Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Ab-ı hayat

Üye
  • Content Count

    19
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Ab-ı hayat


  1. BÜLBÜL

    Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;

    Nihâyet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.

    Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı;

    Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı.

    Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl…

    Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.

    Mutûtin hali “insaniyet”in timsalidir sandım;

    Dönüp maziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!

    Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,

    Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,

    O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:

    Ki vâdiden bütün, yer yer eninler çağlayıp durdu.

    Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi:

    Ağaçlar, taşlar ürpermişti, guya sûr-ı Mahşerdi!

     

    -Eşin var, âşiyânın var, bahârın var, ki beklerdin;

    Kıyametler koparmak neydi, ey bülbül nedir derdin?

    O zümrüd tahta kondun, bir semâvi saltanat kurdun;

    Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.

    Bugün bir yemyeşil vadi, yarın bir kıpkızıl Gülşen,

    Gezersin, hânümânın şen, için şen, kâinatın şen.

    Hazansız bir zemin isterse, şâyet rûh-ı ser-bâzın,

    Ufuklar, bud-ı mutlaklar bütün mâhkum-ı pervâzın.

    Değil bir kayda, sığmazsın- kanatlandın mı- eb’ada;

    Hayatın en muhayyel gâyedir ahrâra bu dünyâda.

    Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır?

    Niçin bir damlacık göğsünde umman hurûşandır?

    Hayır, mâtem senin hakkın değil… Mâtem benim hakkım:

    Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!

    Teselliden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;

    Bugün bir hânümansız serseriyim öz diyârımda!

    Ne hüsrandır ki: şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,

    Serâpa garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!

    Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,

    Selâhaddîn-i Eyyûbi’lerin Fâtihlerin yurdu.

    Ne zillettir ki: Nâkus inlesin beyni’nde Osman’ın;

    Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!

    Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâb olsun;

    O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

    Çökük bir kubbe kalsın mâbedinden Yıldırım Hân’ın;

    Şenaatleri çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın!

    Ne haybettir ki: Vahdetgâhı dînin devrilip, taş taş,

    Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş!

    Yıkılmış hânümanlar yerde işkenceyle kıvransın;

    Serilmiş gövdeler, binlerce, yüzbinlerce doğransın!

    Dolaşsın, sonra, İslam’ın haremgâhında nâ-mahrem…

    Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!


  2. Selamün Aleyküm,

     

    "Hasbünallâhü ve ni'me'l-vekîl-Allah bize yeter, o ne güzel vekildir."

     

    Bu uyarıcı, telkin edici yazı için teşekkür ederim Kılıçkıran kardeşim, Allah razı olsun. Belirttiğiniz gibi o kadar hassas bir dönem içindeyiz ki aynı dünya görüşüne sahip olduğumuz insanlarla bile ters düşmeye başladık. Aksü’l-amel göstermemek için sizin de ifade ettiğiniz gibi itidali elden bırakmamak gerek. Geçmişi inkârla dolu güruhun -şu kısacık hayattaki- dünya metaı için yaptıkları son çırpınışlarıdır belki de (ve inşallah)… Allah-u Azimü’ş-şan’dan onlara da hidayet diliyorum.

    Bizler şu dönemde soğukkanlılığımızı korumalıyız. Üzerimizde oynanmak istenen oyunlara alet olmamalıyız. Özellikle üniversitelerde çıkabilecek olaylara karşı daha dikkatli olmalı, tahrik olmamalı ve bu gibi şeylerden uzak durmalıyız. (Maalesef en çok üniversite gençliği galeyana geliyor bu gibi durumlarda.)

    Ve daha çok okumalı, okumalı, okumalıyız… Burada da neyi nasıl okumalıyız sorusu akıllara gelebilir. (Fikri sahada bizi geliştirebileceğine inandığımız eserleri okumalıyız)

     

     

    Allah(c.c) her daim yar ve yardımcımız olsun, muhabbetle…


  3. Teşekkürler Reyhan hanım çok güzel bir paylaşımda bulunmuşsunuz, Allah(c.c) ebeden razı olsun...

     

    Arif Nihat Asya'nın "Duâlar ve Âminler" kitabından 1960'lı yılları anlatan bir şiiri:

     

    ÇANLAR

    -Yolumuz yokuş…

    -Tırman, tırman, tırman!

