-
Content Count
79 -
Joined
-
Last visited
Posts posted by Davud
-
-
8.ve 9. cüzler de okunmuştur allah kabul etsin
-
cahit ırgat
Hayal bana yakın yar bana uzak
Sevdası başıma dolanır gitmez
Aşkına düşeli yar bana uzak
Yüz bin öğüt versen biri kar etmez
- 1
-
8 ve 9 da ben alıyorum
-
faruk nafiz camlıbel
yeni soru:
Ağlasa derd-i derûnum çeşm-i giryânım sana
Âşikâr olurdu gâlib râz-ı pinhânım sana
-
namık kemal vatan yahut silistre
-
kaldırımlar.. :rolleyes:
-
eksik derken?
-
bunlar ne biçim insanlar ya
biz cocuklarımıza diğer peygamberlerin isimlerini verirken,onların yaptıklarına bakın
-
arif nihat asya
*seni kaybettiğim o günden beri
içimi dağlıyor hasretin, sızın
kah gönderiyorsun yalnızlığını
kah karşıma çıkıyorsun ansızın*
-
3.Bir kiz bir mezarin basinda otumus agliyormus. Sormuslar kizim 'neden agliyorsun' diye. Kiz da '' Burda yatanin annesi benim annemin kaynanasi oluyor'' demiş. Acaba mezarda yatan kim?
-
aziz nesin
***Bin atlı akınlarda çocuklar gibi sendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Haykırdı ak tolgalı beylerbeyi "ilerle" ***
Bir yaz günü geçtik tunadan kafilelerle
-
'Açık ve kapalı olanlar elbette bir arada yaşıyorlar ve yaşayacaklar, fakat bu durumla gurur duymak samimi bir müslüman için muhaldir. Fikir temelini İslamiyet'ten alan Bir Müslüman için bu durum övünç vesilesi olamaz. '
acıkcası buna katılmıyorum
sehit lafı ağzımdan aldı :rolleyes:
bence de allah katında kimin daha üstün olduğuna karar veremeyiz
-
galiba buldum :(
her sekile ayrı bir sayı verdim. üçgene 8, kareye sekizin yarısı 4 ,yuvarlağa ise 4 ün yarısı 2 verince , tablodaki sekillere verdiğim sayıları topladığımda sonuç hepsinde 14 e 14 cıkıyor
soru işaretinin karsısındaki sekilleri topladığımda 16 sayısını buldum
yani 16 ya tekabül edebilecek sekiller gelmeli
yani dört tane kare de gelebilir
iki tane üçgende...
-
emin değilim ama cülus olabilir
-
bahattin karakoç
Olmaz ya... Tabii... Biri insan, biri hayvan!
Öyleyse "cehâlet" denilen yüz karasından
Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet.
Kafi mi değil, yoksa bu son ders-i felâket?
Son ders-i felâket neye mâl oldu? Düşünsen:
Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden!
- 1
-
cok guzel
keşke ben de yazabilseydim :(
-
Resûlüllah (s.a.v.) ile ashabı ile beraber bulunuyordu, bir ara gülümseyerek:
-Niçin gülümsediğimi biliyor musunuz? diye sordular. Bizler, 'hayır' deyince, Resûl-i Ekrem Efendimiz buyurdular ki:
-Kulun, Rabb'ine karşı kendisini müdâfaasından ve Allah ile aralarında geçen (şu) konuşmadan ötürü gülümsüyorum.
Kul der ki:
-Sen, dünyada beni zulümden korumadın mı?
Allah Teâlâ:
-Evet, buyurur. Kul:
-O halde ben de yabancı şâhidi kabul etmiyorum. Bana, benden şâhit istiyorum, deyince Allah Teâlâ:
-Peki, senin hesâbını kendi a'zâların görsün ve Kirâmen Kâtibîn de şâhit olsun, buyurur ve dili susturularak, a'zâlarına, 'Konuşun' denir. A'zâlar da teker teker yaptıklarını haber verirler. Sonra dili açılır. Adam a'zâlarına, 'Başımdan def'olun, ben sizi korumak için uğraşıyorum, siz ise yaptıklarınızı söylüyorsunuz' der.'
-
-
Biraz düşünelim: Türkiye acaba dünyada hangi konularda önde gidiyor?
