Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Recommended Posts

Forumda arama yaptım fakat konuyla alakalı bir başlık bulamadım.

İbrahim Sadri'nin kumar oynaması vs. olaylarından sonra gündeme gelen ve Ahmet Hakan'ın köşesinde belirttiği bir mevzu, iddiaya göre 1949 yılında Necip Fazıl bir kumarhanede basılıyor.Kumarhaneyi basan kuvvetlere de ""Ben bir yazarım... Bu batakhaneye içtimai inceleme yapmak maksadıyla geldim" diyor.Doğru mudur bunlar?Doğru değilse Necip Fazıl'ın bu iddialara cevabı ne olmuştur?

Teşekkür ederim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Bu mevzu ile ilgili olarak evvela Büyük Doğu’nun sitesindeki malumatlara bir göz atalım:

 

1951 Mahkûmiyeti: Basına "Kumarhane Baskını" olarak akseden bir hâdise sebebiyle 23 Mart 1951 Cuma günü 18 saat süreyle karakolda gözaltında tutulan (8) Necip Fazıl, tertiplenen komplonun ardından hazırladığı 30 Mart 1951 tarihli meşhur 54'üncü sayının daha bayilere verilmeden matbaadan toplatılmasını müteakip, çıkmamış mecmuanın, imzasız bir yazısının, içinde hiç bir suç olmayan ifadesinden ve üstelik tevkifli muhakeme usûlü kaldırılmış olmasına rağmen tevkif edilmiş ve 19 gün tutuklu kalmıştır.

 

*Kaynak

 

Daha sonra da, Üstad’ın Eskişehir’de verdiği konferans esnasında vuku bulan bir hadisede geçen “Kumarhanede basılmış olan bir adam, din propagandası yapamaz” lafını zikreden şahsın gıyabında “bugünedek hedef olduğum iftiraların en iğrencine düştüler” kelamını yazdığı olayı buraya tıklayarak okuyalım.

 

Bu hadise, Üstadın kitaplarında yer almaktadır. Ve hatırladığım kadarıyla Benim Gözümde Menderes isimli kitapta da Üstad bu hususu anlatmıştır. Olayın nasıl meydana geldiğini, kimler tarafından tertiplendiğini, kendisinin nasıl bir tavır üzre olduğunu bir bir yazmıştır. Kitap elimde olmadığı için iktibas yapamıyorum. -Küçük bir ihtimal de olsa kitabın adını hatırlama konusunda yanılma ihtimalim var.- Üstadın bu hadise ile ilgili yazdıklarını okuduğumuzda ortaya ayan beyan çıkan gerçek şudur ki, bu baskın tamamen Üstadı Müslümanlar gözünde küçük düşürmek, alçaltmak için girişilen iğrenç bir komplodan, oyundan başka bir şey değildir. Üstadın şahane bir teşbihi vardır: "Fikre karşı tükürük, yumurta kabuğu ve bekçi sopasiyle harekete geçen” insanların varlığından duyduğu rahatsızlığı beyan eder. Bu baskın, fikre karşı fikirsiz bir icraatin icmali olmakla birlikte, altedemedikleri bir Müslümana karşı ancak çamur atarak, iftiralar sıralayarak Onu bertaraf etme yolunu seçmeleri hasebiyle de, komplocuların ne derecede bir çukurun içinde olduklarının göstergesidir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Rahmetliyi sevmeyenler dirisine birşey yapamadılar şimdi istedikleri gibi konuşturuyolar onu. Kimseye yapmadığı bir işi yaptı diye suçlayamaz. Bu vatanda Necip Fazıllar bitmez kardaş. Sen merak edip sormuşsun saygılarımı sunarım fakat sevmeyenlere hitaben bir konuşma olsun. Dökülen kan alınan can bizim yıkılsın liberal kapitalizm. Biz inançlarımız gereği çatışma yapmak istemiyoruz. Yoksa çatışmanın kıralını da yaparız. Kardeşi kardeşe kırdırtmak isteyen amerikan emperyalizminin oyunlarına gelenlere üzülüyorum. Tüm Türkçü şehitlerimizi anıyor, onların izinden ayrılmamaya yemin ediyorum. Rabbim Hayatta olan tüm Türk büyüklerimizi davalarında daim eylesin. Rehber Kuran Hedef Turan.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Rahmetliyi sevmeyenler dirisine birşey yapamadılar şimdi istedikleri gibi konuşturuyolar onu. Kimseye yapmadığı bir işi yaptı diye suçlayamaz. Bu vatanda Necip Fazıllar bitmez kardaş. Sen merak edip sormuşsun saygılarımı sunarım fakat sevmeyenlere hitaben bir konuşma olsun. Dökülen kan alınan can bizim yıkılsın liberal kapitalizm. Biz inançlarımız gereği çatışma yapmak istemiyoruz. Yoksa çatışmanın kıralını da yaparız. Kardeşi kardeşe kırdırtmak isteyen amerikan emperyalizminin oyunlarına gelenlere üzülüyorum. Tüm Türkçü şehitlerimizi anıyor, onların izinden ayrılmamaya yemin ediyorum. Rabbim Hayatta olan tüm Türk büyüklerimizi davalarında daim eylesin. Rehber Kuran Hedef Turan.

Edit//BDG

 

Tezatlar silsilesi içerisinde anlatmaya çalıştıgınız derdinizi anlamamak ya da anlayamamak yadırganmamalıdır.

 

Ne güzel söylemiş Üstad:

 

"...Bos laf,hep dalga dalga;

ucsuz bucaksiz umman..."

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ah siz yok mu adamı hem öldürür hem güldürürsünüz. 59 yıl önce daha tertiblenmesinin akabinde hemen hakikatına kavuşan bu olayı 59 yıldır bilmiyor musunuz. Şimdi diyeceksiniz, hayır bilmiyoruz, hem bilmemek değil öğrenmemek ayıp. Yok yok, bu iş öyle değil. Bu bilmemekten ziyade acaba çamur atsam iz kalır mı bab-ından bir yaklaşım. Bu soruyu sorayım, hem de kalıbına uydurarak sorayım, 59 yıllık gerçeği bilerek veya bilmeyerek görmezden ve bilmezden geleyim. Zaten sitede de araştırma yaptım. Sitede de bulunmuyor. Bir başlık açarak bunu sorarsam bir ihtimal ki bizi aydınlatacak birisi çıkmaz işte o zaman Necip Fazıl'ın kendi sitesinde NFK'ya böyle taş atmış olurum... Benim yazdığım komplo türüne yakın oldu diyenler çıkacak ama ben öyle düşünmüyorum. :) Siteye ara ara girerim ama her girmemde son girişimden o ana kadarki herşeyi de takib ederim. :) Daha öncesinde de böyle olaylar olmuştu sitemizde. Sitemizde M..r adlı biri üstadın ABD güdümünde çalıştığını saçmalayan bir yazıyı bize sorması ve bunu da kaynağı ile belirtmesi hiç de iyi niyet eseri değildi. Tabi hakikat anlaşılmıştı. Üzerinde şöyle böyle 4-5 ay geçti. Bu sefer de aynı soruyu yine M.. ile başlayan başka üye sordu. Tabi sonuç yine aynı. Bakıyoruz şimdi, M..r ile başlayan başka üye versiyon değiştirerek yine soru sormaya devam ediyor. :) Sorabilir değil mi? :)

 

Aa bu arada ben de cevap niteliği taşıyan ufak eklemeler yapayım. Kumarhane baskını olarak bilinen olay gayet muntazam şekilde düzenlenmiş ve bir insanın altından kalkmasının mümkünatının çok az olduğu olaydır. Eğer değerlendirme yapıp puanla bu tertibi ifade edersek 10 üzerinden 7 yi çok rahat geçer. İşte mükemmel bir tertib ürünü olan bu komplonun karşısındaki şahıs, onların hesab edemediği noktadan onları tertiblerinin içinde boğmuş ve işin gerçeğini gün yüzüne çıkarmıştır. Bu açıdan onların çok akıllıca yaptıkları planın daha da akıllı bir insan tarafından ters-yüz edilmesi ve işin doğrusunun ortaya koyması ve sonra dimdik durması iftira atılan şahsın yani üstadın ne kadar büyük şahsiyet olduğunu gösterir. Adamların gayesi ilk başta NFK'yı söndürmekti, lakin başaramadılar. Tutmadı. :) Sonra fikirleri ana çerçeve olarak "çamur at izi kalsın"a kaydı. Doğru olmasa bile kafalarda şüphe uyandırır, belki bilmeyen cahiller bu olayı duyarsa sorgulamadan bunu doğru kabul eder. Böylece NFK'yı gerçek değerinden mahrum görür,onu okumaz, anlamaz,anlamaya çalışmaz vs.. İşte şimdiki "oyun" bu çizgide.

 

Bu olay üstadın bazı eserlerinde doğrudan ve dolaylı olarak anlatılmaktadır. Örneğin hesaplaşma kitabında dolaylı olarak değinmektedir. Yine yukarıda site yönetiminden Reyhan hanımın belirttiği kaynaklar da bunlara ilave niteliğindedir. Fakat dediğim gibi bununla alakalı üstadın bazı eserleri vardır. Ve hakikati muhtelif eserlerde bedahet halindedir. Hatta yanlış hatırlamıyorsam Hüseyin Üzmez'de bu konuya yer vermişti. Malatya Suikasti'nde olabilir. Tam emin değilim H.Üzmez konusunda. Gerçi üstadın eserleri olduktan sonra 2. şahsa gerek bile yok..

 

Edit//BDG

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Kumarhane baskını hususunda gerekli açıklamalar yapılmış ve kaynaklar gösterilmiş. Burada Benim Gözümde Menderes adlı eserden gerekli iktibasları yapmak isterdim (co adminimiz doğru hatırlamış kitabı); yalnız 2 gün önce gerçekleşen bir elektrik kesintisi ile harddiskim ciddi zarar gördüğü için malesef şu anda arşivime ulaşamıyorum. Kurtarabilirsem, ilgili kısmı buraya da aktarırım. olmazsa (ki olmaması bir felaket olur benim için) kitabı yeniden tarayıp ilgili kısımları buraya aktarırım.

 

Konu mecraının dışında kalan tartışmalara girmesek daha iyi olur. Giriyorsak da, yani başlamış olan bir tartışmayı devam ettirmek istiyorsak da itidali muhafaza ederek konuyu uzatmaktan ziyade kapatmaya yönelik yazarsak memnun olurum.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ahmet Hakan , müslümanlara sövdüğü müddetçe Hürriyet ten para ve yer alır. Yoksa ona kim değer verir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

arkadaşlarım gerekli açıklamaları yapmışlar

ALLAH hepisinden razı olsun

 

yalnız türklükle kaşıntı gibi bir bağ kuran arkadaşa ithaen

 

"Gâye Türklükse,bilmek lâzımdır ki,Türk,Müslüman olduktan sonra Türk'tür"

 

saygılarımla.....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

Kumarhane komplosu mevzuunun anlatıldığı kısımlar Benim Gözümde Menderes isimli kitaptan aşağıya iktibas edilmiştir:

 

KOMPLO

(...)

