Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

By_Rock

Üye
  • Content Count

    11
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by By_Rock


  1. 22-713775.jpg

     

    Ölüm anınıza doğru bir geri sayım içinde olduğunuzun farkında mısınız? Ölümünüz de yaşamınız kadar kesin bir gerçek. Ancak çoğunlukla insanlar bu durumu görmezden gelirler. Dünya uğraşılarına öyle bir dalmışlardır ki sanki sonsuza dek yaşayacaklarmış gibi bir tutum içine girerler. Bir an için ölüm akıllarına gelse bile hemen unutmaya çalışıp, kendilerini işlerine daha çok verirler.

     

    İnsanlar genellikle dünyevi unsurları, ölümü unutmak için bir aracı olarak kullanırlar. Bir süre sonra bu aracılar kişiyi dünyaya dalmış ve uyuşmuş bir hayatın içine sürükler. Kişi, ahireti unutmuş bir ruh hali ile içine girer ve ezbere yaşanan bir döngünün içinde yaşamaya başlar. Dünya hayatınını geçici meşgaleleri onu meşgul edip, birgün öleceğini ve Allah'a hesap vereceğini unutturacak şekilde oyalar.

     

    İnsanların bir kısmı bu şekilde yaşarlar. Sürekli yaşadıkları hayattan şikayetçi olsalar da derin düşünmediklerinden içinde bulundukları sığ hayatın farkına varamazlar. Oysa biten her gün, her saat, her dakika Allah'ın katında vakti belli olan ölüm anına doğru bizi yaklaştırmaktadır. Bu gerçeği düşünen bir insan dünya uğraşılarıyla şuursuzca oyalanmak yerine her an ölme ihtimali olduğunu düşünerek Allah'ı razı etmeye çalışır. Ahirette kendisini bekleyen sonsuz bir hayat olduğunu ve cennete kavuşabilmek için Allah rızası için çaba harcaması gerektiğini asla unutmaz. Bir gün mutlaka Allah'ın huzurunda hesap vereceği zamanın geleceğini bilerek yaşayan insanın hayatı bu nedenle çok akılcı, kaliteli ve güzel olur. Allah sevgisi ve Allah korkusu ile yaşamanın huzuru, mütmainliği ve sonsuz cennet neşesi sürekli üzerindedir. Dünya hırslarından uzaklaşmış olmanın güzelliğini ve rahatlığını kesintisiz olarak yaşar. Dünya nimetlerinin tümü yine kendisinindir ama bunları kendisini Allah'a yaklaştıracak birer vesile olarak gördüğünden nimetin zevkini sürekli yaşar. Yaşadığı her anın hesabını Allah'a vereceğini bildiğinden, ölüm anına kadar hayatı akılcı, huzurlu, dürüst ve kaliteli olur. Fakat kuşkusuz insanın en büyük kazancı, Allah'ın rızasıdır.

     

    İşte bu nedenle şuurlu davranan bir insan, kendisi için belirlenmiş ölüm tarihine doğru hızla yaklaştığı gerçeğini unutmadan yaşamalıdır. Bunu düşünerek yaşamak hem onun dünyadaki sevabını arttırır hem de ahireti için kendisine güzel bir hayat hazırlamış olur. Allah'ın rızasını kazanmak için dünyada harcanan çaba, elbette ki Rabbimiz'in rahmetini ve cennetini kazanmak için büyük bir vesiledir. Kuşkusuz en doğrusunu Allah bilir.


  2. palmiye.jpg

     

     

    Allah, Kuran'da inkar edenlerin sürekli olarak insanları Allah'a iman etmekten, O'nun yoluna uymaktan ve O'nu anmaktan uzaklaştırmak için çeşitli yollara başvuracaklarını ve bunun için tüm imkanlarını seferber edeceklerini haber vermiştir:

     

    Gerçek şu ki, inkar edenler, (insanları) Allah'ın yolundan engellemek için mallarını harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar. Sonra bu, onlara yürek acısı olacaktır, sonra bozguna uğratılacaklardır... (Enfal Suresi, 36)

     

    Bu aleyhteki çaba kimi zaman açık yöntem ve metotlarla yürütülürken, kimi zaman da gizli taktikler uygulanabilir. Ama hedef her zaman aynıdır: Allah'ın adının anılmasını engellemek, bu yolla insanları din ahlakından uzaklaştırmak.

     

    Son zamanlarda dünyanın farklı ülkelerinde aynı anda ortaya çıkan çeşitli akımlar da bu açıdan dikkat çekicidir. Evreni var eden kozmik bir güç, bir enerji, tasarımcı gibi muğlak ifadelerden bahseden, ama herşeyin tek Yaratıcısı olan Yüce Allah'ın adını anmaktan ısrarla kaçınan bu dünya görüşlerinin batıl bir amaca hizmet ettikleri açıktır. Bu yolla, insanlardaki manevi arayışı yanlış yerlere yönlendirmek ve insanların hak dini yaşamaları engellenmek isteniyor olabilir.

     

    Aslında bu, bir tür Hristiyanlık, Yahudilik ve Müslümanlık karışımı suni din oluşturma projesidir. Bu suni dine göre insanlar evreni var eden bir gücün varlığını kabul edecek, ancak bu gücün ne olduğu muğlak olacak (Allah'ı tenzih ederiz), Allah'ın adını anmayacak, Allah'ın yüce sıfatlarını gereği gibi öğrenip takdir etmeyecek, O'nun tüm kainatın yaratıcısı ve tek sahibi olduğu gerçeğini göz ardı edecek ve böylece Rabbimiz'in insanlara bildirdiği dinin hükümlerini de yaşamalarına gerek kalmayacaktır.

     

    Bunun din ahlakına karşı son derece tehlikeli bir hareket olduğu açıktır. İşte bu nedenledir ki, samimi olarak iman edenlerin Allah'ı açıkça anmaktan, Yüce Allah'ın tüm kainatı yoktan yarattığını açıkça söylemekten kaçınan, bunun yerine tasarımcı, kozmik güç, enerji gibi birçok kafa karışıtırıcı ve dolaylı ifadelere sığınan akımlara karşı dikkatli olmaları gerekir.

     

    Samimi olarak iman edenler için Allah'ın adını anmak, O'nun şanını yüceltmek heyecan ve şevk verici, coşkuyla ve sevgiyle yapılan büyük bir ibadettir. "O Allah ki, Yaratan'dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24) ayetinde bildirildiği gibi, her şeyi yoktan yaratan ve kusursuzca var edenin Yüce Allah olduğuna iman edenlerin, Rabbimiz'i en güzel isimleriyle anmaktan şeref duymaları gerekir.

     

    Müslüman Allah'ın Adını Coşkuyla Anar

     

    "Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır..." (Araf Suresi, 54) ayetinde buyrulduğu gibi, bizim Rabbimiz Yüce Allah'tır. Herşeyin Yaratıcısı'dır. Herşey üzerinde vekildir. Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin tek sahibidir. O'ndan başka ilah yoktur. Ayetlerde ise Rabbimiz olan Allah'ın üstün ve yüce olduğu şöyle bildirilmektedir:

    ... İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne Yücedir. O, Hayy (diri) olandır. O'ndan başka İlah yoktur; öyleyse dini yalnızca Kendisi'ne halis kılanlar olarak O'na dua edin. Alemlerin Rabbine hamd olsun. (Mümin Suresi, 64-65)

     

    İman edenlerin yaşamları boyunca üzerlerindeki yükümlülüklerden biri de tebliğ yapmak, yani Allah'ın varlığını ve birliğini tüm insanlara anlatmak, onları hak dine davet etmek, iyiliği emredip, kötülükten menetmektir. Bu şerefli sorumluluğu yerine getirirken Müslümanların izlemesi gereken yolun ne olduğu ise Kuran'da ve Peygamberimiz (sava)'in hayatında açıkça görülmektedir. Müslüman her zaman olduğu gibi tebliğinde de samimi ve halis olmalı, hidayeti verecek olanın Yüce Allah olduğunu unutmamalıdır. Allah'ın adını anmadan, Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmanın mümkün olmayacağı ise açıktır. Müslümanlar Allah'ın varlığını, Rabbimiz'in Kuran'da Kendi üstün sıfatlarını bildirdiği şekilde ve üslupta anlatmalıdırlar. Rabbimiz'in yüce sıfatları Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

     

    Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

     

    Allah'ın varlığını ve birliğini anlatan bir Müslüman'da görülmesi gereken bir diğer özellik de coşkulu, tutkulu, içli ve derin Allah sevgisidir. Bir ayette iman edenlerin en çok Allah'ı sevdikleri şöyle bildirilmektedir:

     

    İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165)

    Tüm bunlara rağmen Allah'ın adını anmaktan kaçınan, çeşitli muğlak ifadelerle kendini ve çevresindekileri aldatan, üstelik bunu din adına yaptığını zanneden zihniyetin büyük bir yanılgı içinde olduğu bellidir. Bu gerçeği göz ardı etmenin veya bu gerçekten kaçmaya çalışmanın bir faydası yoktur. Kuran'da bu zihniyete sahip kişiler şöyle uyarılmışlardır:

     

    İşte bu, sizin Rabbiniz Allah'tır; her şeyin Yaratıcısı'dır; O'ndan başka İlah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz? (Mümin Suresi, 62)


  3. selale_02.jpg

     

    Kuran Ahlakı Ne Demektir?

     

     

    Kuran ahlakı, dünyada güzel bir hayat sürebilmek ve sonsuz ahirete hazırlık yapabilmek için Allah’ın insanlara bir lütfudur. Kişinin hayat boyu karşısına çıkabilecek her olaya karşı nasıl bir tavır içinde olması gerektiğini, Rabbimiz’in beğendiği davranışların hangileri olduğunu öğrenebileceği bir yaşam rehberidir. Bu ahlakı yaşamak son derece kolay, zevkli ve konforludur.

     

    Dünyada ve Ahirette Güzel Bir Ahlak Yaşamanın Sırrı: Kuran Ahlakı

     

    Kuran ahlakı insanın fıtratına uygun olan tek yaşam şeklidir. İnsanı yoktan var eden Allah, onun nelere ihtiyaç duyacağını, hangi ibadetleri uygulamaya güç yetirebileceğini, nasıl sağlıklı, huzurlu ve mutlu olacağını en iyi bilendir.

     

    Din ahlakını yaşamak, insanların üzerindeki tüm külfeti, kısıtlayıcı ve insanlara zorluk getiren ağırlıkları kaldırır. İnsanın sadece sonsuz merhametli, şefkatli, bağışlayıcı, herşeyi hayırla yaratan, tüm gücün sahibi olan Allah'ın, kendisi için belirlediği kadere teslim olmasını, her şeyde sadece O'nun rızasını arayarak O'na yönelmesini bildirir.

     

    Evrendeki her varlığın ve gerçekleşen her olayın sahibi olan Allah'a güvenip dayanmak ve O'nu dost edinmek, bir insanın hayatındaki tüm korkuların, endişelerin, sıkıntıların ve zorlukların da sonu demektir.

