ayvaz 2 Report post Posted February 3, 2009 HAYATI BAYBURTLU CELALI BABA HAYATI Celâlî'nin adı Ahmet'tir. Bayburt'un Pulur (Şimdiki adı Demirözü) bucağına bağlı Talisini' (Ozansu) Köyû'nde dünyaya geldi (1850).-Kendisi bir şiirinde köyün adını anar: Zincirden boşandı Celâli ahım Yaktı Tahsını'yı vîrân eyledi Babası Abus, bu köyün Nasuhoğullan, annesi ise Kerimoğullan ailesindendir. Babasını küçük yaşta kaybetti. İki kardeş oldukları bilinmektedir. Küçük kardeşinin adı Kadir'dir. Dayıları tarafından büyütülmüştür. Celâli, 14 yaşlarında iken. Akkoyunlu Ferahşad Bey'in yaptırdığı meşhur Sünür Medresesi'nde öğrenim gördü. Burada, bilhassa Hacı Hoca lakabıyla anılan müderristen istifade etti: Hazâinin sır sandığın açanın Vâris-i enbiyâ kadri yücenin Nesli melek mahi Hacı Hoca'nın Yoluna baş u can koyanımız var Okuttu "elifi "dal" a yetirdi Bizi zenbûr gibi balcı yetirdi Nice mâlsızları mâla yetirdi Lâ'li şarâbında gümâmmız var Okuuıı tefsiri hem ilm-i âlet Yetişdi dersimiz buldu nihayet Dersini ebcetlendi durdu hitabet Bulak başlarında kalanımız var On yedi yaşında icazetname aldı. Tekrar köyüne döndü. Annesinden kendisine kalan miras hissesini istediyse de, dayısı ona rutubetli bir "merek" (saman ve tahıl anban), kıraç bir tarla ve küçük bir bostan verdi. Celâli, yokluk içinde geçimini sürdürmeye çalışırken, on dokuz yaşındayken köyünden evlendiği hanımını kaybetti. Kundakta bir de oğlan çocuğu kalmıştı. Şair, hanımı için yazdığı ağıtta, ona olan sevgisi yanında yokluk içinde geçirdikleri günleri de dile getirir: Ev bark etmek için tenli mereği Dizip koşmak için tepir eleği Şu gavdan yaptığın tecir tereği Divan-ı Bâri'yc yadigâr götür De ki Kadir Mevlâ'm bize ilişme Dünyâda sızıyan çıbanı deşme Celâli Baha'dan sorup söyleşme Bu dertli çobandan bir selâm götür Celâli, küçük çocuğunu kayın validesine bırakarak, Bayburt, Erzincan ve Elazığ yörelerini dolaştı. Pek çok şairle tanıştı. Bu ilk gezisinden sonra köyüne döndü. Bayburt Merkez bucağı Hindi köyünden Leyla adında bir hanımla evlendi. Leyla dan Bahri adında bir oğlu oldu. Şiirlerinde eşi Leyla'dan ve kövü Hindi'den söz eder: Hüblar yığnak etmiş aşk dîvânında Karyeler kadrini kıymet ederler Bir nazm-ı gazelde Hindi sânında Ehl'i ask olana minnet ederler Celâli bu tarih taşı Hindinin Hind'e bedel her kumaşı Hindinin Konağı aşçısı aşı Hindinin Cennette Rıdvan'ı hayran ederler Ne dedim darıldın gözlerim nuru Bugünkü sitemin dünden ziyâde Çektin asumandan delilin topunu Dehr ü zamanımda günden ziyâde Çekmiş gam kervanın yük tutmuş Leylâ Gözüne aldırmış pek ırakları Vardım ki oturmuş hicran köşküne Dağıtmış başından lıep çırakları Bir söze aldattı şeydâyı Leylâ Yedi yıl bekletti sahrayı Leylâ Bilmezdi Celâli Leylâ'yı Leylâ Sevdadır kaynatan bu nifakları Celâli, 1915 yılında köyünde vefat