Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

molla28

Üye
  • Content Count

    29
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by molla28


  1. mehmet hocam inan o kadar güzel bir yazı ki sandım biran ağzıma bal çalındı tadı damağımda kaldı kafa bulandıran ithamlara karşı bu kadar kesin naslarla cevap vermeniz çok güzel bence ithamlar silinsin fakat sizin yazınız bir başlık altında burada dursun isterim.


  2. aleyküm selam ihvanım

    nerde okuduğumu tam hatırlayamadığım bir yazı vardı sanırım idolocyada

    üstad diyorki : benim bütün şiirlerim köşe yazılarım romanlarım kitap, piyes ve diğer bütün eserlerim bir köşkün kapısı önündeki eve giden kaldırım taşı, bahçe duvarı, bahçedeki çiçek, (yani dükkanın vitrin kısmı gibi algılayalım) asıl amaç yoldan geçeni eve getirebilmek köşke çıkarabilmek o köşk ise idolocya dır diyor.

    bence bu konuda bir başlık açılababilir üstadın seçme şiirlerinden bir kaç örnekle arkadaşlara eşe dosta dağıtılır sınıfta öğrenci arkadaşlarına iş yerinde insanlar çalışma arkadaşlarına bir kaç üstadın şiirini hediye eder ve ilgi uyandırılması merak işlevi devreye sokulabilir.


  3. TL-simge-turklirasi.jpg

     

    Merkez Bankası tarafından düzenlenen ''TL Simge Yarışması''nın sonuçları Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı'nın katıldığı toplantıda açıklandı.

     

    TL nin simgesi için 8362 adet başvuru yapıldı. Finale 7 tasarım kaldı. 7 simge arasından birinci seçildi. Simge TL'nin güvenli liman haline geldiğini gösterdiği söyleniyor. Yukarı doğru çizgiler paranın yükselen değer olduğunu simgelediği söyleniyor"


  4. Diyalogcuların en önde gideni ve Diyanetin başında yıllarca diyalog rezaletlerine imza atan eski bakan Mehmet Aydın, Arifan Dergisi 2011 Ekim ayı sayısında Ali Eren Hocaefendi tarafından deşifre edildi. Yazıyı okuyanlar adeta ŞOK oldu…

     

    İŞTE O YAZI

     

    En hassas konu, uğrunda seve seve şehit olunan en mukaddes değer din. Bilindiği gibi memleketimizde dini hizmetlerin organizesi resmen Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesinde. Bu müessesenin başında bir diyanet işleri başkanı onun üstünde de bir bakan var. 2002 Senesinden itibaren senelerce diyanetten sorumlu bakan olarak vazife yapan, Prof Mehmet Aydın oldu.

    Bu makalemizde sayın bakandan bahsedeceğiz.

    Sayın Aydın Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski dekanıdır. Ne zaman bir Dinler Arası Diyalog ve Hoşgörü toplantısı yapılsa, Mehmet bey her zaman oradadır ve oturum başkanıdır.

     

    Diyanet 23-27 Ekim 1998 de Ankara Hilton Otelinde 2. Din şurası tertipledi. 5 gün devam eden şura şu başlıkla 3 komisyon halinde çalıştı.

    1- Dini konularda toplumun aydınlatılması ve farklı yorumlanmasından kaynaklanan problemler ve çözüm yolları komisyonu

    2- Din e[itimi komisyonu

    3- Dinler Arası diyalog ve Hoşgörü komisyonu.

    Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü komisyonunun başkanı Mehmet Aydın idi.

    Bendenizde bu komisyona tebliğci veya müzakereci olarak davetli idim. …Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü komisyonundaki konuşmalar daha çok dikkatimi çektiği için daha çok bu komisyonu takip ettim ve kendisini o zaman yakinen tanımış oldum.

    İstiyorum ki bir dönem kendisine Diyanet camiası teslim edilen bu şahsiyeti benim gibi sizler de tanıyasınız. Bu makaleyi bu düşünce ile kaleme aldım.

     

    Önce şunu hatırlayalım. Bahsettiğimiz şura yapıldığında, Mehmet Aydın Bey henüz milletvekili ve bakan değildi. Daha sonra 2002 seçimlerinde parlamentoya girdi ve birinci Akp hükümetinde Diyanet’ten sorumlu bakan yapıldı.

    Diyanet daha sonra onun bakanlığı zamanında bu şurada yapılan konuşmaları ilmi eserlerin 93.sü olarak “II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri” adıyla 1500 sahifelik iki cilt halinde kitaplaştırdı. Dolayısıyla, Sayın Bakan’ın aşağıda okuyacağınız sözleri o kitapta yani kendi emri altındaki Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan “II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri” adlı kitapta mevcuttur. Dolayısıyla bakan beyin sözleri o kitapta belge halinde mevcuttur.

     

    Öyleyse görelim bakalım Sayın İlahiyatçı bakan neler söylemiş.

     

    “ATALARIMIZ BİZİ KANDIRMIŞ”

    Sayın bakan, Dinler arası Diyaloğun gerekliliğini anlatmak adına yaptığı konuşmasında, ecdadımızı suçlayarak başlıyor:

    “Diyalog Bilgi eksikliklerini giderebilir, gidermelidir. Yani herkes kendi dinini anlatsın bir defa. Hıristiyanlığı bilelim, Yahudiliği bilelim, İslamiyeti bilelim. Sağlam bilgilere sahip olursak önemli bir başarıdır bu. Hatalarımızın büyük bir kısmı yanlış bilgilerden geliyor. Atalarımız bizi yoldan çıkarmışlar.”( II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2, sa. 321)

     

    Sayın bakan dinler hakkında doğru ve eksiksiz bilgiye ancak diyalogla ulaşılabileceğini söylüyor. Oysa bunun kabul edilmesi mümkün değil. Çünkü Dinler arası Diyalog olmadan Yahudilik de ve Hıristiyanlık da Müslümanlık da her biri diğerleri tarafından biliniyordu.

     

    Çünkü Hıristiyanlık ve Yahudilik hakkında en doğru bilgileri bize en başta Allah ve Resulü yani Kur’an ve hadisler bildiriyor. Atalarımız yani İslam âlimleri de Kur’an ve hadisten aldıkları bu doğru bilgileri bizlere aktarmış bulunuyorlar. Ama İlahiyatçı bakanın söylediklerine bakacak olursak, Hıristiyanlık ve Yahudilik hakkında bilgi veren atalarımız bizi yoldan çıkarmışlar.