     

    Bu gerçeği bilmeyen pek çok insan ise kendilerince din ahlakından uzaklaştıkları takdirde daha rahat yaşayacaklarını, ahlaki değerlere önem vermedikleri zaman özgür olacaklarını düşünürler. Ya da din ahlakının yaşamlarını zorlaştıracak birtakım kısıtlamalar getireceğini zannederler. Halbuki bütün bunlar insanların düştükleri çok büyük yanılgılar ve şeytanın aldatmacalarıdır. Çünkü Allah'ın buyurduğu din ahlakını yaşamak son derece kolaydır. Asıl zor olan, Allah'ın bildirdiği sınırları tanımayan insanlardan oluşan bir toplumda yaşamaktır. Böyle bir yaşantı son derece kötü sonuçları da beraberinde getirir.

     

    Din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda veya iman etmeyen insanların hayatlarında genellikle kaos, kargaşa, huzursuzluk, korku, mutsuzluk ve stres vardır.

     

    Bununla beraber, bu topluluk içinde olup Allah'tan gerektiği gibi korkmayan bir insan her türlü ahlaksızlığı yapabilir, hiçbir konuda sınır tanımayabilir ve dejenere bir hayat sürebilir. Böyle bir hayatta insanlar birbirlerine karşı fedakarlık göstermez, sevgi, saygı bilmez, zor anlarında maddi ve manevi destek vermezler. Bu yüzden de böyle bir yaşam hiçbir zaman, hiçbir insana mutluluk getirmez. Din ahlakı yaşanmadığı zaman insanın huzur bulacağı ortamın tam tersi meydana gelir ve daha bu dünyadayken, cehennemin manevi azabı yaşanmaya başlanır.

     

    Kuran Ahlakı Nasıl Yaşanır

     

    İnsanlar için en güzel örneklerin verildiği, her sorunun cevabının bulunduğu Kuran’da namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak gibi herkesçe bilinen ibadetlerin yanısıra tüm ayrıntılarıyla tarif edilen bir yaşam modeli ve ahlak anlayışı bulunmaktadır. Allah Katında karşılığı olan ve Rabbimiz’in hoşnut olacağı pek çok davranış biçimi Kuran ayetlerinde haber verilmiştir. Bu davranışların her biri aynı namaz kılmak gibi Yüce Allah’ın bir emridir ve ibadettir. Aynı şekilde Rabbimiz’in emirleri doğrultusunda kaçınılması gereken birçok olumsuz eylem ve tavır da haber verilmiştir.

     

    Bununla beraber, dünya hayatı bir imtihan yeri olduğu için her insanın dünyada kaldığı süre boyunca çeşitli vesilelerle imtihan olacağı çok açıktır. İmtihanımız nefes aldığımız her an kesintisiz devam etmektedir. Allah’ın bizler için takdir ettiği ölüm vakti gelene kadar da devam edecektir. Dolayısıyla her insan her yeni gün farklı olaylarla sınanacak, göstereceği tavırlardan sorumlu tutulacaktır.

     

    İşte, Kuran ahlakını yaşamak denildiğinde anlaşılması gereken, tüm bu bilgilerin ışığında bir yaşam sürmek olmalıdır.

     

    Rabbimiz’i Razı Edecek Davranışlar Nelerdir?

     

    Rabbimiz’i razı edecek tavırların neler olduğunu öğrenmek için bize sunulmuş çok değerli iki rehber vardır; Kuran-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetleri…

     

    Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in Kuran ahlakına dair uygulamaları ve tavsiyeleri hadisler vasıtasıyla bizlere ulaşmıştır. Sünnetler,

    Peygamberimiz (sav)’in Kuran ahlakını nasıl yaşadığının en güzel örnekleridir. Peygamberimiz "Din kolaylıktır." (Buhari, Iman: 29; Nesai, İman: 28; Musned, 5:69) şeklinde buyurarak, insanları din ahlakını yaşamaya davet etmiştir.

     

    Hoşgörü, affedicilik, güleryüz, ince düşünce, fedakarlık, vefa, yardımseverlik, adalet, sadakat, tevekkül, ihlas, şevk, temizlik, insaniyet, dürüstlük, şefkat, vicdan, tevazu, kanaatkarlık, sabır… Tüm bu güzel ahlak özellikleri, Kuran ahlakının yaşanmasına vesile olan, insanın yaratılış fıtratına uygun, sahip olunduğunda kişiye mutluluk ve huzur veren, Yüce Allah’ın beğendiği ve övdüğü davranışlardandır.

     

    Şirk, bencillik, kibir, kıskançlık, yalan, alaycılık, gıybet, pislik, fitne, bozgunculuk, israf, öfke gibi davranışlar ise bilindiği gibi sakınılması gereken kötü ahlak özelliklerindendir.

     

    Yukarıda sayılan olumlu ve olumsuz pek çok özellik, tüm toplumlarda evrensel olarak geçerli olan ahlaki erdemlerden olsa da, genelde herkesçe bilinen bu tavırların uygulamaya geçirilmesinde ortaya çıkan eksiklikler vardır. Örneğin bazı insanlar toplum içinde iyi bilinmek adına birtakım olumsuz davranışlardan uzak durabilmekte; ancak tek başlarına kaldıklarında ve kimsenin bilemeyeceğini düşündükleri bir ortam oluştuğunda kaçındıkları olumsuz tavırları kendileri sergileyebilmektedir. Çünkü bu davranışların önemleri, karşılıkları ve kişiye yükleyeceği sorumluluklar yeterince iyi bilinmemekte, düşünülmemekte veya çoğu zaman gözardı edilmektedir. Çoğu zaman güzel ahlak özelliklerine “olsa iyi olur ama olmazsa çok da önemli değil” mantığıyla yaklaşılmaktadır. Oysa Kuran ahlakının temelinde Allah korkusu ve Allah’ın rızasını kazanma özlemi vardır. Bir mümin, Allah’a olan bağlılığı, sevgisi ve korkusundan dolayı O’nun emirlerini yerine getirme konusunda büyük bir titizlik, O’nun rızasını kazanma konusunda ciddi bir çaba içinde olur. Bu sebeplerden dolayı da mümin, herkesin bildiği ama çoğu zaman uygulayamadığı ahlaki erdemleri yerine getirirken belirli bir şuur ve amaç taşır. Bu amacında da samimi, kararlı ve sürekli olur. Yüce Rabbimiz yalnızca Kendisi’ne adanarak ihlasla yapılan sürekli ve salih davranışlardan razı olacağını Kuran-ı Kerim’de bildirmiştir:

    “Allah, hidayet bulanlara hidayeti artırır. Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha hayırlıdır.” (Meryem Suresi, 76)

     

    Birkaç örnek verecek olursak; güzel bir sözle bir Müslümanı onore etmenin, ona Allah’ı hatırlatmanın, bir mümin için fedakarlıkta bulunmanın ve buna benzer sayısız davranış göstermenin Allah Katında karşılığı bulunan birer ibadet hükmünde olduğunun unutulmaması gerekir.

     

    Kuran Ahlakının Kişiye Kazandırdığı Üstün Özellikler

     

    Kuran ahlakını, ancak gerçek iman sahipleri gereği gibi yaşar ve bu güzel hayatı yaşamaktan büyük haz duyarlar. Dolayısıyla Yüce Allah’a samimi bir kalple iman etmek önemlidir. İman şuuruyla hareket eden bir insan, tüm hayatını Yüce Rabbimiz’i razı etmeye adayacak, O’nun rızası için nefsinin kötü özelliklerinden kurtulacak, vicdanının sesini dinleyerek iyilikten ve güzellikten yana olacak, bu vesileyle de Kuran ahlakıyla ahlaklanacaktır.

     

    Kuran ahlakını yaşamaya karar veren bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi ve Kuran ahlakını kendisine rehber edinmesi gerekir;

     

    - Böylelikle bu kişinin hayatında, davranışlarında, düşüncelerinde, kararlarında ve konuşmalarında son derece önemli değişiklikler meydana gelir.

     

    - Bundan böyle -Allah’ın dilemesiyle- kalbine yerleşecek olan Allah korkusu sayesinde hesap gününde hesabını veremeyeceği hiçbir şeyi yapmamaya azami gayret gösterecektir. Çünkü bu kişi, Allah’ın her an kendisini gördüğüne ve dünya hayatındaki tüm işlerinden hesaba çekileceğine dair kesin bir inanca sahip olacaktır.

     

    - Bu nedenle çevresindeki insanların herhangi bir hatası karşısında hoşgörülü ve affedici olacaktır. Küçük gibi görünen bir iyiliğin bile, ahirette karşılığının misliye verileceğini bildiği için çevresindeki insanlara karşı her zaman yardımsever, fedakar, alçakgönüllü, saygılı ve adil olmak için çaba gösterecektir.

     

    - Olaylar planlandığı gibi gelişmediğinde bunun kendisi için hayırlı bir durum olduğunu bilmenin, Allah’a tevekkül etmenin ve kadere teslimiyetin konforunu yaşayacaktır.

     

    - Öfkelendiğinde öfkesini yenmenin, merhametli ve şefkatli tavırlar göstermenin, sabırlı, adil ve alçakgönüllü olmanın lezzetini hissedecek, buna benzer tüm güzel ahlak özelliklerini sergilemekten büyük zevk alacaktır.

     

    - Aldığı karar sonucu Kuran ahlakını kendisine rehber edinen kişinin geçmişteki değer yargıları da tamamen değişecektir. Örneğin artık, her zaman ve her durumda güçlünün değil haklının yanında olacak, adaletten ayrılmayacaktır.

     

    - Çevresindeki insanları makamlarına, güzelliklerine, kültürlerine veya zenginliklerine göre değil Allah korkularına göre değerlendirecektir.

     

    - Allah'tan başka kimseden medet ummayacak, korkuya, ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmayacaktır.

     

    - İsraftan kaçınmak, nefsinin bencil tutkularından korunmak, temizliğe ve estetiğe önem vermek bu kişinin doğal olarak titizlik göstereceği konulardan olacaktır.

     

    - Kendisine çeşitli nimetler lütfedildiğinde ve bolluk içinde yaşadığı anlarda olduğu gibi darlık, zorluk ve sıkıntı zamanlarında da şükredici olacaktır.

     

    Tüm bu saydıklarımızdan kişinin ruhu zevk alacak, Allah’ın rızasını gözeterek yaptığı ve sıradan gibi gözüken her iş, yediği her yemek, seyrettiği her güzel manzara, sarf ettiği her güzel söz kendisi için bir ecir ve mutluluk kaynağı olacaktır.

     

    Ayrıca bu güzel ahlak özelliklerinden haberdar olan bir insanın yapması gereken; Allah’tan bir sorumluluk olarak, İslam ahlakının insanlar arasında yayılması için çaba göstermek veya bu konuda çaba gösterenlere yardımcı olmaktır.

     

    Unutmamak gerekir ki, Rabbimiz kullarından sürekli olan salih davranışlarda bulunmalarını istemiştir. Dolayısıyla din ahlakı ancak taviz vermeksizin kararlılık ve iradeyle yaşanabilir. Müslümanın görevi, Allah’ın vahyettiği bu üstün ahlakı en ince ayrıntısına kadar uygulamaktır.

