Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

süvari

Üye
  • Content Count

    50
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by süvari


  1. kişiye, adam denmesi için ne kadar yol katetmesi gerek,

    martının kuma konması için daha kaç deniz aşması gerek,

    bombaların yasaklanması için daha kaç can almaları gerek

    yanıtı dostum yel aldı gitti

    yanıt rüzgarda savruluyor.

     

    göğü görebilmemiz için kaç kez yukarı bakmamız gerek,

    çığlıkları duymak için daha kaç kulak gerek,

    savaşlar dursun demek için daha kaç ölü gerek,

    yanıtı dostum yel aldı gitti

    yanıt rüzgarda savruluyor.

     

    deniz dağı delmek için kaç yıl dövmesi gerek,

    halkın özgür olabilmesi için daha kaç yıl tutsaklık gerek,

    tüm bunları görmemek için gözleri kaç kez kaçırmak gerek

    yanıtı dostum yel aldı gitti

    yanıt rüzgarda savruluyor.


  2. istanbul üniversitesinde okuyan arkadaşlarım var. bu üniversitede bunun gibi daha bir çok örnek varmış. en azından hocalık yapmayan yabi hiç derse gelmediği halde maaş alan bir çok doç veya prof var, çağatay kardeşiminde dediği gibi Allah a emanet ediyoruz. Rahman ve rahim olan O'dur.


  3. can yücelin kişiliğini bende tasvip ediyor yada onu savunuyor değilim. ancak biri ateist diye onu yoksaymak bence biraz yanlış, can yücel in sizde bu denli nefret uyandıran yanlarını bizimlede paylaşırsanız belki bizde gerçekten o kişiliğin şiirlerine şiir gözüyle bakmaktan kaçınacağız, ismini duyduğumuzda nefret fışkıracak gözlerimizden. ancak, kötü yanlar olarak ateist, küfürbaz, yada rakı sofralarının adamı gibi kötü yanlarını sıralamayınız, bence bunlar bir insandan nefret etmenizi gerektirmez, en fazla onu sevmez veya ondan uzak durursunuz, bence nefret edilecekse, kutsal değerlerimize bilinçli bir şekilde küfür etmesi lazım gelir. biraz araştırdığım kadarıyla böyle bir kaynak bulamadım. nefretinizin kaynağınızı bizimlede paylaşırmısınız,

    kaç tane can yücel e karşı nefret besleyen kardeşimiz varsa cevap bekliyorum.

     

    saygılarımla...


  4. aslında konu başlığına tam olarak uymuyor fakat yeni bir konu açmak istemediğim için burda ufak bir başlık arası niteliğinde bir soru olarak değinmek istedim.

    bir çok sünnet peygamber efendimiz geldikten sonra ön plana çıkmış ve olması gereken hal hareket ve yaşam biçimleridir, ancak bazı sünnetlerde zaten yerel halk tarafından uygulanan ve islam dini açısından bir sakıncası olmayan peygamber efendimizinde uyguladığı günlük hal ve hareketlerdir. biraz araştırdım ama net bir kaynak bulamadım, muhakkak aramızda bu konunun ehli vardır. şu çok tartışılan ve peygamber efendimizinde üstünde ısrarla durduğu misvak kullanmanın tarihi ne zamana dayanıyor. peygamber efendimiz mi ilk kez misvak kullanın demiş yoksa misvak, yerel halkın yıllar öncesinde bulduğu diş ve ağız sağlığında kullanılan oldukça faydalı bir araçmıdır. ben bu yöndeki temizlik ihtiyacımı diş macunu ve diş fırçası ile gideriyorum. ve şöyle düşünüyorum eğer ilk kez peygamber efendimiz kullandıysa ve tavsiye ettiyse bende kesinlikle bundan sonra misvak kullanacağım. ama yok misvak ağız ve diş sağlığına dikkat eden bazı kişilerin zaten yıllardır kullandığı bir araç ise ve peygamber efendimizde o zamanların en iyi bu konudaki temizlik aracı misvak diye tasvip edip önerdiği bir araç ise ben yine diş fırçası ve diş macunu kullanmaya devam edeceğim. özetle aklım şuraya takıldı, belirtilen sünnette üstüne basılan konu misvakmıdır yoksa ağız ve diş temizliğimidir.

    bu soruya misvak kullanmanın hangi zamana dayandığını net olarak bilen birileri cevap yazarsa çok makbule geçer,

    saygılarımla...


  5. rapidshare olması bence daha makbul. rapid share zaman ve limit sınırlaması koyuyor fakat bu sorun maodem i kapatıp 1 dk bekeleyip tekrar açınca ortadan kalkıyor. ip numaranız ne olursa olsun modemi kapatıp açınca rapidshare sizi artık tanımıyor. ve yine indirmeye devam.

    ayrıca paylaşım için çook teşekkürler,

    emeğiniz için Allah razı olsun...


  6. biraz uzun bir yazı ama okumaya değer. özellikle öğretimde yabancı dil özentisine düşenlere çok güzel bir cevap niteliği taşımaktadır. sizlerlede paylaşmak istedim...

     

    "Yabancı dilin meslek (alan) eğitim ve öğretimindeki yeri üzerine bir araştırma”

     

    26 Eylül 2004 tarihinde ADD Antalya Şubesi, Antalya Barosu, Antalya Mühendisler Odası, Antalya Mimarlar Odası ile TÖMER Antalya Şubesinin ortak düzenlediği Dil Bayramı nedeniyle “Dil ve Demokrasi Paneli” adlı etkinlik Atatürk Kültür Merkezinde gerçekleştirildm, işittim ve inandım. Oturumun sonunda bana yöneltilen eleştiri, açıklama ve soruları metnin ardına ekledim. Hızla kirletilen, dağıtılan ve şirazesinden çıkarılmaya çalışılan böylesi bir dünyada, Mustafa Kemal’in yolunda yürüyen inançlı, bilinçli ve sorumlu insanların bulunduğunu görmek, konuşmak ve paylaşmanın ülkemizin ilerisi için aydınlıklar içerdiğini saptama mutluluğuna erişmek son derece güzel bir deneyim.

