Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Faruk Erol

Üye
  • Content Count

    18
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Faruk Erol


  1. ...

    Dergilerdeki bazı kitap reklamları bilhassa dikkatimi çekmişti. Şimdi yukarıda iktibas yaptığım kısa ifadede geçen Mevdudi malum şahsının adını görünce de, ikafamdaki soru işaretleri arttı. Esad Coşan hoca, sohbetleriyle ve nezaket abidesi üslubuyla çok sevdiğim bir kişiydi. Epey zaman önce İbn-i teymiye'ye dair müspet laflar sarf ettiğini öğrendiğimde hem şaşırmış, hem üzülmüştüm. (Tıklayınız) Şimdi paylaştığınız bu yazıda da hocanın Mevdudi'den bir söz sarfetmesi, aşağıya eklediğim dergilerdeki kitap reklamları, acaba Coşan hoca "sapıklardan" da mı besleniyordu sorusunu karşıma çıkardı. Biliyoruz ki Mevdudi doğru yolun sapık kollarından. (Hocanın Mevdudi'den aktardığı sözde bir sorun yok ama ehli sünnet alimlerinin sözlerini tercih etmek yerine bir sapığın isminin anılarak sözüne yer verilmesi bana çok itici geldi) Teymiye zaten malum. Zamanında çıkarmış olduğu İslam dergisine aldığı kitap reklamlarında da bir hayli sapık var. Bu mesele, paylaştığınız yazı ile birebir alakalı olmasa da dolaylı olarak bir bağ taşıdığından mevzuyu açmakta bir beis görmedim.

    Esah hoca Teymiye'yi övüyor, Mevdudi'den söz aktarıyor, çıkarmış olduğu dergide "İslam Düşüncesinin Çağdaş Kaynakları" başlığı altında sapıkların kitaplarının reklamını yapıyor. (Mevdudi, Ali Şeriati, Yusuf El-Kardavi, Seyyid Kutub, Hamidullah, M.İkbal)

    Esad hoca bütün bu sapıklardan beslenmiş midir acaba? Beslenmediği kişilerin diğer Müslümanlar tarafından okunması için onların reklamını yapmazdı sanırım, yani muhtemelen beslenmiştir, diye düşünüyorum. Mevzu ile alakalı malumat sahibi arkadaşımız varsa, onu da dinlemek isteriz.

     

    İslam Dergisi'nin reklam sayfası 1: http://img830.imageshack.us/img830/4210/30786205.jpg30786205.jpg yazı

     

    Reklam sayfası 2 : http://img210.imageshack.us/img210/5457/33487991.jpg

     

     

    Merhum Esad Hoca, nazarımızda,

     

    gurbetde vafat etmiş bir şehid...

     

    { Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hadretleri'nin ( kuddise sirruh )

     

    mürşid-i kamil bir halifesi olmaması gibi... }

     

    Silsilelerindeki en son mürşid-i kamil,

     

    ( bazı zühulları mevcut olsa bile )

     

    Merhum Gümüşhanevi Hadretleri...

     

    Ardından gelenler, maslahat icabı

     

    ve kendileriyle beraber müridlerinin de

     

    tekamülleri gayesine matuf...

     

    Esad Çoşan'ı; mümin, salih olarak bilir ve severiz.

     

    Kifayetsizliğini dile getirmek, inşallahü teala,

     

    hayırla yadetmemek veya gıybet etmek şeklinde

     

    anlaşılmaz.


  2. ...Atatürk ün yemeyip içmeyip bu ülke için ne hizmetler yaptığının unutan adama nankör derler nankör !...

     

    ...

    Konuşmanın ilgili kısmı şöyledir: "Bizim devlet idaresindeki ana programımız, CHP programıdır.Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır.Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”

     

     

    Asıl, Allahü Teala'yı ve Peygamberleri reddedene nankör denir.

     

    ' Bir mikdar ' görme özürlü olduğunuz anlaşılıyor.

