Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

zuhurat

Üye
  • Content Count

    15
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    2

Posts posted by zuhurat


  1. Büyük Doğu Yayınları e-maillerimize yanıt vermiyor, belki siz verirsiniz.

     

    Eğer siz de tatmin edici bir cevap ver(e)mezseniz, bir daha Üstad Necip Fazıl'a dair olan bu sitede vaktimizi çar çur etmeyeceğiz! Hatta üstadın kusura bakmayın amma kitaplarını dahi okumayacağız. Sebebini delilleriyle aşikar edeceğiz birazdan…

     

    Öncelikle; biz üstad gibi mümtaz, münevver bir mütefekkire haddinden fazla değer veriyorsak, üstadın kitablarını basan yayınevinin -ve onun adına forum açan gönüldaşların- bize daha fazla değer vermesini isteriz... Eğer biz varsak siz varsınız. Biz olmasak kim okuyacak üstadın kitaplarını? Kim para kazandıracak size?

     

    Şimdi, bu sitede şiirler paylaşılıyor, iyi, güzel, hatta bana kalsa üstadın kitapları da çok cüz’i fiyatlarla satılsın –bedava olsun desem ayıp olacak- derim amma madem indirim yapılmıyor ve üzerimizden büyük paralar kazanılıyor; ben de derim ki o zaman; “Biz üstadın bir kitabına kaç liraverdik, haberiniz var mı?”

     

    Tuzumuz kuru olsa hiç mühim değil! Külliyatını edinirim üstadın! Bir de kitapların baskı kalitesi kötü olunca, gel de isyan etme. Bu yazıyı boşuna kaleme almadık. Bu konu üzerine bir hicviyye dahi yazılırdı ya, her neyse…

     

    Yaşadıklarımızı anlatalım da dinleyin, bizim kimseden gizlimiz saklımız yok.

     

    Sözümüz meclisten dışarı amma fazla para kazanmak adına kul hakkı yemek büyük bir vebaldir diye düşünmekteyiz. Ve biz, hakkımızın yendiğini düşünüyoruz. Ve bizim gibi nicelerinin hakkı yeniyor. Nasıl yeniyor? Hep birlikte görelim...

     

    Büyük Doğu Yayınlarına gönderdiğimiz maili (yazımın bazı yerlerinde değişiklik yaptım amma eski mesajla arasında fazla fark yoktur efendim!) burada da aşikare paylaşalım ki ibretlik olur belki!

     

    Merhaba efendim, ben Kayseri’de ikamet eden bir üniversite talebesiyim. Ailesinin eline bakan bir gencim.

     

    Merhum Üstadın “Öfke ve Hiciv” kitabını bir internet sitesinden 17 TL’ye satın almıştım -ki kargo parasıyla 22 TL ye maloldu. Bu fahiş çok zoruma gitti açıkçası.

     

    İnternetten bu kitabı aldığım için zaten pişmanım amma bu kitabı normal olarak ucuz bir fiyata da alsam yine ikinci bir pişmanlığımolurdu,çünkü kitabın dörtte üçü boşluktan ibarettir! Yani, resmen kağıt israfı yapmış mübarekler!

     

    Olan oldu bir kerre. Üstadı çok sevdiğim için katlandım bu maddi ve manevi çileye..

     

    Aradan biraz zaman geçti, Öfke ve Hiciv’in eski bir baskısını bir yerde incelemek nasib oldu. Tevafuk işte, Allah kalbimizi biliyor inşallah!

     

    Kitabın elimdeki yeni baskısıyla diğer eski baskısı arasındaki dağlar kadar farkları, hataları...vs görünce resmen dut yemiş bülbüle döndüm!

     

    İncelediğim eski baskı, Temmuz 1988 baskısıdır ve benim aldığım yeni baskıdan daha kalitelidir.

    Bir kerre; eski baskının yazı puntoları daha net! Bazı şiirlerde eski kelimelerin manaları verilmiş. Hem Arabi kelimelerin, hem de Fransızca kelimelerin! Ayrıca bir şiirde -eski baskıdan bahsediyorum- mücerred şahsiyyet diye özel bilgi verilmiş. Şiirlerin sırası bile farklı yahu, bu ne böyle?! Belki bazı şiirler yeni baskıya alınmadı, nereden bileceğim ki?