etmiştir. Kabri. Bayburt'tan Tahsını'ya giden yolun kuze-yindedir.Celâli'nin hayatıyla ilgili bilgilerimiz bundan ibarettir. Şairliği: Celâli badeli âşıklardandır. On dört yaşında çobanlık yaparken, bir kaya dibinde uyuklamış, rüyasında bir pir gelerek bileğine bilezik takmış ve ona Celâli mahlasını vermiştir. Ahmed, bundan sonra Celâlî mahlasıyla şiirler söylemeye başlamıştır. Rivayete göre, onun söylediği ilk şiir şudur: Bir peri aşkından dîvâne oldum Çağladı gözyaşını akıyor hocam Erenler şahından bir nâme aldım Dilim ezber etmiş okuyor hocam Pır destinden nûş eyledim bu âbı Anda açılmıştı aşkın kitabı Yegân yegân sor ki verem cenabı Bugün gam kervanım kalkıyor hocam İndim seyreyledim irem düzleri Kudretinden sürmelenmiş gözleri Oturmuş bir bölük huri kızları ibrişimden halı dokuyor hocam Bir yere cem' olmuş kırklar erenler Bir bakışta arşı kürsü görenler Devasız derilere derman verenler Her biri bir derse bakıyor hocanı Yakdı Celâli’yi bu aşkın nârı Sağ başda durmuştu kırkların piri içlerinde gördüm Horasan eri Hü çekende canlar yakıyor hocam Celâli, yukarıda belirttiğimiz gibi medrese öğrenimi görmüş bir şairdir. Onun, "Tahsiisiz bir şair yavan pilava benzer" sözü bu bakımdan anlamlıdır. Doğaçlama (irticâlî) şiir söylemekte çok yetenekli olan Celâli, hiç saz çalmamış tır. Bunda, aldığı medrese öğreniminin yanında, bağlandığı Nakşibendî tarikatinin de etkisi olduğu düşünülebilir. Ancak, çok sevdiği arkadaşı Mahmut, onun deyişlerini besteleyip okuyarak şöhretinin yayılmasında önemli rol oynamıştır. Şair, onun saz çalmasından memnun olmuş, hatta zaman zaman birlikte seyahat etmişlerdir. Genç yaşta ölen Mahmut hakkında yazdığı şiirler, Celâlî'nin ona olan sevgisini açıkça göstermektedir: Zülumat elinden pus aldı dağlar Mahmut bizim yerle kış mıdır şimdi Ölen öldü sen haber ver sağlardan Bilmem hayâl midir düş müdür şimdi Celâli bülbülü bahçe bârını Susamı sünbülü ayva nârını Medrese mescidin çâr divârını Yıkıp vîrân eden hoş mudur şimdi Sönmez Celâlî'nin bu aşk atası Çekilmez badesi kaynamaz aşı Mahmut gelmez elde değildir başı Benim ile gam yükünü çatan yok Gonca Jem açmadan bozuldu bağlar Bu ne gülsen bu ne bahçe bu ne bâr Bülbüller çığrışır çeşmi kan ağlar Bu ne sünbül bu ne lâle bu ne zâr Mahmut bu gün ustasını değişti Bizden uğrun uğrun badeler içti Sefinesi hicran gölüne düştü Bu ne yağmur bu ne rüzgâr bu ne kar Bana gam yutturdu zâti ezelden Aşkın cbccdlcdi çıktı tez elden Daha ders okumaz nazmı gazelden Bu ne nâmüs bu ne gayret bu ne ar Tcrk-i vatan etmiş dönmez ebedî Dost bağından nâr getirdim yemedi Bir Allah'a ısmarladık demedi Bu ne yaran bu ne yoldaş bu ne yâr Sundu Cclâli'ye bir zehr-i âbı Bizde garib kaldı aşkın kitabı Cç harj beş noktadan gördü hesabı Bu ne geliş bu ne gidiş bu ne kâr Celâli, şiirlerini genellikle hece vezniyle yazmıştır. Aruzla yazdığı az sayıda şiiri de vardır. Celâlî'nin bir divanı olduğu, 1. Dünya Savaşı sırasında Bayburt'un Ruslar tarafından işgali üzerine koylulerince Zile'ye götürüldüğü söylenmekteyse de, günümüze ulaşmamıştır. 