Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

babalarkulu

Sivil
  • Content Count

    83
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by babalarkulu


  1. Kardeş Said Nursinin bizzat Mektubu var O İstanbuldaki Bunağa gitmeyin sizi Nur Risalesi Yolundan alıkoyar diye salı günü olsun getircem. ///Edit/// BDG

     

    Sayın babalarkulu sitenin muhtelif yerlerinde yazmış olduğunuz mesajlarınızda saygı sınırını aşan, karşıdaki üyelerimizin inandıkları değerlere hakaret eden tavırlarınızdan ötürü birçok mesajınızı silmiş ve size uyarı göndermiştik. Bu tavırlarınızı tekrar ettirmemenizi istiyoruz.


  2. İnternette uzunca bir yazı buldum bu yeterlidir sanırım:

     

    ŞEYH BEDREDDİN

    Yazar Mustafa Karapınar

    Önsöz

     

    Türkler Anadolu’yu fethe başladıktan sonra yaptıkları ilk işlerden biriside bu yeni fethettikleri topraklarda kendi dini inanç ve akidelerini yaymak olmuştur. Bu işle vazifeli olarak da gönüllü tasavvuf erbapları ve abdallar görevlendirilmiştir. 13. ve 14. yüzyıldan itibaren ise yerleşme tamamlanmış ve bu coğrafyada artık yeni tasavvufi ve mistik öğeler husule gelmeye başlamıştır. Şüphesiz bunlardan en önemli olanları Mevlevilik ve Bektaşiliktir. Bir tarikat olarak devam etmese de İbn Arabî’nin Anadolu coğrafyasında yaydığı Vahdet-i Vücut felsefesi bu tarikatlar sayesinde varlığını sürdürmüştür. Halk arasında büyük saygı duyulan Yunus Emre de bu akım üzerinden tekâmül etmiştir. Bu sufiler gerek yazdıkları eserlerle gerekse etrafa yaydıkları düşünceleriyle geniş bir etkileşim sahasına yayılmışlar ve birçok taraftar toplamışlardır. Bu sufilerle ilgili önemli noktalardan biri ise eserlerinin kendilerinin dahi önüne geçmesidir. Mesnevi hala Mevleviler tarafından büyük bir iştiyakla okunmakta, Fususü’l-Hikem hala İslam tasavvuf anlayışının temel kaynakları arasında sayılmaktadır.

     

    Araştırmamızın konusu olan ve devrinde hem büyük bir âlim hem de büyük bir mutasavvıf olarak tanınmış olan Şeyh Bedreddin’de yukarıda saydığımız tasavvuf ulularının yolunu takip etmiş ve Vahdet-i Vücut felsefesini benimsemişti. Ancak Bedreddin’in bunlardan ayrılan en önemli özelliği kendisinin tasavvufi alandan çok siyasi alanda konuşulan bir kişilik olmasıdır. Bunun sebepleri ise devrinde çıkan ve müritlerinin öncülük ettiği bir ayaklanmanın Şeyh Bedrettin’e yorulması ve bunun neticesinde idam edilmesidir. Şeyh’in başından geçen bu hadiseler konuya özgün bir tarih araştırması olarak bakmamızı gerektirmektedir. Ancak ne Osmanlı müverrihleri ne de modern tarihçiler bu konuya bu şekilde bakmayı becerememiş ve olayın sürekli ideolojik boyutu irdelenip durmuştur. Oysa Şeyh’in yazdığı eserlerden sadece Varidat tam anlamıyla incelenmiş ve geri kalan kırk küsur eseri henüz incelenme sahası edinememişleridir. Böyle bir durumda bu konunun salahiyetle incelenmesi pek mümkün gözükmemektedir. Bunun dışında yapılan bütün ideolojik araştırmalar tarihsel araştırma metodundan uzak olmaya ve anakronizm etkisi taşımaya mecburdurlar.

    Bizde bu konuyu şiddetle araştırılmaya değer buluyor ve elimizdeki tarihsel metodolojiye uygun olarak yazıldığını ön gördüğümüz kaynaklardan hareket ederek bu vakanın kısa bir tahlilini yapıyoruz.