Bir sabah hayretler içinde gördük ki, gece Cemiyet Umumî Merkezimize gizlice girilmiş, dosyalar adamakıllı karıştırıldıktan sonra güya yerli yerine istif edilmiş, çekmeceler açılıp, elenmiş, taranmış, tekrar kilitlenmiş. Bu arada bazı mektuplar götürülmüş, bütün bunlar yapılırken iz bırakmamağa çalışılmış, kapının (yale) kilidine kadar hiçbir zorlama alâmeti göstermeksizin içimiz dışımız elekten geçirilmek istenmiştir.

 

İz bırakmamakta hırsızlar kadar hünerli olmayan polisimizin “Birinci Şube” markasını taşıyordu bu manzara..

 

Kararımızı verdik: işyerimizi efe ve külhani soyundan silahlı bir adama bekleteceğiz. Biz çıkarken o girecek ve yatağını serip yatacak, bir tecavüz karşısında da, nefs ve mesken müdafaası hakkiyle silahını kullanacak.

 

Nerede bulalım bu adamı?..

 

Hatırıma hapishanede tanıdığım bir efe geldi. Bu adam Beyoğlunda, kumar oynattığı bir batakhane işletiyordu. Onu bulmaya ve bana böyle bir adam tedariklenmesini istemeye gittim. Henüz müşteriler gelmemiş ve oyun başlamamıştı. “Ne içersiniz?” sualine “bir sade kahve!” cevabını henüz vermiştim ki, kapı, korkunç bir tarakayla devrildi.

 

Baskın!.. Polis, o an içinde üç beş kişiden başka kimse ve oyun namına hiçbir şey bulunmayan kumarhaneyi basıyor ve orada, İslam mücahidi geçinen necip Fazıl’ı yakalıyordu. Bu bir komploydu.

 

KİM YAPTIRDI?

Polise, basın kartını göstererek kim olduğumu, buraya hapisteyken tanıdığım birini görmek için geldiğimi ve zaten ortada oyun diye bir şey bulunmadığını söylediğim zaman bizzat şube müdürleri hiçbir hayret eseri göstermeden, aradığını gayet rahat ve kolay ele geçirmiş bir avcı edasıyla “lutfen otomobile!” dedi ve hepimizi palas-pandras toparlayıp evvela Taksim karakoluna, oradan da Emniyet Müdürlüğüne götürdü.

 

Götürülmesi gereken bir bendim; kimbilir hayatlarında kaç kere basılmış sabıkalılardan ibaret öbür tanımadığım adamlarsa, benim kumar arkadaşlarım sıfatiyle yemeğin garnitürünü ve filmin figüranlarını teşkil ediyorlardı.

 

Taksim karakolunda şube müdürüne Vali ile telefonda görüşmek istediğimi söyledim.

 

-Açıp bir bakayım!

 

Dedi ve bitişik odaya geçip dakikalarca kaldıktan sonra döndü.

 

-Vali Bey evlerinde yoklarmış...

 

Bunu öyle tutuk ve kekeme bir eda ile söyledi ki:

 

-Vali Bey, evinde olmadığını söylememizi söyledi!

 

Der gibi bir hali vardı.

 

Emniyet Müdürlüğündeki nöbetçi müdür aynı teklife gayet açık ve bütün manevrayı belli edici bir cevap verdi :

 

-Vali Bey her şeyi biliyor! Görüşmenize ihtiyaç yok!

 

Demek ki, evinde olmayan Vali, Emnşyet Müdürlüğüne bizzat telefon edip vaziyeti sormuş, yani tertibin yolunda gidip gitmediğini anlamak istemişti. Yahut da aldığı emir gereğince, müdür, durumu telefonla Valiye bildirmişti. Aynı şey...

 

Fakat işi doğrudan doğruya Vali Fahrettin K. Gökay’ın idare edemeyeceği, etmeyeceği, kendinden böyle bir hamaratlığa kalkışmayacağı da meydandaydı. Besbelli ki, emir Ankara’dan, Bakan çapında birinden geliyor, belki onu da aşarak Başbakan adına konuşabilecek bir sıfata dayanıyordu. Ve gaye, benim kumarbaz olduğumu akıllarınca resmî huccete bağlayarak Müslümanların gözündeki itibarımı kırmaktı. Benim kumar oynayan bir adam olup olmadığım bir tarafa; muhakkak olan şuydu ki, İslam davasını dünya çağında bir fikriyatla müdafaa ve bütün sahte oluş ve erişlerin maskesini yırtıp atma kabiliyetinde bir adama tahammülleri yoktu. Demek ki, İslamiyetin aslına ve hakikatine dayanamıyorlar ve benim naçiz şahsıma değil, benden ve herkesten münezzeh İslam’a karşı harekete geçiyorlardı.

 

Bu vaziyette derin ve gerçek bir müminin ortaya çıkıp şunları söylemesi lazımdı:

 

-Eğer Necip Fazıl İslamın haram tanıdığı kötülükleri yapan bir insasa onu suçlamak hakkı küfrün değil, müminlerindir. Küfür, hatta kibar hayatın bir gereği ve güzel bir iş bildiği bir mevzuda onu suçlamakla, onu Müslümanların gözünde tesirsiz kılmak, yani onun tesirini kabul ve dolayisiyle İslamiyeti herhangi bir inkişaftan alıkoymak taktiğini takip etmektedir. Bu takdirde, eğer Necip Fazıl, küfre, küfrün mayasındaki şenaati harekete getirmek fırsatını vermişse ona vicdanımızın ta içinden “yazıklar olsun!” der ve salahı için dua ederiz; fakat iman borcumuz icabı, elbette küfrün imzaladığı senetleri kabul edemeyiz! Hele bir (komplo) tuzağına düşürülmüş bulunuyorsa, onu, imanı uğrundaki fedakarlığının cezp ettiği mazlumluk olarak en yüksek rütbede görürüz!

 

Ama neredeydi bu ses?..

 

Bu sesin yükselebileceği gün zaten İslam davası kurtulmuş olacak; ve onların bizi kendilerince ayıp olmayan bir fiilde basması yerine, bizim ayıp ölçülerimize göre topyekun basılmaları gerekecekti.

 

Emniyet müdürlüğünde bana hizmet ve nezaketlerinden(!) verdikleri şube müdürü odasının kanepesinde bunları düşünürken hatırıma basın geldi. Adım başında takip edilmek suretiyle, girdiğim yer belli olur olmaz hemen baskın yapıldığına ve sonu “hane” tabiriyle biten kötü yerlerden hangisinin önünden geçecek olsam hemen basılmam için tertipli bulunulduğuna göre bu işi aksettirecekleri gazete veya gazeteler olması gerekiyordu. Vâkıâ ertesi gün Sulh Ceza Hakiminin karşısına çıkılınca işe bir kıyamet süsü verilecek ve fotoğraf (flaş)ları işleyecekti ama, hadisenin yeni hükumete (sempatizan) bir gazetede önceden bildirilmesi ve işin duyurulması lazımdı.

 

Öyle oldu. Sabaha karşı halden anlar bir polis memuru vasıtasiyle temin ettiğim gazetelerde hiçbir şey yokken, vatansız (Vatan) gazetesinin birinci sahifesinde bir manşet:

 

“NECİP FAZIL KUMARDA BASILDI!”

 

Ve bir yazı:

 

“Büyük Doğu Cemiyetinin yüce başkanı, İslam davasının ulu mücahidi Necip Fazıl...”

 

Sonradan, gece yarısı kalıp değiştirerek havadisi yetiştirdiğini ve onu İstanbul’dan değil, Ankara’dan aldığını öğrendiğimiz bu Yahudi gazetesi, haberin patronluğunu ele almakla, tertibi adeta (radar)la idare eden patronunu ifşa eder gibiydi. Bu patron ve devlet, ne de hükümet reislerinden biriydi; vekiller heyeti çerçevesinde, vekaleti olmayan vekil üstü birinden başkası olamazdı.

 

HÂDİSE

Hadise üzerinde bu kadar duruşum, sanılmasın ki; onu bütün hakikatiyle madde planında tespit ve böylece masumluk ve mazlumluğumu iddia etmek içindir. Aslında siyasi olan hadiseyi iç delaletleriyle göstermek ve üzerinde durulmaya değer kıymeti yalnız bu delaletlere bağlamak davasındayım. Yoksa hem hadisenin cereyan şeklini, hem de bundan çıkacak masumluk ve mazlumluk hükmünü izah ve ispat gibi bir telaş ve gayretten münezzeh ve müstağniyim. Bunlar, kendi kendilerine meydana çıkacak neticelerdir; asıl sebep değil.

 

İşi bu kadar teferruatla ele alışımda asıl sebep ikidir. İlki, bir dava adamının –o güne kadar itiraf edemediğimi itiraf ederim- ne türlü alçaklık tertiplerine hedef olabileceğini ve mutlaka bu hain ihtimale göre bir hayat takip etmesi lazım geldiği; öbürü de, mensupları arasında bir yamalı bohça manzarası arzeden Demokrat Parti rejiminin şu veya bu şahıslar marifetiyle başlangıçta nerelere kadar düşürüldüğü...

 

Bu iki hakikatin ön plana alınmasında, birinin, yetişme yolundaki genç nesillerde bulunması gereken siyasi dehayı göstermesi, öbürünün de, bazı yarım yamalak rejim denemelerindeki içyüzleri açığa vurması bakımından, benim kumar oynayıp oynamadığımı ve hadisenin cereyan şeklini kat kat aşan bir kıymet vardır.

 

Evet; başını mukaddes bir davaya adamış insan öyle bir siyasi tedbir dehasına sahip olacaktır ki, bir kapının önünden geçerken içerden ihtiyar bir kadının çıkıp “oğlum, fenalaşıyorum, elimden tut” diyerek onu içeriye çekebileceğini ve o evin de bir kerhane olabileceğini hesap etmeye kadar varacaktır. Yahut bir bankadan 100 liralık havalesini çekerken bir müşterinin “1000 liramı çaldılar!” diye haykırması üzerine hemen oracıkta işe el koyan polisin 1000 lirayı onun cebinden çıkaracağına kadar hayalini işletecektir.