     

    Benim elimdeki baskı, Ağustos 2008 (7. Basım) ve çok basit, sıradan bir basım... Yukarıda neden sıradan olduğunu açıkladım. Üstadın hece veznine uymayan şiirleri var. Hatta bazı şiirlerin puntosu o kadar silik çıkmış ki yeni baskıda, tam çıkmayan harfler dahi var!

     

    Hem, biz Siyasi hicivleri -o dönemlerde yaşamadığımız için- anlayamıyoruz? Acaba hangi olaya istinaden bu anlık öfke mahsulü olan şiirler yazıldı? Bunlar hakkında da kısa bilgiler verilebilirdi o güzelim sayfaların bomboş kalan üst kısımlarında, öyle değil mi?

     

    İncelediğim eski baskının ilk sahifelerinde Öfke ve Hiciv’in ilk defa hangi yıl yayınlandığı da yazmakta (Şubat 1986) ama elimdeki yeni neşirde yazmamakta. Neden?

     

    Bu kitap 272 sayfadan müteşekkil ama yarısından fazlası, hatta dörtte üçü boş yukarıda da belirttiğimiz üzere. Yani kağıt israfıdır bu hemşehrim!

     

    Aynı şey, kütüphaneden okumak için aldığım Çile’de de mevcut. Şiirlerin mizanpajı bile hoş değil. Boş sayfaları doldursalar, kitab yarı yarıya inecek yahu. Kitap hacimli görünüyor amma zorlasanız yarıdan daha fazla inceliğe iner o kitabın her ikisi de…

     

    Gerçekten bu büyük bir hayal kırıklığı oldu benim için. Kör kuyuda merdivensiz kalsam bu kadar zoruma gitmezdi.

     

    Ve benim durumumda olan nice kardeşlerimizin bu vahim durumdan şikayetçi olduğuna kaniim.

     

    Eğer tüm bunlara rağmen derseniz ki; “Ne bu şiddet bu celal be birader! Değer mi bir kitap için yaptıklarına?!”

     

    Ben de derim ki; “Eeee, dinsizin hakkından kimin geldiğini/geleceğini bilen bilir...”

     

    Sizi bu zamana kadar irşat etmedilerse, biz ederiz. Ola ki bu sayede Türkiyedeki diğer yayınevleri daha iyi kitap basmayı öğrenir!

     

    Arz ederim....

    • Like 1

  2. Özel mesaja gerek yok, açıkça yazalım, herkes görsün...

     

    İskender Pala, Kronolojik Divan Şiiri Antolojisi adlı kitabına ( benim okuduğum baskı; 4. Basım, Ekim 2004, Kapı Yayınları)

     

    Şeyh Galib Dede'nin;

     

    âteş" redifli gazelini -ki bu gazelin orijinali 9. beytten oluşur lakin mevzubahis kitaba 7 beytini almıştır müellif...- eksik almıştır...

     

    "varsa sendendir" redifli gazelini -ki işbu gazel Hz. Pîr Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (k.s) Hazretleri için yazılmıştır ve 10 beytten müteşekkildir. Lakin müellif, kitabına bu şiirin 6 beytini almıştır, gerisini çöpe atmış galiba!- gazelini eksik almıştır...

     

    "Gizlesem de aşikar etsem de canımsın benim" adlı şarkısının iki dörtlüğünü kitabına almış ve şarkının geri kalan kısmını -ki bu şarkı 5 dörtlükten oluşmaktadır efendim- adamdan saymamıştır!

     

    Diğer şairleri incelemedim, zira bilgim yok, Allah ü alem, diğer şairlerin şiirleri de tam alınmamış olabilir.

     

    Müellifin kitabına aldığı diğer Klasik şairlerimizin şiirleri konusunda günahını almak istemem lakin Şeyh Galib'in bazı şiirlerini -mesela "düşdü" redifli gazelini- kitaba tam alıp da yukarıda misal verdiklerimizi tam almazsanız, işte böyle sert eleştirilere maruz kalırsınız. Bir insan kitaba bir şiiri ya tam almalı, ya da hiç almamalı...


  3. Neyzen Tevfik günahkar bir derviştir hepimiz gibi. Alim değildir, evliya değildir. Hazret dememiz, ona muhabbetimizden ötürüdür. Allah rahmet eylesin.

