Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

sakarya70

Üye
  • Content Count

    10
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by sakarya70


  1. Dünya üzerinde ki tüm görüşlerin temelinde bir dava inancının yattığı söylenir. Marksizm, sosyalizm, komünizm, liberalizm vb. tüm görüşler temelindeki oluşturan insanların birer Yahudi yahut mason olarak önümüze çıkarlar. Bunun sebepleri gelişme çağındaki gençlerin gençlik heyecanlarından yararlanıp onları lüzumiyeti olmayan işlerle uğraştırıp vatanlarına ve milletlerine yararlı birer kişilik olmalarını engelleyip kendilerinin toplumda gençler vasıtasıyla yüceltmeyi hedeflerler. Bu durum bazen ülkede kaoslara bile sebep olabilir. Ki bunu da tarihte görüp de güzümüzü kapamak mümkün değildir. Dünyada bu tür görüşlerle en az ilgilenen ülkelerden birisinin de İsrail olması dikkat çekiyor. Sosyalizm, Marksizm gibi hiçbir görüşten söz etmemizse mümkün değildir. Taraftarları ve sponsorları yoktur. Halk toprak almayı ise kendilerine bir sosyalist görev edinmiş bunu yaparken sosyalizmden bahsedenlerde yoktur. Bizim ülkemize gelecek olursak: Bazı zamanında ayak takımı olan insanlar bu görüşlerin önderleri olmaya kalkmış ve bazı kitleler kazanmışlardır. İşi olmayan bu görüşle ilgileniyor ve gençlerinde ilgisini çekmeyi amaçlıyorlar. Çünkü gençler onların ardında gözü kapalı durabilecek tek kitledir. Emek hırsızlığı, haksızlık, adaletsizlik gibi sloganlarla gençleri provoke etmeye yarayan bu takımın bazen sadece kendi çıkarlarına bazense artlarındaki karanlığa hizmet ettikleri aşikârdır. Bugün ben sosyalistim ve işçileri ve mazlumları savunurum diye geçinen gençlere baktığımızda aslında sadece onların iyi çocuk kuramının arkasından gittikleri açıkça belli oluyor. Üniversitelerde, meydanlarda bu görüşler için eylem yapanların, davam deyip saçma isteklere başvuranların artlarında bir amaçsızlık duygusunun yatması da aile tarafından verilen ilgi düzeyine göre değişiyor. Gençlerin bir amaçsız amaç edinme istekleri de verilen eğitimden ve gösterilmeyen yada yarım kalan dini eğitim kaynak olmasıdır. Bir gence ne düzeyde dini eğitim verilirse o vatanı için dini için amaçlar edinmeyi amaç edinir.

     

    Yazıyı kendim yazdım yanlış yada katılmadığınız konularda bilgi almak isterim


  2. Marksistler genel olarak kendi amaçlarını şöyle açıklarlar:’’Bizler tüm dünyada din dil ırk ayrımı yapmaksızın herkesin eşit şartlarda haklar edinmesini, herkesin eşit sosyal hayata varmasını amaç ediniriz’’ derler . Yani ulusal ölçekte bir sosyalist dönüşüm isterler.

    Marksistler dini aşağılayıcı, bağlayıcı, kast sistemli bir oluşum olarak görmekteler. Bunları söylerken hep İslamiyetten başka dinleri göstermeleride dikkat çeker. Aklımıza şu soru geliyor bunlar acaba İslamiyeti tanımıyor mu yoksa işlerine mi gelmiyor. Bunu hem Müslüman hemde marksizmi savunan kişilerinde yapması ilginçtir. Onlara göre kendi dinlerini ismi Sosyalizm’dir. Bir Marksist kişi olan Lenin ise sosyalistlerin ateist olduğunu söyler. Marksistler Laikliği(Dinsizlik) ise kesin bir dille savunurlar. Din onlar için sadece gözleriyle gördükleridir. Bilimin kanıtlayamadığına hiçbir şekilde inanmazlar. Bir diğer görüşleri ise din onlar için bir afyon görevi görür. Sarhoşluk hali yapar ve uyuşturur. Marksizmi İslamiyet te bir hüküm verecek olursak diye bir konu açamam sonuçta din bilgini değilim ama İslamiyet te şunu bilirimki : Her insan Allah katında eşittir. Hiç kimsenin birbirinden ne eksiği ne fazlası vardır. İslamiyet insana manevi ve maddi her açıdan destek olan bir dindir. İslamiyetin insanların eşitlik düşüncesini başka isimler ardında sanki bu dinde yokmuş gibi gösterilmesi kimsenin haddine değildir. İlla ki bazı eşitlik düşüncelerini savunuyorsan dininin altında insan gibi Allah varlığı ve birliğini kabul ederek savun. Bu söylediklerim kendini Müslüman Marksist ilan edenleredir.

