Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Muvazene

Sayıklama

Recommended Posts

SAYIKLAMA

 

Kedim, ayak ucumda büzülmüş, uyumakta;

İplik iplik sarıyor sükûtu bir yumakta,

Hırıl hırıl,

Hırıl hırıl...

Bir göz gibi süzüyor beni camlardan gece,

Dönüyor etrafımda bir sürü kambur cüce,

Fırıl fırıl,

Fırıl fırıl...

Söndürün lambaları, uzaklara gideyim;

Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim,

Pırıl pırıl,

Pırıl pırıl...

Sussun, sussun, uzakta ölümüme ağlayan;

Gencim, ölmem, arzular kanımda bir çağlayan;

Şırıl şırıl,

Şırıl şırıl...

Ne olurdu, bir kadın, elleri avucumda,

Bahsetse yaşamanın tadından başucumda,

Mırıl mırıl,

Mırıl mırıl...

 

1927

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad Necip Fazılın çok erken yaşta başlamış olduğu şiir ve sanat hayatının yekûnunu olsun, kaleme almış olduğu bir şiir veya yazı olsun, tam olarak inceleyebilmek ve anlayabilmek için, bu sanat çizgisi üzerinde Necip Fazılın ruh, fikir ve inanç cephesini derinden etkileyen hadiseleri de ele almak gerekmektedir. Bir şairin, ruhunun nirengi noktasından süzerek kaleme döktüğü duygu ve fikirleri; hayatından ve yaşadığı hadiselerden bağımsız düşünülemeyeceğine göre, Necip Fazılın Sayıklama isimli şiirini tahlil etmeden önce bu noktalara değinmemiz şiire her yönden nüfuz etmemizi sağlayacaktır.

 

Necip Fazıl, Osmanlı devletinin yıkılıp Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu bir devrin, yani bir devletin yeniden doğuşunun sancısını çektiği bir dönemin sanatçısı ve fikir adamıdır. Dünyaya gözlerini açtığında içinde bulunduğu devlet ve toplum bir kabuk ve ruh değişimi yaşamakta, asırların birikimi olan bir medeniyet ve kültürü Batıdan alınan bir telakki ile değiştirmeye çalışmaktaydı. Yani bir tarafta kökleri derinlere inen bir mâzi, diğer tarafta gelişmenin, ilerlemenin kaynağı olarak yıllardır sunulan Batı kültürü.

Necip Fazılın karakterini en çok etkileyen aile bireylerinden olan dedesi Hilmi Beyden aldığı dinî terbiye ve telkin ile birlikte, gitmiş olduğu yabancı okulların Batıya dönük sistemi arasında yapmaya başladığı tarih muhasebesi, devletimizin ve milletimizin nereden gelip nereye gittiği gibi hususlar, onun hadiseleri tahlil ve izah gücünün bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Dışa dönük olan bu tahliller, aynı zamanda kendi içine doğru da yönelmiş, kendi ruhunun, kendi çektiği ızdırapların, onun tabiriyle fikir çilesini de ortaya çıkarmıştır. Necip Fazıl için insan, kendini bulmakla memur bir varlıktır. İnsan nedir, nereden gelmiş ve nereye gitmektedir, bu dünyadaki gayesi nedir? gibi sorular etrafında kendi yaşama gayesini de aramakta, bu konular üzerinde insan zekasının da ötesinden gelen cevapları aramaktadır.

 

Necip Fazıl, 1934 yılında mürşidim dediği Seyyid Abdülhâkîm Arvasî hazretleri ile tanışınca, hayatının gayesini, zihnini delip geçen sorularının cevaplarını bulmuş; kendi kabuğundan, fildişi kulesinden inerek cemiyetin içine dalmış ve cemiyeti İslam çerçevesinde eğitmek, yoğurmak gayesiyle aksiyona geçmiştir.

Sanatın, fikrin ve insana ait her şeyin İslamî kaideler dairesinde ele alındığında hakikî güzelliğe, keyfiyete ve en üst noktaya ulaşacağının şuuruna varan Necip Fazıl, o döneminden sonra aradığını bulduğu için kendi içine dönük sanat anlayışı, cemiyetin sorunlarını ele alan bir çizgiye oturtmuştur.

Tahlilini yapacağımız Sayıklama şiiri, Necip Fazılın 1934, yani hayatının dönüm noktasından önce kaleme aldığı bir şiirdir. Bu sebepten dolayı şiirde cemiyetin içinde bulunduğu durum değil, kendi içinde bulunduğu ruh hâli ve duyguları ince bir sanat gücüyle işlemiştir.