     

    Neyzen Baba, Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) Na't yazacak kadar irfan sahibidir. Bu mühim konuya dindar insanlarımız vakıf değiller tahminimce. Neyzen'in o naatlarını anlayacak insan sayısı yok denecek kadar az, hatta hiç yok desem ayıp olmaz sanırım.

     

    İnsanlar onun içki yönüne, berduş hayatına bakıyorlar.

     

    Halbuki Neyzen, kendine Babalık yapan, Farsça, Fransızca öğreten Mehmed Akif'i, meteliğe kurşun atmasına rağmen -zaten Neyzen, ömrü boyunca paradan, varlıktan, tanınmaktan...vs nefret etmiştir- Mısır'a giderek ziyaret eder ve ona ney üfleyip geri döner.

     

    İşte Neyzen, bu kadar da hamuru sağlam bir pir-i fanidir..!

     

    Neyzen'in şiir dilini entelijansiyamız dahi anlayamaz.

     

    Benim de Neyzen'in eleştirdiğim noktaları var. Mesela o kadar insanı hicvetmiş lakin cumhuriyet dönemindeki bazı şahısları eleştirmemiş... :) Gerçi yine hicvettiklerini hicvetmiş yani...

     

    Neyzen Tevfik, Anladın Mı? şiirini, son demlerinde, irticalen, dostlarına pişman olarak yazdırtmış. Pişman olma sebebi, dikkat ettiyseniz şiirin son mısraında "Özründen çok büyük kabahat etme" yazıyor. Neyzen, burada kendine sesleniyor. II. Abdülhamid Han'ı zamanında hicvettiği için hatasını anlamış ve bir nevi özür dilemiş.

     

    Fakat şiirin muhtevasıyla II. Abdülhamid Han Hazretleri arasında hiç alaka kuramadım...

     

    Hilmi Yücebaş'ın bir kitabında yazıyormuş bunlar, fakat ben o kitabı okumadım, belki aramızda okuyan vardır.

     

    Yalnız şunu da söyleyelim; Neyzen Tevfik hakkında yazı kaleme almadan evvel onu çok iyi tanımak ve idrak etmek icab eder. Neyzen'e ait olmayan şiirler onunmuş gibi fink atıyor internet ortamlarında... :) Buna dikkat etmeliyiz. Bu cahilane tavırlar şahsen beni üzmektedir. Zira Neyzen iyi adamdır. Meyhanede Kâbeyi inşa etmek her babayiğidin harcı değildir.

     

    Başka da bir şey demiyorum, kimseye zorla sevdiremeyiz Neyzen Baba'yı...


  4. Eyvallah efendim...

     

    Ben bu foruma tartışmak için gelmedim amma madem öyle dediniz, cevab vereyim.

     

    Bu forumdaki insanlar Merhum Necip Fazıl'ı -ister tefekkür manasında olsun, isterse edebi- üstad olarak görürler, öyle değil mi?

     

    Yani, "Üstad Necip Fazıl" demek yerine, "Üstad Necip Fazıl Kısakürek Hazretleri" de diyebilirsiniz -ki bu tip şeyleri kafaya takmamak lazımdır...

     

    İnsan, sevdiğine ve üstadına Hazret diyebilir. Tabii ki hakkını teslim edecek kadarıyla, fazla büyütmemek koşuluyla...

     

    Hazret kelimesi büyüklere hürmet maksadıyla söylenir. Neyzen Tevfik, bana göre büyük bir insandır, ben de ona böyle ithaf ettim.

     

    Ulu Hakan Abdülhamid Han Hazretleri, Gazi Osman Paşa Hazretleri... gibi.

     

    Yani, biraz geniş bakma lazım olaya diye düşünüyorum. Sonuçta biz sevdiğimiz üstadları -haşa- putlaştırmadıktan sonra mesele yok.


  5. Ben okuyacağımı okudum ve neyin ne olduğunu gözlerimle gördüm güzel kardeşim.

     

    İ. Pala'nın iki kitabını okudum. Diğer kitaplarını bedava verseler okumam artık.

     

    İbret numunesi olarak; bazı şairlerin bazı gazellerini kitabına eksik almış. Bu ne demek yahu? Açıklasın bakalım, ne yani?

