Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Hâcegân

Yabancılardan Ata'mıza Çelişkili İfadeler...

Recommended Posts

Şahıs eleştrisi başkadır, zihniyet eleştirisi başka... Şahıs eleştirisine elbette karşıyım.

Ama ben Mostar kardeşime sormak istiyorum: Sana eğitim hayatın boyunca gösterilen bir tarih anlayışını, öne sürdüğün bu mantık yapısıyla görmezden gelmiş olmuyor musun? Yok eğer buradaki yanlışlıkları veya aklıma yatmayan kısımları araştırırım diyorsan, e biz ne yapıyoruz? Biz de onu yapıyoruz.

TBMM arşivinin hepsi açıklanmasa da, açıklananlar bile başlı başına araştırılmaya davet eden belgeler.

Mesela Bursa'nın Yunan işgaline uğraması esnasında mecliste cereyan eden konuşmalar, arşivlerde vardır. Bursa'nın işgalini kabullendirmeye dönük konuşmalar oldu orada. Daha sonra cepheye giden meclis komisyon üyeleri, araştırmalarında yetkili komutanların ihmalkar davrandıklarını gördüler. Bu komisyonun içinde Atatürk'te vardır. Sonra mecliste cereyan eden konuşmalarda, Atatürk tam tersi bir fikirle konuşmaya başladı. Yahu o Bursa işgalinde Yunanlıların nasipsiz komutanlarının Osman Gaziye saygısızlığı ülkede infiala yol açmıştı.

Ha bu rada o zaman Genelkurmay başkanı İsmet İnönüdür. İnönü'nün divan-ı harbe gitmesi gerektiği söyleniyordu mecliste. Niye? Bursa'nın işgalinde ihmalkarlık gösterdiklerinden.

 

''Müddei tarih ve vatandır!'' Alın size bir bilmece. Bu bilmeceyi çözse çözse Yavuzlenk çözer herhalde...

 

Her neyse... Şimdi burada şahıs leştirisi var mı?

Share this post


Link to post
Share on other sites

hacegan kardeşime cevap veriyorum :

 

 

benim karşı çıktığım konu şahıs eleştirisidir.

Share this post


Link to post
Share on other sites
hacegan kardeşime cevap veriyorum :

 

 

benim karşı çıktığım konu şahıs eleştirisidir.

 

 

Evet, seni de anlıyorum ama, ''ABDÜLHAMİD'İ ANLAMAK, HERŞEYİ ANLAMAK OLACAKTIR.''

Ya Atatürk'ü anlamak?.. Bir de hadiseye bu çepheden bakmak lazım. O halde fikirleri eleştirme var, şahısları yok, değil mi? Mesela onun içki içmesi beni ilgilendirmez.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bilmiyorum ben mi yanlış anladım ama Atatürkün şahsıne eleştiriden başka birşey görmedim ben...

 

Bu ülkenin Atatürk ün vesile olduklarından dolayı geldiği durum ortadadır amenna ama Atatürk ü eleştirmek sıradan bir arkadaşını eleştirmekten niye farklı olsun burasını anlayamıyorum .

 

Zalimi karayı akı belirlemek bana düşmez. Benim davam değil bu sonucta..Atatürk ün gercek yüzü şudur desem elime ne geçer demesem ne kaybederim. Bu açıdan bakıyorum ben olaya...İman kurtarmaksa asıl gaye, boş işlerden hele ki vebal alınabilecek durumlardan uzak durmaya gayret ediyorum...

 

Eğer ümmeti Muhammedi uyandıracak kadar ehemmiyetli birşey olsaydı Atatürk ü konusmak, ülkemizde bu ümmet için yanıp tutuşan nice Allah dostları bu konuda bir açıklama yaparlardı..Kaldı ki bu konuya zerre kadar önem verdiklerini görmedim ben mubareklerin....