 

Ben, o zamana değin bunlardan hiçbirini düşünemezdim. Zira her şeyi hayal edebilir, fakat alçaklığı bu dereceye kadar indirebilecek politika adamlarının bulunabileceğini tasavvur edemezdim.

 

İşte, ikinci noktanın cevabı kendi kendisine geldi:

 

Demokrat Parti rejimi, başlangıçta, bana ve güttüğüm davaya, Halk Partisinden görmediğim bir küçüklük tatbikine kadar gidiyor ve bunu, ömrü boyunca süren “yamalı bohça” tabiriyle ifade ettiğimiz insicamsız, bünyesindeki Yahudi ve Mason emellerine alet şahıslar vasıtasıyle yapıyordu. Sonradan da görüleceği gibi, Adnan menderes, partisinin bir cenahında yaşayan bu aşağılık tiplerin karakterinden münezzeh, saffet örneklerinin başında bulunuyor, işe bir adliye ve zabıta süsü vermek isteyen sefil yaratıkların dışında kalıyordu.

 

Ertesi günü, Beyoğlu Sulh Ceza Mahkemesinde, Ziya isimli, cinsiyetini ancak başkalarında tanıyıcı temayülleriyle meşhur bir hakim huzurunda duruşma... Baskını yapan polislerin hepsi birden kumar diye bir şey görmediklerini bildirdikleri halde nakdi ceza mahkumiyeti...

 

Bir gün sonra da küfür matbuatının dilinde sadece Necip Fazıl... Her zaman olduğu, ondan ve bundan sonra da olacağı gibi, kibrit kutusu çapında bir dergiye karşı, çarşaf boyunda şehametli gazeteler, ancak el ele vererek çıkabiliyorlar... Yoksa bunlardan birinin, (dretnot) cüssesine rağmen bizim oyulmuş kabaktan teknemize tek başına karşı çıkabilmesi ne mümkün!..

 

Bütün bir gün ve gece, uykuya karşı (aktedron) alarak çalışıyor ve dillere destan, meşhur 54’üncü sayımızı, radyo ve keçemizi rehine vererek çıkarıyoruz. Kapağımızda hemen bütün gazetelerin isim başlıkları ve bizden bahsedici yazılarının manşetleri... Klişenin altında da şöyle bir takdim:

 

İŞGAL ORDUSU GAZETERİNDEN BETER, SÖZDE TÜRK, KÜFÜR BASINI...

 

Büyük Doğu’yu toplatıyorlar; ve o sayıda çıkmış başka bir yazımızı bahane ederek bizi tevkif ettiriyorlar.

 

Kısa bir zaman sonra beraat edip hapisten çıkıyor ve 55. sayımızdan başlayarak tekrar mücedelemize girişiyorux. İşin tatlı tarafı şu ki, biz emirlerindeki savcının himmetiyle başka bir yazıdan Ahmet Emin Yalman, Nadir Nadi, Sedat Simavi, Falih Rıfkı Atay, bütün kalem (komprador)larının, intihar etmelerini gerektirecek şekilde ipliklerini pazara çıkardığımız halde taraflarından dava edilemiyoruz. Sıkı mı, hakim, gençlik ve Müslüman umumi efkarı önünde bizimle hesaplaşmak...

 

Mecmua toplatılmış, fakat kârı bayilere ait olarak, karaborsada binlerce nüshası satılmıştır.

 

Nitekim bir yıl sonra tanıyacağım Menderes, bana Başvekalette soracaktır:

 

-O sayıdan ne kadar bastınız ve sattınız?

 

-Toplatıldığını biliyorsunuz!

 

-Olsun; her halde el altından satmışsınızdır!

 

-Onbinin üstünde sattığımıza ve yüzbin kişiye okuttuğumuza inanabilirsiniz!

 

Adnan Bey bu noktada duracak ve gözleri pırıl pırıl, elini göğsünün üzerinden geçirerek şöyle diyecektir:

 

-Oh, içim yağ-bal oldu!

 

Adnan Bey, hem tek ve hem çift numaraya para koyan mizaciyle hep buydu ve hep bu olarak kaldı.

 

İşin mana cephesini böylece yerine getirdikten sonra, şimdi sıra, maddi tarafiyle (komplo)yu vesikalı ispata kavuşturmaya gelmiştir.

 

İSPAT

Vatan gazetesinde bu tertipli işi gazete planında tertipleyen, o gece sekreterlik nöbetindeki Cavit Yamaç isimli solcu bir yazar...

 

Aradan yıllar geçecek bu adam “Vatan” gazetesinden atılacak ve o zaman Adnan Menderes’in himayesiyle çıkan üçüncü günlük Büyük Doğu’ya (9’uncu devre) gelip, derin bir vicdan azabı çektiğinden ve komplocuların sırrını fâşetmek ihtiyacını duyduğundan bahsedecektir.

 

İşte bize yazdığı mektuptan parçalar:

 

“Necip Fazıl;

 

Sözüne tam itimadım olan bir dostumun ikaziyle, senin kumarhanede basılmanın kökü derinlerde bir komplodan ibaret olduğunu keşfettim. Beni ziyarete gelen dostum, bana senin kumarhanede yakalanmandan bir hafta kadar önce, tek maddesi (Necip Fazıl’ı ortadan kaldırmak) olarak isimlendirilecek gündemin etrafında toplanan bir yığın maskeliden bahsetti. Tanırsın onları sen... Tefekkür sıkletleri yoktur, kitap ve bilgiden nefret etmişler, gövdelerinin üstündeki yuvarlağı miskin gayeler kovanı haline getirmişlerdir. İşleri karanlıktadır. Gün ışığında kimsenin karşısına geçip de şöyle erkekçe, kabadayıca, külhanca bir söz ettikleri varid değildir.

 

Yaptığım tahkikattan anladım ki, biri senin bulunduğun yerlere pek yakın bir yerde, diğeri ise, biraz daha uzak mesafede iki toplantıda senin ortadan kaldırılman kararlaştırılmış ve sonra o (meşhur baskın) vuku bulmuştur.

 

Seninle benim aramda, Pasifik Okyanusu’nu endazeleyecek kadar çok, milyarlarca zıt şey var. Sen kendine göre, aziz telakki ettiğin bir görüşün, ben de kendime göre, inandığım ve benimsediğim ölçülerin kişisiyim. Ama bu senin yok olmanı istemem için bir sebep değildir. Böylesi Bolşevik veya nazi doktrinlerinin hareket tarzıdır. Senin var olup da davanı inancın boyunca müdafaa etmen benim için mukaddestir. Çünkü ben o Frenk fikir adamının çizmiş olduğu hattan yürümeyi kendime şiar edindim. Diyorum ki: (Ben senin gibi düşünmüyorum. Ama senin düşündüklerini serbestçe söylemeni temin için canımı vermeye hazırım.)

 

Yukarıda bahsini ettiğim toplantılara katılanlar, piyasa ölçülerine göre kuvvetliydiler. Paraları vardı, imkanları vardı, yüzbin iftirayı bir saatte basacak rotatifler emirlerini bekliyordu. Sadece en mühim şeylerden mahrumdular: Ortaya çıkacak bir suratları yoktu.

 

Senin ortada dolaşıp onların bulaşık işlerini aydınlığa dökmen, “Meserret”te bir kahve içmen huzurlarını kaçırıyordu. Yetmiş şer dehasının bir araya gelip de kuramayacağı şeytani planlar bunlardan sadece birinin sermayesiydi.

 

Bu (samimi) toplantılar yapılırken, hiç birinden haberi olmadan bu hadisede teknik olarak birinci sınıf bir rol oynayacak olan ben, (Vatan) gazetesinde ajans, radyo ve telefon haberleri içinde sabahlara kadar kafa yoruyordum.”

 

Cavit Yamaç, esas olarak sezdiği, fakat elbette kendisine bütün çıplaklığıyle anlatılmayacak olan komploya nasıl alet olduğunu şöyle hikaye ediyor:

 

“Malum gece, işimi bitirmiş, gazeteyi bağlamış, tam gitmek üzere çıkıyordum. Kapıda kılık kıyafeti düzgün, otuz beş yaşlarında bir zat yolumu kesti. Adımla hitap etmişti. Çok mühim bir havadisi olduğunu, bunu gazeteye koymamı söyledi. Ben, gazetenin işinin sona erdiğini, basılmak üzere verildiğini kendisine bildirdim. Israr etti, vereceği havadisin müthiş bir şey olduğunu ifade etti. Bir an evvel istirahate kavuşmak isteyen yorgun insanların ruh haleti içinde kendisine havadisin mahiyetini sordum. Senin Beyoğlu’nda bir kumarhanede basıldığını ve Taksim karakolunda ifade vermekte olduğunu söyledi. (Vatan) gazetesinin sana karşı olan hissiyatının aşinası olduğu belliydi. Beni otomobille Taksim karakoluna kadar götürmeyi, hadiseyi gözlerime arzetmeyi teklif etti. Bir an tereddütten sonra razı oldum: Yolda muhbire, adımı nereden bildiğini sordum. Kendisinin beni tanıdığını söyledi. Hadiseye nasıl muttali olduğunu sorunca da kendinin de basılanlar arasında olduğunu, fakat kolayını bulup kaçtığını bildirdi. Karakola beraber gittik. Sen ifade veriyordun. Bir polise ne olduğunu sorunca, o da bana muhbirin söylediklerini aynen tekrar etti. (Vatan) gazetesine döndüğüm zaman saat üçe geliyordu. Gazetenin kalıpları dökülmüş, basılmak üzere makineya verilmişti. İşleri durdurdum, civarda oturan bir dizgi operatörünü uyandırarak (Necip Fazıl, kumarhanede basıldı) başlıklı havadisi dizdirerek gazeteye koydum ve yeni kalıplar döktürerek gazeteyi baskıya verdim. Haber, gazetenin politikası içinde birinci sınıf bir şeydi. Nitekim bunu ertesi günü, Yalman meşhur göz pırıltıları içinde ifade etti: (Güzel bir gazetecilik yaptınız, tebrik ederim.) Kılıç çarpışmasını arsenikten, yumruklaşmağı hasmının yatağının içine kobra yılanı koymaktan daha muteber sayanlardanım.

 

Bu açıklamam, o zaman içine yer ettirilen yaranın üstüne en küçük, en hafif bir pansuman olursa, kendimi mesut addedeceğim.

 

Cavit YAMAÇ

 

Cavit Yamaç, maddi tertibine alet olduğu hadiseyi anlatırken, tam matbaadan çıkacağı zaman yolunu kesen adamın bir polis olduğundan, ertesi gün kendisini tebrik eden Ahmet Emin Yalman’ın sanki önceden haberi yokmuş gibi davranışından gafildi. Her şey o surette tertiplenmiştir ki, öz adamları bile sadece vazifesini yapmaya terkedilmiş ve kendisine fazla ipucu verilmemiştir.

