Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Davud

Üye
  • Content Count

    79
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Davud


  1. ben ve yeğenim arasında gecen bir olayı anlatıyım...

     

    yine üç yasındaki yeğenim beni sinir etmeye programlanmıştı

    peşimde dolanınca;

    -sana bir şey sorucam dedi

    - hayır konuşmak istemiyorum, küstüm ben seninle! dedim :rolleyes:

    - ama olur mu sorunlarımızı konuşarak halletmemiz gerekir dedi. :)

    şaştım kaldım :) :(


  2. 'Açık ve kapalı olanlar elbette bir arada yaşıyorlar ve yaşayacaklar, fakat bu durumla gurur duymak samimi bir müslüman için muhaldir. Fikir temelini İslamiyet'ten alan Bir Müslüman için bu durum övünç vesilesi olamaz. '

     

    acıkcası buna katılmıyorum

    sehit lafı ağzımdan aldı :rolleyes:

    bence de allah katında kimin daha üstün olduğuna karar veremeyiz


  3. galiba buldum :(

    her sekile ayrı bir sayı verdim. üçgene 8, kareye sekizin yarısı 4 ,yuvarlağa ise 4 ün yarısı 2 verince , tablodaki sekillere verdiğim sayıları topladığımda sonuç hepsinde 14 e 14 cıkıyor

     

    soru işaretinin karsısındaki sekilleri topladığımda 16 sayısını buldum

    yani 16 ya tekabül edebilecek sekiller gelmeli

     

    yani dört tane kare de gelebilir

    iki tane üçgende...


  4. bahattin karakoç

     

     

     

     

    Olmaz ya... Tabii... Biri insan, biri hayvan!

     

    Öyleyse "cehâlet" denilen yüz karasından

     

     

     

    Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet.

     

    Kafi mi değil, yoksa bu son ders-i felâket?

     

     

     

    Son ders-i felâket neye mâl oldu? Düşünsen:

     

    Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden!

    • Like 1

  5. Resûlüllah (s.a.v.) ile ashabı ile beraber bulunuyordu, bir ara gülümseyerek:

     

    -Niçin gülümsediğimi biliyor musunuz? diye sordular. Bizler, 'hayır' deyince, Resûl-i Ekrem Efendimiz buyurdular ki:

     

    -Kulun, Rabb'ine karşı kendisini müdâfaasından ve Allah ile aralarında geçen (şu) konuşmadan ötürü gülümsüyorum.

     

    Kul der ki:

     

    -Sen, dünyada beni zulümden korumadın mı?

     

    Allah Teâlâ:

     

    -Evet, buyurur. Kul:

     

    -O halde ben de yabancı şâhidi kabul etmiyorum. Bana, benden şâhit istiyorum, deyince Allah Teâlâ:

     

    -Peki, senin hesâbını kendi a'zâların görsün ve Kirâmen Kâtibîn de şâhit olsun, buyurur ve dili susturularak, a'zâlarına, 'Konuşun' denir. A'zâlar da teker teker yaptıklarını haber verirler. Sonra dili açılır. Adam a'zâlarına, 'Başımdan def'olun, ben sizi korumak için uğraşıyorum, siz ise yaptıklarınızı söylüyorsunuz' der.'


  6. Biraz düşünelim: Türkiye acaba dünyada hangi konularda önde gidiyor?

    Ama artık göğsümüzü kabartacak bir dünya ikinciliğimiz var, Hayır hayır, halterde veya güreşte değil. Yüzyılın son milli gururunu yaşamak için şu tabloya bir bakıverin:

     

    Ortalama günlük TV seyretme süresi;

     

     

    ABD 4 saat

    TÜRKİYE 3,5 saat

    İngiltere 3 saat 20 dakika

    Japonya 3 saat 15 dakika

    Avustralya 3 saat

    Almanya 2 saat 55 dakika

    Fransa 2 saat 50 dakika

    Peru 2 saat 40 dakika

    İsveç 2,5 saat

     

     

    Evet, yanlış okumadınız! Türkiye nihayet uygar ülkeler düzeyine ulaşarak, televizyon karşısında çakılıp kalmada ikinciliği yakaladı. Almanya’ya bakın siz. Nasıl da nal topluyor. Fransa ve İngiltere de öyle. Yani, yedi düvele fark atmışız çoktan. ABD hâlâ önde ama gayret edersek onları da geçeceğimize şüphe yok. Aynen trafik kazalarında olduğu gibi, uygarlığın bu alanında da dünya efendisi olmamız şart.

