Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
SusQuN

Tarihte Tesettür Düsmanligi

Recommended Posts

Tarihte Tesettür düsmanligi

 

98 Subatinda Istanbul Üniversitesi Rektörlügünün yayinladigi genelgeyle üniverseteye bagli fakülte, yüksekokul, sosyal tesisler vs.’de basörtünün yasaklanmasi ve bu yasaga karsi ögrencilerin gösterdigi kesintisiz direnis basörtüsü sorununu Türkiye gündeminin üst siralarina tasidi. 98-99 egitim-ögretim döneminde YÖK (Yüksek ögretim kurulu, M.K.) kararlari dogrultusinda yasagin diger üniversitelere de yayginlastirilmasi ve ögrencilerin yasak karsisinda kararli tutumlari nedeniyle basörtülü yasagi, basörtüsü konulu tartismalar bu senye de yayildi...

 

Bu yazi basörtüsü daha genellersek örtünme olgusu tarihine, bu konuda lehte ve aleyhte olusan taraflar ekseninde kisa bir degini olacaktir.

 

Tevhid-sirk, hak-batil, zalim-mazlum gibi zitliklar baglaminda, en eski çatisma alani olarak insanligin atasi Adem-Havva (as.) ve onlarin Iblisle mücadelerinde örtünme ve çiplaklik tezatliklarini da görmekteyiz. Bu mücadelenin en önemli unsurlarindan biri olmasi örtünmenin hayatiyetini ortaya koymaktadir.

 

"Derken seytan, birbirine kapali ayip yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu agaci sirf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladi, dedi. Ve onlara: Ben gerçekten size ögüt verenlerdenim, diye yemin etti. Böylece onlari hile ile aldatti. Agacin meyvesini tattiklarinda ayip yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarindan üzerlerini örtmeye basladilar.

 

Rableri onlara: Ben size o agaci yasaklamadim mi ve seytan size apaçik bir düsmandir, demedim mi? diye nidâ etti. (Adem ile esi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eger bizi bagislamaz ve bize acimazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz. Allah: Birbirinize düsman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerlesme ve faydalanma vardir, buyurdu. "Orada yasayacaksiniz, orada öleceksiniz ve orada (diriltilip) çikarilacaksiniz" dedi." ( A raf, 20-25)

 

Ayet grubunda en can alici noktalar Adem (as)’in sahsinda insanlarin "meleklesme" ve "ölümsüzlük" gibi iki zayif noktasi ve seytanin insani çiplaklastirma girisimi Adem ve Havva’nin panik halinde örtünmeye çalismalari, çiplakligin onlarda uyandirdigi rahatsizlik, utanma duygusu. Böyle fitri konudaki basrisi seytani ve onun takipçilerini ümitlendirmis, insani saptrimada bir baslangiç noktasi, diger kötülükleri için bir cesaret kaynagi olmustur.

 

Bu mücadele Adem ve esinin dünyaya gönderilmesyile mekansal bir degisme ugrayarak sürmüs, günümüze kadar gelmistir. Allah (cc) bu mücadele konusunda kullarina uyarilarda bulunmustur.

 

"Ey Âdem ogullari! Seytan, ana-babanizi, ayip yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çikardigi gibi sizi de aldatmasin. Çünkü o ve yandaslari, sizin onlari göremeyeceginiz yerden sizi görürler. Süphesiz biz seytanlari, inanmayanlarin dostlari kildik. Onlar bir kötülük yaptiklari zaman: "Babalarimizi bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: Allah kötülügü emretmez. Allah’a karsi bilmediginiz seyleri mi söylüyorsunuz?" (A’raf, 27-28)

 

Peygamberimiz döneminde inen ayetlere baktigimizda örtünmenin fonksiyonlarini anlayabiliriz.

 

"Ey Peygamber! Hanimlarina, kizlarina ve müminlerin kadinlarina (bir ihtiyaç için disari çiktiklari zaman) dis örtülerini üstlerine almalarini söyle. Onlarin taninmasi ve incitilmemesi için en elverisli olan budur. Allah bagislayandir, esirgeyendir." ( Ahzab, 59)

 

Örtü, kadinin toplumiçinde cazibesiyle, çekiciligiyle yer almasini engeller. Onun bu anlamda sömürülmesini önler. Kadin ve erkegi birbirlerine karsi korur. Kadina toplum içinde hür ve saygin bir kimlik kazandirir.

 

Bütün bu amaçlara ulasilmasi için sadece örtü yetmez. Kadina oldugu kadar erkege de baska yükümlülükler düser.

 

"(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, irzlarini da korumalarini söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranistir. Süphesiz Allah, onlarin yapmakta olduklarindan haberdardir." ( Nur, 30)

 

Önce erkeklere daha sonra da kadinlara bu uyari tekrarlanir.

 

"Mümin kadinlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kisimlari müstesna olmak üzere, zinetlerini teshir etmesinler. Bas örtülerini, yakalarinin üzerine (kadar) örtsünler. Kocalari, babalari, kocalarinin babalari, kendi ogullari, kocalarinin ogullari, erkek kardesleri, erkek kardeslerinin ogullari, kiz kardeslerinin ogullari, kendi kadinlari (mümin kadinlar), ellerinin altinda bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadinina sehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadinlarin gizli kadinlik hususiyetlerinin farkinda olmayan çocuklardan baskasina zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte olduklari zinetleri anlasilsin diye ayaklarini yere vurmasinlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtulusa eresiniz." (Nur, 31)

 

Bütün bu uyarilarin korunma yollarinin takvayla bütünlügü, onunla kemale erisecegi, tamamlanacagi unutulmamali.

 

"Ey Adem ogullari! Size ayip yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattik. Takvâ elbisesi... Iste o daha hayirlidir. Bunlar Allah’in âyetlerindendir. Belki düsünüp ögüt alirlar (diye onlari indirdi)." (A’raf, 30-31)

 

Tarih boyunca Allah (cc.) peygamberleri vasitasiyla insanliga örtünmeyle ilgili emirlerini göndermistir. Ancak peygamberlerin ardindan hak dinin saptirilmasiyla örtünme anlayisinda da sapmalar olmustur. Örtünme bazen kadini bezen toplumsal hayatten tamemen soyutlayarak, ikinci, üçüncü sinif bir varlik, kötülük ugursuzluk kaynagi olarak nitelendirecek seklinde anlsailarak bir zulüm aracina dönüsmekte. Bazen de kadini tam aksine meta gibialgilayarak, kullanarak, çiplaklastiracak sekilde anlasilmaktadir. Tarih boyunca çesitli toplumlarda veya bir toplumda farkli tarihsel dönemlerde veya ayni dönemde degisik sekilde örtünme anlayislari mevcut olmustur. Dikkat edilmesi gereken nokta bu anlayislarin beslendigi düsünsel, felsefi, ananevi, dinsel temellerdir.