1916-1918 arasında yaşanan Bayburt muhacereti sebebiyle şiirlerinin çoğu kaybolmuştur. Türk-Rus savaşı, Balkan savaşı ve Umumi harbe dair söylediği şiirler de bunlar arasındadır. Celâlî'nin şiirlerinden, zengin bir dinî-tasavvufî kültüre sahip olduğu anlaşılmaktadır. Mizahî şiirlerinde de oldukça başarılıdır. "Kalos, Batakçı. Yemekler ve Güzeller" konusunda söylemiş olduğu destanlar ölümünden sonra yayılan ve geniş bir çevrede tanınan şiirlerindendir. İlk hanımını kaybettikten sonra köyünden ayrılan Celâli. Bayburt, Erzincan ve Elazığ havalisini dolaşmış, pek çok şairle tanışmıştır. Celâli, Hemşehrisi Zihnı'den sonra Bayburt'un yetiştirdiği en ünlü ve yetenekli şairidir. Zihnı'den etkilenmiş, ona nazireler kaleme almıştır. Celâlî'nin Narmanlı meşhur Aşık Sûmmanî ile tanışması da onun şairlik gücünü ve şöhretini gösteren önemli bir olaydır. Söylentiye göre, Sümmânî Celâlî'nin şiirlerini duyup beğenmiş, ona bir mektup yazararak altı ay sonra ziyaretine geleceğini söylemiş. 1882 yılında, dediği gün Bayburt'a gelmiş. Celâli de aynı gün onu beklemektey-miş. İki şair, bir terzi dükkânında karşılaşmışlar10. Sûmmanî, Celâlî'nin kulağına şu kıt'ayı okumuş: Aşkın kervanım düzüp bezersin Sokakları adım adım düzersin Neden böyle miskin miskin gezersin Galiba sarhoşsun Baba Celâli Celâli de Sümmânî'ye şöyle karşılık vermiş: Aşkın kervanını düzüp bezettim Altı ay oldu ki yolun gözetdim Rüyamda görmüştüm seni benzetdim Hakikat sadıksın Baba Sümmânî Sûmmanı'nin şu manzum mektubu, onun Celâli ile münasebetinin daha sonra da devam ettiğini göstermektedir: Hazret-i Kıır'ûn'ı tilâvet ettik Hamd olsun yetişti hidâyetimiz Risâlct burcunun babına yeltih Açıldı ol bâbda dirayetimiz Gördüm Molla Cami açıldı eser İlme müştak olan gezer mi serser Mevlâm imameti kılsın müyesser Budur leyi û nehâr mûnûcâtımız Üstadım Hoca'dır himmeti hazır Muhabbet bahrinde misli lû-nazir Fârisî ilminde olmuştur vezir Himmetiyle açtı zekâvetimiz Hafız Rcşid armağandır adımız Hurûj-ı imlâdır her kûşâdımız Huda memur etsin bu mezadımız Kalmamış gönülde dalâletimiz Hafız gider isen Bayburt şehrine İnşallah dalarsın ilmin bahrine Sümmanî'den selâm "Aşkın nehrine" Tapşır Celâli ye emânetimiz Celâli, çevresindeki birçok şairi etkilemiştir. Bu şairlerin başında Bayburtlu Aşık Hicranı (1908-1959) gelmektedir. Hicrânî'nin Cclâli'yc söylediği nazirelerden iki örnek şudur: Celali: Çekmiş gam kervanın yük tutmuş Leylâ Gözüne aldırmış pek ırakları Vardım ki oturmuş hicran köşküne Dağıtmış başından hep çırakları Mecnûn gözyaşına derya dedikçe