     

    Sizden Aziz Mahmud Hüdai Hadretleri için bir Fatiha istiyorum ki

     

    son nefesinizi iman ile verebilesiniz. :

     

    http://farm2.static.flickr.com/1375/884405386_26e5bc4445.jpg


  3. " SAFA

     

    «— Safa, her lisanda memduh; ve zıddı olan keduret, her lisanda mezmumdur.»

     

    Bu cümle Efendimin kitaplarından...

     

    Safa; Kağıthane safası veya gece safası değil... Büyük ve İlâhî neş'e... Ne güzel kelime !..

     

    Keduret... Safânın zıddı ve kederin mücerret hal ifadesi... Ne harika mefhum...

     

    İşte bütün insanlık, bütün ifade kalıplariyle bunlardan ilkini över ve ikincisini yerer...

     

    Biri memduh, biri mezmum...

     

    İlâhî neş'e, İlâhî neş'e... Safa, bu...

     

    Bütün insanlığın, türlü inanışlar içinde, buluştuğu,

     

    kelime ve mânâ halinde tutuştuğu, vardığı ve

     

    dizüstü çöküp ellerini göklere kaldırdığı dilek eşiği...

     

    — Safa, Allahım safa !..

     

    Yunus Emre de, gerçek inanış çizgisinden onu istedi, hattâ ona erdiğini söyledi.

     

    « O, sevgilisinin rengine boyanmıştır, artık solmaz; âşıktır, artık ölmez...»

     

    Ah, gaye; gayelerin gayesi...

     

    Allahta fanî olmak ve onda bekaya ermek gayesi...

     

    Beyni kan çanağına dönen ( Paskal )ın:

     

    — Joie, joie !..

     

    Diye boş yere haykırdığı gaye...

     

    Çünkü o, yolu bulabilmiş değildi.

     

    Ebedî Safa...

     

    Buyurun, o da burada... Kitabın tâ başında ve işin sonunda...

     

    Ne şundadır, ne bunda; orada, orada, Peygamber bâtınının sarayında..."

     

     

     

    ...

    Ey edep, sessizliğin hikmetinden bir nebze olsun söz et

    ...

     

     

     

    Menzil'de... Menzil'de...

     

    Ve halihazırda İstanbul'da...

     

    Cumanız mübarek olsun;

     

    en derin hürmet ve muhabbetlerim ile...

     

    http://www.dailymotion.com/video/xdhvo5_se...yar-ile-i_music


  4. فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

     

     

    «— Siz bana Muhammed Ümmetini gösterin;

     

    ben de size onun hemen kurtulduğunu haber vereyim...

     

    Nerede o ümmet ?..»

     

     

    "— Ya Rabbi ! Sana ne zaman şükür edici bir kul olabilirim ? Dedi. Bu sırada gâipten bir ses;

     

    — Bana şükür edici bir kul olabilmen için yeryüzünde senden fazla nimet verilmiş bir kulun olmadığını

     

    düşünmelisin, diyordu. Bu sözleri işitince;

     

    — Ya Rabbi ! Kendimden fazla nimet verilmiş bir kimsenin olmadığını nasıl düşünebilirim ?

     

    Zira sen, peygamberlere, âlimlere, padişahlara herkesten fazla nimet verdin, dedi. Bu defa;

     

    — Eğer peygamberler ( aleyhimusselâm ) nimeti verilmeseydi, sen doğru yolu bulamazdın.

     

    Âlimler olmasaydı, dinden çıkıp küfre girerdin.

     

    Padişahlar olmasa, evinde emin bir hâlde rahat oturabilir miydin ?

     

    Bunların hepsi, sana ihsan ettiğim nimetlerden değil midir ? Buyruldu..."

     

     

    Ya'ni, her insanın, eğer şuuruna varır ise, " Levlake..." den bir nasibi olabilir...

     

    Sırf Allah rızası için birbirlerini sevenlere ve O'nun Ümmeti'ne enbiya imrenirler...

     

     

    - Peygamberlere ne diye gerek duyuldu ? Biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik."

