Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
gardenya

Mitolojik Bir Figür Olarak Atatürk

Recommended Posts

İDRİS SARUHAN [email protected]

 

Sayi :299 2006-29

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

Mitolojik Bir Figür Olarak Atatürk

Geçenlerde CHP’nin bir toplantısında “Cumhuriyet’in dediği olur” yazılı bir afiş asıldığı yer aldı. SHP lideri Murat Karayalçın ise Cumhuriyet’in değil halkın dediği olur diyor.

 

“Ben Atatürkçüyüm!” diyenlerin sayısı artıyor mu? Bilemiyoruz.

AK Parti halen birinci parti, Atatürk’ün partisi olan CHP’nin oyları da azalıyorsa Atatürkçüler sayıca artıyor olabilir mi?

 

Belki de Atatürkçüler hızla örgütlendikleri, kendi aralarında bölünüp yeni yeni örgütler kurdukları için artıyorlarmış gibi bir zanna kapılıyoruz. Son olarak Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Adatepe, “Atatürkçü Hareket” ismiyle yeni bir oluşum başlattı. Yol arkadaşları Atatürk Kültür Dayanışma Eğitim Vakfı (AKDEV) ve AKDEV’in Genel Başkanı Gül Karyaldız’mış. Görüyorsunuz işte. Atatürk Kültür Dayanışma Eğitim Vakfı yetmiyor aynı kişiler “Atatürkçü Hareket” başlatıyorlar.

 

SARI SAÇLAR, MAVİ GÖZLER

 

Gazeteler, İstanbul’da 50’ye yakın Atatürkçü dernek olduğunu yazdı. Atatürkçü dernek denilince akla sadece birkaç gün önce eski Jandarma Genel Komutanı Emekli Orgeneral Şener Eruygur’un başkan seçildiği Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) gelmesin. Haberde söz konusu edilenler, daha çok, faaliyetleri itibariyle Atatürkçü kabul edilen dernekler. Mesela Vatansever Kuvvetler Güçbirliği bu kategoride sayılıyor. Hem artık Batı karşıtı Atatürkçüler var ve bunlara ‘ulusalcı’ da deniyor.

 

ADD ise ta 1980’li yılların sonunda kurulan ve Türkiye’nin dört bir yanında örgütü olan bir dernek. Derneğin internet sitesine girdiğiniz an sizi dikkat çekici bir siyah-beyaz Atatürk resmi karşılıyor. Dikkat çekici çünkü hafifçe renklendirilmiş siyah beyaz fotoğraftaki Atatürk’ün gözleri masmavi parlıyor. Bir photoshop numarası yapıldığı hemen anlaşılıyor. Son dönem Atatürkçüler (ulusalcılar) ne kadar Batı düşmanı olurlarsa olsunlar sarı saçlardan ve mavi gözlerden vazgeçemiyorlar demek ki.

 

Bunun genele yayılan bir kompleks olduğunu düşündürten ise iki yıl kadar önce “Ordu göreve!” diyerek gündeme oturan Türksolu dergisinin halihazırdaki sloganı: “Atam, izindeyiz… Çelik bakışlarıyla yüreğimizi okşar, inancımızı biler Atamız her sabah; gözleri Akdeniz… Çünkü, aydınlık biziz, gelecek biziz, yarınlar biziz. Çünkü biz Türksolu’yuz, Atatürk Gençliği’yiz, Mustafa Kemalleriz… Çünkü biz şayak kalpaklı sarışın bir kurdun çocuklarıyız...”

 

KEMALİST İDEOLOJİ OKULU

 

50’ye yakın Atatürkçü dernek... Hepsinin ismini bilmek mümkün değil. Atatürkçü Düşünce Derneği’ni biliyoruz, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni de… Ülkü Adatepe de Atatürk Kültür Dayanışma Eğitim Vakfı’yla birlikte Atatürkçü Hareket başlatmış, tamam.

 

Araştırmamız sonucunda tespit ettiğimiz, Atatürkçü olma ihtimali yüksek bazı kuruluşların isimleri şunlar:

 

Atatürkçü Düşünce ve Laik Eğitim Vakfı, Türkiye Kemalistler Teşkilatı, Kemalist Strateji Dış Politika Topluluğu, Kemalist Parti, Kemalist Atılım Birliği, Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu, Atatürk Kültür Vakfı, Atatürkçü Düşünceyi Geliştirme Kulübü, Türk Milli Mukavemet Teşkilatı…

 

İsimlerinin içinde ‘milli’, ‘ulusal’, ‘kuvayı milliye’, ‘müdafaa’ gibi kelimeler geçen parti, dernek vb. kuruluşların çoğu aynı kategoride. Bu kısa araştırma sırasında karşılaştığımız ‘Kemalist Dava’ ve ‘Kemalin askerleri’ gibi kavramları garipsedik, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin “Kemalist İdeoloji Okulu” açma girişimlerini öğrenince ise açıkçası enikonu şaşırdık.

 

Bu konuyu ele almamızın nedeni Atatürkçü / Kemalist veya ulusalcı kuruluşların birdenbire artması değil.

 

Atatürkçülük demek, ‘akla dayalı laik düşünce’ demek öyle değil mi? Çağdaşlık, akılcılık, laiklik, Batıcılık...

 

Önemli Atatürkçülerden Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Kemalizm’i şu şekilde tarif ediyor: “...Atatürk, ‘En hakiki mürşit, ilimdir’ diyen adamdır. Kemalizm’in özü de buna indirgenebilir: Olguları akılcı bir tutumla inceleyip öğrenmek ve bu öğrenişten olumlu sonuçlar çıkarmak. Bu yöntemde, bilim dışı unsurların, putların, totemlerin, velveleye ve yaygaraya boğulmuş sahtekârlıkların yeri yoktur.”

 

KUTSAL BÖLGEDE HAYVAN OTARAN HAİNLER!

 

Sorun şu ki Atatürkçüler, Atatürkçülüğü bir süredir Mümtaz Soysal’ın dediğinin aksine belki de Atatürk’ün kemiklerini sızlatacak biçimde “bilim dışı” unsurlarla açıklar oldular.

Son örnek ‘Atatürk’ün İzinde ve Gölgesinde Damal Şenlikleri’nin bu yıl 10’uncusunun düzenlenmesi.

