sevdayolcusu 6 Report post Posted November 4, 2007 Şair MEHMET Akif: Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.’ Diye başlayan muhteşem ‘ Çanakkale Destanı’nı yazmadan önce ellerini yüce dergaha açıp: ‘ Allah’ım! Bana, bu aciz kuluna, bu destanı yazma imkanı bahşet.. Bu ulvi vazifeyi bana nasip et..Sonra canımı al..Ya rabbi!... Bana bu lütfu çok görme. İn’am ve ikramının hazinesinden bu aciz kulunun şu duasını barigah-ı uluhiyetinde kabul eyle!... ‘’ diye dua eder... Quote Share this post Link to post Share on other sites
sevdayolcusu 6 Report post Posted November 4, 2007 Büyük şair Mehmet Akif ERSOY sözünün eri bir insandı.. söz verdiği şeyi yerine getirmek için ölümden başka hiçbirşey onu engelleyemezdi. Bir gün Vaniköy'de oturan bir ahbabı ile öğleden bir saat önce buluşmak için sözleştiklerinde o gün yağmurlu , fırtınalı bir gün olup her tarafı sel bastığı halde Mehmet Akif binbir zorlukla sırılsıklam vaziyette söz verdiği yere vaktinde gelir fakat arkadaşının gelmemesi üzerine çekip gider.. ertesi gün özür dilemek için gelen arkadaşını dinlemeyip: Bir söz ya ölüm yada ona yakın bir mazeretle yerine getirilemezse mazur görülebilir' diyerek o arkadaşı ile tam altı ay konuşmaz... mehmet akif biliyordu ki verilen sözü her ne olursa olsun yerine getirmek iki cihan serverinin sünnetiydi şuan günümüzde Mehmet Akif gibi düşünen insanlar öyle azaldı ki... verilen sözlere sadık kalınmıyor artık..çığırından çıkan teknoloji, insanlarda saçma sapan şekilde artan hobiler birbirlerine verdikleri değerleri gösterebilmelerinde en büyük engellerden biri ne yazıkki..özür dilemek zor geliyor artık bir çoğumuza hatalarımızı kabullenemiyoruz...hal hatır sormalarımız ''s.a. ' ile başlayan kısa mesajlara yada maillere hapsolmuş durumda.. yazık ediyoruz kendimize yazık ediyoruz sevgilere ve sevgiyle çarpan sevginin değerini anlayan yüreklere.... Quote Share this post Link to post Share on other sites
goksal 3 Report post Posted November 4, 2007 Beni rahmetle anarsın ya işitsen bir gün.... şu sağır kubbede,haib,sesinin dindiğini !....Bu heyulaya da bir kerrecik olsun bak ki... Ebediyyen duyayım kabrime nur indiğini .... Quote Share this post Link to post Share on other sites
cihat 28 Report post Posted November 5, 2007 Aşağıda, Mithat Cemal'in kaleminden iktibas edilmiş olay, Akif'in verdiği sözde durma hususundaki o harikulade itinayı çerçeveleyen dikkate değer bir misal... Veteriner Fakültesi'nden sınıf arkadaşı Hasan Efendi'yle Akif, o kadar dost olmuş, o kadar birbirlerini sevmişlerdir ki bir gün birbirlerine söz verirler: İleride çoluk-çocuk sahibi olurlarsa, ölenin çocuklarına kalan bakacaktı. Ve aradan yıllar geçti. Hasan Efendi ve Akif evlenip çoluk-çocuk sahibi oldular. Bu arada Meşrutiyet ilân edilmişti. Mehmet Akif de Tarım Bakanlığı'nda Genel Müdür Yardımcısı olmuştu. İşte o günlerde, Akif'in Genel Müdürü, Tarım Bakanı tarafından haksız yere görevinden alındı. Akif, bu haksızlığa dayanamadı ve Genel Müdür Yardımcılığı görevinden istifa etti. Artık, işsizdi. Para biriktirme âdeti olmayan, elindeki avucundakini anında çevresindeki yoksul ve kimsesiz insanlar için harcayan Akif, eşi ve çocuklarıyla büyük bir maddî sıkıntıya düştü. O kadar ki, o günlerde Akif'in evine beraber kitap okumak için sık sık gelen ve öğle yemeklerini Akif'in evinde yiyen Mithat Cemal, bu maddî sıkıntıyı açıkça gördüğünden, çeşitli mâzeretler bularak, Akif'e yemekten sonra gitmeye başlamıştı. Gerisini Mithat Cemal'den dinleyelim: "Bir cuma Akif'in evinde sekiz çocuk buldum. Teker teker çok sevimli olan çocuklar bir araya gelince ne manzara alırlar malumdur. Evde sekiz kişilik bir kıyamet kopuyordu. Akif'in beş çocuğuna katılan bu üç çocuğun komşudan gelmiş ufak misafirler olduğunu zannettim ve ertesi cuma bu çocuk gürültüsüyle artık karşılaşmam sandım. Fakat her cuma sekiz çocukla sofada aynı kıyamet kopuyordu. Akif de buna katlanıyordu. Bu üç çocuğun gelişi, Akif'in çocuklarına