    • Like 1

  3. Söylemez küsmüş bize canane söylen söylesin

    Neyledim ol yar-ı alişana söylen söylesin

    Naz-ıla güftara gelmezse helak eyler beni

    Ol cefa vü cevri bi-payana söylen söylesin

     

    Derd-i aşkı gayrıdan sorma ne bilsin çekmeyen

    Anı yine aşık-ı nalana söylen söylesin

     

    Harı zahmından neler çektiğimi gülzarda

    Bağban- bülbül-i giryana söylen söylesin

     

    Bakiya dil durmasın güftara takad kalmadı

    Vaktidir ol husrev-i devrana söylen söylesin

     

     

    Bâki


  4. BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın Mimar Sinan’ın kafatasının mezarından çıkarıldığı, sonra da kaybolduğu açıklaması hafızamı, ilkini 1998 Kasım’ında Zaman’a yazdığım yazılara götürdü. Bu yazıların üzerine televizyon programı yapılmış, Mimar Sinan manşetleri bile şereflendirmişti.

    Öte yandan bu ülkede bilginin neden kısırlaştığının en çarpıcı kanıtlarından birini de görmüş oldum aradan geçen zamanda. Beşir Ayvazoğlu’nun Zaman’da (10 Haziran 2010) Sedat Çetintaş’tan aktardığı iki paragraf hariç bir Allah’ın kulu yeni bir tuğla ekleyemedi yazdıklarıma. Bir sanat tarihi profesörünün benden aldığını saklayarak aynı malumatı pazarladığını bile hatırlıyorum. Bilgi üretmeye vakit bulamıyoruz demek ki.

    Hazır konu açılmışken olaya yeniden bakalım.

    1 Ağustos 1935 günü Sinan’ın Süleymaniye Camii’nin yanındaki mezarı Atatürk’ün direktifiyle Türk Tarih Kurumu’ndan bir heyetin huzurunda açılır. İskelet büyük oranda bozulmuştur (bazı gazetelerse sağlam çıktığını yazar). Kafatası yassı-geniş (brakisefal) çıkarsa ‘Türk’, uzun (dolikosefal) çıkarsa ‘öteki’ olacaktır. Neyse ki, Sinan ‘Türk’ çıkar.

    Bir gazete haberi şöyle verir: “Süleymaniye’de büyük Türk mimarı Sinan’ın mezarında araştırmalar yapılmış, kafatası çıkarılmıştır. Koca dahinin kafatası üzerinde yapılan tetkikat (inceleme), büyük mimarın yalnız kültür itibariyle değil, ırk noktasından da Türk olduğunu göstermiştir. Türkler ırk itibariyle brakisefal, yani yassı yuvarlak kafalıdır. Mimar Sinan’ın kafasının muayenesinde bu büyük başın da brakisefal olduğu meydana çıkmıştır. Mimar Sinan’ın kafatası Antropoloji Müzesi’nde muhafaza edilecektir.” (Cumhuriyet, 5 Ağustos 1935) Ertesi günkü Akşam gazetesinde ise mezarlıklardan toplanan Türk kafatası örneklerinin İstanbul’da Türk İslam Eserleri Müzesi’nde saklandığı bildirilmekte, Antropoloji Müzesi açıldığında oraya devredileceği belirtilmektedir. Ancak müze kurulamadığı gibi, Sinan’ın kafatasının nereye gittiği dahi bilinmemektedir. (İlginçtir, Zafer Toprak 600 sayfalık ‘Cumhuriyet ve Antropoloji’ adlı kitabında Sinan’ın kafatası ölçümünden tek kelimeyle olsun bahsetmez. Gözünden kaçtı sanıyorum.)

    KAFANIN ARKASINDA NE VAR?

    Afet İnan’ın 1947’de çıkan ‘Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri ve Türkiye Tarihi’ adlı kitabı bir başka skandalı ifşa eder. Kitabın şu alt başlıkla çıktığını söylemek yeterlidir: “Türk Irkının Vatanı Anadolu (64 bin Kişi Üzerinde Anket).” Anket denilince sadece görüşleri alındı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Anadolu’daki 64 bin kişi kelimenin her anlamıyla Cumhuriyet’in sözde profesörü Afet İnan ve ekibi tarafından fişlenmiştir!