Ama artık göğsümüzü kabartacak bir dünya ikinciliğimiz var, Hayır hayır, halterde veya güreşte değil. Yüzyılın son milli gururunu yaşamak için şu tabloya bir bakıverin:
Ortalama günlük TV seyretme süresi;
ABD 4 saat
TÜRKİYE 3,5 saat
İngiltere 3 saat 20 dakika
Japonya 3 saat 15 dakika
Avustralya 3 saat
Almanya 2 saat 55 dakika
Fransa 2 saat 50 dakika
Peru 2 saat 40 dakika
İsveç 2,5 saat
Evet, yanlış okumadınız! Türkiye nihayet uygar ülkeler düzeyine ulaşarak, televizyon karşısında çakılıp kalmada ikinciliği yakaladı. Almanya’ya bakın siz. Nasıl da nal topluyor. Fransa ve İngiltere de öyle. Yani, yedi düvele fark atmışız çoktan. ABD hâlâ önde ama gayret edersek onları da geçeceğimize şüphe yok. Aynen trafik kazalarında olduğu gibi, uygarlığın bu alanında da dünya efendisi olmamız şart.
Neredeyse bir Türk vatandaşı gününün üçbuçuk saatini bizim o muhteşem yayınlarla dolu TV kanallarımızı seyrederek geçiriyor. Yani belki 7-8 saat uyuyor, 8 saat çalışıyor ama, televizyonu da ihmal etmiyor. Üçbuçuk saat, neredeyse yarım gün eğitim yapan bir okulda bir günde alacağımız eğitimin süresine eşit. Üçbuçuk saatte neler yapılmaz ki?
Ama biz yine de ne yapacağımızı biliyoruz: Uykudan uyanma ve uyuma saatlerimizi TV’ye göre ayarlıyoruz. Elimizde uzaktan kumanda, dünyaya hükmediyoruz. O sihirli alet ile haber haber geziyoruz, rezalet zaplaması yapıyoruz, bir kanala küfredip, diğerinin kucağına düşüyoruz. Olup biteni öğrenmek için açtığımız haber programı denilen şeyin içinde bile her şey var: Kedi, köpek, maymun, uzun adam, cüce adam, deha adam, ahmak adam, komplo, cinayet, adam kaçırma, adam dövme, adliye arbedeleri, ahlâksızlıkla şarkıcı olanlar, şarkıcılıkla ahlâksız olanlar...
Beşikten Mezara Televizyon!
Sabah kalktığımızda, elimizi yüzümüzü yıkamadan o günkü gazete haberlerini veren programları açıyoruz ilk önce. Kahvaltı etmeden önce çizgi film seyretmek isteyen çocuklarımızla bu konuda tartışıyoruz. Allah’tan biz işe giderken onlar da okullarına gidiyorlar. Tabii biz işte, onlar da okulda arkadaşlarımızla televizyonda gördüklerimizden, kaçırdıklarımızdan bahsederek günü geçiriyoruz
Hanımlar erkeklerden neredeyse sadece televizyon konusunda şanslılar. Günboyu televizyon açık duruyor. Mübarek aleti kapatsak bir daha açılmayacak sanki. Zaten kapalı olsa da akşam evin beyi geldiğinde açacak. Bu arada, televizyondaki muhteşem programları izlerken, ders soran çocuğunu hafifçe tersleyecek, karısının anlattıklarına “he, he” deyip gözünü ona bile çevirmeyecek, ihtiyacını giderme saatlerini bile televizyona göre ayarlayacak. Yatsı namazından sonra haberleri, sabah namazından önce filmleri bitirmeyi bekleyecek.
Böylece mükemmel bir baba, bir anne, bir çocuk, bir aile, bir toplum olarak yaşayıp gideceğiz. Hayatımızda değişen tek şey, elevizyonda değişen diziler olacak. İlim televizyonda gördüğümüz tartışmalarla haberlerdeki garip olaylar, eğitim de Çarkıfelek’te bulmaya çalıştığımız şarkı sözleri olarak kalacak.
Bayramlarda açık televizyona bakarak büyüklerin ellerini, küçüklerin gözlerini öpüyoruz. Misafirliklerde birbirimizle değil, televizyonu aracı kılarak konuşuyoruz. Bir dükkana bir şey almaya gittiğimizde, tezgahın arkasında duran televizyona dikkatle bakıyoruz, esnafın bize ne verdiğine değil.