Her yıl Haziran ve Temmuz ayında Atatürk’e benzetilen bir siluetin Ardahan’da Karadağ’ın eteklerine düşmesi nedeniyle bir festival düzenleniyor. Damal Belediyesi’nin önayak olduğu festivalde bu “mucizevi” olayı izlemek üzere Türkiye’nin her tarafından kalabalık bir grup Damal’a geliyor. Marşlar söyleniyor, bağlılık bildiriliyor ve askerler selama duruyor.

 

Geçen festivallerin birinde CHP Ardahan Milletvekili Ersan Öğüt, bu kutsal bölgede bazı kendini bilmezlerin koyun otlatmasını ‘ihanet’ olarak nitelendirmişti:

 

“Böyle rezalet olamaz. Bu dağda hayvan otlatılması büyük terbiyesizlik. Bugüne kadar bu mucizenin çıktığı Karadağ neden koruma altına alınmamış. Ama ben 56 arkadaşımla birlikte Meclis’e bu bölgenin Milli Park olarak ilan edilmesi için kanun teklifi verdim. Şimdi bu kararın kısa sürede çıkmasını diliyoruz. Çünkü buradan geçen hayvan sürüleri zamanla siluetin çıktığı alanı yok edecek ve bu mucizeyi bir daha göremeyeceğiz.”

 

DAMAL’IN TEK FESTİVALİ

Belki inanmayacaksınız ama Damal Kaymakamlığı’na ait internet sitesinde ilçenin coğrafi özelliklerinin anlatıldığı bölümde “İlçemizin, en önemli doğal güzelliği Damal Dağları’na yansıyan Atatürk’ün siluetidir” diye bir ibare var. Atatürk’ün İzinde ve Gölgesinde Damal Şenlikleri’nin Damal’ın tek festivali olduğunu hatırlatalım. Ve Damal Belediyesi bu olayı önce ulusal sonra da ‘uluslararası festivale’ dönüştürme beceresi göstermiş maalesef.

 

“CUMHURİYET’İN DEDİĞİ OLUR”

 

Geçenlerde CHP’nin bir toplantısında “Cumhuriyet’in dediği olur” yazılı bir afiş asıldığı yer aldı medyada. Dindar insanların “Allah’ın dediği olur” şiarına re yapmışlar akıllarınca.

 

Belki bir işgüzar yapmıştır da yönetim fark etmemiştir diye düşündük. Fakat CHP’nin bu sloganını tiye alan SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın bakın ne dedi: “Biz halkçı Cumhuriyetçiyiz. Bizim salonlarımızda ‘Cumhuriyetin dediği olur’ şeklinde bir afişe yer yoktur. Çünkü bizim salonlarımızda ancak ‘Halkın dediği olur’ afişine yer vardır. Halksız Cumhuriyet Cumhuriyet değildir.”

 

“ANITKABİR’İN MEKKE’DEN DAHA KUTSAL OLDUĞUNU ANLATMALIYIZ”

 

Ya Anıtkabir’in “Mekke”yle kıyaslanması meselesi.

 

Kıyaslayan belli ki Kâbe’yi kast ediyor. Haziran ayı sonunda Atatürkçü Düşünce Derneği’nin 9. Genel Kurulu vardı. ADD Genel Sekreter Yardımcısı Ersan Barkın’ın “Atatürk bizim tekelimizdedir” sözleri ADD’nin o zaman Genel Başkanı olan Ertuğrul Kazancı tarafından coşkuyla karşılanıyor. Bunlar da Genel Kurul’da konuşan ADD üyesi İsmail Akpar’ın sözleri:

 

“Biz siyasi erki ele geçirmeliyiz. Bunun yolu da halkı ikna etmektir. Ancak bu yolla millete gerçekleri anlatabiliriz. Millete gerçek anlamda Türk olmanın ne demek olduğunu bu şekilde anlatabiliriz. Bu şekilde insanlar aslında Atatürk’ün Anıtkabir’inin Mekke’den daha kutsal olduğunu anlarlar.”

 

“MUTLU DOĞUM HAFTASI KUTLU OLSUN”

 

Biliyorsunuz Diyanet İşleri Başkanlığı son yıllarda Hz. Muhammed’in doğum gününü “Kutlu Doğum Haftası” olarak kutluyor. Bu geleneğin Hıristiyanlardan devşirildiği söylenir ve Kutlu Doğum Haftası sürekli tartışma konusu olur bu nedenle. Diyanet’i örnek alan Kadıköy’ün CHP’li belediyesi ise Atatürk’ün doğum günü kabul edilen 19 Mayıs’ı bu sene “Mutlu Doğum Haftası” olarak kutlamaya kalktı. Billboardlara asılan ilanlarda 15-19 Mayıs tarihleri arasında Mutlu Doğum Haftası etkinlikleri yapılacağı duyuruldu. Belediyenin bu girişimi çok tepki alınca Belediye Başkanı Selami Öztürk, “Bu kutlamaların Kutlu Doğum Haftası ile bağlantılı hale getirilmesinin anlamı yok” diyerek kendini savundu.

 

Atatürkçü olarak bilinen sitelerde gezinirken karşılaştığımız “Kemalist Devrim mutlaka tamamlanacak” sözü de ister istemez, “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır” ayetini hatırlatıyor.

 

CHP’li Türkan Miçoğulları’nın, “Cennet, anaların ayakları altındadır” hadisiyle alakalı “Cennet, anaların ayaklarının altındadır diyen zihniyete karşı, Atatürk kadınların, sosyal yaşamda, çalışma yaşamında ve siyasal yaşamda hak ettikleri yere gelebilmeleri için öncülük yapmıştır” kritiği de bazı milletvekillerinin “Hz.Muhammed ile Atatürk’ü karşı karşıya getiriyorsun” eleştirilerine muhatap olmamış mıydı?