     

    Doğumu

     

    Tam adı, Mevlana Şeyh Bedreddin Mahmut bin İsrail b. Abdü’l- Aziz olan Bedreddin Mahmut bugün Yunanistan sınırlarında kalan Simavna’da doğmuştur. Veladet tarihi hakkında kaynaklar arasında muhtelif rivayetler olmakla birlikte torunu Hafız Halil’in yazmış olduğu menakıpnameye göre 1358–59 tarihi olduğu sanılmaktadır. Şerafeddin Yaltkaya ise 1368 olabileceğini ifade eder. Babası Rumeli’deki ilk gazilerden olan Hacı İlbey’in mahiyetinde bulunduğu söylenen, Simavna Kadı’sı İsrail’dir. Annesiyse Grek kökenli bir Hıristiyanken Müslüman olan Melek Hatun ’ dur. Kaynaklar büyükbabasının soyunun Selçuklulara dayandığını ve onun III. Alâeddin Keykubat’ın yeğeni olduğunu söylerler. Bedreddin’in torunu Hafız Halil’in yazmış olduğu menakıpname adlı esere dayandırılan bu malumat Osmanlı müverrihleri ve modern Osmanlı tarihçileri tarafından ihtiyatla karşılanmaktadır. Bu bağlantının siyasi bir amaçla kurulduğunu savunmaktadırlar.<!--[if !supportFootnotes]--><!--[endif]--> Babasının mesleğinden ötürü Simavna Kadısının oğlu diye ünlenmiş olmasına rağmen babasının kadılığı hususunda da muhtelif rivayetler bulunmaktadır. O. Şaik Gökyay şeyhin babasının Kadı olmadığını Hacı İlbey’in yanındaki gazilerden biri olduğunu kaynaklardaki istinsah yahut telaffuz hatası neticesi Kadı şekline dönüştüğünü iddia etmektedir. Ayrıca Kısslıng de şeyhten bahsederken “Kadı gazi İsrail’in en büyük mahdumu” diye bahseder.

     

    Eğitimi

     

    Edirne’nin 1361 yılında Osmanlılar tarafından fethinden sonra ailesi Bedreddin’in ailesi buraya yerleşir. İlk tahsilini babasının yanında alır. Babasının kadılık mesleğinden dolayı ilk dini ve fıkhi bilgilerini babasından almıştır. Böylece ilerde fakih olarak temayüz etmesini sağlayan temayüllerini babasından kazanmıştır. Validesi, hanımı ve gelininin Hıristiyan mühtedisi olmaları hasebiyle Bedreddin’in bu vasıtalarla ilk tahsili esnasında Hıristiyanlığa dair malumat sahibi olduğu bilinmektedir. Sonraki devirlerde Hıristiyanlığa ve Hıristiyanlara sempatiyle bakmasının nedenin bu olduğu sanılmaktadır.<!--[if !supportFootnotes]-->[ii]<!--[endif]--> Ayrıca Grekçe lisana vukufiyeti de validesinin yardımıyladır. Edirne’den sonra sırasıyla Bursa, Konya, Kudüs, Kahire, Tebriz ve Kazvin’i ilim aşk ve iştiyakıyla dolaşmış bu vilayetlerde tahsilini tezyid etmiştir.

     

    Bursa’da Kadı Şeyh Mahmud’tan dersler almıştır. Molla Şemseddin Fenari gibi ünlü müderrisler vasıtasıyla İbn Arabî’nin nüfuzunun hâkim olduğu vilayette Bedreddin Arabî’nin vahdet-i vücut felsefesiyle tanışmıştır.<!--[if !supportFootnotes]-->[iii]<!--[endif]--> Bursa’dan sonra o dönemde Anadolu’nun en muteber ilim mekânı olan Konya’ya revan olmuş 1381 tarihine kadar burada Mevlana Feyzullah’tan mantık ve astronomi dersleri almıştır. Menakıpnameye göre Mevlana Feyzullah, Fazlullah-ı Hurufi’nin talebesidir. Şayet bu iddia doğruysa Bedreddin’in Hurufilikle ilk temasının bu yolla oluştuğu gözükmektedir. Bedreddin’in torunu bu malumatı vermekle birlikte Hurufilikle olan temasından bahsetmez. Bunun altında Hafız Halil’in eseri kaleme alırken devrin siyasi ve ideolojik çevrelerinden çekindiğinden dolayı bu hadiseyi es geçtiğini sanıyoruz. Bedreddin doymak bilmeyen ilim aşkı ve iştiyakıyla tahsiline devam etmek gayesiyle 1381 yılında Kudüs’e geçmiş ve orada İbnü’l Askalani’den bir müddet hadis dersleri almıştır. Akabinde Memluk sultanı el- Melikü’z-zahir Seyfeddin Berkuk’un (1382–1399) çağrısı üzerine Kahire’ye gitmiştir. Kahire’de devrin en büyük mantık âlimlerinden biri olan Mübarek Şah el-mantıki’den ilahiyat, felsefe ve mantık dersleri alarak bir bakıma yüksek tahsilini tamamlamıştır. Akabinde hacca giden Bedreddin döndüğünde Memluk Sultanı Berkuk’un mahdumu Ferec’e hocalık yapmak üzere saraya duhul etti. İşte Bedreddin’in hayatındaki en büyük kırılma noktası, fikirlerinin köklü bir değişime uğradığı devir bu saray yıllarında tanıştığı Sultan Berkuk’un hocası meşhur mutasavvıf Ahlâtlı-Darendeli Şeyh Seyyid Hüseyin sayesinde olmuştur.<!--[if !supportFootnotes]-->[iv]<!--[endif]--> Şeyh Ahlati’yle tanışana kadar sıkı bir fakih olan Bedreddin’in tasavvufa bakışı oldukça sert olmuştur. Ahlati’yle tanışmasıyla bu tavrı süratli ve ani bir tagayyüre uğramış ve Bedreddin Şeyh Ahlati’ye intisap etmiştir. Sultan Berkuk’un sarayındaki kardeş olan iki cariyeyi Ahlati ve Bedreddin’le evlendirmesiyle yakınlıkları daha ziyade artırmıştır. Çile günlerini de büyük bir sabır ve sebat örneği göstererek geçiren Bedreddin şeyhinin ziyadesiyle takdirini kesb etmiş ve halifeliğe kadar yükselmiştir.