Yahut... Yahut, bildiklerini tam söyleyememektedir Cavit Yamaç...

İşte o kadardır ol hikâyet...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gereksiz mesajlar ve bölümler silinmiştir. Başlığa konunun mecrası dışında mesaj eklememeniz rica olunur.

 

Devam etmesi halinde devam ettiren üyemize direk ikinci uyarı mahiyetinde uyarı gönderelecektir.

 

 

Saygılarımızla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hüseyin Üzmez 'in Malatya Suikastı adlı eserinin Büyük Doğu Gazetesinde Yalman bölümünde yer alan ve sayfa 92'den 108'e kadar olan kumarhane olayı ile alakalı kısmı aşağıya aktarıyorum.

 

... Zafer gazetesi Demokrat Parti'nin yayın organıydı. O bile bize saldırıyordu. Mümtaz Faik Fenil adındaki başyazar, Necip Fazıl aleyhinde şunları yazıyordu:

 

"'Süper Mürşit' kelimesi önceleri bir alay mevzuu olarak meydana çıkmıştı. Çünkü gece-gündüz kumarhaneden ayrılmayan ve arkadaşlar arasında alıp da vermemekte şöhret bulan ve nihayet Allah’tan çok evvel paraya tapan bir insanın, günün birinde bütün günahlarından zemzemle temizlenip ortaya bir mürşit gibi çıkacağına kimse inanamazdı. Onun içindir ki mizahçılar, bu kumarbazı film Stüdyolarındaki "Süper Viseur"dan getirerek, "Süper Mürşit" diye sıfatlandırdılar.

 

Önceleri hiç kimse bu adamın bir irtica aleti olacağını hatırdan bile geçirmemişti. Onun bu kadar dindar, daha doğrusu mutaassıp görünmesinde, başka sebepler olmalıydı. Bu değişikliği yakından takip edenler, bunda maddi ve psikolojik iki sebep buluyorlardı.

 

Maddi sebep şuydu: Türkiye bir İslam Memleketidir. Süper Mürşit yazılarında din propagandası yaparak ve taassubu körükleyerek kendisine müşteri, yani gazetesine sürüm temin etmeye bakmaktadır. Hatta o kadar ki onun müstehcenle filan da alakası yoktur. Aile yanında asla ağza alınmayacak en ağır kelimeleri bile utanmadan sarf etmekte, müstehceni tel'in ediyorum diye müstehceni evvela kendisi anlatıp kendi yazıp böylece açık saçık neşriyat meraklısı ruh hastalarını da tatmine uğraşmakta idi. Çok defa gurup resimler içinden çıplakları ayırıp büyüterek gazetesinde neşretmiş ve sonra altına 'Ey Ümmeti Muhammed!... Bakın böyle resimler neşrediyorlar' diye aklına geldiği gibi döşenmiştir. Bunda gaye açıktır. Cerri menfaat... "

 

Bu yazı böylece uzayıp gidiyordu. Kulağımız it havlamasına alışık değil ki daha fazla dinleyelim. Üstad buna mutlaka hak ettiği cevabı verir, kendi deyimiyle kalemini de vücudundaki 'münasip bir yerine ' sokar diye düşünüyorduk. Ahmet Emin Yalman'dan bu konuda daha ağır bir yazı geldi. O da şöyleydi:

 

"Necip Fazıl Kısakürek her şeyden evvel, ıslah kabul etmez bir kumarbazdır. Kumar iptilası, hiç de eksik olmayan sanat kabiliyetlerini felce uğratmıştır. Kumar parası tedariki maksadıyla vatana ve vatandaşlara reva görmeyeceği fenalık yoktur. Şeriat'ı kuracak dindar adam rolünü her şeyden evvel kumar parası tedariki için oynamıştır. Fakat sonra kendi kendini ciddiye almış ve lider mevkine çıkmak ve iktidar sahibi olmak emellerine düşmüştür. Vaktiyle İttihat ve Terakki hareketinde bir rol oynayan, cidden mümtaz kabiliyetleri olduğu halde kumar hastalığına kendini kaptıran bir vatandaş, kumarhanelerden tanıdığı Necip Fazıl 'ın memleketin her tarafında para cerretmek yolunda bir kabiliyete sahip olduğuna hükmetmiş, Büyük Doğu teşebbüsüne sermaye yatırmak suretiyle kumar arkadaşıyla ortak olmuş, onunla beraber bir tezgâh kurmuştur.

Hesapları şu; Dini taassubu istismar sayesinde her taraftan para akacak ve bunlar taksim edilecek. Fakat sermayedar vatandaş, Necip Fazıl'a inanmadığı için aralarında şöyle bir karara varıyorlar. Bütün paralar Ziraat Bankası'nın Bahçekapı şubesinde toplanacak, devamlı bir hesap açılacak, sermaye sahibine bir takım banka çekleri verilecek ki bunlara her aym birinde ve on beşinde bankadan' tahsil edilmek üzere tarih atılmıştır. Çeklerin imzalandığı sırada bunların karşılığı yoktur. Fakat gitgide hesaba para akacağı ve karşılık temin edileceği umuluyor. Nitekim bu hesap doğru çıkıyor. Bir müddet hesaba tıkır tıkır para akıyor. Bir akşam sermaye sahibi ortak, mutadı üzere kumarhaneye gitmeye hazırlanıyor. Necip Fazıl diyor ki: "Ben de beraber geleceğimi Diğeri itiraz ediyor. "Olmaz sen 'mukaddes adam' rolündesin. Ben yaşlı bir kimseyim. Artık hiçbir tezgâhta bezim yok. Kumarhane baskına uğrarsa benim için bir şey çıkmaz. Fakat sen yakalanırsan, işimizin foyası belli olur. Anadolu'dan artık para akmaz olur? Necip Fazıl arkadaşına hak veriyor. Kumarhaneye gitmiyor. Fakat gece yarısına doğru dayanamıyor, gidiyor. Kumarhane basılıyor. Gazetelerde neşriyat başlıyor. Anadolu 'dan akan paralar bıçak gibi kesiliyor. Ortağa verilen çeklerin karşılığı olmadığı için, bunlar bankanın Bahçekapı şubesindeki Hesaptan ödenmiyor. Fakat Necip Fazıl göz boyamakta o kadar ustadır ki bu hadiseye rağmen tezgâhını bir müddet sonra yeniden kuruyor. Binlerce masum ve saf vatandaşı ihanet yollarına sürüklüyor. Şeriat'ı kurmak ve Hilafeti getirmek iddiasıyla Büyük Doğu dini ve siyası cemiyetini ve partisini yürütmenin imkânlarını buluyor. Bu garip insan 1904'te İstanbul’da doğmuştur. Babası Abdulkadir aslen Maraşlı 'dır. Kuzguncukta yerleşmiştir ve muhitte çok garip bir adam olmakla şöhret bulmuştur. Bir akşam, "Ben derhal evleneceğim" diye' tutturmuş. Mahalleli münasip bir kız bulmuş. Bu izdivaçtan Necip Fazıl doğmuştur. Babasının ölümü, kendisini evlerinin bahçesindeki, incir ağacına asmak suretiyledir. Bu incir ağacı hikâyesi Necip Fazıl’ın en kuvvetli edebi eserlerinden biri olan bir piyese mevzu olmuştur. Necip Fazıl sonradan lağvedilen Mektebi Umuru Bahriye adlı Denizcilik Mektebi 'nin üçüncü sınıfına kadar okumuş, münasebetsiz hareketlerinden dolayı mektepten çıkarılmıştır. Bu tahsili "lise muadili" diye tanınarak, kendisine tasdikname verilmiş, bu sayede, Necip Fazıl Güzel Sanatlar Akademisi 'nde Türkçe Hocası olmuştur. Kendisi Recai Nüzhet Babanın kızıyla evlidir. Çocukları vardır. 17 Eylül 1943' de Büyük Doğu mecmuası çıkmaya başladığı sırada şöyle bir rivayet duyulmuştur. Amerikan misyonerleri, mecmuasının çıkarılması için para vermişler, maksatları da Türkiye 'de kimseyi Hıristiyan edemediklerine göre, hiç olmazsa Müslümanlık hislerinin kuvvetlenmesi ve halkın dindar olmasıymış. Bu rivayetin ne dereceye kadar doğru olduğu tahkik edilmeye muhtaçtır. Büyük Doğu Cemiyeti 26 Haziran 1949'da kurulmuştur.

 

Necip Fazıl, Nakşi Şeyhi Abdulhakim Işık vasıtasıyla tarikata girmiştir. Müritlerine söylediği bir söz şudur: "Doğudan gelecek bir şahsiyetin memleketi kurtaracağı şeyhime malum olmuştur. Bu şahsiyet benim. Rüyama giren bir Eyüplü şeyh de bunu teyit etmiştir. Necip Fazıl 1943'de mebus olmaya çalışmış. O zamanki CHP Umumi Kâtibi Memduh Şevket Esendal'a müracaatla Kara Kemal'in yeğeni olduğunu iddia etmiştir. Esendal, adını listeye koymuş, fakat ilan edilen listede ismi çıkmayınca İsmet İnönü aleyhine ağır küfürler savurmuştur. 14 Temmuz 1949 'da Necip Fazıl, Nihal Atsız, Nurettin Bayman, İsmet Rasim ve diğer arkadaşlarıyla Büyük Doğu merkezinde bir toplantı yapmış, beraberce çalışmak üzere bir anlaşmaya varılmıştır. Sonra aralarında anılaşmazlık çıkmış, ayılmışlardır. Necip Fazıl’ın yıkıcı Emellerini nelere kadar varacağını Şu hadise gösterir. Bir yerde Dersim Hareketi'nden bahsedildiği sırada Kısakürek demiştir ki: "Ben bunların hesabını arayacağım. Bu sayede Şark vilayetlerini kendime bağlayacağım. Hazır bulunan kardeşi Abidin Kısakürek'in "Başımıza iş açma" diye ikazda bulunması üzerine şu cevabı vermiştir: "Ben daha basın hürriyeti yok iken Atatürk’ün aleyhinde yazı yazdım. Kaç defa mahkemeye gittim; bir şey olmadı. Artık vız gelir..." Necip Fazıl fikrinde inat etmiş, Büyük Doğu’nun 27 Ocak 1950 ve 5 Şubat 1950 tarihli nüshalarında "Dersim Faciası" başlıklı yazılar yazmıştır. Büyük Doğu' nun bütün neşriyatı vatandaşlar arasında ikilik yaratmak ve ortalığı bulandırmak gayesine göre ayarlıdır. Yazılarından dolayı Necip Fazıl defalarca takibata uğramış, hükümler giymiş. Neticede Büyük Doğu gazetesini kapamış, cemiyeti güya dağıtmış. Fakat elaltından Milliyetçiler Derneği muhitinde ve diğer irtica teşkilatlarında çalışmaya devam etmiştir... "

 

Bermutat bu yazı ela böylece uzayıp gidiyordu.