da fazla hürriyet vermişti. Bir cuma, sofada, çocuklardan birinin yanağını, hıncımdan çimdikler gibi sıkarak, Akif'e sordum: -Kim bu yavrular? -Akif cevap vermedi. Odaya girince, bu üç ızdırabını, bu misafir çocuklarını Akif'e takılarak tebrik ettim. Akif'in yüzü değişti: -Misafir çocukları değil, benim çocuklarım! dedi. Üç beş haftada üç çocuğu nasıl olurdu? -Hasan Efendi öldü de... Dedi; ve çocuklar, kim evvel ölürse hayatta olanın bakacağı çocuklardı, rahmetli Hasan Efendi'nin çocukları. Fakat Akif bu çocuklardan daha güzeldi: Mektepte verdiği sözü hâlâ unutmayan bir çocuk." Quote Share this post Link to post Share on other sites
sevdayolcusu 6 Report post Posted November 18, 2007 Mehmet Akif Ersoy hayatında hiç kimseye boyun eğmeyip eyvallah dememiştir.... umumui seferberlik zamanında (1914) bir arkadaşı ile oturup fasulye aşı yerken nezaret arkanından birinin çıkagelip ona, yazılarında fazla ileri gitmemesini nazikçe söylemesi üzerine Akif pürhiddet yerinden fırlayıp: ''nazırına söyle, kendilerini düzeltsinler! Bu gidiş devam ettikçe bizi susturamazlar... Ben fasulye aşı yemeğe razı olduktan sonra kimseden korkmam!!'' diyerek pervasızca cevap vermiştir..... Quote Share this post Link to post Share on other sites
Ali NFK 8 Report post Posted August 5, 2008 Bir gün Büyük Şahsiyet Akif konferans verirken bir şahıs kalkıp Onu aşağılamak niyetiyle: Akif Bey siz veterinersizin değil mi? diye sorar Akif'in cevabı tokat: Niye bir yerin mi ağrıyor! Quote Share this post Link to post Share on other sites
adles 12 Report post Posted August 5, 2008 Bir gün Büyük Şahsiyet Akif konferans verirken bir şahıs kalkıp Onu aşağılamak niyetiyle:Akif Bey siz veterinersizin değil mi? diye sorar Akif'in cevabı tokat: Niye bir yerin mi ağrıyor! Tokadın tesiri uzun bir süre devam etmiştir herhalde :D.... Quote Share this post Link to post Share on other sites
Metafor 3 Report post Posted December 25, 2008 Bir Fransız yazar, Mehmet Akif'e: -Kadınlarınızı evden çıkartmadığınız doğru mu? diye sorduğunda Akif: -Daha önceleri öyleydi, karşılığını vermiş. Fakat şimdi dışarı çıkarttık ve bir türlü içeri sokamıyoruz. *** M. Akif Ersoy bir gün: - iki yüzlüleri sever oldum, demiş. Onun dürüst, mert, cesur, kahraman kişiliğini, muhteşem ahlak ve seciyesini çok iyi bilen etrafındakiler: - Aman üstad, nükteyi anlamadık, izah buyurun, deyince, şöyle demiş: - iki yüz yüzlüleri görünce, iki yüzlülere mum oldum… Quote Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted December 25, 2008 Akif’ten Türk Dilinin kullanımına gösterdiği titizliğe ait iki örnek: M.Akif,1921’lerde Burdur mebusu olarak meclise girer.Milletvekillerinden biri konuşmasını yaparken memurin(bütün memurlar) ile memureyn(iki memur) kelimelerini birbirine karıştırarak “memureyne iyi bakmak lazımdır” der. Akif oturduğu yerden söze atılır: “Dediğiniz gibi memureyn olsaydı,biz onları kuş sütüyle beslerdik.” ** Akif, Ziraat Mektebi’nde görevlidir.Bir gün, Sirkeci’den bindiği trende kendi aralarında konuşan gençlere kulak verir. “Bu sabah sen kaç trenini aldın?” “Sekiz trenini aldım,ya sen?” Ben de dokuz trenini aldım.” “Trene binmek” yerine Türkçe’ye aykırı “tren almak” deyimini kullanılmasına üzülen Akif,gençlere müdahale eder: “Çocuklar! O treni hükümetimiz bile alamadı,siz nasıl aldınız.” ** Şimdi de onun kişilik özelliklerini yansıtan birkaç örneğe göz atalım: Mehmet Âkif, kibirli insanlardan hiç hoşlanmazdı. Ali Şevki Bey de oldukça kibirliydi. Hele Avrupa'ya gidip döndükten sonra kibrinden yanına yaklaşılmaz olmuştu. Âkif bir toplulukta bu özelliğini çok zarif bir teşbihle şu şekilde dile getirdi: -Siz, insanlara eskiden Fatih Camiinin minaresinden bakardınız, Avrupa'ya gidip döndükten sonra Eyfel Kulesi'nden bakmaya başladınız. * M.Akif, Berlin’den döndüğünde dostları sorarlar: “Berlin’de ne var,ne yok üstad?” “Ne olsun,gördüğüm kadarıyla onların yaşayışları dinimiz,dinleri de yaşayışımız gibi. * Mithat Cemal anlatıyor: Bir gün Âkif’le bizim evde buluşmak için sözleştik. Meşrutiyetin ilk yılları idi. O gün, adam boyu kar yağdı. Araba, vapur, şimendifer hiçbir şey çalışmadı. Evimize o gün sütçü, ekmekçi bile gelemedi. Öğle yemeğinden sonra kapı çalındı. Gelen Âkif’ti. Bıyığının yarısı donmuştu. Şaşırdım ve nasıl geldiğini sordum. Yürüyerek gelmişti. Şöyle dedi: -Gelmemem için kar, tipi kâfi değil. Vefat etmem lazımdı. Çünkü geleceğime söz vermiştim. * M.Akif, bir keresinde Ankara’ya çağrılır.O kadar ülke meselesi dururken kalpak meselesi kendisine sorulur. Bu duruma canı sıkılan Akif,o günleri bir cümleyle şöyle ifade eder: “Ben bu adamların başımın içine bakacaklarını sanmıştım,ama onlar dışına baktılar.” * Vefatından kısa bir süre önce Hakkı Tarık Us’un da aralarında bulunduğu misafirler, Mehmet Akif’i ziyarete gelmişlerdi. Akif, bitkin durumda yatağında uzanıyordu. Söz, nasıl olduysa, dönüp dolaşıp İstiklal Marşına gelmişti. Misafirlerden biri düşüncesizce: -Acaba, yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı? demişti: Bitkin bir halde yatan Mehmet Akif, birdenbire başını kaldırdı ve kesin bir ifadeyle cevap verdi: -Allah, bir daha bu millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın! *Kaynak Quote Share this post Link to post Share on other sites
Ali NFK 8 Report post Posted December 25, 2008 Çok güzel... Teşekkürler... Quote Share this post Link to post Share on other sites
kosem 21 Report post Posted December 25, 2008 bencede çok güzel. teşekkürler Quote Share this post Link to post Share on other sites
ışığa doğru 1 Report post Posted December 25, 2008 Rahmetlinin imza olarak kullandığım beyitini yazıyorum.. Bu ibretlik anıları paylaşan ve bu konuyu başlatana çok teşekkürler.. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Gökhan Çakmaz 1 Report post Posted December 25, 2008 AĞLAMAK,AĞLAMAK,AĞLAMAK İSTİYORUM BU NE BİÇİM YAŞAMAKTIR Kİ ,YAŞADIĞIMIZI SANIYORUZ BU GİBİ ŞAHSİYETLERİN FARKINDA DEĞİLİZ VE FARK ETTİREMİYORUZ.ALLAH'IM AĞLAMAK,AĞLAMAK İSTİYORUM SELLERİM KURUYANA DEK. SAYGILAR GÖZYAŞLARI İÇİNDE Quote Share this post Link to post Share on other sites
Öfkeli Gençlik 0 Report post Posted December 16, 2009 Âhiret Yolu sokakta sâde bir 'âmîn! ' sadâsıdır gidiyor: mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor. basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût, başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût; denildi: 'fâtiha! '; âmîni kestiler bu sefer, göğüsler inledi, derken, açık duran eller, hazîn alınları bir kerre okşayıp indi; deminki zemzemeler bir zaman için dindi. duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu, diyordu: - söyleyin allâh için şu merhûmu, nasıl bilirsiniz ey müslümanlar? - iyi biliriz! -yarın huzûr-i ilâhîde toplanıp hepiniz, bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya? - evet! - imâm efendi, helâllık da iste, merhamet et... - helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı. - helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı! cemâatin yüreğinden kopup 'helâl olsun! ' nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn, misâli uğradı evden; fezâda yükseldi içerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi; baş örtüsüyle kadınlargözüktü pencereden: -bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen! -yıkıldı dostlar evim, barkım... ah gitti kocam! .. -dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam! -tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre, kızıp da 'ey! ' demiş insan değildi, hemşîre! -zavallı remziye! boynun büküldü evlâdım... -babam ne oldu? -baban... öldü. -etme ayşe hanım, bu söylenir mi ya? hicrân olur zavallı kıza... ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza... açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın... göründü cumbada baktım ki tombalak, sanşın, sevimli bir küçücek kız... beiinde ancak var. donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar, zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi. benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî. sefine pâre ki sırtında mevc-i bî-hissin, yüzer... önünde ademden nişâne bir engin, çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına; bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana? cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça, o tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca. nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını? nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını? bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner, samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer. değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer: sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler. o tahta pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût, güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût içinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor; zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor. bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı? suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı: evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi, vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi, bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler, dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer! ağır ağırgidiyorken cenâze kâfilesi, nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi. çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât, açıldı dîde-i im'âna perde perde hayât. ******* senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş; ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş! elinden yok halâs imkânı, mâdâme'l-hayât uğraş... o, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. muktedirsen aş! ' musallâ: müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın; musallâ: ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın; musallâ: minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın; musallâ-: ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın. bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler, bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ'atler. civârından geçer zulmette bî pâyan hayâletler: kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler! babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... belki bunlardan muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el'ân bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im'ân... benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân! serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ; müşeyyed bürc ü bârülar düşer bir bir, bu taş hâlâ, zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ; bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ. namaz kılındı; duâ bitti. kârban, yoluna düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna. yarım sâat henüz olmuştu. yolcular durdu; demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu. cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra, sokuldu servilerin ortasında bir çukura, atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur kabardı toprağın altında bir an, bir ur! evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini, dönün de arkadakinden sorun fecâ'atini· sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak ilel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak! ... Mehmet Akif Ersoy Quote Share this post Link to post Share on other sites