     

    ' - Ayol, asıl sana ne diye gerek duyuldu ? ' demiyoruz tabii ki... :)

     

    İnşallah hidayet bulmuştur da Allahın Sevgilisi'nin iftiharı için

     

    bir vesile daha olmuştur. :)


  5. “…İmam-ı Rabbânî:

     

    «— Allah, ötelerin ötesinde, onun da ötesinde,

     

    namütenahiye kadar, onun da ötesinde...

     

    Ve: «— Ne ki o sanılır, ona peçedir.»…”

     

     

    “…Muhiddin-i Arabî ile İmam-ı Rabbânî'yi mukayeseleri:

     

    «— Muhiddin-i Arabî, eser üzerinde derinleşmiştir;

     

    İmam-ı Rabbânî ise müessir üzerinde, zât üzerinde...»…”

     

     

    “…Ziya Işık da, sert ifadesi içinde derin mi, derin...

     

    Benim «Mecmua, Mecmua» diye çırpınarak

     

    (Büyük Doğu) peşinde gezdiğim bir gün, evinde,

     

    İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin « Mektubat »ını gösterip;

     

    — İşte bizim mecmuamız! Demişti.

     

    Ne güzel, ne güzel! Elbette temel mecmuamız, o...

     

    Fakat onun kaldırımlarda ve cemiyet

     

    meydanında gölgesi olacak mecmuaya da can kurban...”

     

     

    “…Mecmuamı çıkaracağım sıralarda huzurlarında niyetimden bahsetmiş;

     

    ve emirleriyle Şakir'in getirdiği Muhiddin-i Arabî Hazretlerine ait

     

    ( tefe'ülname )den niyetime bir âyet meali halinde şu cevap çıkmıştı:

     

    «— Onlara müjdeler olsun...»…”

     

     

    Müjde...

     

     

    Euzübesmele ve bihi sikatî,

     

    Hamdele,

     

    Peygamberler Peygamberine,

     

    O'nun temiz Âl'ine ve O’nun içün ictibâ olunmuş Eshâb'ına nihayetsiz salât ve selâm...

     

     

    1. "...Kârhâne-i ülûhiyette abes muhaldir.

     

    Ya'nî hiçbir şey abes halk olunmamıştır.

     

    Ya'nî yersiz, hikmetsiz, maksadsız değildir...

     

    Abeslik câhile, ahmaka ve çocuklara muhtastır."

     

     

    2. "Mansıbda bir olsa dahi ger âlim ü câhil,

     

    Zâhirde müsâviyse hakîkatte bir olmaz.

     

    Altun ile faraza ki berâber çekile seng,

     

    Vezn içre bir olmak ile kıymette bir olmaz."

     

     

    3. “…Âlimleri, resûllerin vârisleri ve enbiyânın aleyhimüssalâtü vesselâm halîfeleri kılan

     

    Allahü teâlâya hamd olsun. Allahü teâlâ, yer ve gökdeki meleklerden sonra tevhîdine şâhid olarak

     

    âlimleri seçmişdir. Diğer insanlarla müsâvî tutulmalarını, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”

     

    âyet-i kerîmesi ile nefy ederek onları tevkîr etmiş, değer vermişdir.

     

    Böylece âlimler, halk arasında verâsetü’l-kübrâ makamını kazanmışlardır.

     

    Bunun için onlar, Allahü teâlâya ibâdetden usanmazlar.

     

    Feyz vermeleri ile insanların en üstünü hâline gelmişlerdir.

     

    Yapdıkları iyi işlerle insanların en iyileri olmuşlardır.

     

    Akıllardaki dağınıklığı gidererek büyüklük kazanmışlardır.

     

    Câhillere ilim öğretip, yanlış yola meyl edenleri doğru yola getirmekle üstün olmuşlardır.

     

    Süâlleri cevablayıp, mes’eleleri açıklamışlardır.

     

    Emsâllerinden üstün olmuş ve siyâdet-ül-uzmâyı kazanmışlardır.

     

    Tâlibleri koruyup gözetmiş, noksanlarını tamamlamışlardır.

     

    Onlara ifâde ve istifâde için icâzet vermişlerdir.

