Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

orhan37

Üye
  • Content Count

    3
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by orhan37


  1. B) Ekonomik Kriz ve Müslüman Aklı

    Alıntı:

    Mahmutpaşa Camii imam-hatibi, şuna yakın şeyler söylemişti: "Kur'an kurslarını kapatırsan, Kur'an okumayı yasaklarsan, başörtüsüne karşı savaş açarsan ahlaksızlık artar. Soygunlar, talanlar, çalmalar, suiistimaller çoğalır. Bunların sonucunda ekonomik kriz de çıkar, başka şeyler de!.."

     

    Bu üslubu bir parça 'hard' bulanlar olabilir. Nihayetinde bu bir 'dil' sorunudur. Bu sözleri şöyle 'soft'laştırabiliriz:

     

    İnsanda vicdan oluşturan tek kurum dindir. Vicdanlar üzerinde en sağlam yaptırım ise imanla sağlanır. Vicdan olmadan, mutlak anlamda ahlak olmaz. Dolayısıyla, bir ahlak sistemi dışbükey olarak dine, içbükey olarak imana yaslanmak zorundadır. İşte bu nedenle, dine ve imana yönelik bir azaltma operasyonu, aynı zamanda ahlaka yönelik bir azaltma operasyonudur. Sonuç ahlaki çürümedir. Ahlaki çürüme, siyasi, sosyal, ekonomik tüm çözülme ve krizlerin anasıdır.

     

    Bu değerlendirmede yer almamasına rağmen, şu sonucu da buna ilave etmek pekala mümkündür: Bu ülkede "irtica" adı altında "İslam"a karşı savaş açmak, onunla birlikte bilerek ya da bilmeyerek ahlak, helal kazanç, kanaat duygusu, yardımseverlik, cömertlik, fedakarlık ve dürüstlük gibi tüm İslami ve insani erdemlere karşı savaş açmak anlamını taşır.

     

    Evet, soft şekli böyle olan bu sözler en basit ifadesiyle bir "yorum"dur. Bu ülkede herkesin olan-biteni kendi durduğu yerden yorumlama hakkı vardır. Cemaatinin dini önderi konumunda olan bir imam, olayları yorumlama hakkını kullandığı için, malum medya tarafından medyatik bir linçe tabi tutulmuştur. Ve o imamı savunmakla görevli olan Diyanet kurumu, malum medyanın kurduğu darağacının celladı konumuna düşürülmüştür.

     

    Aynı şey deprem sırasında da yaşanmıştı. "Deprem ilahi ikazdır" diyen birileri, sırf olayı kendi inancına göre yorumladığı için cezalandırılmıştı.

     

    Bu örneklere bakınca, öteden beri yaşanan anlama sorununun, vahim bir "anlama krizine" dönüşmüş bulunduğunu görüyorum. Söz konusu anlama krizi, yaklaşık bir asırdır devlet gücünü tekelinde bulunduran "laik aklın krizi"dir.

     

    19. yüzyıldan kalmış gerici pozitivist ve materyalist koordinatlar üzerine inşa edilen laik akıl, eşyanın ve olayların bir biçimde kutsalla ilişkilendirilmesine fena halde bozuluyor. Bu aklın eline silah verin, ilk doğrulttuğu "din ve iman" oluyor. Bu aklı doktor yapın, ilk düşman olduğu "alternatif tıp" oluyor. Bu aklı siyasetçi yapın, düşman olduğu ilk unsur "millet" oluyor. Bu aklı hukukçu yapın, ilk katlettiği "hak ve adalet" oluyor. Bu aklı ekonomist yapın, ilk düşman olduğu "helal para" oluyor. Bu aklı bilim adamı yapın, ilk düşman olduğu "hakikat" oluyor. Bu akla felsefe öğretin, ilk hedefi "hikmet" oluyor. Bu aklın eline medyayı verin, ilk manipüle ettiği "haber" oluyor...

     

    İşin aslına bakarsanız, olmaması için de hiçbir sebep yok. Kutsalla tüm ilişkilerini koparmış laik bir akıl, aslında, kendi kendisine yabancılaşmış ve varoluşuna ihanet etmiş bir akıldır. O akıl, ışıksız bırakılmış bir göz gibidir. Göz nasıl ışık olmadan görme işlevini yerine getiremezse, akıl da kutsalla olan irtibatı sonucu aldığı ışık (imanın nuru) olmadan doğru algılayamaz. Hesap eder, ölçer biçer; fakat hesabını yaparken mikro (enfüste), makro (afakta) ve insanoğlunun kollektif bilinci olan tarihsel bağlantıları doğru kuramaz. Hesabı kitabı bencilce ve hep kişisel ihtiras ve ihtiyaçlarıyla sınırlı olur.

     

    Ebu Cehil akıllı bir adamdı. Hesap-kitap yapardı. Fakat, hesap-kitap yaptığı akıl kutsalla ilişkisini kesmiş bir akıldı. Bu tür birinin hesap-kitabına Kur'an'ın nasıl baktığını öğrenmek istemez misiniz?

     

    O düşündü, ölçtü-biçti.

     

    Kahrolası, nasıl da ölçtü-biçti!