 

Kumarhane baskını memleketin bir numaralı hadisesi olmuştu, Haberlerin, yorumların, yalan ve iftiraların ardı arkası gelmiyordu. Bütün gazeteler sütun sütun küfür kusuyorlardı. Basit bir zabıta vak'ası büyütülmüş büyütülmüş, Üstadın şahsında, Müslümanların yüz karası, namus lekesi haline getirilmişti. Olay doğru muydu, yalan mı?... Artık onu araştırmıyorduk. Küfür köpekleri öylesine saldırıyorlardı ki... Hepimiz Üstadın arkasında saf tuttuk. Doğru olsa bile kumar oynamak sonuçta büyük bir günahtı. Tövbekâr olmak kaydıyla da Allah'ın affetmeyeceği hiçbir günah yoktu. Bunda bu kadar büyütecek ne vardı? Yüce İslam Üstadın şahsıyla mı kaimdi? Allah isterse bir fasıkın eliyle de dinini güçlendirirdi. Şairin dediği gibi: "Dinime ta'neyleyen, bari müselman olsa..." Sanki kendileri sabahlara kadar poker, briç masalarında ömür çürütmüyorlardı; bir gecelik zevklerini tatmin etmek için ta Monte Karlo Kumarhanelerine kadar gitmiyorlardı ve sanki karılarını bile kumarda kaybetmiyorlardı. Bunu çok defa da kasten yaparlardı. Dişileri de buna dünden hazırdı. Bu kepazeliğin adına da "sosyete" diyorlardı. Boşluktalardı. Değişiklikten hoşlanır, yeni heyecanlar ararlardı. Bunun için sık sık balo geceleri yaparlardı. Her balo sonrasında ortalıkta bir takım dedikodular dolaşırdı. Güya eş değiştirip sabahlarlarmış... Herkes bir birinin karısıyla yatarmış... Belki bu kadarı olmazdı ama... Dans etmekte amaç neydi? Vaktiyle bir Fransız büyüğüne sormuşlardı.

"Dans hakkında ne• düşünüyorsunuz?" demişlerdi de... Adam yataktakini kastederek şöyle cevap vermişti: "Niçin ayakta?..." Bizim Serdengeçti de: "Dansta kadın öpülür; sıkmak sıkıştırmak hiç... Her baloda kazanır, memleket bir sürü piç!.." demiyor muydu?

Share this post


Link to post
Share on other sites

İşte bu boynuzlular, bu piçler, şimdi kalkmış Üstadı kötülüyorlardı. Onun şahsında İslam' a saldırıyorlardı. Patlayacak gibi oluyorduk. 1951 senesinin Mart ayıydı. Canlanan toprağı, meleyen kuzuları, çiçekleri, çimenleri gözümüz görmüyordu. Büyük Doğu'nun çıkmasını dört gözle bekliyorduk. "Mart çıkmadan dert çıkmaz" sözü, bizim dilimizde şu hale gelmişti. "Büyük Doğu çıkmadan içimizdeki bu ateş sönmez." Nihayet çıktı. Hemen hemen bütün sayfaları kumar hadisesinin izahıyla doluydu. Biz önce bize hitap eden kısmı okuduk. "GÖNÜLDAŞ!" diye başlıyordu. Büyük Doğu Cemiyeti'ne gönül vermiş bütün Müslümanlara sesleniyordu. Daha ilk satırlarında, büyük bir düş kırıklığı, bir acı, bir hüzün vardı.

 

Yazıyı sonuna kadar okumuştuk. Kimimizin gözleri yaşarıyordu.

Bazı ağabeylerimiz, bu olay için: "Cumhuriyet Devrinde İslam’a yapılan en büyük suikast" diyorlardı. Bu konuda söylenen her söz, biz "gençleri patlamak üzere kurulan bir bomba haline getiriyor ve ileride infilak edeceğimiz günlere hazırlıyordu.

 

Üstad Necip Fazıl, "GÖNÜLDAŞ" başlıklı yazısını, "Sözcü" imzasıyla kaleme almıştı. Ve şöyle diyordu:

 

"Başımıza gelen son hadise üzerine, yazılmış ve dizilmiş bulunan ve misilsiz bir mikyasta nefs muhasebemizi temsil eden beyannamelerimizi Allah izin verirse gelecek sayımızda devam edilmek üzere ileriye ta'lik mecburiyetinde bulunuyoruz. Bugünkü şartlar içinde, cemiyetimize ait aleni sırları ve iç ızdırapları ortaya dökmenin imkânı kalmamıştır. Bu imkân yeniden teessüs eder etmez, vazife "derhal yerine getirilecektir. Mecburiyeti anlıyorsun.

Şimdi her şey son komplo karşısında, senin cemiyetine ve umumi reisine karşı, alacağın tavrı tesbit etmeye kalıyor.

Hadisenin ruhu şudur:

Kimse Necip Fazıl'ı şahsi ahlakı yüzünden takip etmemiş, takip zahmetine katlanmamış, sadece onun mukaddes davayı artık şaka götürmez bir mikyasa çıkarmış olduğunu görmekten gelen bir hınçla şahsen şerefsiz kılınması ve bu suretle hareketin sukut ve iflas ettirilmesi tabiyesi kullanılmıştır. Bu tabiye etrafında da tafsilatını okuduğun tuzak kurulmuş ve doğrusu muvaffakiyetle işletilmiştir. Bu tuzağın yakalamak istediği kurban, bir taraftan Necip Fazıl iken, bir taraftan da sensin. Memleketimizde insanların en ucuz isnatlar ve ne kolay demogoji oyunlarıyla çürütüldüğünü bilenler, sırf senin şahsına ve sendeki aksülamel tahminine göre yaptıkları hesap neticesinde, artık senin hiç sorup soruşturmaya, düşünüp araştırmaya lüzum görmeden, bu davayı Büyük Doğu Cemiyeti'yle gerçekleştirmekten vazgeçeceğini, ya ibretle başını alıp gideceğini, kendi kendini tasfiye edeceğini yahut da Necip Fazıl'ı tasfiye çarelerini düşüneceğini, yani her şekilde Büyük Doğu manzumesini çiğneyip bozacağına kanidirler.

 

Bunu temin için her kalpazanlık ve namussuzluğa tenezzül edeli seciyeleri, Necip Fazıl'ın Cemiyet parasından kumarda 10 veya 30 bin lira kaybettiğini yazacak kadar sukut etmeye razı olmuştur.

 

O halde derhal ifşa ve itiraf etmenin günü gelmiştir ki Cemiyet kasasında 10 para yoktur ve Cemiyet hesap ve masrafları Necip Fazıl'ın şahsı kesesine birkaç bin lira borçludur. Yani Necip Fazıl’ın kurduğu Cemiyet, onun kellesini bile meydana attığı bir davada, Üstelik çoluk çocuğunun rızkına da göz dikmiş, onların bile haklarından kestirerek mecmuanın bütün gelirini yutmakta devam etmiştir. Bu nokta Cemiyetimiz hesabına en acıklı ve elemli bir mevzudur ve tafsilatının yeri burası değil, beyannamemizdir. Fakat erzel ve esfel Allah ve Peygamber düşmanları tıpkı Ağahan gibi Necip fazıl'ı kendisini Müslümanlara altınla tarttıran, her ay binlerce lira vergi ve haraç tarhettiren bir cer ustası şeklinde hayal etmekten bıkmamış ve onun tesirini bu kadar büyük ve derin farzetmekten hiçbir an vazgeçmemiştir. Kendi tevcihlerince, şeytanı bir tarz ve mikyas olsa da Necip Fazıl’ın etrafında bu kadar titiz ve bağlı bir fedakârlık halkası kurulmuş bulunduğunu tahmin eden küfür ve dalalet şubeleri bu tasavvuru ile bizde henüz mevcut olmayan bir kuvvet ve kıymete yer vermiş olmuyor mu? Vazife hissemizdeki noksanlığı ve zaafımızı bile_en ileri prensip ve kuvvet diye kabul eden küfrün gözünü kör ettiği için Allah'a hamd ederim.

 

Şimdi ne olacaktır?

 

Eğer Necip Fazıl gerçekten suçsuz ve masum ise, gerçekten bir komploya kurban edilmek istenmiş bir dava sahibi bulunuyorsa, o halde onun temizliği ve ehliyeti bu vakanın olmuş haliyle, hiç olmamış haline nisbeten daha fazla kuvvetlenmiş bulunmak icab etmez mi? Küfür canibinden gelecek harikalara bile "istidraç" ismini koyan , "keramet" teşhisini yasak eden Şeriat küfür yönünden geldiği için inanılmaması ve "istidraç" deyip geçilmesi icabeden bir mevzuda, hem de bu kadar enayice ve acemice belli edilmiş sahte bir tertibe kıymet ve ehemmiyet vermek idraksizliğini, herhangi bir Müslüman’da af ve tecviz edecek midir? Yoksa bilakis daha fazla bağlanmak icabeden bir vaziyette bağları gevşetenleri en büyük günah ve suçla mı anacaktır?

 

Bu naziklerin naziği suali, İlahı nur ile bakması gereken mü'min vicdanına havale ediyor ve sadece senin daha fazla bağlandığını görmekle bu gibi suikastlardan vazgeçecek olan küfür ve dalalet şubelerine hayat ve muvaffakiyet şansı vermeden önümüzdeki Ramazan Ayı'nın başlında, yani iki ay sonra kurulacak olan büyük divandaki büyük muhasebe ve murakabe gününe, sabır v emniyetle ulaşmanı diliyoruz.

 

Herhangi bir hastalık., vücudu ya devirir, yahut büsbütün sağlamlaştır. Herhangi bir darbenin yıkamadığı duvar büsbütün pekleşir. Şimdi sen de bu ihtimallerden birini seç, ona göre davran ve Allah ve Habibini kendinden razı etmek istiyorsan, küfrün manevrasına aldanma, uyma, tabi olma...

 

Küfür nihayet patlayıp çatlayıncaya kadar elimizden maddi ve manevi ne gelirse yapacağız.

 

İtimat et ve itimat duygunu bize yaz gönüldaş!.." Görüldüğü gibi Üstad bu yazısında kısaca: "Bana yapılan din düşmanlarının adi bir komplosudur. Kâfirlerde keramete benzer haller görseniz bile inanmayacaksınız. Çünkü bu size Şeriat'ın emridir.