Hayatımıza bu denli egemen olan şey bu televizyon denen alet değil de, mesela başka bir insan olsaydı acaba ona dayanabilir miydik? Bir yanlışını gördüğümüzde kızmaz mıydık?
Günde üçbuçuk saat kiminle sohbet ediyoruz, görüşüyoruz? Üçbuçuk saati bırakın, üç dakika neyin kapağını açıp bakıyoruz? Üçbuçuk saat bir yana, çocuğumuzla ve ailemizle oturup, yarım saat Allah’tan ve örnek insanlardan bahsedebiliyor muyuz? Çocuğumuzun üç sorusuna yardım edebiliyor muyuz?
Hepimiz biliyoruz: Üçbuçuk saat içinde bir kitabı yarılayabiliriz. Okumayla aramız yoksa (ki elbette yoktur!) ailecek bir dostu ziyarete gidebiliriz. Çocuğumuzun elinden tutup, vakit namazına camiye gidebiliriz. Onlara Kur’an alfabesini öğretebiliriz. Biz bilmiyorsak öğrenebiliriz. Her gün bırakın üçbuçuk saati, yarım saat versek öte dünyada sorulacak amellerimiz için şart olan ilmihal bilgilerini bir ay içinde sular-seller gibi öğrenebiliriz. Bunların hiçbirisini yapamıyorsak bile, mutlaka yararlı ve bizi koltuğa bağlamayan başka şeyler yapabiliriz. Öyle değil mi?
-
25 sanıye kırmızı kutuyu,diğer mavi kutulara ve
siyah renkle cevrilmiş alana dokundurtmadan kacırın...Kolay Gelsin şimdiden...
http://members.iinet.net..../~pontipak/redsquare.html
(bakalım en yuksek kim yapabilecek) :(
-
Krampon-ül deccal-u uryan: Futbolcu
Vaziyyet-ül velvele ve işgal-i cemaatiyye : Seyircinin sahayı işgali
Krampon-ül bela-i şeytan : İyi futbolcu (rakip takımdan) :(
Krampon-ül kabiliyye-i maşallah :İyi futbolcu (bizim takımdan) :(
Mühendis-i kürre-i hümayun : Teknik direktör
Gaflet-ü dalaletiye : Kendi kalesine atılan gol B)
Hakimiyyet-ül kürre : Top kontrolü
Krampon-ül deccal-uryan-ül kayb-ı kürre : Futbolcunun topu kaybetmesi
Serdar-i kuvva-ül kürre : Takım kaptanı
Asakir-i milliye-i devleti Osmaniyye : Türk milli takımı
Vaziyet-ül madara : Tarihi fark
Hezimet-ül Yarabbi şükür : Şerefli mağlubiyet
Şut-ul minare : Havadan atılan top
Zamane-i yekun-u kürre-i cihad : Topun oyunda kaldığı süre
Zamane-i fuzuliyye: Boşa geçen zaman
Bişerefiye-i tribün-ül sarih : Açık tribün
Cihad-ül kuvva-i milliye : Milli maç
Akibet-ül cihad ya seydi : Uzatma dakikaları
Vaziyyet-ül hararet : Karambol
Şeyh-ül divan-ül kürre-i hümayun : Futbol federasyonu başkanı
Ulema-i rezil-i rüsva: Spor yazarı
Cihad-ül reis-i cumhuriyye: Cumhurbaşkanlığı kupası
Cihad-ül vezir-i azam: Başbakanlık kupası
Vaziyyet-ül kalaba ve istif ül balık-ı numerra: Numaralı tribün
Muhafazzar-i kal'a: Kaleci
Asakir-i muhafazza-ül satıh : Defans oyuncusu
Veled-i rüzigar: Kanat oyuncusu
Asakir-i saha-ül merkeziyye: Orta saha oyuncusu
Cihad-i vallah-ül azim: Kavga :(
Müfreze-i krampon-ül bomba: Golcüler
Reis-ül tekke-yi kurre-i hümayuniyye: Klüp başkanı
Gariban-i umumiyye: Taraftar
Gariban-i gurbet: Gurbetçi taraftar
Defterdar-i cihad-ül kürriye: Hakem
Sancaktar-i hatt-ül saha: Yan hakem
Sur-ül düttürü: Hakem düdüğü :(
Sükun-u mahşer: Yenilen gol sonrası sessizlik
İsyan-ı garibaniyye: Kötü tezahürat
Tezahür-ü cümle-i cemaat: Toplu tezahürat
Reis-i imam-i cemaatiyye: Amigo
Ceza-i şerriyye aman yarabbi: Penaltı
Vaziyyet-ül hüzzam velakin Allahüm Rabbena ve İnşallah vaziyet-i zafer-i kuvva-i aliye şehr-i İstanbuliyye : 1 gol İstanbul'da turu getirir mi ?