 

"Basörtüsü yahudiler için ar, namus, iffetin bir simgesi, onlari putperest kadinlardan ayiran bir isaret, Hristiyanlar için kadinlarin erkeklere göre daha asagi konumunun, evli kadinlarda erkege bagliligin, itaatin, hür olmadiginin bir simgesidir. Sonraki dönemlerde ise ait olunan nir sinifin simgesi haline dönüsmüstür. Özellikle Araplar arasinda seçkin aile mensuplarinin kullandigi kentli ve üst sinifa ait olmanin bir simgesiydi. Özellikle Tevrat ve onun etkisinde kalan Hristiyan toplumlarda örtü kadinin erkek karsisindaki konumunu temsil etmis. Adem ve Havva’nin cennetten kovulmasina neden ilk günahin suçlusu olarak görülen kadinin durumu iyice kötülesmis, örtüsü erkek karsisinda ikinci sinif bir varlik olarak, ona kullugu temsil etmistir. Ortaçag’da Avrupa’da giyim toplumsal siniflarin göstergesi olmus, hatta ait olmadigi bir sinifin giysisini giyenleri cezalandirmak için kanunlar koyulmustur." (Cihan Aktas, Kilik kiyafet ve iktidar, Nehir yay. Istanbul, 1991, cilt 1, s. 32-37)

 

 

(Bursa’daki zulme karsi protesto) Örtünme sekillerindeki farkliliklarin ardindaki düsünsel, geleneksel, dinsel unsurlar baglaminda kilik-kiyafet artik bir kimlik bildirimi, disavurumu, aidiyet ifade etmesi açisindan cinsel veya toplumsal bir sembol islevi de görmektedir. Bu nedenle kilik-kiyafete müdahaleler ayni zamanda bunun ardindaki düsüncelere, dine, ya da topluma, kimlige karsi yapilan müdahale haline gelecektir. Kimligin sert, çekirdek unsurlarindan oldugundan müdahalelere tepkiler de sert olmakta, bu konudaki degisimler zor ya da çok uzun zaman zarfinda gerçeklesebilmektedir.

 

 

Islam peygamberinin müslüman bir kadinin örtüsüne yahudiler tarafindan yapilan müdaheleye en sert biçimde karsilik vermesi, o kavme savas açmasi peygmber tarafindan bu müdahalenin Islam’a yapilan bir müdahale seklinde algilamasindandir.

 

Müslüman kadinlara yönelik bu tarz saldirilar tarihte savas dönemlerinde görülmektedir. Endülüs’ün düsüsünde, Asya ve Afrika’da müslüman toplumlarin batili emperyalistlerce sömürgelestirilme dönemlerinde, müslüman kadinlar bu tür saldirilara maruz kalmislardir.

 

Batili ülkeler sömürgelerinden yerlerine batici elitleri birakarak çekildiler. Artik çikarlarini kendi adlarina bu azinlik koruyacak sekil degistirirek sömürü devam edecektir. Islam’a, müslümanlara, saldirilari bu seçknici grup efendilerinden devralacaktir. Son asirda bu saldirilarin ardinda hep bu zihniyet olacaktir. Bu zihniyeti besleyen psikolojk unsur, Bati karsisinda sürekli gerileyis, yenilgi, maglubiyet. Bunun olusturdugu -özellikle aydinlar arasida- asagilik kompleksi, güvensizlik kendi toplumuna, kültürüne, degerlerine karsi yabancilasma. Sorun kendimiz, toplumumuz, biz besleyen, bizi biz yapan degerler, doguya ait olusumuz. Tek çözümü vardir bu zihniyetin; Batililasmak, herseyiyle, gülüyle dikeniyle batililasmak. Bütün toplumun yüzü kendi yüzleri gibi batiya dönmeliydi. Degisim mutlak, geriye dönüssüz, kesin, ani...

 

Yönetici elit tepeden inmeci, jakoben uygulamalarla halk için halka ragmen toplumu tepeden tirnaga degistirecek, dönüstürecek, toplum mühendisligi devreye girecek. Halk degisime direnecek, direndikçe seçkinler uygulamalrinda daha da pervasizlasacak, uygulamalar zulüm boyutuna ulasacaktir.

 

Bu anlayis Kuzey Afrika, Asya’daki sömürge geçmise sahip ülkelerde halk ve yönetici elit, aydin arasindaki çatismayi arttirarak devam ettirmekte, gelir daletsizligi, rüsvet, yolsuzluk gibi kirlilikle daha da derinlestirmektedir.

 

Iran Sahi Riza Pehlevi’nin ve Afganisatan’da Emanullah Han’in modernizm hareketi, kadinlarin kilik-kiyafetni müdahaleleri halkin tarafindan tepkiyle karsilanmis, sonunda ikisi de tahtlarindan olmustur. Tunus’ta bugün hala basörtüsü halka açik yerlerde yasaktir.

 

Batili devletlerin fiili anlamda sömürgesi olmamis toplumumuzda da durum aynidir. Osmanlinin gerileyisiyle ortaya çikmistir. Artik Osmanlinin Osmanlinin Avusturya Imparatorunu ancak kendi vezirine denk saydigi, krallik degisimi törenlerine kendisini temsilen bahçivanini gönderdigi dönemler geride kalmistir. Çöküsün sebepleri önce askeriyede aranir sonuç vermez. Çöküs askeri, ekonomik, toplumsal vs. her alanda hizlanarak devam etmektedir. Batililasma çözüm olarak görülür. III. Selim’le baslar, II. Mahmud’un uygulamalarinda halkin tepkisini çekecek boyuta ulasir. Iki sultan da kilik-kiyafette batililastirmaya çalismistir. Askeri alanda baslayan uygulamalar devlet memurlarini da kapsayacak sekilde genisletilir. Sarik sarmak yasaklanir, erkeklerin sakallari kisaltilir, kendisi dahil devlet memurlari Avupai tarzda giyinir.

 

Avrupa karsisindaki bu psikolojik eziklik Rusya’da Deli Pedro’nun uygulamalarina da yansimis. Rusya’nin geri kalis sebebinin Avrupali -özellikle Hollandalilar- gibi giyinmemeye baglamis. Uzun sakalli erkekkler yakalatarak zorla tras ettirmis, kadinli erkekli salon toplantailari tertip ettirmis, kalpak yerine sapka giyilmesini mecburi tutmus. Halkin tepkilerini kirmak için de Moskova’yi top bataryalari ile kusatmistir. (Cihan Aktas, a.g.e., s. 45)

 

Batililasmanin nasil olacagi aydinlar arasinda tartisma konusuydu. Batinin ilmini, teknigi alalim, ahlakini, kültürünü almayalim diyenler oldugu gubu batinin kültürüne, yasayis tarzina giptayla bakanlar da vardi. Batinin teknigini almak, egitim görmek üzere Avrupa’ya gönderilen gençler yazar, sair olarak kendi toplumundan, degerlerinden tiksinir bir ruh haliyle geriye dönmekteydiler (Ayni Tevfik Fikret’in önce Hristiyan, sonra papaz, sonra da piskopos olan oglu Haluk Fikret gibi, M.K.). Bu grup aydinlarda her yönüyle batililasmak fikri agir basiyordu, önceligin giyim kusam, balo, salon toplantilarina verildigi gözleniyordu. Belediyelerin alt yapi yerine ise parke taslarini degistirmekle baslamasi gibi.

 

Osmanlinin yüzünü batiya döndügü 1836 Tanzimat Fermaniyla resmilesti. Bati yanlisi Mustafa Resit pasa’nin çabalariyla (o zaman 16 yasinda olan padisah, M.K.) Abdülmecid’i ikna ederek ilan edilen bu fermanla devletin Islamiligi ciddi yara aldi. Tanzimatçi bir zihniyet olusacak ve giderek etkinlik kazanacakti. Batililasma sokakta kendini hissettiriyordu. Avrupai giyim tarzi gittikçe yayginlasiyor, kadinlar arasinda Avrupa modasini takip etme, bu konuda birbirleriyle yarisma gittikçe hizlaniyordu. Bu dönemde kadin dergilerinde, kadin olusumlarinda bu konu isleniyor kadinlar buna tesvik ediliyordu.

