Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Mcht

Üye
  • Content Count

    54
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Mcht


  1. AŞK

    İnsan, kökü tarihin nice sırrına yataklık etmiş soyu zamanın gergefinde nakış nakış işlenmiş insan… Sen öfkelendiğinde göklerden yıldırımlar düşürecek yerlerden ateş püskürtecek bir makamın sahibisin. Merhametinle de karıncalara yol gösterecek gibi toprağın mütevazi kıvrımlarında işaret noktasısın.

    Fakat nankör nefsin seni bir mum ışığında güneşi unutturacak kadar sihirbazdır. Onu akılla yenmek sayıların sonuncusunu aramak gibidir. Ne söylesen bir üste çıkar. Onun tek belası, korkulu rüyası her şeyi silip süpüren aşk rüzgarıdır. Küllenip savrulması aşkın bir kere semtine uğraması ile olur.

    ‘‘Her şey aşk meselesi. Aşk, cüceyi dev, aşksızlıkta devi cüce yapıyor.’’ O halde aşkın olmadığı her yer perişanlıktır. Asıl sarhoşluk aşkın olmadığı yerde yaşamaktır. İnanılması gerekir ki aşk ile bir taşa keskince bir saniye bakılsa taş ortadan ikiye ayrılır. Boş bakışlara ise yerdeki kurumuş yaprak bile sırtını çevirir.

    Kafalarını nefis boyunduruğuna geçirmiş insanlar bu aşkı yüklenemezler. Ancak nefislerine gem vurmuş babayiğitler bu aşkın diyarına yolculuk edebilirler. Yollarında ateşten nehirleri göğüslemek onlar için cefa değil sevgiliye biraz daha yaklaşmaktır.

    Ya bu yolda dökülen emek? Bazen alından damla damla düşen ter misali, bazen beyinden semaya dalga dalga yürüyen düşünce misali, bazen damardan usul usul akan kan misali dökülen emek. Evet aşk olunca dökülen emekte dünyada karşılığını bulamaz. Öyle ya hiçbir aklı başında insan bir gün sonra yıktıracağı evi boyatmaz.

    Hz Ali r.a 400 km mesafeyi Allah’ın sevgilisine ulaşmak için gece karanlığına, vahşi hayvan ulumalarına, ve ayaklarının kanamasına aldırmadan tüketiyor ve İki Cihan Serveri’nin göz yaşlarını tutamayarak söylediği ‘‘ Sen benim yeryüzünde ve ahirette kardeşimsin’’ iltifatına mazhar oluyor. Hz Ali’yi yollara düşürüp kana boyayan aşkı Üstad şöyle sorguluyor:

    ‘‘ Bir insanın bağrında ne türlü bir aşk ve iman fokurdamalı ki bunları yapabilsin ve ateşi, buzlu şerbet diye içebilsin..’’

    Öyle bir hal ki ondan ayrı kalınca küfür yoluna meyl başlıyor.

    Yardan bir an gaflet gösteren

    Gizli küfre ayak basar oldu( Feridüddin Attar).

    Ayakların kan revan içinde kalması gizli küfre basmaktan elbette daha hayırlıdır ve gerisi hep kolaydır.

    Sen bu aşkı ne Çanakkale de ki şehit abidesinde ne Antalya da ki Aspendos Tiyatrosunda ne Trabzon da ki Sümela manastırında ne de Ankara da Anıtkabir de bulabilirsin. Bulacağın birkaç şey varsa onlarda ancak senin kaybettiğin fakat unuttuğun, önemsemediğin değerlerindir.

    Sen bu aşkı ancak Ayasofya’nın kubbesine tekbir seslerini duyuran komutanın tüllendirdiği manaya sorabilirsin.

     

     

     

    Ebabil kanadından soluk taşıyan eşsiz cesaret,

    Tükrük ile kılıca kalkan nefse pay olan merhamet,

    Riyakar yüreklerde ölüm korkusuna mı esaret?

    Çilesi çekilmeyen yol vuslata nişan sayılır mı?

    Cihanı çarmıha gerseler de bu aşktan cayılır mı?

     

    İbret alemini çözemeyen köhneleşmiş cehalet,

    Toprakta ki kurtları düşünemeyen yamyam sefalet,

    Sefil karın tokluğuna satılır mı kursal şahadet?