 

Bak değerli kardeşim, eğer bir insanın fikirleri, yapıp ettikleri, sebep oldukları bir milletin kaderini değiştirdiyse, ve o milleti cehennemin dibine doğru sürüklüyorsa, bunu herkesin bilmeye hakkı vardır.. Ben şahsi bir eleştiri göremedim.. Belki ben yanlış görmüşümdür.. Neden arkadaşınla o şahsın arasında fark var meselesine gelince; arkadaşın ne yaparsa yapsın en fazla ya kendisini ya ailesini yada mahallesini etkiler, konumu itibariyle değişir tabii.. Ama bu şahsın yapıp ettikleri bu milleti topyekun etkilemiştir, ve diğer islam ülkelerini de ve dahi dünyayı da.. Hatta kainatın seyrini bile menfi olarak değiştirmiştir diyebilirim.. Tabii külli iradenin izniyle, çünkü zamanında çok müdahale edilmek istenmiş ama enteresan bir şekilde muvaffak olunamamış.. Ama bizim uyanış çabamız, anlama gayretimizde aynı irade dahilindedir..

 

Bir örnekle anlatayım; adamın biri senin aklını fikirleriyle çelmeye çalışıyor, türlü hilebazlıklarla sana en batıl fikirleri süsleyerek allayarak pullayarak kabul ettirmeye çalışıyor, ve senin babanda çok zeki bir adam, bu hilebazın hilesini seziyor senin tehlikede olduğunu anlıyor ve seni uyarmaya o adamın seni aldatmasına karşı korumaya çalışıyor, bu durumda o adamın yapıp ettiklerini gözler önüne serip fikirlerinin aslında nelere sebep olduğunu göstermeye çalışıyor, ta ki nasıl birine inandığını anla, mevcut durumun kritiğini yap ve kendine gel! Babanın amacı seni kurtarmak o kişiyi yermek, onun şahsına saldırmak, aşağılamak değil.. Sen bu durumda babana " ya baba bırak ne gıybet ediyorsun, ne su -i zan ehlisin " mi dersin..

 

Ortada kandırılmış uyutulmuş bir millet var sevgili kardeşim.. Ben ilkokul birinci sınıfta okuduğum bir okuma parçasından aklım karışmış bir şekilde Osmanlıyı düşmanımız ingilizleri dostumuz Atatürk'üde yegane kahramanımız sanıyordum, gerçi sanmam uzun sürmedi ama.. Hasılı epeyce şişirilmiş bir putumuz var milletçe.. Helvadan olsaydı yerdikte işe yarardı bari :D

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bak değerli kardeşim, eğer bir insanın fikirleri, yapıp ettikleri, sebep oldukları bir milletin kaderini değiştirdiyse, ve o milleti cehennemin dibine doğru sürüklüyorsa, bunu herkesin bilmeye hakkı vardır.. Ben şahsi bir eleştiri göremedim.. Belki ben yanlış görmüşümdür.. Neden arkadaşınla o şahsın arasında fark var meselesine gelince; arkadaşın ne yaparsa yapsın en fazla ya kendisini ya ailesini yada mahallesini etkiler, konumu itibariyle değişir tabii.. Ama bu şahsın yapıp ettikleri bu milleti topyekun etkilemiştir, ve diğer islam ülkelerini de ve dahi dünyayı da.. Hatta kainatın seyrini bile menfi olarak değiştirmiştir diyebilirim.. Tabii külli iradenin izniyle, çünkü zamanında çok müdahale edilmek istenmiş ama enteresan bir şekilde muvaffak olunamamış.. Ama bizim uyanış çabamız, anlama gayretimizde aynı irade dahilindedir..

 

Bir örnekle anlatayım; adamın biri senin aklını fikirleriyle çelmeye çalışıyor, türlü hilebazlıklarla sana en batıl fikirleri süsleyerek allayarak pullayarak kabul ettirmeye çalışıyor, ve senin babanda çok zeki bir adam, bu hilebazın hilesini seziyor senin tehlikede olduğunu anlıyor ve seni uyarmaya o adamın seni aldatmasına karşı korumaya çalışıyor, bu durumda o adamın yapıp ettiklerini gözler önüne serip fikirlerinin aslında nelere sebep olduğunu göstermeye çalışıyor, ta ki nasıl birine inandığını anla, mevcut durumun kritiğini yap ve kendine gel! Babanın amacı seni kurtarmak o kişiyi yermek, onun şahsına saldırmak, aşağılamak değil.. Sen bu durumda babana " ya baba bırak ne gıybet ediyorsun, ne su -i zan ehlisin " mi dersin..