     

    Mısır’da bulunduğu süre içerisinde devrin büyük âlimleriyle de tanışma ve münazara etme imkânı bulmuştur. Bu münazaalardan başarıyla çıkması Bedreddin’in ilim âleminde nam kazanmasını sağlamıştır. Takiben I. Bayezid ile Timur’un Ankara savaşı sonrasına denk gelen 1402–03 yıllarında Hüseyin Ahlati’nin tavsiyesi üzerine Hurufiliğin ana merkezi olan Tebriz’e gitmiştir. Tebriz’de Hurufilerle temas sağlamış ve tasavvuf telakkilerini bu doğrultuda ilerletmiştir. Bedreddin Tebriz’de bulunduğu sırada Ankara Savaşından muzafferiyetle dönen Timur ile karşılaşmıştır. Timur’un huzurunda âlimlerle yaptığı tartışmalardan yüzünün akıyla çıkmasını bilmiş ve Timur’un takdirini kazanmıştır. Hatta Timur onu mahiyetine almayı teklif etmiş ancak koyu bir tasavvufi eğilim içine girmiş olan Bedreddin makam ve ikbali reddetmiş ve Timur’un mahiyetine girmeyi kabul etmemiştir.<!--[if !supportFootnotes]-->[v]<!--[endif]--> Tebriz’den ayrıldıktan sonra Kazvin’e uğrayan Bedreddin burada Batini öğretisini de yakından tanımış ve Bursa’dan Kahire’ye ilim ve tahsil aşkıyla yaptığı seyahatin ikinci kısmı olan Kahire’den Tebriz’e ve oradan da Kazvin’ e yaptığı seyahatler sonucunda yeniden Kahire’ye fakat bu sefer fakih olarak değil büyük bir tasavvuf aşığı olarak dönmüştür.

     

    Şeyhlik Dönemi

     

    Kahire’ye döndüğünde şeyhinin daha evvelki vasiyeti üzerine şeyhinin vefatıyla onun yerine şeyhlik makamına oturmuştur. Şeyh olmasının akabinde Ahlati’nin diğer halefleri Bedreddin’e karşı koyu bir muhalefet başlatmışlardır. Bu dönem Mısır’ın siyasi ve mali istikrarının bozulduğu dönemdir. Bütün bu siyasi, içtimai, mali, şahsi mücadele ve olaylar neticesinde Bedreddin Kahire’den ayrılmaya ve Edirne’ye dönmeye karar vermiştir.

     

    Dönüş yolunda Kudüs ve Şam’da konaklamadan Haleb’e geçmiş ve burada bin dolayındaki Türkmen tarafından neşeyle karşılanmıştır. M. Balivet bu olayı şeyhin Babai <!--[if !supportFootnotes]-->[vi]<!--[endif]--> havası taşıdığına delil olarak gösterir. Halep halkının burada kalmasına dair teklif ve ısrarlarını reddeden şeyh buradan Konya’ya Karaman beyliği topraklarına geçmiştir. Menakıpnameye göre Karaman beyi şeyhe intisap etmiş ve şeyh yine burada Bayramiyye<!--[if !supportFootnotes]-->[vii]<!--[endif]--> tarikatının kurucusu olan Hacı bayram-ı Veli’nin (1352 -1429) müritlerinden Kayserili şeyh Hamidi Veli’yle tanış olmuş ve Bayramiyye tarikatıyla ilk temasını burada gerçekleştirmiştir. <!--[if !supportFootnotes]-->[viii]<!--[endif]-->