Öfkeli Gençlik 0 Report post Posted December 16, 2009 Ayrılık Hissi Nasıl Girdi Sizin Beyninize? Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam, Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam, Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize? Birbirinden muteferrik bu kadar akvamı, Aynı milliyetin altında tutan islam'ı, Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir. Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir... Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez.. Son siyasetse bu! Hiç böyle siyaset yürümez! Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan; Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan. Siz bu davada iken yoksa, iyazen-billah, Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah. Diye dursun atalar: 'Kal'a içinden alınır.' Yok ki hiç bir kişiden... Millet-i merhume sağır! Bir değil mahvedilen devlet-i islamiyye... Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye. Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez; Toplu vurdukca yürekler, onu top sindiremez. Bırakın eski hükümetleri meydandakiler Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer. işte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti! işte Irak'ı da taksim ediyorlar Quote Share this post Link to post Share on other sites
Öfkeli Gençlik 0 Report post Posted December 16, 2009 Bayram BAYRAM Âfâk bütün hande, cihan başka cihandır; Bayram ne kadar hoş, ne şetâretli zamandır! Bayramda güler çehre-i mâ'sûm-i sabâvet, Ümmîd çocuk sûret-i sâfında ıyandır Her cebhede bir nûr-i mücerred lemeânda; Her dîdede bir rûh demâdem cevelândır. Âlâm-ı hayâtın iki kat büktüğü ecsâd Feyzindeki te'sîr ile âsûde revandır. Ferdâ-yı sükûn perveridir sâl-i cidâlin, Nevmîd düşen kalbe ümîd-âver-i candır. Heycâ-yi maîşetteki feryâd-ı mehîbin Dünyâda biraz dindiği an varsa bu andır. Subhunda bahârın şu sabâhat bulunur mu? Bak çehre-i gabrâya: Nasıl şen, ne civandır! Her sînede bir kalb-i meserret darabanda, Her kalbde bir âlem-i eşvâk nihandır. Raksân oluyor cünbüş-i dûşiyle anâsır, Gûya ki bütün sadr-ı zemin pür-galeyandır. Eşbahı da cûşân ediyor feyz-i mübîni, Yâ Rab bu nasıl rûh-i avâlim-sereyandır! Bayramda gelir yâ da ne hoş hâtıralar ki: Bin ömre verilmez, o kadar kadri girandır, Iydin bana dâim görünür levh-i kerîmi: Mâzî-i tufûliyyetimin yâd-ı besîmi. Birinci gün hava bir parça nâ-müsâiddi; İkinci gün açılıp, sonra pek güzel gitti. Dedim ki: 'Fâtih'e çıksam yavaşça, bir yanda Durup o âlemi seyreylesem de meydanda, Ziyâret etsem ehibbâyı sonradan... Hoş olur. Bütün gün evde oturmak ne olsa pek boştur. ' Bu arzû-yi tenezzüh gelince, artık ben Durur muyum? Ne gezer! Fırladım hemen evden. Gelin de bayramı Fâtih'te seyredin, zirâ Hayâle, hâtıra sığmaz o herc ü merc-i safâ, Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan Tutun da, tâ dedemiz demlerinden arta kalan, Asırlar ölçüsü boy boy asâli nesle kadar, Büyük küçük bütün efrâd-i belde, hepsi de var! Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar, İçinde darbuka, teflerle zilli şakşaklar, Biraz gidin; Kocaman bir çadır... Önünde bütün, Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için Nöbetle bekleşiyorlar. Acep içinde ne var? 'Caponya'dan gelen insan suratlı bir canavar! ' Geçin: sırayla çadırlar. Önünde her birinin. Diyor: 'Kuzum, girecek varsa durmasın girsin.' Bağırmadan sesi bitmiş ayaklı bir îlân, 'Alın gözüm buna derler...' sadâsı her yandan. Alettirikçilerin keyfi pek yolunda hele: Gelen yapışmada bir mutlaka o saplı tele. Terazilerden adam eksik olmuyor; birisi İnince binmede artık onun da hemşerisi: 'Hak okka çünkü bu kantar... Frenk îcâdı gıram Değil! Diremleri dörtyüz, hesapta şaşmaz adam.' - Muhallebim ne de kaymak! - Şifalıdır macun! - Simit mi istedin ağa? - Yokmuş onluğun, dursun. O başta: Kuşkunu kopmuş eğerli düldüller, Bu başta: Paldimi düşmüş semerli bülbüller! Baloncular, hacıyatmazlar, fırıldaklar, Horoz şekerleri, civ civ öten oyuncaklar; Sağında atlıkarınca, solunda tahtırevan Önünde bir sürü çekçek, tepende çifte kolan Öbek öbek yere çökmüş kömür çeken develer... Ferâğ-ı bâl ile birden geviş getirmedeler. Koşan, gezen, oturan, mâniler düzüp çağıran. Davullu zurnalı 'dans' eyliyen, coşup bağıran, Bu kâinât-ı sürûrun içinde gezdikçe, Çocukların tarafındaydı en çok eğlence, Güzelce süslenerek dest-i nâz-ı mâderle; Birer çiçek gibi nevvâr olan bebeklerle Gelirdi safha-i mevvâc-ı ıyde başka hayât... Bütün sürûr u şetâretti gördüğüm harekât! Onar parayla biraz sallandırdılar... Derken, Dururdu 'Yandı! ' sadâsıyle türküler birden, - Ayol, demin daha yanmıştı a! Herif sen de, - Peki kızım, azıcık fazla sallarım ben de. 