     

    4 Kasım 1981 tarihinde kaleme alınan 2547 sayılı “Yüksek Öğretim Kanunu” ile Türkiye Cumhuriyeti’nin 1981-1990 arasındaki dördüncü dönem üniversitelerinden biri olan Marmara Üniversitesi 1982 yılında akademik çalışmalarına başlamıştır. Bu yasanın düzenlemeleri kapsamında, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi ile İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, her iki üniversitenin bünyesinde bulunan ve Türkçe eğitim veren tıp fakültelerine ilaveten yabancı dille eğitim yapan ikinci bir tıp fakültesi müfredatı oluşturarak akademik yıllarına başlamışlardır. Diğer yandan, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi de kurulduğu andan itibaren yabancı dille eğitim yapmaya başlamış olup h âlen kuruluşundan bu yana yabancı dille eğitim yapan tek tıp fakültesi olma özelliğini sürdürmektedir.

     

    Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi ilk akademik yılına 1986-1987 yılında başlamış olup yabancı dille eğitim programını o zamandan bu yana sürdürmektedir. Bu çalışma kaleme alındığında tıp doktoru yetiştirmeye başlayalı on altı akademik yıl olmuştur. Uzun, yoğun ve karmaşık tıp eğitiminde benimsenen yöntemlerin tartışmasına girmeksizin yabancı dille tıp eğitimi uygulayan fakültemizin öğretim üyeleri ile öğrencilerin yabancı dille yapılan eğitim hakkındaki görüşlerini anketler aracılığıyla yapılan bir değerlendirsinin önemli olduğunu düşündük. Aslında, yaklaşık on altı yıldan beri yabancı dille tıp eğitimi sürerken, akademik dünyanın toplu meclislerinde olmasa bile, aynı fakültenin arkadaş toplantılarında veya birebir görüşmelerinde, yabancı dille yapılan bir yüksek öğretim eğitim planlaması anlayışının değerlendirmelerinin yapıldığını var saymaktayız. Ancak, fikirlerin oluşması ve bir araya getirilerek ortaya konması ve tartışılması, demokratik süreçlerini tamamlayan ortamlarda yaşama geçirilebilmektedir (2). Nitekim, 1986-1987 yılında akademik etkinliklerine başlayan fakültemizde, “yabancı dile eğitim”in konuşulur h âle gelmesi 2000 yılına kadar gecikmiştir.

     

    Daha önce yayımladığımız çalışmamızda (1), eğitimin birbirine bakan iki yanını oluşturan insanların görüşleri alınmıştır. Bir yandan öğretim üyeleri ve öğretim görevlilerinden oluşan öğretim elemanlarına anket uygulanmış, diğer yandan da tıp fakültesi öğrencilerinin, biri atölye çalışması sırasındaki görüşleri alınmak, diğeri ise klinik eğitimini sürdürmekte olan öğrencilerle odak grup görüşmeleri yapılarak veritabanları oluşturulmuştur.

     

    İngilizce tıp eğitimine bakış açılarının değerlendirilmesi amacıyla, Marmara Üniversitesi öğretim elemanlarına (öğretim üyeleri ve öğretim görevlileri) bir anket gönderilmiş, klinik öncesi dönemdeki öğrencilerle bir atölye çalışması düzenlenmiş. 4. ve 5. sınıf öğrencileriyle de bir odak grup görüşmesi gerçekleştirilmiştir.

     

    Ankete yanıt veren (% 81,2) öğretim elemanlarının %71,6’sı teorik dersleri İngilizce anlattıklarını belirtirlerken, klinik uygulamalarda İngilizce kullananların sadece %11,4 olduğu anlaşılmıştır. Öğretim elemanlarının çoğunluğu dersin sonunda Türkçe özet yapma gereksinimi duyduklarını ve bunun çoğu kez öğrencilerin isteği doğrultusunda olduğunu belirtmişlerdir (hemen her zaman %31,0, zaman zaman %32,2). Öğretim üyelerinin yalnızca %39,7’si İngilizce ders anlatmaktan memnundur. Ankete yanıt veren öğretim elemanlarının %26,3’ü İngilizce ders anlatmanın öğrencilerin eğitimine olumlu katkısı olduğunu düşünmekteyken, %22,1’i kararsız kalmıştır. İngilizce ders anlatmanın öğrenci katılımını olumsuz etkilediğini düşünenler %67,5’dir. Ayrıca, İngilizce tıp eğitiminin öğrenci-hasta iletişimini olumsuz yönde etkilediğini düşünen öğretim elemanları %59,5 tur. Öğretim elemanlarından %54,2’si eğitim dilinin İngilizce olmasının öğrencilerin güncel tıbbı izlemelerinde olumlu katkısı olduğunu düşünmekteyken, %16,3’ü bu konudan emin olamadıklarını belirtmişlerdir. Öğretim elemanlarının yarısı (%51,8) fakülte tercihinde İngilizce eğitimin olumlu rolü olduğunu düşünmektedir. Öğretim elemanlarının yazdıkları kişisel görüşlerinde ise şu ifadeler dikkat çekmektedir: (1) Tıp eğitimi süresince yabancı dil eğitimi konusunda öğrencilere olanak sağlanmasının öğrenci kalitesini yükselteceği, ancak meslek öğretiminin İngilizce olmaması gerektiği, (2) İngilizce ders anlatımı sırasında deneyim aktarma, tartışma noktalarında dil engeliyle karşılaşıldığı, (3) özellikle interaktif eğitimin gerçekten etkin olabilmesi için anadilde yapılması gerektiği, (4) öğrencilerin fakülte tercihlerinde eğitimin İngilizce olmasının önemli yer tutmasına rağmen fakülteye başladıktan sonra bu düşüncelerinin değiştiği ve Türkçe ders anlatılmasını istedikleri, (5) öğrencilerin İngilizce dersleri izlemekte yetersiz oldukları, belirtilmiştir.