Her katresi birden Mevlâ dedikçe Sevda çöllerinde Leylâ dedikçe Arşa direklcnmiş aşk ocakları Bir söze aldattı şeydâyı Leylâ Yedi yıl bekletti sahrayı Leylâ Bilmezdi Celâli Leylâ'yı Leylâ Sevdadır kaynatan bu nifakları Hicrânî: Vardım dost bağına el çekmiş bağban Dolanmış bülbülün dert ortakları Ah çeker sünbüllcr çiçekler vîrâıı Har ile horlanmış gül budakları Düşünüp cânânı getirdim yada Dostum geldi diye vermedi şada Kırıylıp kaseler döküldü bade Köşe bucak olmuş el tabakları Baykuşlar oturmuş hicran köşküne O dilber bakmadı garip düşküne Eğilip yüz sürdüm yâr eşiğine Belki değmiş ola gül ayakları Bad-ı sabâ götür o Leylâ yara Köşesinde otur kalbini ara Sor ki meyil verdi bizden ağyara Nasıl gördün söyle bu ilhakları Hicrânî'ycm duydum yaman hallann Yedi yıl gözledim Halep yolların Dağıt kalbindeki kıyl u hâllerin Günbegün artmakla bu merakları Celâli: Karadeniz olsa âşıkın aşkı Yüksektir yaylamız coşamaz hurda Bir yiğit ne kadar kahraman olsa Karlı dağlar vardır aşamaz hurda Lutf eyle sevdiğim sana yazıktır Sen bir dilbersin ki menendin yoktur Bâr veren ağacı ırlayan çoktur Keserler kökünden yaşamaz burla Ccdânın vârisi beylerdir dersem Cenneti hacıya hocaya versem Yolun doğrusunu nasa göstersem Derler ki Celâli yaşamaz burda Hicrânî: Tellal olup gezse kahraman-ı aşk Ağırdır mctaım satamaz hurda Altın kantar gümüş çengel takılsa Cebel-i Lokum var tartamaz burada Kerem kıl sevdiğim peçeyi kaldır Bilinmez kıymetin sarrafın boldur Karanfil aşlasan derler çalıdır Çürütür toprağı tutamaz hurda Hakikat yolunu nasa dünyada Müstakim babından göstersin yada Konup gül dalına versem hop şada Derler ki Hicrânî ötemez hurda Rivayete göre. Celâlî'nin söylediği son şiir şudur: Nedir bu sevdalar serde ilâhî Ben yanarım ağlayanım el oldu Hicran döşeğinde müşkil hâlim var Ağlamaktan dîdelerim kan oldu Kavim kardeş yüz çevirdi yanımdan Daha sormaz oldu ad u şanımdan O kadar usandım tatlı canımdan Her bir günüm bana birer yıl oldu Sâk'ı son camından verdi zülâlım Kazındı deflerim doldu zevalim Gelsin o vefasız hclâllaşalım Bugün Cclâli'ye gel ha gel oldu Tarikatı: Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu, Celâlî'yi Bektaşî mensubu gösterdikten başka, gençliğinde ulemâ sınıfı tarafından Kızılbaşlıkla itham edildiğini de söylüyor. Abdulbaki Golpınarlı da onu Bektaşî şairleri arasında değerlendirir. Fahrettin Saltkan, mahalli araştırmalarına dayanarak bu görüşü reddeder. Hikmet Dizdaroğlu de onun kesinlikle Alevî veya Bektaşî olamayacağını belirtir. Sadettin Nüzhet ise, Şâh-ı merdândan ve Horasan erenlerinden söz eden şiirlerinden hareketle, onun, bir tarikate. muhtemelen Kadirîliğe mensup bir şair olabileceğini düşünür. Araştırmacıları bu konuda yanıltan bir husus, şairin "Baba" lakabıyla anılmasıdır. Celâli ile Sûm-mânî'nin birbirlerine