    -Mâliyemizi kim düzeltecek?

    -İnan, inan, inan…

    -Kim olacak devlete bakan?

    -İyidoğan, iyidoğan, iyidoğan!

    -Turizmi kim, yoluna koyacak?

    -Kâmuran, Kâmuran, Kâmuran!

    -Plânlama dairesi, gizli gizli, ne yapar?

    -Plân, plân, plân!

    -Gizli tarafları olduğuna inanmıyorum…

    -İnan, inan, inan!

     

     

    -Şu neticelerin sorumlusu, kimdir?

    -Falan filân, falan filân!

    -Yola çıkmaktan korkuyorsun… ne var yolda?

    -Vuran, kıran; vuran, kıran!

    -Son beyanatı nasıl buldun?

    -Yavan, yavan, yavan!

     

    -Şu iki üç paçavra ne yazar?

    -Yalan dolan, yalan dolan!

    -Basın bahçesinin çiçekleri arasında bitenler nedir?

    -Baldıran, baldıran, baldıran!

    -Nedir istedikleri?

    -Tırpan, tırpan, tırpan!

     

    -Şu filmde ne var, ki telaş ediyorsun?

    -Yılan, çiyan; yılan, çiyan!

    -Peki… ne yapalım!

    -Uyan, uyan, uyan!

    -Biraz dinleneyim demiştim…

    -Davran, davran, davran!

     

    -Emeklerine acıyan kimdir?

    -Ata’n, Ata’n, Ata’n!

    -Tehlikede olan nedir?

    -Vatan, vatan, vatan!

    -Ya biz, neden bahsediyoruz?

    -Havadan, sudan, havadan, sudan, havadan, sudan!

     

    (Benim çok hoşuma gitti, umarım beğenirsiniz :D )


  4. ASRÎ AİLE

    Nâzik, komilfo; kibar; elegan; janti, ince

    Hatıra bu gelmez mi asrîlik denilince?

    Dil, din farkı gözetmez; genç, ihtiyar her yaşta

    Asrîlik şartı gelir bunlar içinde en başta

     

    Hepsi koket, hepsi şık, düzgün kıyafet kılık

    Kadınları çaçaron, erkekleri kılıbık

    Haftada dört beş gece gelirler bir araya

    Kimi şebeğe dönmüş, kimi de maskaraya

     

    Viski, kokteyl; likör, mezeler bol sandöviç

    A dö tabl bakara, frap; poker; bezik; briç

    Şen müzik divertisman kontuvarı eğlenceler

    Sabah olurken biter olan sonsuz geceler

     

    Her gece birkaç yüz papeli sökülüşler

    Ayrılırken el sıkıp kırılıp dökülüşler

    Hakikati bilmeyen her hâlde gıpta eder

    Ah ne yüksek yaşayış; ne mes’ut insanlar der

     

    Asrîlik ne demektir anlaması biraz zor

    İç yüzünü öğrenmek istersen gel bana sor

    Dikkatli bak görürsün ne kadar tersine iş

    Uçuruma sürükler cemiyeti bu gidiş

     

    Otuz yıldır gezerim muhiti adım adım

    Her inkılâp devrinde bir terakki aradım

    Yazık ki rastlamadım çok gayret ettimse de

    Bizdeki asrîliği görmedim hiç kimsede

     

    Bir hasbihâl edelim ben sana anlatayım

    Bu çok mühim yarayı deşeyim kanatayım

    Biraz daha geçerse can evine girecek

    Asrîlik denen âfet bünyeni kemirecek

     

    O tertemiz varlığın çürüyüp kanayacak

    Kangren olup çıban her yerini saracak

    Asrîlerde bulunmaz dostluk, vefa, müveddet

    Yalandır, hep riyâdır; samimiyet, muhabbet

     