    Uçurumun kenarındaki çaresizlik hiçlikten mi?

    Canını canana feda edememek çirkinlikten mi?

     

    Edebalı’nın duasıyla yoğrulan asırlık devlet,

    Ayasofya’nın kubbesine manayı getiren millet,

    Nasıl farz edebilir duayı maraz manayı illet?

    İstanbul’u alan kumandanın ahı yerde kalır mı?

    Çanakkale içinde vurulan evladını tanır mı?

     

    MCHT


  2. Ermeni meselesi gerçeğiyle yüzleşmeye evet ama hangi gerçekle?

     

     

    27 Nisan 2010 tarihli Zaman gazetesinin yorum sayfasında Dr. Ümit Kardaş'ın "İttihatçıların eylemlerini savunmak zorunda mıyız?" başlığı altında Ermeni meselesini konu edinen bir makalesi yayımlandı.

     

     

     

    Makalesinin özellikle de son kısmında iki defa geçen, önemine binaen böylesi bir tekrar tercih edilmiş olmalı, sanki Kitab-ı Mukaddes'te geçen "Hakikat sizi özgür kılacak" (Yuhanna 8-32) ayetinden mülhem "Hakikatle yüzleşmek özgürleşmek demektir" ifadesi, yazarın bu makaleyi neden kaleme aldığının bir ipucunu vermektedir. Nitekim Kardaş, kendi kurgusu doğrultusunda âdeta cımbızla çekip çıkardığı bazı olayları üç dönem hâlinde özetleyerek, bu hadiseler sırasında yaşanan "hakikatleri" Türkiye'nin kabul etmesi ve bunlarla "yüzleşmesi" gerektiğinin altını çizmektedir. Sonuç kısmında ise, oldukça ilginç şu teklifini gündeme getirmektedir:

     

    "Türkiye, yaşatılan mezalim ve katliamları kabul ettiğini ve bundan dolayı toplum ve devlet olarak en yüksek insani değerler olan hakikat, adalet ve insaniyeti savunduğunu, geçmişte bunu yapanların zihniyet ve eylemlerini mahkum ettiğini bütün dünyaya duyurmalıdır."

     

    Ümit Kardaş'ın kaleminden Ermeni meselesi

     

    Ermeni meselesini 1843-1909, 1908-1914 ve 1915-1916 şeklinde üç dönemde ele alan Ümit Kardaş, makalesini, takriben 72 yıl gibi uzun bir zaman dilimi boyunca Osmanlı Devleti'nin kendi vatandaşı olan Ermenileri sistematik bir şekilde katlettiği tespiti üzerine kurgulamıştır. Dönemin devlet adamlarından özellikle de Sultan II. Abdülhamid'in (1876-1909) ve Dâhiliye Nâzırı Talat Paşa'nın isimlerini zikretmek suretiyle, bunların takip ettikleri siyasetin Ermenilerin katledilmesinde belirleyici olduğunu anlatmak istemektedir. Ayrıca Kürt aşiretlerinden oluşan Hamidiye Alayları'nın kurulmasını ve bu olaylardaki rollerini gündeme getirerek yaşananların bir devlet siyaseti olarak gerçekleştiğini imâ etmektedir. Yazar, Ermenilerin Osmanlı Devleti tarafından zulme ve katliama tabi tutulduklarına dair bilgilerin kaynağını ise Avrupalı ve Amerikalı gazeteler, yabancı diplomatlar, misyonerler, Avrupalı devlet arşivleri ile Osmanlı Divan-ı Harbi tutanaklarına dayandığını söylemektedir. Bütün bunları zikrettikten sonra, bu süreçte yaşanan "mezalim", "katliamlar" ve "insanlık trajedisi"nin Türkiye tarafından kabul edilmesini bir çözüm olarak gündeme getirmektedir. Ümit Kardaş, bu değerlendirmelerinin ardından şu ilginç sosyo-psikolojik tespitiyle makalesini tamamlamaktadır: "Türkiye, Ermenilerin acılarını azaltırken kendi korku, kompleks ve kaygılarından da kurtularak özgürleşecektir."

