Ü.Y. 46 Report post Posted February 22, 2009 YAŞAYAN ŞİİR VE ÇİLE Arif AY Şairleri geleceğe taşıyan, onları “sâhife-i âlemde bâki” kılan, şiir toplamlarından ziyade, bir ya da birkaç şiirdir. Örneğin Yahya Kemal'in Sessiz Gemi, Vuslat, Cenap Şehabettin’in Elhân-ı Şitâ, Ahmet Haşim’in Merdiven, Karanfil, Ziya Osman Saba’nın Sebil ve Güvercinler, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bursa'da Zaman, Ne İçindeyim Zamanın, Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları, Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuz beş yaş şiiri, Abbas, Gün Eksilmesin Penceremden, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Karadut, Arif Nihat Asya’nın Fetih Marşı, Dua, Ahmet Muhip Dranas'ın Fahriye Abla, Serenat, Orhan Veli'nin İstanbul’u Dinliyorum, Cahit Külebi'nin Hikâye, Attila İlhan’ın Ben Sana Mecburum, Behçet Necatigil'in Gizli Sevda, Solgun Bir Gül Dokununca, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Bu Eller Miydi, Sezai Karakoç'un Mona Roza, Köse, Anneler ve Çocuklar, Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine vs. Bu örneklerden hareketle Necip Fazıl’ın şiirlerini topladığı Çile kitabına baktığımızda, belleklerde yer etmiş su şiirleri sayabiliriz: Kaldırımlar, Çile, Sakarya Türküsü, Beklenen, Bekleyen, Otel Odaları, Veda, Aydınlık, Zindandan Mehmet'e Mektup, Şarkimiz, Destan, Anneciğim, Sayıklama, Bu Yağmur, Gurbet, Aynalar Yolumu Kesti, Gel, Aynadaki Hayalime, Serseri, Anneme Mektup. Belleklerde yer eden bu şiirlerin ortak özellikleri nelerdir? Bu şiirlerin öteki şiirlerden daha güçlü olusu mu? Hayır, aksine bazı şiirler, estetik yapı olarak zayıf sayılabilecek şiirlerdir. Peki, nedir o halde bu şiirleri zamana karşı dayanıklı kılan özellik? Her şeyden önce, bu şiirlerde, sair hayatinin doğrudan ve bütün içtenliğiyle şiirde yer almasıdır. Cemal Süreya'nın “Şairin hayati şiire dahildir” sözü, tam da bunu ifade eder. Oysa, şairlerin bütün şiirlerinde bunu görmek imkânsız. Şiir, birebir, sairin hayat deneyimlerinden, algılayışından, zihnî ve ruhî gelgitlerinden doğuyorsa ve bu doğuş, günlük dilin anlam çerçevesini zorlamadan, âhenkli bir söz olarak ortaya konuyorsa, ancak o zaman kalıcılık kazanır, belleklerde yerini alır. Şeyh Galip'in deyisiyle, “kelâmın can bulmasıdır” bu. Ya da, Homeros'un dediği gibi o artik “kanatlı sözdür.” Bu tespitlerin ışığında, Necip Fazıl’ın yukarıda adlarını andığım şiirlerine baktığımızda, söz konusu özellikleri taşıdıklarını görebiliriz. Örneğin Kaldırımlar şiiri, bütün kayıtlarından kopartılmış insanın, yalnızlığının, korkusunun adeta çığlığa dönüşen sesidir. Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi: Kaldırımlar, içimde yasamış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. Çile şiiri, özelde sairin, genelde insanin, hamlıktan olgunluğa doğru yolculuğunun tüm aşamalarını, tefekkür ve ruh hâllerini imler. Behçet Necatigil'in, Gurbet, Hasret, Hikmet olarak adlandırdığı bu üç aşamayı hissettirir bize. ... Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor; Mekânı bir satıh, zamanı vehim. Bütün bir kâinat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim.... Ne yalanlarda var, ne hakikatte, Gözümü yumdukça gördüğüm nakış. Boşuna gezmişim, yok tabiatta, İçimdeki kadar iniş ve çıkış. ... Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! Heybem hayat dolu, deste ve yumak. Sen, bütün dalların birleştiği kök; Biricik meselem, Sonsuza varmak... Şair, Sakarya Türküsü'nde uygarlık coğrafyasında gezdirir bizi. Suyun akışındaki doğallıkla buluşturur tarih ile insanı. Çünkü şair, bu uygarlığı içselleştirmiştir bütün ruhunda. Onun bir ferdidir. Ona dıştan bakmaz, onu Yahya Kemal'de olduğu gibi bir malzeme, bir dekor olarak görmez, onu bütün ruhuyla ve bilinciyle yaşar. İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. Necip Fazıl, al ve ruh ikilisini birbiri içinde mezcederek mistik bir derinlik kazandırır şiirlerine. Bu mistik tutum, Necip Fazıl’da, bilgi toplamı olmaktan ziyade onun tüm hayat evrelerini içine alan fikir, ruh ve aksiyon belgesidir. O, bu yaşanmışlık belgesini Türkçenin ahengi ile buluşturarak şiirini ölümsüzleştirir. Quote Share this post Link to post Share on other sites