 

Ortada kandırılmış uyutulmuş bir millet var sevgili kardeşim.. Ben ilkokul birinci sınıfta okuduğum bir okuma parçasından aklım karışmış bir şekilde Osmanlıyı düşmanımız ingilizleri dostumuz Atatürk'üde yegane kahramanımız sanıyordum, gerçi sanmam uzun sürmedi ama.. Hasılı epeyce şişirilmiş bir putumuz var milletçe.. Helvadan olsaydı yerdikte işe yarardı bari :D

 

 

Yahu kardeşim Komünistin özel hayatı olmaz! Şaka şaka... Vallahi şaka... Aman ha, aman ki aman! Kimseye komünist demedim. Şaka canım!..

Share this post


Link to post
Share on other sites

yani söylediklerinize katılıyorum zaten katılmamam mümkün değil

 

evet ortada yalandan ibaret olduğunu düşündüğüm bir tarih var.

 

birtakıl deliller vs ler ile bunları çürütme çabasına karşı değilim, karşı olduğum bir insanı iyi kötü tahtına oturtmaya cüret etmektir....

 

yoksa Atatürkün yaptıklarını eleştirmeye karşı olduğum falan yok...

 

ee sizde şahıs eleştirisi yapmıyormuşsunuz, öyleyse sorun yok..ben yanlış anlamışım demekki...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ayrıca bir şey dikkatinizi çekti mi?

''Atatürk, bir ulus bütün vasıtalarından yoksun bırakılsa bile, kendini kurtarıcak vasıtaları yaratabileceğini öğreten liderdir. O'nun ilk talebesi Mussoli'dir, ikinci talebesi benim.'' Adolf Hitler (Alman Devlet Başkanı)

 

''Atatürk"ün askerlik tarafına hayret etmiyorum. Her meslekte deha sahibi insanlar vardır, buna şaşılmaz. Fakat İsviçre Medeni Kanununu kabul etmek ve Türkiye"de yürürlüğe koymak! Bu âdeta dehanın da üstünde bir şey, hukuktan anlayan ve insan haklarına inanan biri sıfatıyla söylüyorum. İşte buna hayranım!'' Fransız Milli Meclisi Başkanı - EDOUARD HERRİOT

 

Ben bu başlığı açarken çelişkiye dikkat çekmiştim. Ama şu işaretlediğim ifadelerdeki müthiş benzerliği görüyor musunuz? Adamlar başımıza gelmişlerin resmini çekmişler sanki!..

Yahu bu adamların biri faşist, diğeri insan hakları savunucusu ve ikiside Atatürk'te kendi fikri yapılılarını görüyorlar. Öyleki öğrencisi faşist, hayranı insan hakları savunucusu... Büyük çelişki... Ya ifadedeki benzerlik? Çelişki içinde benzerlik... Desene, balık ağaca çıktı! Öyle, öyle...

Share this post


Link to post
Share on other sites
"Kötü ve iyi ağaçları meyvelerinden tanıyın.."

 

 

Mutedil kardeşim ne güzel bir noktayı paylaştın... Bu sözden sonra başka söylenecek birşey kalmıyor, lakin bu ağaç meyvelerini vermeye halen devam ediyor, geldiğimiz vaziyette bellidir...

 

Buna karşın Atatürk inandığı fikirleri gerçekten harekete geçirmiştir, bu yönüyle baktığımda takdir edemeden geçemiyorum... Üstad,Nazım Hikmet hakkında ne diyor :" Nazım,şuydu,buydu ;hususiyle Mistik şairin gözünde kungulu nir (robot),muhteşem bir ahmaktan başka bir şey değildi,ama inanmış bir insandı.Bu bakımdan bir dinsize düşebilecek kadarıyla samimiydi,Babıâli ahlakından uzaktı ; ve kendisine 'sen komünist misin?' diye soran hakime 'topuğumdan saçıma kadar !' diyebilecek derecede inancının kahramanıydı..."