 

II. Mesrutiyete dogru Jön Türklerin tepeden inmesi "Topyekün Batililasma" (Celaleddin Vatandas, "Umran", Haziran, s. 19) programi içindeki asker ve sivil bürokratlarin esin kaynagi olmus, bu tarz degisim anlayisi, uygulamalari yakin tarihimize damgasini vurmustur. II. Mesrutiyetle birlikte siyasi düsünce akimlari giderek netlesmistir. Bunlari Baticilar, Islamcilar ve Türkçüler olarak üç grupta toplayabiliriz. Tanzimatçi zihniyete denk düsen Baticilar ve onlara yakin -kadinlarin örtünmesinin çok eskilere dayanan bir adet, tesettürün kadina onun özgürlügüne karsi yapilmis en büyük hakaret (Ziya Gökalp)- düsünen Türkçülerin karsisinda Islamcilarin muhalefeti sözkonusudur.

 

Islamcilar toplumu tepeden tirnaga körü körüne bati taklitçiligini, kadin konusu etrafinda yapilan tartismalarda, kadinin asriligini tesettürden kurtulmak olarak gören diger iki akimi siddetle elestirmistir. Onlara göre batililasma ülke gerçeklerini görerek teknik düzeyde yapilmaliydi.

 

Istiklal Harbinde özellikle Istanbul’da kadinlar dernek, yayin ve açik hava mitinglerinde mücadeleye destek vermisler (ki, bunlarin en meshuru Halide Edip Adivar’in Beyazit’ta düzenledigi mitingdir, M.K.), yardim kampalari düzenlemislerdir. Düsman isgali altindaki topraklarda ise kadinlar çok daha güçlükler, çileler yasamistir. Kocasini, çocuklarini cephede yitirmis olan, cephe gerisinde kosusturan, bazen düsmanla yüz yüze savasan -Erzurum’da Nene Hatun gibi- Anadolu kadini örtüsü dinini, haysietini, vatanini koruma ugruna verdigi bu mücadelesinin sembolü olmustur. Bunun en güzel örnegin Maras’ta yasanmistir. Ingilizlerden sonra Maras’i isgal eden Fransizlar’in bir kadinin örtüsüne müdahale etmesi, Sütçü Imam’in askeri öldürmesi üzerine olay sokak çatismalarina dönüsmüstür.

 

Cumhuriyet Döneminde Basörtüsü düsmanligi

 

Cumhuriyet döneminin temel poltikasi "batililasmak, asrilesmek, muasir medeniyet seviyesine çikmaktir. Bu mümkn olan en kisa zamanda sivil asker bürokratlar tarafindan "devletin üstün gücü gerçeklestirilecektir. Bu uyguluma yeni olmayip daha öncede belirttigimiz gibi Osmanli son çeyreginden gelen bir sürekliligi ifade eder. Ancak cumhuriyet döneminde çok daha pervasizca uygulanacaktir. Milli mücadeleden hemen sonra sosyal ve hukuk alaninda inkilaplar gerçklestirilir.

 

1 Kasim 1922’de saltanat ilga edildi. Tepki çekmemek nedeniyle hilafet birakilir ancak sembolik bir anlam ifade edecek sekilde. 29 Ekim 1923’te devletin hükümet sekli olarak cumhuriyet ilan edildi. 3 Mart 1924’te Ser’iye ve Evkaf Vekaleti kaldirilarak yerine Diyanet Isleri Baskanligi kurulur, diger bir kanunla Tevhid-i Tedrisat (Ögrenimin birlestirilmesi) kabul edildi. Ser’iye ve Evkaf Vekaletine bagli ya da özel vakiflarca yönetilen bütün medrese ve okullar, Saglik Bakanliga bagli yetimhaneler, askeri okullar Milli Egitim Bakanligina baglandi. Ayni gün hilafetin kaldirilmasi görüsüldü ve Osmanli soyunun T.C. sinirlari disina çikarilmasina dair kanun kabul edildi. Bunu ölçü, tarti, alfabe, takvim degisiklikleri izledi. Avrupa’dan medeni, ceza, borçlar vs. hukuklari ithal edildi.

 

Bütün bu degisimler halk arasinda hosnutsuzluklara neden oldu.Anadolu’nun çesitli yerlerinde -Resadiye, Silifke, Adapazari, Buna- yer yer gösteriler yapildi. Batililasmaya karsi en ciddi ve üzerinde en çok konusulan tepki ise Seyh Sait Kiyami olmustur (Subat 1925). Ayaklanma birkaç ay sürmüs ve güneydogu bölgesine hizla yayilmistir. Diyarbakir ve Ankara’da Istiklal mahkemeleri kuruldu. Iki yil süreyle Takrir-i Sükun çikarildi. Terakkiperver cumhuriyet partisi programinda "dini inançlara saygili oldugu" seklindeki bir madde nedeniyle kopartildi. Bu ayaklanma bahanesiyle iktidar bütün muhalefeti sindirmeye çalisti. Seyh Sait Kiyami, 31 Mart ve Menemen olayi vs. ile zincirin bir halkasi olarak müslüman halkin önüne sürülecektir.

 

25 Kasim 1925’te sapka giyilmesi hakkindaki 671 no’lu kanun çikarildi. "Türkiye büyük millet meclisi üyeleri ile genel, özel ve bölgesel idarelere ve bütün kuruluslara bagli memurlar ve müstahdemler, Türk milletinin giymis oldugu sapkayi giymek zorundadir. Türkiye halkinin da genel basligi sapka olup, buna aykiri bir aliskanligin sürdürülmesini hükümet yasaklar". Bu kanun halkin büyük tepkisine yol açmis, gerek bu kanun çikmadan önce, gerek çiktiktan sonra sapkaya muhalefet edenler Istiklal mahkemelerinde yargilanarak idam edilmistir. Bunlardan en trajik olanlarindan biri, kanun çikmadan birbuçuk yil evvel yazdigi "Frenk mukallitligi ve Sapka" adli risalesi nedeniyle Iskilipli Atif Efendi, digeri sirf halkin gözünü kirkutmak için Erzurum’da idam edilen Salci Baci adli bohçaci bir kadindir. Dogu illerinde soguk nedeniyle kalpak giyenler de cezalandirilmistir. Sapka kanunu kadinlarin kilik kiyafetiyle ilgili bir düzenleme getirmemis olmasina ragmen genel olarak kiyafet kanunu olarak algilandigindan buna dayanilarak müslüman kadinlarin giyimine yönelik müdahaleler olmustur. Kanunî bir düzenleme olmamasina ragmen bazi illerde (Mersin, Trabzon, Rize, Bodrum, Konya, Maras, Hoton, vs.) belediye kararlariyla basörtüsü yasaklanmistir. (Cihan Aktas, a.g.e., s. 173, dipnot, Dr. Barnard Caparol, Kemalizmde ve Kemalizm sonrasinda Türk kadini, Türkiye Is bankasi kültür yay., Ankara, 1982)

 