Allah ve Resulünü kendinizden razı etmek istiyorsanız, etrafımda eskisinden daha fazla kenetlenin. Bu tür komploların sizi daha çok güçlendireceğini düşmanlara gösterin. Bu, bana ve benim şahsımda Mukaddes davamıza kurulmuş, alçakça bir tuzaktır Ona düşmediğinizi bana da yazın'.." diyordu.

 

Üstada inanmıştık.

 

Artık hiç gerek yoktu ama... Mademki Büyük Doğu yazmıştı, öyleyse kumar olayının ayrıntılarını da öğrenmeliydik. Çünkü hainlere, gafillere, münafıklara ve kâfirlere karşı Üstadımızı nasıl savunacaktık? Bunu bilmemiz gerekiyordu. Onun için olayı bütün ayrıntılarıyla bilmeye ihtiyacımız vardı.

 

İçimiz ferahlamış, ruhlarımız korkunç bir azaptan kurtulmuştu. Artık rahattık. Öbür sayfaları okumaya devam ettik. "Hadiselerin Muhasebesi"nde kumar komplosu şöyle anlatılıyordu:

Share this post


Link to post
Share on other sites

"TEŞHİS

 

Basılan bir kumarhanede Necip Fazıl’ın yakalanması şeklinde, hükümet taklibine memur gizli bir cemiyet meydana çıkarılmış gibi koparılan Çığlıklar ve işin baştan sonuna dek takip ettiği seyir. Bazı Hükümet makamlarından gazetelere kadar idari ve ahlaki kayıtlardan uzak, sadece siyasi bir komplo ve tertip karşısında bırakıldığımın, riyazi hüccetlerle ifşa ve isbata kafidir. Buyrunuz...

 

HADISE

 

Hadise en ince ve kaba teferruatına en basit sebep ve muğlâk neticesine kadar aynen şöyledir.

 

Necip Fazıl, evvelki perşembe günü, eski erkânıharp yarbaylarından mühürdar klübü Agâh Perin isimli muhterem bir dostuyla buluşmuştur. Bugün 70 küsur yaşında, Abdülhamit Devri'nden itibaren birçok siyasi ve içtimai hadiselere karışmış, büyük tecrübe ve müşahade sahibi bir zat olan, Agâh Beyefendi Necip Fazıl’a o akşam "enteresan" bir yere davetli ve bu yerin müşahadeye layık bir muhit olduğunu söylemiştir. Kumara dair birçok eser ve yazı sahibi olan, mecmuasında "Ahlakı Zabıta Mevzularının "röportajlarını” sık sık yaptıran ve son olarak da iki-üç "senaryo" üzerinde çalışan Necip Fazıl, Agâh Beyefendinin bahsettiği yeri, bir "tripo" zannederek, mümkünse kendisini de beraber götürmesini rica etmiş, böyle bir yeri ve oradaki tipleri, tetkikten çok zevk duyacağını, davası adına fayda kazanacağım bildirmiştir. Bunun üzerine Agâh Bey, oranın bir "tripo" olup olmadığını bilmediğini, ancak oradakiler vasıtasıyla "tripo”ya gitmek imkânı bulunduğunu, kendisine sadece bir “eğlenti”den bahsedildiğini, belki bu eğlenti sonunda kumar da oynayacağını, fakat herhalde bu yerin sahibi bir fikirci gözüyle müşahadeye değeceğini söylüyor ve Agâh Perin ile Necip Fazıl bu yere beraberce gitmek kararını veriyorlar.

Böyle şüpheli yerlere ne sebep ve sıfat altında olursa olsun, herhangi bir baskın tehlikesine rağmen, gitmiş olmanın emniyet ve kefareti de Necip Fazıl’ca şu: "Ben tanınmış bir adamım ve tanınmış bir organın sahip ve başmuharririyim. Her yerde ve hele böyle bir yerde kumara iştirak etmeme imkân bulunmadığına göre, sırf tetkik için orada bulunduğumu, kötü kasıtlar ve tertipler müstesna, her zaman isbat edebilirim. Bu hususta taşıdığım “Basın Kartı" bile kâfi istinat ve ihticac vesikasıdır. Bu kart hususi bir kanunla, bir gazeteciye şahsı mesken harici her yere gitmek ve her yeri müşahede etmek hakkını verir. Binaenaleyh benim için sadece taşıdığım manevi polis ve fikri savcı hüviyetinden dolayı tehlike yoktur”.

 

Adım başında takip edileceğinden ve tesadüfen bir hırsızlık “vakasının önünden geçse, hemen yakasına yapışıp “hırsız sensin” demek için fırsat arandığından haberi olmayan. Necip Fazıl, Kadıköy'den Agâh Bey’in refakatinde 12 vapuruyla İstanbul’a inmiştir. Köprüde bir taksiye atlamış ve doğru Beyoğlu’ndaki “Mezbur"a gidilmiştir. Burası Beyoğlu'nun Tarlabaşı Caddesi’ne yakın, muz'im ve şüpheli sokaklarından birisidir. Ve önünde durdukları kapı bodrum katına yol veren(Tripo) manzaralı bir mekâna delalet etmektedir. İçeriye dalınmış, küçük bir avludan geçtikten sonra yüksekçe bir zemin katı odasına girilmiştir. Burada üstü yeşil çuha örtülü bir masanın etrafında 8–10 kişi bulunmaktadır. Gerçekten tip tip insanın çevirdiği bu masada, henüz oyuna dair hiçbir alamet ve teşebbüs yoktur. Necip fazıl masaya geçmeden bir kenara oturmuş ve kendisine getirilen sade kahveyi içmeye başlamıştır. O sırada galiba (Sanjör-fiş memuru) olacak bir zat, isteyenlere dağıtmak üzere bir torbada bazı fişler çıkarmaktadır. Bu fişlerden bir iki kişi cüzi miktarda satın almış ve henüz ortaya ne kâğıt, ne zar, hiçbir kumar aleti çıkarılacak kadar bile bir zaman geçmemişti ki avluda ve zemin odasının mazgala benzeyen pencerelerinde, müthiş darbeler duyulmuş, bir an içinde herkes ayağa fırlamış, şahıslardan biri “basıldık” diye haykırmış, gayet temkinli ve Soğukkanlı bir tip olan Agâh Beyden başka kimse mevkiini muhafaza etmemiş ve daha "Ne olduk” diye düşünebilecek bir zaman payı geçmeden sivil memurlar odayı doldurmuşlardır. Bunların önünde, Emniyet ikinci Şube Müdürü Nihat ile Hırsızlık Masası şefi Başkomser Alişan da vardır.

 

Necip Fazıl ise olduğu yerde ayağa kalkıp neticeyi tevekkül ve sükûnetle beklemektedir. Zira bütün bu işlerin sırrı kendi şahsı etrafında döndüğüne dair henüz hiçbir şüphe sahibi değildir Hüviyet ve maksadını polise bildirir bildirmez "Ya öyle mi efendim, buyrun serbestsiniz, gidiniz" deneceğine kanidir.

 

Bir noktayı unuttuk. Masadaki şahıslar arasında bir de resmi üniformalı albay vardı. Albay baskın üzerine hemen avluya fırlayıp pardösüsünü sırtına alıyor ve kordona rağmen kapıdan çıkıp gitmek istiyor. Necip Fazıl da albayın peşine takılarak hüviyetini bildirmek üzere avluya gidiyor. Fakat kapıda Alişan tarafından hem albaya hem kendisine biraz sonra çıkarılacakları ve hususi muameleye tabi tutulacakları bildiriliyor. Nitekim pek kısa bir zaman sonra Başkomser Alışan, Albayı ve Necip Fazıl'ı sokağa çıkararak memur refakatinde Taksim Merkezine gitmelerini, orda 2 'inci Şube Müdürü Nihat’la görüşerek vazıyetlerini halledebileceklerini söylüyor. Albay ve Necip Fazıl, bir taksi içinde yanlarında 2 sivil memur Taksim Merkezine gelmişler, orda hususi bir yerde bulundurularak 2. Şube Müdürünü beklemeye memur edilmişlerdir. Biraz sonra kumar sanıkları Polis kamyonuna doldurulmuş olarak Merkez'e boşaltılmıştır. Sanıklar ayrı bir odaya tıkılmış, albay ile Necip Fazıl ise şube müdürünü görmek üzere ortada bırakılmıştır. Şube müdürü gelmiş, evvela albayı kabul etmiş biraz sonra albay büsbütün ortadan kaybolarak bir daha zuhur etmemiş, ismini ve cismini ortadan sildirmeyi bilmiş ne polis tahkikatı, ne de adalet huzurunda boy gösterenlerin kadrosu içinde bulunmamış, bulundurulmamıştır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Necip Fazıl'ı kabul eden, 2. Şube Müdürü Nihat kendisine şu mukabelede bulunmuştur.

 

"Sözlerinize tamamen inanıyorum. Fakat istisnai muamele yapamam. Siz de aşağıya inip ifadenizi verin. İfadeden sonra sizi tekrar görüp ne yapabileceğimi haber veririm"

 

Bunun üzerine Necip Fazıl, sırra kadem bastırılan albaydan sonra kumar sanıklarının arasına karıştırılmış ve ifadesi alınmak üzere bekletilmeye başlanmıştır. Necip Fazıl hala "komplo"dan ve yalnız kendi şahsiyeti etrafında döndürülen tertibattan şüphe etmemekte, bütün bu olanları masum bir tesadüf sanmaktadır. Ancak "Tekrar görüşürüz" diyen 2. şube Müdürünün Taksim Merkezi'nden anı kayboluşu, bir daha uğramayışı ve her soruşunda "Şimdi gelecek" diye cevap alması Üzerinedir ki Necip Fazıl’ın içine ilk şüphe kurdu düşmüştür. Vaziyet açıktır. Başta kendisin ismi ve sıfatıyla münasip küçük bir hayret ve hürmet numarası yapıldıktan sonra, Necip fazıl, tedrici bir "formalite" ve usul bahanesiyle öbürlerinin tabi olduğu muameleye terk edilmiş böylece hiçbir şeyden şüphelenmemesi temin olunarak her şeyin, hatta kumar sanıklarının bile kendi yüzünden ve "figüran" şeklinde takip olunduğu hakikati peçelenmek istenmiştir.