 

AHMET KEKEÇ: Kemalizmi dinselleştirme çabaları başarısızlığa mahkum

 

Kemalizm bir “düşünce pratiği” olması hasebiyle görece gevşek bir ideolojiydi. Sonradan, özellikle “Kadrocular” eliyle doktrinleştirilmek istenmiş, altı okun vücut bulmasıyla da kimi çevrelerce dinselleştirilmiştir/dinselleştirilmeye çalışılmıştır ama, bugünün dünyası için anakronik kaçsa da, önemli bir düşünce pratiği olma özelliğini koruyor. Kemalizmi marksizmden ya da bildik “izm”lerden ayıran da ( kimilerine göre üstün kılan da ) bu gevşek ideolojik yapısıdır. Nitekim, Mustafa Kemal, “Niçin düşüncelerinizi doktrinleştirmediniz?” sorusuna, her defasında aynı cevabı vermiştir: “O zaman donup kalırız...” Zaten Kemalizmi dondurma / dinselleştirme çabaları da (“Kadro hareketi” vb.) süreç içinde sonuçsuz kalmıştır. (Ahmet Kekeç’in Yeni Şafak gazetesindeki “Ben sorularımı sordum... Tartışacak varsa buyursun!” başlıklı yazısından alınmıştır.)

 

ABDURRAHMAN DİLİPAK: Kur’an-ı Kerim’den ayetler çıkarılacak yerine Nutuk’tan parçalar konulacaktı

 

1946 TDK sözlüğünde din maddesinde “Türkün Dini Kemalizm” yazılıdır.. Osman Nuri Çerman, Kemalizmi dinleştirmek için çok çalıştı. “Dinde Reform Kemalizm” isimli bir dergi de çıkarttı. Kur’an-ı Kerim’den ahkam ayetlerinin çıkartılıp yerine Nutuk’tan parçalar eklenmesini ön görüyordu. Türkün yeni amentüsü basıldı. Yıl 1928. Geliri Tayyare Cemiyeti’ne bağışlanan ve Hakimiyeti Milliye Matbaası’nda basılan amentünün girişinde şu ifadeler yer alıyordu: “Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklalini yoktan var eden Mustafa Kemal’e, onun cengaver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahid analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına iman ederim. İyilikle ve fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medeni cihanda en büyük mevkii kazanacağına, hamaset destanları ile tarihi dolduran Türk ordusunun birliğine ve Gazi’nin Allah’ın en sevgili kulu olduğuna Kalbimin bütün hulusi ile şehadet ederim.” (Bir Başka Açıdan Kemalizm / Beyan Yayınları)

 

BU TAŞ DAHA KUDSİDİR KABENİN TAŞINDAN

 

Yakub Kadri Karaosmanoğlu, Cumhuriyet rejiminin ünlü ve önemli yazarlarından biridir. Daha önce Hakimiyet-i Milliye gazetesinin başyazarı olan Yakub Kadri, daha sonra CHP’nin yayın organı olan ve Hakimiyet-i Milliye’nin devamı Ulus gazetesinin yazarlarındandır. Cumhuriyetin 15.yılında yayınlanan ve Cumhuriyet matbaasından basılan CHP yayını “Şeref Kitabı”nın 24. sayfasında bakın ne diyordu: “...Ulu Şefimizin gösterdiği yoldan yürüyelim. Onun yolu bizi yalancı ahiret cennetine değil, hayata kavuşturacaktır.” Öyle ya “Ufukta sonsuzluğu çizen kudretli bir el / Göklere yükseliyor ilah gibi bir heykel / Bu varlığın önünde bir dakika dize gel / Bu taş daha kudsidir o kabenin taşından”dı değil mi?

 

Baykal amca siz bunları okudunuz mu: “Selanik’ten yüceldi ilahların bir eşi / Doğuşu ile kararttı sanki gökte güneşi / Bütün millet bir olup sarılmalı silaha / Kurtulmak, kurtarmakta hacet yoktu Allah’a” Vallahi de billahi de bunları sizin şeref kitabınızdan aldım..

 

ŞİMDİ İLAH OLDU VE YÜKSELDİ O

 

Bu gayretler yeni değil, dine karşı bir din, resmi ideolojiyi dinleştirme gayretleri yeni değil. Kabe Arabın olsun Çankaya bize yeter, ya da anıtkabirin Kâbe’den üstünlüğüne ilişkin iddialar eskinin devamı mahiyetinde… Mustafa Kemal ve 19 ile ilgili rivayetler de hep Mustafa Kemal’i bir efsane / mitoloji kahramanı haline getirmenin bir arayışı gibi gözüküyor.

 

Çerman, 60’lı yıllarda çok hareketli idi. 70-80’de bu saçmalıklar azaldı. 80’den sonra Kenan Evren döneminde bu gayretlerin yeniden canlandığını görüyoruz. 80 sonrası Din ve Ahlak Kültürü derslerinde, ayet ve hadisten daha çok Mustafa Kemal’in sözleri, Hz.Allah (cc) ve Hz. Muhammed’den (SAV) çok Mustafa Kemal ya da Atatürk adı geçiyordu. Bir ara “Tanrılaşan Türk Atatürk” ya da “Tanrı Türk” moda idi. Atatürk’ün Tanrı tarafından özel olarak görevlendirildiği anlatıldı, bir ara kerametlerinden söz edildi.. Hatta Behçet Kemal, bir dönem Mustafa Kemal için “Yurdu halkı her kim ol evvel ana / Her işi asan ede Allah ana / Millet adın zikredelim bir kere / Vacib oldur cümle işte Türklere” diye başlayan Mevlid bile yazdı ve yeni mevlidini de Süleyman dedenin ruhuna ithaf etti.

 

Emekli Albay Vahdet Sungur, Mustafa Kemal için “Şimdi ilah oldu ve yükseldi o” diyor bir şiirinde. Ve buna benzer daha onlarca örnek gösterilebilir. Öyle anlaşılıyor ki, dünden bu güne fazla bir şey değişmemiş. Birileri Kemalizm’i dinleştirmenin ötesinde Anıtkabiri de Türbeleştirdi ve şimdi de onun adına vecizeler, efsaneler uyduruyorlar.

 

GERÇEK HAYAT

Share this post


Link to post
Share on other sites

Baştan aşağı fıkra gibi bir yazı arkadaşlar,Damal vakasını daha önce duymuştum ,gerçekleri okuduğunuzu düşünerek okursanız ki öyle dehşete düşersiniz,öylesine okuyorsanız da gülmekten karnınıza ağrı girecektir :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

s.a

 

evet gerçektende gülünç..yıllardır bu sistemin bize dayattığı yanlışlardan bir tanesi sadece..iyi hatırlıyorum ben çok küçükken Allah'ı -haşa- atatürk suretinde hayal ederdim..o kadar gözümüzde büyütülüyormuş demekki..ayrıca ilkokul hocamızın "çocuklar atatürkünde babası o çok küçükken ölmüş,Hz. Muhammed'inde babası O doğmadan ölmüş.benzerliğe bakın" gibilerinden yaptığı zavallı gülünç konuşma hala aklımda..sistemin garipliği işte..tek parti döneminden beri değişememiş değiştirilememiş "örümcek" beyinli insanlar tarafından özellikle küçük çocuklara empoze edilen ve edilmeyede devam edilecek olan güldürü..