 

Bu açıklamalardan sonra şiirin tahliline gelelim. Necip Fazıl için çevresinde yer alan her türlü varlık, ya ruh dünyasına tesir eden bir mahiyete sahiptir, yahut o varlığın hususiyetlerine işaret ederek kendi ruh hâlini anlatmak için benimsediği bir obje, bir metafordur. Şiir, uyuyan bir kedinin sükûtunu teşbih ile başlar. Hırıl hırıl sesler çıkararak huzur içinde uyuyan kedi, uyanıkken oynadığı ve enerjik bir şekilde ipliklerini çözdüğü yumağı, şimdi sükût ipleri ile yeniden sarmaktadır. Necip Fazılın burada yaptığı teşbih bize, tabiattaki her canlının hareket hâlinden sonra bir dinlenme, bir dinginlik hâline geçtiğini, kesintisiz bir hareketliliği yaşamanın mümkün olmadığı hakikatini işaret etmek istediği manâsını verebilir.

Daha sonra gelen dörtlükte ise, Necip Fazıl tam olarak içinde bulunduğu ruh hâlini tasvir etmiştir. Necip Fazılın şiirinde cüce kavramı, onun içinde bulunduğu hafakanları, ruhî sıkıntıları, fikir çilesine varan korkularını anlatmak için kullandığı bir yapıdadır kimi zaman. Bu şiirde de yer alan kambur cüce ifadesinde bu hisler işaret edilmektedir. Fırıl fırıl dönen kambur cüceler, Necip Fazılın zihnindeki soruların, kaygıların, buhranların bir nevi somutlaşmış hâlidir. Sanki kafasında cirit atan sıkıntılar maddeleşerek yeryüzüne, gözünün önüne inmiştir ve bu maddeleşme hâli de kambur cüce şeklinde kendini göstermiştir. Necip Fazıl, otobiyografik yapıya sahip eserlerinde genç yaşta çekmeye başladığı bu sıkıntılara sıklıkla değinmiştir:

Ya bir sabah kalkar da, kendimde, konuştuğum dilden tek kelime bulamıyacak olursam? -Ya hafızamı, tabiî zevklerimi, bütün insan ve eşya münasebetlerini idare eden emniyet duygumu kaybedersem? -Öldükten sonra ebedî hayat... Cennet veya Cehennemde ebediyet... Sonu olmamak? Hep var olmak, hep var olmak?.. Bu dünyadaki devam ölçüsüne göre nasıl kavranır bu iş? Akıl patlamaz da ne yapar? (1)

O devirde Necip Fazılın ruh dünyasını ve fikir cephesini meşgul eden hafakanların bir nevi temeli diyebileceğimiz bu anlatım, şiirde fırıl fırıl dönen kambur cüceler şeklinde betimlenmiştir.

 

Necip Fazıl; 100 dereceye ulaşan suyun kaynamaya başlaması gibi, bu fikirler etrafında kaynamaya, fokurdamaya başlayan beynini sükûta erdirmek, rahatlatmak istemektedir. Çünkü çok büyük bir ızdırap çekmektedir ve bu ızdırap bir zaman sonra artık dayanılamayacak bir hâl almaktadır. Şiirin üçüncü kıtasında Necip Fazılın bu ızdıraplardan kurtulmak ve sükûta kavuşmak için yapmayı istediği eylem, uzaklara gitmek yani bütün bu hafakanlı fikirlerden uzaklaşmak, hepsini bir tarafa bırakıp bu fikirlerin olmadığı bir yerlere gitmek ve sükûta erdiği, huzura kavuştuğu için nurdan bir şehir gibi olan ruhunu seyrederek kendinden geçmek, o nurdan şehrin pırıltıları içinde kaybolmak istemektedir. Huzursuzluktan kurtulan ruhun nurdan bir şehir teşbihi ile anlatılması, lambaların söndürülüp de her tarafın zifiri karanlığa büründükten sonra ortaya çıktığını göstermektedir. Lamba, bir nevi yapay ışığın kaynağıdır. Nur ise, tabii olanı, ruhanî olanı, ilahî olanı simgelemektedir. Yapay olan lamba söndürüldüğü vakit, ilahî olan nur ortaya çıkmaktadır. Bu teşbihler etrafında diyebiliriz ki, lamba, yapay bir ışık saçması nedeniyle Necip Fazılın hafakanlarını, ilahî bir boyutu olan nur da o hafakanlardan kurtulup huzura ermiş bir ruh halini resmetmektedir. Nurdan şehre ulaşmak, yani huzura kavuşmak ise, lambaların söndürüldüğü, yani buhranların silindiği demde ortaya çıkacaktır.

Mevlana hazretleri der ki: "En son ölüm gelir... Yine de erken deriz" Hâl böyleyken, gençlik çağındaki bir insanın ölümü düşünmesi, ölüme hazır olması, ölümü beklemesi ne kadar zordur. Necip Fazılın, mürşidi ile tanışmadan önceki hayatında; yaşamanın ve ölmenin manâsı tam olarak yerine oturmamıştır. Necip Fazıl, yaşanmaya değer hayatın ölçülerini aramaktadır. Ölümden sonra onu bekleyen nedir, yok mu olacaktır, yokluğa mı düşecektir yoksa başka bir boyutta yaşamaya devam mı edecektir? Bu suallerin cevapları henüz bulunmuş değildi. O yüzdendir ki Necip Fazılın 1934 öncesi ile 1934 sonrası ölüme ve aslında daha birçok mefhuma bakışı, yaklaşımı farklıdır. Bu şiir, 1934 öncesindeki ruh halinden izler taşıdığı için, ölüm, gelmesi istenmeyen bir mahiyete sahiptir Necip Fazıl için.