     

    Bu vahim durum, cemiyyetin kendisini ilmi manada tanıması için ölçü olarak yeter! Başkalarını bilemem amma beni kendisinden soğutmaya artar bile!

     

    Zât-ı alilerine ilmî manada zerre kadar güvenim kalmamıştır, isterse yüz tane roman yazsın.

     

    Neden bu kadar üzgün ve asabiyim peki?

     

    Çünkü bir şiiri kitaba eksik almak demek, o şiire, o şiirin şairine ve o klasik geleneğe ihanet etmektir. Bu akıllı millete nasıl yutturuyorlar, anlamış değilim.

     

    İ. Pala bir şairin divanını baştan sona şerh etsin, ondan sonra konuşalım.

     

    Zira, tek tek şiirleri alıp incelemek başka, günümüz Türkçesine çevirip yorum yapmak başka, şerh etmek ise bambaşka!


  6. İ. Pala şiir şerhleri yapmıyor, sadece günümüz Türkçesine çeviriyor. Şerh başka bir ilimdir...

     

    İ. Pala bu zamana kadar divan şiirinin hakkını verememiştir...

     

    İ. Pala bu zamana kadar Fuzuli, Baki'yi, Şeyh Galib'i, Naili gibi büyük zevatın divanlarını müstakil olarak şerh etmemiştir.

     

    İ. Pala, divan şiiriyle ilgili almış olduğum iki kitabına da şairlerin gazellerini eksik almıştır...

     

    Hasılıkelam, ilme yakışmayan bir şeydir bu.

     

    Şiir hakkında konuştuğu gibi şerh hakkında da konuşursa, -ve hatta yaparsa- daha iyi olur. Ama bu saatten sonra pek zannetmiyorum, zira beni divan şiirinden soğutmuştur kendisi...


  7. Biz râh-ı emelde cüst ü cû etmemişiz

    Bir kimseye sarf-ı âb-ı rû etmemişiz

    Bir dergâha kendi dergâhından gayrı

    Allah bilir ki ser-fürû etmemişiz

     

    Nâbî

     

    Şerh:

     

    Biz, şiddetli emel yolunu öğrenmek için hiç kimseye bir şey sormadık, -heyhat ki- bu yolun basit raconunu da araştırmadık! Biz, basit adamlar ve basit-geçici dünya emelleri için namusumuzu harcamadık, harcattırmadık da! Onların raconu, bizim yolumuza sökmez!

     

    Hasılıkelam, biz, şerefimizle yaşamışız ve Allah'ın dergahından başka bir dergaha asla ve kata baş eğmemişizdir...!


  8. Menzil’e gitmeden evvel işbu beyt tarafımızdan kaleme alınmıştır:

     

    Baktığımdan ziyade, hayalim bile haram,

    Nefsimin zulmetine her dem eyliyorum ram!

     

    07.09.2012, Kayseri

     

    Ahmet Kemal YILDIZ

     

    Köyden geldikten sonra da bu koşma kaleme alınmıştır bi-iznillah ve Seyda Hazretlerinin himmetleriyle inşaalllahu teala;

     

    Tabiiyyet

     

    Kelimeler anlatamaz o hâli,

    O anda aklımdan nefsimi attım!

    Hissettiğim bu tarifsiz ahvali,

    Ağyardan müstetir minvalde tattım!

     

    Aniden felç olduğumu sezince,

    Ayaktayken öldüğümü sezince,

    Hep boş nefes aldığımı sezince,

    Benliğimi gördüm, kendime çattım!

     

    Kurbanım diyerek gülümseyenler,

    Sofilik tacını aşkla giyenler

    Yâd-ı hayâl-i yâr ile ayanlar,

    Dualar üstüne dualar kattım!

     

    Sultanımın nazarları berdardır,

    Üstadım, babamdır, bizle girdardır,

    Menzil’e vasl olan hep giriftardır,

    Visale tabiyim, nefsimi sattım!