Share this post


Link to post
Share on other sites

atatürk seven bir insan olarak, bu sülük vari insanlar toplulugundan igreniyorum. resmen atayı önce put yapıp sonrada haşa bizi sen yarattın diye tapar bunlar, araştırınız hepsinde menfeat duygusu mevcuttur. yagcılık ve rezillik bunların damarlarında dolaşıyor, leşe tükürürümde bunlara tükürük bile ziyan etmem. ALLAH ISLAH ETSİN.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Atatürk'le ilgili enteresan ve bir o kadar da komik olan bir putlaştırma vakası daha var. Dünya aleme madara olmaktan sıkılmayan, bıkmayan bir milletiz malesef. Bazen kendimizi sembollerle öyle rezil ediyoruz ki, kendi aklımız bile rezilliğin derecesini tahayyülden aciz kalıyor. Putlaştırma dehası devreye girdiğinde, malesef insan aklı en asgari haliyle dahi kullanıma kapanıveriyor. İçine düşülen rezil durumu başka bir amil ile açıklamak imkansız olsa gerektir. Lafı fazla uzatmadan, Abdurrahman Dilipak'ın Bir Başka Açıdan Kemalizm ismini taşıyan kitabından, aşağıdaki kısmı alıntılıyorum. Alıntının sonlarına doğru Nokta'dan iktibas edilen bir kısım vardır ki, kitabı ilk okuduğumda hayli güldüğümü hatırlarım.

 

...Ne diyordu Asım Aslan "Sömürülen Atatürk" kitabında: Türkiyede hemen herkes, Atatürkün kendi görüşüne uyan sözlerini almakta ve onu yüzüne maske yaparak büyük kurtarıcıyı alabildiğine sömürmektedir.Atatürk sömürücülüğü dün olduğu gibi bu gün de devam etmektedir ve bu gidişle, yarın da devam edecektir. Öyle sanıyoruz ki, Türk Siyasal tarihinde Atatürk kadar sömürülen başka bir önder yoktur.. Her yerde Atatürk.. Herkes Atatürkçü..

 

Kenan Evren 28 Nisan 88 tarihli Milliyette Melih Aşık'ın "Dil sürçmesi" şeklinde tanımladığı konuşmasında "Türkiyede her taşın altından Atatürk çıkar" sözü de aynı gerçeğin bir başka ifadesi değil mi? Varlık Özmenek ise aynı durumdan şikayet ederek "Atatürk adını yalama etmek için her fırsatta kullanıyorlar" diyordu..

 

Sahi Aka Gündüz ne diyordu Atatürk için: Varsın.. Teksin.. Yaratansın/Sana bağlanmayan utansın/Biz sana tapıyoruz.. Ya Kemaleddin Kamu "Kabe arabın olsun/Çankaya bize yeter"... Aynı çevreler daha sonra Anıtkabiri Kabe yapmak istemeyecekler mi idi?.. Ortaç "Yoktan varediyor Tanrı gibi herşeyi" diyordu. Ve bir başkası "Atatürk ekber.. Atatürk ekber/O peygamber" diye sesleniyordu

 

5.8.1935 tarihli Cumhuriyetten bir haber: "Atatürk yarım ilahtır. Türklerin babasıdır. Hiç bir devlet şefi için hayatında bu kadar heykel dikilmemiştir"

 

Bu tür sözlerle dolu bir hamaset sayfasını aralayıp, yeniden Asım Aslana dönelim isterseniz: "Bu durum karşısında insan, ister istemez kendi kendine şöyle bir soru sormadan edemiyor: Peki ama herkesin her fırsatta "Atatürk"ten sözettiği ve yine hemen herkesin her fırsatta "Atatürkçüyüm" dediği bir Türkiye, neden hala dünyanın en geri ülkelerinden biri durumundadır? "Türkiyeyi kurtaracak tek yol Atatürkçülüktür" deniliyor, fakat herkes Atatürkçülüğü kendi eğilimine göre yorumladığı için herkesin üzerinde birleştiği belli bir Atatürkçülük yok"

Yok, yok da yine de herkes "Atatürkçü" olmak zorunda.. Demirel'in dediği gibi, "herkesin Atatürkçü olmak zorunda bırakıldığı bir ortamda Demokrasiden sözetmek imkansızdır" Demirel ekliyor: "Bu inkılaplar daha kaç sene kanunla korunacak.. Cahit Tanyol da bu fikri destekliyor: Atatürk de eleş-tirilmeli ve Atatürk düşmanlarına da söz verilmeli.. Mete Tuncay, konuya farklı bir açıdan bakıyor: "Atatürkçülük ilkel bir din haline dönüştürüldü.." Ege Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Kürşat Bumin ise Nokta'ya verdiği demecinde, Atatürkçülük ve Atatürkoloji' konularına değindikten sonra "Büyümek için babaya tavır almalı" diyor.. Anayasa hukuku profesörü Tarık Zafer Tunaya ise "Ve Atatürk'ü görse bir kaşık suda boğacak insanlar da Atatürkçü kesildi" diye yakınıyor.. Heykel yapıp köşe dönenler, duvar gazetesi ciddiyetinden bile yoksun Atatürk köşeleri basmakalıpçılığı ile uygarlık düzeyine ulaşmak isteyenlerin kol gezdiği ülkede ("Tek Adam" kitabının yazarı Şevket Süreyya Aydemir, 1975 yılında bütün bu tabulaştırma olaylarının nedenlerini kendince izah ederek bir bakıma günah çıkartıyordu)diyor Nokta dergisi, Putlaşan Türk Atatürk kapak konulu yazısında ve ekliyor: "İnkilabımızı oturtmaya ve Atatürk'ü putlaştırmaya mecburduk. Ama şimdi size ifade ediyorum, kitabımda da yazdım: Kahraman putlaştığı zaman ölür."