     

     

    Kuran Ahlakını Yaşamayanların Gereksiz Bahaneleri

     

    Buraya kadar anlatılanların doğruluğunu hiçbir vicdanlı insan kabul etmemezlik yapamaz. Ancak yine de kimi insanlar, dünyadaki davranışlarından hesaba çekilecekleri gerçeğini kabul ettikleri halde şeytanın başka bir aldatmacasına düşmektedirler. Şeytan birtakım geçersiz bahaneler üreterek insanların din ahlakını yaşama konusunda ciddi bir çaba göstermelerini engellemeye çalışmaktadır. Şeytanın bu çabası Kuran’da şöyle bildirilir:

     

    Dedi ki: "Senin izzetin adına andolsun, ben, onların tümünü mutlaka azdırıp-kışkırtacağım. Ancak onlardan, muhlis olan kulların hariç." (Sad Suresi, 82-83)

     

    "Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 17)

     

    Şeytanın yönlendirmesiyle ortaya çıkan bu hatalı mantıklardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:

     

    Çevremizde kimi zaman rastladığımız bazı insanlar dindar olmak, ahlaklı olmak gibi kavramları bilinçli veya bilinçsiz bir biçimde farklı algılayabilmektedirler. Bu kimseler ahlaklı olmayı; adam öldürmemek, yalan söylememek, hırsızlık yapmamak ve buna benzer birkaç temel davranıştan ibaret sayabilmektedirler. Dindar olmak deyince birkaç ibadeti yerine getirip en çok bilinen haram fiillerden uzak durmayı anlamakta veya genellikle kolaylarına geldiği için bu şekilde uygulamaktadırlar. Oysa ki asıl kolaylık, Kuran ahlakının tam ve gereği gibi yaşanmasındadır.

     

    Bu yanlış zihniyete sahip olan kimseler, Kuran'a uygun olmayan bir mantığa dayanarak Allah'ın hükümleri arasında yanlış bir önem ve öncelik sıralaması yapmışlardır. Hatta kimi hükümleri de tamamen hayatlarından çıkararak bir kenara bırakmışlardır. Kuran'da farz olduğu açıkça bildirilen birçok konu, "Yaparsan sevaptır, yapmazsan da bir şey olmaz" mantığıyla değerlendirilir. Sakınılması gereken yasaklar ise, "Allah affeder" mantığıyla rahatlıkla çiğnenebilmektedir. Oysa Kuran'ın hiçbir ayetinde böyle bir ölçüden bahsedilmemektedir. Namaz, oruç gibi ibadetler nasıl Allah'ın kesin emirleriyse, Kuran'da bildirilen diğer emir ve yasaklar da aynı şekilde tüm müminlerin uymaları gereken kesin hükümlerdir. Allah Kuran’da insanları buna karşı şöyle uyarmaktadır:

     

    “... Yoksa siz, Kitab’ın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara Suresi, 85)

     

    Bu konuyu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz:

     

    Bir kimse toplumun ahlaki baskısının da etkisiyle zina veya hırsızlık gibi Kuran'da yasaklanan tavırlardan sakınıyor olabilir.

    Ancak bu kişi vicdanını susturarak, rahatsızlık duymadan;

     

    - Başkaları hakkında dedikodu yapabiliyorsa,

    - Büyüklenip, insanları küçük görüyorsa,

    - Yaptıklarını insanların rızasını kazanmak için yapıyorsa,

    - Müminlere iftira atabiliyorsa,

    - Yapmayacağı bir şeyi söylüyorsa,

    - Kuran'da bildirilen vakitlerde ibadetlerini yerine getirmiyorsa,

    - Kuran'da tarif edilen yasak tavırlardan sakınmayı kendince önemsiz görüyorsa,

     

    bu kimsenin Kuran'da bildirilen güzel ahlakı tam olarak yaşadığını söylemek mümkün değildir.

     

    Bu kimselerin düştükleri en büyük hatalardan biri ise, Kuran'da bildirilen hükümlerden birkaçını yerine getiriyor olmalarından dolayı kendilerini yeterli görmeleridir. Elbette ki Allah Katında Rabbimiz’in rızası hedeflenerek yapılan her bir ibadetin karşılığı vardır. Ancak bile bile gözardı edilerek bir kenara bırakılan ibadetlerin de büyük sorumluluğu vardır. Namazını kılan, orucunu tutan bir kimse eğer tüm bunları samimiyetle yapıyor ise Allah'ın izni ile ahirette yaptıklarının karşılığını alacaktır. Ama bilgisizlik ya da cahillik söz konusu olmadığı halde Kuran'daki diğer hükümleri bile bile önemsemiyor ve yerine getirmiyorsa, ahiret günü beklemediği bir durumla karşılaşabilir. (En doğrusunu Allah bilir).

     

    Bir başka geçersiz bahane ise Kuran ahlakına dair tüm davranışların uygulanabilmesi için, sözde dünya işlerinden tamamen uzak durulması gerektiği düşüncesidir. Bu düşünceye sahip kimseler, bu üstün ahlakı ancak “peygamberler ve bazı özel ilim sahibi kişilerin yaşayabileceğini, kendilerinin bu sorumluluğu yerine getirmeye güçlerinin ve zamanlarının yetmeyeceğini” iddia ederler. Oysa ki, Allah insanlara güç yetiremeyecekleri yükü yüklemeyeceğini, müminlerin dünyadan kendilerine düşen payı unutmamaları gerektiğini ve insanlar için kolaylık dilediğini Kuran ayetlerinde açıkça bildirmiştir:

     

    “… Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.” (Bakara Suresi, 185)

     

     

    Kuran Ahlakını Yaşamak Kolaydır

     

    Allah’ın tüm emir ve hükümleri, insanların fıtratlarına en uygun şekildedir ve hiçbirinde bir zorluk bulunmamaktadır. Rabbimiz, Kuran'da din ahlakını yaşamanın kolay olduğunu ve bu ahlaka tabi olanların işlerini kolaylaştıracağını şöyle bildirir:

     

    Ayetlerde de buyrulduğu üzere Kuran ahlakına uyularak sürdürülen bir yaşam, insan için Allah’ın izniyle olabilecek en güzel yaşam olmaktadır.

    Sonuç olarak şunu hatırlatmak isteriz ki; İslam ahlakını, özünde olduğu gibi kolay olarak göstermek, insanların kalplerini Kuran ahlakına ısındırmak, insanlara ayetleri ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetlerini öğretip buna göre yaşamalarına vesile olmak her Müslümanın önemli bir sorumluluğudur.

     

    "Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız." (A'la Suresi, 8)

     

    "… O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi)..." (Hac Suresi, 78)


  4. İsrail Askerlerinin Mescid-i Aksa Saldırısı Altında Yatan Gerçek: Son Kehanet

     

    İsrailli askerlerin 27 Şubat 2004 günü Cuma Namazı çıkışında Mescid-i Aksa’ya düzenledikleri silahlı saldırıda 24 Filistinli sivil yaralandı. Saldırıda yaşlı, kadın ve çocuk ayırt edilmedi, göz yaşartıcı bombaların yanı sıra plastik mermiler de kullanılarak kalabalığın üzerine rasgele ateş edildi.

     

    Bu saldırı bir ilk değildir. Yahudi geleneği olan Kabalist felsefenin tarihi ve amacı incelendiğinde bu tür saldırıların devam edeceği de açıktır. Zira Kabalist inanca göre Mesih'in gelişi için gerekli olan tüm kehanetler birbiri ardına gerçekleştirilmiştir ve bugün yerine getirilmesi gereken son bir kehanet vardır; Hz. Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşa edilmesi. Siyasi Siyonizmi formüle eden Kabalacı Hirsch Kalischer'e göre ve diğer Kabalacıların da kabul ettiği gibi Yahudilerin Kudüs'ü ele geçirdikten sonra yerine getirmeleri gereken son kehanet budur ve bunun da yapılmasının ardından Mesih'in gelişi an meselesi olacaktır. İşte Mesih Planı'nın Müslümanlar ile Yahudileri karşı karşıya getiren kehanetsel yönü buradadır, çünkü Tapınak'ın inşası için, onun eski yerinde bugün duran iki İslam mabedinin, Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra'nın yıkılması gerekmektedir. Bu ise dünya Müslümanlarının asla kabul etmeyeceği bir harekettir.

     

    Peki İsrailliler bu son kehanet hakkında ne düşünmektedir? Yahudiler, Tapınak'ı yapmak için İslam'ın üçüncü kutsal mekanını yerle bir etmeyi hedeflemekte midir?

     

    Tapınak'ın İnşasına Doğru?...

     

    1984 yılının 27 Nisanında İsrail'de oldukça ilginç bir örgütün varlığı ortaya çıktı. Machteret Yehudit (Yahudi Çetesi) adındaki örgütün üyeleri, Arap yolcularla dolu olan beş yolcu otobüsünü havaya uçurmaya yönelik bir plan yapmış ama son anda olayın ortaya çıkması üzerine tutuklanmışlardı. Ancak daha önce gerçekleştirdikleri önemli eylemler vardı; 1980 yılında Batı Şeria'daki iki Arap belediye başkanının arabasına bomba koyarak öldürmüşler, 1983 yılında ise Hebron kentindeki İslam Koleji'ne silahlı bir saldırı düzenleyerek üç öğrenciyi öldürmüş, otuz üç tanesini de yaralamışlardı.

     

    Ama kısa bir süre sonra, Machteret Yehudit'in tüm bunlardan çok daha büyük bir eylemi gerçekleştirmek üzere olduğu öğrenildi. Örgüt, Doğu Kudüs'ün, Müslümanların Harem-i Şerif, Yahudi ve Hıristiyanların ise Tapınak Tepesi (Temple Mount) adını verdikleri mevkiinde yer alan iki İslam mabedini, Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra’yı havaya uçurmak için çok kapsamlı bir plan hazırlamıştı. Mabetlerin mimarı yapısı üzerinde profesyonel bir inceleme yapılmış, Golan Tepeleri'ndeki bir askeri garnizondan bol miktarda patlayıcı çalınmıştı. Kubbet-üs Sahra'yı etrafa zarar vermeden havaya uçurabilmek için, 28 ayrı patlayıcı Kubbe'nin belirlenmiş yerlerine yerleştirilecekti. Gerekirse Mescid-i Aksa'yı korumakla görevli silahsız Müslüman nöbetçileri vurmak için ucuna susturucu takılmış Uzi'ler ve göz yaşartıcı bombalar edinmişlerdi.

    Operasyon, yirminin üzerinde Machteret Yehudit militanının katılımıyla gerçekleşecekti.

     

    Machteret Yehudit'in iki önemli lideri vardı, Yeshua Ben-Shoshan ve Yehuda Etzion. İsrailli yazar Ehud Sprinzak, “The Ascendance of Israel's Radical Right”(İsrail’de Radikal Sağın Yükselişi) adlı kitabında bu ikilinin kimliklerini incelerken, birer Kabalacı oluşlarına, özellikle de hareketin ruhani lideri sayılabilecek olan Yeshua Ben-Shoshan'ın Kabala üzerindeki derin çalışmalarına dikkat çekiyor. Bu iki Kabalacı'nın bir diğer ortak özellikleri ise İsrail radikal sağının en önemli politik organizasyonu ve "Kabalacıların partisi" olan Gush Emunim'e bağlı oluşlarıydı.

