Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

erkam akhan

Üye
  • Content Count

    17
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by erkam akhan


  1. kardeşler önemli gördüğüm için bu konuyu açıyorum. bilmem murat göğebakan'ın müziği hakkında nasıl düşünürsünüz. ancak kendisinin kişiliği hakkında herkesin bir ortak noktası var ki, o da bu sanatçının tam olarak bir sanatkar. ama cicili bicili sanat camiası onu sırf bir mürşide intisab ettiği,azıcık Hakka döndüğü için dışlamış durumda. kendisinin kanser olduğunu öğrendik geçenlerde. ona hiç olmazsa dualarımızla destek olalım. kimsesizlerin kimsesi yardımcısı olsun inşallah. ben şahsım adına bunu duyurmayı ve hassas davranılması gerektiğini vurgulamayı bir borç bildim.

     

    muhabbetle,


  2. Selamlar,

    Bildiğim kadarıyla Üstad'ın kitaplarını basma hakkı sadece Büyük Doğu Yayınlarına ait. Eğer başka bir yayınevi Üstad'ın kitabını basıyorsa, mutlaka Büyük Doğu Yayınlarından izin almıştır da basıyordur. İzinsiz basamaz. Bu durumda Büyük Doğu Yayınları dışında basılan kitaplar da sahihtir, Üstad'ın orijinal metnine sadıktır. Diyebiliriz ki, kitapların hangi yayınevinden çıktığının bir önemi kalmıyor. Baskı esnasında kullanılan kağıt kalitesi, yazı boyutları, mürekkep kalitesi gibi müşahhas müessirler, kitabın fiyatını ve sayfa sayısını etkileyecektir.

    Semerkand Pazarlama'da çalışan kişilere sorma imkanınız varsa, bu meseleyi sorup, onlara danışabilirsiniz. Kitapların satışına ortak oldukları için bu mevzuuda bilgi sahibi olmaları lazım. Verilen cevabı bizlerle de paylaşabilirsiniz.

     

    semerkand ltd şti. sanırım bir iki yıl evvel büyük doğu yayıneviyle anlaştı anlaşmaya göre metin üzerinde oynama yapılmıyor neredeyse sayfa sayısı dahil her şey aynıdır.çile hariç diğer kitaplarını her ay bir tanesi olmak üzere teker teker çıkarmaktadır. şirketin diğer eserleri mesela mektubat-ı rabbani, imam-ı gazali'nin eserleri semerkand bünyesindeki alim kişiler tarafından özenle günümüz türkçesine uyarlanmaktadır.ancak üstad necip fazıl'ın türkçesiyle oynamak mümkün değil zaten. müsterri olunuz. yukarda bir kardeşimiz yayın evi önemli mi demiş elbette ki önemli. sonuçta kağıt üzerine kendi de bir şeyler yazsa bunu falanca yazmış dese buna inanlar çıkacaktır. öyle muteber isimler olunca da iş çok derinler gidiyor tabi. bununla ilgili bir çalışma da yapılabilir bazı yayın evleri vehhabilik propogandası yapıyorlar misalen. bu yayın evlerini bilirsek ona göre okumamızı yaparız kardeşler.

     

    muhabbetle


  3. vehhabilik ve şia için bkz. mezhepler tarihi, hisar yayınevi, muhammed ebu zehra kıymetli bir kitap kütüphanede bulunması lazım. kitaptan yararlanabileceğiniz hususlar:akaidi mezhepler tarihi, fıkhi mezhepler tarihi,yeni kurulan mezhepler. vehhabilik bunlardan biri. vehhabilik için ayrıca bkz. ingiliz ajan hamper'ın itirafları. kitap da hamper in nasıl vehhabiliği kuduğunu daha doğrusu kurdurduğunu anlatıyor.


  4. Muhteşem...

    Hangi mübareğin sohbetinden zuhur etti bu cümleler?