    Öyleyse iyi ki imdadımıza Dinler arası Diyalog yetişti de onun sayesinde bizi yoldan çıkaran atalarımızın verdiği yanlış bilgilerden kurtulduk(!)

     

    Hayır Sayın Bakan!

    Atalarımız bizi asla yoldan çıkarmadılar. Onlar aksine bize gerçek İslamı öğrettiler. Onlar olmasaydı biz dinimizi kimlerden ve nereden öğrenecektik?….

     

    (…) Hıristiyanlık ve yahudilik doğru olarak bilinmiyordu da İslam âlimleri geçmişte meydana gelen münazaralarda diğer din mensuplarını nasıl cevap veremez hale getirmişlerdi? Mesela Rahmetullah efendi’nin “İzharu’l Hak” ismiyle Türkçeye tercüme edilen eseri böyle bir münazaranın kitaplaştırılmış şekli değil mi? Bu gerçekleri bildiğiniz halde nasıl böyle konuşabiliyorsunuz?

     

    Gelelim gayri Müslimlerin İslamı bilip bilmediklerine:

     

    Sayın bakan!

     

    Hayranı olduğunuz ve kitaplarını tercüme ettiğiniz, iki-üç sene önce 90 yaşında ölen hocanız, İngiliz Profesör W. Montgomery Watt, İslam dini hakkındaki birçok kitap yazabilecek kadar geniş bilgiye Diyalog vasıtasıyla mı elde etmişti? Tabii ki hayır.

     

    (…) Şunu benim gibi belki benden daha iyi sizde biliyorsunuz:

     

    Hıristiyanlar, misyoner olarak yetiştirip Müslümanların içine gönderilmek üzere yetiştirdikleri elemanlarını görünüşte tam bir Müslüman olarak yetiştiriyorlar. Talim-tecvit üzere Kur’an okumasını öğretiyorlar. Arapça öğretiyorlar. Bir müslüman gibi abdest almasını, namaz kılmasını hatta oruç tutmasını öğretip İslam âlimine, Müslümanların içine salıveriyorlar. Açık vermesinler için yerine göre, bunların bir kısmı sakallı ve şalvarlı bile oluyor. Yani görünüşte tam bir Müslüman.

     

    Onlarla Müslümanlar arasındaki tek bir fark oluyor: İMAN…

     

    Hıristiyanlar bu tip misyonerleri yetiştirmekte o kadar hassas davranıyorlar ki, Müslümanların içindeyken açık vermemeleri için onlara rahlede ders vererek yetiştiriyorlar. Gerçekler böyle olduğu halde, Sayın bakan Dinler Arası Diyaloğun şart olduğunu ifade sadedinde, yukarıdaki cümlesinin devamında: “Yeniden birbirimiz hakkında bilgi inşa etmemiz lazım” diyor. (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s. 321)

     

    Ayrı din mensupları olarak birbirlerimizin inançları hakkında hangi bilgiye erişemiyoruz da “yeniden birbirimiz hakkında bilgi inşa etmemiz lazım” olsun ki?

    Bu cümlenin altındaki manayı gerçi biz seziyoruz ama okuyucularımız adına Sayın Bakan’a sormak isteriz: “yeniden bilgi inşa etmek” ne demek oluyor?

     

    Niçin yeniden bilgi edineceğiz? İslam âlimlerinin kitaplarındaki doğru bilgileri yanlış veya yok mu sayacağız? Yoksa atalarımızdan olan eski âlimler, gayri Müslimler hakkında bizi yoldan mı çıkarmışlardı?

     

    (…) Diyelim ki gayri Müslimlerle Dinler arası Diyalog yapıyoruz. Onların kendi dinleri hakkında anlattığı şeyler bize ters geldiği gibi, İslam dini hakkında bizim onlara anlattıklarımız da onlara ters gelmeyecek mi? O zaman İslam dinini tenkide (eleştirmeye başlarlarsa bizim tavrımız ne olacak?

     

    Bu hususta sayın bakan gayet rahat. Şöyle diyor:

    “Saldırmamak, saygısızlık etmemek şartıyla gayri müslimin, bir zımminin İslamiyeti eleştirme hakkı vardır. …saygısızlık etmeyecek ama ilmi bakımdan İslam dinini tenkit edebilir, eleştirebilir.”

     

    Haa! Demek ki neymiş? Meğer Dinler Arası Diyalog denilen şeyin bir adı “Gayri Müslimlerin İslam dinini tenkit etmelerine, eleştirmelerine izin verme toplantısı.” İmiş.

     

    Diyalogcular kendilerini tenkit edenlere: “Müslüman olmayanlarla bir araya gelip Diyalog yapmazsak İslam dinini nasıl tebliğ edeceğiz.” Diyorlar.

     

    İlk bakışta doğru gibi gözüken bu söz baştan sonra art niyet taşıyor. Çünkü dinler arası diyalog toplantılarında İslam dinini tebliğin zerresi bile yok. Hatta tebliğ yapılmaması şöyle dursun, İslam dinini tebliğ etmeye kalkışmak hatta hatta tebliği düşünmek bile dinsizlik sayılıyor.

     

    Sayın Bakan’ın Dinler Arası Diyaloğu anlatan öyle sözleri var ki dehşetten dudağınız uçuklar.

     

    Sayın Mehmet Aydın, Dinler arası Diyalog toplantılarında en ileride olan kişidir ve her diyalog toplantısında oturum başkanıdır. O kadar bu işin içindedir ki taa 1988’de Ankara Hilton Oteli’nde kendisi “Belki bu katıldığım 50-60. Diyalog toplantısı” diyordu. O günden bu güne kaç toplantıya katıldığını da varın siz hesap edin.

     

    “İSLAMI TEBLİĞ ETMEK DİYALOG DEĞİL!”

    Sayın Aydın, Diyalog toplantılarında İslamı tebliğ etmek düşüncesinde olanlar hakkında şöyle diyor:

    “Bazı Müslüman kardeşlerimiz diyordu ki, ‘Yahu bir fırsat düştü, Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara, Allah belki hidayetini gösterir.’ Yani adam aslında Müslümanlaştırmak için gelmiş. Bu diyalog değil.” (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s.332)

     

    Gördüğünüz gibi diyalogcuların en önde tuttuğu ve bir Dinler arası Diyalog kompedanı olan Sayın Aydın, bir müslümanın Diyalog Toplantısına katılmadan önce “yahu bir fırsat düştü, Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara, Allah belki hidayetini gösterir.” Demesinin diyaloğa uymadığını söylüyor.