     

    10,09,2012, Kayseri

     

    Ahmet Kemal YILDIZ


  9. Kendi adıma derim ki; üstad gibi güzel koşmalar, şiirler yazabiliyorum. Yalancı şair değilim amma yazıyorum yani. :) Gün geçtikçe daha iyiye gideceğime inanıyorum. Sayın İskender Pala şiir nasıl yazılır gibi şeylerle uğraşacağına, divan şairlerimizin divanlarını şerh etsin... :)

     

    Kendimi övmek için demiyorum. Üstada bir şiir dahi ithaf ettim. :) "Buna kim alem-i imkan derler. Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz" diyenler boşuna dememiş güzel dostlar... Şair olmak için, istemek ve inanmak yeter vesselâm....


  10. Merhaba efendim...

     

    Bu başlıkta, müsaade buyurursanız, acizane ve cahilane cür'etle, sevdiğim şiirlere yaptığım şerhleri paylaşacağım.

     

    Bereketli olacağını düşünüyorum...

     

    Yapılan şerhlerin her hakkı fakire mahsustur...

     

    Öncelikle şerhin ne olduğunu hep birlikte tarif edelim. Üstadın şiirlerini bu zamana kadar niçin şerh etmediler, onu da bir sorgulayalım. Yalnız şunu söyleyeyim, ben üstadın şiirlerini değil, başka şairlerin şiirlerini bu başlıkta şerh edeceğim inşaallah...

     

     

    Bence şerh;

     

    Edebî, hukukî yahud dinî eserleri herkes tarafından daha anlaşılır kılmak için tafsilatıyla açıklamak, izah etmektir.

     

    Mesela Şair Fuzûlî’nin Su Na’t-ı Şerif’ini (Su Kasidesi değil!) herkes anlayamacağı için şerh ederiz. Sadece dil içi çeviri yapmak, şiire vakıf olmamız için yeterli değildir.

     

    Fakat şerh yaparken, (özellikle şiir şerhlerinde) şiirde geçen kelimeler hakkında bilgi verilmesi icab eder. En ince ayrıntısına kadar. Mesela; şair meramını açıklamak için nerede hangi söz sanatlarına başvurmuş; Nerede iktibas yapmış, hangi ayet-i kerimelerden telmih yapmış, bunlar hakkında geniş bilgi verilerek satırlar tek tek açılır…

    Dini metinler; mesela Kuran-ı Kerim şerh edilmez, tefsir edilir. Tefsir de -tabiri caizce- bir nevi şerhtir. Fakat Kur’an-ı Kerim’i, hadisleri, ya da din alimlerinin ve ariflerinin sözlerini herkes kafasına göre çalakalem yorumlayamaz.

     

    Herkesin anlayış kabiliyeti, derecesi farklıdır. Ve her tefsiri herkes aynı derecede kavrayamaz.

     

    Aynı durum şerh için de geçerli olsa gerektir.

     

    Bir de haşiye vardır. Ana metnin sayfa kenarlarına açıklayıcı kısa yazılar şeklinde. O da bir nevi şerhtir. Fakat tekniği farklıdır.

     

    Hukuki metinler de şerh edilir. Zira bizim gibi sıradan insanlar hukuk terimlerini ddahi anlamakta güçlük çeker. Zira sürekli hukukla iç içe değilizdir. Hukukçuları, hukuk kuralarını, yasaları…vs halkın anlayacağı dilde açıklaması, bizlere anlatması gerekmektedir.

     

    Bir şiiri; daha doğrusu manası herkese açık olmayan “kapalı” eserleri şerh edebilmek için hem ilm, hem irfan, hem de edeb sahibi olmak gerekir. Her babayiğidin harcı değildir şerh. Büyük emekler verilmelidir.

     

    Günümüzde böyle insanlar var mıdır bilmiyorum ama şarih olmak için "bil"mek, "ol"mak ve ihlasla öylece "kal"mak lazımdır vesselâm...

     

    Bazı çeviri örnekleri (aslında şerh demeye dilim varmıyor, o yüzden çeviri dedim)

     

    Açılır bahtımız bir gün hemen battıkça batmaz ya

    Sebepler halk eder Hâlik, kerem bâbın kapatmaz ya

    Benim Hakk’a münacâtım değildir rızk için hâşâ

    Hüdâ Rezzâk-ı Âlemdir rızıksız kul yaratmaz ya

     

    İbrâhim Hakkı Erzurûmî

     

    Arif olan anlar lakin kısaca açmak gerekirse haddimize olmayarak şunları söyleyebiliriz: Hazret bu dörtlükte, bahtımızın elbet bir gün açılacağını, başımıza gelen ve bahtsızlıkmış gibi görülen olumsuzlukların elbet bir gün biteceğini; Allah'ın bizleri imtihan etmesini, -haşa!- rızk kapısının kapalı olması olarak algılamamamız gerektiğini latif ve beliğ bir üslupla beyan etmektedir efendim...