'Deniz dalgasız olmaz Gönül sevdasız olmaz Yâri güzel olanın Başı belâsız olmaz! Haydindi mini mini maşallah Kavuşuruz inşallah...' Fakat bu levha-i handâna karşı, pek yaşlı, Bir ihtiyar kadının koltuğunda gür kaşlı, Uzunca saçlı güzel bir kız ağlayıp duruyor. Gelen geçen 'Bu niçin ağlıyor? ' deyip soruyor. - Yetim ayol... Bana evlâd belâsıdır bu acı Çocuk değil mi? 'Salıncak' diyor... - Salıncakçı! Kuzum, biraz da bu binsin... Ne var sevâbına say... Yetim sevindirenin ömrü çok olur... - Hay hay! Hemen o kız da salıncakçının mürüvvetine Katıldı ağlamıyan kızların şetâretine. MEHMET AKİF ERSOY Quote Share this post Link to post Share on other sites
Öfkeli Gençlik 0 Report post Posted December 16, 2009 birlik bağı Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile Alem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile Kaç hakiki müslüman gördümse hep makberdedir Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir Varsa şayet söyleyin bir parçık insafınız Böyle kansızmıydı haşa kahraman eslafınız Böyle düşmüşmüydü herkes ayrılık sevdasına Benzeyip şirasesiz bir mushafın eczasına Hiç görülmüşmüydü olsun kayd ı vahdet tarumar Böyle olmuşmuydu millet can evinden rahnedar Böyle açlıktan bogazlarmıydı kardeş kardeşi Böyle adetmiydi bi perva yemek insan leşi Irzımızdır çiğnenen evladımızdır doğranan Hey sıkılmaz ağlamassan bari gülmekten utan Kurt uzaklardan bakar dalgın görürmüş merkebi Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi Lakin aşk olsunki aldırmazda otllarmış eşşek Sanki tavşanmış gelen yahud kılıksız köstebek Kar sayarmış bir tutam fazla olsun yutmayı Hasmı derken çullanırmış yutmadsan son lokmayı Bir hakikattır bu bildiğin usluba sok Halimiz merkeple kurdun aynı asla farkı yok Burnumuzdan tuttu düşman biz boğaz kaynındayız Bir bakın halamı hala ihriras ardındayız Saygısızlık elverir bir parça olsun arlanın Vakti çoktan geldi hem geçmektedir arlanmanın Davranın haykırmadan nakus-u izmihlaliniz Öyle bir buhrana sapmıştırki zira haliniz Zevke dalmak şöyle dursun vaktiniz yok mateme Davranın zira gülünç olduk aleme Bekleşirken gökte yüzbinlerce ervah intikam Yerde kalmış naşa benzer kavm için durmak haram Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yokmudur Yoksa istikbalinizden korkulur pek korkulur Mehmet Akif Ersoy Adana Seyhan Quote Share this post Link to post Share on other sites
Öfkeli Gençlik 0 Report post Posted December 16, 2009 fatih Camii Eğildi sonra o dağlar huzurunda ALLAH'ın Kapandı secdeye sonra korkusuyla ALLAH'ın İnayetiyle ALLAH kaldırınca herbirini Semaya doğru o dağlar da açtı ellerini O anda yüreklerden öyle dehşetli bir feryat koptu Ki ruhum sonsuza dek hatırlayacak bunu! Kesildi bir aralık inleyen hüzünlü sesler... Ne oldu Arş'a kadar yükselen o yanıp yakılmalar, O coşku içindeki iman? Evet! çağlayarak işte rahmeti ALLAH'ın... Bütün yüreklere serpildi kubbeden bir ruh güvenmenin, huzurun ruhu... Mehmet Akif Ersoy Quote Share this post Link to post Share on other sites
Öfkeli Gençlik 0 Report post Posted December 16, 2009 Gitme Ey Yolcu Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım Elemim bir yüreğin karı değil, paylaşalım Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim, bilmem ki? Öyle dehşetli muhitimde dönen matemki! Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan yatıyor şimdi Nasıl yerlere geçmez insan Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu Mehmet Akif Ersoy Quote Share this post Link to post Share on other sites
Öfkeli Gençlik 0 Report post Posted December 16, 2009 Bu site çoook işime yaradı teşekkürler site kurucusuna...................... Quote Share this post Link to post Share on other sites