     

    Resûllerin ve enbiyânın seyyidine

     

    ve hakka ve yakîne kılavuzluk eden âli ve eshâbı üzerine salât ve selâm olsun…”

     

     

     

    4. Bütün ahvâlde istinâdımız, dayanağımız, avâmın ve havâssın üstâdı,

     

    tasavvuf büyüklerinin münakaşasız veliyyullah ve safiyyullah kabul etdiği,

     

    Kutbül İrşadi ve'l Medar, Şeyh Tâhâ el-Kürdî el-Kâdirî sümme’d-Dimeşkî’ Hazretleri’dir.

     

     

     

     

    Zât-ı alilerinin irade-i şeriflerine tercüman olmak maksadıyle, bendeniz,

     

    işbu fakirane satırları yazmaya teşebbüs ve cür’et edebiliyor.

     

    Malum ve marufdur ki, ilim, ilm-ü ebdân ve ilm-ü edyân

     

    olmak üzre iki nev’idir. İmam ise, tasavvuf, kelâm, fıkıh, tefsîr ve hadîs

     

    gibi İslâmî ilimlerden birinde en yüksek mertebeye ulaşan âlime denilir.

     

    Yine malum ve marufdur ki, her ilme, mevzuuna göre kıymet verilir.

     

    Zat-ı Baht-ı İlahi’ye dair tüm irfanımız İkinci Bin Yılın Yenileyicisi

     

    İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin kapısındaki dilenciliğimiz kadardır.

     

    Kendisinden evvelki tüm güzel hasletleri sinelerinde toplamış olan

     

    Müceddidlerin Hatemi Esseyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin

     

    mübarek, mücella, latif nazarlariyle kemal bulmuş olan

     

    Merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek, temel mecmuamız olan

     

    Mektubat-ı Rabbani’nin kaldırımlarda ve cemiyet

     

    meydanında gölgesi olan Büyük Doğu mecmualarının ve bunlardan müteşekkil

     

    kitapların da tasnif ve tevili gibi son derece zor, meşakkatli ve azim bir işde

     

    muvaffak olmuşlardır. Allahü Teala, taksiratlarını afv ü mağfiret buyursunlar,

     

    bizleri de şefaatlerine nail eylesinler. Amin.

     

    Bütün bu sebepler ile, san’ata dair ne serdedilecek ise,

     

    zat-ı alilerine nisbetle serdedilmesi icap eder.

     

    Eğer mezkur sinema filmi, hakikaten, “ müjde “lerden bir müjde olacak ise,

     

    evvel emirde, isminin, siyer ilminin İmamı olan Kastalani Hazretleri’nin

     

    ‘ tam ve ekmel talebesi ‘ Üstad’ın muhteşem eseri ( “ Çöle İnen Nur “ veyahut )

     

    “ O Ki O Yüzden Varız “ gibi bir isim olması icabeder.

     

    Devam edecektir; Cumanız mübarek olsun…


  6. http://www.tercumaniahval.com/wp-content/u...3%BCvelbaki.jpg

     

    "...Hasta, hastalıktan kurtulmadıkça, aldığı her gıda onun için zehirdir.

     

    İsterse yediği dünyanın en makbul ve faydalı yemeği olsun.

     

    Batınî marazlarda bu kanun, hatta bir derece daha şiddetle hüküm sürer.

     

    Onun içindir ki, düşünülecek ve yapılacak olan şey,

     

    evvela bu marazın giderilmesini fikretmek,

     

    sonra da münasip devalarla ve bilhassa tedriç usulüyle marazı defetmeğe çalışmaktır.

     

    Tıpkı hasta bir bünyenin kuvvetli gıdalarla büsbütün hastalanması gibi,

     

    kalp ve gönül hastalarına ibadet ve namaz gibi hususlar fayda etmek şöyle dursun, zarar verir.

     

    Zira maraz, ( masiva - dünya ve dış alem ) giriftarlığından doğmaktadır ve bu giriftarlıktan kurtulmak,

     

    ancak bu işin gerçek tabibini bulmak ve onun harikulade ince usullerine tâbi olmakla mümkündür..."