Celâli Baba, Sûmmânî Baba şeklinde hitap etmeleri, bu "Baba" kelimesinin tarikat kültüründen ziyade, mahalli bir hürmet ifadesi olarak kullanıldığını göstermektedir. Şair, bir şiirinde bundan rahatsız olduğunu belirtir: Bir kuru dâvada olmuşsun sebâ Geceler subha dek çalarsın hebâ Şöhreti dillerde Celâli Baba Bu ad bize bühtan olsa gerehdir Halbuki, Celâlî'nin Nakşibendî tarikatinc bağlı olduğu uzun zamandan beri bilinmektedir.- Celâlî'nin tarikate intisabı şu şekilde olmuştur : Nakşibendi şeyhi Muhammed Beşir Erzincan!, yanında bir grup dervişi ile birlikte Tahsım'ya gelmiştir.* Bunlar arasında, Muhammed Beşir Efen-di'den sonra yerine geçen Dede Paşa Hazretleri de bulunmaktadır. O, Celâlî'nin intisabını şöyle anlatır: "Hazret-i Pir, Tahsını'yı teşrife karar verince birkaç ihvandan ibaret bir kafileyle refakat etmeye başladık. Yolda, ne hikmetse, Hazret-i Pir'in atı bir türlü yürümedi... Gençlik âlemi, tüfek ata olan merakını sebebiyle o zaman kırmızı altın liraya aldığım o havalide bir eşi daha bulunmayan cins atımı hemen takdim ederek, nefsim de yürümemekte ısrar eden ata bindim. Ne hikmetse Hazret-i Pir'in altında yürümeyen bu at, inadı bırakarak onu takibe başladı... Tahsını'da büyük bir alâka ile karşılandık... Çok kimseler el ve himmet aldılar. Bu esnada, Celâli de ziyarete geldi. Mecliste beş dakika kadar sükût hâli hâsıl oldu. Hazret-i Pir ile Celâlî'nin ikisi de murakabeye vardılar... Bir müddet sonra Hazret-i Pir: -Celâli, bizden el alsan iyi olur., diye buyurun-ca, Celâli iftiharla: -Ben el almışam, karşılığını verdi. Sabahleyin, Celâlî'nin tepetaklak düşüp hastalandığını işittik ve bir müddet sonra Tahsını'dan ayrıldık. Aradan kırk gün kadar bir müddet geçtikten sonra, Celâlî'den bir mektup alan Hazret-i Pir: Dede, haydi Tahsını'ya dönüyoruz buyurmuş ve sür'atle hazırlanıp acele ile köy meydanına ulaştığımızda, Celâli: Durun üftâdeler istikbâline Velayet tahtının sultânı geldi Dest uzadın lâl-i lebin balına "Ledıınni" ilminin irfânı geldi Habib-i Kibriya'nındır bu dergâh Kâsem olsun inan vallahi billâh Neden münkir olalım Allah Allah Sultân-ı enbiyâ vârisi geldi diye başlayıp devam eden; göz ve gönül perdelerinin kaldırılması üzerine açıkça görmeye başladığı velayet kemâllerini nazmeden meşhur şiirini irticalen okumuş ve bu büyük mürşide bağlanarak o gün manevî nimetine ulaşmıştır... Celâli, ani hastalığında, kırk gün yiyip içmeden yatmış, vücûdu eriyip ufalmış, yakınları ümidi keserek cenaze hazırlığına başlamışlar... Kırkıncı günü birdenbire doğrularak: Beşir Efendi Hazretlerinden haberiniz var mı? Bana kalem kâğıt getirin diye iç yakıcı bir mektup vazarak özel olarak Hazret-i Pîr'e göndermiş ve hastalığını şöyle anlatmıştır: Kırk gündür beni azaba tuttular... Yiyip içmeme, konuşma ve hareketime mâni olmalarında