     

    Şeyh buradan Edirne’ye doğru seyahatine Aydıneli beldesine geçerek devam etmiştir. O zamana kadar tahsil ettiği nazari sahadaki ilim bu tarihlerden sonra ameli olarak tatbik olunmağa başlanacaktır. Çünkü şeyh burada sonraki siyasi hüviyetinin belirmesinde önemli etkilerde bulunacak olan Börklüce Mustafa’, Torlak Kemal ve İzmiroğlu Cüneyt ile tanışmıştır. Tarihe Bedreddin isyanı olarak geçen bu hareketin ana mekânı ve merkezi olan bu bölgede şeyhe intisabından sonra Dede Sultan olarak anılan Börklüce Mustafa’yla birlikte düşüncelerini tatbik etme yoluna gitmiştir. Şeyh Tire’de Börklüce’yle tanışma safhasından sonra İzmiroğlu Cüneyt’in daveti üzerinde İzmir’e geçmiştir. Cüneyt burada kendisine intisap etmiştir. Bu intisap Cüneyt’in Aydıneli’nin Osmanlı’ya tekrar tabi olmaması hususunda gösterdiği direniş yüzünden ilerleyen zamanlarda şeyhin başını fazlaca ağrıtacaktır.<!--[if !supportFootnotes]-->[ix]<!--[endif]--> Şeyh İzmir’deyken Sakızlı Hıristiyanların daveti üzerine Sakız Adası’na geçmiş ve daha önceden beri bildiğimiz Hıristiyanlık ile olan yakınlığını buradaki Hıristiyanların kendisine intisabıyla kuvvetlendirmiştir. Şeyh oradan Kütahya’ya geçmiş ve burada bir Yahudi dönmesi olduğu rivayet edilen isyanın baş aktörlerinden Torlak Kemal ile tanışmış ve Torlak Kemal dahi kendisine intisap etmiştir. Şeyh bu noktadan sona Gelibolu üzerinden Edirne’ye geçmiştir. Hanımının da vefatıyla birlikte şeyh iyice yalnızlığa gömülerek halktan kendisini tecrit etmiş ve 7 yıl sürecek olan münzevi bir hayata çekilmiştir. Edirne’ye dönmesiyle birlikte tahsil sürecini kemale erdiren şeyh bundan sonra âlimliğinin, fakihliğinin yanında büyük bir mutasavvıf olarak inzivaya çekilip içe kapanmaya ve isyanı tetikleyen marjinal fikirlerini önümüze sermeye başlayacaktır. Şeyhin bu 7 yıllık inziva hayatı onun kemale ermesinde fikirlerinin olgunlaşmasında, yani pişmesinde önemli bir unsur olmuştur.

     

    Hem zahiri hem de Bâtıni ilimlerde seçkin bir yere sahip olan şeyhin 40 ile 50 arasında eserinin bulunduğu bilinmektedir. Ancak bunlardan elimize yalnızca tasavvufi derinliğinin ortaya konduğu ilim âleminde büyük bir tepkiyle karşılanan, idamına zemin hazırladığını sandığımız vahdet-i vücut felsefesine dayalı batini içerikli Varidat adlı eseriyle fıkıh alanındaki ilk eseri olan Letaifü’l İşarat adlı eseri incelenme imkânı bulmuştur. <!--[if !supportFootnotes]-->[x]<!--[endif]-->

     

    Siyasi faaliyetleri

     

    Osmanlı devleti 1402 Ankara savaşıyla birlikte tarihte fetret devri diye anılan tam 13 yıl sürecek olan büyük bir bunalım ve buhran devresine girmişti. I. Bayezid’in Osmanlı devletine tabi olan Türk beyliklerini ve yabancı tabi devletleri tek bir merkez etrafında birleştirme çabası kendisi de bir Müslüman-Türk devleti olan Timur Devleti’nin Anadolu’daki hâkimiyetini tehdit eder hale gelmişti. Anadolu’daki bu hâkimiyet mücadelesi neticesinden 1402’de Osmanlı-Timur Devletiyle Ankara savaşı vücut bulmuş ve savaş neticesinde I. Bayezid mağlup olup esir olmuştur. Bu tarihten sonra Osmanlı tahtı boşlukta kalmış ve Yıldırım Bayezid’in 4 oğlu olan İsa, Musa, Mehmet ve Süleyman şehzadeler arasında amansız bir taht mücadelesi başlamıştı. Şehzadelerin bu taht mücadeleleri esnasında Musa Çelebi kardeşi Süleyman’ı ortadan kaldırarak Edirne’ye geçmiş ve burada hükümdarlığını ilan etmiştir. Musa’nın ilk faaliyeti devlet kadrolarındaki kendisine muhalif olan eski bürokratları temizleyip yerine kendi mahiyetindekileri getirmek olmuştur. Bu atalardan en mühimlerinden biri de Şeyh Bedreddin’in Musa Çelebi’nin ısrarı yahut emriyle 1411’de kazaskerliğe getirilişidir. Ancak Bedreddin’in aktif meşru siyasi hayatı Mehmet Çelebi’nin Musa Çelebi’yi ortadan kaldırmasına yani 2 yıl kadar devam edebilmiştir.