 

Kürşat Bumin'in söylediğine göre, Fransızca yayınlanan Turist rehberinde Türkiye ile ilgili bölümde, batılıların garipsememesi için Türkiyedeki Atatürk olayından sözedilmiş, her yerde Atatürk resmi, her meydanda Atatürk büstü, dağ yamaçlarında bile onun sözlerinin kazınmış olmasının.. Bunu böyle kabul etmeleri gerekiyor turistlerin ve bu konuda fikir yürütmemeleri konusunda uyarılıyor.. Çünki "Türkiye'de kaçınılacak davranışlar arasında Atatürk üzerinde fikir yürütmek de vardır"

 

Her konuda Atatürk'ün söylenmiş bir sözünü arayıp, bulup, çıkartıp levha haline getirilmesi, sloganlaştırılması konusunda da Bumin şöyle diyor: Ormanlar, hayvanlar ve ağaçlar, hepsinin anlaşılması ve de "varolabilmesi" için Atatürk tarafından söylenmiş bir şeylere gereksinimi vardır" Hatta, eski donanma mecmuasının daimi sloganı "İstikbal Denizlerdedir" yazısını "İstikbal göklerdedir" diye değiştirmek, ya da Hz. Ömerin, Hz.Ali'(RA)nin ilim ve adalet hakkındaki sözlerini yeniden ifade etmek de olsa.

 

8 Mayıs 88 tarihli Nokta'nın "Putlaşan Türk Atatürk" sayısındaki giriş bölümünü buraya aktarmak istiyorum:

 

"Yaklaşık üç sene önceydi. O sırada İngilteredeydim. Bir gece televizyon seyrediyoruz. BBC'den bir program. Bir de baktım Türkiyeden sözediliyor programın bir yerinde. Denizin ortasında bir kız çocuğu. Çocuk bir kayığın içinde ve kucağında da bir Atatürk büstü. Deniz çalkantılı., o küçük teknenin içinde, kucağında Atatürk büstü ayakta durmaya çalışan kız çocuğu, bir görünüp bir kayboluyor dalgaların arasında; sonra kamera kıyıyı gösteriyor. Devlet erkanı sahilde sıralanmış..Vali, belediye başkanı, komutanlar, herkes hazırolda. Neyse tekne kıyıya yaklaşıyor.. Ve kız çocuğu kucağındaki Atatürk büstü ile iniyor kayıktan.. Devlet erkanı, komutanlar yine hazırol duruşunda.. Meğer herkes o kız çocuğunun kucağındaki büst için selama durmuş.

 

Ben BBC'nin neden böyle bir 19 mayıs törenini ekrana getirdiğini düşünürken "Dünyadaki komik olaylar programına Türkiyeden bir görüntü ile başlıyoruz"sesi ile kıpkırmızı kesildim. Oysa herkes kahkahalarla gülüyordu. İşte o zaman anladım bize doğal gibi gelen bu tür kutlamaların nasıl korkunç bir komediye dönüştüğünü. "Bu ilgi çekici anıyı anlatan önde gelen kamu kuruluşlarından birinin genel müdürüydü ve hala gülmekle gülmemek arasında bocalıyordu"

 

Ne kadar ilginç.. 1950 lerde bir meclis tartışması ile ilgili zabıtları okumuştum bir ara.. Bir milletvekili Atatürk törenlerinde kullanılan çiçek giderlerinin önemli bir yekun tuttuğundan yakınıyordu.. 700 ilçe, 67 il, yaklaşık her törende 5000 e yakın çelenk kullanılıyormuş.. Bir çelenkin fiatını veriyor.. Yılda on törenden hesaplıyor, korkunç bir meblağ.. Bu mantıkla kişi başına düşen Atatürk resmi, cam, çerçeve, büst gideri, 100.yıl anısına her resmi dairenin kapısına asılan Atatürk yüz yaşında/Ne mutlu Türküm diyene yazılı ışıklı levhalar da tartışılabilir.. Okuluna kağıt başaramadığı için yazışmaları 3.hamur düz kağıda kaşe kullanarak yapmaktan şikayet eden bir ilkokul müdürü, yakıt giderinden önce, çelenk parasını kasasına sıkı sıkıya kilitlemeyi ihmal etmiyordu.. Çocukların üşüyüp zature olması, ya da yazışmaların aksaması onu görevinden etmezdi ama, çelenk önemli bir konu idi.! Gerçekten bu işler böyle mi yürüyordu, yoksa böyle mi zannediliyordu?".. ...

 

(S. 12-15)

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ülkemiz için gerçekten önemli ve çetrefilli bir mevzu. Önemi; putlaştırılan kişinin ve zihniyetinin, ülkemizin iktisadi, ilmi, harsi, siyasi çizgisine bir yön tayin edilmesi esnasında yani bir millet için hayati ehemmiyet taşıyan topyekûn bütün hususlarda temel alınan, pusula olarak kabul edilen, meşale mesabesine yerleştirilen bir mefhum ve vakıa olmasından; çetrefilli oluşu da her zihniyetin olayı kendi cephesinden yorumlaması, işine gelen bölümünü kırparak kendine yamaması, kişiler ve hadiseler üzerinde kesin ve net bir tesbitin yapılmamış olması sonucunda bir karmaşanın çıkmasından kaynaklanmaktadır. Halbuki mevzunun nasıl'ı ve niçin'i, hem tarihi hakikatler çerçevesinde ele alındığında, hem de geçmişten günümüze çizmiş olduğumuz tablonun, yürümüş olduğumuz (arpa boyu) yolun üzerine ışık tutulması neticesinde sosyolojik ve psikolojik açıdan da gün yüzüne çıkmaktadır. Bir insan neden putlaştırılmak istenmektedir, sualinin cevabı, sadece kendi içimizde değil, tarih yelpazesinde kendine yer edinen diğer devletlerin de tarihi hakikatlerinin muhtevasında fokur fokur kaynamaktadır. Tabi ben bunlara değinmeyeceğim şimdi. Asıl gelmek istediğim nokta şu: uzun yıllar önce okuduğum ve aklımda bir çok bölümünden iz bile kalmayan bir kitabın bana hatırlattığı bir tablo. Buket Uzuner’in Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu isimli romanında Türkiye’ye gelen bir ecnebi, her tarafa serpiştirilmiş olan Atatürk heykellerini, Atatürk portrelerini görünce şöyle der: her tarafta onun resmi, heykeli var. Yoksa o da sizin diktatörünüz mü..?