 

Hâlbuki Necip Fazıl şöyle haykırabilirdi:

 

"Efendiler, beni ne hakla polis merkezinde tutuyorsunuz? Evvela hiçbir oyun faaliyeti tesbit etmemiş olduğunuz bir muhitte ben, her hal ve sıfatımın bağırdığı gibi bir kenarda gazeteci hak ve salahiyetiyle bulunuyordum. Bırakınız gideyim!.." Fakat böyle bir aksülamele mani olmak için her şey yapılmış, Necip Fazıl'a her an bu hakkının kabul edileceği hissi verilmiş, gitgide işi gevşetmek ve birdenbire onu sanıklar arasında bırakmak suretiyle de maksat gizli gizli temin olunmuştur.

 

Saat gecenin dördüdür. Hala Taksim Merkezi'nde Necip Fazıl, kendisiyle görüşeceğini vadeden Nihat'ı beklemektedir. Nihayet merkez amirine müracaat ederek, Emniyet Müdürlüğüne bir memur refakatinde sevkini rica etmiş ve esasen sanıklar oraya sevk edileceği için bu ricasında muvaffak olmuş, Emniyet Müdürlüğüne gelmiş ve orada o gece nöbetçi bulunan Nihat'1 yatağında bulmuş ve görüşmüştür.

 

Çare yoktur! Nihat kendisini amirlerinin emri olmaksızın serbest bırakamaz. İsterse kendisine yatağını takdim edebilir ve sabahleyin erkenden emniyet müdürüyle temasını temine söz verir. Hadisenin matbuat tarafından haber alınmasına ve yalan yanlış tefsirler yapılmasına asla imkân mevcut değildir. Sabaha karşı olan şeyleri nereden haber alabilirler? Basına malumat ancak Emniyet Müdürünün emriyle ve istihbarat vasıtasıyla verilir. Binaenaleyh Necip Fazıl, İkinci Şube Müdürü Muavinlerinin odasında istirahat ve erkenden Emniyet Müdürünü görerek vaziyeti halleder. Herhangi bir merak ve endişe lüzumsuzdur.

 

Hala ve hala tertibi tam anlayamamış bulunan Necip Fazıl, kendisine gösterilen müdür muavini odasına çekilmiş, bütün emeli sabahleyin emniyet müdürünü görmekten ve gazetelere düşman üsluplu kalpazan haberlerin aksetmesine mani olmaktan ibaret olarak, burada hayale ve kaleme sığmaz ızdıraplarla sabahı beklemiştir Bu bekleyiş esnasında resmi kıyafetli bir memurun bir iskemlede oturarak, kendisine arkadaşlık etmeğe memur edildiğini kayda bilmem lüzum var mı?

 

Saat altı... Bütün gazeteler Necip Fazıl'ın önünde... Hiçbirinde hiçbir kayıt yok. Fakat "Vatan" isimli paçavra... İşte o zaman Necip Fazıl 'ın başına dünya yıkılmış ve tertip bütün çıplaklığıyla karşısında canlanmıştır. Haber yalandır. Kalpazancadır, namussuzcadır!

Kimse onu kumar başında suçüstü yakalamış değildir Hatta müseccel kumarbazlardan bile suçüstü tutulmuş olan yoktur. Böyle bir haberi, bu paçavraya, polis kadrosundan başka kim vermiş olabilir? Polisin kadrosunda gazeteci veya herhangi bir yabancı yoktu. Hem de başka gazetelerin seçilmeyerek bilhassa Vatan iftiracısı, "Vatan"ın seçilmiş olması... Demek ki mason, dönme, Yahudi ve CHP muhitlerinin, hâkim bulundukları küçük idare kademeleri marifetiyle kurulmuş kir pusu, böyle bir pusunun en evvel malumat lütuf edeceği "Vatan" gazetesinin vatansızlık seciyesi bakımından artık muhakkaktır

 

Necip Fazıl gazeteleri aldığı gibi Şube Müdürü Nihat'ın kapısını çalarak kendisini uyandırmış ve nükteyi bu emir kulunun gözü önüne sermiştir. Cevap:

 

- Hayretler içindeyim! Böyle bir haberi böyle bir tarzda bu gazeteye acaba kim vermiş olabilir?

 

Artık emniyet müdürünü görmek 33’üncü dereceden bir mason olan valiye haber vermek gibi her tedbirden vazgeçen ve başına getirdikleri belayı yüklenmeye karar veren Necip Fazıl, kendisini ilahi kadere teslim etmiştir.

 

DELİLLER

 

Başlangıçta tertip şüphesini vermemek için cali bir hürmet şeklinde tecelli eden polis muamelesi, sabahleyin birdenbire değişmiş ve her şey yerini canhıraş bir kalabalığa terk etmeye başlamıştır. Sabahın dokuzudur. Bir memur Necip Fazıl’ın yanına gelerek onu bir muamele için başka bir odaya davet eder. Memurun arkasında koridoru çıkan Necip fazıl, koridorun fotoğrafçılar tarafından doldurulduğunu ve bir ihtilal reisinin resmi alınıyormuş gibi telaşlı resimler çekildiğini görür. Tebessüm eder ve katlanır. Belki de resmi memur, resmi muameleyi asıl resmin alınması için bahane etmiştir. Emniyet Müdürü her sabah en erken saatte geldiği emniyet müdürlüğünde yoktur. Vilayettedir. İşi vardır. Bu da temastan çekinme delilinden başka nedir? Fakat müdür muavinleri Necip Fazıl’ı kabul ederler. “Ne yapalım efendim müteessiriz. Fakat vaziyet mahkemede belli olur.” Muhasebesinden başka bir şey söylemezler.

Tekrar Taksim Merkezine gidilecek ve oradan meşhut suç mahkemesine sevk olunacaktır. Necip Fazıl'ı İffet isminde bir müdür muavinine teslim edip “Bir taksiye bindirin” emrini verirler. Fakat bu adam, Necip Fazıl’ı sanıkların kamyona doldurulduğu anda dışarı çıkar ve bir sürü fotoğrafçı karşısında hakaretle iterek kamyona atar.

 

Kumar sanıklarının hepsi hayrettedir. İçlerinde 12-13 defa baskın görmüş insanlar olduğu halde böylesini görmemişlerdir. Bu ne debdebe ve ihtişamdır? Bu ne fotoğrafçı ve muhbir garabettir. Kumarcıları gazetelerin 4. sayfasına ve dört satırla bildirirler. Bu ne muazzam tezahürdür! Sonra henüz kumar başlamadığı halde, içeriye Necip Fazıl isimli bir adam girer girmez, daha on dakika geçmeden bu ne acele ve telaşlı bir baskın hamlesidir! Yoksa kendileri de Necip Fazıl’ın kurbanları mıdır? Ya Necip Fazıl hangi fikir veya maksadın kurbanı? Emniyet memurlarından duyduklarına göre, evleri iki gün sonra cumartesi günü basılacaktır. Fakat bir tesadüfler oraya Necip Fazıl isimli muharrir gelir gelmez, hemen ve alelacele basıldı. Ya bu ne demektir? Yani Necip Fazıl bir tetkik vazifesiyle oraya ayak basmamış olsaydı, her türlü kumarı bıkasıya oynasalar bile basılmayacaklardı! Bir gazete aynen "Necip Fazıl'ın girdiği görülünce" tarzında bir madde bulunduğuna nazaran, demek ki baskın hadisesi adına bütün matlup, orada kumar oynanması değil, oraya Necip Fazıl'ın girmesinden ibaret, Ya bu nasıl tefsir edilebilir? Her an Necip Fazıl’ın peşinde bir memur gezdiğinden ve bu memurun Necip Fazıl'ı herhangi bir iftiraya kurban edilmesi mümkün vaziyette görür görmez amirlerine haber vermekle mükellef tutulduğundan başka bir manaya yer var mıdır? Ya bir gün sonra bir gazetenin emniyet müdürüne yalan söyletip "Olgun ve kâmil bir adam sandığımız Necip Fazıl kumar oynarken yakalandı" dedirttikten sonra, aynı emniyet müdürünün böyle bir laf söylemediği hakkındaki tekzibini neşretmesi ne suretle yorumlanabilir? Acaba tertipçiler tertibin açığa vurulmasına elbette razı olmayacak olan emniyet müdürünü istismarda biraz ileriye mi gitmişlerdir? 33. dereceden 'mason üstadı' İstanbul Valisi Fahrettin Kerim'in yerine bir gün sonra Vilayetteki toplantıda "Büyük Doğu Neşriyat Müdürü burada" lafını duyar duymaz "Kim... Kim... Kim?" diye telaşa düşmesi neye delalet eder? Hele yarım hikâyeci, çeyrek mütefekkir ve yarım çeyrek politikacı Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu'nun Vilayette: "İşte biz insanı böyle takip ettirir, böyle yakalatırız" diye böbürlenişi, tertip işine yeni iktidar dâhil olmasa bile, yeni iktidardan bazı tiplerin bunda methaldar olduğu da şüphe bırakır mı?

Share this post


Link to post
Share on other sites

ADALET

Böylece Necip Fazıl tam, tertipli ve musanna bir “isnat ve iftira mizanseni” içinde, bir takım kumar sanıklarıyla bir arada, 18 saat karakollarda süründürüldükten sonra adaletin huzuruna çıkarılmış ve hâkimin şahit makamındaki polislere sorduğu

 

- Bu adamı kumar oynarken gördünüz mü?

 

Sualine müttefikan verilen:

 

- Hiçbir kumar faaliyetine şahit olmadık!

 

Cevabı üzerine, esasen henüz kumara başlanmamış bir muhitte, esasen fikir savcısı sıfatıyla müşahede için bulunan bir insan olduğu hakikati, resmi zabıtlara geçirilmiş, fakat gazetelere geçirilmemiş olarak evine dönmüştür. Kararın bugün 54 sayılı Büyük Doğu’nun intişarı günü verecek olan mahkeme ya kumar fiilini vaki olmamış görür ve Necip Fazıl’ın orada bulunuşunu fikri bir tetkik hakkında istinat ettirecek olursa, köpeklere ne yapmak düşecektir? Tabii, haberi bile, yazmamak ve iftirayı kendi tesiri içinde bırakıp bir daha bu mevzua avdet etmemek…

 

N E T i C E

 

Bir Hadis "Muhlislerin büyük tehlike içinde olduklarını” nı haber verir. Necip Fazıl gibi bir adamın, bilhassa bu nazik günlerde, muhal farz olarak hala kumar illetine müptela bulunsa bile, bir (Tripo)da kumar oynamaya gitmeyeceğini, böyle bir fiilin kâbuslara bile sığmaz bir abes olduğunu kazlar ve ördekler bile takdir eder. Bütün hatası, nefsine ve manasına fazla güvenmiş olmasından ibaret bulunan Necip Fazıl, icabında insanların, zümrelerin ve hatta teşkilatların ne kadar küçüleceğini hayal edememiş olduğu için, ihlâsı yüzünden bilhassa bazı gazetelerin idare ettiği orospuca bir tongaya düşürülmüş ve böylece şahsıyla, her şahıstan da münezzeh olan mukaddes dava yolunda kirletilmek istenmiştir. Artık bundan sonra cebine para atıp onu hırsızlıkla itham etmeleri, yolunun üzerine bir cinayet tertip edip “Katil sensin” diye yakalamaları içten bile değildir. Hakikati bilen ve anlayan, onun temizliğini asıl bu vakadan sonra sabit görür ve din düşmanlarının çözmek istedikleri safları büsbütün kuvvetlendirmek ve sıkıştırmaktan başka vazife tanımaz, hayır ve şer Allah’tandır ve hayır ne olmuşsa ondandır…”

 

İşte "kumar hadisesi bütün ayrıntılarıyla buydu. Üstadımıza yapılan yalnız bu iftira bile bizim bin adam öldürmemize yeterdi. Kaldı ki iş bu kadarla da kalmadı. Taraflar arasındaki kavga dozunu her gün biraz daha artırarak ta Malatya Hadisesi’ne kadar devam etti.