Müslümanlarin kilik kiyafetlerine yönelik saldirilarin tek parti ve ihtilal dönemlerinde daha bir yogunlastigi gözlenmektedir. Osmanli son dönemlerinde daha da yogunlasarak cumhuriyet döneminde Müslümanlar " gerici, yobaz, sakalli, bitli, örümcek kafali, kara cahil, Türk filmlerinde asina oldugumuz dolandirici, düzenbaz, cimri haci, hoca vs. gibi kelimelerle resmedilmekte. Müslümanlar yönelik bu tür karamalara son zamanlarda eklenen terörist, dis destekli, karanlik mihraklarin yönlendirdigi" seklinde ifadeler disinda pek fazla seye rastlanamaz. 31 Mart, Seyh Sait kiyami, Menemen olayi da eklenerek birer tekerleme gibi basinda, sokakta muhatap oldugunuz CHP zihniyetli insanlarin agzinda tekrarlanuir durur. Abdullah Yildiz, Umran (Ocak 98, s. 28-30) dergisindeki "Irtica’da siyasal Islam’a bir övgü edebiyati" adli yazisinda geçmis bazi yayinlardan alintilar yapmis. Gözümüze çarpan bazi ifadeler: fesatçilar, softa kiyafetli adamlar, casuslar, mecnunlar, ortaçag müessesesi kadrolar, medeniyet düsmanlari, kara tehlike, komunizmde daha tehlikeli (PKK’dan daha tehlikeli ifadesini hatirlatiyor) bir yobazin marifetleri, çember sakalli yobazlar, kafalarinin içi kadar karanlik, örtüler, bedeviler, gözleri ortaçagdan önceki çöl uygarligina dikilmis olanlar, soluyan, hirlayan kuduz köpekler, Anadolu’yu araplastirmak, Hicaz çölüne çevirmek... En son 11 Ekim 98’deki "Basörtüsüne Özgürlük için Elele" eyleminin ardindan kartel medyasina bakarsaniz pek fazla bir seyin degismedigini görürüsünüz.

 

Tek parti ve daha sonraki bikaç on yillik dönemde tesettür düsmanligi çarsaf üzerinde yogunlasmistir. Türk kadinlar birligi, mustafa kemal dernegi gibi olusumlar çesitli haftalar düzenleyerek çarsaf aleyhinde kampanyalar düzenlemekte, çarsaf açma, peçe yirtma etkinlikleri düzenlemekteydiler. Ilk defa cumhuriyet gazetesi öncülügünde güzellik yarismasi düzenlenmis, müsabaka seçimleri ulusal bir olay olarak nitelendirilmistir. 19 Mayis törenlerinde kizlara kisa sortlar giydirmek rejimin gelecegi açisindan ödün verilemez bir uygulama haline gelmistir.

 

Önceleri bu tür propaganda faaliyeti seklinde sürdürülen uygulamalar daha sonra çarsafli kadinlara, sakalli Müslümanlar fiili müdahalelere dönüsmüstür.

 

1960 ihtilalinden sonra bu tür saldirilar yayginlasmistir. Gün geçmiyor ki sokaktaki çarsafli bir kadina, sakalli bir msülümana ilericilik adina saldirilmasin, dövülmesin. Kadinlar sözlü ve fiili saldirilara maruz kaliyor, çarsaflari çekistiriliyor, yirtiliyor, insanlarin sakallari siradan insanlar tarafindan zorla tras ettiriliyordu.

 

Bu saldirilar karsisinda tesettür konusu Müslüman çevrelerin gündmine yansidi. Konferanslar, paneller düzenledi. Islami referanslara göre örtünme konusu islendi. Kur’an Kurslari ve kiz Imam-Hatip okullarinin da etkisiyle tesettür genç kizlar arasinda yayginlik kazanmaya basladi. Ilk defa 1968’de Ankara Üniversitesi Ilahiyat fakültesi’nde okuyan Hatice Babacan’in örtüsü nedeniyle okuldan atilmasi üzerine basörtüsü üniversite düzlemine taindi. Ilahiyat fakültesi boykotu, açlik grevleri konuyu ölke gündemindin en üst sirasina tasidi. Müftülerin -özellikle Çankaya müftüsünün- "bunlar hangi akla hizmet ediyorlar, Islam’da açlik grevi yoktur" gibi beyanatlari Müslümanlar nezdinde saskinlik yaratti. Boykot ve eylemler nedeniyle fakülte tatil edildi. Bu arada yillardir çarsafla mücadele için kadinlara çarsaf yerine daha Avrupai diye pardesü dagitan çesitli kadin dernekleri artik pardesüye de savas açti. Daha sonra 12 Eylül döneminden itibaren basörtüsü yerine "türban"i destekleyecekler sonra ondan da vazgeçeceklerdir. Hala bu zihniyet için üniversitedeki basörtüsü sorunu "Türban sorunu" olarak nitelendirilir.

 

12 Mart muhtirasini izleyen yillarda üniversitelerde basörtüsü kizlarin solcularin saldirilarina ugramasi gözden uzak tutulmamalidir. 1979 yilinda Gazi Egitim’den çikan 15 kadar basörtülü ögrenci yüzlerce yolcunun tasli-sopali saldirisina ugramis, çogu yaralanmis, baslari yarilmistir. Son zamanlarda isci partisi ve SIP öncülügünde fiili saldirilar yapilamasa da basörtüsü ve Müslümanlar aleyhindeki propagandalar bunun devamidir.

 

Bu yillarda Müslümanlar tesettür düsmanliginin altinda Islam düsmanliginin oldugunu farkina varmislardir.Demokrat partinin iktidara gelisiyle görmek zorunda kaldiklari Islami duyarlik sahibi Müslümanlarin varligi, aleyhteki kampanyalara ragmen tesettürün yayginlasmasi egemenleri saldirilarinda daha da pervasizlastirmistir. Bunun karsisinda Müslümanlar da bir özelestiri sürecine girmis kendi kimliklerini netlestirmeye baslamislardir. 1970’li yillarin anarsik, anomik ortamindan, sag-sol çatismalarinin disinda kalmaya çalismis, Seyyid Kutub, Mevdudi, Hasan el-Benna vs. gibi yazarlarin tercüme eserleriyle evrensel Islami degerlerle tanisilmis, kültürel olarak, kimlik olarak bir yetkinlik kazanmislardir. Basörtüsü düsmanligi karsisinda köktenci bir tutum içine girmislerdir.

 

Basörtüsü düsmanliginda ilginç bur dönüsüm yasanmistir. Yillarca basörtüsü cehaletin simgesi (!) olarak görülmüstür. Ama geçen yillarla birlikte basörtülülerin lise mezunu, hatta üniversite mezunu, hatta memur, yazar-çizer olmasi basörtüsüne baska anlamlar yüklenmeyi gündme getirmistir. Artik basörtüsü cehaletin (!) simgesi degildir. Karanlik mihraklara (!), vatani bölmeye (!), rejimi degistirmeye hizmet etmektedir. Artik "Biz köylünün, sokaktaki kadinin basörtüsüne karisiyor muyuz ?" Hizmetçi, müstahdem olanlar kurtulmustur ama basörtüsü sorunu üniversite, devlet daireleri boyutunda yasaklara konu olmaktadir. Tahsilli insanlarin basörtüsü kullanmalari "karanlikk amaçlar" disinda ne ile izah edilebilirdi...!