 

Bu mealdeki cümleyi hayli çarpıcı bulmuş olmalıyım ki, kitaptan aklımda kalan tek yer burasıdır desem yeridir. Buradan yola çıkarak şöyle bir denklem bile kurabiliriz. Bir ülkenin müşahhas planında devamlı olarak gözlere sokulmak istenen bir kişi ya o millet tarafından çok sevilmektedir yahut o millete o kişi zorla sevdirilmek, kabul ettirilmek, diktatörvari bir eylem planıyla kafalara vurula vurula beyinlere çakılmak istenmektedir.. diyebilir miyiz.? Kanalizasyon teşkilatından mahrum, çöp ve teneke evden başka başını sokacak hanesi olmayan, giyinme, eğitim, sağlık gibi en temel ihtiyaçları bile karşılanmayan, ayak basılmayan köylerin bile ortasında mermerden bir kafa yükseliyorsa, denklemin çözümü için gerekli olan komut gün gibi ortadadır. Mezkûr mevzuun adı putlaştırma olunca, ister istemez put mefhumunun müşahhas sahadaki karşılığı olan heykel ve heykel ile alakalı hadiseler de hatırıma geliyor. İnönü’nün kendi heykelini diktirme sevdası da bu tablo içinde kendine yer bulabilecek bir renk. Hazır hatırlamışken hadisatın yazılı kaynaklarından birinin linkini verelim : Malatya'ya Dikilen İnönü Heykeli

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir Ardahanlı olarak... ne idüğü belirsiz bir partiden hemşerilerime vekil seçilmiş çukur adamı kınıyorum... imkanım olsa gider... o silüet saydıkları karaltıyı oluşturan dağ çıkıntılarını elimle düzeltirim....

 

 

yazık!!!

Share this post


Link to post
Share on other sites

artyor mu bilmem diyemeyeceğim lafla artıyor olabilir atatürkçüyüm diyenler sadece chp ye de mahsus değil atatürk başka parti yok diye o dönemde chp ye de ait olamaz zaten ülkemizi kurduğundan saygı duyarız birz milletine bağlı olan insanda bile atatürkçü ruhu vardır.arkadaşlarım var atatürkçüyüm diye geçinirler savunurlar ama konuştukça biyerde tıkanırlar bu da lafla olduğunu açıkça belli ediyor göstermeci olanlara yazıklar olsun

Share this post


Link to post
Share on other sites

Konuya birkaç yazıyla katkıda bulunmak isterim.

İşte Mustafa Kemal'i tanrılaştırma çabasına birkaç örnek...

 

Daha önce “Sarı Zeybek” isimli bir “Atatürk belgeseli” yapan ve “Atatürkçü çevreler”den övgüler alan Can Dündar, “Mustafa” isimli bir “Atatürk Belgeseli” daha yaptı, ancak yeni çalışmasını bu kez “Atatürkçü çevreler”e beğendiremedi.

Neden beğendiremediğine ilişkin olarak yazılan pek çok yazıdan, sadece birini yayınlayacağım. Çünkü bana göre, Hürriyet'ten Yılmaz Özdil'in yazısı (04 Kasım 2008) tepkilerin sebebini özetliyor. Daha önemlisi bu çevrelerin “Atatürk'e bakış”ını apaçık yansıtıyor.

“Mustafa'ya gittim...” başlıklı yazı şöyle…

“Sarhoş… Kafayı bulunca ağlayan... Hoyrat… Soğuk… Kalpsiz… Çevresine eziyet eden... İtiraz edeni asan... Arkadaşlarını satan... Goygoycuların dolduruşuna gelen... Milletten bihaber… Hatta milleti küçümseyen... Alay eden… Hesabını kitabını bilmeyen... Batı hayranı… Sefa düşkünü… O balo senin... Bu balo benim, gezen… Zampara… Cephede bile karı-kız düşünen...

Savaşmadığı için sıkılan... Ordu varken, çete kurmaya kalkan... Devrimleri intikam için yapan... Dinsiz… Kendi heykellerini diktiren... Megaloman… Bencil… Günde 3 paket sigara içen… Usul usul intihar eden... Psikolojik bunalımda...

“Yalnız… Çaresiz…. Basiretsiz… Zavallı bir adam...”

Mustafa'daki Mustafa bu.

Anafartalar 1 saniye… İşgal 2 saniye.

Tası tarağı toplayıp kaçmak için, sığır sürüsünün çıkardığı toz bulutundan bile tırsan... Sığır sürüsüyle düşman ordusunu ayırt etmekten aciz biri... Başkomutanlık meydan muharebesi desen... Taktiğini falan başkasından araklamış zaten.

“Hak edilmiş bence Oscar... En azından Nobel.”

Şimdi size aynı tarihli aynı gazeteden, dikkatle okumanız dileğiyle bir haber özeti veriyorum.

“Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Antik A.Ş.'nin satışa çıkardığı ve Latife Hanım'ın ailesinin girişimleriyle son anda müzeye kazandırılmasına karar verilen Atatürk'ün mektuplarından ilk kez haberdar olduğunu söyledi. Prof. Halaçoğlu, kurumdaki Atatürk mektuplarının ise çift anahtarlı özel bir kasada saklı olduğunu ve kimsenin ulaşmasının mümkün olmadığını belirtti.”

Bu mektupların Tarih Kurumu'ndan çıkmış olması mümkün değil. Kurumdakiler tamamen kilit altında. Kimsenin ulaşması mümkün değil. Çift anahtarlı özel bir kasada. Bu anahtarların birisi kurum başkanında, diğeri arşiv müdüründe. Ne başkan, ne de arşiv müdürünün tek başına açması mümkün değil. Arşivden çıkarılması için ikisinin bir araya gelmesi lazım. Benim zamanıma kadar tüm evrak torbalardaydı. Arşivdeki özel yerlerde farklı şekillerde saklanmış. Kimsenin torbalarda ne olduğundan haberi yoktu. Karışıktı. Biz envanter çıkardık, mahkemedeki kayıtlarla eşdeğer olup olmadığına baktık, sonra özel bir kasaya aldık…

Masum birkaç soru…

1) Atatürk'ün eşinin hatıraları, çifte anahtarlı çelik kasalarda niçin kilitli tutuluyor?

2) Onların açıklanma ihtimali “Atatürkçü çevreler”i her defasında neden ayaklandırıyor?