     

    Genel olarak incelendiğinde, fakültemizdeki öğrencilerin % 30’unun devlet lisesinden geldiği, yarısının (% 51,8) ise yabancı dil ağırlıklı eğitim veren liselerden (Anadolu lisesi, Fen lisesi, yabancı dil ağırlıklı lise, özel lise) geldikleri saptanmıştır. Ayrıca, öğrencilerin % 8,2’sini yabancı uyruklu öğrenciler oluşturmaktadır. Öğrenci bakış açısıyla İngilizce eğitimin avantajları, kanıta dayalı bilgiye erişmede, yurtdışı eğitimde ve uluslararası bilimsel etkinliklere katılımda kolaylık, prestij ve daha fazla saygınlık olarak belirtilmiştir. Buna karşılık, İngilizce kaynakların yetersiz ve pahalı olması, dersi izlemede ve kendi kendine ders çalışırken ek çaba gerektirmesi dezavantajlardır. Ayrıca, Türkçe terminolojinin gelişememesi, yabancı sözcüklerin kullanımındaki artış da uzun vâdede olumsuz sonuçları olmaktadır. Oysa, Türkçe eğitimde öğrenci ve öğretim üyesi başarısı daha fazladır. Öğrenci dersi daha kolay izleyebilmektedir. Öğrenci derse daha etkin katılır, yorum gücünü kullanabilir ve çözümleme yeteneğini geliştirebilir. Konunun ayrıntıları daha iyi öğrenilir. Öğrenci “dili anlama”da sorunu olmadığı için, okurken/ çalışırken daha az zaman harcar.

     

    Yabancı dille eğitim yapan tıp fakültemizin öğretim elemanlarına İngilizce eğitimle ilgili düşünce ve gözlemleri sorulduğunda, öğretim üyelerinin yaklaşık beşte dördünün yabancı dil tartışmasını yararlı buldukları, ağırlıklı olarak klinik uygulamalarında anadilimizi kullandıkları, yarıdan fazlasının İngilizce’nin öğrenci-hasta iletişimini ve ders anlatma tekniklerini olumsuz etkilediğini düşünmektedirler. Meslek eğitimlerini alan öğrencilerin bakış açısına göre, anadilde eğitim, derslerin daha kolay izlenebilir hâle gelmesine daha etkin katılıma ve yorum gücünü kullanmaya, geliştirmeye olanak tanıması nedeniyle yabancı dilde eğitime göre üstünlük göstermektedir.

     

    Tüm bu bulgular yalnız meslek eğitiminde yabancı dilin kullanılmasında karşılaşılan sorunlar olmayıp teknik alanlarda bilgi ve beceri kazanılması sırasında öğrencinin karşısına çıkan kaçınılmaz güçlüklerdir. Bireyler duygu, düşünce ve hayallerinin en kolay kendi dillerinde anlatıp açıklayabilirler. Atasözleri, özdeyişler, espriler, sevgi, acı ve keder ancak ilk ifade edildikleri dillerde anlaşılır (5). Bu çerçevede ele alındığında iletişim ve sosyokültürel kavramların algılanmasında İngilizce çoğu kez engelleyici olabilmektedir. Doğal olarak, anadilimizin kullanılmasının önemini vurgularken, özellikle üzerinde durduğumuz nokta, tarihimizi, kültürümüzü, içinde yaşadığımız dünyayı algılamakta kullandığımız biricik aracımız olan zihnimizi, kullandığımız dilin şekillendirmekte olduğudur (6).

     

    Diğer bütün meslek dallarında olduğu gibi, Tıp alanı da, insanlık tarihi boyunca toplum içinde gelişmiş, merkezinde insanın bulunduğu, bilgi ve beceri ile inşa edilmiş bir uygulama alanıdır. Yirmi birinci yüzyılda küreselleşen dünyada amacımız ülkemizi, ileri merkez ülkelerin işbirliği yapmak için yarışacakları güçlü, bireysel ve toplumsal niteliklere sahip olan bir duruma getirmektedir. Bu ülküyü yerine getirebilmek, özellikle yarının bilişim toplumunu kurabilmek için, bugünkü ileri merkez ülkelerdeki çağdaşlarıyla yarışabilen bir ülke hâline gelmemiz, başka ülkelerle işbirliğini kendimizin belirleyebildiği bir konumda olmamız gerekmektedir. Ülkemizin halkçı, demokratik, bağımsız, ileri bir merkez ülke olabilmesi için, yaratıcı yetisi, teknik, bilimsel, siyasal, kültürel atılımları yapabilmeyi planlayan ve beceren bir örgütlenme yapısına sahip olması gerekmektedir. Bütün bunları yapabilecek üstün nitelikli bir gençliğin öğretimin ulusal veya daha doğru bir deyişle anadille yapılmasıyla yetiştirilebilmesi mümkündür (7).