     

    Ancak bu ikili, Ehud Sprinzak'ın yazdığına göre, Gush Emunim'in asıl çizgisinden sapmış olan genç Kabalacılardı. Gush Emunim'in büyükleri, dönemin en büyük Kabalacısı sayılabilecek olan Haham Zvi Yehuda Hacohen Kook'un "itidal" çizgisine bağlı kalmışlar ve Mescid-i Aksa'yı imha girişimlerine karşı hep "daha zamanı değil" diyerek karşı çıkmışlardı. Bu iki genç Kabalacı ise Gush Emunim içindeki dini hiyerarşiyi bozarak, kendileri gibi düşünen radikallerle birlikte kendi başlarına Tapınak'ı yıkmaya karar vermişlerdi. Bu, tarihteki "sahte Mesih" hareketlerine benzeyen bir durumdu; Yahudi tarihinde sık sık boy gösteren "sahte Mesih"lerin çoğu, büyük Kabalacıların yürüttüğü uzun Mesih Planı'nı beklemekten sıkılmış ve kendi başlarına işe soyunmuşlardı. Nitekim Gush liderleri de Machteret Yehudit olayını böyle yorumladılar. Yeshua Ben-Shoshan'ın hocası olan Kabalacı hahambaşı Yoel Ben-Nun, öğrencisini tarihteki sahte Mesihlerin en ünlüsü olan Sabetay Sevi'ye benzetmişti.

     

    Zaten Yeshua Ben-Shoshan'ın daha önce de Gush çizgisine göre sivri kaçan bazı açıklamaları olmuştu. Ehud Sprinzak, Yeshua Ben-Shoshan'ın Gush liderlerinin inandıkları ama açıkça söylemeyi sakıncalı buldukları bazı konuları fütursuzca gündeme getirdiğini söylüyor. Bunların başında yakın gelecekte kurulacak olan "İdeal İsrail Devleti" projesi vardı: Yeshua Ben-Shoshan, Tapınak'ın yeniden inşasının ardından, İsrail'in, 70 bilge Kabalacıdan oluşan Sanhedrin kurulu tarafından yönetilecek bir Yahudi teokrasisine dönüşeceğinden söz etmişti. Bu, Gush liderlerinin de hesapladıkları şeydi, ama bunu açıkça söylemeyi asla uygun bulmamışlardı.

     

    Kısacası, Machteret Yehudit'in üyeleri, herkesin yapmak istediği bir işi, sabırsızlıkları nedeniyle, uygun olmayan bir zamanda yapmaya kalkmışlardı. Bu nedenle, aslında, gerek Gush Emunim gerekse İsrail hükümeti, Machteret Yehudit'e ve eylemine gizli bir sempati ile bakmışlardı. İsrail mahkemesi, kanunlara göre suç oluşturan bu eylemi doğal olarak cezalandırdı, ama mahkeme kararından bir gün sonra, Başbakan Yitzhak Şamir, Machteret Yehudit üyeleri için şöyle diyebiliyordu: "Hepsi harika insanlar ama bir hata yaptılar." Gush Emunim'in önde gelen ismi Haham Moşe Levinger de eylemin teorik olarak doğru, ama zamanlama yönünden yanlış olduğu yönünde görüş bildirdi.

    İsrail Hükümetinden Yahudi Çete Üyelerine AF!

     

    Amerikalı Yahudi gazeteci Robert Friedman, Machteret Yehudit (Yahudi Çetesi) olayının derinleme bir incelemesini yapmıştı. Verdiği ilginç bilgiler vardı: O dönemde İsrail basınındaki yaygın bir iddiaya göre İsrail'in iç güvenlik servisi Shin Bet, Machteret Yehudit'in daha önceki eylemlerini Arap belediye başkanlarının öldürülmesi, İslam Koleji'nin taranması gibi biliyorlardı ve buna rağmen de örgüte hiçbir müdahalede bulunmamışlardı. Friedman'ın yorumuna göre, İsrail otoriteleri aslında örgütün Mescid-i Aksa'yı yıkma planından da haberdar oldukları halde bir süre onlara engel olmamışlar, ancak olayın basına sızması ve sonuçlarının da çok tehlikeli olacağını fark etmeleri üzerine Machteret Yehudit'i durdurarak üyelerini tutuklamışlardı. Yitzhak Şamir'in örgütün üyeleri için "harika insanlar" deyişi ya da onları hapse mahkum eden yargıcın kararı açıklarken "bu insanlara yurtseverlikleri nedeniyle saygı ile bakılması gerektiği" şeklindeki garip sözleri, hep bu isteksiz engel oluşun göstergeleriydi. Üst rütbeli İsrail subayı Avi Yitzhak, İsrail yönetiminin Machteret Yehudit'e uzun süre engel olmadığını, çünkü "üst düzey politik ve askeri yöneticilerin, örgütü, demokratik bir devletin yapamayacağı eylemleri yapabilmesi için muhafaza ettiğini" söylemişti. Friedman, "Machteret Yehudit olayı içinde İsrail hükümetinin parmağı vardı, ama bunun oranı hiçbir zaman bilinemeyecek" diyordu.

     

    1985 yılında, hapisteki Machteret Yehudit üyelerinin serbest bırakılması için etkili bir kampanya başlatıldı. Kampanyanın en ateşli destekçileri Knesset üyesi politikacılardı. Her partiden, hatta "solcu ve laik" ve sözde barış yanlısı İşçi Partisi'nden bile çok sayıda Knesset üyesi bu "harika insanları" hapisten çıkarmak için çalıştılar. Sonuçta birbiri ardına gelen aflarla hepsi serbest bırakıldı.

     

    Sonuç olarak, Harem-i Şerif'teki İslam mabetlerini yıkarak, yerine Mesih Planı'nın son kehaneti olan Tapınak'ı inşa etmeye çalışan Machteret Yehudit'in gerçekte Kabalacılar (Gush Emunim) ve İsrail hükümetinin izniyle oluşturulmuş bir örgüt olduğunu, ancak örgütün biraz aceleci davrandığı için durdurulduğunu söyleyebiliriz.

     

    Dolayısıyla, Machteret Yehudit'in İslam mabetlerini yıkma planının engellenmiş olması, İsrail yönetiminin bu mabetlerin varlığından memnun olduğu anlamına gelmemektedir. Nitekim bugün İsrail yönetimi, daha dolaylı bir yoldan Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra'yı yıkma yolundadır. Bunun için, bu iki kutsal mabedin altının oyulması yoluna gidilmiştir; ufak bir sarsıntı sonucunda "kendiliğinden" yıkılmaları beklenmektedir. Haftalık Aksiyon dergisi, "İsrail Mescid-i Aksa'yı yıkıyor!" başlığıyla verdiği bir haberde bu konuya değinmişti. Aksiyon'un 13 Mayıs 1995 tarihli haberi şöyleydi:

     

    “... Yahudilerin Mescid-i Aksa'ya giremiyor olması, Mescid-i Aksa'nın güvenlikte olduğu anlamına gelmiyor. Yahudiler, Müslümanlar için mukaddes olan bu mekanın altını kazı çalışmaları adı altında oyarak, bir şekilde çökertmeye ve kendilerince eskiden orada mevcut olan Tapınaklarını yeniden inşa etmeye çalışıyorlar. Bunun için plan ve projeler bile hazırlamışlar.

     

    Yahudilerin bu konudaki çalışmalarını, Mescid-i Aksa'nın mihrap yönündeki penceresinden aşağı bakınca rahatlıkla görebiliyorsunuz... Bu bölgede çok sayıda buldozer ve hafriyat araçları çalışıyor... Bu kazı alanının görüntülerini çekmeye çalışırken, çok sayıda İsrail askerinin, başlarında beyaz gömlekli bir arkeologla beraber Mescid-i Aksa'ya doğru ilerlediklerini gördük... Bir kapıdan Mescid-i Aksa'nın altına giriverdiler. Aksa'nın içinde namaz kılan Müslümanların bizlere söyledikleri 'bunlar bir gün bizi Aksa ile birlikte göçürecekler' sözleriyle neyi kastettiklerini şimdi anlıyorduk... Kazı çalışmalarının yapıldığı mahale inip bilgi almak istiyoruz, ancak Müslüman olduğumuzu anlayınca yaklaşmamıza bile izin verilmiyor. Filistinli Müslümanlar da bu mahale giremedikleri için onlar da kazının hangi boyuta ulaştığı ve Mescid-i Aksa'nın altının ne kadarlık kısmının oyulduğunu bilmiyorlar.

     

    İsrail, Mescid-i Aksa'ya karşı doğrudan bir saldırıda bulunduğu takdirde... İslam ülkelerinin topyekün cephe almasından çekiniyor... (Bu nedenle) tarihi kazı yapıyor gibi göstererek, kendiliğinden çökecek bir hale gelmesi için uğraşıyor. Böylece ülke olarak kendisini geri çekecek ve üzerine bir sorumluluk almadan hedefine ulaşmış olacak.”

    Mescid-i Aksa’nın Yıkımı ve Tapınağın İnşası Yolunda Şer İttifakı

     

    Tapınak'ın inşa edilmesi için İslam mabetlerinin yıkılması konusunda, Yahudiler yalnız değiller. Tarihsel müttefikleri de bu konuda onlarla aynı düşünceleri paylaşıyor. Amerikalı Evanjelikler, Tapınak'ın inşası konusunda her zamanki gibi "kraldan çok kralcı" tavrını gösteriyor ve bunun için İsrail'e her türlü desteği veriyorlar.

    Amerikalı gazeteci Grace Halsell, “Prophecy and Politics”(Kehanet ve Politika) adlı kitabında Evanjeliklerin Tapınak'ın yeniden inşa konusunda İsrailliler'e verdikleri örgütlü destekten ayrıntılı olarak söz ediyor. Kitabın "Provoking a Holy War" (Kutsal Savaşı Kışkırtmak) başlıklı bölümünde, büyük olasılıkla Müslümanlar ve Yahudiler arasında büyük bir savaş başlatacak olan Mescid-i Aksa'yı yıkma ve yerine Tapınak'ı inşa etme çabalarından bahsediliyor. Halsell, Amerika'daki ilginç bir kurumdan bahsediyor: Kudüs Tapınağı Vakfı. Terry Reisenhoover adlı petrol zengini bir Evanjelik tarafından yönetilen vakfın diğer üyelerini de, az sayıda Yahudi dışında, Evanjelikler oluşturuyorlar. Vakfın amacı ise Müslüman mabetlerini yıkmaya çalışan radikal İsraillilere yardım etmek. Reisenhoover kendisini "yeni Nehemya" olarak tanımlıyor. Nehemya, ilk yıkılışının ardından Kudüs'ü inşa eden tarihsel Yahudi kahramanı...