     

    Bir çeviri/şerh denemesi:

     

    Tahayyül eylesem ânı gönül huzuru bulur

    Tezekküründe visali kadar telezzüz olur

     

    İbrâhim Hakkı Erzurûmî

     

    O'nu dimağımda canlandırsam, hayale getirsem gönlüm huzuru bulur! O'nu unuttuktan sonra tekrar hayale getirsem, sanki O'na (sevdiğime) ulaşmış, O'na kavuşmuş kadar zevk ve tad alırım...!

     

    Bir açıklama/şerh denemesi:

     

    Cehd eyle bir ârif-i dânâyı bul

    Ya bir sânem-i lâtîf ü ra'nâyı bul

    Bu ikisinin biri nasib olmazsa

    Evkâtını zâyi' etme tenhâyı bul

     

    İbrâhim Hakkı Erzurûmî

     

    Çalış, bilge bir ârif, mürşid-i kamil bul. Ya da mülayim, yumuşak, nazik ve çok güzel bir sevgili; latif güzel sözlü birisini bul. Şayet bu ikisinin biri de nasib olmazsa, vakitlerini kaybetmeden boş, kimsesiz, yalnız bir yeri bul... Eşşek gibi ortalıkta dolaşma yani diyor Hazret... :)

     

    Bir çeviri ve şerh denemesi daha:

     

    Âdile fırsat da düşse kinden istib’ad eder

    Zâlim idbara düşerken dinden istimdâd eder

     

    Cennetmekân Neyzen Tevfik (Kolaylı) Hazretleri bu beyitte der ki:

     

    Âdil insanların ellerine, kendilerine kötülük yapanlara karşı intikam alma fırsatı geçse dahi nefreti kendilerine asla yakıştırmazlar!

     

    Yani intikam almazlar, hatta mütevazi bir tavırla kötülük yapanı hemen afvederler!

     

    Fakat zalimlerin işleri ters gittiğinde, dini inançlardan medet umarlar, yani Allah'a münafıklar gibi dua ederek bir de utanmadan yardım isterler…!

     

    Bir şerh/açıklama/çeviri denemesi:

     

    Söylemem derdimi hem-derdim olan âha bile

    Belki sînemdeki şu nâle-i cângâha bile

    Kendi bî-şübhe bilir râz-ı derûnum yoksa

    Ehl-i dil söyleyemez derdini Allâh’a bile

     

    Seyyîd Nesîmî

     

    Derdimi, benimle aynı derdden muzdarib olan sadrıma söyleyemem. Hatta, can evimdeki iniltici nağmelere dahi bu sırrı söyleyemem. Yoksa kalbimdeki sırlar kendini tereddüdsüz olarak bilir! İşbu yüzdendir ki, gönül ehli olanlar derdlerini Allah’a bile söyleyemezler… Ve bu sırra da sadece ehl-i dil olanlar vâsıl olur, vesselâm...

     

    Ahmet Kemal YILDIZ

     

    02.12.2012, Kayseri


  11. MAHMÛD SÂMİ (K.S.) EFENDİ’DEN NASİHATLAR

     

    * Mü’minler bir kök’e, bir asla bağlıdırlar ki, o da ebedi hayâtı tahakkuk ettiren İMÂN’dır.

     

    * Mü’minlerin haklarını korumak ve menfaatlerini gözetmekteki din kardeşliğinizi Allah’tan korkarak yapın! Kardeşlik olan yerde şefkat vardır.

     

    * Din kardeşliği, temeli toprak olan sıhrî kardeşlikten daha kuvvetlidir.

     

    * Bizim yolumuzda teslimiyet gereklidir. Teslim olan ilmin en yüksek mertebelerine vâsıl olur.

     

    * Âlimin teslimiyeti güç, irşadı kolaydır. Cahilin teslimiyeti kolay, irşadı güçtür.