     

    Dil ile eğitim arasındaki kuralların en önemli tanımlaması olan, “birimsel devlet olan ülkemizin ulusal dili Türkçedir” ilkesi, şimdiye kadar olan bütün anayasalarımızın temel ilkelerinden biri olagelmiştir. Bu nedenle, ulusal dilin her düzeyde eğitim-öğretim dili olarak kullanılmaması hiçbir koşulda düşünülmemelidir. Cumhuriyetimizin bağımsız bir merkez ülke olması hedefi, neredeyse seksen yıldan beri geleneksel ve çağdaş kimliğimizin, demokratik ve laik hukuk devleti kimliğinin temelini oluşturan “birimsel devlet” yapısının kurgusuyla gerçekleşebilir. Bunu da sağlayacak olan temel yapı, öğretim birliği ilkesi olarak, “öğretiminde ulusal dil Türkçe’nin kullanılması”dır (7).

     

    Öte yandan, soruna “dil ve düşünce ilişkisi” açısından bakıldığında, insanın ancak anadilinde açık ve seçik düşünebileceği, düşünce açık ve seçik olmazsa, anlatımın da açıklık kazanamayacağı bilinmektedir (9). Tıp uygulamalarında, özellikle tedavi sürecinde, hastaya tıbbi bilginin iletilmesinin ve anlaşılır bir dilin kullanılmasının önemi çok iyi bilinmektedir (10). Tıp eğitiminin yabancı dilde yapıldığı ülkelerde öğrencilerin bildirim ve kayıtlarının ulusal standartlara uyumsuzluğu sonucunda hasta ve hasta yakınlarının adli ve hukuksal süreçlerde mağduriyetine neden olduğu bildirilmektedir (11). Meslek uygulamalarında uyumu sağlamak amacıyla, uluslararası “ölçüler”, “tıbbi süreçler” ve “rehberler” kullanılarak bir taraftan uluslararası kaynaklar izlenilmeli, diğer taraftan da bu kaynakların toplumsal öğelere göre uyarlanması sağlanmalıdır (12). Fakültemizde, eğitim dilinin İngilizce olmasının, öğrencilerin küçük grup çalışmalarına aktif katılımını ve öğrenci/öğretim üyesi performansını olumsuz yönde etkilediği ileri sürülmüştür. Benzer şekilde, İngilizce’nin konferans tarzı derslerin izlenmesini de zorlaştırdığı ve öğrenmede harcanan zamanı artırdığı belirtilmiştir. Dolayısıyla, ortasında insan bulunan tıp mesleğinde, bilgi ve beceri kazanmaya yönelik tıp eğitim-öğretiminde, yabancı dilde eğitim, süreci olumsuz etkileyen bir faktör olarak göze çarpmaktadır

     

    Yeryüzünde yurttaşlarına kendi anadillerinde eğitim yaptırmayan bir tek ileri düzeyde kalkınmış, uygar ülke yoktur. Yabancı dille eğitim-öğretim yapılan bütün geri kalmış (ya da gelişmekte olan ya da eski sömürge) ülkelerin de, yabancı dille eğitim-öğretim batağından çıkma savaşımları ortadadır. İyi yabancı dil eğitimi vermek yerine, yabancı dille eğitim-öğretim gibi kestirme çözümlerle köşeyi dönmeye çalışmak, ya da sanki “bir taşla iki kuş vurma”ya çabalamak, bilimsel altyapıdan tamamen yoksundur (7). Bu arada, dil felsefesi açısından değerlendirerek, Marshall MacLuhan’ın ünlü savını gözden geçirecek olursak: “Araç iletidir.” Yani, öğretim dili olarak kullanılacak yabancı dil, bir araç olarak, onu kullananların gözettiği amacın dışında bir iletisi olacaktır (13). Bu da Türklerin 200 yıllık uluslaşma ve çağdaşlaşma savaşımlarına ters düşen bir iletidir (7).

     

    Dünyada yabancı dille eğitim yapan ülkeler gözden geçirildiğinde, resmi dili İngilizce olmayan yetmiş sekiz ülkedeki bin yedi yüz üniversite ve otuz milyon öğrenciyi kapsayan bir değerlendirmede, üniversitelerinden en az birinde öğretim dili olarak yalnız İngilizce’nin kullanıldığı on beş ülkedeki durumdan kısaca söz etmek gerekecektir (14). Üniversitelerinde İngilizce eğitim veren ülkelere bakıldığında, Nijerya (%100), Kenya (%100), Etiyopya (%100), Gana (%99), Uganda (%97), Tanzanya (%53) ve Filipinler (%36) görülmektedir. Öte yandan, Hindistan (%19), Arnavutluk (%12), Pakistan (%11), Mısır (% 5), Sudan (% 4), Bengladeş (% 2), Bulgaristan (% 2) ve Macaristan (% 0.4) ’da da daha az oranda İngilizce eğitim verilmektedir. Yukarıdaki ülkeler arasında en yüksek oranda, İngilizce dilinde eğitim yapan beş üniversiteden Etiyopya dışındakiler (Nijerya, Kenya, Gana ve Uganda), eski İngiliz sömürgeleridir. Yaklaşık, öğrencilerinin yarısında Suahili dilinde eğitim yapan Tanzanya da eski bir İngiliz sömürgesi olup, oldukça yoksul bir Afrika ülkesidir. Nüfusu bir buçuk milyara yaklaşan ve onyedi ulusal dili olan Hindistan’da ise yabancı dille eğitim ancak % 19 oranındadır. Diğer yandan, Arnavutluk, Bulgaristan ve Macaristan gibi eski Doğu Blok ülkelerinde, yabancı dille eğitim ancak, siyasal rejimin yıkılmasından sonra ortaya çıkan kimlik bunalımının bir yansımasıdır (15).