 

 

1960 darbesinin ardindan oldugu gubu 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da ardarda memurlara yönelik basbakanliktan kilik-kiyafet yönetmelikleri yayinlamaya baslandi. 1980 ekimindeki basbakanlik genelgesinin ardindan 1981 araliginda ögretmen ve ögrencilere yönelik kilik-kiyafet genelgesi yayinlandi. Milli egitim bakanligi da ortaokul ve lise ögretmen ve ögrencilere yönelik ardarda yönetmelikler yayinladi. Bunu 1982 Aralik ayinda YÖK’ün üniversite ögretim üyeleri ve ögrencileri kapsayan genelgesi takip etti. Genelgeler nedeniyle ilk, orta, lise, özellikle kiz Imam-Hatip liselerinde ve üniversitelerde yüzler kiz ögrenci, basörtüsü memurlar magdur oldu. Sakallari nedeniyle erkekler de bunlara eklendi. Her ne kadar genelgelerde kadinlar için asiri makyaj, pantolon, uzun topuklar da yasaklansa da buna aykiri davranislardan dolayi, sürgün edilen, memuriyetten atilan kadinlara rastlanmadi.

 

Ögrenciler, veliler yetkililere günlerce postahanelerde kuyruk olustururarak yasagi protesto eden telgraflar, mektuplar gönderdi. Yaygin muhalefet nedeniyle YÖK’ün "çagdas bir kiyafet olan türbana izin vermesi olayi daha da karistirdi. Ögrenciler türban giymedikleri için okullardan atildiklari gibi, amaç Islami giyim kaygisi oldugundan türbana da yasak getirildi. Protesto telgraflari, oturma ve açlik grevleri sonunda YÖK 23 Mayis 1987 tarihinde basörtüsü yasaginin kademeli olarak kaldirilacagini ilan etti. Ancak kesin bir karar olmadigindan yasak rektörlerin keyfi uygulamalariyla devam etti. Basörtüsü yasaginin halk nezdinde uyandirdigi rahatsizlik nedeniyle Meclis ANAP’li milletvekillerinin önergesiyle "Anayasa’nin 174. maddesindeki inkilap kanunlarina aykiri olmamak kaydiyla, ögretim elemanlari ve ögrenciler için yüksek ögretim kurumlarinda kilik ve kiyafet serbestisi olacagi ve bu konuda kisi ve kurumlarin kisitlama yapamayacagina iliskin bir karar aliniyor. Cumhurbaskani kenan evren ögrenci affina ilave edilen bu ifadenin bulundugu yasayi önce veto ediyor, sonra kabul ediyor daha sonra da AYM’ne veriyor. AYM yasayi gerekçesini aylar sonra açiklayacagi kararla 8 Mart 1989’da iptal ediyor. Iptal kararinin açiklanmasi için 8 Mart dünya kadinlar gününün seçilmesi anlamli bulunuyor. 10 Mart 1989 yurdun çesitli illerinde Cuma namazi çikisilarinda kadinli erkekli genis katilimli eylemler yapildi. Çok sayida insan gözaltina alindi, bir kismi yargilanarak tutuklandi. Ertesi gün gazete mansetleri 11 Ekim 1998 günü yapilan "Inanca Saygi Düsünceye Özgürlük Için Elele" eylemini takip eden günlerde kartel medyasnin mansetlerinden farkli degildi. AYM 5 Temmuz 1989’da üniversitede basörtüsüne izin veren yasanin iptaliyle ilgili gerekçeli karari açikladi. Danistay da AYM gerekçeli kararina dayandirarak 13 ögretim üyesinin basvurusu üzerine üniversitelerde türbana izinveren yönetmeligi iptal etti. Bu kararlar özellikle yaz ortasinda verilmisti. 1989-1990 ögretim yiliyla yaygin protestolarin baslamsi basörtüsü karsisinda tavizsiz düsmanligiyla taninan kenan evren’in görevinin bitimi ve yerine Turgut Özal’in geçisiyle bu destekten mahrum kalan YÖK 28 Aralik 1989’da ögrenci disiplin yönetmeliginin yasakla ilgili 7/h fikrasini kaldirmasiyla türban yeniden serbest birakildi. Uygulama rektörlerin insafina birakildi. Bazi üniversitelerde uygulanirken bazi üniversitelerde uygulanmadi. 90’li yillar boyunca genel olarak yasak uygulanmadi. Özellikle I.Ü. hemsirelik meslek yüksekokulu, I.Ü. florance nightingale hemsirelik yüksekokulu, hacettepe üniversitesi, gazi üniversitesi gibi lokal olarak basörtüsü yasagi israrla sürdürüldü. Bu arada 29 Ekim 1996’da gazetelere ilginç ayni zamnda trajik bir haber çikti. I.Ü. Cerrahpasa tip fakültesinde Sükran Erdem adli doktor basörtüsü oldugu için dört ay boyunca cerrahi müzeye kilitlenmisti. Sorumlusu cerrahi anabilim dali dekani kemal alemdaroglu’ydu. Daha sonra I.Ü. rektörlügüne seçilerek bu uygulamalarini üniversiteye yayacaktir. (Basörtüsü sorunu, Mazlum-Der, 2. baski, s. 166)

 

Daha önce de ifade ettigimiz gibi basörtüsü yasaklamalari tek parti dönemerlinde iyice siddetlenmekteydi. 28 Subat 1997 örtülü darbesiyle Müslümanlara yönelik her alanda kusatma politikalari uygulamaya konuldu. Refah partisi iktidardan düsürüldü, sekiz yillik kesintisiz egitimle Imam-Hatip liselerinin (IHL, M.K.) orta kismi kapatildi, lise kisimlari da üniversiteye yönelik kisitlamalarla cazibesini yitirdi, yesil sermaye olarak nitelendirilen sermaye (ör. Kombassan Holding, Yimpas A.S., Endüstri Holding, Sayha Holding vs., M.K.) kesimine savas açildi. Vakiflara, vakif okul ve yurtlarina gece baskinlari düzenlendi... Böyle bir ortami bekleyen, arkasina zinde güçleri alarak ilerici! uygulama yapmaya can atanlara gün dogdu. 1997-1998 ögretim yilinda I.Ü. Rektörü bülent berkarda üniversitede kimlik karti için bas açik fotograf alinacagini duyurdu. Özellikle Cerrahpasa tip fakültesinde basörtüsü kizlar staja alinmiyordu, sinavlara da alinmamaya baslandi. Ögrenciler bir ay süreyle her gün I.Ü. Merkez kampüs kapisi önünde yasagi protesto ettiler. 24 Subat sali günü I.Ü. yeni rektörü sabik basörtüsü yasakçisi kemal alemdaroglu’nun yayinladigi bir genelgeyle basörtülü, skalli, uzun saçli erkekler fakültelere, kampüslere alinmadilar.Amaç yasagin sadece basörtülülere yönelik olamdigi izlenimini yermek. Sali, Çarsamba, Persembe protestocu ögrencileriin sayisi katlanarak çogaldi. Cuma günü otuz bes bin (35.000 !, M.K.) kisiye ulasti. Beyazit Meydanindan Çapa’ya Cerrahpasa’ya yürüyüsler apildi.