     

    "...Böyle olmakla beraber, Şeriatın zahirine bağlı amel,

     

    insanın dış görünüşünde ve yüzünde bir nuraniyet doğurur,

     

    bu nuraniyet zamanla kalbe akseder.

     

    Zaten müminin kalbinde nuraniyet büluğ zamanında kemal halindeyken,

     

    sonraları emirlerinin yapılmaması ve yasakların yapılması

     

    ve bu gidişin devam etmesi neticesinde nuraniyet yavaş yavaş kararmaya başlar.

     

    Eğer bu karanlık, amele ait işlerin bırakılması

     

    ve sadece günah fiillere dalınması neticesinde meydana gelmişse,

     

    tövbe ve istiğfar ile hemen kalkar ve asli nuraniyet hali avdet eder;

     

    fakat yine bu karanlık, iman, yani itikada aid herhangi bir farzdan şüphe

     

    ve onu inkara varan kalbi bir fiilden doğmuşsa,

     

    sonradan dönülmüş olsa bile

     

    kalbde bırakacağı zulmetin izale edilebilmesi pek güç olur

     

    ve ancak iksir kuvvetinde bir veli nazariyle kurtuluş gerçekleşebilir...":

     

     

    http://img2.blogcu.com/images/s/i/i/siirse..._menzil_002.jpg

     

     

    "...Zikir ve zikrin tesiri bir denizdir.

     

    Bir deniz ki, kimse dibine varamamıştır.

     

    Dalgalı bir derya ki, dünya onun tek dalgasını görmüyor...

     

    Dünyayı kavrayan bir okyanus ki onu kuşatmaya kâinatın gücü yetmez.

     

    Nihayetine kimsenin erişemiyeceği bir âlem...

     

    Her zerreye nüfuz etmiş, sızmış sahilsiz bir ummân...

     

    Zikir zikredenlerin kalblerinde doğan bir hâl ki, söylemesi, yazması, bildirmesi imkânsız...

     

    Allah'ı bilen kimsenin, dili söylemez olur; kelime bulamaz ki

     

    Anlatabilsin...

     

    Şaşırır kalır; dünyadan ve insanlardan haberi olmaz.

     

    Zikredilen Allah olduğu gibi, zikreden de ancak Odur.

     

    Kendini yine ancak kendisi zikredebilir...

     

    Mahlukların, Onu zikredebilmek haddine mi düşmüş ?...

     

    Ancak İlâhi sıfatlarıyla sıfatlanması için yarattığı insana

     

    kendisini zikretmesini emretmiştir ki herkes,

     

    yaradılışındaki kabiliyeti derecesinde o nihayetsiz,

     

    dalgalı denizden bir şeyler, bir teselli bulsun, rahata kavuşsun...

     

    Veysel Kârani, o deryanın bir damlasıyla teselli buldu.

     

    Cüneyd, o denizden bir avuç suyla doymuş kanmıştır.

     

    Abdülkâdir ( Geylâni ), o denizin ancak kenarına varabilmiştir.

     

    Muhyiddin ( Arabi ) ise diplerden çıkarılmış bir cevherle övünür.

     

    İmam-ı Rabbâni o denizden büyük pay almıştır...

     

     

    Allah kelimesini teşkile hizmet eden ( elif ), ( lâm ) ve ( he ) harfleri,

     

    bu muazzam kelimenin işaret ettiği hiçbirşeye benzemeyen Zâtı anlatmaya alet ve vasıtalardır.

     

    Bunları söylemek zikir değildir, zikir bu kelimenin neticesi, semeresi olan bir hal ve keyfiyet...

     

    Bu kelimeye zikr denilmesi mecaz yoliyledir, hakiki mânâ ile değil..."

     

     

     

    "...

    İşte « Allah » isminin hakikatı olan « h »,

     

    nefeslerde sürüp giden

     

    ve O'nun ismine işaret eden o « h »dir ki,

     

    onsuz hiç bir şey hayata hak kazanamaz...