     

    Öte yandan, yalnızca dilbilim açısından bakıldığında, on birinci yüzyıldan bu yana bilim, kültür ve sanat dili olarak anadilimiz, gerek dilbilim kuralları gerekse yapısı nedeniyle etkinliğini ve yetkinliğini kanıtlamış bir dildir (16). Eğitim tarihimiz içinde, onsekizinci yüzyılda eğitim-öğretim dilinin düzenlenmesiyle başlayan, inişlerle çıkışlarla süregelen, içinde devrimci nitelikte çalışmaların bulunduğu uzun bir süreç vardır. Tıp alanında da terimlerin anadilimize çevrildiği kısa süreli, ancak etkinliği tartışılır çalışmalar olmasına karşın genellikle tıp kamuoyu tarafından bakıldığında bu çalışmalar ne yazık ki uzun sürmemiştir (17-19). Ama, tıp dilinin Türkçeleştirilmesi gibi son derece önemli bir ana hedefin, tıp eğitimi müfredatı kapsamına uzun soluklu bir amaç olarak ivedilikle alınmasının ne kadar önemli olduğunu, yirmi birinci yüzyılda yürüdükçe göreceğiz.

     

    Görünüş odur ki, fakültemizde yaklaşık on altı yıllık geçmişi olan, yabancı dille eğitim deneyimimizin, bugün sorgulanmaya başlanması, kısa demokrasi yaşamımızın içinde önemli bir adımdır. Gerek öğretim üyelerimizin, gerekse öğrencilerimizin saptama ve önerilerinin, yukarıda sözünü ettiğimiz teorik saptamalarımızla örtüştüğü görülmektedir. Yabancı dille eğitim konusunun, yazılı ve görsel basında olduğu kadar akademisyenler arasında da ele alınan bir konu olduğuna daha önceki bir makalemizde değinmiştik (20). Ancak, görüşlerin kanıta dayalı bulgular üzerinde açıklanmasının, savunulan görüşü kuvvetlendirdiği de iyi bilinen bir gerçektir.

     

    Deniz Harp Okulunun (1773) açılışında öğretim dilinin Türkçe olarak benimsenmesinden ve ikinci Mahmut’un Türkçe terimler üretilip kitapların Türkçe’ye çevrilene değin, tıp öğrencilerine geçici bir süre Fransızca tıp eğitimi yapılacağını bildirmesinden (1839) bu yana uzun bir süre geçti. Daha önce sözünü ettiğimiz gibi, anadilimiz saydam, düzenli, işlek ve güçlü bir dildir. Bu dili uygarlık yolunda kullanmak veya kullanmamak bizim elimizdedir.

     

    Bu nedenle, yabancı dille eğitim yapma yanılgısından vazgeçip, eğitim-öğretim dili olarak anadilimizi benimsediğimizde, bugün dünyanın yaygın ve etkin dillerinden biri olmaması için hiçbir neden yoktur (21,22). Doğal olarak, özgün ve çeviribilimsel yayımlarıyla, uluslararası düzlemde, bilimsel üretilerinin tanıtımı ve buna bağlı getirileriyle ileri giden bir ülke olmamak için de bir neden yoktur.

     

    Sonuç: Yabancı dille eğitim-öğretim konusundaki ısrarlı tutumun sürdürülmesi, anadilimizin bilimsel alanda gelişememesi, ülkemizin siyasal ve ekonomik olarak kimlik ve itibar yitirimine yol açacaktır. Bu değerleri yitirişimizin bir göstergesi olarak, ülkemizin, uluslararası düzlemde, Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği doğrultudan saparak “muasır medeniyetler” düzleminin üzerine çıkma hedefinden vazgeçme- sine yol açacaktır.

     

    Prof. Dr. Aydın SAV, Marmara Üniversitesi (İstanbul), Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesidir.

     

    Aydın SAV

     

    alıntıdır


  7. Atilla Bozacı-Makine Elemanları, ders kitabı olarak piyasaya sürülmüş ancak etrafımızdaki birçok basit araç gereçlerin fizik kurallarınına dayanarak nasıl çalıştıklarını oldukça ayrıntılı ve akıcı bir dille sunuyor, makinelerle ilgisi olanlara tavsiye ediyorum.


  8. CAN YÜCEL

     

     

    Haftalık Türkiye’de Cuma dergisi Necip Fazıl özel sayısı olan 120. sayısında Şair Can Yücel’in ilginç bir iddiasına yer verdi. Dergi Can Yücel’in kendisine sorulan “Solcular Necip Fazıl’ı niçin okumuyor?” şeklindeki soruya “Solda adam mı var, Necip Fazıl’ı anlayacak. Hepsi dangalak...” dediğini yazdı.

     

    Dergide Selim Çoraklı imzası ile yayınlanan ropörtaj ve iddialar aynen şöyle:

     

    - Necip Fazıl’ın şiirde yeri neresi?

     

    - Necip Fazıl, sahasının en iyi şairlerinden biridir. Türk edebiyatının yarım yamalak giden hece şiirinin en büyük üstadıdır. Kendisi için en büyük sayılan ilk döneminde ortaya koyduğu eserler, Türkiye’de büyük şehir hayatı içindeki bireyin bunalımını en iyi anlatan şiirler içermektedir. Daha sonraki inançlı dönemi hiçbir zaman küçültücü değildir. İnançları için hapislere giren adamın fikir, düşünce ve eserlerini uluorta değerlendirmemek gerekir. O kendi alanında fikirlerini somut bir şekilde, hiçbir dış etkenden çekinmeden ortaya koymuştur.

     

    - Solun Necip Fazıl’ı görmemezlikten gelmesi ideolojik bir yaklaşım mı?

     

    - İyi bir eleştiri ortamı olmadığı için, bizim sol eleştirmenler kendi kaprisleriyle insanı değerlendiriyorlar. Eleştirilerde nesnel bir değerlendirme olmadığı ortada. Sübjektif ve indî değerlendirmeler yapılıyor. Eleştiriler nesnel olmadığı için, hissî değerlendirmeler unutuluyor. Büyük şairler de unutuluyor. Fazıl Hüsnü, Oktay Rıfat gibileri de unutulmuştur. Bizde kayıtsızlık alabildiğine fazla. Yine değerlendirmelerde ideolojinin tesiri büyük. Dikkatsizlik ve nesnel gözle görmeyi beceremeyenler, ideolojilerinin tesirinde kalarak yanlış değerlendirmelere gidiyorlar.