     

    TEBLİĞ EDİYORUZ YALANI

    Demek ki diyalogcuların “Müslüman olmayanlarla bir araya gelip Diyalog yapmazsak İslam dinini nasıl tebliğ edeceğiz” demeleri samimi değilmiş, yalanmış. Onun için, her hangi bir diyalogcu “Biz dini tebliğ için diyalog yapıyoruz” derse katiyen inanmayız.

     

    Soralım kendilerine:

    Bizler, Müslüman olmayanlarla Diyalog yaparken onların Müslüman olmaları düşüncesiyle konuşmayacaksak, ne demeye onlarla bir araya geleceğiz? Yiyip-içmek için mi? Çay-kahve içip sohbet etmek için mi?

     

    Evet, aynen öyle oluyor. Yiyorlar-içiyorlar sohbet edip dağılıyorlar. Üstelik onlara verdikleri tavizlerde cabası. Misal ve delil mi istiyorsunuz?

     

    (TEBLİĞ) DİNSİZCE BİR HAREKETTİR

    Bakan Bey “Bu diyalog değil” demekle kalmıyor. Diyalog toplantısına bu düşünceyle giden Müslümanları bakın nasıl suçluyor:

    “İşin ucunda din değiştirmek, bilmem adam kazanmak, üye kazanmak varsa, açıkçası bu bir din mensubuna yapılacak en dinsizce bir harekettir. Dinsizce diyorum, çünkü bunu hiçbir din kabul etmez.”

     

    Eeey Diyalogcular! Gördünüz mü en ilerideki elemanınızın sizi nasıl suçladığını!

     

    Siz eğer Dinler Arası Diyalog toplantılarına giderken, bir hıristiyanın müslüman olmasına sebep olmayı arzu ederek: “Yahu bir fırsat düştü, Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara, Allah belki hidayetini gösterir.” Diyorsanız, Prof. Mehmet Aydın’a göre bir dinsizsiniz ve bir din mensubuna (bir hıristiyana) en dinsizce bir hareket yapmış oluyorsunuz. Ve bu sizin yaptığınızı hiçbir din kabul etmezmiş.

     

    Ne duruyorsunuz? Niçin sormuyorsunuz? Böyle bir suçlamayı nasıl içinize sindireceksiniz? Sayın Aydın’dan bunun cevabını sormayacak mısınız?

     

    Bir müslümanın vazifesi zaten dinini başkasına anlatmak yani tebliğ etmek değil midir? Bu vazifenin ilmi adı “Emri bil maruf, nehyi anil münker” değil midir? Bu vazifeyi yerine getirmek de her müslümana farz değil mi?

     

    Bu farzı yerine getirmek ne zamandan beri dinsizlik oldu?

     

    (…)

     

    Sayın Bakan müslüman olmayan ve farklı dinlere mensub olan insanları ebedi felakette görmüyor ve onlar hakkında şöyle diyor:

    “Allah farklılıktan rahatsız olmuyor” (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s.331)

     

    Yani insanların farklı dinlere mensub olmalarının Allah indinde mahzuru yok diyor. Haşa hazreti Allah için rahatlamak veya rahatsız olmak gibi kelimeler kullanılır mı hiç? Ama Mehmet bey için kullanılıp kullanılmaması mühim mi? O kullanır, nitekim kullanıyor da.

     

    Fakat niçin böyle söylediğinin de kendine göre elbette bir cevabı var. Şöyle diyor:

    “öbür dinler büsbütün batıl dinler değildir. Onlarda da bir gerçeklik payı vardır.”( II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s.341)

     

    AVRUPA’DA KİLİSEYE GİDERİM, BÜYÜK ZEVK DUYUYORUM

    Merak ediyoruz acaba bu gerçeklik payı yüzde kaç söyler misiniz Sayın Bakan? Mesela Hazreti “İsa’nın (Hâşâ) Allah’ın oğlu olduğu” sözünün kaçta kaçı doğru? Hıristiyanların “üç ilah” inançlarının yüzde kaçı doğru. Bakan beye soracağımız soruları çoğaltabiliriz. Ama bu kadar yeter. Bendeniz Bakan Beyin başka bir sözünü aktaracağım:

     

    Şöyle diyor Bakan Bey:

    “Ben Avrupa’ya gittiğimde kiliseye çok giderim.” (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s.375)

     

    Sayın Aydın Avrupa’ya gittiğinde kiliseye çok gitmesinin sebebini de şöyle açıklıyor:

    “Büyük zevk duyuyorum”( II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s.375)

     

    Şimdi bakan Bey’in “Ben Avrupa’ya gittiğimde kiliseye çok giderim. Büyük zevk duyuyorum” sözünü kilise reklamı ve Hıristiyanlık propagandası olarak kabul edelim mi etmeyelim mi?

     

    Haydi, bakan bey’in hatırına öyle kabul etmeyelim. İyi ama kilisede büyük sevk olduğunu söylemekten daha açık kilise reklamı ve Hıristiyanlık propagandası olur mu?

     

    Kendisine sormak isteriz:

    Avrupa’ya gittiğinizde kiliseye çok gidiyorsunuz da Türkiye’de niçin çok gitmiyorsunuz? Yoksa Türkiye’de çok gidiyorsunuz da biz mi görmüyoruz? Veya gizli mi gidiyorsunuz?

     

    www.ismailaga.info

    Ali Eren Hocamızın konuyla alakalı büyük deşifre niteliğindeki yazı dizisi Arifan dergisinin Kasım ayında da devam edecek. Dileyen kardeşlerimiz Arifan’dan takip edebilirler…

     

    • Like 2

  5. Hüseyin Kulaoğlu'nun haberi:

     

     

    Rusya’nın işgali altında bulunan Çeçenistan, Rus bayrakları ile Vladimir Putin’in fotoğraflarının gölgesinde bir Ramazan geçirdi. Çeçenistan’da özellikle gençlerin giyim kuşamındaki batı hayranlığı ve Rusça’nın hakim dil haline gelmesi, ülkedeki dini hassasiyeti gölgeliyor.

     

    Rusya’nın sömürgesi altında her şeyini kaybeden Çeçenistan’daki işgalin devam etmesi durumunda, ilerleyen yıllarda dinlerini, dillerini ve kimliklerini kaybetmiş bir Çeçen halkı ile karşılaşma tehlikesi, ülkedeki dindarları ve dünya müslümanlarını düşündürüyor.

     

    Yıllardır Ruslara karşı tam bağımsızlık mücadelesi veren Çeçenistan, şu anda Rusya ile işbirliği yapan Ramazan Kadirov hükümetinin egemenliği altında bulunuyor.