     

     

    Kudüs Tapınağı Vakfı'nın ikinci adamı ise genel sekreter olan Stanley Goldfoot adlı eski bir Stern teröristi. 1940'lı yıllarda Siyonist terör örgütü Stern'in saflarında King David Oteli'nin bombalanması gibi kanlı eylemler gerçekleştiren Goldfoot, Tapınak'ın inşası için büyük çaba harcayan Yahudilerden biri. Ancak ilginç bir durum var: Goldfoot bir ateist. Ancak buna rağmen Eski Ahit'ten pasajlar delil göstererek Kudüs'ün Yahudilere ait olduğunu ve burada Müslüman mabetlerinin bulunmasının kabul edilemez olduğunu söylüyor. Goldfoot'un yardımcısı Yisrael Meida, şöyle diyor:

     

    “Bu bir egemenlik sorunu. Tapınak Tepesi'ni kontrol eden, Kudüs'ü de kontrol eder. Ve Kudüs'ü kontrol eden, tüm İsrail diyarını kontrol eder... Burası İsrail'in diyarı, İsmail'in değil. Yahudiler Müslümanları mutlaka Tapınak Tepesi'nden (Harem-i Şerif) süreceklerdir. Şimdiki nesil yapamazsa, bir sonraki nesil bunu yapar.”

     

    Kudüs Tapınağı Vakfı, Tapınak'ı inşa için fiili olarak uğraşan İsraillilere büyük destek veriyor. Vergiden muaf olan vakıf, bu konu için yıllık yaklaşık 100 milyon dolar bağış topluyor. Para, İsrail'e, Tapınak'ın yeniden inşası için yürütülen projelere aktarılıyor. Vakfın finansal yönden desteklediği grupların başında, İsrail'deki Ateret Cohanim adlı yeshiva (tekke) geliyor. Ateret Cohanim, 1970'lerin başında, Kabalacı ekolün en büyüğü sayılan Zvi Yehuda Hacohen Kook'un Merkaz Harav adlı yeshivasının bir uzantısı olarak Kudüs'te kuruldu. Gush Emunim'in önemli kalelerinden biri olan Ateret Cohanim'in en önemli özelliği ise Tapınak'ın yeniden inşasıyla birlikte yeniden başlatılacak olan eski Tapınak ritüelleri üzerine yoğunlaşmış olması. Merkaz Harav'daki Kabalacılar, Tapınak'ın inşasının çok yakın olduğunu düşünüyorlar ve bu nedenle de Hz. Süleyman döneminde Tapınak'ta yapıldığına inandıkları ayinleri hayvan kurban edilmesi, çeşitli tütsüler vs yeniden eksiksiz biçimde uygulamak için öğrencilerini Ateret Cohanim'de hazırlıyorlar. Ateret Cohanim'in yöneticilerinden Kabalacı Haham Shlomo Chaim Hacohen Aviner Tapınak'ın önemini şöyle belirtiyor: "Unutmamalıyız ki, sürgünlerin toplanması (diaspora Yahudilerinin İsrail'e getirilmesi) ve devletimizin kuruluşunun tek bir kutsal amacı vardır: Tapınak'ın yeniden inşası. Piramidin tepesinde, Tapınak bulunmaktadır."

     

    Kudüs Tapınağı Vakfı, Amerikalı Evanjeliklerden topladığı bağışları işte bu Kabala merkezine yolluyor. Vakıf, 1984 yılında Mescid-i Aksa'yı havaya uçurmak üzereyken tutuklanan Machteret Yehudit'le yakın ilişki içindeydi. Hatta daha sonra mahkemeye çıkartılan Machteret Yehudit üyelerinin avukatlarının bir kısmının paraları da vakfın fonundan ödenmişti.

     

    Kısacası, İsraillilerin Mescid-i Aksa'yı yıkmaya yönelik herhangi bir girişiminin, sayıları 50 milyon civarında olan Amerikalı Evanjelikler tarafından güçlü bir biçimde destekleneceğine kuşku yok.

     

    Yahudilerin öteki tarihsel müttefiği olan masonluğun bu konuda da Yahudilerin yanında yer alıyor olması, olayın bir başka önemli boyutudur. Tüm ideolojisini, sembollerini ve ritüellerini Süleyman Tapınağı'na dayandırmış olan masonluk açısından, Tapınak'ın yeniden inşası, yeryüzündeki en büyük hedeflerden biridir. Bu konu üzerinde masonik kaynaklarda da zaman zaman durulur ve Tapınak'ın yeniden inşasının örgütün temel amaçlarından biri olduğu vurgulanır.

     

    Gerçekte Tapınak Şövalyeleri'nin devamından başka bir şey olmayan masonluğun daha farklı bir yaklaşım içinde olması düşünülemez zaten. Bilindiği gibi Tapınakçılar bir dünya egemenliği hesabı yapmakta ve bunun için de 2000 yılını belirlemektedirler. Ünlü İtalyan yazar Umberto Eco şöyle diyordu: "Tapınakçılar, iki bin yılının, onların Kudüs'ünün başlangıcını belirleyeceğini düşünüyorlar: Bir yeryüzü Kudüs'ü." Eco, ayrıca, konunun uzmanlarından Gauthier Walther'in de, “La Chevalerie et les Aspects Secrets de I'Histoire” (Şövalyelik ve Tarihin Gizli Yönleri) adlı kitabında, "Tapınakçılar'ın erki ele geçirme planının 2000 yılında gerçekleştirilmesinin öngörüldüğünü" söylediğine dikkat çekiyordu.

     

    Kuşkusuz Tapınakçılar'ın söz konusu "yeryüzü Kudüs'ü" planı, Kabalacılar'ın yürüttüğü Mesih Planı'ndan başka bir şey değildir. Ve eğer Tapınakçılar ve de onların modern versiyonları olan masonlar bu "yeryüzü Kudüs'ü"nün 2000 yılında başlayacağını hesaplıyorlarsa, İsrail'in Mescid-i Aksa'yı yıkmasına da canla-başla destek olacaklardır. Çünkü "yeryüzü Kudüs'ü"nün, yani Kudüs'ten yeryüzüne yayılacak Mesihi Yahudi egemenliğinin anahtarı, Kudüs'teki Tapınağın yeniden inşasıdır.

     

    Evanjeliklerin ve özellikle de masonluğun Tapınak'ın yeniden inşası için Yahudilere vereceği destek ise bu işi başarmak için teknik yönden oldukça yeterlidir. Evanjelik ya da mason çevrelerinin dışında, İslam'la bir "medeniyetler çatışması" içine girecek olan Batı dünyası, genel olarak, bu olaya sıcak bakacaktır. Sonuçta, görünen odur ki, İsrailliler iyi bir zamanlama ve "biz istemeden oldu" gibi bir açıklama ile Mescid-i Aksa'yı ortadan kaldıracaklar ve yerine kısa sürede eski Tapınak'ın bir kopyasını inşa edeceklerdir. Kudüs'teki Kabala tekkesi Ateret Cohanim'de Hz. Süleyman zamanında Tapınak'ta yapıldığı öne sürülen tören ve ritüellerin provalarının yapılıyor oluşu boşuna değildir.

    İsrail'in gerek Ortadoğu'da gerekse dünya ölçeğinde İslami güçleri zayıflatmak, mümkünse yok etmek için giriştiği savaşın arkasındaki mantıklardan birisi de Tapınak'ın yeniden inşası olabilir. Kuşkusuz Yahudi Devleti Mescid-i Aksa'yı yıktığında Müslümanlarla karşı karşıya geleceğini bilmektedir ve şu an yürüttüğü anti-İslami programın bir amacı da, kaçınılmaz olarak savaşacağı bu gücü önceden mümkün olduğunca zayıflatmak olarak yorumlanabilir.

     

    Uzun yıllar Kudüs'te çalışan Amerikalı arkeolog Gordon Franz, bu konudaki gözlemlerine dayanak şöyle diyor:

     

    “Emin olduğum bir şey varsa, Tapınak'ı yeniden inşa etmeyi hedefleyen Yahudilerin o iki camiyi mutlaka yıkmak istiyor oluşlarıdır. Bu yıkımın nasıl olacağı konusunda kesin bir fikrim yok ama olacaktır. Yıkacaklar ve burada onun yerine bir Tapınak inşa edecekler. Ne zaman, nasıl yapılacak bilmiyorum, ama yapılacak.”

     

    Houston İkinci Baptist Kilisesi'nden rahip James E. DeLoach ise tüm Yahudilerin camileri yıkıp Tapınak'ı inşa etmek istediklerini, ancak bunu Machteret Yehudit gibi radikal yöntemlerle değil, Aksiyon'un haberinde yer alan şekilde yapacaklarını söylüyor: "Şu bir gerçek; tanıdığım bütün Yahudiler o camilerin yıkıldığını görmek istiyorlar. Ama bana söylediklerine göre, bu yıkım, Tanrı'dan gelecek bir hareketle, örneğin bir depremle ya da ona benzer bir şekilde gerçekleşecek."

     

    İsrail'in bir şekilde Harem-i Şerif'teki İslam mabetlerini yıktığını ve Tapınak'ı inşa ettiğini varsayalım. Bu durumda Mesih için gerekli tüm kehanetler yerine getirilmiş ve 500 yıllık Plan sona ermiş olacaktır.

     

    Açıkça anlaşılmaktadır ki, bu son kehanet gerçekleşmediği sürece İsrailli radikallerin Harem-i Şerif’e karşı saldırıları bir son bulmayacaktır.


  5. YAŞAYAN FOSİL ÖRNEKLERİ EVRİM TEORİSİNİ ÇÜRÜTÜYOR - FOSİL SERGİSİ

     

    PALEONTOLOJİ, YAŞAYAN FOSİLLER İLE, YARATILIŞ GERÇEĞİNİ İLAN ETMİŞTİR.

     

     

    MAYIS SİNEĞİ - 125 milyon yıllık

     

    mayis_sinegi.jpg mayis_sinegi_fosil.jpg

     

    Resimde görülen 125 milyon yıllık mayıs sineği bir yaşayan fosil örneğidir. Günümüzde yaşayan mayıs sineklerinin aynısı olan 125 milyon yaşındaki bu fosil, evrimcilerin iddialarını geçersiz kılmaktadır.

     

     

     

    SİNEK - 50 milyon yıllık

    sinek.jpg sinek_fosil_1.jpg

     

     

    50 milyon yıl önce yaşayan sineklerle günümüzdeki sinekler arasında hiçbir fark yoktur. Resimde amber içinde görülen sinek fosili bu gerçeğin ispatlarından biridir.

     

     

     

    ÇEKİRGE - 108-92 milyon yıllık

     

    cekirge.jpg cekirge_fosil.jpg

     

     

     

    Resimde görülen 108 ? 92 milyon yaşındaki çekirge fosilleri, çekirgelerin hep çekirge olarak var olduklarının delilidir. Milyonlarca yıldır aynı olan çekirgeler, canlıların evrimleşmediklerini, yaratıldıklarını söylemektedirler.

     

     

    DİŞLİ RİNGA (HIODONTIDAE) - 50 milyon yıllık

     

    ringa_balik.jpg ringa_baligi_fosil.jpg

     

     

     

    Orta büyüklükte bir balık olan dişli ringa, genellikle Kuzey Amerika'da, büyük göllerde ve bazı ırmaklarda rastlanan bir balık türüdür. Hiodontidae familyasına dahildir. Bu balık türü, diğer tüm canlılar gibi, milyonlarca yıldır yapısını değiştirmeden varlığını devam ettirmektedir. 50 milyon yıl önceki dişli ringalarla günümüzdeki örneklerinin tamamen aynı olması, evrimciler açısından açıklanması mümkün olmayan bir durumdur.