     

    * Her mü’min ilm-i hâlini, ferâz-i diniyyesini kendisi öğrenmesi farz-ı ayn’dır. İlmihâlini öğrenmeyen kimse günahkâr olur. İslâm diyarında cehâlet mazeret sayılamaz.

     

    * Eğer ki âlim ilmiyle âmil olmazsa, câhil ilim öğrenmekten vazgeçerse, zengin malında buhl (cimrilik) ederse, fakir de dünyâsı için âhiretini satarsa; helâk onlar için yetmiş kerre…

     

    * Cenab-ı Allah’ı lâyıkıyla bilmeyenler, Allah’tan korkmazlar. Halbuki Allah Teâlâ’dan lâyıkıyla korkmak lâzımdır.

     

    * Muvâlât-ı evliya (Allah dostlarına muhabbet) ve muâdât-ı âdâ (Allah’ın düşmanlarına düşmanlık) efdal-i tâattır. (İtaatlerin en üstünüdür.)

     

    * Eğer mukadder olan musibet ise ondan kaçmakla kurtulunmaz. O yazılmışsa kaçanlara da oturanlara da isâbet eder. Böylece i’tikad etmeli, kalbe böyle kuvvet ve metanet vermeli.

     

    * Allah Teâlâ’nın kulundan yüz çevirmesinin alâmeti, o kulun mâlâya’ni ile meşgul olmasıdır.

     

    * Dünya muhabbeti günahların pîridir. (Dünya sevgisi bütün günahların başıdır.)


  12. Efendimiz (s.a.v.) bir gün Ebu Cehil’e demiş ki “Şu taşlar kelime-i tevhid etse, kelime-i şahadet getirse, Müslüman olur musun?”.

     

    “Olurum!” demiş...

     

    Efendimiz (s.a.v.) taşları eline almış, “konuşun” buyurmuşlar. Taşlar şehadet getirmeye başlamış

    .

     

    Ebu Cehil yine Müslüman olmamış.

     

    İlginç olan nokta şu:

     

    İrfan ehli der ki, o taşlar o anda konuşmaya başlamadı. O taşlar, daima o zikri yapmaktaydı. O an Cenab-ı Hakk Ebu Cehil’in kulağından perdeyi kaldırdı da o işitmeye başladı!

     

    Hace Ubeydullah Ahrar (k.s.), “Bir eve penceresi kadar düşer ayın ışığı” buyurmuşlar.

     

    Camları, perdeleri çekili bir evde oturduğunuz vakit, neden ay ışığı düşmüyor bu eve diye sormaya hakkınız yoktur.

     

    Evet, O (sav) “ve ma erselnake illa rahmeten lilalemin” ifadesinin muhatabıdır. Amma, o rahmete agâh olmak için gönlünüzü O’na açıp “El Meded, El Meded…!” diye niyaz etmeniz şarttır…

     

    • Like 1

  13. Üstâd sahifesi yârânlarına ve bu mesajı okuyan tüm cânlara bâkî muhabbet ve selâmlarımı gönderiyor, laf ü güzaflarıma başlamak istiyorum...

     

    Hayat, sükut ile ses arası kadar kısadır acizane fikrimce. Sükut etmek zor, konuşmak çok kolaydır dostlar. Sizi bilemiyorum amma, bizim nefsimiz sükuttan ziyade konuşmaya daha çok meyil göstermektedir. Bu da gaflette olduğumuzun ve bir şeyleri ispat etme arzusunda bulunduğumuzun aşikar kanıtıdır...

     

    Bu zamana kadarki hayati tecrübelerimizden anladık ki; Türk insanı -başta bu satırları yazan kardeşiniz olmak üzere- maalesef dinlemeyi bilmiyor. Konuşmayı zaten bilmiyor. Zira önce dinlemeyi / işitmeyi öğrenmeliyiz... Bize mekteplerde bunu öğretmediler. Suçun yüzde kaçı bizdedir, orasını Allah bilir...

     

    Sürekli konuşuruz, cahilane cüretle...

    Konuştukça batarız, amiyane tabirle...

     

    diye doğaçlama bir beyit doğdu gönlüme konuyla alakalı olarak...

     

    Şimdi size soruyorum... Sürekli çene çalan, boş konuşan, ya da dolu da olsa çok konuşan insanı, hele ki dinlemeyi hiç bilmeyen okumuş/okumamış cahilleri kim sever?