 

Öyle yada böyle, fikri ne olursa olsun, Atatürk aksiyon noktasında eksik değildi... Şimdi bunu görüyorumda, kendimize o kadar kızıyorum ki, idrak edebilen anlar ki çok büyük yükümüz var, fikirden ziyade harekete geçirmek önemlidir...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sir Percy Loraine’nin 9 Nisan 1938 tarihinde İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a yolladığı raporunda Atatürk’e Türkiye ile İngiltere arasında samimi dostluk ilişkisinin kurucusu olduğu için fahri bir paye verilmesini istemesi de Loraine’nin konuyla ilgili düşüncelerinde ne kadar samimi olduğunu göstermektedir. Adı geçen raporda Loraine’nin şu ifadeleri kullanmıştır:

 

“Atatürk’ün şahsına dikkat gösterilmelidir. Dört yıl kadar önce Türk politikasına İngiliz taraftarı bir veçhe veren o’dur; “müeyyideler” devresinin getirdiği endişelere, totaliter devletlerin artmakta olan askeri kudret ve siyasi cazibesine, Batılı demokrasilerin görünürdeki zaafına rağmen, yolundan şaşmayan ve Türkiye’nin İngiltere’ye güvenini arttırmaya devam eden Odur. Diktatör devletlerden birinin yapmak istediği gibi, O’na bir filoluk savaş uçakları veya öldürücü silahlar vermeye kalkışırsak, herhalde yaraşır bir hareket yapmış olmayız. Sayın Lord, en tanınmış İngiliz üniversitelerinden biri tarafından Ona fahri bir paye verilmesi ihtimali üzerinde durmanızı rica ederim.” ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 67-68-69, Cilt: XXIII, Mart-Temmuz-Kasım 2007

 

T.C. Başbakanlık

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu

ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ

Yine aynı kaynaktan:

(...) Hitler ve Mussolini gibi adamlarla Mustafa Kemal’i aynı kategoriye sokmak büyük bir haksızlıktır. Onun davranışlarında katiyen kibirlilik yoktur. Koyduğu hedefler hayalden uzak, barışçıl ve asla diktatörlüğü özendirecek, akla getirecek şeyler değildir. Türkiye Devleti kurulduktan sonra kılıcını kınına sokmuş, mareşallik üniformasını da çıkarmıştır ve ölümüne kadar da bu böyle devam etmiştir.

 

… Eğer Atatürk bir diktatör olsaydı, Hitler ve Mussolini’nin genlerini taşıması gerekirdi ama taşımıyordu. Kendisi din karşıtı bir kişi değildi ama dinin ve hurafelerin politik hayatta etkili olmasını da kesinlikle istemiyordu. Atatürk’ün İngilizlere de karşı olduğu söylendi ama o, iki ülke arasında dostluk ilişkilerini kurabilmek için yoğun çaba harcadı. Eğer ona karşı yapılan bu suçlamalar doğru olsa idi, bugün onurlu bir Türkiye Cumhuriyeti kurulamammış olurdu”. Sir Percy Loraine, 1933 yılı sonlarında İngiliz Hükümeti’nin Ankara Büyükelçisi

 

Devam...

“Onun amacı, tükenmiş, parçalanmış, çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan Türk Ulusu’ndan türdeş bir millet yaratmak ve bu doğrultuda Türkiye’yi yeniden inşa etmekti. Yeniden yapılandırmayı gerçekleştirirken izlenmesi gereken iki önemli aşama vardı. Öncelikle Türk halkına bağımsızlığını ve egemenliğini kazandırmak, ikinci olarak da Osmanlı’dan kalan Türk kökenli olmayan vatandaşlara Türk vatandaşlarıyla eşit haklar sağlamak idi.

 