 

Olaydan sonra saflar iyice netleşti. Böylece rejimin adı ne olursa olsun, "İman 'la küfrün asla bir arada ve barış içinde yaşamayacağı gerçeği" ayan beyan ortaya çıktı.

Üstadın bu kadar çırpınmalarına rağmen, Müslümanlar anlayış göstermediler. Safları sıklaştıracaklarına seyrelttiler. Büyük Doğu Cemiyeti kendiliğinden çöktü. Daha sonra da hukuken kapandı...

 

...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Alıntı yapmaktan, alıntılamaktan pek haz duymam. Lakin bu konuyla alakalı bir yazı okudum geçenlerde. Sadık Yalsızuçanlara ait. Merak eden arkadaşların okumasını tavsiye ederim. (Sadık Yalsızuçanlar doğru diyor/katılıyorum gibi bir intiba anlaşılmasın)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hak karşısında her daim mağlup olmaya mahkum olan bâtılın iftira atmaktan, karalamaktan başka bir şey yapamadığına güzel bir misaldir bu hadise. Hem iftirayı atan hem de attığı iftiranın en büyük temsilcisi olduğu için iş hakikatte cereyan etmiş olsa bile bunu tenkid etmeye hakkı ve yüzü olmaması gereken bâtıla Üstad tarafından verilen muhteşem bir cevap vardır. Aşağıdaki yazı Üstadın Müdafaalarım kitabından iktibastır ve iftira hadisesinin aktörleriyle birlikte bu tür iftiralar karşısında aynı türden tavır takınan müfteri küfür yobazlarına verilebilecek en güzel cevaptır:

 

Sefil gösterilmek istenen benim, bu vaziyette, mazlum ve muazzam bir ulviyetten başka hiç bir istihkakım olamazdı. Asıl sefalet, mutlak sefalet, nihaî haddile düşmanlarıma düşüyordu. Hatta muhal farz, ben bir kumarhaneye gidip, tecessüs ve günah, hepsi bir arada, fiilen kumar oynamış olsaydım, düşmanlarımın ahlâk telakkisine göre bundan ne çıkardı ki?. Hiç biri şahsî değil de içtimaî planda, zinanın, hırsızlığın, her türlü kumarın ve her şekilde şenaatin bayraktarları, eğer benim fert ahlakım noktasında bula bula yalnız bu vesikayı bulabiliyorlarsa, o halde bu dünyada benden daha temiz bir adam olmadığı hükmüne varılmak icap etmez mi? O halde benim çocukluğum, gençliğim, tahsil ve aile hayatım, iş ve memuriyet safhalarım başka başka elmastandır. Yoksa, bunlar, herhangi bir kötülük vesikasını milyonlara satın alıp ortaya dökmezler mi?

 

Fakat bu, ancak Hikmet Sahibinin bildiği bir şeydi; bunu kullara nasıl anlatmalıydı? Sabaha kadar uyumadan düşünmekle geçirdiğim gecenin şafağında şu kararı verdim:

 

-Tarihte (Martir) ismi verilen mazlumların ilki ben miyim? Ne münasebet!.. Davaları uğrunda kimler ve neler, ne türlü asıldı ve kirletildi! Yalnız Fransız Büyük İhtilalinin kahramanları arasında, böylesine, Halk Partisi devrinin tediyeli dalkavukları kadar adam çıkmaz mı? Fransa'yı düşmana sattığı iddia olunan (Danton), tek bir vesika istediği ihtilâl mahkemesi tarafından, sadece kanaate (!) dayanılarak ve üstelik muazzam talâkatinden korkulduğu için kanunla gıyabî muhakeme salahiyeti çıkarılarak, muhteşem başını kaybetmedi mi?

 

(O sırada siyasî bir sebepten tevkif edildiğim için; kumar suçu hakkında karar veren sulh ceza mahkemesi huzuruna kasden sevkedilmedim; hapisten çıktıktan sonra verdiğim yeniden muhakeme istidasını reddettiler; ve böylece kumarda yakalandığım hakkındaki karar, gıyabımda temin edildi.)

 

Öyleyse insan, bağlı olduğu davanın azameti çapında belâya, iftiraya, isnada, tertibe hazırlanmalı ve katlanmalı değil midir? Hatta bütün bunların ancak insanın şahsiyet ve kudreti arttıkça köpürtülen şeyler olduğunu, acizlere ve cücelere hiç dokunulmadığını bilmeli değil midir?

 

İmam-ı Rabbani gibi, Ümmetin en büyük ferdi:

 

"Allah nezdinde en büyük derece, bir insanın hakikatte iyi olmasına rağmen kötülüğünün söylenmesidir."

 

Dememiş midir?

 

 

Abdülhamit gibi, vehim derecesine varmış bir dindarlık, merhamet, zekâ, tedbir, vatanseverlik ve milliyetçilik seciyesi için, Masonlar ve Yahudiler dinsizlik, merhametsizlik, ahmaklık, aldırmamazlık, vatan hıyaneti ve Türk düşmanlığı efsaneleri uydurmamışlar mıdır? Koca Sokrat, Yunan mahkemesi huzurunda:

 

"Ben size ne yapmış, ne kadar büyük ve tehlikeli görünmüş, ruhunuzu ne türlü incitmiş olmalıyım ki, beni bu kadar itham altında tutuyorsunuz!"

 

Dememiş midir?

 

Öyleyse iftihar etmeli, mutlaka dayanmalı ve savaşmalıyım! Mademki Allah yolunda savaşıyor ve Hesap Gününe inanıyorum; demek ki bana attıkları çamurları, yarın ahirette, hiç kimsenin malik bulunmadığı nurlu fazilet madalyaları halinde taşıyacağımı biliyorum. Şu halde teessürüm neye? Hem bu iftira, bu davanın akıllıları ve sağlamları ile, ahmakları ve sakatlan; saflarımızda fevkalade lüzumlu bir tasfiye doğuracaktır. Zira küf ürün, sırf İslâm düşmanlığı adına, zekâ ve kabiliyetinden en korkulan bir mücahedeci hakkında tertiplediği masala inanacak ve tesir altında kalacak sözde müslümanlardansa, bunlardan büsbütün mahrum olmak ve sadece tertemiz bir (erkân-ı harbiye) heyeti halinde kalmak bin kere hayırlı ve üstündür. Veyl, o müslümanlık iddiasındaki biçarelere ki, küfür anonim şirketinin bastığı hisse senetlerini alır ve onlara dayanarak, mücadeleci bildiği bir adamı kötüler. Bana, Halk Partisi devrinde bile başıma gelmemiş olan bu alçaklığı gösteren, yeni iktidar ve onların temsilcileri değil, fakat pusu kurmuş mahut hizipler ve onların hâlâ ve daima hükümet mekanizmasında tutmağa muvaffak oldukları, ikinci dereceli ajanlarıdır. Savaşacağım; ve asıl bunların, pudra ve düzgün altında sakladıkları surat karhalarını teşhir edeceğim!

 

Böyle düşündüm; ve kendisinden binlerce lira menfaat devşirdiğim söylenen Büyük Doğu Cemiyeti, mecmuanın kesesinden binlerce lira yuttuğu için birdenbire müthiş bir parasızlık içinde kaldığım o günlerde, radyomu ve halılarımı rehine koyarak, meşhur, kıyamete kadar meşhur 54'üncü sayımızı çıkardım.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sezai Karakoç'un Diriliş Dergisi'nde bu mevzuya dair kaleme aldığı bir yazısı:

 

"Bir sabah gazetelerde okuduk: güya, Beyoğlu'nun meşhur bir kumarhanesi basılmış, birçok tanınmış tüccarın arasında Üstad da yakalanmış. 15-20 kişilik kerli ferli, kılık kıyafetlerinden zengin olduklan belli bir grubun ortasında Üstad duruyor! Böyle bir resim belli başlı gazetelerde çıktı. Birçoğu yüzünü kapamıştı. Tabii ki, Üstad bunu yapmamıştı. Bir gün sonra mahkeme serbest bırakmıştı yakalananları. Fakat, daha yeni kurulmuş, tam bir gelişme aşamasında olan Büyük Doğu Cemiyeti ve Üstadın itiban için bu tam anlamıyla bomba tesiri yapmıştı. Gazeteler alay ediyor, karikatürler yayınlıyordu. Hikâyeler yazılıyordu. Üstadın samimiyetsizliğini ileri sürüyorlardı. Basın süpermürşit adını takmış, aleyhine veriştirip duruyordu. Ben, ilk anda inanamadım. Bu bir komploydu. Gelişen Büyük Doğu Cemiyeti'ni dağıtmak ve oluşan itibarı yok etmek için basın, karanlık güçler ve hatta hükûmet elele vermiş, Üstadı kumarhanede yakaladıklarını ilan etmişlerdi diye düşünüyorum."

"..Büyük Doğu Cemiyeti dağılma durumuna gelmişti."

(sezai Karakoç, Hatıralar XLVI, Diriliş, S.46, 2 Haziran 1989, s.6-7)

Share this post


Link to post
Share on other sites

"...Ve dalgın,

 

vecde batmış,

 

gözleri,

 

her zaman olduğu gibi ötelerde,

 

buyurdular:

 

Lâteşbih,

 

çocukların çelik çomak oynayışı gibi,

 

kâinatla oynar...

 

Allah !.."

 

 

 

Muhal farz iftira olmasa bile

 

- ki gafillerin,

 

çöplük eniklerinin dikkat çekmeği arzuladıkları

 

Üstad'ın kusurları -

 

keşke, onun küçük bir günahı olsa idim...

 

 

royal-flush.jpg

 

 

http://fizy.com/s/1a3co7

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...