     

    - Solcular Necip Fazıl’ı niçin okumuyor?

     

    - Solda adam mı var, Necip Fazıl’ı anlayacak. Hepsi dangalak...

     

    - Necip Fazıl’ın inançlı olması şiirinden değer kaybettirdi mi?

     

    - Necip Fazıl, Türkçesi çok iyi bir şair. İnanç ve fikrini değiştirmesi Necip Fazıl’ın sanatını asla değiştirmemiştir. Aslında ben kişilerin bir bütün olarak değerlendirilmesinden yanayım. Kişileri kendi özel şartları içinde değerlendirmek gerekir.

     

    Fikir birliğimiz olsun olmasın, Necip Fazıl’ın en önemli tarafı fikrî, felsefî şiir vadisinde en iyi işi yapmış olmasıdır. Şiirleri bu sahanın harika eserleridir. Tasavvuf ağırlıklı büyük inancını felsefî şiir planında anlatmayı başarmıştır. Bu husus felsefî şiirde çok önemlidir. Bu sadece şiirlerinde değil nesirlerinde de görülür. Necip Fazıl bohem döneminde ne yapmış ise, sonraki dönemde de aynı şeyi yapmıştır. Felsefî şiirini devam ettirmiştir. Bu sadece şiirlerinde değil, nesirlerinde de görülür. Mesela Abdülhamit hakkındaki eserinde bunu çok net olarak görebiliriz. Çok değerli bir eser.

     

    Meseleyi hissî ele almaktan çok felsefî olarak ele almış. Kafası fikirlere açık

     

     

     

    MİLLİ EĞİTİM BAKANLARINDAN HASAN ALİ YÜCEL (CAN YÜCEL'İN BABASI)

     

     

    Kendi yazdığı kitabı Üstad'a ithaf ederken kullandığı cümle:

    Hakkında her sıfatın aciz kaldığı şair Necip Fazıl'a -

    26.9.1938

    Hasan Âli YÜCEL

     

     

    ABDÜLHAK HAMİT'İN DE BİR ESERİNİ ÜSTAD'A İTHAFI:

     

    Yegane beğendiğim genç şair Necip Fazıl'a -

    --------------------------------------Abdülhak Hamid

    -------------------------------------------------------1935

     

     

    Yaşar NABİ:

     

    « — BİR MISRAI BİR MİLLETE ŞEREF VERMEYE YETER!…»

     

     

     

     

     

    Mustafa Şekip TUNÇ:

     

    «— Örümcek Ağı ve Kaldırımlar bizi nadir bir san'atkâr ve hakiki bir şair ile karşılaştırıyor: Necip Fazıl…»

     

     

     

     

     

    Nurullah ATAÇ:

     

    «— Yarına kalacak tek şair: Necip Fazıl... Bence şimdiye kadar gelen şairlerin en büyüğüdür O...»

     

     

     

     

     

    Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU:

     

    «— Her vakit söylediğim gibi, şiirde Necip Fazıl, Türk nazmı bakımından bize yeni ve tamamiyle orijinal bir ses ve ahenk getirmiştir.»

     

     

     

     

     

     

    Vâlâ NUREDDİN:

     

    «— Türkiye'nin tuzu biberi tarzında insanlar vardır. Bilhassa İstanbul'da, bilhassa Ankara caddesinde... Bunlardan biri Süleyman Nazif'ti; biri Ahmet Haşim'di; biri Yahya Kemal'dir. Bunların kimi daha büyük, kimi devâsâ... Gençler arasında da –Necip tabiî gençtir– bir tip aramak lâzım gelirse, Necip Fazıl gelir. Yalnız şairliğiyle değil, orjinalliği ile mühim bir şahsiyettir. İnsanlar yeknesaklıktan bıkıyor; orjinal iklimlere doğru bir pencere açmak istiyor. İşte o zaman Necib'e rastlayınca güzel bir hava insanın yüzüne çarpıyor. Gerçi bu hava bazan çok şiddetli geliyor. Pencere önünde oturamaz oluyorsunuz. Fakat herhalde başka bir penceredir. Bilhassa benim için fazla enteresan... Bu pencere, adi sokak esprilerine bakmıyor. Gayet güzel bir çeşnisi var; Maveradan bahsediyor. Necib'in «Ben ve Ötesi» şiirini hatırlarsak, şairin kendi ötesinden bahsediyor. Dünyada Mistisizm kalmadı. Bu, Neo-mistisizm yapıyor...»

     

     

     

     

     

    Eşref ŞEFİK:

     

    «— Şairliğinde mükemmeldir. Bence, dünkü sofî şiir mezhebini bugünkü lisanla halihazırda en iyi söyliyenlerden biridir. Görüşleri, ruhu şairdir... Yalnız mizacı bakımından, şair olduğu mezhebin buradaki büyüklerine benzemekten ziyade, Avrupa'daki orjinal büyük şairlere bilâ ihtiyar benzemek yolunu tutmuştur. Meselâ Mevlâna'nın mesleğini, janrını, onun tasavvurunu ve yaşayışını alacak yerde Baudelaire'inkini alır.

     

    …………………….

     

    Bütün kendine zararlı olan kabahatleri de, kendi içindeki mahkemede, Baudelaire'e ve Baudelaire gibi bazı mübalâğaları görülen diğer Avrupa şairlerine benzemekle mazur gösterir. Fakat şunu daima hatırda tutmalı ki, kendi lisan edasını, gençliğin bir kısmına aşıladığı muhakkaktır. Bu itibarla bir ekol başlangıcı yapmış sayılabilir.»