     

    vallahi, mübarek işte zuhur ettirir,isim verilmez burada ama böyle mübarekler yüzü suyu hürmetine ayaktayız canım kardeşciğim. Allah'ın dostlarının sohbet meclisleri öyle sofralar ki ne gıdalar verilir ahhh.

     

    muhabbetle...


  5. birincisi yazdığım yazı öfkeyle yazılmış bir yazıydı ancak yine aynı şeyleri söyleyebilirim..buna ister dar kafalılık diyin,ister örümcek kafalılık..hem o zihniyetin bu şiirleri anlayabileceklerini hiç ama hiiiç zannetmiyorum..

     

    şiiri pek ala anlayabilirler kardeş ne olmuş iyi de bir çeviri sayılır. dar kafalı,örümcek kafalı estağfirullah o ne biçim söz. ama yani biz sadece bu milletin solcusuyla mı uğraşacağız, ne kadar hafif meşgale potansiyele göre...haksız mıyım,siz söyleyiniz.

     

    muhabbetle


  6. BİN FERSAH KOŞACAK AT

     

     

     

    Aylık Medeniyet-Kültür-Aktüalite Dergisi olan MOSTAR Dergisinin Nisan sayısında Sayın Rasim ÖZDENÖREN'in kaleme almış olduğu yazı o kadar hoşuma gitti ki, bunun üzerine bu hafta kalemi bırakıp bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Yazıyı baştan sona kadar okuduğunuzda eminim ki aynı duygulara ortak olacağız.

     

    Saygılarımla...

     

    Bir Çin Bilgesinin Naklettiği Hikmete Kulak verelim:

     

    Bilge Han Yu Diyor ki;Ancak Bolo gibi bir binicilik ustası olduğu vakit bin fersah koşan atlarda olur. Aslında bin fersah koşan atlar her zaman vardır,ama her zaman Bo-lo bulunmaz. Onun içindir ki güzel atlar,köle tabiatlı insanların ellerinde bozulmakta,ahırlarda ölmektedir; bunlar meziyetlerine uygun ünü bir türlü kazanamamaktadır. Bin fersah koşan at çok da yer;bir kere yemeğe koyuldu mu bir batman arpa yer. Fakat hayvana yemini verenler , bin fersah koşabileceğini bilip ona göre beslemezler. Bu durumda, bin fersahı aşma yetisine sahip bir at doyasıya yemezse, kuvveti yetmez,güzelliği göze görünmez. Hatta böyle bir hayvan alelade atlar gibi bile değildir. Böyle olunca bin fersah koşmasını beklemek doğru olur mu? Ona doğru usulde gem vurma,doyacak kadar yem verme,söylediklerine kulak verme,sonra da eline bir kırbaç al,hayvanın önüne geç ve."Artık iyi at kalmadı " de ...Bu olur mu?

     

    Sözün burasında Bilge Han Yu'yu sıkıntı basıyor ve "Off , diye iç geçiriyor o sıkıntıyla, gerçekten iyi at mı kalmadı,yoksa attan anlayan mı kalmadı?(Çin Denemeleri MEB Yayınları)

     

    Bu sorunun cevabını acaba kimden beklememiz gerekiyor:Attan mı,Jokeyden mi,seyisten mi,tribündeki seyirciden mi?Kimden?

     

    "Hal saridir " derdi bizim büyüklerimiz. Eğer komşumuz üzgünse üzüntüsü, sevinçliyse sevinci bize de bulaşır.İnsan cömert dostlarının yanında cömertliği,nekeslerin yanında nekesliği öğrenir. Bunlar da bulaşıcıdır. Geniş görüşlerin genişlikleri de bizi etkiler.

     

    Evin büyüğünün hali de evin bütün bireylerini etkisi altına alır.Ülke yöneticilerinin durumu da öyle. Onlar geniş ufukluysa, ülke bireyleri de ufuklarını genişletmeye çalışır. Onların ufku darsa ya da ufukları hiç yoksa, bireyler de kışır ve kısır bir hayat ortamının içine gömülürler.