     

     

    Tasavvuf ıstılahında, hüviyet,

     

    « lâ taayyün-belirsizlik » itibariyle Hakk'ın Zât'ından ibarettir.

     

    O derecede belirsizlik ki, « hüviyet » ifadesi, hüviyet tabiriyle bile kayıtlı değil...

     

    Bu mertebede O'na hiçbir ilim ve idrâk yanaşamaz;

     

    bu itibarla O, « Mutlak Meçhûl »dür..."

     

     

     

    { "... Hamdolsun ki, bu fakir,

     

    mübah olmayan semadan tövbekar,

     

    mübah olandan uzağım..." }

     

    HÛŞ DERDEM

     


  7.  

    EDEB:

     

    1. Güzel hallere ve huylara sâhib olma ve utanılacak hareketlerden sakınma,

     

    her hususta haddini bilip, sınırı gözetme hâli.

     

    Edebi gözetmek, zikirden üstündür.

     

    Edebi gözetmeyen Hakk'a kavuşamaz. ( İmâm-ı Rabbânî )

     

    Allahü teâlâya karşı edeb, O'nun emirlerini yerine getirmekle olur.

     

    Avâmın, halkın edebi, dînin emirlerine uymak,

     

    havâssın, seçilmişlerin edebi, dînin emirlerine uymakla berâber

     

    kalbi zikr ( Allahü teâlâyı anmak ) nûru ile aydınlatmak,

     

    gönülden Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarmaktır. ( İmâm-ı Gazâli )

     

    Âdemoğlunun edebden nasîbi yok ise insan değildir.

     

    Âdemoğlu ile hayvan arasındaki fark budur.

     

    Gözünü aç ve gör ki bütün Allahü teâlânın kelâmının mânâsı,

     

    âyet âyet edebden ibârettir. ( Şems-i Tebrîzî )

     

    İnsanlar edebe ilimden çok daha fazla muhtacdır. ( Abdullah bin Menâzil )

     

    En büyük edeb, ilâhî hududu muhâfaza etmek, gözetmek,

     

    Allahü teâlânın emirlerine uymak, yasaklarından sakınmaktır. ( Abdülhakîm-i Arvâsî )

     

    Din büyüklerinin yolu baştan sona edebdir. ( İmâm-ı Rabbânî )

     

    Bir kimsenin edebli olması, iyi kalblilik ve akıllılık alâmetidir. ( Sırrîy-i Sekatî )

     

    Kul için güzel edebden daha iyi mertebe görmedim.

     

    Çünkü aklın hayâtı edebdir.

     

    İnsan edeb ile dünyâ ve âhirette yüksek derecelere kavuşur. ( Ebû Osman Hîrî )

     

     

    İlim meclislerinde aradım, kıldım taleb,

     

    İlim geride kaldı ille edeb ille edeb.

     

     

    Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâ'dan

     

    Giy ol tâcı emin ol her belâdan

     

    ( Yûnus Emre )

     

     

    Edeb ehli edebden hâli olmaz,

     

    Edebsiz ilim öğrenen âlim olmaz.

     

    ( M.Sıddîk bin Saîd )

     

     

    2. Namazda müstehab ve mendup olan şeyler.

     

    Namazın sünnet ve edeblerinden birini gözetmek

     

    ve tenzîhi bir mekruhtan sakınmak;

     

    zikir ve tefekkürden üstündür. ( İmâm-ı Rabbânî )

     

    İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri namaz abdestinin

     

    edeblerinden bir edebi terk ettiği için

     

    kırk senelik namazını kazâ etmiş, yeniden kılmıştır. ( İmâm-ı Rabbânî )

     

     

    EDÎB:

     

    1. Güzel hasletleri kendinde toplayan, haddini bilen. ( Bkz. Edeb )

     

    2. Düzgün, güzel ve pürüzsüz söz söyleyen ve yazan, edebiyatçı.

     

     

     

    ' Edebiyyâtın, lügat manası;

     

    nazımlı, nesirli, güzel sözler ve bu sözlerden bahseden ilim...