     

     

     

    SEKOYA DALI - 50 milyon yıllık

     

    sekoya_dali.jpg sekoya_dali_fosil.jpg

     

    Dünyanın en büyük ağaç türü olarak bilinen sekoyalar, aynı zamanda çok uzun ömürlüdürler. Yaklaşık 150 metre yüksekliğinde, 1000 yaşında olan örnekleri bulunmaktadır. Çoğunlukla Kuzey Amerika\'da yaşarlar. Fosil örnekleri, sekoyaların milyonlarca yıldır aynı olduklarını, yani evrim geçirmediklerini ortaya koymaktadır. Resimde görülen 50 milyon yıllık sekoya dalı fosilinin, günümüzdeki örneklerinden hiçbir farkı yoktur.


  6. Her Müslüman dünyada ve ahirette birbirinin kardeşidir. Müslümanların birlik olmaları, aynı safta yer almaları, birbirlerine her şartta destekçi olup yardım etmeleri, birbirlerine Allah rızası için içli bir sevgi, şefkat duymaları ve birbirlerine karşı her zaman affedici olmaları Allah’ın beğendiği ve istediği bir ahlaktır. Allah’ın varlığına ve birliğine iman eden, ahirete inanan, peygamberlere karşı çoşkun bir sevgi ve saygı duyan, Kuran’ın hak olduğunu tasdik eden ve titizlikle uygulayan herkes Müslümandır. Müslümanlar arasında ayrımcılığın Kuran’da kesinlikle yeri yoktur. Bu, şeytanın Müslümanların gücünü kırmak amacıyla oynadığı sinsi bir oyundur. Çekişme, kavga, karşılıklı mücadele ve haset, insanın beynini ve özellikle de vicdanını çok yorar. Kişinin ruhunu kirletir, fiziksel ve manevi anlamda gücünü zayıflatır. Şeytan da bu gerçeği bildiği için müminlerin arasına girmeye ve bu şekilde onları güçten düşürmeye çalışır. Akıllarını ve dikkatlerini boş konulara yoğunlaştırarak Allah’ın dinine yardım etmelerini, İslam ahlakını yaymalarını engellemeye çaba harcar. Allah Kuran’da inanaları şu şekilde uyarmaktadır:

     

     

    Allah'a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)

     

    Şeytan insanların iman etmelerini, samimi olmalarını, güzel ahlak göstermelerini, Allah’a gönülden boyun eğerek yaşamalarını istemez. Birlik oldukları takdirde Müslümanların nasıl güzel ve etkili bir güce sahip olacaklarını, bu vesileyle Kuran ahlakının her yerde yaşanmaya başlanacağını, dünyada cennet gibi bir ortam oluşacağını bildiği için sürekli aleyhte bir faaliyet içindedir. Samimi iman edip her şartta Allah’a yönelip tevekkül edildiği takdirde şeytanın müminler üzerinde olumsuz hiçbir etkisinin olmayacağını Allah Kuran’da bizlere haber vermiştir:

     

     

    Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. (Nahl Suresi, 99)

     

     

    Ancak şeytanın oyunlarına karşı mutlaka uyanık olmak gerekir. Her ne pahasına olursa olsun şeytanın insanları saptırma gayesinde olduğunu Allah bir Kuran ayetinde bizlere şu şekilde bildirmektedir:

     

     

    Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: "Andolsun, kullarından 'miktarları tespit edilmiş bir grubu' (kendime uşak) edineceğim. Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi, 118-120)

     

    Bu tuzağa düşmemek için Müslümanların özellikle birbirlerine karşı çok anlayışlı, sevgi dolu ve bağışlayıcı olmaları; kötü zandan mutlaka kaçınmaları gerekir. Kardeşlik, sevgi, barış, hoşgörü, muhabbet, dostluk, affedicilik gibi konuları sürekli teşvik etmek hatta bu konularda örnek teşkil etmek son derece önemlidir. Bu şekilde Müslümanların şevkini ve heyecanını artıracak bir hizmet içerisinde olmak, şeytanın oluşturmaya çalıştığı kargaşa ve mücadele ortamını Allah’ın izniyle tamamen yok edecektir. Nitekim bu yönde atılan her adımın İslam aleminde hemen olumlu sonuçlar doğurduğunu Allah bizlere göstermektedir.


  7. On yıllardır ülkemizin Güneydoğusu'nda süregiden terör faaliyetlerinin adını doğru koymak, bu sorunun çözümü açısından hayati bir önem taşımaktadır; "Bölücü Terör"ün gerçek adı "Komünist Terör"dür.

     

    Güneydoğumuz’daki terörist hareketi ifade ederken kullanılan "bölücü terör" ibaresi, aslında oldukça eksik bir tanımlamadır. Çünkü, söz konusu "bölücü terör" gerçekte "komünist terör"ün ta kendisidir. Bölücü hareket olarak adlandırılan hareket “Marksist-Leninist-komünist ayaklanma”dan başka bir şey değildir. Bu nedenle her şeyden önce, yıllardan beri olayın içyüzünü ifade etmekten uzak 'bölücü terör' klişesiyle tanımlanan bu hareketin adını doğru koymak çok önemlidir.

     

    İdeolojisini Marksist-Komünist olarak tanımlayan, her türlü komünist söylem ve prensibi benimseyen, en bariz komünist gerilla yöntemleriyle sürdürülen bu hareketi müstakil bir bölücü faaliyet, sıradan bir etnik çatışma olarak görmek son derece hatalı bir değerlendirme olacaktır.

     

    Doğu insanımız dindardır ve devletine sadıktır. Halkımız, komünist-bölücü örgütün, Allah, Kitap, din ve ahlak düşmanı fikirleri benimsediğinden habersizdir. Bu konunun, terörün çözümü için kilit bir konumda olduğu fark edilmelidir.

     

    Sorunun kaynağına inemeyen yüzeysel yaklaşımlarla teröre çare bulunamayaca ğı aşikardır. Daha fazla geç kalınmadan, dikkatli bir analiz yapılarak tutarlı bir mücadele stratejisi oluşturulmalı ve terörün kökü kazınmalıdır.

     

    Ortada 'bölücü terör' değil apaçık bir 'komünist terör' vardır! Komünist hareket, özünde mevcut düzeni yıkmaya, devleti ve milleti yok etmeye yönelik bir hareket olduğu için her zaman 'bölücü' bir harekettir. Komünistlerin bölücü faaliyetini, bu korkunç ve karanlık kimliğinden soyutlayarak yalnızca "bölücü terör" ifadesiyle tanımlamak son derece yanlış bir tutumdur.

     

    Güneydoğu'daki Komünist Teröre Destek Dünya Komünistlerinden Geliyor

     

    Kore'yi ya da Almanya'yı ikiye bölen komünist hareket gibi, Güneydoğu'daki bölücü terörü yürütenler de yine aynı Marksist-Leninist-komünist mihraklardır. Bölgedeki etnik kesimden bir kısmının kandırılıp alet edildiği bu komünist faaliyetin destekçileri de dünya çapındaki komünist ve sosyalist örgütler, partiler ve iktidarlardır.

     

    Yoksa bu komünist çevrelerin bölgedeki etnik azınlığın sorun ya da çıkarlarıyla ilgili herhangi bir tasa ya da endişeleri olmadığı açıktır. Tek ilgilendikleri ve destekledikleri konu, burada yürütülen komünist hareketin nihai bölücü hedefine ulaşmasıdır.

     

    Komünistlerin ülkesi, milleti, ırkı ya da dini yoktur. Her ülkeden, her milletten komünistler yine ancak kendileri gibi komünistleri, Marksistleri destekler. Nitekim dünyanın öbür ucundaki komünistlerin dahi Güneydoğu'daki komünist terörü desteklemesi bunun en açık örneğidir.

     

    Dünyadaki tüm komünist odaklar, Güneydoğu'daki Marksist-Leninist-komünist hareketi kendi sapkın ideolojilerinin meşru bir eylemi olarak algılamakta, Cumhuriyetimiz’e ve devletimizin üniter yapısına karşı yürütülen komünist devrimci bir mücadele olarak görmektedir.

     

    Komünizm yıkılınca yeryüzünden yok olmamış, sadece oranı %60'tan %40'a düşmüştür. Bu ise halen 100 milyon kişiden 40 milyonunun komünist terörü desteklediği anlamına gelmektedir.

     

    Ülkemizde de, Güneydoğu'daki komünist teröre destek veren çeşitli odakların bulunduğu ve bunların bir kısmının, medyanın, kamu kurum ve kuruluşlarının içine sızmış olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, öncelikli olarak devlet içinde yuvalanmış bu komünist oluşumlar acilen tesbit edilmeli, bunlar deşifre edilerek bunlara karşı gerekli önlemler alınmalı, gereken müdahaleler yapılmalıdır.

     

    Komünist Teröre Karşı Fikri Mücadele

     

    Gayet iyi bilinmelidir ki, komünizmin bedenini öldürmekle netice alınmaz. Komünizmin ruhunu öldürmek önemlidir. Komünizmin ruhu öldüğünde bedeni de ölmüş olacaktır.

     

    Anti-komünist bir fikri mücadele, komünizme karşı en etkin mücadele olacaktır. Ancak etkili ve insanları bilinçlendirici bir fikri mücadele ve propaganda sayesinde Marksist-komünist terörün önü alınabilir. Yalnızca askeri ve polisiye tedbirlerle olaya köklü bir çözüm getirebilmek mümkün değildir.

     

    Diğer taraftan komünistler yıllardan beri sürdürdükleri gerilla savaşlarında tecrübe kazanmışlardır. Daha önce Vietnam, Kamboçya, Laos, Kuzey Kore gibi ülkelerde yaşananlar, bu konuda önemli birer tecrübedir. Bu gibi ülkelerde sadece askeri ve polisiye tedbirlerle yetinildiği için komünist teröre karşı herhangi bir çözüm getirilememiş, ciddi asker ve polis kayıpları verilmiştir.

     

    Bundan da anlaşılacağı gibi, çözüm yalnızca anti-Marksist fikri mücadeleden geçmektedir. Uydurma temellere, gerçek dışı felsefelere dayandırılan Marksist-komünist ideoloji ilmi olarak çürütülmelidir. Marksist-komünist ve Darwinist öğretilerle beyinleri yıkanarak milletimize karşı kışkırtılan insanlar, ancak bu çarpık ideolojilerin gerçek yüzleri ortaya konup, dayandıkları felsefelerin sefaleti gözler önüne serilirse bu kitlesel hipnozdan kurtarılabilirler.

     

    Marksist-komünist ideolojiye karşı yapılacak bu fikri mücadele ve propaganda, ya resmi olarak devlet eliyle yürütülmeli ya da bu konuda sorumluluk üstlenecek ehil kimse ya da kuruluşlara devlet tarafından destek verilmelidir.

