 

Ne zaman PKK saldırıları başladı, o vakit işin rengi değişti. Sadece ben değil, bütün arkadaşlarım allak bullak oldu. Cehaletimizi biraz olsun kırmak için okumaya başladık.

 

Baktık ki olay bambaşka:

 

Ağrı İsyanı var; yıl 1930...

 

Dersim İsyanı var; yıl 1937...

 

"Dünyanın ilk kadın savaş pilotu" diye övündüğümüz Sabiha Gökçen'in, kadın-yaşlıçocuk demeden köylere bomba attığını öğrendik mesela.

 

Meğer bunlar büyük isyanlarmış.

 

O dönemde, irili ufaklı, toplam 16 isyan meydana gelmiş.

 

Bunları öğrenince, aldı beni bir düşünce.

 

***

 

Yaşadığım büyük hayal kırıklığını biraz olsun hayal edin lütfen:

 

İlkokuldan beri Atatürk döneminin ne kadar şahane olduğu öğretilmiş. Okuldaki ders yetmemiş, bir posta da evde dinlemişim... Gazete, radyo ve TV'de de aynı şey anlatılmış.

 

Derken Atatürk döneminde, Türkiye'nin neredeyse yarısının, sürekli savaş halinde olduğunu öğreniyorum.

 

İnanılır gibi değil!

 

Adeta filmlerdeki o ünlü repliğin tam tersi bir durum: "Senin annen bir melek değildi yavrum."

 

Böylece Atatürk dönemindeki 16 isyanın ne anlama geldiğini kavrıyorum: Kötü yönetim!

 

Belli işte: 1938'e kadar Türkiye çok kötü yönetilmiş. Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan İnönü ve GK Başkanı Fevzi Çakmak, Kürt Sorunu'nu 'çözmeye' değil, 'yok etmeye' çalışmışlar.

 

Peki, başarmışlar mı?

 

Başaramadıkları apaçık.

 

Bütün bunları öğrendikten sonra ben Atatürk'ü nasıl özleyeyim? Onun dönemine nasıl 'Altın Çağ' diyeyim?

 

***

 

Geldik bugüne...

 

25 yıldır süren bir kirli savaş: 40 bin can gitmiş. En az 300 milyar dolar harcanmış. Sakatlıklar ve manevi kayıplar cabası...

 

Ama Meclis'ten inanılmaz bağırtılar yükseliyor:

 

CHP 'çözülmesin' diyor.

 

MHP 'çözülmesin' diyor.

 

Çeyrek asırdır süren acılardan hiç mi ders alınmaz yahu?

 

TSK önderliğindeki 'yok etme' stratejisinin başarısız olduğunu kabullenmek bu kadar mı zor Allah aşkına?

 

Olmadı işte.

 

Atatürk döneminde de olmadı, şimdi de olmadı. Bir de barışçıl çözümü denesek, ne kaybederiz?

 

Fransa ile Almanya yüzyıllarca savaştı. Birbirlerini doğrayıp durdular. İnanılmaz acılar çekildi.

 

Ama şimdi Avrupa Birliği'nin başat ülkeleri olarak işbirliği yapıyorlar.

 

Komşu olup da birbiriyle kapışmamış kaç devlet, millet ya da halk, grup var şu dünyada?

 

Akan kana bir yerde son vermek gerek. Sadece kan değil elbette... Öç duygularını da bastırmak şart!

 

Bendeki saflığa bakın ki vampirlere laf anlatmaya çalışıyorum.

 

Sabah / Emre AKÖZ

Share this post


Link to post
Share on other sites

yazı güzel hemde çok güzel

bu tip yazılara yorum yazmak pek adetim değildir

lakin;

şunu merak ettim ki,

bu arkadaş bukadar şeyi nerden öğrenmiş

m.kemal döneminin iyi değilde kötü olduğunu anlatan o kadar çok eser günümüz türkiyesinde nereden tedarik etmiş

malum bu tip yazılar hem çok azdır hemde bulunması ve ulaşılması çileli ve sıkıntılıdır

herşeyden ziyade bukadar çaba gerektiren bir işi yaptığı için takdir etmek gerkir bu arkadaşı

 

son olarak

yazarımız Emre AKÖZE'e ve burada okumamıza vele olan kardeşimiz "BEYLERBEYİ"ne teşekkür etmek istiyorum

 

saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...