    İşit, fakat inanma o yaldızlı sözünü

    Elinden gelse oyar birbirinin gözünü

    Sahtedir, gösteriştir o cicili şeyler hep

    Candan dosttur sandığın kalkar seni zemmeyler

     

    Ne ahbaplık hissi var ne hak ve hukuk tanır

    Ne kimseden sıkılır ne Allah’tan utanır

    Erkek adı Donkişot, kadında yok ar hayâ

    Nâmus; dinden bahseden kalır burada yaya

     

    Lükstür tuvalettir onlardaki her imân

    Mübalâğa değildir bu saydıklarım inan

    Saç, kaş, kirpik, göz, dudak, yanak, hepsi denk

    Altın rengi toz pembe beyaz kıl kara renk

    ................................................................

     

    İsraf günâhtır dersen katılır güle güle

    Binlerce lira verir birkaç metrelik tüle

    Saçlar kuaför ister, pamuk eller manikür

    Vücuda masaj lâzım, ayaklara pedikür

    ................................................................

     

    Aklın varsa sokulma, kaç onlardan uzağa

    Görünüşe aldırma tutulursun tuzağa

    Asrîliğe imrenip bakarken sağa sola

    Hâli vakti yerinde kimseler düşer ağa

     

    Üşüşürler başına içki kumar boğarlar

    Metelik kalmayınca art kapıdan kovarlar

    Asrî denen kibarın dolabı böyle döner

    Lâkin öbür tarafta birçok ocaklar söner

    ................................................................

     

    Asrîler işte böyle yarı Türk yarı Frenk

    Kadınları çaçaron, kozmopolittir erkek

    Bunlardan gelen nesil vatan millet tanır mı

    Müslümanlık kaygusu Türklük duygusu var mı?

    .................................................................

     

    Asrîliğin manası edep irfan demektir

    Bizimkine gelince düpedüz b... yemektir.


  5. ELLER

    Eller, hepsi de beşer tane parmaktan,

    Eller, türlü türlü... Yaşamaktan.

    Boynu bükük eller, dizlerin üstünde,

    İster bir yabancının, ister kardeşimin de!

    Eller, göbek üstünde, yok bir şey umurunda.

    Ellikten çıkmış eller, ekmek uğrunda.

    Derileri soyulanlar çamaşırdan.

    Eller, avuç içleri nasırdan.

    Karımınkiler öylesine, çocuğuma bakmaktan,

    Tahta uğmak, sabah karanlığı ateş yakmaktan.

    Açılmış, kapanmayacak avucundan belli

    Dilencinin eli.

    Eller, eteklerde, baygın düşmüş bir ara.

    Eller, sarılmış demir parmaklıklara.

    Bir elim kalem tutmuş, yazı yazar.

    İki elinde kazma, toprağı kazar.

    El var titrer durur, el var yumuk yumuk.

    El var pençe olmuş, el var yumruk.

    Hepsi de etten, deriden, tırnaktan;

    Farkları yok ama dal ucunda yapraktan.

    Atmış elindekini, tutmayacak bir daha,

    Eller görüyorum, eller, açılmış Allah’a...

    ZİYA OSMAN SABA

     

    (Şiiri bir yerden kopyaladım, hatalar olabilir)


  6. İşte her şeyin özü: İhlâs…

     

    Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyrulmuş:

     

    "İnsanlar helâk oldu, âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu, ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu, ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar."

     

    Her işimizde, her ibadetimizde hiçbir menfaat beklemeden, Allah rızası gözeten kullardan oluruz inşallah… Rabbi’m sırat-ı müstakimden ayırmasın. Muhabbetle…


  7. “İLERİCİ”, “GERİCİ”, “ÜÇÜNCÜ YOL”CU

    Prof. Dr. Atilla Yayla'yı da mahkûm ettiler düşüncelerinden dolayı. Neden? 'Kemalizm ilerlemeden çok geriliğe tekabül eder' dediği için.