Bu hedefine ulaşabilmek için ilk önce Türk halkı için zararlı düşünceleri barındıran gelenekleri, bu geleneklerin temsilcisi kurumları yıkmaya hazırlandı ve yıktı. Atatürk’ün bu idealini anlamayarak ortadan kaldırmak isteyenlerin oluşturdukları kuvvet çok büyüktü. Saltanat ve hilafet geleneği vardı, sarayın halk üzerindeki etkisi büyüktü. Çünkü İslâm anlayışı devlet dairelerine iyice yerleştirilmişti ve bu düşüncenin sahipleri devlet dairelerinde oluşturulan dini hiyerarşinin savaşçılarıydı. Diğer taraftan Osmanlı İmparatorluğu’nu çok uluslu yapısını muhafaza edeceğine söz veren ancak bunu gerçekleştiremeyen Sultan Abdülhamit Enver, Talat ve Cavid gibi kişilerin başında yer aldığı Genç Türkler tarafından devrilmişti. Hindistan, Rusya, Çin Afrika vb.. dünyadaki tüm Müslümanları bir araya getirerek dine dayalı bir Saltanat-Hilafet kurma ideolojisine sahip olan bu Pan-İslamist dönekler; Abdülhamit yıkıldıktan sonra, bir anda Kafkasya, Türkistan vb.. dünyadaki bütün Türk soyundan gelenleri bir araya getirerek devasa bir Türk İmparatorluğu kurmayı amaçlayan Pan-Türkist ideolojinin savunucuları haline geliverdiler ve imparatorluğun kaderini Almanlara teslim ederek ve savaşta Almanya’nın yanında yer alarak askeri felaket, ekonomik iflas ve ülkenin parçalanmasına neden oldular. İşte Mustafa Kemal, eski imparatorluğun bu eski askerlerine karşı mücadele vermek mecburiyetinde kaldı.''

 

''M. Philips Price 19 Mayıs 1957 tarihinde Loraine’ne şu mektubu yazmıştır:

 

“Atatürk’ün ölüm yıldönümü nedeniyle hazırlamış olduğunuz yazıyı bana gönderdiğiniz için teşekkür ederim. Atatürk hakkında diktatör derken açıkçası bu kelime üzerinde çok düşünmüş değildim. İfade etmek istediğim, tek parti yönetiminin egemen olduğu TBMM’nin ilk günlerinde meclis hem yasama, hem de yürütme yetkilerini elinde tutuyordu. Bu devrimi gerçekleştirme maksadını güdüyordu ve lider muhalefeti engellemek için baskı uygulamak mecburiyetinde idi. Rus Devrimine şahit olduğum için bu konuda Rusya ve Türkiye arasında benzerlikler olduğuna inanıyorum. Baskı dönemi her iki ülkede de gerekli idi. Ama bununla birlikte Rusya’daki sistem katı idi çünkü devrimin felsefesi değişimi kabul etmiyordu. Ancak Türkler pratik ve faydacı bir anlayış benimseyerek bu dönemi kolaylıkla aştılar. Ve sonuçta sistemleri Batı Avrupa rejimine yakın bir hale geldi.

 

Geçen yıl kendi “Türkiye Tarihimi” yazarken 1925 yılında gerçekleşen Kürt isyanı karşısında Atatürk’ün takındığı tutum nedeniyle kafam biraz karışıktı. Bu dönemde istisnai kanunlar uygulanmıştı ve doğru dürüst bir yargılama yapılmadan çoğu kişi asıldı. Bu dönemin diktatörlük dönemi olduğunu düşünüyorum ancak bu siz Büyükelçi olarak Ankara’ya atanmadan çok önceydi. Sizin yayınınızı okudum ve kesinlikle ben de sizin gibi Atatürk’ün diktatörlük sıfatı yapıştırılarak Lenin’le aynı yere konulmasına karşıyım. Ama Cumhuriyetin kritik dönemlerinde baskıcı bir idare vardı34.

 

Bu mektuba karşılık Loraine, 23 Mayıs 1957 tarihinde M. Philips Price’a şu mektubu göndermiştir:

 

“14 Mayıs’ta size göndermiş olduğum mektuba cevap olarak 19 Mayısta bana göndermiş olduğunuz mektuba teşekkür ederim. İkimizin temelde düşünce ayrılıklarına sahip olmadığımıza inanıyorum. Atatürk, Hitler ve Mussolini ile aynı kefeye konulamaz. Bu konuyla ilgili sanki Atatürk’ü savunuyormuşum gibi görünsem de bu yanlış anlaşılmanın müsebbibi “Grey Wolf” (Bozkurt) adlı kitabının yazarından başkası değildir.