ayrı, her gece önüme bir çuval dolusu dan koyarak, Haydi bunu say" diye zorlarlar, yüzbinlerce küçük daneyi sayarken yaptığım bir yanlış üzerine de yeniden "Haydi bunu say" diye karşı konması imkansız bir azap ve çileyi tekrar edip dururlardı..." Celâli. Beşir Efendi Hazretlerinin manen tecellisine kadar bu tarifsiz azabın devam ettiğini belirterek Hazret-i Pir'in eliyle işaret edip "kalk.kalk" demesiyle de hiç rahatsızlık çekmemişim gibi, bu acaib hastalık geldiği şekilde, yine birden bire zayi' oluvermiştir... Dede Paşa Hazretleri, sohbetinin devamında; Hızır Aleyhisselâm'la her gün konuşan bir zatın bile mûrşitsiz kemâle kavuşamayacağı ifade eder ve ir-şad etme selâhiyetinin, Kur'an, ilim, Hızır, melek veya başka bir vasıtada bulunmadığını, bu yüce vazifenin ancak ve ancak mürşitlerin kân olduğunu, sadece velayet kemâli'nin ve veraset şerefinin bu işin tek Lokmanı bulunduğunu ifade ile başka türlü konuşanların hepsinin de aldanmış ve yanılmış kimseler olduklarım; Zahirde, şeriat ve sünneti ikmal edenlere bir mürşidin manen sahip olup irşâd etme selâhiyet-lerini kullanmak sureliyle kemâle ulaştırdıklarını, böylece irşâd olanlara Ûveysi denildiğini belirterek istisnasız her hâl ve şartta: "Mûrşitsiz müşkil hallolmaz..." buyurup Eşrefoğlu Rumi hazretlerinin şu beytini okumuştur: Gör ol şeyhsiz gidenleri Kimi mülhid kimi dehrî Olma Cebrî yâ kaderi Zinhar şeyhe eriş şeyhe Şeyhi: Celâli bir müddet daha yaşasaydı, çok yüksek makamlara ulaşabilirdi, demiştir. 1 Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted February 3, 2009 Kaynak: www.reyhangulleri.de Quote Share this post Link to post Share on other sites
ehl-i_ kalender 4 Report post Posted February 3, 2009 Nakşî Aşıklarındanmış demek mubârek.Zaten ya Nakşî ya Bektâşî aşıklarına rastladım Aşıkların hayatlarını okuduğumdan.Senin dediğin gibi Hazret-i Pîr Ahmed Yesevi Kuddise Sirruhla alakası var herhalde. Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted February 3, 2009 Evet kardaş ben de aynı kanaatteyim. Hazret-i Pîr Ahmed Yesevi Kuddise Sirruh Üveysilerin başı olabilir. Yazıda Nakşilere boyun eğidiği anlatılıyor,kedi kanaatimce doğrudur. Kaynak belirtemediğim bir örnekte . Dede paşanın (k.s), Nakşilerin Üveysi koludan bir pir geldiğinde Pirinin ayağa kalktığını söylediğini biliyorum. Hacı Bektaşi Veli nin Zaten Hazreti Pir-i Türkistanın Anadoluya gönderdiği talebesi olduğu da bir gerçektir. İşte Piri Türkistanın Daveti Münacat Münâcât eyledi Kul Hoca Ahmed; Allah'ım eyle kuluna rahmet. Garip Ahmed sözü aslâ eskimez; Eğer yer altına girse, çürümez. Yine mensuh olup o hâr olmaz; Okuyan bağlılar hasta olmaz. Okuyana eylerim orada şefkat; Kıyamette eyleyim şefaat. Allah'ım eylese nasip bana cennet, Okuyanlara eylerim şefaat. Dileği her ne olsa Tanrı vere; Muhabbet