     

    Çeçenistan’a Türkiye’den zaman zaman işadamları, vakıf, cemaat ve dernek yetkilileri ile gazetecilerden oluşan heyetler gidiyor. Söz konusu heyetlerde bulunanların, geziden döndükten sonra direniş ülkesi olarak bildiğimiz Çeçenistan hakkında Kadirov hükümetini övücü yazılar yazması kafa karışıklığı meydana getiriyor.

     

    Ortaya çıkan kafa karışıklığının sebeplerini yerinde görmek ve Çeçenistan’ın son durumu hakkında bilgiler almak üzere geçtiğimiz günlerde Çeçenistan’a gittik.

     

    ÇEÇENİSTAN’A DEĞİL, RUSYA’YA GİTMİŞİZ

     

    İstanbul’dan Ruslara ait bir uçakla 2 saatlik bir yolculuğun ardından Çeçenistan’ın başkenti Caharkale’ye diğer adıyla Grozni’ye vardık. Uçaktan indiğimiz sırada, Çeçenistan’a geldiğimizi düşünürken, cep telefonlarımıza “Rusya’ya hoş geldiniz” şeklinde mesaj gelmesi ve Türkiye Rusya Büyükelçiliği’nin telefon numaralarının verilmesi hayal kırıklığına sebep oldu.

     

    Heyeti, havalimanına asılı koskoca Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Çeçenistan Devlet Başkanı Ramazan Kadirov ve babası Ahmet Hacı Kadirov’un fotoğrafları karşıladı.

     

    Rusça yazılmış Grozni Havalimanı tabelasıyla yan yana duran Rusya ile Çeçenistan bayrakları ise dikkat çekti. Grozni Havalimanı’ndaki polisler Ruslardan oluşurken, Rus damgasıyla Çeçenistan’a giriş yapıldı.

     

    Havalimanında o kadar çok kamera olmasına rağmen özellikle tripota konulmuş kamera ile ülkeye giriş yapan misafirlerin özenle kayıt altına alınması ise ilginç geldi.

     

    RUS BAYRAKLARI VE PUTİN’İN FOTOĞRAFININ GÖLGESİNDE BİR ÜLKE

     

    Başkent Caharkale ve Gudermes şehirleri insansız sokakları ve meydanlarıyla terk edilmiş bir şehir görüntüsüne bürünmüş. Sokaklardaki direklerde, devlet dairelerinde, cami ve stat gibi yerlerde bir Rus bayrağı ile Çeçen bayrağı yan yana asılı bir şekilde dururken, Vladimir Putin, Ramazan Kadirov ve babası Ahmet Hacı Kadirov’un her yerde fotoğraflarının asılı bir şekilde olduğu görülüyor.

     

    Şehir giriş ve çıkışlarında da aynı şekilde Rus bayrakları ve fotoğrafları görebiliyorsunuz. Sokak isimleri, hastane, stat, yol ve işyerlerinin isimleri Rusça tabelalarla tanıtılıyor. Şehirlerde Rusya’ya ait bir sürü komünist yapıyı simgeleyen binalar var ve binaların tepelerinde de Rusya bayrakları sallanıyor.

     

    SAVAŞIN İZLERİ SİLİNİYOR

     

    Çeçenistan, şu anda yeni bir şehir yapılanmasından geçiyor. Rusya, yıllardır bombalarla, silahlarla taş üstüne taş bırakmadığı, harabeye çevirdiği Çeçenistan’da, savaşın izlerini silmeye çalışıyor. Savaşta yıkılmış, dökülmüş işyerleri ve evlere ait hiçbir kalıntı gözükmüyor.

     

    Yollar, evler, işyerleri yıkılıp, molozları kaldırılırken, hızlı bir şekilde gösterişli yeni evler, işyerleri, alışveriş merkezleri, gökdelenler, camiler ve okullar yapılıyor.

     

    Her tarafında inşaat çalışması ile karşılaştığımız Çeçenistan’da inşaat firmaları 24 saat çalışıyor. Vardiya usulü çalışan firmalar gece gündüz demeden mesai yapıyor. Hava karardığı zaman ise projeksiyon ışıkları ile çalışmalarına devam ediyorlar.

     

    ÇEÇENİSTAN’DA SÖZ SAHİBİ RUSYA

     

    Rusya, Çeçenistan’a o kadar hükmetmiş ki, işgal altına diğer bir ifadeyle mandası altına aldığı Çeçenistan’da tek söz sahibi olarak görülüyor. Çeçenistan’ın petrol, doğalgaz ve yer altına kaynaklarını tek başına kullanan Rusya, buralardan elde ettikleri gelirin yüzde 75’ini kendisine alıyor.

     

    Dış ilişkiler konusunda da tek başına hareket eden Rusya, Çeçenistan’da yaşayanlara işgaline karşı çıkılmayacak kadar sus payı parası verecek, bir politika izliyor. Çeçenistan’ın iç işlerinde de Rusların sözü geçiyor. Hükümette Ruslar önemli bir şekilde yer kaplıyor.

     

    RUS İŞGALİNİ MEŞRU GÖSTERECEK DİNÎ EĞİTİM VERİLİYOR

     

    Çeçenistan’daki eğitim sisteminde ise her konuda olduğu gibi Rusya’nın sözü geçiyor. İslâmi üniversiteler, enstitüler ve okullar kurulsa da, bu tür kurumlarda okutulan kitapların içerikleri ve ders müfredatları Rusya tarafından belirleniyor ve gözetiminde okutuluyor.

     

    Temel ve doğru bir İslâm dininden ziyade Rus işgalini meşru gösterecek, bir dini eğitim veriliyor. İslâm dininin özü karıştırılarak, “namazını kıl, orucunu tut ve Rusya işgalini benimse veya işgale karışma” anlayışındaki bir eğitim söz konusu.

     

    DİNÎ HASSASİYET AZALIYOR

     

    Rusya’nın mandası altındaki Çeçenistan’da tesettürlü bayan görmek neredeyse imkansız. Genç kızlar, başları açık ve kısa eteklerle gezerlerken, dillerinde Rusça eksik olmuyor.

     

    İşgalle beraber dini hassasiyetlerini de kaybeden Çeçen halkı, Rusya’nın sömürüsü altında dillerini de kaybediyor. Rusya’nın Çeçenistan’daki işgalinin devam etmesi durumunda, ilerleyen yıllarca iyice açılmış, saçılmış ve dini hassasiyetleri ile dillerini ve kimliklerini kaybetmiş bir Çeçen halkı ile karşılaşabiliriz.