    Ne yani, Kemalizm adına darbe yapanlara, yapılmadığında çağrılarda bulunanlara, bu millete demokrasiyi çok görenlere, 21. yüzyılda hâlâ 'tek tip' toplum özlemlerini gerçekleştirmeye çalışanlara 'gerici' değil de 'ilerici' mi deseydi?

    Bu ülkede Kemalizm'i tek geçerli ve meşru 'düşünce sistemi' olarak görenler ne 'ilerici' ne 'çağdaş' olabilirler. Hayatın ve düşüncenin 'çeşitliliği'nden beslenmeyenler 'geriliğe' mahkûm kalır.

    Kemalizm ve Kemalistler hakkında kelam edemeyeceksek bu ülkenin neredeyse hiçbir sorununu konuşamayız. YÖK'ün yasakçı zihniyetini, vesayetçi demokrasi anlayışını, darbe geleneğini ve darbecileri, Kürt sorununu, gayrimüslim azınlıkların durumunu nasıl tartışacağız Kemalizm'i pas geçerek?

    Herhangi bir ideolojiyi 'yasa'larla korumak mümkün değildir. Hiçbir ideolojinin de 'yasalar' tarafından korunmak gibi bir ayrıcalığı olamaz. Düşüncelerin, ideolojilerin birbirleriyle serbestçe rekabet edebildiği bir ortamda gelişir fikirler, toplumlar. Mahkûmiyetinin ardından bir mesaj yayınlayan Profesör Yayla; 'Bizimle fikir mücadelesine girmeye yeterli birikimi ve medeni cesareti olmayanlar bu tür yolları kullanmaya devam edeceklerdir.' diyor ve muarızlarını fikirlerin serbest piyasasında özgür ve adil bir yarışa davet ediyor. Ama nerede, ayrıcalıksız, gerçek bir rekabete razı olanlar? Atilla Yayla'nın muarızları 'devlet'in kanatları altına sığınmayı tercih ediyorlar, toplum önünde ve eşit koşullarda bir rekabet yerine.

    Farklı 'hakikat tasavvurları'nın yasaklandığı, belli düşüncelerin 'kayırıldığı', hatta dikte edildiği bir ülkede ne demokrasi, ne hukuk olur. Hukuku da, kamu otoritesini de belli bir ideolojinin emrine verdiğinizde sadece özgürlüğü değil, toplumu da geleceği de boğarsınız.

    Mesele gelip de düşünce haysiyetine dayandığında Cemil Meriç'i hatırlamamak olmuyor. 'Bu memleket için tek tehlikeli insan vardır: Düşüncenin tehlikeli olduğunu söyleyen insan.' Ve isyanında da patlıyor Cemil Meriç: 'Düşüncenin kuduz köpekler gibi kovalandığı bu ülkede elbette düşünce adamı çıkmaz'. Yine de çıkıyor işte, engellenemiyor. Düşüncelere zorbaca hükmetmeye çalışanlar kendilerini tarih ve toplum önünde 'hükümsüz' hâle getirirler.

    Atilla Yayla mahkemenin kararının ardından yayınladığı bir mesajda şöyle diyor: 'Özgürlük bedava değildir. Bir bedeli vardır. Bu bedelden hepimize bir pay düşmektedir. Özgürlük sevdamızdan vazgeçemeyeceğimize göre bu bedeli ödeyeceğiz.'

    Orhan Veli dalgasını geçiyordu; 'bedava yaşıyoruz, bedava'. Bedava yaşamıyoruz, yaşamın bir bedeli var, hele düşüncenin ve özgürlüğün. Bu kadar değerli olan şey, özgürlük, bedava olur mu hiç?

    Bu ceza, Atilla Yayla'nın şahsında Kemalizm'i tartışmaya cüret eden, gelecekte edebilecek olan herkese kesilmiştir. Semboliktir. Biz de korkacağız ve konuşmayacağız, öyle mi? İstenilen, 'iktidar seçkinleri'ne itaat etmemiz. Bunlar, 'iktidarlar'ını nereden alıyor ve 'seçkin'liklerine nasıl vehmediyorlarsa?