     

    Ulvî mânası ise; Allahın Sevgilisinin batınî ve zahiri ahvalini taklid ede ede

     

    vicdanîliğe terfî etmiş - vücûd bulmuş,

     

    fenâ-i etemm ve bekâ-i ekmel ile şereflenmiş olan

     

    dîlin - gönlün, lîsandaki tezahürleri...

     

    Süflî manasiyle edebiyyât, yukarıda bahsleri geçen

     

    sâdât-ı kîram ve zevât-ı i'zamın,

     

    farkında olunsun veya olunmasın,

     

    te'siriyle mümkün ve taklîdinden ibâret...

     

    Fâsıkda istidrac, kâfirde sihr olarak tebârüz edebilen

     

    bu te'sir ve taklîdin dahi ehemmiyeti şu ki;

     

    halifetullah olmaları hasebiyle Havvakızlarında - Ademoğulları'nda,

     

    şu veya bu nev'iinden ğayb anahtarları - hikmetler

     

    beyâna - kelâma dökülebilmekde...'


  8. http://www.hakikatkitabevi.com/display.asp...=31&SID=657

     

     

    ' ( He ) Harfi Ki Mürebbimiz İki Çeşmi Var...'

     

     

    ...

    " Rabbim;

     

    O sonsuzluk yolcusu,

     

    İlim sahiplerine baş,

     

    Gözle görülmez, akılla erilmez sırlar kaynağı,

     

    İnsanların anlayamadığı, ancak senin bildiğin büyüklerin mazharı,

     

    Köpüren, dalgalanan, yükselen manaların deryası,

     

    Maddesizlik, mekansızlık aleminin şahı,

     

    Nuriyle Hind illerini ışıldatan,

     

    Serhend beldesini; Musa Peygambere Allah kelamının indiği şerefli vadiye çeviren,

     

    Sevgilinin getirdiği dinin ululuğuna sened,

     

    Dibsiz görüş meclisinin ışığı,

     

    Hayal uçmaz yüksekliklere ulaşan,

     

    Dini bütünler ordusunun başbuğu ve eteğindekileri ortaya çeken

     

    Ahmed-i Farukî'nin gözleri nuru hürmetine beni affet ! "

     

    *

     

    ( Allahım, ben de bu yalvarış hürmetine senden af diliyorum...

     

    Mevlana Halid'în eteğini tutanın, eteğini tutanın, eteğini tutanın, eteğinden bir iplikçik tutan ben...

     

    Abdulbaki fazıl oğlu Ahmed Necib...)...

     

     

     

    "Her letâfet ki, nihân bûd pes-i perde-i gayb,

     

    Heme der sûret-i hûb-i tû ıyân sâhte end;

     

    Herçi ber safha-i endişe keşed kilk-i hayâl,

     

    Şekl-i matbû'i tû zibâter ezân sâhte end. "

     

     

     

    '...

    Mecnun oluban yüriyemem

     

    Ol yâr düşde bile göremem.

     

    Uyanıb da melûl olamam,

     

    Şöyle garibi bencileyin...'

     

     

     

    http://www.elifba.org/4-yas-elifba/4-he.gif


  9. dediğiniz gibi birşeyle karşılaşmadım o kitapta lütfen sayfa numarasını da söylerseniz...

     

    Sahife: 233

     

    Satır: 23-24-25

     

    ( 25. Basım Şubat 2007 )

     

    { 1969 senesindeki ilk basımında mevcut değil;

     

    tüm basımları tetkik etmemiş olduğum için,

     

    Üstadın, o ibareyi hangi seneden itibaren

     

    ilave etmiş olduğundan haberdar değilim. }


  10. (Fetva vermeye en cüretli olanınız, Ateşe [girmeye] en cüretli olanınızdır.) [Darimi]

     

    (Bilmeden fetva verene, yer ve gökteki melekler lanet eder.) [İbni Lal, İbni Asakir]

     

    (Ümmetim, kötü âlimler, cahil abidler yüzünden helak olur.