    Türk Tarih Kurumu’nun depolarında saklandığını öğrendiğimiz bu fişler (hâlâ duruyor mu acaba?) 20 bin 263’ü kadın olmak üzere toplam 64 bin kişi üzerinde pergelle yapılan kafatası uzunluğu ve genişliği, küçük alın, yüz ve alt çene açı genişliği ölçümleri, Prof. Eugene Pittard’ın dediği gibi o zamana kadar Türkiye’den başka ‘hiçbir zaman, hiçbir devletin’ başaramadığı müthiş bir fişlemeydi. 10 bölgeye ayrılan Türkiye’de (muhtemelen bulgularını yanlışlayacak çok sayıda örnek çıkacağı için İstanbul dışarıda bırakılmıştı!) cilt ve saç renginden kulak deliği-bregma yüksekliğine kadar o kadar çok şey ölçülüp fişlenmişti ki, sonuçta Prof. Pittard bile ortaya çıkan 2,5 milyona yakın veri karşısında şaşkınlığını gizleyememişti. Başka neler mi ölçülmüş? Buyurun beraber görelim:

    Göz açıları iç ve dış genişliği; burun ve ağız genişliği; ofrion çene yüksekliği; dudak ve nazion kenarı, nazion çene yüksekliği ile burun ve kulak yüksekliği, bir de kulak genişliği ölçülmüştü. Ayrıca burun profili (düz mü, dalgalı mı yoksa kavisli mi olduğu), göz formu, kafanın arka kısım profili (düz mü, yuvarlak mı yoksa çok yuvarlak mı olduğu) merak edilmişti.

    Bunca insanın kafasının ‘arka kısım profili’nin niye merak edildiğini düşünedurun, aslında Afet İnan ve ekibinin kafasının arkasındaki problemin eşiğine gelmiş bulunuyoruz. Zira sözde profesörün sahte bilim maskesi altında düzenlediği bu apaçık fişlemenin hakiki niyeti, Türkiye’de ‘Türk olmayanların’, yani Kürtlerin oranı meselesidir. Bunu İnan’ın ifadelerinden çıkarmak mümkündür. Şunu ispatlamak istiyorlardı: Türklerin kafatası Avrupalılarınki gibi brakisefaldir. Yani halkımız ‘Alp insanı’dır. Medenidir, o kadar ki Avrupa’yı medenileştirenler de Türklerdir! Bu, bazılarının zannettiği gibi dışarıya karşı ‘biz de sizdeniz’ mesajından ibaret olsa mazur görülebilirdi. Ancak hedef, İnan’ın sözlerinin arasına gizlenmiştir.

    ATATÜRK’ÜN BİLE BAŞI ÖLÇÜLMÜŞTÜ

    Bozulmamış kabul ettikleri ve işlerine gelecek örnekler seçtikleri köylerdeki kafatası ölçümlerinden yola çıkarak Anadolu’nun bir Türk toprağı olduğunu ispatlamak derdinde olduğunu söyleyen Afet İnan, ülkenin batısı ile doğusunun karışık, ortasının ise ‘milli ırk toprağı’ olduğunu açıkça söyler.

    Milli ırkın batı ve kuzeyde Rum, doğuda ise Ermeni ve Kürt nüfusuyla karıştığını fark eden İnan, Anadolu’nun merkez kısmının Türklerin ‘ırkî merkezi’ olduğunu ifade ederken bilinçaltından bir şeyler sızdırmaktadır. Ona göre en fazla brakisefal kafa yüzde 93 ile orta kısımda, en az ise yüzde 62 ile doğudadır. Batıdaki sonuç yüzde 76 çıkmıştır. O söylemez ama Türk olmayanların batıdaki oranı yüzde 24, doğudaki oranı yüzde 38 çıkmıştır. Köşeye sıkıştığını ‘ama’ şallarına sığınmasından anlıyoruz. Ulaştığı sonuç şu: “Görülmüştür ki, Türkiye’de bir ırk birliği mevcuttur” (s. 181).

    Saf Türk (Alp İnsanı) ırkının izinin kafa genişliği veya saç renginde bulunabileceği bugün gülünç kabul edilse de, o zamanlar çok ciddiye alındığı o kadar bellidir ki, bizzat Atatürk, Şevket Aziz Kansu’ya kendi kafatasını ölçtürmüştü. Kanıt nerede mi? Kansu, Aralık 1938 tarihli ‘Ülkü’ dergisinde Atatürk’ün ölümü üzerine çıkan yazısında (s. 300) şöyle anlatır: “1932 yılı 19/20 Ağustos gecesi, Yalova: Beni çağırdı, yanına yaklaşıyorum. Elimde bir çap pergeli var. Onun milyarlarca ve normalin üstünde bir konstrüksiyon ve fonksiyona sahip nöronlarının yarattığı dimağını saklayan asîl ve kahraman başını ölçüyorum.”

    Üniversitede okurken hocalarımızdan biri yarı şaka yarı ciddi İnönü’nün başının da ölçüldüğünü ve ‘Türk’ kafataslı çıkmadığını anlatmıştı. Bilimle ideoloji bu denli karışırsa olacağı budur işte!

    MUSTAFA ARMAĞAN


  5. Pana film yeni bir dizi hazırlamış. Adnan Menderes hakkında olan bu dizide Merhum Menderes' in iki kadın arasında kalması ve iki kadının birbirleriyle mücadelelerini anlatıyor. Film sanki Merhum başbakanı çapkın gösterecek diye sezmekteyim. Sizlerin Görüşleriniz neler???

×
×
  • Create New...