şevkini gönlüne koya. Cemalini gösterip Perverdigâr'ım, Kendi yoluna koysun Bir ve Var'ım. Allah'ım eylesin mahşerde sevinçli Kıyamet günü temiz Zâtına sırdaş. Duaya katılıverse her müslüman, Ölür vaktinde götürür iman nuru. Benim hikmetlerim âleme dolan; İşitmeden her kim ölse, eyler arzu. Benim hikmetlerim dertliye derman; Kişi pay götürmese, o yolda kalan. Benim hikmetlerim âlemde destan; Ruhum gelse, eyler sohbeti bostan. Benim hikmetlerim hadis hazinesidir Kişi pay götürmese, bil habistir. Benim hikmetlerim talibin rızkı Eğer binlerce olsa cürmü, fikri. Benim hikmetlerim Sübhan'ın fermanı Okuyup bilsen, hepsi Kurân'ın anlamı. Benim hikmetlerin âlemde sultan; Eyler bir anda çölü gül bahçesi. Benim hikmetlerim muhabbetin şevki, Gözünün yaşına eyleye teharet. Namazına Resulullah imamı; Onun soyu melekler tamamı. Kırılmışlık ile kıldığı namazı, Kabul olur onun Hakk’a niyazı. Benim hikmetlerimi âşığa söyleyin Gönlü ayna gibi sadıka söyleyin. Tamamı kör, sağır, bâtını boş; Bütün iklimi gezdim, bulmadım sâf. Benim hikmetimi sarrafa söyleyin; Allah'ım, Kerem sahibi Vehhabâ söyleyin. Adalet padişahı, bir adı sâdık; Eyler bir anda vaslına lâyık. Benim hikmetlerimi cahil işitmez; Gönlü-kalbi kara, öğüdümü almaz. Hatadan habersiz; Allah’a inkarcı Edepsiz, hayasız, dünyada pirsiz. Yazısını yazsa her kim, nesir yazsın; Nesirle yazarak maksada yetsin. Dini, imanı yok, İslâmı viran; Kıyamet tanı atsa, yolda kalan. Pir-i kâmil’i görmeden Şeyh-i Şan'an, Allah eylemez kabul, okusa Kur'an. Kendini şeyh sanır, torbası boşmuş; Yirmi beşe yetmeden onun yaşı. Nasihatlar eyler yaşlı ve gence; Kendisi ayırd etmeden iyi-kötüyü. Onların sözleri zalimi saldır, Şeriat ehli bu gibilerden utanır. İnansın diye bunu bir nice akılsız Eylerler velilerden bunu nakil. Koyup tuzağını geçitlere pirsiz. Dili yalan ve hile, yaptığı tezvir. Onun hilesi olur şeytandan üstün Kalkar yüzü kara mahşerde tanla. Onların görmeyin yüzünü asla Onun gibi lânetliden eyleyin perhiz. Hal dili ile ben görmezi söyledim Hakikat söz ile cahili çekiştirdim. Eğer alim olsa, canım sadaka İnci ve cevher sözümü işitip anla. İnci ve cevher sözünü aleme saçsa, Okuyup anlasa, Hakk'ın kelamı'nı açsa. O âlime can kurban eylerim; Bütün ev-barkımı ihsan kılarım. Hani âlim, hani amel işleyen dostlar? Allah'dan söz etse, siz can veriniz. Gerçek âlim yastığını taştan yaptı Ne anladı onu âleme söyledi. Kendini bildi ise, Hakk'ı bildi; Allah'dan korktu ve insafa geldi. Benim hikmetlerimi bilgin işitsin; Sözümü destan eyleyip maksada yetsin. Benim hikmetlerim fiili veya kavli Kâlbi gönlünde olsa Mevla’nın zikri. Benim hikmetlerim bir pir-i kâmil; Hangi kul Allah'a olsa mail. Benim hikmetlerimi çok kişilere söyleyin Dua-tekbir eyleyip rahmete batın. Benim hikmetlerim kudretli bir pir; İşitenler olur