La havle ve la kuvvete: Yenilen gol :D :(
Darbe-i müstehcen: Elle oynamak
Darbe-i abes:Faul
Taaruz-u aleyküm selam: Kontra atak
Cenazetü’l mefta-i kürre: Ölü top
Şut-ül hürriyet: Frikik
Taaruz-u fevkal beşer: Mükemmel atak
Ferman-ı kehribar: Sarı kart
Ferman-i ahmer: Kırmızı kart
Taaruz-ül beleş: Ofsayt
Kabe-i hürriye-i hümayuniyyeh şahane: Stadyum
Divan-i krampon-ül deccal-i üryan-ül mafiş kaabiliyyet: Yedek kulübesi
Hareket-ül rabiya-il kusuriyye: 9 kusurlu hareket
İblis-i vesvese: Basın
Akibet-ül hüzzam : Elenme
Arafat-ul safha: Devre arası
Musabaka-i hicret-ul gurbet: Deplasman
-
3 bayan ve 3 erkeğin, iş icabı trenle bir seyahate çıkmaları
gerekir.
Tren garına giderler. 3 bayan 3 bilet aldığı halde erkekler tek
bilet
alır.
Bayanlar bunun sebebini sorduklarında erkekler 'Bekleyin ve
görün'
derler.
Trene binerler ve tren hareket ettikten bir süre sonra 3 erkek
kalkıp
hep
beraber trenin tuvaletine girerler. Biraz sonra kondüktör gelir
ve 3
bayandan 3 bileti alır. Tuvaletin önünden geçerken, kapıyı
tıklatıp,
'Bilet
lütfen' der. Kapı açılır ve bir el bileti uzatır. Bayanlar bunu
görürler.
Taktiği kapmışlardır.
Dönüş yolculuğu için yine gara giderler. Bayanlar bu sefer tek
bilet
almışlardır. Erkekler ise hiç bilet almaz. Bayanlar yine şaşırıp
sebebini
sorduklarında, erkekler yine bekleyip görmelerini soylerler. Bir
süre
sonra
yolculuk başlar. Önce bayanlar kalkıp tuvalete girer. Ardından da
erkekler
karşısındaki tuvalete. Kondüktörün gelmesine yakın bir erkek
çıkıp karşı
kapıyı tıklar ve 'Bilet lüften' der.
Açılan kapıdan bir el bileti uzatır. Bileti alan erkek diğer
tuvalete
geri girer!..
-
Bir Aşk Hikayesi
Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç?
Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikayesini...
Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir... 'Aşk odu önce ma'şuka, andan âşıka düşer.' derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın... Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar. Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı ilmel yakin olarak tanıyan pervane, onu aynel yakin bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltıyor. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artıyor, şevki artıyor, coşkusu artıyor. Coşkusu arttıkça da cesareti artıyor. Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet... Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün... İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek.
Azap kelimesi azp kelimesinden türüyor. Azp lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün. İşte kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap... Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar.
Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür. Artık pervane 'hakkal yakin' biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır. Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı. Ama öbür taraftan mum da yanar. Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum... Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar. Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek...
İskender Pala
:(
-
ilk once cok guldum ama dusundukce gercekten acınacak halde olduğumuzun bir daha farkına vardım...
İlginç Çocukluk Hatıraları
in Mizah
Posted · Report reply
ben ve yeğenim arasında gecen bir olayı anlatıyım...
yine üç yasındaki yeğenim beni sinir etmeye programlanmıştı
peşimde dolanınca;
-sana bir şey sorucam dedi
- hayır konuşmak istemiyorum, küstüm ben seninle! dedim :rolleyes:
- ama olur mu sorunlarımızı konuşarak halletmemiz gerekir dedi. :)
şaştım kaldım :) :(