 

Bu kitlesel ögrenci eylemleri sonunda Rektrötlük geri adim atti, genelgenin kimliklerin hazirlamasinda bir gecikme oldugunu söyleyerek ikinci bir emre kadar durdurdugunu açikladi. Cerrahpasa ve Çapa tip ile dis hekimligi fakültelerinde uygulanmaya devam etti. Eylemler ögrenciler gözaltina alindi, disiplin cezalariyla yildirilmaya çalisildi. Disiplin sorusturmalarinda bir çok usulsüzlükler vardi. Cerrahpasa ve Çapa eksenli eylemler devam ederken 24 Subat dönemindeki eylemlere katilma, yönlendirme, okul boykotuna katilma gibi gerekçelerle fen fakülteinden yedi ögrenciin atilmasi,, bazi ögrencilere uzaklastirma verilmesi üzerine eylemlerin tansiyonu yükseldi. Ögrenciler iki gün fen fakültesi önünde bir gün de I.Ü. merkez kampüs kapisi önünde toplanarak okuldan atilmalari protesto ettiler. Oturma eylemi ypan ögrencilere polis cop, gözyasartici gazla müdahale etti. Buna krsilik ögrenciler Fatih yönüne dogru gösterilerini sürdürdü. Edirne trakya üniversitesinde de yasak uygulanmaya baslandi.

 

11 Ekim 1998 pazar günü yapilan "Basörtüsüne Özgürlük Inanca Saygi Düsünceye Özgürlük Için Elele" eylemi Türk ve dünya basininda genis yanki uyandirdi. Bir gün öncecisinden eylemin yasadisi ilan edilmesine ragmen iki milyona (2.000.000 !, M.K.) yakin kisi Istanbul’dan Anadolu’nun Dogu illerine kdar elele tutustu. Bu katilim halkin basörtüsü yasagina karsi tepkisini göstermesi açisindan ilnginçti. Eylemde vatandaslarin hiçbir taskinlik ya da saldirgan bir tutuma girmemeleri, trafigi engellememelerine ragmen emniyet ve jandarmanin yersiz müdahaleleri olmustu. Elazig’da Jandarma halkin üzerine ates açmis bir kisi ölmüs, üç kisi yarlanmisti. Böyle bir katilim egemenleri korkuttu. Gazetelerin de karalama kampanyalariyla birlikte aralarinda Ahmet Tasgetiren, Abdurrahman Dilipak gibi yazarlarin, gazetecilerin de oldugu çok sayida kisi gece baskinlariyla gözaltina alindi.

 

1989-1990 ögretim yiliyla ilgili olarak yapilan rektörler toplantilarinda basörtüsünü yasaklayici açiklamalar yapildi. Ögretim yilinin basinda Istanbul Üniversitesinde basörtülü ögrencilerin kayitlari yapilmadi. Yasak Sivas ! cumhuriyet üniversitesi, Trabzon KTÜ, Edirne trakya üniversitesi ve daha birçok üniversiteye yayildi.

 

Basörtüsü neyi ifsa ediyor ? sorusuna verilecek cevaplar rejimin gerçek yüzünü ifsa etmek Müslümanlarin konumunun netlesmesinde hayatiyet tasiyor. Görülmüstür ki basörtüsü yasaklarin ardinda Islam düsmanligi vardir. Yine görülmüstür ki binlerce ögrenci magdur edilmis, okullarindan, islerinden ayrilmak zorunda kalmis ama toplumumuzda üniversitelerde tesettüre yönelis hizla devam etmistir. Basörtüsü rejimle Müslümanlarin çatisma alani olmus, rejim gerçek yüzüyle halka ifsa edilmistir.

 

Basörtüsü sorunu günümüze kadar oldugu gibi bundan sonra da çesitli sekillerde devam edecektir. Basörtüsü egemenlerin maskelerini düsürecek, gerçek ve çirkin yüzlerini ifsa edecektir.

 

Kaynak: Yürüyüs dergisi, sayi 1, Aralik 1998

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tesettür hakkında

 

 

(Onbeşinci Nota’nın İkinci ve Üçüncü Mes’eleleri iken, ehemmiyetine binaen Yirmidördüncü Lem’a olmuştur.)

 

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

 

يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ قُلْ ِلاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَبِيبِهِنَّ

 

ilâ âhir... âyeti, tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur’anın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü, fıtrî görmüyor, "bir esarettir diyor. (*)

 

Elcevap: Kur’an-ı Hakîm’in bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delâlet eden çok hikmetlerinden, yalnız "dört hikmet"ini beyan ederiz.

 

Birinci Hikmet: Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünki kadınlar hilkaten zaîf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale maruz kalmamak için, fıtrî bir meyli var. Hem kadınların on adedden altı-yedisi ya ihtiyardır, ya çirkindir ki; ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır; kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar, taarruza maruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hatta dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan ihtiyarlardır. Ve on adedden ancak iki-üç tanesi bulunabilir ki; hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın. Malûmdur ki; insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık-saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve seri-üt teessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hatta işitiyoruz; açık-saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, "Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar" diye polislere şekva ediyorlar. Demek medeniyetin ref-i tesettürü, hilaf-ı fıtrattır. Kur’an’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymetdar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.

 

Hem kadınlarda, ecnebi erkeklere karşı fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten tesettürü iktiza ediyor. Çünki sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmet ile çekmekle beraber, hamisiz bir veledin terbiyesiyle sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vaki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettür ile nâmahremin iştihasını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zaîf hilkatı emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kal’ası çarşafı olduğunu gösteriyor. Mesmuatıma göre: Merkez ve payitaht-ı hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gâyet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayasız yüzlerine bir şamar vuruyor!..

 

İkinci Hikmet: Kadın ve erkek ortasında gâyet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka; yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır. Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı başkasının nazarını kendi mehâsinine celbetmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası, sırr-ı imânâ binaen onun ile alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvanî ve güzellik vaktine mahsus muvakkat bir muhabbet değil; belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.

 

Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yâni birbirine münasib olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi diyanet noktasındadır. Ne mutlu o kocaya ki; kadınının diyanetine bakıp taklid eder, refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

 

Bahtiyardır o kadın ki; kocasının diyanetine bakıp "ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim" diye takvaya girer.

 

Veyl o erkeğe ki; sâliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer. Ne bedbahttır o kadın ki; müttaki kocasını taklid etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

 

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki; birbirinin fıskını ve sefahetini taklid ediyorlar. Birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar!..

 

Üçüncü Hikmet: Bir ailenin saadet-i hayatiyesi; koca ve karı mabeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık-saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünki açık-saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından dahi iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gâyet çirkin ve gâyet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir. Şöyle ki: İnsan, hemşire misillü mahremlerine karşı fıtraten şehevanî his taşıyamıyor. Çünki mahremlerin sîmâları, karabet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle; nefsî, şehevanî temayülatı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık-saçık bırakmak, süflî nefislere göre gâyet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir.

 

Çünki mahremin sîmâsı mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvanî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!..