     

    Ülke yöneticisini güdüleyen güç onun entrikacı yapısı ise, bireyler de bundan payını almakta gecikmez. Entrikaya karşı entrika geliştirmek herkesin baş meselesi olup çıkar.

     

    Ülkenin büyükleri hırsızlıkla iştigal ediyorsa,dolap çevirmek,düzen kurmak başlıca iş haline gelmişse, yönetilen durumunda olandan da beklenen ne olabilir? Böyle durumlarda dürüst kalmak enayiliğin eşanlamı haline gelir. Herkes herkese ;"Alemin enayisi sen mi kaldın?" sorusuyla yaklaşır.

     

    Dizgini elinde tutanlar, atlarını ufukların sonsuzluğuna doğru koşturmaya başlamışsa, onu izleyenler de hızlarını ona göre ayarlamaya çalışır. Onlar kendi kabuklarının daralmışlığı içinde sıkışıp kalmışsa, onları izleyen de aynı kısırlığın içine düşer.

     

    Bu ülkede,daha kısa bir zaman öncesine kadar,"Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar uzanan bir ufkun sözü ediliyordu. Bu sözü telaffuz edenler, kendilerine ilham veren kaynağı inkar etseler de,onlara bu ilhamı veren,inkar ettikleri o kaynaktı. O kaynak günün birinde kuruyunca, bu söylemi kendi marifetlerinin eseri olarak telaffuz ettiğini sanalar, böyle bir söz söylediklerini bile unuttular. Dahası, böyle bir sözün, ülke çıkarlarını zedeleyeceğini sanarak söylediklerini inkar ettiler:Çünkü onlara bu sözlerini geri almaları dayatılmıştı. Böylece ne oldu?Orta da ne Adriyatik kaldı,ne Çin Seddi! Herkes kendi haddini bilip kendi dar sınırlarının içine çekildi.

     

    Bereket versin, bu ülke insanları arasında bu dar sınırları ve bu dar ufku kendine yediremeyen insanlar var. Onlar,kısır,kışır,dar ufuklu, entrikacı, dolapçı, hırsız, uğursuz, bereketsiz, dönek, münafık, fitne, fesat, fırıldak, gerzek... tipleri kendi halleriyle baş başa bırakmışlardır. Onlar "temiz eller"e sahip olmanın dedikodusu ile meşgul olurken,temiz ellerin gerçek sahipleri,ülkenin geleceğinde görünmeyen temiz elleriyle,batağı kurutmaya çalışıyor.

     

    Şimdi onlar var,onlar, yani ortalarda görünmeden hizmet hasıl edenler...bazıları inkar etse de,nankörlüğüne aldırmada kendi hasbi hasılasını durmadan sağlayıp duranlar,yani bizim insanımız...

     

    At eşiniyor ve binbicisini bekliyor. Binici geldiği anda o, bin fersah koşmaya hazır görünüyor...


  7. bir zamanlar hatun kişiler benim için günah keçisiydi. anneler hariç... bir kadının anne oluncaya dek bir değerinin olmadığını düşünürdüm. kendi kardeşiim de dahildir. ama Allah'a şükür ediyorum ki, şahsımdaki bu problemi düzelttim Allah'ın dostunun himmeti ile. bunun sebebini paylaşmak isterim:bir sohbet meclisi... mevzuu hz. Adem ve hz Havva... ben tabi o zamanki hastalıklı halimle yorumumu yaptım, can kulağıyla sohbeti dinliyorum ki hastalığımı meşrulaştıracak bir iki delil bulayım. Allah sohbeti yapandan razı olsun,sohbet bana yapılıyormuş gibi şunları söyledi: "bir kısım düşünebilir Havva anamız ikram etmesydi yediğinden, Adem babamızda yeryüzüne inmeyecekti(kim böyle düşünür acaba!!!) Amma kardeşler sünnetullahda da bu vardır. sebepler aleminde halk edilenler ollması lazım. eğer ki Adem babamız bilseydi kendi sülbünden Efendimiz(s.a.v) gelecek Havva annemize luzum kalmazdı, babamız o ağacı köküyle yerdi." sonra ben davamdan vazgeçtim. kolum kanadım kırılmıştı artık.