3) “Atatürk gerçeği”ne dair, övgüden ibaret olmayan belgesel, sanatsal ve edebi çalışmalar neden “Atatürkçüler”i şiddetle rahatsız ediyor?

4) Atatürk'ü kendi yazdıklarından tanımak varken, kendilerine “Atatürükçü” diyen kurum, kuruluş, ya da kişilerden öğrenmek zorunda mıyız?

5) Yoksa milletten bir şey mi saklanıyor? Neden ısrarla bu görüntü veriliyor?

6) Atatürk'ün saklayacak şeylerinin olduğu görüntüsü Atatürk'e zarar vermiyor mu? Neden işin bu yönü umursanmıyor?

7) En yakınlarına (eşine) hatta bizzat Atatürk'ün el yazmalarına yasak koymayı “Atatürkçülük” olarak görmek mümkün müdür?

Bu durum kabul edilemez! Yakın tarihini “Atatürkçüler” yerine bizzat Atatürk'ten ve eşinden öğrenmeye bu milletin hakkı vardır.

Atatürk'ün sağlığında da yağcılar, goygoycular, şakşakçılar vardı. Sürü sepet överler, dünyevi başka makam bulamadıkları için bazen “Peygamber”, hatta bazen de “Tanrı” ilan ederlerdi.

Bazıları işi o kadar ileri götürmüştü ki, Behçet Kemal Çağlar “Atatürk Mevlidi” yazarken, Tekin Alp takma isimli Moiz Kohen “Türk'ün Yeni Amentüsü”nü yazmıştı. Behçet Kemal'in Süleyman Çelebi Mevlidi'ne nazire yaptığı sözde “mevlid”inden birkaç mısra:

“Ol Zübeyde, Mustafâ'nın ânesi / Ol sedeften doğdu ol dürdânesi!

“Gün gelip oldu Rızâ'dan hâmile / Vakt erişti hafta ve eyyâm ile.

“Geçti böyle, nice ay nice sene / Vakt erişti bin sekiz yüz seksene.

“Merhaba ey baş halâskâr merhaba / Merhaba ey ulu serdâr merhaba!

“Ger dilersiz bulasız oddan necât / Mustafâ-yı bâ Kemâl'e essalât.”

Sadece ayarsız övgülere alışkın olan “Atatürkçü çevreler”, buna benzer övgüler içermeyen her çalışmaya tepki göstereceklerdir. Herkes çalışmasını buna göre yapsın.

Yarın “Türk'ün Yeni Amentüsü” ile başka ölçüsüz, endazesiz övgülere de bakalım.

YAVUZ BAHADIROĞLU

 

 

Atatürk’ü “tanrılaştırma” temayülü

 

 

Bir kısım “Atatürkçüler”, Atatürk’ün de nihayet bir “insan” olduğunu kabullenemiyorlar. Bu yüzden “insan boyut”unu ele alan yazılara ve araştırmalara saldırıyorlar.

 

Çünkü içlerinde Behçet Kemal’in, Tekin Alp’in, Edip Ayel’in, Kemalettin Kamu’nun ve Yusuf Ziya’nın Atatürk’ü var.

 

Gençler hatırlamaz, ama 30’lu yıllarda Behçet Kemal Çağlar “Atatürk Mevlidi” yazarken, Tekin Alp takma ismini kullanan Moiz Kohen de “Türk’ün Yeni Amentüsü”nü yazmıştı.

 

Buyurun: Sabır taşına dönüşüp okuyabilirsiniz…

 

Alıntı:

TÜRK'ÜN AMENTÜSÜ (!)

 

“Kahramanlık örneği olan ve vatanın istikbâlini yoktan var eden Mustafa Kemâl’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahid analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına îmân ederim. İyilikle fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medeni cihanda en büyük mevkii kazanacağına, hamaset destanlarıyla tarihi dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine ve Gazi’nin Allah’ın sevgili kulu olduğuna kalbimin bütün hulûsuyla şahadet ederim.”

İçinde Atatürk öldüğü için Dolmabahçe Sarayı’nı “Kâbe” ilan etmekten çekinmeyen şair Edip Ayel

 

Alıntı:

(Ay yıldızı aldık da senin üstüne sardık

Ey dertli saray! Kâbe mi oldun bize artık?),

zaten sağlığında Atatürk’ü önce “peygamber”, sonra “tanrıya eş”, nihayet (hâşâ) “Allah” ilân etmişti:

 

Alıntı:

“Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe,

Alıntı:

“Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe.

“Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun,

“Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun.”

“Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı'yla müsâvi,

“Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî…

“Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses,

“İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!”

 

Behçet Kemal, Edip Ayel'den geri kalmak istememiş olmalı ki, aynı makamdan devam etti:

 

Alıntı:

“Kaç yıldır Türkçeydi Tanrı'nın dili

İnsana ne ilâh, ne de sevgili,

“Ne de ana-baba aratıyordu

Her an yaratıyor, yaratıyordu.”

Nerede duracağı belli olmayan anlamsız bir yarış başlamıştı. Bu yarışta Halil Bedii de vardı:

 

Alıntı:

“Tanrı gibi görünüyor her yerde

Topraklarda, denizlerde, göklerde;

“Gönül tapar, kendisinden geçer de

Hangi yana göz bakarsa: Atatürk.”

Meşrutiyette Kemalettin Kâmi olan adını “Türklük aşkına” Kemalettin Kamu olarak değiştiren şair, mısralardan inşa ettiği bir merdivenle milletvekilliğine çıkmak istiyordu:

 

Alıntı:

“Burada erdi Mûsâ

Burada uçtu İsa,

“Bülbül burada varsa, Hürriyet için öter…

“Ne örümcek, ne yosun

Ne mûcize, ne füsun,

“Kâbe Arab'ın olsun

Çankaya bize yeter...”

Şair Faruk Nafiz Çamlıbel Atatürk öldükten sonra şu mısraları yazdı:

 

Alıntı:

“Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil,

Alıntı:

“Kanlı bir gözyaşı nehrinde muazzam tabutun…

“Ey ilâhın yüce davetlisi, göklerden eğil

“Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun!”

Yusuf Ziya Ortaç da belli ki öteki şairlerden geri kalmak istememişti, kervana katıldı:

 

Alıntı:

“Dağların ardında sönüşü gibi,

Alıntı:

“Millete can veren, vatan yaratan;

“Tanrının göklere dönüşü gibi…

“Her zaman ırkıma büyük Baş Atam,

“Tanrılaş gönlümde, tanrılaş Atam!”