     

    Mehmet Çelebi, Musa ve etrafındakileri ortadan kaldırmakla birlikte şeyh Bedreddin’in üstün ilim hünerine hürmeten onu öldürtmemiş ve ailesiyle birlikte İznik’e sürmüştür. Ayrıca kendisine Çelebi Mehmet tarafından aylık 1000 akçe de ulufe tahsis edilmiştir.<!--[if !supportFootnotes]-->[xi]<!--[endif]--> İznik’te eserlerini yazmakla meşgul olan Şeyh Mısır’dan gelen davet üzerine hacca gitmek için Çelebi Mehmet’ten müsaade istemiş fakat bu arzusu kabul edilmemiştir. Tam bu esnada Kahire’de Edirne’ye avdeti sırasında Tire’de tanıştığı ve daha sonra Kazaskerliği esnasında Kethüdalık vazifesine tayin ettiği ele avuca sığmaz müridi Börklüce Osmanlı devletinin içinde bulunduğu buhran ve iç karışıklıktan istifade ederek büyük bir isyan hareketini ateşlemiştir. <!--[if !supportFootnotes]-->[xii]<!--[endif]-->

     

    Börklüce Aydın’da üç bin kadar taraftar toplamayı başarmıştı. Bu esnada Şeyhin yine Kahire dönüşünde Kütahya’da tanıştığı Torlak Kemal Manisa civarında Börklüce gibi iki bin kişiyi etrafına toplamayı başarmış halkı isyana teşvik etmişti. Hadisenin kaynaklara yansıyan en ilginç yönlerinden birisi de devrin çağdaşı Bizans tarihçisi Dukas’ın tarihinde yer almaktadır. Dukas olayı naklederken ilginçtir ki Torlak Kemal ve Şeyh Bedreddin’den hiç bahsetmez. İsyanı tamamen Börklüce Mustafa’nın adı altında aktarır. Aynı şekilde Fatih devri müverrihlerinden Şükrullah da Behçetü’t-tevarih adlı eserinde Şeyh Bedreddin’den hiç bahsetmeden Börklüce Mustafa isyanını anlatır. Kaynakların verdiği bu bilgiler bizim isyanın şeyh kaynaklı olup olmadığı hususundaki şüphelerimizi arttırmaktadır. Çünkü Şeyh’e atfedilen sözlerin fikirlerin neredeyse tamamı Börklüce Mustafa’nın halk içindeki propagandalarının olduğu açık görünmektedir. “Yarin yanağından gayri her şey ortaktır. “ gibi İslam şeriatına müsait olmayan sözlerin Börklüce Mustafa’ya ait olduğu anlaşılıyor. Osmanlı kaynaklarında umumen Börklüce Mustafa’nın peygamberlik iddiasıyla (şeyhlikten şahlığa temayül) ortaya çıktığı ve ortalığı yakıp yıkıp yağmalayarak isyan ettiği fikri öne çıkmaktadır.

     