     

    Kardaş'ın Ermeni meselesi hakkında çizmiş olduğu bu çerçeve ve yorumlar tarihî hakikatlerle ne kadar örtüşmektedir? Geçmişte yaşanan bu hadiselerden dolayı Türkiye hakkında yaptığı sosyo-psikolojik tespitleri ne kadar gerçekçidir? 1843-1916 yılları arasında cereyan eden olayları bu şekilde okumak, takdim etmek ve daha da önemlisi aradan geçen bunca zamandan sonra bunları "kabul" etmek ne kadar makuldür? Bu hadiselerde yaşananların kabul edilmesini, bir katilin işlediği cinayeti ve dolayısıyla günahını itiraf etmesi suretiyle "günah çıkarmakla" vicdanını temizlemesi mesâbesine indirgemek aynı şekilde ne kadar doğrudur?

     

    Bu makalemizde, başta Ümit Kardaş'ın ilgili bazı tespitleri olmak üzere, yukarıda tevdi ettiğimiz soruları mümkün olduğunca cevaplandırmaya gayret edeceğiz. Fakat konu ele alınırken daha ziyade uzmanlık alanımız olan II. Abdülhamid'in (1878-1909) dönemiyle sınırlı kalmaya çalıştık. Kardaş'ın Lemkin ve soykırım tespitleri ile 1915-1916 Tehcirleri başlıklarını konunun uzmanı diğer meslektaşlara bırakıyoruz.

     

    Sultan II. Abdülhamid ve Ermeni olayları

     

    Ümit Kardaş'ın makalesinde, Ermeni meselesiyle alakalı olarak Sultan II. Abdülhamid'in saltanat yıllarında cereyan eden şu gelişmeler geçmektedir: 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi, 1892 yılında Hamidiye Alaylarının Ermenilere karşı kurulması, 1894 Sason ve 1908 Adana olayları. Yazarın zikrettiği bu ve benzeri olayların, dolayısıyla Ermeni meselesinin şekillenmesinde 1877-1878 Rus Harbi önemli bir rol oynamıştır. Rusların, bu savaşta elde ettiği başarılarla Doğu Anadolu'ya girmesiyle birlikte Osmanlı Ermenileri ile doğrudan temasa geçmeleri, ayrılıkçı Ermenileri bir hayli heveslendirmiş ve cesaretlendirmişti. Özellikle de harbin sonunda imzalanan 1878 Ayastefanos Antlaşması'nın ve 1878 Berlin Kongresi'nin bazı maddeleri mucibinde Osmanlı Ermenileri, âdeta Avrupa devletlerinin ve kamuoyunun diplomatik ve resmî koruması altına girmişlerdi. Alman İmparatorluğu hariç, başta İngiltere ve Rusya olmak üzere diğer Avrupalı Büyük Devletler diplomasileriyle; Avrupa matbuatı yayınlarıyla ve kamuoyu ise maddî ve manevî destekleriyle sürekli olarak Ermenilerin yanında yer almışlardı. Böylesi bir ortamda Anadolu'da patlak veren her olayın ardından, ki bunların ekserisi komitacıların çıkardıkları, Ermenileri isyana teşvik etmeye ve Avrupa devletleri ile kamuoyunun dikkatlerini bu bölgeye çekmeye matuf terör olaylarıdır, doğrudan Ermenilerin katledildiği şeklindeki haberler ve yorumlar Avrupa matbuatında yer almaktaydı. İlgili yayın organlarına bakılırsa, sadece ve sadece katledilen Ermenilerin sayısı on binleri, hatta yüz binleri geçmiş olarak verildiği halde, Ermenilerin katlettikleri Müslüman ahaliden hemen hemen hiç bahsedilmediği görülecektir. Bölgede bulunan konsolosların kaleme aldıkları raporlarında da benzer bir yaklaşım söz konusudur.

     

     

    Doç. Dr. Necmettin Alkan

     

    http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=97912...-hangi-gercekle


  3. Turbix12233 miş gbi duranların ortaya çıkacağı bir soru demiş...

    Bunun yerine soruya kendi bakış açısını (evet mi hayır mı) dile getirseydi bizde ne olduğunu görseydik daha makul olurdu.

     

    Eğer iki insan arasındaki iletişim kastediliyorsa

     

    Evet.. model ; tasavvuf.