 

Dördüncü Hikmet: Malûmdur ki; kesret-i nesil herkesçe matlubdur. Hiçbir millet ve hükûmet yoktur ki, kesret-i tenasüle tarafdar olmasın. Hatta Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: تَنَاكَحُوا تَكْثُرُوا فَاِنِّى اُبَاهِى بِكُمُ اْلاُمَمَ - ev kema kal- Yâni: "İzdivaç ediniz; çoğalınız. Ben kıyamette, sizin kesretinizle iftihar edeceğim." Halbuki tesettürün ref’i, izdivacı teksir etmeyip, çok azaltıyor. Çünki en serseri ve asrî bir genç dahi, refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yâni açık-saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhuşa sülûk eder. Kadın öyle değil, o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünki kadının -aile hayatında müdür-ü dâhilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan- en esaslı hasleti sadakattır, emniyettir. Açık-saçıklık ise bu sadakatı kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hatta erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehavet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakata zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himayet ve merhamet ve hürmettir. Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz. Başka kadınları da nikâh edebilir. Memleketimiz Avrupa’ya kıyas edilmez. Çünki orada düello gibi çok şiddetli vasıtalarla açık-saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memalik-i bâride olan Avrupa’daki tabîatlar, o memleket gibi bârid ve câmiddirler. Bu Asya, yâni Âlem-i İslâm kıt’ası, ona nisbeten memalik-i harredir. Malûmdur ki; muhitin, insanın ahlâkı üzerinde tesiri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesat-ı hayvaniyeyi tahrik etmek ve iştihayı açmak için açık-saçıklık, belki çok sû-i istimalata ve israfata medâr olmaz. Fakat seri-üt teessür ve hassas olan memalik-i harredeki insanların hevesat-ı nefsaniyesini mütemadiyen tehyic edecek açık-saçıklık, elbette çok sû-i istimalata ve israfata ve neslin zaafiyetine ve sukut-u kuvvete sebebdir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbur zanneder. O vakit, her ayda onbeş gün kadar hayız gibi arızalar münasebetiyle kadından tecennüb etmeye mecbur olduğundan, nefsine mağlub ise fuhşiyata da meyleder.

 

Şehirliler; köylülere, bedevilere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünki köylerde, bedevilerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münasebetiyle, hem şehirlilere nisbeten nazar-ı dikkati az celbeden masume işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesat-ı nefsaniyeyi tehyice medâr olamadığı gibi; serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefasidin onda biri onlarda bulunmaz. Öyle ise onlara kıyas edilmez.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nur Serter (bir hocam ona "Nursuz" Serter diyordu:D) bir tartışma programında tesettürün sirayet ettiğini söylemişti.Başörtülü genç kızların sayısının artmakta olduğunu gördükleri için bunun önünü kesmişler,hemen önlemini almışlar.Nasıl bir yerde yaşıyoruz bilmem,üstadın dediği gibi "Öz yurdunda garipsin,öz vatanında parya!"

Share this post


Link to post
Share on other sites
Nur Serter (bir hocam ona "Nursuz" Serter diyordu:D) bir tartışma programında tesettürün sirayet ettiğini söylemişti.Başörtülü genç kızların sayısının artmakta olduğunu gördükleri için bunun önünü kesmişler,hemen önlemini almışlar.Nasıl bir yerde yaşıyoruz bilmem,üstadın dediği gibi "Öz yurdunda garipsin,öz vatanında parya!"

 

Malesefki oyleyiz ''Öz yurdunda garipsin,öz vatanında parya!" :( :(

kendi vatanimda kendimi yabanci gibi hissetmek cok ogir geliyor bazen ;)

yarin elbet elbet bizimdir.......

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dünyanın her yerinde müslümanlar bir şekilde imtihan ediliyor,ama bizdeki öyle bir bela ki kendi vatanımızda esareti yaşıyoruz ama bunun farkında değiliz ve esaret acı vermelidir oysa ki biz hemen kabulleniyor hemen sindiriyoruz ve bu esaretin acısnı duymaktan dahi uzak kalıyoruz.

Tarih tekerrür edip duruyor ama biz akıllanmıyoruz.

'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Mehmet Akif Ersoy ...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu Risaleiur niye çevrilmiyor günümüz Türkçesine.

Çok merak ediyorum.

Biz de anlarız belki.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bu Risaleiur niye çevrilmiyor günümüz Türkçesine.

Çok merak ediyorum.

Biz de anlarız belki.

Selamlar,

 

Ben çok sordum bunu. Aldığım cevaplar da sinirlerimi tepeme çıkardı.

 

"Havası bozulur..."

"Çevirisi tam mümkün değildir, mana aktarımı sağlanamaz."

"Zaten yapıldı ama pek rağbet görmedi (Reklamını yapmazsan, göz önünde bulundurmazsan olmaz tabi)"

"Ben bunun için ömrümü feda ettim. Uğraş ister Risale-i Nur, bir hayatın kendine adanmasını ister. O yüzden okunacak, öğrenilecek, anlaşılacak..."

"Onu çevirecek ehil insanlar nerede?"

 

Bu savunmaların bazıları biraz doğru ama ne olursa olsun, herkesin her yazılana katılmasa da alması gereken birşeyler olduğuna inanıyorum Risale-i Nur'larda, nurcu olmamama rağmen. Bunun sağlanabilmesi de eserlerin anlaşılabilmesine bağlı haliyle. Hayır, halkın anlamasını gerektirmeyen bir entellektüel eser değil ki bu, iman kitabı, biraz fıkıh kitabı, herşeyden az-biraz barındıran bir eser.

 

Neyse. Konuyu fazla saptırmayalım.

 

Oturmuş kirli düzen içerisinde teseddürlülerin işi çok zor. Allah yardımcıları olsun. En azından şu gün yapılacak bir şey yok gibi ("Şu gün"le kastedilen geniş zamanın çok yakın dönemi, belki 1 yıl filan). İleride yapılacak birşeyler olabilmesi için, bize ve bizden olanlara düşen çabalamak, uygun anda uygun hamleyi kollamaktır...

 

Ayrıca "'toplumsal mutabakat'la bu sorun çözülür" diyenler bu sözlerinde samimiyse büyük bir gaflet içerisindeler, bunu görüyoruz. Zira toplumsal mutabakatı -af buyurun- ipleyen yok. Statüko ve çürümüş fikirler egemen...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bu Risaleiur niye çevrilmiyor günümüz Türkçesine.

Çok merak ediyorum.

Biz de anlarız belki.

Said Nursi böyle istediği için olsa gerek,ama kendisinin böyle bir vasiyeti olup olmadığından emin değilim.Sadece nurcu arkadaşlardan duymuştum,ama günümüz türkçesini gerçek manada bir "dil" olarak görmediğim için açıkçası Risaleleri günümüze uyarlamaları bir cinayet olur diye düşünüyorum.Kendi bozuk dilimize risaleleri ve diğer eski eserleri uyarlamak onları katletmek olur.Biz onları anlayacak hale gelmeliyiz.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Said Nursi böyle istediği için olsa gerek,ama kendisinin böyle bir vasiyeti olup olmadığından emin değilim.Sadece nurcu arkadaşlardan duymuştum,ama günümüz türkçesini gerçek manada bir "dil" olarak görmediğim için açıkçası Risaleleri günümüze uyarlamaları bir cinayet olur diye düşünüyorum.Kendi bozuk dilimize risaleleri ve diğer eski eserleri uyarlamak onları katletmek olur.Biz onları anlayacak hale gelmeliyiz.

 

Evet kardesim sana katiliyorum gunumuz turkcesi ile gercekten bir katliam yapilirdi eger cevrilseydi.Boyle oz turkcesi ile kalmasi daha hos bence de. dedigin gibi biz onlari anlayacak hale gelsek ve gercek turkcemize sahip ciksak cok daha guzel olacak diyorum kendi adima

Aslinda risale ler cok da anlasilmasi zor bir kitap degil sanirim sadece biraz sabir gerekiyor arada birde olsa okuyan bir insan olarak diyorum.