     

    muhabbetle

    • Like 1

  8. bu güzel sitede o kadar güzel şiir yazan arkadaşlar var ki ben bu şiirleri paylaşırken öncelikle onların affına sığınıyor ve tüm okuyucuların fikirlerini,görüşlerini,eleştirilerini bekliyorum

     

    kardeşim önce şiirleri okuyanların affına sığın daha önce paylaşmadın diye. Allah razı olsun senden...

     

    muhabbetle


  9. *Emine Şenlikoğlu

    **İlber Ortaylı

     

    Emine Şenlikoğlu okuma çağımız geçti ama okunması gereken yazarlardan özelikle çocukların ve gençlerin

    İlber Ortaylı ise hepiniz bilirsiniz tarih profesörü :)

     

    bence şenlikoğlunu herkes okumamalı özellikler de çocuklar. sağlam bir akaid dersi aldıktan sonra okunabilir belki.

     

    esselam, muhabbetle...


  10. Hz. Peygamber'in Filistinde Bir Vakfı Ve Osmanlı Devleti'nin Vakıf Ve Tapu-Kadastro Anlayışını Gösteren Bir Belge

    Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

    Osmanlı devletinin vakıf müessesesine olan yaklaşımı ve elde ettikleri toprakların maddî ve manevî tapusunu çıkarmaktaki maharetleri inkâr edilemez bir gerçektir. Yavuz Sultan Selim ve Kânunî zamanlarında yapılan tapu tahrir işlemleri, günümüzdeki modern tapu-kadostro işlemlerine göre daha ileri ve ayrıntılı bir teknikle yapılmıştır. Bugün üzerinde 30 küsur devletin bulunduğu Osmanlı hakimiyetindeki bütün toprakların ayrıntılı tapuları, asırlarca Kuyûd-ı Hâkâniye adı altında muhafaza edilen Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki bin küsur Tapu Tahrir Defterlerinde mevcuttur. Biz bunların nasıl bir incelik ve itina ile tutulduğunu ve Osmanlı Devleti'nin vakıf müessesesine nasıl hürmet gösterdiklerini gösteren bir önemli vesikadan burada bahsedeceğiz.

     

    Hicretin IV yahut X. yılında Temim Dari isimli bir sahabe Hz. Peygamber'e gelir ve henüz fethedilmediği halde Filistin arazisinden muayyen bir kısım arazinin kendisine tahsis edilmesini arzu eder. Gelecekte bu toprakların müslümanların eline geçeceğini gözle görmüş gibi bilen Hz. Peygamber, Temim Dari'nin bu arzusuna müsbet cevap verir ve bu tahsisin yazılı bir senet şeklinde Temim Dari'ye verilmesi için şöyle bir emirnâmede yazdırır.

    "Bu yazılı belgede Allahın Peygamberi Muhammed'in Temim Dari ailesine, Allah fethini nasib ettiği zaman bağışladığı ve tahsis ettiği arazi yazılıdır. Bunlar Beyt-i Aynun, Habrûn ve Beyt-i İbrahim'dir. Ebediyyen kendilerine verilmiştir."

    Şahitler

    "Abbas, Ebubekir, Omer, Osman ve Ali" [1]

     

    Yavuz Dönemine Ait Tapu-Tahrir Defterindeki Vakıf Kaydı

    Bu senedin muhtevasındaki emir, Hz. Ömer devrinde Filistin Arazisi müslümanlar tarafından fethedildiği zaman yerine getirilmiştir. Hz. Peygamber'in yazdırdığı deri parçası (intaâi şerif), Temim Dari ailesinin elinde mevcut olduğu ve bunu bizzat gördüklerini tarihçiler zikr etmektedirler.[2] Aslında bir temlikî ikta tasarrufu olan bu tasarruf ebediyyen kaydıyla yapıldığı için vakıf haline gelmiştir.