    Kötülerin en kötüsü kötü âlimlerdir. İyilerin en iyisi de iyi âlimlerdir.) [Darimi]

     

    (Sizin için Deccalden daha çok, sapık imamlardan korkuyorum.) [İ.Ahmed]

     

    (Ahir zamanda, âlim ve ilim azalır, cahillik artar.

    Cahil ve sapık din adamları, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, doğru yoldan saptırırlar.) [buhari]

     

    (Ümmetim, kötü din görevlilerinden çok zarar görecektir.) [Hâkim]

     

    (Ehli olmadan yanlış fetva veren, hainlik etmiş olur.) [Ebu Davud, Hâkim]

     

    (Allahü teâlâ, âlimleri almak suretiyle ilmi ortadan kaldırır.

    Âlim kalmayınca da, cahiller bilmeden yanlış fetva verir, hem kendilerini, hem de başkalarını sapıtırlar.) [buhari]

     

    Doğruyu söylememenin, ilmini gizlemenin vebali de çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

     

    (Yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilen herkese bildirsin!

    Doğruyu bilip de, gücü yeterken bildirmeyene, Allah lanet etsin!) [Deylemi]

     

    (İlmini gizleyene kıyamette ateşten bir gem vurulur.) [Hakim]

     

    (İlmini [bildiğini] gizleyene, denizdeki balıktan, gökteki kuşa kadar her şey lanet eder.) [Darimi]

     

    (Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helal değildir;

    çünkü Allahü teâlâ, "bilmiyorsanız, ilim ehline sorun" buyuruyor.) [Taberani]

     

    Ölülerimizin arkasından konuşmayalım n'olur? Bu memlekete,dine üstün hizmetleri olan bir velinin arkasından konuştuklarınız çok yakışıksız...Hatasıyla sevabıyla hakkın rahmetine kavuşmuş..Hataları,yanlışları olabilir.Teşhir ve tenkid te edebi aşıyoruz...

     

    Efendim,

     

    İrşada ehil olan ile olmıyanın tefriki icabetmez mi ?

     

     

    { "...Fıkıhtan haberi olmayıp, diş dolgu ve kaplamasını zaruret sanarak yaraya benzetenler.

     

    Ki bu ilmi bir benzetme değildir..." }


  11. "şeriate aykırıdır" diyen kim sayın arkadaşım,kaynak göstermeni rica ediyorum isimle beraber?

     

    Efendim,

     

    1. Kaynak : Son Devrin Din Mazlumları

     

    2. İsim : Necip Fazıl Kısakürek

     

    3. Sualleriniz tevcih buyurmadan evvel,

     

    sizin de bizzat gayret etmeniz icabetmez mi ?


  12. "...Halbuki ilim sahipleri için çare aşikar.

     

    Yalnız bu mevzuda Şafii mezhebinin hükmüne uymak,

     

    bu mezhepte ağız içi yıkaması farz değil,

     

    sünnet olduğundan suyun dişe teması zaruretinden kurtulmak:

     

    buna mukabil de yine Şafii mezhebinin abdest bozucu şartlar içinde Hanefi mezhebinden farklı noktaları,

     

    yani zorlukları da ilave ederek, bir imkanın sadece kolayına gitmiş olmakla kalmamak…

     

    Bu fark nikahı düşen kadın cildine en küçük temasın namaz abdestini bozacağı keyfiyetidir.

     

    Halbuki Hanefi mezhebinde yardım alacak olan her Hanefi,

     

    her iki mezhebin de abdest bozucu şartlarını üst üste ekleyerek amel edecek,

     

    her iki mezhebi de zorluklarıyla bir arada tatbik kılacak

     

    ve mezheplerin yalnız kolaylıklarını birleştirip hiçbirine uymamak gibi bir hatadan salim kılacaktır.

     

    Bu son derece nazik meseleyi Müslümanlar arasında bilenler azdır..."

     

     

    "Said Nursi'nin kendi şahsi eserine Kur'andan hüküm ve haber çıkarması,

     

    o kadar sevdiği ve bağlı olduğu şeriate aykırıdır."

     

     

    http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4055

×
×
  • Create New...