 

Bu konuyla ilgili beş yıl boyunca Ankara’da büyükelçiliğim esnasında incelemeler yaptım. Bu dönemde Mustafa Kemal’in yakın çevresini oluşturan ve İttihat ve Terakki Cemiyeti döneminden beri O’nu tanıyan bazı kişileri dinleme şansına sahip oldum. Bu kişiler de Mustafa Kemal’in Enver ve Talat’ın 1914 yılında Almanların yanında yer almasına kesinlikle karşı olduğunu belirttiler. Bu kişiler, Almanya savaşı kazansa da kaybetse de Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanacağına dair 1914 yılında Mustafa Kemal’in yapmış olduğu kehanete yürekten inanmışlardı.''

 

Evet, 1925 yılındaki isyanı birde yabancının sözlerinden okuyun...

Share this post


Link to post
Share on other sites

İngiliz kamuoyunda olduğu gibi Türk kamuoyunda da Loraine’nin Atatürk’ün içki ve poker arkadaşı olduğu kanısının hakim olduğu, Onun 21 Kasım 1958 tarihinde Muharrem Nuri Bilgi’ye yazdığı mektuptan anlaşılmaktadır. Bu mektubunda Loraine şöyle demektedir:

 

“… 6 Kasım tarihli mektubunuzun dördüncü paragrafından anladığım kadarıyla arkadaşlarınız tarafından yanlış bilgilendirilmişsiniz. Ben yalnızca Atatürk ile iki kez poker oynadım. Her iki oyun da Reza Shah Pahlavi’nin ziyareti esnasında gerçekleşti. İlki Ankara Palas Otelde; ikincisi ise The Shah tarafından Ankara büyükelçiliğinde verilen resepsiyonda idi.

 

Ankara Palas Oteldeki yemekte ben otele geldikten bir saat sonra Atatürk geldi ve salondaki herkes ayağa kalktı. Geldikten yarım saat sonra da beni yaveri aracılığı ile bir kadeh şarap içmeye davet etti. Bunun Cumhurbaşkanının konuşmak istediği şahısla iletişim kurmak için kullandığı bir yol olduğunu anlamak pek güç değildi. O gece benim konuklarım Karabük’deki Çelik işini üstlenen British Company yetkilileri ile hazinenin İhracat Kredi Bölümü temsilcileri idi. Hep beraber Atatürk’ün masasına gittik. Bize direk pek çok konuda zorlayıcı sorular yöneltti ancak biz hepsini yanıtlayabildik ve o memnun kaldı. '' Yine aynı kaynaktan...

 

Hani British yetkililerine bir şey dediğim yok ama, bunu şimdiki hükümet yapsa ne olur aceb? Bana ilginc geldi...

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Bu çalışmada Pierre Bovet’in Ege Konferansları ve Türk Eğitimine İlişkin Düşünceleri ele alınmıştır. Cumhuriyet döneminde eğitimle ilgili olarak Türkiye’ye resmî ve gayrî resmî pek çok uzman gelmiştir. Bunlardan birisi de Cenevre Jean Jacques Rousseau Enstitüsü Müdürü olan Pierre Bovet’dir.'' başlıyan yazı devam ediyor.

 

 

Bovet, ülkesine döndükten sonra Türkiye hakkında, özellikle de İzmir’deki inceleme ve konferanslarıyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“İzmir Maarif Emini Fuat Beyin daveti ile Adolphe Ferriere’den sonra, İzmir ve havalisinde bir seri konferansları vermekten ve yeni Türkiye muallimleri ile on beş günlük sıkı temastan geliyorum. Oralarda hep mecmuamızın dostlarını düşündüm. Şimdi size Türkiye’de gördüklerimi söyleyeceğim:

Gazi Mustafa Kemal adında bir şef çıktı ve Türkiye doğdu. Bir inkılâp oldu ki, eşini yalnız Japonya’da görebiliyoruz. Hatta Türk İnkılâbı, Japon İnkılâbı’ndan daha mucizevidir. Zira Türk inkılâbı, ananelerle alakasını kesmiş bir nasyonalizmdir. Türkler bir taraftan memleketlerinin hakiki sahibi olmak için (yalnız Eski Şark tarihinde görülen) ahali mübadelesini konuşurken, asırlardan beri gelen kapitülasyonları ilga ile birçok noktalarda ecnebileri pek sevmez iken; diğer taraftan; arşını atıp metreyi, kendi takvimlerini atıp Hıristiyan takvimini aldılar. İslâmî ananelerle alakalarını kestiler.