    Karar, mahkemelerimizin düşünceyi yasaklamak konusunda ne kadar gayretli olduğunu gösteriyor. Kanunlarda suç olmasa da 'icat' edecekler sanki. Tabii bu tutum sadece yargıyla sınırlı değil. Mümtaz gazetecilerimiz de var. Geçenlerde biri, bu karardan sonra Atilla Yayla'yı savunanlara ne yapılacağını soruyor, 'Onların da yargılanmaları gerekmiyor mu?' diyor. Neden olmasın? Tıkın toplumun tümünü içeriye, yargılayın. Yapmadığınız şey mi?

    Sonuç olarak; Kemalizm ya demokrasiye evrilecek ya da tarih olacaktır. 'Üçüncü yol'u yok bu işin.

     

    İhsan Dağı

    (Zaman Gazetesi, 01.02.2008)


  8. Selamün Aleyküm,

    "Aynadaki Yalan" tek kelimeyle enfes... Muhteşem bir yol gösterici. Ben de ikinci kez okuyorum bu kıymetli eseri ve okumayan herkese tavsiye ediyorum. Üstadımızın yolu yolum-uzdur inşallah.

    Ben de sizlerle 97 ve 98. sayfaları paylaşmak istedim:

    "Üniversitede birkaç profesör arasında…

    Biri:

    - Duyduğumuza göre garip bir doçentlik tezi hazırlıyormuşsunuz. Şeraitle iç içe İslâm tasavvufuna ait bir tez. Ve ona büyük bir eser çapında hazırlık yapıyormuşsunuz. Ne zamandan beri şeraitçi oldunuz?

    - Yunus Emre’nin “Ballar balını buldum” dediği tasavvufa el attığım günden beri…

    - Şeriate mi, tasavvufa mı, hangisine tutunuyorsunuz?

    - İki elimle tutunduğum dal birdir.

    Öbür profesör:

    - Hırsızlık edenlerin kolunu kesen şeraiti çağımıza nasıl uydurabilirsiniz?

    - Hırsızlık cemiyetin kolunu kesmektir. Cemiyetin kolunu keseni kolsuz bırakmaksa toplumu kurtarmak… Şeriat, hırsızlık sürsün ve boyuna kol kesilsin diye emretmez; hırsızlık kalksın ve kol kesilmesin saadetini getirir. Yani hastalık iyi olsun… Neden vücudu kurtarmak için kol kesen cerrahı suçlamıyoruz?

    - Adaletsiz bir cemiyette hırsızlık kesilemez ki, bu kadar acı bir cezaya katlanılabilsin?...

    - Gerçek adaletin şartları da şeraitte… Buna rağmen suç işleyenlere verilecek ceza da bir tedavi…

    Başka bir profesör:

    - Siz bu fikirlerinizle çağ dışı kalmaya mahkûmsunuz. Yazık, ne kadar da istidatlı bir gençsiniz! Kıymayın kendinize!...

    - Çağ dışı olmak için önce çağ nedir, onu anlamak, peşinden bütün illetleriyle çağımızı bilmek lazımdır. Çağ bir takvim işi değildir. Asıl, doğum sancısı çekenlere “ çağ dışı” mührünü basanlardır ki, çağ dışıdır. Kendi kendilerine yetemeyen, çağların gebe kaldığı yavruları göremeyenler, onların yüz çizgilerini heceleyemeyenler…İslâmiyet lâv gibi fışkırdığı devirde çağının neresindeydi, üstünde mi, altında mı, içinde mi, dışında mı?... Çağ dediğiniz, onu açanın, geçmişi kapatanın ve geleceğe hükmedenindir.

    - İyi ya, kendi kendinizi ele veriyorsunuz! Asrımızda İslâmiyet kapatılmış değil midir?