     

    RUSYA’NIN SİNSİ PLÂNI

     

    İşgalle beraber Çeçenistan’ın her şeyini sömüren Rusya, halkın tepkisini çekmemek için sinsi bir plan gerçekleştiriyor. Çeçen halkından sömürdüğü paraların çok az bir kısmını Çeçenistan için harcayan Rusya, bu paralarla cami ve okul yaptırırken, kaynakların yaklaşık % 25’ini Çeçenistan için kullanıyor.

     

    Sosyal hayatın her alanın yanısıra mali kaynakları da kontrol altında tutan Rusya, kendisi ile işbirliği halinde olan Kadirov hükümetinin elini de parasal olarak güçlü kılmaktan geri durmuyor. İşgali meşru göstermeye çalışan Rusya, işgale karşı olan grupları halkın gözünde itibarsızlaştırmaya çalışması dikkat çekiyor.

     

    ÖZER: ÇEÇENİSTAN’DA YAPILAN CAMİLER, MESCİD-İ DIRAR HÜKMÜNDEDİR

     

    Çeçenistanlı ailelere yardımlarda bulunan İnsanı Müdafa ve Kardeşlik Derneği (İMKANDER) Genel Başkanı Murat Özer, Rusya ile işbirliği halinde olan Ramazan Kadirov hükümetinin gayri meşru olduğunu söyledi.

     

    Kadirov hükümetinin yaptırdığı camilerin Mescid-i Dırar hükmünde olduğunu kaydeden Özer, insanların bu tür camilere itibar etmemesi gerektiğini belirtti.

     

    Çeçenistan’da şu anda yapılan yeni camiler, İslâm Üniversiteleri ve enstitülerle insanların gözlerinin boyandığını ifade eden Başkan Özer;

     

    “Rusya yanlısı olan Ramazan Kadirov hükümeti Müslümanlara şu anda hizmet etmiyor ve tam tersine zarar veriyor. Ramazan Kadirov sapkın bir adamdır ve Müslümanlara da zulmediyor” dedi.

     

    Yeni Akit


  6. ABD için casus yetiştirildiği gerekçesiyle Gülen cemaatinin okullarını kapatıldı iddiası

     

     

    Gülen okullarını kapattılar

    Türkmenistan devleti, bu ülkenin idari ve kültürel yapısına sızmaya çalıştığı ve ABD için casus devşirdiği gerekçesiyle Fethullah Gülen cemaatinin okullarını kapattı.

    Fars Haber Ajansı'nın haberine göre, Türkmenistan, bu ülkenin idari ve kültürel yapısına sızmaya çalıştığı ve saf Türkmen gençleri arasından seçtiği genç dimağları ABD için casusluk yapmak üzere devşirdiği gerekçesiyle "Türk Okulları" adıyla faaliyet gösteren Fethullah Gülen cemaatinin okullarını kapattı.

     

    Fars Haber Ajansı muhabirinin Aşkabat’tan bildirdiğine göre, Türkmenistan yönetimi Türkiye’nin Nur Cemaati’nin Türkmenistan’da dini – siyasi nüfuzundan duyduğu kaygı yüzünden 1990 yılından beri bu ülkede faaliyet yürüten tüm Türk okullarının faaliyetini askıya aldı.

     

    Habere göre, sadece Mustafa Kemal Atatürk adı ile faaliyet yürüten Türk okulu, öğrenciler eğitimlerini tamamlayınca dek faaliyet yapabilecek.

     

    Haberde, okulların kapatılma gerekçesi şöyle anlatıldı:

     

    "Söz konusu Türk okullarının eğitim çalışmalarının yanı sıra hedef ülkelerde Türk milliyetçiliğinin propagandasını yaptığı ve okullardan mezun olan öğrencileri hedef ülkelerde anahtar evkilere atamak için rüşvet bile verdiği ifade ediliyor.

     

    Geçtiğimiz yıllarda bu okulların 'Türkiye' adına yetiştirdikleri zannedilen öğrenci ve elemanları aslında ABD casusluk teşkilatı CIA'ya bağladığı ve Türk milliyetçiliği ve Osmanlı hayallerinin aslında bu gençleri kandırmak için bir tuzak olduğu, tuzağın CIA'da ayarlandığı ortaya çıkmıştı.

     

    NTV’nin haberine göre; Türkmenistan’da kapatılan Gülen okullarının tamamı normal okullara dönüştürülecek. Türkmenistan’daki bir Türk üniversitesi için de aynı yönde karar alındığı belirtildi

     

    http://www.haber5.com/casus-diye-gulen-okullarini-kapatti-haberi-143888.aw haber5 in sitesinden alıntıdır.


  7. ben şundan bahsediyorum kardeşlerim

    ESTAÜZÜ BİLLAH

    ben Müslümanım diyen kimseye ne kafirlik nede dinsizlik iddiasında bulunmadım bulunmamda bunu baştan belirteyim kimsenin günahını ifşa etmek gibi bir gayretinde içerisinde değilim maksadı gayem şudurki birileri amma bilerek amma bilmeyerek farkında olarak veya olmayarak bir takım ağır fitnelere sebep olmakta olunulmaktadır.

    sözde bir takım dini karaktere bürünmüş kişi ve kurumlar şahıslar İSLAM dininin tek savunucuları sözcüleriymiş gibi yurt içinde ve yurt dışında hemen her konuda fetva vermeleri olaylara yorum yapmaları müdahil olmaları kendi kafalarına göre Müslümanım diyenleri terörist, terörist devletlere ise kurtarıcı bir millet topluluğu gibi lanse etmeleri açıklamalarda bulunmaları yurt dışında kişisel sıradan bir Müslüman kimliğiyle değil bakın dikkat edin İSLAM ümmetinin temsilcileri bir alimi halifesi gibi bir kimlikle görüşmeleri kafalarına göre o olur bu olmaz biz kardeşiz, "değiliz aslında ama olmak için diyalog başlattık" hareketleri Müslüman toplumda CİHAD şuurunu silme çabaları aman silah almayalım aman kimseyi öldürmeyelim aman Müslümanlar sussun ses çıkarmayın diye diye toplumda uyuşukluğa CİHAD aşkını engelleme çabaları, kutlu doğum haftasında cemaat kanallarında elinde gitarla sazla Peygamber efendimizi(sallallahüaleyhivessellem)anma organizasyonları, dizilerinde abuk subuk konular, kadınlar korosunu normalmiş gibi haber yapıp övmeleri bunlara ön ayak olmaları kendi kurdukları dernek vakıf lokallerle her birinin bir fitili ateşlediği, sözde alimleri fetva danışmantları olan karamanın sahabe hakkındaki(hz.muaviye r.a.) yazıları görüşleri verdiği fetvalar kelime, konu aralarına sıkıştırdığı ateş çukurları toplumu yönlendirme kendi çemberleri içinde tutma çabaları