sarhoş ve şuursuz. Diri olsa cihanda hâr olmaz; Okuyan bağlılar hasta olmaz.. Kıyamette ona yol gösterici olurum; Eğer dertli olsa, dermanı olurum. Eğer yüz yıl gösterici olurum Eğer yer altına girse, çürümez. Allah eyleye onu cehennemden âzad; Ebedi cennetinde eyleye şâd. Eğer hikmet okusa insanlar Olur oğul bana o has talib. İşitip hikmetimi kulağa alan Armağan eyler ölür vaktinde iman. Yesevi, hikmetini bilgin işitsin; İşitenler bütün maksada yetsin. Mücevher hazinesinden bir parça alsın; İşitmeyen hepsi hasrette kalsın. Kişi hikmet işitse canı ile, Çıkar canı onun imanı ile. Kulağa almazsa bu sözü cahil Ona insan deme; o hayvan soylu. Allah'ım sözünden çıkan bu hikmet, İşitene yağar rahmet yağmuru. Benim hikmetimi kim tutsa sıkı Allah eyleye onu elbette gamsız. Girer cennet içine şen-şakrak Allah'ım eyleye sevinçli ve neşeli. Benim hikmetlerim Hakk'ın övgüsü Muhabbet ehlinin derdinin devası. Benim hikmetlerim şeker ve baldır Bütün sözler içinde baha biçilmezdir. Benim hikmetlerim Allah'ın nimeti Seher vaktinde dese, "estağfirullah". Onun lanetli şeytan tutmaz yolunu; Muhammed Mustafa alır elini. Peygamber ümmetim deyip mehri ister Şeytanın Allah'ım kendisini yakalar. Benim hikmetlerimi dertsize söylemeyin; Baha biçilmez cevherimi cahile satmayın. Yesevi hikmetinin değerini anla, Aşk küpünden meyi bir damla tad. Aşk küpünden kişi bir damla tadınca Allah'ın vaslına bir yola batar... Hoca Ahmed Yesevi Quote Share this post Link to post Share on other sites
mirdir 0 Report post Posted March 10, 2010 selamun aleykum bizimde acizane olarak sorularimiz olacakti ne buyurursunuz Quote Share this post Link to post Share on other sites
kursat 0 Report post Posted March 10, 2012 '' Araştırmacıları bu konuda yanıltan bir husus, şairin "Baba" lakabıyla anılmasıdır. Celâli ile Sûm-mânî'nin birbirlerine Celâli Baba, Sûmmânî Baba şeklinde hitap etmeleri, bu "Baba" kelimesinin tarikat kültüründen ziyade, mahalli bir hürmet ifadesi olarak kullanıldığını göstermektedir. Şair, bir şiirinde bundan rahatsız olduğunu belirtir.'' Bayburt yöresinde ''Baba'' kelimesi tasavvufa bağlı şairler için kullanılır (Ağlar Baba (Bayburt), İrşadi Baba (Bayburt), Salih Baba (Erzincan)). Gece gündüz halimden fikrimden Ta ezelden Bismillah’ım var benim Hakk’ın zikri ezberimden dilimde Tevhidimde İllalah’ım var benim. Mürşide yol verin bizde varalım Yolda olan ol can nuri görelim İlm-i Kur’an okuyalım görelim İlmi veren bir Allah’ım var benim Mürşit olmayınca yola varamam Bana kim deryince, kimim diyemem Sırrullah’a sırrım beyan edemem Sırrım saklar bir Settar’ım var benim Quote Share this post Link to post Share on other sites
kursat 0 Report post Posted March 10, 2012 mesaj yarım kaldı düzenleme yapılmıyor mu ? Quote Share this post Link to post Share on other sites