     

    Devletimiz bu desteği verirken bir yandan da söz konusu komünist terörü ideolojik olarak besleyen "Darwinizm" gibi zararlı akımlara ve bunların propagandalarına karşı da önlem almalıdır.

     

    Devlet eliyle Darwinizm propagandası yapılmasına izin verilmemelidir. Çünkü Darwinist eğitim vermek, Darwinist propagandaya göz yummak, komünizme destek vermekle aynı anlama gelecektir. Nitekim bütün komünist ülkeler ve komünizmi parlamenter yöntemle hakim kılmayı savunan sosyalist Kuzey Avrupa ülkeleri, eğitim sistemlerini Darwinizm üzerine kurmuşlardır. Bilindiği gibi komünizm, Darwinizmi sözde bilimsel temeli olarak kabul etmektedir. Darwinizmin öne sürdüğü yaşam mücadelesi, güçlülerin zayıfları yok etmesi, doğal ayıklanma gibi hayali kavramlar diyalektik materyalizmin ve dolayısıyla komünizmin biyolojik altyapısını oluşturmaktadır.

     

    Ülkemizdeki terör örgütleri, diyalektik felsefenin resmi olarak desteklenmesinin rahatlığını taşımaktadırlar. Kendi ideolojilerinin temeline resmi destek verilmesi terör odaklarının ekmeğine yağ sürmektedir. Bu nedenle dialektik felsefeye resmi desteğin bir an önce son bulması gerekmektedir.

     

    Özetle, yukarıda bahsedilen gerçekleri gözler önüne seren ve halkımızı bölücü komünist teröre karşı bilinçlendiren kapsamlı bir eğitim politikasının bölgede acilen uygulamaya geçirilmesi şarttır. Bu konuda kitaplar, anti-komünist, anti-Darwinist broşürler, el ilanları basılmalı ve bunlar halka dağıtılmalıdır. Bölgede yayın yapan televizyonlarda, radyolarda, yerel gazetelerde bu eğitime ciddi yer ayırılmalıdır. Gerekirse ulaşım sorunu olan bölgelerde, bu broşür ve ilanlar uçak ya da helikopterlerden atılmak suretiyle, söz konusu eğitimin en ücra köşelere kadar ulaştırılması sağlanmalıdır.

     

    Komünist Ayaklanmaya Çözüm Önerileri

     

    1- Komünist terör örgütünün, doğudaki gençlerimizin beynini yıkayamaması için yapılması gereken, öncelikle oradaki gençlere çok güçlü bir anti-Darwinist ve anti-Marksist eğitim vermektir. Bu yapıldığında, örgüt, Darwinist-materyalist yalanlarla kimseyi yanına çekemeyecektir.

     

    2- Gençlerimize, devlete isyanın, terörün, bölücülüğün, akla, mantığa, dinimize ve insanlığa aykırı olduğu anlatılmalıdır. Bunu iyice kavrayan bir gençliğin teröre yönelmesinin, devletin polisine, askerine silah sıkmasının imkanı yoktur.

     

    3- Darwinist telkinlerle palazlanmış olan ırkçı düşüncelerin tamamen insanlıkdışı olduğu, insanların ırklarına göre sınıflandırılamayacağı halkımıza iyice öğretilmelidir. İnsanın doğanın bir ürünü olmadığı, Yüce Allah tarafından yaratıldığı, dolayısıyla başına buyruk hareket edilemeyeceği anlatılmalıdır. İnsanların kardeşçe yaşaması, aralarında sevgi, barış ve adalete dayalı bir diyalog kurmaları en doğru olandır.

     

    4- Sorunların çatışmayla, tez-antitez çarpışmasıyla ve kan dökerek giderileceğine inandırılan insanlara gerçek çözüm önerileri sunulmalıdır. Sağduyulu ve akılcı bir yaklaşımla, dostluk ve kardeşlik havası içinde herşeyin üstesinden gelinebileceğine dair güven aşılanmalıdır.

     

    5- Olaylara intikam, nefret ve kin gibi duygularla değil, sükunetle ve tutarlı biçimde yaklaşılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, dış güçler kendi menfaatleri uğrunda kardeşi kardeşe düşman etmekte, komşuyu komşuya kırdırtmaktadırlar. Bu oyunlar tüm açıklığıyla halkımıza ifşa edilmelidir. Haysiyetine düşkün Türk insanı, -Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle- kendi üzerine oynanan oyunları öğrendiğinde birbiriyle uğraşmanın ne denli korkunç sonuçlar doğuracağını fark edecek, suni kavgalardan sıyrılarak birlik ruhuna kavuşacaktır.

     

    6- Doğuda yaşayan vatandaşlarımıza, komünist terör örgütünün iç yüzü anlatılmalıdır. Halkımız, bu örgütün iç yüzünü anladığında bu örgütün yandaşlarını bünyesinden kazıyacaktır. Doğu insanı dindardır; bölücü örgütün Allah'ı inkar eden, Kuran-ı Kerim’e ve peygamberlerimize dil uzatan fikirleri hakkında halkımız bilgilendirildiğinde, bu örgüte duyulan suni sempati de süratle tiksintiye dönüşecektir.

     

    7- Halkımız devletine bağlıdır. Devletine güvenmektedir. Devlet şefkatini, kudretini tam manasıyla hissettirdiğinde birçok sorun kolaylıkla ortadan kalkacaktır. Bu yapıldığında komünist bölücü terör örgütünün propaganda gücü yok olacak, tuzakları bozulacaktır.

     

    8- Bu vatan uğrunda Kürt de, Laz da, Çerkez de kahramanca savaşmış ve şehit olmuştur. Ayyıldızlı bayrağımız altında yaşayan ve ben Türk’üm diyen herkes -ırkına, soyuna, inancına bakılmaksızın- Türk’tür. Bu çok iyi anlatılmalı, kimsenin öncelik hakkı olmadığı gerçeği halkımıza aktarılmalıdır. Bu ülke bir ırka, aileye veya zümreye ait değildir. Türk’üm diyen, bu vatana gönül vermiş her vatan evladının tabandan tavana her mevkide görev alma hakkı vardır.

     

    9- Bu vatanın her ferdi, güçlü Türk Cumhuriyeti’nin himayesinde olduğunu hissetmelidir. Sosyal haklar, sağlık, güvenlik gibi mutlak gereksinimler en adil ve doyurucu biçimde karşılanmalı, kimseye ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmamalıdır.

     

    10- Eğitim sadece Doğu için değil, Batı insanı için de bir gereksinimdir. Ülkemizde kendi menfaatlerini ve refah seviyesini korumak adına insanlarımızı hakir gören, adam sendeci bir üsluba sahip, gününü gün etmeye bakan bir kısım insanların varlığı da tartışılmaz bir gerçektir. Özellikle bir kısım basının yayın politikasını yeniden gözden geçirerek milli ideallerin halk tarafından sahiplenilmesine ön ayak olması gerekmektedir. Tüm basının halkımızı iyiliğe, güzelliğe, sevgiye, kardeşliğe, barışa ve güçlü Türkiye için çalışmaya yönlendirici, ümit veren, moral tazeleyen bir üsluba yönelmesi şarttır. Toplumun basın tarafından yanlış yönlendirilmesine karşı, devletimizin uyarıcı ve düzenleyici niteliğiyle müdahaleci olabilmesi ise milli menfaatlerimizin ve devletimizin üniter yapısının korunması açısından bir zorunluluktur.

     

    Darwinizm, Komünist Bölücü Terör Örgütünün İdeolojisinin Temelidir

     

    Türk Devleti'nin bölünmez bütünlüğünü hedef alan en önemli tehdit olan bölücü terör, doğrudan komünist ideolojiye dayanmaktadır. Materyalizme ve Darwinizm’e dayanan bu ideoloji, ahlak, mukaddesat ve maneviyat gibi kavramları reddetmekte, insanların sadece maddi varlıklarını esas almakta, hatta Darwinizm’in etkisiyle insanları bir çeşit hayvan olarak görmektedir. Karl Marks, Darwinizm ile komünizm bağlantısını şu şekilde açıklamıştır:

     

    "Darwin'in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından temelini oluşturuyor." (Marks Engels Mektuplar, cilt 2, s.126)

     

    Lenin’in, Darwinizm konusundaki görüşü ise şöyledir: "Marks'ın teorisinin tümü, evrim teorisinin, en tutarlı, en tam, en düşünülmüş ve özlü biçimiyle çağdaş kapitalizme uygulanmasıdır." (Robert M. Young, Darwinian Evolution and Human History, Historical Studies on Science and Belief, 1980)

     

    Terör, Bölücü Örgütlerin Vazgeçilmez Bir Yöntemidir

     

    Terör, temeli Darwinizm’e dayanan bölücü ideolojilerin hedefe ulaşmak için kullandığı etkin bir yöntemdir. Komünist liderler terörü vazgeçilmez bir silah olarak taraftarlarına tavsiye etmişlerdir. Bölücü terör örgütünün bütün yöntemleri komünist ideolog ve liderlerin tavsiyeleri doğrultusundadır. Bu liderlerden Lenin’in terör talimatları oldukça dikkat çekicidir:

     

    "Polisleri, askerleri, devlet memurlarını öldürmek, devlet kurumlarında yangınlar çıkartmak... Devletin hazinelerinden paraları almak... Devrimci komünist güçler yenilmez silahlı bir güç olarak ortaya çıkmalı, insanları öldürerek, bombalayarak, binaları havaya uçurarak korku yaymak ve bu şekilde toplumun üzerinde komünist diktatörlüğünü teşkil etmek iktidara ulaşmamızın önemli unsurlarındandır." ("Vladimir Lenin, Teorik ve Pratik Terör Hakkında", Homizuri G.P., Moskova 2005)

     

    Darwinizm ve Terör

     

    Bir Marksist-Leninistin, komünist ideolojinin gerektirdiği terörist eylemi yapması komünistleri adeta büyüler. Yapılan katliamları, bombalama eylemlerini ve şiddeti şeytani bir hazla ve takdirle karşılayıp hayranlık duyarlar. Bu sebeple Avrupa’daki ve dünyanın çeşitli yerlerindeki Darwinist-Marksist görüşlü insanların teröre karşı olması beklenemez. Bu Marksist felsefenin ruhuna-mantığına aykırı olur. Kınama mesajları, uyarmalar böyle kitleleri hiç ilgilendirmez. Darwinist-Marksistler teröristleri, -güya- “feodalizme karşı savaşan, devrimci güçler” olarak görürler. Teröristler, Ho Chi Minh gibi tarihe geçen kan dökücüleri saygı ile anarlar.

     

    Vietnamlı gerilla lideri Ho Chi Minh (1890-1969) koyu bir Marksist-Leninist ve Darwinistti. Bölücü komünist örgütün Güneydoğu’da kullandığı gerilla yöntemleri, bu azılı komünist liderin yöntemlerinin birebir uygulamasıdır.


  8. Türk-İslam Birliği'nin kurulması tüm İslam ve Türk dünyası tarafından şevkle ve heyecanla beklenmektedir. Bu birliğin ilk ve en önemli adımı, Azerbaycan ve Türkiye'nin iki devlet, tek millet olarak birleşmesidir. Türk-İslam Birliği'nin ilk aşaması olan bu birleşmenin, daha fazla vakit kaybedilmeden ve daha geç kalınmadan bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir.