    yani say say bitmez diğer gurplar ise kimi mehti olduğunu iddia ediyor aynı zamanda derin bir hoca alim geçiniyor tabi bu arada boş durmuyor buda bu kimlikle yanına yahudileri hıristiyanları alıp sapan saçma beyanatlarda bulunuyor kardeşiz falan diyor,

    kimileri kendi sitelerinde şunlara yer veriyor

    http://tr.fgulen.com.../view/1459/113/ papaya kardeş olalım diyor, kimileri mezhepsizliği savunuyor kimi yalan dolan bilgisiz kitaplar gazete dergiler yayınlıyor yani kısacası herkez bişilerin kavgasını veriyor fakat tüm bunları bireysel bir eylem olarak yapmıyorlar cemaat önderi alim hoca fetvamerci söz ehli toplumsözcüsü gibi kimliklerle yapılıyor yani İSLAM aslında budur gibi bir mantaliteyle hareket ediliyor içerdeki Türk toplumuna ayrı bir tablo çizilip göstertiliyor dışardakilere başka bir tablo çiziliyor çok karmaşık ama görülmesi imkansız bir resim değil şuan yaşananlar yüzlerce yıllık plan, kin, öfke, hırs, öcalma duygusundaki o kadar yabancı milletler, devletler, devlet içindeki din düşmanları, uygarlıklar, topluluklar bunların yanında en büyük düşmanımız şeytanın planları vesvesesi varki bunlara karşı savunma mekanizmasını geliştirmemiz gerektiğini kendimizi ve efradımızı uyandırmamızı uyarmamızı dile getiriyorum isim vermediğim söylenmiş evet veriyorum

    hıristiyanlarda cennete girebilir düşüncesinde olanlar

    bunu dillendirenler ve toplumun beynine yapıştırmaya çalışanlar

    yahudileri kardeş ilan edenler israile birşey olursa gök kubbeyi başlarına yıkarız diyenler

    İSLAM alimi kimliğiyle ekranlarda gazete ve dergilerde olur olmaz kişilere taziye, beyanat, tebrik, yazanlar papazlarla hahamlarla görüşüp İSLAM adına pazarlığa oturanlar kardeşlik masalı anlatanlar

    mezhepsizliği savunanlar(mezhepsizlik kendini mezhep olarak görmektir.)

    cahili boyayıp alim gösterip, alimi kınayıp rezil göstermeye çalışanlar

    hakkı gece karanlığına hapsedip boğmaya çalışan, batılı el fenerleriyle parıltılı gösterme gayretinde olanlar

    daha nasıl izah edeyim siz söyleyin


  8. Ne güzel çerçevelemiş üstad.

     

    Acaba tenkidde ölçü nedir? Tenkide kim yetkilidir? Bugün avam bir müslümanın bile, mürekkep yalamış, bu işin çilesini çekmiş müslüman kanaat önderlerine ölçmeden, tartmadan, araştırmadan, ötesini berisini düşünmeden insafsızca iftirada bulunması hastalığı o denli ileri gitmiştir ki, fitne fesat kazanları kaynamakta, müslüman coğrafya bunlar ile çalkalanmaktadır. Malesef de küfür bundan olabildiğince istifade etmektedir.

     

    Peki tavır ne olmalı? Susmalı mı? Eleştirmemeli mi? Hayır bunu söylemiyorum. Elbette, Rızay-ı Lillah için Hak'tan ayrılmış kardeş(ler)imizi Hakka'a sevketmek niyeti ile -bir cemaat, grup taassubu ile değil- Hak'kı htırlatacak, Hak'kı tavsiye edeceğiz. Ama bunu, benlik, üstünlük hastalıklarından sıyrılmış, niyeti yanlız Allah rızası olan ehil, ilim sahibi kimseler yapacak.

     

    Yanlış anlamalardan, önyargılardan, yargısız infazlardan şiddetle kaçınılmalıdır ki fitneye sebep olunmasın.

     

    Şimdi molla28 kardeşim, güzel kardeşim; bir yanlış anlaşılmaya, suizanna mahal vermemek için, "hıristiyanlarda cennete girecekler diyen sözüm ona hocaefendiler" den kimi/kimleri kasdettiğinizi sormamda bir sakınca yoktur inşallah.

     

    Biz biliyoruz ki, "Hristiyanlar, Yahudiler cennete giremez, giren diyen de giremez". Fakat bu mevzuda; birtakım kimseler, bir kısım güzel Müslüman'a bilmeden, görmeden, anlamadan, hadsizce o denli ağır ithamlarda bulunmaktadırlar ki, bu durum yüreğimizi burkmakta, canımızı acıtmaktadır.

     

    Bu sebeple kimi/kimleri kasdettiğinize açıklk getirirseniz ferahlık bulacağız.

    ne diyeyim ben şimdi gerekli cevabı burda arkadaşlar yazmışlar uzun cevap yazıp fikir kargaşası yaparsam doğru olmuyor ama kast ettiğim bir kişi veya grup değil genel bir düşünce benimkisi

    ağır ithamlarda bulunmaktan ziyade bir görüş eleştiri veya anti tez gibi düşünelim

    kardeş selam ve dua ile kal


  9. herşey iyi hoşta hazır seçimde yaklaşmışken şöyle bir durum ortaya çıkmıyormu tamam tayip erdoğan mert adam yiğit adam bizden biri diye tabir ettiğimiz fakat yakınındakiler ney tayip erdoğan tek başına seçime girecek olsa kişisel olarak eyvallah ama adayların durumu ney kurmaylarının durumu ney burda siyaset yapmak değil maksadım siyaset üstü bir gözle bakmak olaya mesela diyaloğcu birçok millet vekili adayı bu partiden aday cumhurbaşkanını aday gösterten bu bu partiydi cumhurbaşkanının ve eşinin başörtüsü hakkında "cahilliktir" açıklaması ortada ve aynı soruyu medya başbakan recep tayip erdoğan a sorduğunda o cumhurbaşkanının düştüğü hataya düşmüyor ve öyle cahilliktir falan gibi bir saçma cümle kurmuyor bu ve benzeri konularda elinden gelen gayreti gösteriyor başbakan fakat yakınındakiler için ise durum öyle değil bu projelerde ve benzeri yatırımlarda büyük çoğunluk ihaleler diyalogculara gidiyor ve güçlendikçe güçleniyorlar sonrada göstermelik sırat köprüsünden papaz, haham, İMAM, geçişi gibi proğramlar tertiplenip düzenleniyor başbakan recep tayip erdoğan kusura bakmasın ama tek başına kendi veya onun yanında onun gibi mert durabilen birileri olmadığı sürece zor.