     

    Filistin toprakları, 922/1517 yılında Osmanlı Devletinin eline geçmiş ve Filistin'deki şehirler birer Liva olarak Şam vilayetine bağlanmıştır. 1527 yılından itibaren bu çevrede fethedilen arazinin tapu-tahrirleri yani tapu kadastrosu, bugün bile hayal edemeyeceğimiz modern bir tarzda yapılmaya başlanmıştır. Bu defterlere, her mahaldeki vergi mükellefleri, vergiden muaf olanların adları, arazinin kimin dirliği, mülkü yahut vakfı olduğu yazılmıştır: Şahıs veya arazilerden vergiden muaf olanların muafiyet sebebi ve ilgili fermanın kaydı düşülerek işlenmiştir. Her tapu-tahrir defterinin başına ait olduğu sancak veya eyalete ait hususî bir Kanunnâme varsa o kanunun metni yazılmıştır.[3]

     

    İşte Filistin arazisinin tapu-tahriri yapılırken Hz. Peygamber'in Temim Dâri ailesine yaptığı vakıf araziye sıra gelmiştir. Osmanlı padişahlarının fermanıyla bütün vakıflara gösterilen hürmet, buna da fazlasıyla gösterilmiştir. Hz. Peygamberin deri üzerine yazdırdığı senet ve ilgili kayıtlar esas alınarak Osmanlı Tapu Tahrir defterlerine bu arazi Hz. Peygamber'in vakfı olarak kayda geçmiştir. Kanunî zamanında yazılan bir 980/1572 tarihli ve 522 no.lu Tapu Tahrir Defterinde mevcut olan ve bugün Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan bu kayıt aynen şöyledir:

     

    "Bütün Peygamberlerin seyyidi; Âlemlerin Rabbi olan Al¬lah (C.C.)'ın habibi; Arap ve Acemin efendisi; Mekke ve Ha¬rem'in imamı olan Hâşim oğlu Abd-i Menaf oğlu Abdülmuttalip oğlu Abdullah oğlu Muhammed'in (üzerine salât ü selâm olsun) Ensâr'dan Temim Dari, evladı, evladının evladı, zürriyetleri ve bütün nesil ve neseplerine yapılan vakfın, Hz. Peygamberin yazılı emri ve Ali Beg Evkâfı kayıtları gereğince kaydedilen suretidir.

     

    Halilü-Rahman'a Tâbi Beyt-i Aynun Köyü Tamamen

    Habrun ve Sarra Diye Bilinen Halilür-Rahman Şehrine ait Arazi Tamamen

    Halilür-Rahman'a Tâbi Mertun Mezreası Tamamen

    Halilür-Rahman Şehrinde 65 adet Temim Vakfı Diye Bili¬nen Dükkânlar.[4]".

     

    Osmanlı tapu-kadastro sisteminin bir nümunesi olarak takdim ettiğimiz bu belge, Osmanlı Devleti'nin vakıf müessesesine verdiği ehemmiyeti ve fethettikleri topraklar üzerinde icra ettikleri tapu-kadastro işlemlerinin mükemmelliğini açıkça göstermektedir. Osmanlı Devletinin büyük bir itina ile muhafaza ettiği Vakıflar, müslim-gayri müslim, yerli ve yabancı herkese karşı dermeyan edilebilen müslüman toprakların tapusu haline gelmiştir.

     

    Vakıf, Allah (C.C.) ve insan sevgisinden doğan mukaddes bir müessesedir. Osmanlı Devletinin bu tutumu kendileri hakkında diğer müslümanların da takdirlerini celb etmiştir. Bir Hanefî hukukçusu olan Hamevi’nin şu sözleri enteresan olduğu kadar çok da manidardır: "Osmanoğulları ehl-i keşif ve irfanın kitaplarında sahabeden sonra en âdil devlet adamlarıdır diye tavsif edilmektedirler".[5]

     

    --------------------------------------------------------------------------------

    [1] Kalkaşandi, Ebül-Abbas Ahmed, Subhul-A'şa, Kahire 1915, C.13, sh. 118-122.