     

     

     

     

     

    Remide ADİL:

     

    «— Necip Fazıl kendi kitabına sığmayan bir insandır. Sığmadığı içindir ki, pek tabiî taşıyor; hudutları aşıyor ve tarifi imkânsız bir şahsiyet haline giriyor.

     

    «Necip Fazıl'ın muhtelif cepheleri vardır. Şair Necip Fazıl, (ki bence en kıymetlisi odur) bankacı Necip Fazıl, piyes müellifi Necip Fazıl, süvari Necip Fazıl, antika meraklısı Necip Fazıl, şıklığa meraklı Necip Fazıl... Bu tasnifi yapabilmiş olmakla beraber, ben kendimde, ondan bahsetmek selâhiyetini görmüyorum. Çünkü onun şiirlerinden olsa olsa Baudelaire, piyeslerinden Shakespeare, bankacılğınıdan Montaigu Norman, süvariliğinden O'Neil, kostümlerinden Duke of Windsor, antika tarafından Salâhaddin Refik bahsedebilirler.»

     

     

     

     

     

    Osman CEMAL:

     

    «— Necip Fazıl çok zeki bir adamdır! Necip Fazıl'ın bugünkü eserleri –ben küçük manzumeden bir şey anlamam– lâkin onun makale şeklindeki yazıları, büyük tiyatroları, şimdilik yaşından umulmayacak kadar kuvvetli ve insanî, bir bakıma tatmin edici şeylerdir. Meselâ Hâmit hakkındaki bir etüdü, pek yaman bir şeydir. İlk tiyatrosu olan Tohum müdafaa ettiği tez ne olursa olsun, çok kuvvetli bir eserdir.»

     

     

     

     

     

    Abidin DİNO:

     

    «— Necip Fazıl'ın şaheseri (Senfoni), isyan bayrağını çeken şiirdir. Senfoni, 19. ve 20. yüzyılın fert bunalımını, kâh bir fikir kalıbı içinde, kâh bir deli gömleği içinde mükemmelen ifade ediyor.»

     

     

     

     

     

    Nureddin ARTAN:

     

    «— «Şair Necip Fazıl'da, kendisinin kendisinde bulduğu kıymetin yarısını bulurum. Bu kıymet, onu en büyük şairlerimizden birisi olarak tanımama mâni değildir. Kendisi gibi düşünseydim «en büyük şairimiz» demem icap ederdi.»

     

     

     

     

     

    Ziya Osman SABA:

     

    «— Necip Fazıl, belki en büyük Türk şairi değildir, fakat Türk edebiyatının en kuvvetli şiir kitabı herhalde Ben ve Ötesi'dir.»

     

     

     

     

     

    Sedat SİMAVİ:

     

    «— Büyük Mütefekkir üstad şairimiz Necip Fazıl Kısakürek bir taraftan fikirlerini Cumhuriyet gazetesinde neşrediyor, öbür taraftan da piyeslerini şehir tiyatrosunda Ertuğrul Muhsin'e oynatırken bu iki san'at faaliyetinin de üstünde hummalı bir şiir yetiştiricisi olmaktan geri kalmıyor.

     

    Necip Fazıl'ın fikrince, memleketimizde şiirlerini neşretmeye razı olacağı bir edebiyat mecmuası yoktur. Necip Fazıl'dan şiirlerini neşretmek üzere bizi intihap etmesini rica ettiğimiz vakit güzide sanatkâr mecmuamızın malik olduğu geniş okuyucu zümresi dolayısiyle Yedi Gün'ü tercih etmekte hususî bir zevk duyacağını bildirmiş, teklifimizi memnuniyetle karşılamıştır. San'at ve fikirde kalite işlerine de ne kıymet verdiğini her gün biraz daha ifade eden Yedi Gün Necip Fazıl'ın en yeni şiir tecrübelerine sahne olmaktan kendisini bahtiyar addeder.

     

     

     

     

     

    Vasfi Mahir KOCATÜRK:

     

    «— Fransız edebiyatında Baudelaire, Verlaine nasıl bir yeni ürperişse bizim edebiyatımızda da Necip Fazıl o kadar başka bir görünüştür. Duyuş ve lirizm bakımından kendi içimizde hiçbir üstadı yoktur. Onun getirdiği duyguları Hâmit ve Fikret te bilmezlerdi. Gerçi bizim edebiyatımızda ötedenberi ferdî ruhun şiiri vardır, fakat Necib'in getirdiği yeni ürperişten mahrumdur. Garpte Hugo, Byron, Shakespare, bizde Hâmit, Fikret, Kemal, parlak ve gürültülü bir şiirin sahibidirler. Necip Fazıl'ın şiiri, Baudelaire'in, Verlaine'in ruhu gibi, gürültüden, sesten, hattâ tabiîlikten kaçan bir ruhtur. Bizim eskilerden Fuzulî ve Yunus onu biraz andırabilir.»

     

     

     

     

     

    Yunus NADİ:

     

    «— Neslinin en keskin şöhret, ve en sağlam kıymeti Necip Fazıl Kısakürek, senelerden beri (Senfoni) isimli bir manzumeye çalışıyordu. Mümtaz şairin bu fevkalâde faaliyetini hemen herkes duymuştu. Bazı mecmualar, şiir üstünde tefsirler yapmış, san'at ve edebiyat mahfellerini eserin dedikodusu çalkalamıştı. Şairin büyük bir ehemmiyet atfettiği ve baş eseri olarak gösterdiği bu manzume nihayet tamamlandı.»