     

    Bir daha kahrolası, nasıl ölçüp-biçti? (Muddessir 18-20)

     

    Müslüman aklı düşünürken, değerlendirirken, ölçüp-biçerken, mutlaka tasavvurundaki objeyle Allah arasında varoluşsal, aktif ve aktüel bağlar kurar. Bu obje kendi bireysel varlığı, eşya, tabiat, olaylar ve tarih olabileceği gibi, kategorik olarak siyasal, sosyal, ekonomik ya da hayatın tüm alanlarına ait diğer unsurlar olabilir.

     

    Esasen, bir müslüman böyle düşünmüyorsa, onun tasavvuru müslüman olmamış demektir. Müslüman olmanın anlamı, Allah'a teslim olmaktır. Bunun sonucu, kendi varlığı da dahil, tüm varlık ve oluşu Allah'tan bağımsız değerlendirmemektir. Hayatın ve varlığın her hangi bir alanının Allah'tan bağımsız olduğunu düşünen biri, aynı zamanda Müslüman olduğunu söylüyorsa; mutlaka bu iki iddiasından birinde, hem kendisini hem başkalarını aldatıyor demektir.

     

    Allah'a teslim olma (Müslüman) iddiasındaki her mümin, Allah'ın hayata aktüel ve aktif bir biçimde müdahil olduğuna iman eder. Kur'an'ın baştan sona en belirgin amaçlarından biri, hatta birincisi; kendisine iman eden her bir insanda böyle bir aklı inşa etmek istemesidir. Kur'an'ın neredeyse üçte ikisini kaplayan geçmiş kavimlerin kıssaları, bu ana tema etrafında döner. Helak olup gitmiş tüm kavimlerin helak süreci önce tasavvurdaki bozulma, ardından bilgi ve bilinçteki tahrif, ardından imandaki tahrip, ardından ahlaki çürüme, ardından ekonomik, siyasi ve sosyal yozlaşma ve nihayet mukadder son: çöküş...

     

    İşte bu nedenle Müslüman aklı depremle insan davranışları arasında bağlantı kurar, ekonomik kriz de dahil her türlü ahlaki, sosyal ve siyasal çürüme, kokuşma ve yozlaşma ile insan davranışlarını irtibatlandırır. Esasen bu ekonomik krizde, ahlaki çürümenin sonucu olan soygun, talan ve suiistimallerin rolü olduğunu söyleyen herkes, Mahmutpaşa imamıyla paralel düşünüyor demektir. O halde bu hazımsızlık niye?

     

    Bugün sopa ve havucu elinde bulundurduğu için susturma hakkına sahip olduğunu düşünen egemen laik akıl, Müslüman aklını mahkum edeceği yerde anlamaya çalışsa, daha yararlı olmaz mı?

     

    Mustafa İSLAMOĞLU

    14 Nisan 2001


  2. vak-man.jpg Genelkurmay Hesap Ver !

     

    _Olur-olmaz yerde laiklik nutku atan, üniversiteye başörtüsü ile girilip-girilmemesi konusunda görüş açıklayan, Kutlu Doğum Haftası’nda ilahi okuyan çocuklar için bildiri yayınlayan Genelkurmay yetkililerinin “Terörle mücadelede güvenlik zaafı mı var?” sorusuna cevap vermesi isteniyor.

     

    1- Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt ve diğer komutanlar “sınırötesi operasyon” için izin istiyor. Ancak 13 askerimizin şehit olduğu Şırnak, sınırdan 50 km. içerde. Lice ise 250 km. içerde... Vatandaş soruyor: Teröristler bu kadar mesafeyi yürüyerek katederken, güvenlik güçlerimiz ne yapıyor?

    2- 13 askerimizin şehit olduğu Gabar Dağı, 9 Haziran’dan bu yana güvenlik bölgesi... Buna rağmen PKK’lı teröristler buraya nasıl geldi ve nasıl pusu kurdu?..

    3- Genelkurmay’ın 20 Eylül 2007 tarihli açıklamasında Şırnak’ın Kato Dağı’nda 40 teröristin çembere alındığı bildirilmişti. Bu 40 PKK’lı ne oldu?.. Öldürüldü mü, elden mi kaçırıldı?..

    4- Terörle mücadele, niye 3-5 aylık askerlerle yürütülüyor da, Özel Harekât timleri kullanılmıyor?.. Özel Harekât timleri niye kaldırıldı?

    Beytüşşebap ilçesinde 12 köylünün öldürülmesinden sonra önceki gün Şırnak Gabar Dağı’nda teröristlerce pusuya düşürülen birliğimizin 13 askerini şehit vermesi, bugün de Lice ve Şırnak’ta 2 erin şehit olması, güvenlik zaafiyetini gündeme getirdi.

    Kendi sınırları içinde terörle mücadele edemeyen devlet yetkililerinin, sınırötesi operasyon talebi ciddi bulunmadı. Kamuoyu, güvenlik bölgesi ilan edilmesine ve teröristlerin çembere alındığı açıklanmasına rağmen, teröristlerin askerlerimizi nasıl şehit ettiğine yönelik açıklama bekliyor.10-10-2007

    çok haklı bir soru demeti.ama nerde o duyarlı genelkurmay.konu başörtüsü olsaydı zaman kaybetmezdi.bekliyelim bakalım belki yetişmemiştir cevap.

×
×
  • Create New...