 

Selam ve dua ile..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Sizin söylediğiniz ideal olandır, fakat pratikte malesef bir değeri yok. Dil aşırı değişmiş durumda. Risalelerin dilini de klasik bir eski Türkçe olarak nitelememiz mümkün değil, çünkü o tarihte yazılmış diğer eserlerle karşılaştırdığımızda, hatta daha geriye gidip mesela İskilipli Atıf Hoca'nın, İbrahim Şinasi'nin, Namık Kemal'in yazdıklarıyla (düzyazı alanında) karşılaştırdığınızda bile ağırlığı çok rahat bir biçimde hissediliyor Risale'lerin dilinin.

 

Ayrıca Risalelerin günümüz Türkçe'sine (veya tarzancasına, her neyse) çevrilmesi durumunda "aslını tutup çöpe atalım" diye bir fikri savunmamız da imkansız tabii, aslı bulunsun el altında ama yeni dile uyarlanmış hali de bulunsun. Gençler istediğini seçsin. Anlaşılması gereken bir kitapsa bu, -ki öyle- kelimelerin nereden türediğini düşünüp deli gibi kafa yormadan, kitaplarda yazılı olanları öğrenmeye konsantre olmuş bir beyin ile onları okumak daha faydalı olacaktır.

 

Bir de evet bazılarının dili hafiftir, mesela Sözler'in ilk bölümünün dili oldukça hafiftir ama Lem'alar, Şualar filan dediniz mi iş değişir, aynı şeyi söylemek imkansızlaşır. Zaten Sözler'in özellikle ilk bölümünün (sonrası karışıyor ;) ) sadeleştirilmesine gerek yok bu yüzden. Sözlerin ilk kısmını anlamayacak kişi kültürüyle bağını büyük ölçüde koparmıştır, onlar için "öğrensin keratalar" diyebiliriz Atilla İlhan gibi. Ama ilerisi için aynı düşünceyi savunamayacağım.

 

Haa, eğer S. Nursi böyle bir şey istediyse müellife saygıdan dolayı yapılmaması gerekir, farklı bir nokta... Ama ben muhtelif zamanlarda muhtelif şahsiyetlerle aynı mevzu üzerinde tartışırken bunun dile getirildiğine şahit olmamıştım. Eğer böyle bir şey varsa susarım, içimden de "keşke yapmasaydı" der, arka kapıdan sıvışırım. :(

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

sitemizin henüz toz tutmamış olsada uzun zaman önce açılmış olan bir sayfasının Türkiye gündemine uygunluğu sebebiyle tabi en önemlisi de gündem oluşturmayan zamanlarda bile içimizi acıtan yaramız olan bu başlığın yeni iletilerde yer almasının yararlı olacağını düşündüm.yürüyüş dergisinden alınmış olan ve bence kesinlikle okunması gereken yazı çok uzun ve böyle yazıların genelde okunmadan geçildiği malum.aşşağıya yazının ne kadar yararlı olduğunu anlatırda belki okunmasına yardımcı olur düşüncesiyle küçük bir kısmını alıyorum.televizyordaki çoğu anlamsız ve gerçeksiz tartışmaların gerçekten de ne kadar anlamsız ve gerçeksiz olduğunu anlamaya yardımcı olacağına düşünüyorum.velhasılı kelam okuyalım :)

 

 

Ögrenciler, veliler yetkililere günlerce postahanelerde kuyruk olustururarak yasagi protesto eden telgraflar, mektuplar gönderdi. Yaygin muhalefet nedeniyle YÖK’ün "çagdas bir kiyafet olan türbana izin vermesi olayi daha da karistirdi. Ögrenciler türban giymedikleri için okullardan atildiklari gibi, amaç Islami giyim kaygisi oldugundan türbana da yasak getirildi. Protesto telgraflari, oturma ve açlik grevleri sonunda YÖK 23 Mayis 1987 tarihinde basörtüsü yasaginin kademeli olarak kaldirilacagini ilan etti. Ancak kesin bir karar olmadigindan yasak rektörlerin keyfi uygulamalariyla devam etti. Basörtüsü yasaginin halk nezdinde uyandirdigi rahatsizlik nedeniyle Meclis ANAP’li milletvekillerinin önergesiyle "Anayasa’nin 174. maddesindeki inkilap kanunlarina aykiri olmamak kaydiyla, ögretim elemanlari ve ögrenciler için yüksek ögretim kurumlarinda kilik ve kiyafet serbestisi olacagi ve bu konuda kisi ve kurumlarin kisitlama yapamayacagina iliskin bir karar aliniyor. Cumhurbaskani kenan evren ögrenci affina ilave edilen bu ifadenin bulundugu yasayi önce veto ediyor, sonra kabul ediyor daha sonra da AYM’ne veriyor. AYM yasayi gerekçesini aylar sonra açiklayacagi kararla 8 Mart 1989’da iptal ediyor. Iptal kararinin açiklanmasi için 8 Mart dünya kadinlar gününün seçilmesi anlamli bulunuyor. 10 Mart 1989 yurdun çesitli illerinde Cuma namazi çikisilarinda kadinli erkekli genis katilimli eylemler yapildi. Çok sayida insan gözaltina alindi, bir kismi yargilanarak tutuklandi. Ertesi gün gazete mansetleri 11 Ekim 1998 günü yapilan "Inanca Saygi Düsünceye Özgürlük Için Elele" eylemini takip eden günlerde kartel medyasnin mansetlerinden farkli degildi. AYM 5 Temmuz 1989’da üniversitede basörtüsüne izin veren yasanin iptaliyle ilgili gerekçeli karari açikladi. Danistay da AYM gerekçeli kararina dayandirarak 13 ögretim üyesinin basvurusu üzerine üniversitelerde türbana izinveren yönetmeligi iptal etti. Bu kararlar özellikle yaz ortasinda verilmisti. 1989-1990 ögretim yiliyla yaygin protestolarin baslamsi basörtüsü karsisinda tavizsiz düsmanligiyla taninan kenan evren’in görevinin bitimi ve yerine Turgut Özal’in geçisiyle bu destekten mahrum kalan YÖK 28 Aralik 1989’da ögrenci disiplin yönetmeliginin yasakla ilgili 7/h fikrasini kaldirmasiyla türban yeniden serbest birakildi. Uygulama rektörlerin insafina birakildi. Bazi üniversitelerde uygulanirken bazi üniversitelerde uygulanmadi. 90’li yillar boyunca genel olarak yasak uygulanmadi. Özellikle I.Ü. hemsirelik meslek yüksekokulu, I.Ü. florance nightingale hemsirelik yüksekokulu, hacettepe üniversitesi, gazi üniversitesi gibi lokal olarak basörtüsü yasagi israrla sürdürüldü. Bu arada 29 Ekim 1996’da gazetelere ilginç ayni zamnda trajik bir haber çikti. I.Ü. Cerrahpasa tip fakültesinde Sükran Erdem adli doktor basörtüsü oldugu için dört ay boyunca cerrahi müzeye kilitlenmisti. Sorumlusu cerrahi anabilim dali dekani kemal alemdaroglu’ydu. Daha sonra I.Ü. rektörlügüne seçilerek bu uygulamalarini üniversiteye yayacaktir. (Basörtüsü sorunu, Mazlum-Der, 2. baski, s. 166)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...