    - Belki onu anlayamayanların, kaba nefslerine indirenlerin ve hayata yanlış tatbik edenlerin islâmiyeti… İslâmiyet değil…

    Kendi hocası, orta yerde çabalayan ve yönü belli olmayan esersiz profesör de lâfa karıştı:

    - Bak, sana, yakında doçentim olacak asistanıma söyleyeyim; bugün Türkiye’de solcu sınıf dışında milliyetçi zümrenin birlik olduğu gerçek şudur: Allah’a ve Resûlüne evet, şeraite hayır!...

    Naci, acı acı güldü:

    - Aman hocam, böyle bir görüş, güneşi kabul edip de ışığını inkâra kalkışmak gibi bir abes olur…"


  9. UYAN EY FÂTİH UYAN!

     

    Ma’bedinken daha dün,

    Ayasofya’ndan bugün

    Ne Sâlâ var, ne Ezan…

    Uyan ey Fâtih, uyan!

     

    Şimdi-artık- oradan

    Ne Aşır’lar, ne Mevlid,

    Ne de Tekbîr duyan…

    Uyan ey Fâtih, uyan!

     

    Bakıp ağlar destan…

    O da der, ağlayarak:

    “Ha sükût onda, ha çan!”

    Uyan ey Fâtih, uyan!

     

    “Başlamışken Ramazan,

    Neye yoktur mahyan?”

    Diye sor ma’bedine…

    Uyan ey Fâtih, uyan!

     

    Oldu geçmiş de yalan:

    Bize mîrâsından

    Bu, demek, elde kalan!

    Uyan ey Fâtih, uyan!


  10. Atîyi karanlık görerek azmi bırakmak…

    Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.

    Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle.

    İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:

    Ey dipdiri meyyit,” iki el bir baş içindir”,

    Davransana… Eller de senin, baş da senindir!

    His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?

    Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.

    Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?

    Kendin mi senin, yoksa ümidin mi yüreksiz?

    Atîyi karanlık görüvermekle apıştın?

    Esbâbı elinden atarak ye’ se yapıştın?

    Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan

    Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.

    Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!

    Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!

    Herkes gibi dünyada henüz hakk-ı hayatın

    Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?

    Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.

    Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

    Azmiyle, ümîdiyle yaşar hep yaşayanlar;

    Me’yûs olanın rûhunu, vicdanını bağlar

    Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: Çözülmez…

    En korkulu cânî gibi ye’sin yüzü gülmez!

    Mâdâm ki alçaklığı bir ye’s ile şirkin,

    Mâdâm ki ondan daha mel’un, daha çirkin

    Bir seyyie yoktur sana; ey unsur-ı îman,

    Nevmîd olarak rahmet-i mev’ud-ı Hudâ’dan,

    Hüsrâna rıza verme… Çalış… Azmi bırakma;

    Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!

     

    Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş…

    Sesler de:” Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş!”

    Lakin, hani, milyonları örten şu yığından,

    Tek kol da “yapışsam…” demiyor bir tarafından!

    Sahipsiz olan memleketin batması haktır;

    Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

    Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…

    Uğraş ki: Telâfi edecek bunca zarar var.

    Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!

    Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!

    “İş bitti… Sebâtın sonu yoktur!” deme, yılma.

    Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.

     

    (Safahat- 3. Kitap)


  11. Mücadele sırası başörtüsüzlerde

    Doksanlı yıllarda, Cem Özer’in programına Orhan Pamuk çıkmıştı. Arada giren görüntülerde, sokaktaki insana mikrofon tutulup Orhan Pamuk’u tanıyıp tanımadıkları soruluyordu.

     

    Modern görünümlü, makyajlı genç kızlar genellikle tanımıyordu yazarı. Hatta “kim o, yeni bir popçu mu?” diye soran bile vardı (doksanlar popun altın yıllarıydı, malum). Hasbelkader adını duymuş olanlarsa en fazla birkaç kitabını hatırlıyorlardı.

    O sırada görüntüye başörtülü bir kız geldi. Kız Orhan Pamuk’un romancı olduğunu söyledikten sonra Cevdet Bey ve Oğulları’ndan başlayıp eserleri tek tek saydı. Kitapları okumuş olduğu, yüzündeki ifadeden belliydi.