  9. kaldırılmasını istiyorsanız, moderatöre söyleyin, tepkiniz bana ise niye böyle bir başlık ekledin diye? bilmiyordum, ayrıca can yücelin üstada karşı hakaret içeren sözlerini falan araştırdım az önce bulamadım,

    diğer yandan buraya ekledim diye can yücel in hayat tarzını tasvip ediyorum anlamına gelmez.

    elimde yeterli bilgi kaynağı olmasada internette araştırdığım kadarıyla can yücelin üstad hakkında söyledikleriyle ilgili iki kaynak bulabildim, birisi bu forumda daha önce bir kardeşimizin altında can yüzel yazıyordu diye bir yazısı var yazıda güya üstad urfalıdır ve bir olay resmedilmiştir. diğer bir kaynak ise bu söylenenlerin ve verdiğiniz tepkileri çürütecek bir kaynak. bir dergide yanyınlanmış can yücelin rapotajı, burdada can yücel üstad hakkında övgü dolu sözler olmasada gerçekçi bir yaklaşımla üstadın gerçek düşünce adamı ve şair olduğundan bahsediyor.

    kaynak: http://www.acarforum.com/forum/nec_p_fazil...r-t18.html?amp;

     

    burda oturmuş üstada karşı can yüceli savunur duruma getirdiniz ya beni o ayrı konu, neyse eğer sizin de elinizde kaynak varsa paylaşalım lütfen. kaynak yoksa kulaktan dolma bilgilerle kişilere hakaret etmeyelim yada nefret beslemeyelim...

     

    saygılarımla....


  10. ne kadar saldırıya açıksınız yaa, insan önce uyarır, bilmiyor olabiliriz, hem bir insanı herkes sevecek diye bir şartmı var? bir ateist gelse direk kovacakmısınız, onu eğitmeniz gerekmezmi, zira anlayış özürlü falan da değiliz, can yüceli üçbeş söyleşisini okudum ve birazda şiirlerini biliyorum, bir insanın kötü yanları var diye küllen atmakmı gerekir, istenmiyorsa kaldırılsın, birisi size hakaret etti diye sizde ona hakaret etmek zorundamısınız? birisiyle savaşmak istiyorsanız gidin onun dünyasında savaşın, kendi dünyanızda elbette siz haklısınız, kimseyi savunacak değilim, ortada yanlış bir durum varsa önce sorgulayın, kasten yapılmışsa en kötü ithamlarda bulunun, ama böyle daha selam verir vermez aha bu adamı dün rakı sofrasında görmüşler taşlayın ateisti düşüncesi nerden geliyor, daha bir çok yerde var bu tarz tartışmalar... üstad dediğiniz insan kime böyle saldırmış ki onun yolunda yolcuyuz diyosunuz onu örnek alın. kasten yapılmayan şeylere ağır ithamlarda bulunmayın. okuduklarınızı anlayarak okuyun. bilinmeyen şeyler için bilmeyenleri sorgulamadan dışlamayın...

     

    sorun varsa bana değil moderatöre yazın, yetkili merci o...


  11. birçok arakadaşım vardı, guslün ne demek olduğunu ve hangi durumlarda gusl abdesti alınması gerektiğini bilmeyen,

    varın gerisini siz düşünün, ve birde bi dünya benim tanımadığım. ya benimde bir dünya eksiğim var ama, bu gibi durumlar eksiklik olarak ifade edilemiyecek kadar vahim,


  12. ha tezkere çıktı işte, bakalım şimdi ne olacak, amerika gelmeden zaten biz kuzey ıraktaydık, oralarda türk askeri vardı her istediğinde de bombalıyor, kuzey ırak ın iç kısımlarında operasyonlar düzenliyordu, sonuç aramızdan 30.000 şehit. yine giriyoruz. hemde göz göre göre, amerikanın pkk desteği bu kadar açık olduğunu bile bile, şimdi biz gitçez orda pkk lılar mevzilenmiş türk ordusuna karşı saldırıda yada savunmada falan mı olacak? Kesinlikle hayır. biz sadece oraya gidip boş dağlara milyonlarca dolarlık bombaları sallayacağız, milyonlarca dolarlık yakıttı diğer ikmal malzemeleriydi, harcanacak... kaç tane pkknın şerefsiz köpeğinin canı yanacak? bence hiç. o soysuz itler bugün 15 canımıza daha kıymışlar... bence Türkiye nin kuzey ırak a girmesi amerikanın da avrupanında işine gelir. ve başka çözüm yollarıda denenmezse sadece ırak a girmek hiçbir sonuç vermez.


  13. Bi Damlacık

     

     

     

    Duru bir yeşildi ortalık

     

    Akşam güneşi kırılmış bir mızrak boyu

     

    Ve çocuk sesleriyle iniyordu ışık,

     

    Ağlarda sanki dargın bir kılınç balığı

     

    Pullarını döküyor üstüme

     

    Bir sessizliği anlatmak için yazıldı bu şiir

     

    Belki de anmak için

     

    bi damlacık bir sessizliği


  14. kendi tarzıyla, belki ne dediğini pek önemsemeyen ama lafını hiçbir zaman da esirgemeyen tavrıyla hep ilgimi çekmiştir. burdada olsun istedim birkaç şiiri

     

    Ağaçları Kesmeyin!

     

     

    Düş bir yaş dalından düşerse

     

    Nereye düşer hiç düşündünüz mü?

     

    Yerde bir iz kalmayacak mı izdüşüm?

     

    Düşen yaş dalından düşünce

     

    Gözlerinizdedir pınarı

     

    Bir yaş bir daldan düşünce

     

    Kökündedir yaşı

     

    Bir yaş düşer bir daldan

     

    Hepimizin ölen arkadaşı

     

    Ve çok eskilere dair bir düşünce

×
×
  • Create New...