    Çelebi Mehmet isyanı bastırmak üzere İzmir sancak beyi Aleksandır’ı görevlendirir. Ancak Aleksandır isyanı bastırmaya muvaffak olamamıştır. Bunun üzerinde Çelebi Mehmet işin ehemmiyetini anladı ve Saruhan beylerbeyi Timurtaşpaşazade Ali Bey’i bu işle görevlendirdi. Ancak Ali Bey dahi mağlup oldu. Kendisini zor kurtarıp Manisa’ya kaçtı. İyice ehemmiyet kazanan isyana büyük bir tedbir alınması gerekmekteydi ve Çelebi Mehmet bu işi kökünden halletmek üzere Veziriazam ve Beylerbeyi olan Bayezid paşayla beraber mahdumu şehzade Murad’ı daha büyük bir kuvvetle Börklüce kuvvetleri üstüne gönderdi. Bayezid Paşa evvela yoldaki asi grupları temizledikten sonra isyancıların sığındığı dağa ulaşmayı başardı. Bu sefer isyancılar Bayezid Paşa’nın kuvvetleri karşısında mukavemet edemeyip teslim oldular. Bayezid Paşa asileri sorguladıktan sonra işin başının Börklüce olduğunu anladı ve asileri onun gözünün önünde boğazladı. Asiler “dede sultan eriş” nidalarıyla can verdiler.<!--[if !supportFootnotes]-->[xiii]<!--[endif]--> Börklüce elleri tahtaya mıhlanmak suretiyle çarmıha gerildi ve bir deve üstünde şehirde teşhir edildikten sonra katledildi. Manisa taraflarındaki Torlak Kemal isyanı Börklüce’nin başlattığı Karaburun isyanı kadar büyük olmayıp bastırılması daha ziyade kolay olmuştur. Bayezid Paşa ve Şehzade Murad Torlak Kemal ve mahiyetindeki asileri astırmak suretiyle isyanın Aydıneli kısmını bastırmışlardır.

     

    Şeyh Bedreddin’in yakalanarak idam edilmesi

     

    Müridleri tarafından çıkarılan bu halka ayaklanmalarının başını ağrıtacağını düşünen şeyh tahminen 1416 Temmuzunda Kastamonu’ya geçmiş ve Musa Çelebi ve Cüneyt’in müttefiki olan İsfendiyer Bey’den kendisini Tatar illerine, Şahruh’a göndermesini talep etmiştir. Ancak Çelebi Mehmet’ten ziyadesiyle çekinen İsfendiyar Bey bu teklifi reddetmiş ve şeyhi Kırım’a göndermiştir. Bu sırada Eflak ve Boğdan arasında süren savaş yüzünden Kırım’a gitmekten vazgeçen Şeyh sonucu ne olursa olsun Edirne’ye dönmeye karar vermiştir. Zağra’dan Silistre ve Dobruca’ya oradan da Deliorman’a geçen şeyh Kazaskerliği döneminde buralarda çok sevildiği ve bir Şeyh olarak da kabul gördüğünden dolayı olsa gerek ki çevresinde geniş halk tabakaları toplanmaya ve ona eşlik etmeye başlamışlardır. Fakat halkın bu eşlik edişini bazı kesimler kötüye yormuş ve şeyhin isyan için hazırlandığı rivayetlerini yaymaya başlamışlardır. Mehmet Çelebi’nin de kulağına giden şikâyetler sonucu padişah onun isyan arefesinde olduğu hükmüne varmış ve Bayezid Paşa’yı Bedreddin’in üzerine göndermiştir. Bu noktadan sonra isyan Deliorman’da fiilen başlamıştır. Ancak daha isyanın ilk safhasında Börklüce ve Torlak’ın idam edildikleri haberi gelince şeyhin yanındakilerin kısm-ı azamı dağılmıştır.<!--[if !supportFootnotes]-->[xiv]<!--[endif]--> Bayezid Paşa Deliorman’a ulaşınca zaten büyük kısmı dağılmış olan isyancıları dağıtmış ve Şeyh Bedreddin’i yakalayarak Serez’de bulunan Çelebi Mehmet’in yanına götürmüştür.

     

    Sultan Mehmet şeyhin ilmine ve tasavvuf erbabı olmasına binaen ona verilecek ceza hakkındaki fetvanın ulema tarafından verilmesini istemiştir. Şeyh dini telakkilerinin şer’an şuç unsuru taşıması ve devlete karşı ayaklanma ile suçlanıyordu. Bedreddin bu suçların ikisini de kabul etmedi. O dönemde İran’dan yeni gelmiş olan Heratlı Mevlana Haydar adlı âlim Şeyh Bedreddin’i sorgulamak üzere Sultan Mehmet tarafından görevlendirildi. Mevlana Haydar şeyhle giriştiği münazara neticesinde şeyhin dini telakkileriyle alakalı müdafaasını beratı için yeterli buldu ancak devlete karşı ayaklanma suçunu sabit bularak “şer’an katlinin helal malının haram”<!--[if !supportFootnotes]-->[xv]<!--[endif]--> olduğuna hükmetti. Menakıpnameye göreyse Mevlana Haydar Şeyhi suçlu telakki etmeyip serbest bırakılmasını istemiş ancak Bayezid Paşa’yla şeyhe düşmanlık eden çevresindeki diğer münafıkları ikna etmeyi başaramamıştır.<!--[if !supportFootnotes]-->[xvi]<!--[endif]--> İdam kararını şeyhin eski dostlarından olan ama şimdi ona ihanet eden yine bir İran kökenli âlim Fahredddin-i Acemi vermiştir. Rivayete göre Şeyh Bedreddin’in kendisi de bu hükmü haklı bulmuş ve İbn Arabşah’ın nakline göre Mehmet Çelebi şeyhten suçuyla alakalı hükmü bizzat kendisinin vermesini istemiş, Şeyh de bunun üzerine kendi idamına hükmetmiştir. 18 Aralık 1416 tarihinde Serez pazarında bir dükkân önünde asılarak idam edildi ve buraya defnedildi ve malları varislerine verildi.