  10. selamün aleyküm

     

    damat ve gelin adaylarına cinsel bilgi

    adındaki kitap tamda bu isteği karşılayacak durumda bence islami evlilik ve eşlere öğütler var 20 -30 sayfalık bilgilendirici bir kitap tavsiyem budur.

    yazarı: abdülkadir ahmet ata olması gerekiyordu hatırladığım.


  11. eğerki hala zikir meclislerinde o anı yaşayamamış olanınız var ise dua'm odurki biran önce bir zikir meclisine giresiniz, toplumda zikir çekmek denince farklı yorumlar algılamaların olduğu bir gerçek televizyon haberlerinin etkisiyle o ortamı bizzat yaşamadan sadece karalama propaganda haberlerine bakarak zikiri zikir çekmeyi zikir sohbetlerini yanlışmış gibi algılama gibi bir yanlış var toplumumuzda, insan merakından dahi olsa birkez gelip o meclisleri görse art niyetsiz gözle bir baksa gerçeği görecekler fakat medyanın kötü imaj çalışmaları sonucu bayağı bir toplumu zikir sohbetlerine karşı ön yargılı yapmışlardır, bize düşen birer ikişer eş dost o ortamlara davet edip karşı psikolojik savaş taktiğini uygulamalıyız, ki o zikir halkalarındaki manevi tad birkez damağa yapıştımı bırakmak ne mümkün ALLAH(c.c.) dilimizi kalbimizi zikirsiz bırakmasın.

     

    ALLAH(c.c.) nun RESÜLU(S.A.V.) :kalpte aynı demir gibi paslanır demirin pasını yağ kalbin pasını zikir temizler.


  12. ÇİLE

     

    Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam

    Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

    Ve uçtu tepemden birden bire dam.

    Gök devrildi, künde üstüne künde...

     

    Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!

    Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!

    Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,

    Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

     

    Ateşten zehrini tattım bu okun,

    Bir anda kül etti can elmasımı.

    Sanki burnum değdi burnuna (yok)un,

    Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

     

    Bir bardak su gibi çalkandı dünya;

    Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.

    Al sana hakikat, al sana rüya!

    İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

     

    Ensemin örsünde bir demir balyoz,

    Kapandım yatağa son çare diye.

    Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,

    Yepyeni bir dünya etti hediye.

     

    Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor;

    Mekânı bir satıh, zamanı vehim.

    Bütün bir kainat muşamba dekor,

    Bütün bir insanlık yalana teslim.

     

    Nesin sen, hakikat olsan da çekil!

    Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!

    Otursun yerine bende her şekil;

    Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

     

    ......................

     

    Aylarca gezindim , yıkık ve şaşkın,

    Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,

    Deliler köyünden bir menzil aşkın,

    Her fikir içimde bir çift kelepçe.

     

    Niçin küçülüyor eşya uzakta ?

    Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl ?

    Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta ?

    Sonum varmış, onu öğrensem asıl ?

     

    Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,

    Bir fikir ki, beyin zarında sülük.

    Selâm, selâm sana haşmetli azap;

    Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

     

    Yalvardım : Gösterin bilmeceme yol!

    Ey yedinci kat gök, esrarını aç!

    Annemin duası, düşte perde ol!

    Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç.

     

    Uyku katillerin bile çeşmesi;

    Yorgan, ALLAH'sıza kadar sığınak

    Teselli pınarı, sabır memesi;

    Size şerbet, bana kum dolu çanak.

     

    Bu mu rüyalar da içtiğim cinnet,

    Sırrını ararken patlayan gülle?

    Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;

    Karınca sarayı, kupkuru kelle...

     

    Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş.

    Mevsimden mevsime girdim böylece

    Gördüm ki, ateşte cımbızda yokmuş.

    Fikir çilesinden büyük işkence.

     

     

    Evet, her şey bende bir gizli düğüm;

    Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!

    Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,

    Yetişir Çektiğim mesafelerden!

     

    Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;

    Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık

    Her gece rüyamı yazan sihirbaz,

    Tutuyor önümde mavi bir ışık.

     

    Büyücü, büyücü ne bana hıncın?

    Bu kükürtlü duman, nedir inimde?

    Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,

    Bir zehirli kıymık gibi beynimde.

     

    Lügat, bir isim ver bana halimden;

    Herkesin bildiği dilden bir isim!

    Eski esvaplarım, tutun elimden

    Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

     

    Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,

    Arzı boynuzunda taşıyan öküz?

    Belâ mimarının seçtiği arsa;

    Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?

     

    Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,

    Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,

    Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,

    Dev sancılarımın budur kaynağı!

     

    Ne yalanlarda var, ne hakikatta.

    Gözümü yumdukça gördüğüm nakış

    Boşuna gezmişim yok tabiatta.

    İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

     

     

    Gece bir hendeğe düşercesine,

    Birden kucağına düştüm gerçeğin.

    Sanki erdim çetin bilmecesine,

    Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

     

    Açıl susam açıl! Açıldı kapı;

    Atlas sedirinde mavera dede.

    Yandı sırça saray, ilahi yapı,

    Binbir avizeyle uçsuz maddede.

     

    Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;

    Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.

    İçiçe mimari, içiçe benlik;

    Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!

     

    Nizam köpürüyor, med vakti deniz;

    Nizam köpürüyor, ta çenemde su.

    Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;

    Suda ezel fikri, ebed duygusu.

     

    Kaçır beni ahenk, al beni birlik;

    Artık barınamam gölge varlıkta.

    Ver cüceye, onun olsun şairlik,

    Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.

     

    Ötelet öteler, gayemin malı;

    Mesafe ekinim, zaman madenim.

    Gökte samanyolu benim olmalı;

    Dipsizlik gölünde, inciler benim.

     

    Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!

    Heybem hayat dolu, deste ve yumak.

    Sen bütün dalların birleştiği kök;

    Biricik meselem, Sonsuza varmak...


  13. iş yerinde arkadaş abiler aralarında muhabbet ediyorlar konu fesbok derken zatın biri diğerine aynen şöyle diyor kanki senin feste bir kız gördüm çok hoştu bana ayarlasana onu diyor o kankiside ona kim diye soruyor oda ismini unuttum kırmızı bir başörtüsü vardı neydi adı yaaa falan derken adamcığaz ismi ....... diyor oda heee heee o diyor ismi o adam ulan o benim nişanlım şer..zz diyor ve başlıyorlar tartışmaya bana kalansa uzaktan izleyip tebessüm etmek.