Ömer Bedrettin Uşaklı’nın şiiri:

 

Alıntı:

“Bir güneş gibi yalnız

Sensin ülkü tanrımız.”

Vasfi Mahir Kocatürk’den:

 

Alıntı:

“Peygamber, tanrısına duymadı bu hasreti

Vermedi bu kudreti tanrı, peygamberine.”

İlhami Bekir’den:

 

Alıntı:

“İlk adam, mavi gözlerle baktı toprağa,

Alıntı:

“Toprağın haritasını çizdi bayrağa;

“Allah değil, o yazdı alın yazımızı.”

 

 

Bu yaklaşımın mirasçıları elbette Atatürk’ü bir “insan” olarak görmeyecekler, “insan” olmaktan kaynaklanan “zaaf”ların hiç birisini ona kondurmayacaklardır.

 

Can Dündar’ın filmine bu bakış açısıyla ateş püskürüyorlar.

 

 

YAVUZ BAHADIROĞLU

 

 

Hanidir yazacağım. Çünkü merakla bekleyenlerin sayısı çoğaldı. Atatürk'ü aşırıya kaçacak şekilde ululamak için hakkında yazılan şiirleri aktarırken bahsettiğim 'Atatürk Mevlidi'ne sıra ancak geldi...

 

Ama önce çarpıcı bir giriş yapmak lazım ki, vurgumuz iyice belirginleşsin:

 

Çarpıcı girişi büyük düşünür Yekta Güngör Özden'le yapayım. Atatürk Mevlidi'nden haberdar mıydı değil miydi bilmiyroum ama, Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Özden bir ara tam galeyana gelip, "Atatürkçü olmayanlar insan bile değildir!" demişti...

 

Bu bağlamdan baktığımızda Türkiye'dekilerden başka 'insan' kalmıyor dünyada. Ama sorun bu değil. Asıl sorun, siyasi veya askeri bir lideri yüceltmek için dini literatürü ve dine ait şeyleri kullanmaktan sakınmayan din karşıtlarının bu tür gevelemeleri. Zira bu vatandaşlar hem din adına yaşanmaya çalışılan değerlere ve bunu yaşayanlara topyekün karşılar, buldukları her birimde onları baskılıyorlar. Hem de (tarihi çeşitli başarılarla dolu olsa da en nihayetinde) bizler gibi bir insanı yüceltmek için dini argümanları çekinmeden kullanabiliyorlar...

 

Lafı fazla eğip bükmeden, Süleyman Çelebi'nin peygamberimizin (s.a.v.) kemâlâtını öne çıkarmak için onun doğumunu ve sonrasını işlediği ve 'Vesiletü'n Necat' adını verdiği eserinden ilham alan, anlı şanlı cumhuriyet şairimiz Behçet Kemal Çağlar'a getireceğim...

 

Bakın bakalım, anlı şanlı cumhuriyet şairimiz Behçet Kemal Çağlar, Süleyman Çelebi'den nasıl kopya çekmiş!..

 

İlk okuyacağınız pasaj aşina olduğunuz Süleyman Çelebi mevlidinden:

 

Âmine hâtun Muhammed ânesi

 

Ol sadeften doğdu ol dürdânesi

 

Çünkî Abdullah'tan oldu hâmile

 

Vakt erişdi hefte vü eyyam ile

 

Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn

 

Çok alâmetler belirdi gelmeden

 

Allâhümme salli alâ Muhammedin

 

Ve alâ âli Muhammed

 

Şimdi de Behçet Kemal Çağlar'ın 'Atatürk Mevlidi'ndeki yansımasına bakalım:

 

Ol Zübeyde, Mustafâ'nın ânesi

 

Ol sedeften doğdu ol dürdânesi!

 

Gün gelip oldu Rızâ'dan hâmile

 

Vakt erişti hafta ve eyyâm ile

 

Geçti böyle, nice ay nice sene

 

Vakt erişti bin sekiz yüz seksene

 

Merhaba ey baş halâskâr merhaba

 

Merhaba ey ulu serdâr merhaba!

 

Ne o? Yoksa çok mu şaşırdınız?

 

Olur mu canım...

 

"Behçet Kemal de, Süleyman Çelebi'nin peygamberimize olan sevgisinin tezahürü gibi, Atatürk'e olan sevgisini deruhte etmiş işte," deyip geçemiyor musunuz?

 

Siz geçemeseniz de, geçenler vardır. Hiç merak etmeyin... Ve unutmayın ki, onlar Yekta Güngör Özden'in deyimiyle, 'hakiki insan'lardır...

 

Yalnız bu 'hakiki insanlar'ın ezelden beridir çözemediği bir mesel vardır. Bu mesel, şiirlerinin çoğunu nedense Fransızca kaleme alan diğer bir cumhuriyet şairi olan Edip Ayel'in yazdığı ender Türkçe şiirlerden birinden sonra iyice gündeme gelmiştir. Onu da paylaşayım izninizle...

 

Aruz vezninin en tumturaklı kalıplarını kullanan Edip Ayel, bu şiirinde Atatürk'ün ardından bakalım neler demiş:

 

Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe

 

Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe.

 

Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun

 

Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun.

 

Tutsak seni layık, yüce Tanrı'yla müsâvi

 

Toprak olamaz kalp doğabilmişse semavi

 

Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses

 

İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!

 

Meselin ne olduğunu Edip Ayel'in kükremesinden sonra sanırım siz de çözmüşsünüzdür. Çünkü cumhuriyet devri şairlerinin bir büyük bölümü, Atatürk vefat etmiş olsa da, ona asla kıyamadılar. Onun üstünde de, altında da hiçbir ilahi gücün, hiçbir varlığın bulunmasına tahammül edemediler. Bu bakımdan, Atatürk'e hem Allah, hem de peygamber diye seslenerek kendilerinden geçtiler...

 

Çözülemeyen mesel de buydu işte:

 

(Bu şiirlere baktığınızda) Atatürk, getirdiği Kemalizm dininin (haşa) peygamberi miydi, yoksa bizzat Yaratıcı'sı mıydı?

 

Belki siz çözersiniz...

 

YAVUZ BAHADIROĞLU

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...