     

    Sonuç

     

    Üstünden yüzyıllar geçmesine rağmen hala çok tartışılan bir konu olan Şeyh Bedreddin İsyanı meselesi hem zamanının kaynaklarının hem bu dönemin kaynaklarının kapalı bakış açıları nedeniyle hala aydınlatılmamış ve tarihsel bir incelemesi henüz yapılamamıştır. Bunun en büyük sebeplerinden birisi Bedreddin’in fikirlerinin tam manasıyla anlaşılmadan sadece çeşitli malumatlarla ve varsayımlarla hareket edilerek yazılmaya çalışılmış olmasından kaynaklanmaktadır.

     

    Bedreddin gerçekten isyan etti mi ya da o günün tabirleriyle iştirakçi bir hayat tarzını tavsiye eden görüşleri var mıydı? Bu konuda açıkçası söylenebilecek çok fazla şey görülmemektedir. Olayı yakından inceleyen bütün kaynaklarda Bedreddin’e atfedilen fikirlerin neredeyse tamamının müridi Börklüce tarafından ortaya atıldığı görülmekte ve kimi Osmanlı tarihlerinde olayla ilgili Şeyh’in ismi dahi geçmemektedir. Hala gizemin korumaya devam eden bu konu ancak Şeyh’in yazmış olduğu diğer eserleri de incelendikten sonra açıklığa kavuşturulabilir kanısındayız.

     

    Esasen Şeyh’in yazmış olduğu ve günümüzde birçok incelemesi yapılmış olan eseri Varidat’ında dahi Şeyh’e atfedilen fikirlerden hiçbirine rastlamamaktayız. Ancak Şeyh bu eserinde çok özgün dini açıklamalar yapmakta ve sanırız bu yüzden tepki görmektedir. Şöyle ki Şeyh eserinde Cennet ve Cehennem’in bu dünyaya içkin olduğunu ve onları ötelerde aramamızın yersiz olduğunu ve o ötelerde kurduğumuz dünyayı değil bu dünyayı düzenlememiz gerektiğini savunmaktadır. İşte bu noktada devrinin neredeyse bütün İslam âlimleriyle ihtilafa düşmüş olmasından dolayıdır ki ona bir takım yakıştırmaların yapıldığını düşünmekteyiz. Onun bu dünyanın bir eğlence mekânı olduğunu söylediği ve kadınlı kızlı meşk sofralarında yaşadığı iddia edilmiştir. Bütün bunların devrinde yaşayan ve onu rakip olarak gören yahut tam manasıyla anlamadan hüküm veren kişilerin yargıları olduğunu düşünmekteyiz. Biz Şeyh’in Varidat’ın da bu ithamlarla örtüşen bir yaşam tarzını tasvip edici bir görüşe rastlamadık.

     

    İşin ilginç olan kesimi günümüz sol ideolojik yapılanması pek itibar etmemesine rağmen Osmanlı müverrihlerinin bu ithamlarını sanki gerçekmiş gibi kabul etmeleri ve Şeyh’i kutsamalarıdır. Şeyh’in daha Varidat’ın da verdiği bilgilerle bu zümre tarafından dışlanması gerekirken sanırız tarihsel bir zemin arayışlarından kaynaklanan bir iştiyakla Şeyh’e dört elle sarılmaktadırlar. Bu tür yaklaşımlar anakronik bir bakış açısı teşkil etmekte ve pekte muteber görülmemektedirler.

     

    Sonuç olarak Şeyh Bedrettin Vaka’sı hala esrarengizliğini korumakta ve tarihsel-metodolojik bir çalışma sonrasında gün yüzüne çıkmayı beklemektedir.