     

    Bence kimse sevmez...

     

    İnsanoğlu, sükut ettiği kadar büyüktür arkadaşlar. Susmak, nefsi terbiye ettirir, öyle değil mi? Dinlemeyi bilen, sükut etmeyi de bilir. Kelimeleri seçerek sözü zayi etmeden konuşmak kadar da büyük erdem olmasa gerektir!

     

    Zira sürekli susmak da iyi değildir. Bunun kararını bilmek lazımdır.

     

    Cenab-ı Mevlânâ (k.s.) Mesnevî-i Mânevi'sine "Bişnev..." (İşit...) diye başlamışlardır...

     

    Dinleyen, işiten insan, karşı tarafı daha iyi analiz eder ve anlar... Ona göre düşünerek konuşur. Boş konuşmaktan dilini alıkoyar.

     

    Sözü uzattım, affınıza sığınıyorum, hakkınızı helal eyleyiniz...

     

    Bizim gibi gafillerin nasıl konuşması gerektiğine dair, ders niteliğinde, çok önceden bir takvim arkasında okumuş olduğum bir yazıyı paylaşıyorum...

     

    Saygılarımla...

     

    "Sadi, bir çok meclislerde bulunduğunu, sayısız memleketleri gezdiğini anlatıyor ve bir mecliste konuşurken nasıl davranacağımız konusunda da bizlere önemli ip uçları veriyor:

     

    1 - Ne kadar güzel olursa olsun, söz tekrar edilince usanç verir. Yemekte helva bir kez yenir.

     

    2 - Dostlar arasında konuşurken sırlarını açığa vurma. İçinde sakladığın sır, senin esirindir. Açığa çıkınca, sen onun esiri olursun.

     

    3 - Etkili konuş. Kendi düşüncelerini benimsetmek için nasihat eden kimsenin, kendisi nasihata muhtaçtır.

     

    4 - Elinde kesin delil olmadan hiç kimseyi hainlikle suçlama.

     

    5 - Yüzüne karşı övgüde bulunandan uzak dur. Kusurları yüzüne karşı söylenmeyen insan korksun.

     

    6 - Düşünmeden konuşursan çok hata yaparsın.

     

    7 - İlim ve yetenekle başa çıkamadığını arkadan çekiştirme.

     

    8 - Cahil için susmaktan daha değerli bir şey yoktur. İnsanı dili rezil eder.

     

    9 - İçsiz ceviz, hafifliğinden belli olur. Bir atasözümüzde şöyle denilmektedir: "Söz bilirsen; söyle, ibret alsınlar. Söz bilmezsen; sus da adam sansınlar"

     

    10 - Konuşmalarında insanların gizli kusurlarını açığa vurma. Hem onları rezil edersin, hem de kendi güvenilirliğini yitirirsin.

     

    11 - Cahil bir kimse, çenesinin güçlü oluşuyla âlime üstün gelirse, buna şaşma! Cahil kimse, değerli bir inciyi kıran taş gibidir.

     

    12 - Konuşurken soyunla övünme. Gül dikenden, İbrahim ise Azer'den doğmuştur!

     

    13 - Âlim, ıtriyatçı tablası gibidir. Sesi çıkmaz ama değeri bellidir! Cahil ise davula benzer. Gümler ama içi boştur.

     

    14 - Konuşurken dinleyicinin durumunu dikkate al. Mecnunla konuşacaksan sadece Leyla'nın güzelliğinden bahset.

     

    15 - Düşünmeden konuşan, kendini üzecek cevapları duymaya hazır olsun.

     

    16 - Doğruyu söyleyip zincire vurulmak, yalan söyleyerek zincirden kurtulmaktan daha iyidir!

     

    17 - Ayağına altın dökülse, başına Hint kılıcı asılsa; yine de doğru bildiğini söyleyen kimse, erdemli ve şereflidir.

     

    18 - Neden böyle konuştum diye yakınmaktansa, ne söyleyeyim diye düşünmek daha iyidir.

     

    19 - Hükümdarlara menfaat gözetmeyen ve kellesi koltuğunda olan insanlar nasihat verebilir!

     

    20 - Zamanı gelmeyince konuşma. Hem değerini yitirirsin, hem de sözün anlamsızlaşır."

    • Like 2
×
×
  • Create New...