     

    [2] Kalkaşandi, 13/122.

     

    [3] Lütfü Paşa; Asafnâme, İstanbuI 1326, sh. 24-25.

     

    [4] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Tapu Tahrir Defteri, No. 522, sh. 166.

     

    [5] El-Hamevi, Ahmed, EI Ecvibe, Sül. Kütb., Esat Ef., No. 1152 Vrk, 129.


  11. KÜRD'E FIRSAT VERME YARAB,

    DEHRE SULTAN OLMA'SIN,

    AYAĞI'NI ÇARIK SIKSIN,

    GÖNLÜ HUZUR BULMA'SIN.

     

    VUR SOPA'YI AL HARACI,

    KARNI BİLE DOYMA'SIN,

    OL ÇEŞME'DEN GAVUR İÇSİN,

    KÜRD'E NASİP OLMA'SIN

    VASİYET'İM OLDUR KİM,

    KÜRD BİN KERRE YALVAR'SIN,

    İNAN'MA KAN'MA,

    YAKANA BİT,KAPI'NA KÜRD DADANDIR'MA

     

    şimdi gönüldaşlar yavuz sultan selim han hzlerine atfedilen, şiirden saymadığım, şu alt alta üst üste yazılmış kelime yığınlarını uyduran(bir de buna hikaye uydurmuşları ki karın ağrısı...) vicdansızlara ne dense bilemiyorum. sakın terk-i edepten...

     

    esselam, muhabbetle...


  12. eski çağların meşhur filizofu eflatun'a(platon) iki soru sormuşlar:

    insanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir, diye sormuşlar. sorunun muhatabı ise şöyle cevap vermiş:

    çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. ne var ki büyüdüklerinde çocukluklarını özlerler. para kazanmak için de sağlıklarını yitirirler. ama sağlıklarını almak için de para öderler. yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar. sonuçta ne bugünü ne de yarını yaşarlar.hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar ama hiç yaşamamış gibi ölürler. peki ne yapalım diye sorduklarında ise verdiği cevap şudur:önemli olan hayatta en çok şeye sahip olmak değil en az şeye ihtiyaç duymaktır.(semerkand,2009,sayı:124,syf:31) platon'u sever misiniz bilmem ama ben aristo'yu sevmem. eğer bu ikisi arasında tercih yapacak olsam platon derdim. hele şu diyaloğundan sonra... biraz düşününce hayatımıza artı değer katmak için eksiler yumağına boğulduğumuzu görmemiz pek de kayda değer bir başarı sayılmaz. hayatımız zaten malumların ilanlarıyla dolu... biraz denge işi daha kolaylaştırır herhalde. büyüklerin tek kanatlı kuş misalini hatırlarım. tek kanadı olan kuş uçamaz. gövdemizi deve kuşu gibi evhamla doldurursak da uçamayız. aslında iştahımız yerinde insanoğlu hem ahireti hem de dünyayı avcuna alabilir.

     

    esselam, muhabbetle...


  13. ritim kalp atışlarına bağlıdır temelde. çünkü onun ritmi sayesinde vücutta her şey düzenli işler. ritim aslında önemli olgulardan biridir. musikide bir şarkıyı sevdirebilir bize yahut nefrette ettirebilir. şiirde de kimi şairler sözünü ettiğimiz ahengi vermek için çok uğraşırlar yazan arkadaşlar bilir. ama necip fazıl ın o verdiği ritim kalplere o kadar hitap ediyor ki muhtemelen onun şiirini bize sevdiren bu aradaki aşinalıktır.

    sırf aşinalıktan bahsetmek pek sığdır diyebilirsiniz. ancak kanı ısınmak mevzuuda bundan ibarettir. kalp atar,kan ısınır. kalple beraber atana ısınır. aksi halde kan olduğu yerde gelenin gitmesini bekler.gelen kulğımıza olur gözümüze olur.

     

     

    muhabbetle vesselam

×
×
  • Create New...