  4. Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;

    Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.

     

    Burda oluk kelimesini zannediyorum insanın bedeni ile özdeşleştiriyor ve içinden çekilip çıkartılan ruha nur ve kir mührünü vuruyor.

     

    Ruhlar iki saf asker, kin ve aşkı bölüşür;

    Bir olanlar el ele, olmayanlar dövüşür.»


  5. Eyvallah gadam ruhumuzu okşadın. minnettarım sana bu çalışmandan ötürü. bu tür çalışmalar amatör ruhla ortaya çıkınca gerçekten insanın gönlü bi başka coşuyor...

     

    teşekkürler hocam... Benim bu videoda aslında dile getirmek istediğim düşünce baş örtüsünün azizliğine dil uzatan karşı cephenin acizliğinden ziyade onu kendi içinden eğip büken yamultan bir anlayışın hakikat karşısında ne halde olduğunu göstermekti.

     

    Allah bizi eşya ve hadielerin hakikatini olduğu gibi gören kullarından eylesin.


  6. Paylaşımınız için teşekkürler...Gerçekten olağanüstüydü...

     

    Bana özel olarak göndermeniz mümkünse,gönderirseniz size minnettar kalacağım...

     

    selam ve dua ile inşallah

     

    Videoyu aşağıdaki seçenekleri takip ederek kendi bilgisayırınızdan indirebilirsiniz..(tabi videoyu öncelikle yürütmeniz lazım)

     

    45417491.png

    18007543.png

    56757007.png

     

    Münir ve yunus coşkun kardeşlerimede ilgilerinden ötürü ben teşekkür ederim


  7. 'Büyük Doğu' ilk sayısında şöyle bir sormacaya girişti: 'Tanrı'ya inanıyor musunuz? Kimliğimizi Batı'da, Batılılaşmada aramak gidişine inanıyor musunuz?'Bu iki soru birbiriyle örtüşünce; 'Tanrı'ya inanmayanlar Batılılaşma yozlaşmasında benliğini yitiren insanlardır' gibi bir sonuç mu ortaya çıkacaktı?Tanrı dediğimiz o 'Sonsuz Güç'e inanmak gönül işidir. Böyle bir gönül dinginliğiyle uygarlığı yaşamak insanı mutlu edebilir. Ama insanları kendi dar görüşü içinde sorgulayan, inanmanın başka yollarını 'çıkmaz sokak' olarak yorumlayan anlayış toplumu böler.

     

    Toplumun bu haliyle birlik olduğunu zannedenler ayrılık kelimesinin manasını bilmiyorlar demek ki.


  8. Ne Fark Eder

     

    Ben böyle iç çekip sızlasamda olur,

    Duysan ne fark eder!

     

    Ben böyle eriyip tükensemde olur,

    Görsen ne fark eder!

     

    Ümit deryasında kırk kere boğulduk;

    Yine ümitlendik.

     

    Hasret hamurunda hüsranla yoğrulduk;

    Yine kabullendik.

     

    Sukut kilidini dilimize vurdular;

    Yine sabreyledik.

     

    Sabır tepsisinde haşere sundular;

    Yine seyreyledik.

     

    O akıl sendeyken anlayamazsın,

    Sorsam ne fark eder!

     

    O kalp sendeyken ağlayamazsın;

    Ölsem ne fark eder!


  9. ''Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı! ''

    Ey Üstad

     

    Altından yangınlar yükselen asma köprüdeyiz,

    Sırtımızda nefs, dağın taşın kaldıramadığı...

    Kıldan ince ve keskin sırat-ı mustekımdeyiz,

    Gözümüzde nur, anlık zamanın donup kaldığı!

     

    Üzerimizde gök, şimşekler ile çatırdıyor,

    Berimizde yağmur, yıldırımlar ile düşüyor!

    Karşımızda kıyamet, kopmak için kıpırdıyor,

    Her yanımız ceset, leş kargaları üşüşüyor.

     

    Hedefimiz; köprüyü geçme divaneliğidir!

    Ulaşmak için fikrinin surdaki gediğine.

    İnancımız; O'nun Resulune bildirdiğidir,

    Erişmek için sonsuz ferahın serinliğine.

     

    13.07.09

×
×
  • Create New...