 

 

 

Kadınlara haklarını verdiler. Şapka giydiler. Arap harflerini attılar. Garbın vurmak istediği boyunduruktan kurtulmak için Garbı takip etmek; Gazi’nin Türk milletine teklif ettiği heyecanlı cehdin manası işte budur.

 

 

 

Yenileşme her sahada var: İsviçre medenî kanununun kabulü, devlet ve din işlerinin ayrılması inkılâbın kanunî cepheleri. Fes yerine şapka, inkılâbın en göze çarpan cephesi. Kendilerinin ehemmiyet verdiği en büyük şey yeni harflerin kabulüdür.

 

 

 

Zira 1929 senesi iptidaisinden beri kabul edilmiş olan yeni harfler (ki Arap harfleri ile bir şey yazmak memnudur) sayesinde halkı okutma kolaylaşmıştır. Yeni harfler Türkçe’yi tamamen fonetik bir imla sahibi yapmıştır. Fransızca-İngilizce hocalarının kulakları çınlasın.

 

 

 

Cenevreli bir kız ile evlenmiş bir Türk anlattı ki, zevcesi yirmi senedir İstanbul’da olduğu halde eski yazıyı öğrenememişti. Aynı ailede seksen yaşında bir Türk nine, yeni harfleri sevinerek öğrenmiştir. Yeni harfler, herkes tarafından büyük bir heyecanla kabul edilmiştir. Muallimlere gelince, bunlar için yepyeni bir hayat başlamıştır. Birçok çocuk kitapları tabediliyor. İngilizce’den yirmi beş kadar kitap tercüme edilmiş olup çoğu muhtelif memleketlerde çocuk hayatından bahistir. (İsviçreli “İkizler” kitabı da var). Rousseau Enstitüsünün eski talebesinden İbrahim Alaaddin (Govsa) Bey tarafından tercüme edilen “Çocuk Kalbi” zaten vardı. Alaaddin Bey, küçük larus şeklinde olan (yeni lügat )ın da başlıca müellifi erindendir. İngilizce’den tercüme edilen çocuk ansiklopedisi de var, yarısı eski harflerle, son nüshaları yeni harflerledir. Hasılı bugün Türk çocuğu ve muallimi bu nevi kitaplarca öyle menbalara malik ki bizim Fransızca’da muadili yok yani Fransız eserlerden daha zengin.

(...)Bütün ilk mektepler muhtelit. Çocuk himayesi cemiyeti reislerinden biri ile konuştum; Bu muhtelit unsurun can sıkacak hiçbir arıza tevlit etmediğini söyledi. İşte bazı Latin memleketlerinin alacağı ders. Bir kız ile bir erkeğin aynı rahleye oturması (skandal) olur diye bağırıyorlar.''

 

Yani bazı Latin memleketleri karma eğitime skandal diyorlarmış. Bizimkisi ise bir örnek o memleketlere...

 

Alın size başka bir çelişki:

 

''Kezalık milliyet terbiyesi ile enternasyonal idealin nasıl uzlaştırılacağını soruyorlardı. Dini terbiye hakkında pek çok kimselerin sualleri karşısında kalmam pek şayanı dikkatti. Anlatıldığına göre mektebi laikleştirirken Türk Cumhuriyeti din hissini kökünden söküp atmak istememiş veyahut bu his lüzumsuzdur dememiş. Muallimler dahi asla materyalist olmayıp idealizm yollan aramaktadırlar.''

 

Şimdi aynı yazıdan bir kaç satır ilerisine bakalım:

 

'Asım İsmet’in kaleme aldığı yazı şöyledir: “Profesör Bove, İzmir’e geldi. Adolf Feriyer’den sonra ikinci defadır ki, beynelmilel bir şöhreti haiz bir alim, tetkikat yapmak maksadıyla İzmir’e geliyor(...)' girişi sonrasında Asım İsmet'ten yapılana alıntı şöyle devam etmiş:

'(...)Profesör İzmir’e niçin geliyor? Cevabı gayet basittir. Bu yaz Cenevre’de elimizi sıkarken çok iyi şeyler dinlemiş ve bunları yakından görmek ihtiyacım duymuş bir mütecessis heyecan ile, “Adolf Feriyer’in neşriyatı ile Türkiye ve tahsisen İzmir mektepleri bizim için mutlaka görülmesi icap eden bir saha halini aldı. Tahakkukuna çalıştığımız yeni fikirlerin memleketinizde tatbik sahasını görmek bizi çok mütehassıs ediyor”. Sonra eliyle sakalını tutarak, “İlk fırsatın ben de Feriyer gibi İzmir’e gelmek isterim...” dedi. Bove’nin ateşli bir tecessüsle söylediği bu sözleri, biraz sonra Balkan Devletleri murahhaslarının ağızlarından biraz kıskanç bir hisle çıktığına şahit oldum. Sofya Darülfünunu profesörlerinden Bulgar pedagogu Kaçarof, bu defa Cenevre’de bizi görür görmez biraz acı bir tebessümle, “Şarkla birlikte eski terbiye sistemlerine veda ettiniz. Türkiye, alimler için, bizim memnuniyet ve gıptamızı celbeden bir tetebbu ve tetkik merkezi oluyor” dedi. Bu sözler doğru ve hakikidir. Bugünkü mekteplerimiz, beşerî zeka ve buluşun en son sistemlerinin tahakkukuna çalışan birer millî ve insanî müesseselerdir. Eski sistem, sarıkla beraber ortadan kalktı. Bugün ortada bir çocuk, onun terbiyesi içinde tabiatın çizdiği kanunlar var. Çocuğu tabiata göre yetiştirmek, pedagojinin yegane gayesidir.'

 

İmdi gelelim çelişkiye:

İşaretlediğim ifadeleri yan yana yazarsak ne olur? Çelişki... Yazalım:

 

Bugün ortada bir çocuk, onun terbiyesi içinde tabiatın çizdiği kanunlar var. Çocuğu tabiata göre yetiştirmek, pedagojinin yegane gayesidir. Anlatıldığına göre mektebi laikleştirirken Türk Cumhuriyeti din hissini kökünden söküp atmak istememiş veyahut bu his lüzumsuzdur dememiş. Muallimler dahi asla materyalist olmayıp idealizm yollan aramaktadırlar.

 

Çelişkiyi gördünüz değil mi? 'tabiatın çizdiği kanun' ne demek? Bal gibi materyalist anlayış... 'materyalist olmayıp idealizm yollan aramaktadırlar' ne demek? E boşuna dememişler. Komünistler her şeyi istismar ederler...

 

Kaynak:ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 61, Cilt: XXI, Mart 2005

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Atatürk"ün askerlik tarafına hayret etmiyorum. Her meslekte deha sahibi insanlar vardır, buna şaşılmaz. Fakat İsviçre Medeni Kanununu kabul etmek ve Türkiye"de yürürlüğe koymak! Bu âdeta dehanın da üstünde bir şey, hukuktan anlayan ve insan haklarına inanan biri sıfatıyla söylüyorum. İşte buna hayranım!'' Fransız Milli Meclisi Başkanı - EDOUARD HERRİOT

 

''Şahsiyeti, Fransızların (Lejyon donör) nişanıyla mükafatlandırılan Tanzimat Mecellesine karşılık, boyacı küpü tercüme kazanına sokulup çıkarılmış İşviçreli Türk Medeni Kanunu nedir?

Aynı kazana bir kerecik sokulup çıkarmakla elde edilen Türk Ceza Kanunu?..'' İdeolocya Örgüsü'nden... Necip Fazıl kısakürek

 

Görüyorsunuz komediyi değil mi?

 

Fransız Meclis Başkanı, yine kendilerinin şu mehur Lejyon donör nişanıyla mükafatlandırılan bizim Mecellemizi dozlu raflara atarak, Üstadın diliyle konuşursak, '...boyacı küpü tercüme kazanına sokulup çıkarılmış İşviçreli Türk Medeni Kanunu...' kabullendik diye hemen deha yaftasını yapıştırmış... Çelişki pek büyük... Fransızlar olarak hem bize has Mecelleyi mükafatlandır, hem de o Mecellenin yerine kabul edilen tercüme kanunlarını bir dehalık say... Hayret ki, ne hayret...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...