  14. bilindiği üzere şuan ülkemizde kullanılan takvim miladi takvimdir. miladi takvim hicri takvime göre yaklaşık olarak 30 veya 33 yılda bir 1 sene fazla atar her sene içindeyse 10 gün fark atar yani kısaca kurban bayramı ramazan ayı ve diğer bütün islami gün ve ayların yıllık takibine bakıldığında her yıl geçen yıla göre 10 gün erken başlanır miladi takvime göre düşününki bir toplum bütün islami dini günlerini aylarını bayramını mübarek gün ve gecelerini herşeyini hicri takvime göre ayarlıyor öyle yaşıyor ama gel görki doğru olanın bu olduğunu bildiği halde kendince özel gün olarak seçtiği doğum günü evlilik yıl dönümü bilmem neyin yıl dönümünü miladiye göre hesaplıyor hatta vefat etmiş olan yakınları için Kur'an-ı Kerim, mevlüt okumalarını miladi takvime göre hesaplıyor. şöyle bir düşünmek lazım mademki doğru olan hicri takvime göre hesaplamak o halde niye miladiye göre hesaplarızki her yıl 10 gün fark ediyor 33 yılda bir seneye yakın tekamül ediyor o halde şuan otuz küsür yaşında olan bir insan gerçekte kaç yaşında misal:33 yaşındaki bir zat gerçekte 33 yaşındamı yoksa 32 yaşındamı? ey müminler inandığımız gibimi yaşayacağız yoksa yaşadığımız gibimi inanacağız karar bizlere ait ama gerçekler ortada hele hele evlilik yıldönümü, doğum günü ve benzeri günleri unuttuğu için eşinden ayrılanlar veya yakınlarıyla arası açılanların olduğunu gördüğümüz şu hayatta acaba ney ne kadar doğru?

    bu görüşlerimin tamamı bana ait fikirsel bir düşüncedir illede dediklerim doğrudur tartışılmaz demiyorum.


  15. nasip olursa tuğra dergisi çıkarmak istiyorum ama araştırdım maliyeti çok yüksek çıktı benimde imkanım kısıtlı ama olsun birgün nasip olursa tuğra dergisi adındaki dergimi yerel bazda hazırlayacam ne güzel yokluk çekmek birşeylerin hayalini kurupta bir duvara toslamak imkansızlık çekmek, tüm tasarımı içeriğini beynimde hazırladım bakalım nasip olacakmı yıllar önce şuanki hiçbir imkan yokken dahi üstadın m.akif ersoyun ve benzeri dava adamlarının bunu başara bilmesi bir teselli oluyor kim bilir belki birgün nasip olur.


  16. sigara içen biri olarak şu yorumu yapabilirimki sigara içenlerin kulağına bu söz her ne kadarda hoş gelsede sigaranın doğru birşey olmadığı kanaatindeyim nefsime uyup içiyorum RABBİM beni ve benim gibilerine bırakma azmi versin şeytan zaten bir şekilde kandırmış benim gibi sigara içenleri alışkanlık haline getirttirmiş her daim bunun ızdırabı vardır birde doğru birşeydir deyipte şeytana hepten kapıyı ardına kadar açmak yanlış birşeyi doğruymuş gibi söylemek sanırım doğru olmaz, bu arada siğara hakkında kimi hocayım diye geçinenlerin hakkında haram dır fetvaları vermeleri ve hayrettin karaman gibi karamanın koyununu örnek alim fetva sı gibi lanse edip haram damgası vurmakta doğru değildir caiz dir damgası vurmakta doğru değildir.


  17. üstadın bir yazısını okuyordum fikirle alakalı bir konu bu konu o kadar manalı geldiki bana okudukça sanki ben o kitabı okumadan önce üstada derdimi hal etmişimde o bana cevap verir gibi öyle ince bir noktadan bahsetmeye başlamıştı, döktürmüştü yine o kuru toprağa yağmur damlalarına denk bir edasıyla normalde ben kolay kolay yazarların fikirsel yazılarında ne demeye çalıştığını tam anlayamazdım fakat üstadınki o kadar anlamlı geldiki sanki dedim şuan karşımdada fikir muhasebesine oturmuşuzcasına anlatıyormuşcasına, Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin davasını fikrini amacını anlamayıp onu tanımamak ne kadar yanlış berbat bir hal ise onu anlamadığı halde onun büstlerini heykellerini yapıpta manasızca karşısına geçip boş boş bakmanın tezatlığından dem vuruyordu aslında üstad orda kendinide anlatıyordu onu sadece şair bir yazar gözüyle görmenin manasızlığını anlatıyordu davasının anlaşılmasının gayretindeydi tüm insanları anlatıyordu her insanın aslında iletişim içinde olduğu samimi olduğu kişilerce doğru anlanılmasının gayretindeydi, bir konu anlatmıştı fakat herkezi bir konu içinde anlatabilme yeteneğini konuşturmuştu sevdiğiniz saygı duyduğunuz bir insanı fikir dava mana yönünden anlamayıpta sadece dış görüntüsüne bakıp apışıp kalarak öylece seyre dalmak veya bir iki öne çıkmış özellikleriyle bilinmek sadece bir marka imajı gibi algılanmak değilde ruhen çözebilmek onu doğru anlamayı kavrayabilmek, yani sadece maddi yanıyla tenazül etmek değilde manevi yöndende beyinlere gönüllere nakş edebilmenin gayreti içinde olunulmasını anlatıyordu ben anladım üstadın anlatmak istediklerini fakat İNŞALLAH doğru anlamıştırım çünkü bazen insan birşeyler dökülür o mechul deryalarından karşısındakinin gerçekten anladığını sanır ve tam olarak anlasın diyede özel bir gayret sarf eder sanarki beni anlayan tek insan bu der buda anlamazsa kimse anlayamaz gayri beni diye düşünür lakin birde bakar ki evet anlamıştır o kişi seni ama yanlış anlamıştır o andan itibaren fikir davası yolunda öylece yalnız ilerlemeye devam edersiniz bir yoldur fikrin davasını gütmek o yola yalnız başlarsınız yolculuk esnasında ara ara birileri size yaklaşır biraz mesafe kat edersiniz onunla tam güvendiğiniz sıcaklık hissettiğiniz anda o tekrar yolunu değiştirir ve gider ardınıza bakarsınız kimse yok önünüzde sağınızda solunuzda kimse yoktur kişi olarak o yüzdenki fikir konusunda insanın karşısındakini anlama kuramı bence tartışmalıdır.

×
×
  • Create New...