    Neredeyse bir Türk vatandaşı gününün üçbuçuk saatini bizim o muhteşem yayınlarla dolu TV kanallarımızı seyrederek geçiriyor. Yani belki 7-8 saat uyuyor, 8 saat çalışıyor ama, televizyonu da ihmal etmiyor. Üçbuçuk saat, neredeyse yarım gün eğitim yapan bir okulda bir günde alacağımız eğitimin süresine eşit. Üçbuçuk saatte neler yapılmaz ki?

     

     

    Ama biz yine de ne yapacağımızı biliyoruz: Uykudan uyanma ve uyuma saatlerimizi TV’ye göre ayarlıyoruz. Elimizde uzaktan kumanda, dünyaya hükmediyoruz. O sihirli alet ile haber haber geziyoruz, rezalet zaplaması yapıyoruz, bir kanala küfredip, diğerinin kucağına düşüyoruz. Olup biteni öğrenmek için açtığımız haber programı denilen şeyin içinde bile her şey var: Kedi, köpek, maymun, uzun adam, cüce adam, deha adam, ahmak adam, komplo, cinayet, adam kaçırma, adam dövme, adliye arbedeleri, ahlâksızlıkla şarkıcı olanlar, şarkıcılıkla ahlâksız olanlar...

     

     

    Beşikten Mezara Televizyon!

    Sabah kalktığımızda, elimizi yüzümüzü yıkamadan o günkü gazete haberlerini veren programları açıyoruz ilk önce. Kahvaltı etmeden önce çizgi film seyretmek isteyen çocuklarımızla bu konuda tartışıyoruz. Allah’tan biz işe giderken onlar da okullarına gidiyorlar. Tabii biz işte, onlar da okulda arkadaşlarımızla televizyonda gördüklerimizden, kaçırdıklarımızdan bahsederek günü geçiriyoruz

     

    Hanımlar erkeklerden neredeyse sadece televizyon konusunda şanslılar. Günboyu televizyon açık duruyor. Mübarek aleti kapatsak bir daha açılmayacak sanki. Zaten kapalı olsa da akşam evin beyi geldiğinde açacak. Bu arada, televizyondaki muhteşem programları izlerken, ders soran çocuğunu hafifçe tersleyecek, karısının anlattıklarına “he, he” deyip gözünü ona bile çevirmeyecek, ihtiyacını giderme saatlerini bile televizyona göre ayarlayacak. Yatsı namazından sonra haberleri, sabah namazından önce filmleri bitirmeyi bekleyecek.

    Böylece mükemmel bir baba, bir anne, bir çocuk, bir aile, bir toplum olarak yaşayıp gideceğiz. Hayatımızda değişen tek şey, elevizyonda değişen diziler olacak. İlim televizyonda gördüğümüz tartışmalarla haberlerdeki garip olaylar, eğitim de Çarkıfelek’te bulmaya çalıştığımız şarkı sözleri olarak kalacak.

    Bayramlarda açık televizyona bakarak büyüklerin ellerini, küçüklerin gözlerini öpüyoruz. Misafirliklerde birbirimizle değil, televizyonu aracı kılarak konuşuyoruz. Bir dükkana bir şey almaya gittiğimizde, tezgahın arkasında duran televizyona dikkatle bakıyoruz, esnafın bize ne verdiğine değil.

    Hayatımıza bu denli egemen olan şey bu televizyon denen alet değil de, mesela başka bir insan olsaydı acaba ona dayanabilir miydik? Bir yanlışını gördüğümüzde kızmaz mıydık?