Arzuların kanında bir çağlayan gibi akması, o arzular tarafından ne büyük bir derecede kuşatıldığını anlatmaktadır. Kan, insan bedeninin her noktasında damarlar vasıtası ile akan, insan bedenine hayat veren bir niteliktedir. Bu yüzdendir ki, insanın tutku ile bağlandığı şeyler için kanıma işledi demesi çok mânidardır. Necip Fazılın şahane bir teşbihle şiirinde yer verdiği arzular, öyle bir kanına işlemiştir ki, ölmek, o yaşında asla ve asla istemeyeceği bir duruma gelmiştir. O yüzdendir ki, uzakta ölümü için bir ağlayan varsa onun susmasını da istemektedir.

 

Şiirin son kıtasına geldiğimizde ise, çok zarif ve latif bir bitiş ile karşılaşıyoruz. İnsan, kadın ve erkek olarak yaratılmıştır ve her ikisi de birbirine muhtaç, birbirine ihtiyaç duyacak şekilde var edilmiştir. Yaratanın belirlemiş olduğu bu sistemin sayısız hikmetleri ve güzellikleri vardır. Necip Fazıl, 1934 yılından sonra metafizik düşüncesini tamamen İslamî tefekküre bağladığı için, kadına bakışı da İslamî bir değere ulaşmış, İslamın kadına verdiği değer çerçevesinde kadının, erkeğin bir kölesi yahut zevkleri için kullanılan bir araç olmadığını, kadın ve erkeğin el ele vererek bir cemiyeti inşa eden temel yapı taşı olduğunu, erkeğin kadın ruhunda, kadının da erkek ruhunda bulduğu derin huzurun altını çizmiştir. 14 temel başlıktan teşekkül eden Çile kitabında Kadın başlığının yer alması boşuna değildir.

Şiirin tamamında hâkim olan buhranlı ruh hâli ve bu hâlden kurtulmak isteyen şair, en nihayetinde yaşamanın tadını ve huzuru bir kadının, kendi avuçları içindeki ellerinde bulmaktadır bir nevi. Necip Fazıl için el insan bedeni üzerinde ayrı bir önem taşımaktadır. Necip Fazıl, ele ayrı bir önem vermektedir. Aynadaki Yalan isimli eserinde Necip Fazıl el için şu değerlendirmeyi yapar:

Eller... Türlü bükülüşler, büzülüşler, açılışlar, uzanışlarla insan ruhunun en zengin ifadecisi eller... Okşayan, tırmalayan, kavrayan, koyuveren, yalvaran, yumruklayan, dilenen, sadaka veren, bıçağa sarılan, duaya açılan eller... (2)

Necip Fazıl için el, insan ruhunun en zengin ifadecisi dir. İnsanın karakteri, ellerinden tüten ifadelerden kendini belli eder. Şiirin son bölümde yer alan kadın ve kadın elleri ifadeleri, Necip Fazılın aradığı huzurun, dinginliğin derin ve keyfiyet yüklü bir kadının, erkek ruhundan anlayan, erkeğe istediği manevî ve ruhî atmosferi oluşturan bir kadının şahsiyet yüklü ellerinden kendine geçecek olmasını göstermektedir. Bu şiir her ne kadar 1934 yılından önce yazılmış olsa da, Necip Fazılın 1941 yılında tanışıp evlendiği hayat arkadaşı, dava arkadaşı, gönlünün sultanı, başının tâcı olan eşi Neslihan hanım, onun için böyle bir kadın olmuştur. Necip Fazılın bir temenni ve arzu ile noktalanan şiirinde geçen kadın, 14 yıl sonra onun karşısına çıkmıştır ve eşi olmuştur.

 

Kaynakça:

(1) Necip Fazıl Kısakürek O ve Ben Büyük Doğu Yayınları s.46

(2) Necip Fazıl Kısakürek Aynadaki Yalan Büyük Doğu Yayınları s.34

Share this post


Link to post
Share on other sites

Güzel bir tahlil ve yerinde tespitler. Bu verimli çalışma, Üstadın 'Sayıklama' şiirine daha iyi nüfuz etmemizi sağlayacağı gibi; Üstadın diğer eserlerini de anlama, kavrama ve eserleri bütünüyle kuşatma adına bir kilometre taşı mesabesinde değerlendirilebilir.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest melda

çok güzel bir şiir sevgili Türkçe öğretmenim sayesinde şiir ile tanıştım ona teşekkür ederim :yes: :yes: :yes:

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...