     

    “İslamcı” gençler, bugünlere bu ciddiyetle geldiler. Neredeyse yetmişlerin sosyalist gençliğini hatırlatan kültürlü simalar halinde. Gençliğin geneli 12 Eylül sonrası cehaletinin pençesinde kıvranırken onlar zamanlarını okumak ve tartışmakla geçirdi. Bir kısmı şimdi AKP’de siyaset yapıyor ve kardeşlerinin “üniversiteye başörtüsüyle gitme özgürlüğünü” kazanmasını kutluyor.

     

     

     

    Başörtüsü takmayanlar ne yapıyor peki?

     

    Bir kısmı Bülent Ersoy’un tenasül hayatıyla ilgilenmekle meşgul... Bir tık daha bilinçli olanlarsa Fazıl Say’la hemfikir: Ülke şeriata gidiyor, “tiz vakitte” terk etmek lazım.

     

    Bir şeyler yapılması gerektiğini düşünenlerse çeşit çeşit: Bazıları ordunun harekete geçmesini bekliyor. Hatta darbe bile fena fikir değil onlara göre.

     

    Şuurlu bir azınlıksa sivil toplum örgütlerinin çatısı altında birleşerek laik ve demokratik kazanımlarını korumaktan yana. Tehdit altındaki yaşam tarzlarını sorguluyor, eksiklerini görüyor, çözüm arıyorlar.

     

    Aslında Atatürk’ün kızlarının mücadele tecrübesi az: Sahip oldukları haklar onlara armağan edildi çünkü. Ama şimdi ilk defa o hakları korumak zorunda kalabileceklerini hissediyorlar. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin kapısını çalıyorlar mesela.

     

     

     

    Delikanlılar, son sözüm size! Şeriat endişesi duyarak ürperen kızlara ceketinizi vermenin zamanı gelmedi mi?

     

    Tuna Kiremitçi

    (Vatan Gazetesi,30.01.2008)


  12. Selamlar,

    Bu rektörler,dekanlar filan sayıyla mı veriliyor acaba başımıza!.. Ülkenin en saygın kurumlarının başına rektör, dekan diye oturtulan şahsiyetlerin genel kültürlerine hayranım doğrusu. Konuyla alakası yok belki ama şu an öğrenim gördüğüm fakültenin dekanı- aynı zamanda bölüm başkanımız- geçen dönem aldığımız bir dersinde ABD’nin Cumhurbaşkanı George Bush’tur dedi. George Bush’u biz ABD Başkanı diye biliyorduk hocam diyemedik tabi :D Başka bir dersinde de bize tez çalışmalarımızda yardımcı olmak için sayfa düzeniyle ilgili bilgi veriyordu ve ne dese beğenirsiniz: soldan 35 ,sağdan 25 ve üstten 30 CM boşluk bırakılırmış!.. Yahu hoca bir sayfanın toplam boyutu kaç cm’ dir diyemedik tabi. :D

    Müşar’ün-ileyh hocamız başka bir dersinde de bir arkadaşımızın cebindeki tespihi görmüş, nasıl görmüşse artık. Arkadaşı tespih taşıdığına taşıyacağına pişman etti resmen. Yok efendim sen burada namaz mı kılmaya çalışıyorsun, irticanın da böylesi görülmemiştir, hem o sakallarının şekli ne öyle, burası Atatürk’ün kurduğu bir fakültedir, biz de müslümanız da vay öylede yok şöyle de… En az yarım saat fırça çekti arkadaşımıza. Dersten de bırakmış, sebeb-i aliyesi ise arkadaş İRTİCA’cı, çünkü tespih taşıyor!..

    Şimdi başörtü yasağı kalkınca bizi başörtümüzle dersine alır mı(irticai simge giremezsiniz dediğini duyar gibi oluyorum), alsa da biz o dersi geçebilir miyiz?!. Biraz zor görünüyor ama… Allah bize yeter O ne güzel vekildir.

    Paylaşımınız için teşekkürler. Baki Muhabbetle...

×
×
  • Create New...