     

    Günde üçbuçuk saat kiminle sohbet ediyoruz, görüşüyoruz? Üçbuçuk saati bırakın, üç dakika neyin kapağını açıp bakıyoruz? Üçbuçuk saat bir yana, çocuğumuzla ve ailemizle oturup, yarım saat Allah’tan ve örnek insanlardan bahsedebiliyor muyuz? Çocuğumuzun üç sorusuna yardım edebiliyor muyuz?

    Hepimiz biliyoruz: Üçbuçuk saat içinde bir kitabı yarılayabiliriz. Okumayla aramız yoksa (ki elbette yoktur!) ailecek bir dostu ziyarete gidebiliriz. Çocuğumuzun elinden tutup, vakit namazına camiye gidebiliriz. Onlara Kur’an alfabesini öğretebiliriz. Biz bilmiyorsak öğrenebiliriz. Her gün bırakın üçbuçuk saati, yarım saat versek öte dünyada sorulacak amellerimiz için şart olan ilmihal bilgilerini bir ay içinde sular-seller gibi öğrenebiliriz. Bunların hiçbirisini yapamıyorsak bile, mutlaka yararlı ve bizi koltuğa bağlamayan başka şeyler yapabiliriz. Öyle değil mi?

     


  7. Krampon-ül deccal-u uryan: Futbolcu

     

    Vaziyyet-ül velvele ve işgal-i cemaatiyye : Seyircinin sahayı işgali

     

    Krampon-ül bela-i şeytan : İyi futbolcu (rakip takımdan) :(

     

    Krampon-ül kabiliyye-i maşallah :İyi futbolcu (bizim takımdan) :(

     

    Mühendis-i kürre-i hümayun : Teknik direktör

     

    Gaflet-ü dalaletiye : Kendi kalesine atılan gol B)

     

    Hakimiyyet-ül kürre : Top kontrolü

     

    Krampon-ül deccal-uryan-ül kayb-ı kürre : Futbolcunun topu kaybetmesi

     

    Serdar-i kuvva-ül kürre : Takım kaptanı

     

    Asakir-i milliye-i devleti Osmaniyye : Türk milli takımı

     

    Vaziyet-ül madara : Tarihi fark

     

    Hezimet-ül Yarabbi şükür : Şerefli mağlubiyet

     

    Şut-ul minare : Havadan atılan top

     

    Zamane-i yekun-u kürre-i cihad : Topun oyunda kaldığı süre

     

    Zamane-i fuzuliyye: Boşa geçen zaman

     

    Bişerefiye-i tribün-ül sarih : Açık tribün

     

    Cihad-ül kuvva-i milliye : Milli maç

     

    Akibet-ül cihad ya seydi : Uzatma dakikaları

     

    Vaziyyet-ül hararet : Karambol

     

    Şeyh-ül divan-ül kürre-i hümayun : Futbol federasyonu başkanı

     

    Ulema-i rezil-i rüsva: Spor yazarı

     

    Cihad-ül reis-i cumhuriyye: Cumhurbaşkanlığı kupası

     

    Cihad-ül vezir-i azam: Başbakanlık kupası

     

    Vaziyyet-ül kalaba ve istif ül balık-ı numerra: Numaralı tribün

     

    Muhafazzar-i kal'a: Kaleci

     

    Asakir-i muhafazza-ül satıh : Defans oyuncusu

     

    Veled-i rüzigar: Kanat oyuncusu

     

    Asakir-i saha-ül merkeziyye: Orta saha oyuncusu

     

    Cihad-i vallah-ül azim: Kavga :(

     

    Müfreze-i krampon-ül bomba: Golcüler

     

    Reis-ül tekke-yi kurre-i hümayuniyye: Klüp başkanı

     

    Gariban-i umumiyye: Taraftar

     

    Gariban-i gurbet: Gurbetçi taraftar

     

    Defterdar-i cihad-ül kürriye: Hakem

     

    Sancaktar-i hatt-ül saha: Yan hakem

     

    Sur-ül düttürü: Hakem düdüğü :(

     