     

     

    Yakın geçmişte yaşanan Hocalı Katliamı gibi acıların tekrar etmemesi sağlanmalı, bu topraklara huzurun ve güvenliğin hakim olması için 1992 yılında kapatılıp işgal edilen Laçin Koridoru açılmalı, Dağlık Karabağ bölgesi başta olmak üzere işgal altındaki tüm topraklar işgalden kurtulmalıdır. Laçin Koridoru'nun açılması için her türlü diplomatik girişimde bulunulmalıdır.

     

     

    Gerginliği tırmandırmak, sürekli düşmanlık duygusunu körüklemek kimsenin yararına olan bir davranış değildir. Çağımız öfke ve kin çağı değil, dostluk, sevgi, anlayış, işbirliği ve kardeşlik çağıdır. Öfke, intikam çağları artık geride kalmıştır. Ermenistan da kardeşçe ve dostça bir yaklaşım içinde olmalı, düşmanlıkları körüklemek yerine sevgiyi ve barışı ön plana almalı, "Türk düşmanlığı" düşüncesinden tamamen vazgeçmelidir. Bu düşmanlık duygusu günümüzün sosyal gerçeklerine de aykırıdır. Bu şekilde yaşamanın, Ermenistan'a bugüne kadar ekonomik olarak da kültürel olarak da bir faydası dokunmamıştır. Düşmanlık siyasetine devam edilmesi durumunda, Ermenistan'ın içinde bulunduğu ekonomik şartlar daha da kötüleşecek, fakirlik ve yokluk daha da artacaktır. Müreffeh ve aydınlık bir Ermenistan'ın yolu, kardeşlik ve sevgiden geçmektedir.

     

     

    Ermeniler, Kitap Ehli olan bir topluluktur. Müslümanların Kitap Ehli'ne bakış açısı Kuran'a göre çok açıktır. Peygamber Efendimiz (sav) de Kitap Ehli'ne karşı her zaman hoşgörülü ve merhametli olmuştur. Nitekim gerek Selçuklu gerekse Osmanlı dönemi boyunca Ermeniler, Türk hakimiyeti altında hiçbir yerde bulamadıkları refah ve huzuru bulmuşlar, Osmanlılar da Ermenileri Millet-i Sadıka olarak adlandırmışlardır.

    Ancak, Ermenilerin geçmişe dayalı öfke ve kin duygularından kurtulmaları, hasmane bir tutum içinde olmamaları son derece önemlidir. Nitekim inançlarının gereği de budur. İncil'in pek çok açıklamasında, komşuya duyulan sevginin önemine özellikle dikkat çekilmiş, hatta inananların komşularının iyiliği için gayret etmeleri gerektiği bildirilmiştir. Ermenistan'ın komşularına karşı izlediği siyasetin temelinde de, İncil'de kendilerine söylendiği şekilde, sevgi ve merhamet olmalıdır.

     

    İsa şu karşılığı verdi: Adam öldürme, zina etme, hırsızlık yapma, yalan yere tanıklık etme, annene babana saygı göster ve komşunu kendin gibi sev. (Matta, 19; 18-19)

     

    Sevgi, komşuya kötülük etmez. Bu nedenle sevgi, Kutsal Yasa'nın yerine getirilmesidir. (Pavlus'un Romalılara Mektubu, 13; 10)

     

    Her birimiz, komşusunu ruhça geliştirmek amacıyla, komşusunun iyiliğini gözeterek onu hoşnut etsin... (Pavlus'un Romalılara Mektubu, 15;2)

     

     

    Eğer Ermenistan dostluktan ve kardeşlikten yana tavır koyarsa, geçmişte yaşanmış tüm olaylar bir kenara bırakılarak, Ermenistanla ticari ve kültürel ilişkiler kurulabilir. Azerbaycan ve Türkiye'nin birleşmesiyle oluşacak dostluk ortamından Ermenistan'ın da fayda göreceği açıktır. Ekonomik, siyasi ve ticari birliktelik tüm taraflara fayda sağlayacak, bu koşullar altında çok rahat ve müreffeh bir yaşama alanı oluşacaktır. Ermeniler de ticaretlerinde, dinlerinde, dillerinde, yaşamlarında daha özgür, daha güven içinde, daha rahat olacaklardır. Bölgede sürekli tırmanan gerilim yerini barışa bırakacaktır. Bu barıştan tüm tarafların fayda göreceği ortadadır.

     

     

    Bugün yapılması gereken geçmişi bırakıp geleceğe bakmaktır. Sürekli geçmişte neler olduğunu konuşmak yerine gelecekte neler yapılabileceğini, bölgede ekonomik koşulların nasıl geliştirilebileceğini, kültürel bir atılımın nasıl yapılabileceğini, istikrarın nasıl sağlanabileceğini, anlaşmazlıkların nasıl tamamen ortadan kaldırılabileceğini konuşmak gerekir. Üstünde durulması gereken budur. Geçmişi bugüne taşıyarak, gerginlik ortamı meydana getirmenin kimseye faydası yoktur. Şiddet, gerginlik ve aşırılık hiçbir topluma yarar sağlamaz. Her türlü şiddetten kaçınmak, aşırılık yerine ılımlılığı tercih etmek, itidalli davranmak, hoşgörülü ve sabırlı olmak, gündeme gelebilecek tüm sorunları uzlaşıyla çözüme kavuşturmak en akılcı ve mantıklı yoldur.


  9. arkadaşlar "evrim teorisinin çöküşü" kitabını okuyun gerçekten insanların inanışlarına gülersiniz.

    insan aklı bir güzel şey gördüğünde bunun yapan çok zeki veya çok zevkli bir insan diye düşünür,

    dünyanın bu sistemini okuyan öğrenen insanlar bu sistemin bir yaratıcısı olduğunu düşünmezmi düşünür tabi.

    darwin in fikirlerine gerçekten gülüyorum ve darwinin peşinden giden fikirlerini savunan insanlara acıyorum çünkü;

    onlar kolaylık ve rahatlık peşinde darwinin fikirleri onlara yarıyo.

    Yüce ALLAH şaşırtmasın.

     

     

    Nevbahar ve Akrep yorumlarınız için teşekkürler...


  10. Bilimsel delillerin ışığında geçersizliği günümüzde anlaşılan evrim teorisi’ni ortaya atan Charles Darwin, canlıların ve insanların gelişimini yaşam mücadelesi kavramına dayandırmıştır. Darwin’in yanılgılarına göre, doğada acımasız bir yaşam mücadelesi, daimi bir çatışma vardır. Darwin, bu çatışmanın insan ırkları arasında da geçerli olduğunu öne sürmüş ve çatışmanın geri ırkları eleyerek medeniyetin gelişmesine katkıda bulunacağını iddia etmiş ve bu hayali tezinde sözde delil olarak Türk Milleti’ni kullanmaya kalkışmıştır. Darwin’in oğlu tarafından derlenen “Chales Darwin’in Hayatı ve Mektupları” isimli kitapta Darwin’in, Türk Milleti hakkındaki sözleri şu şekilde yer almaktadır:

     

    "Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, TÜRKLER TARAFINDAN İŞGAL EDİLDİĞİNDE, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, bugün Avrupa'nın TÜRKLER TARAFINDAN İŞGALİ bize ne kadar gülünç geliyor.

     

    Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRK BARBARLIĞINA karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, BU TÜR AŞAĞI IRKLARIN çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elimine edileceğini görüyorum." (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Vol. I, 1888. New York:D. Appleton and Company, s.285-286)

     

    Bu satırlarda Türk Milleti için söylenen sözlerin birer hezeyan oldukları, fanatikçe bir nefretin ve Türklük hakkındaki derin bir cehaletin ürünü oldukları açıktır. Darwin'in bu sözlerini detaylı olarak analiz ederek, amacını cümle cümle inceleyelim:

     

    “Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim...”

     

    Darwin burada insanlığın ırklar arasındaki savaş ve mücadele ile geliştiği yanılgısını öne sürmektedir. Bu, 19. yüzyıl emperyalizminin temel fikri dayanağını teşkil eden koyu ırkçı bir görüştür.

     

    “... Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, Türkler tarafından işgal edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, ama artık bugün Avrupa'nın Türkler tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor...”

     

    Darwin’in burada Türk Milleti için kullandığı işgal kavramı tarihsel olarak yanlıştır ve aslında Türklere duyduğu kinin bir ifadesidir. Çünkü Türk Milleti Balkan topraklarındaki halklara büyük saygı ve hoşgörü göstermiş, Balkanlar'ın dört bir yanını da imar etmiş, kalkındırmış, geliştirmiştir. Bölgede çok sayıda kervansaray, hamam, köprü, cami, kütüphane, aşevi inşa edilmiştir ve bunların üstün bir kültürün ürünü oldukları bugün herkesçe kabul edilmektedir. Darwin’in bu ifadelerdeki amacı ise, kendince Türk Milleti'ni "barbar" bir toplum olarak gösterebilmektir.

     

    “... Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türk Barbarlığına karşı galip gelmişlerdir...”

     

    Darwin Avrupalı ırkları "medeni ırklar" olarak tanımlayarak klasik ırkçı bakış açısını tekrarlamaktadır. Darwin, Türk Milleti'ni açıkça "barbar" olarak nitelemektedir.

     

    “... Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, bu tür AŞAĞI IRKLARIN çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elimine edileceğini (yok edileceğini) görüyorum...”

     

    Darwin, en önemli mesajını—ve hezeyanını—bu cümlesinde sergilemektedir. Söyledikleri açıktır: Türk Milleti'nin yakında Avrupalılar tarafından yok edileceğini öne sürmektedir. Bu işi gerçekleştirmesini umduğu Avrupalıları "medenileşmiş yüksek ırklar" olarak tarif etmekte, Türk Milleti'ne de kendince "aşağı ırk" yakıştırması yapmaktadır.

     

    Darwin'in bu sözleri 1888 yılında yayınlandığında ise, Türk Milleti'ne karşı yürütülmekte olan propaganda savaşına büyük bir destek sağlamış, Türk düşmanları Darwin'in hezeyanlarından güç bulmuşlardır.

     

    Darwin'in Türk düşmanlığına sağladığı bu desteğin etkisinin, günümüzde, neo-Nazi ve faşist grupların yurt dışında yaşayan soydaşlarımıza yaptıkları insanlık dışı eylemlerle sürmeke olduğu görülmektedir.

     

    Bu gerçek, 19. yüzyılda emperyalizm tarafından körüklenen, o zamandan bu yana da çeşitli çevreler tarafından ısrarla ayakta tutulan "Türk düşmanlığı" akımının ardında, Darwinizm'in önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.

     

    Bu ise elbette milletini ve vatanını seven her Türk'e, Darwinizm'e karşı fikren tavır almak, bu ırkçı ideolojiyi reddetmek ve geçersizliğini de elinden geldiğince ortaya koymak görevini yükler. Aksi takdirde, eğer Darwinizm'i savunursa, kendi milletini yok etmek isteyen bir dünya görüşüne hizmet etmiş olacaktır. http://www.darwinizmbitti.com/

×
×
  • Create New...