    Sükun-u mahşer: Yenilen gol sonrası sessizlik

     

    İsyan-ı garibaniyye: Kötü tezahürat

     

    Tezahür-ü cümle-i cemaat: Toplu tezahürat

     

    Reis-i imam-i cemaatiyye: Amigo

     

    Ceza-i şerriyye aman yarabbi: Penaltı

     

    Vaziyyet-ül hüzzam velakin Allahüm Rabbena ve İnşallah vaziyet-i zafer-i kuvva-i aliye şehr-i İstanbuliyye : 1 gol İstanbul'da turu getirir mi ?

     

    La havle ve la kuvvete: Yenilen gol :D :(

     

    Darbe-i müstehcen: Elle oynamak

     

    Darbe-i abes:Faul

     

    Taaruz-u aleyküm selam: Kontra atak

     

    Cenazetü’l mefta-i kürre: Ölü top

     

    Şut-ül hürriyet: Frikik

     

    Taaruz-u fevkal beşer: Mükemmel atak

     

    Ferman-ı kehribar: Sarı kart

     

    Ferman-i ahmer: Kırmızı kart

     

    Taaruz-ül beleş: Ofsayt

     

    Kabe-i hürriye-i hümayuniyyeh şahane: Stadyum

     

    Divan-i krampon-ül deccal-i üryan-ül mafiş kaabiliyyet: Yedek kulübesi

     

    Hareket-ül rabiya-il kusuriyye: 9 kusurlu hareket

     

    İblis-i vesvese: Basın

     

    Akibet-ül hüzzam : Elenme

     

    Arafat-ul safha: Devre arası

     

    Musabaka-i hicret-ul gurbet: Deplasman


  8. 3 bayan ve 3 erkeğin, iş icabı trenle bir seyahate çıkmaları

    gerekir.

     

    Tren garına giderler. 3 bayan 3 bilet aldığı halde erkekler tek

    bilet

    alır.

    Bayanlar bunun sebebini sorduklarında erkekler 'Bekleyin ve

    görün'

    derler.

    Trene binerler ve tren hareket ettikten bir süre sonra 3 erkek

    kalkıp

    hep

    beraber trenin tuvaletine girerler. Biraz sonra kondüktör gelir

    ve 3

    bayandan 3 bileti alır. Tuvaletin önünden geçerken, kapıyı

    tıklatıp,

    'Bilet

    lütfen' der. Kapı açılır ve bir el bileti uzatır. Bayanlar bunu

    görürler.

    Taktiği kapmışlardır.

     

    Dönüş yolculuğu için yine gara giderler. Bayanlar bu sefer tek

    bilet

    almışlardır. Erkekler ise hiç bilet almaz. Bayanlar yine şaşırıp

    sebebini

    sorduklarında, erkekler yine bekleyip görmelerini soylerler. Bir

    süre

    sonra

    yolculuk başlar. Önce bayanlar kalkıp tuvalete girer. Ardından da

    erkekler

    karşısındaki tuvalete. Kondüktörün gelmesine yakın bir erkek

    çıkıp karşı

    kapıyı tıklar ve 'Bilet lüften' der.

     

    Açılan kapıdan bir el bileti uzatır. Bileti alan erkek diğer

    tuvalete

    geri girer!..


  9. Bir Aşk Hikayesi

    Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç?

    Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikayesini...

    Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir... 'Aşk odu önce ma'şuka, andan âşıka düşer.' derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın... Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar. Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı ilmel yakin olarak tanıyan pervane, onu aynel yakin bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltıyor. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artıyor, şevki artıyor, coşkusu artıyor. Coşkusu arttıkça da cesareti artıyor. Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet... Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün... İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek.

    Azap kelimesi azp kelimesinden türüyor. Azp lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün. İşte kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap... Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar.

    Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür. Artık pervane 'hakkal yakin' biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır. Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı. Ama öbür taraftan mum da yanar. Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum... Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar. Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek...

     

    İskender Pala

     

     

    :(

×
×
  • Create New...