     

     

    --------------------------------------------------------------------------------

     

    Uzunçarşılı, Ord. Prof. İ. Hakkı; Büyük Osmanlı Tarihi, C. I, sf. 360

     

    Michel Balivet; Şeyh Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan, sf. 39

     

    A.g.e; sf. 40

     

    Severcan, Şefaettin; Şeyh Bedreddin Olayı, Türkler Ansiklopedisi. C. 9, sf. 265

     

    A.g.e; sf. 266

     

    Baba İlyas ve talebesi Baba İshak Kefersudî'nin ortaya attığı bir Türk mezhebidir. Gerçekte ise bütün dinleri birleştirme iddiasıyla ortaya atılan bir dindir. Bütün dünyaya yayılarak genelleşmiştir. Şamanizm'den izler taşıyan bu Babailik mezhebi Anadolu Türkleri arasında taraftar bulmuştur. Babailer, Baba veya resul olarak andıkları Baba İshak'ın peygamber olduğuna inanırlardı. 13. yüzyılda Selçuklu Devleti'ni haylî uğraştıran Baba İshak asılarak idam edilmiştir. Babailiğin, Vefailik, Kalenderilik, Haydarilik ve Yesevilik olmak üzere dört heterodoks tarikatın mensuplarını örgütleyip yönettiği, büyük çoğunluğuyla Türkmen zümrelerini içine alan, senkretik bir dini ideoloji kullanmasına rağmen, dini değil, sosyal-siyasi bir hareket olduğunu kabul etmek daha doğru görünüyor. Bektaşiliğin bu mezhepten türediği söylenebilir. Abdallık, Alevîlik, Çepnilik, Haydarilik, Kalenderilik, Kızılbaşlık, Tahtacılık üzerinde de tesirleri görülen Babaîlik sonunda Bektaşîlik içinde erimiştir.

     

    Hacı Bayram-ı Veli tarafından 14. yüzyılın sonlarında Ankara'da kurulan bir tarikattır.

     

    Michel Balivet; Şeyh Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan, sf. 55

     

    A.g.e; sf. 59

     

    Severcan, Şefaettin; Şeyh Bedreddin Olayı, Türkler Ansiklopedisi. C. 9, sf. 267

     

    Aşıkpaşazade Tarihi; Atsız, Nihal, M.E.B 1992, sf. 73

    Dindar, Bilal; Bedreddin Simavi, D.İ.A, C. I, sf. 332

     

    Uzunçarşılı, Ord. Prof. İ. Hakkı; Büyük Osmanlı Tarihi, C. I, sf. 363-364

     

    Severcan, Şefaettin; Şeyh Bedreddin Olayı, Türkler Ansiklopedisi. C. 9, sf. 269

     

    Aşıkpaşazade Tarihi; Atsız, Nihal, M.E.B 1992, sf. 75

     

    Severcan, Şefaettin; Şeyh Bedreddin Olayı, Türkler Ansiklopedisi. C. 9, sf. 270


  3. Yine aynı şeyi yapıyorsun Ayet naklediyorsun ne sen ne ben nede forumda bir başkası müfessir değilki ayetlerin manasını açıklasın! Sen puta tapanlar için indirilmiş ayetleri biz erenler aşıklarına isnat ediyorsun! Yaptığın Harici mantığından başka birşey değil!


  4. Acaba Nedimin Gazellerini mi Yoksa Karacoğlanın Koşmalarını mı halk daha iyi anlıyordu? O zamanın halkının çoğu kırsal kesimdeydi, bu inkar edilmez bir gerçektirki Şehir diliyle Kır dili farklıydı, O zamanda çoğunluk kırda yaşıyordu.


  5. (Şeyh Sait Hakk bir tasavvuf ehlidir(Nakşibendiyye-i Aliyye Tarikatına Mensubdur.), o zaman daha dinen Osmanlı yıkılmış sayılmadığından yaptığı İsyan değil Mustafa Kemalin Osmanlıyı yıkmasını önlemek, Şeriatimizi korumaktır.Bu konuda bende sana katılıyorum.)Şeyh Bedrettin hazretlerine Büyük Evliya Ehl-i Melamet Mısri Hazretlerinin yazdığı şiir:

     

    Varidat

     

    Can kuşunun her zeman ezkarıdır Varidat

    Akl u hayalin heman efkarıdır Varidat

    İşidicek adını duydu canım tadını

    Bildim ki ariflerin esrarıdır Varidat

    Sıdkile gönlün sever görmeye canım iver

    Anıniçün kim Hakk'ın emvarıdır Varidat

    Ol dürr-i yekdane'nin kadri bilinmez anın

    Bu dil-i viyrane'nin mi'marıdır Varidat

    Gerçi kütüb çok yazar İlm-i Ledün'den haber

    Cümlesi bir bağçedir ezkarıdır Varidat

    İlm-i Füsus'la tamu odları söner kamu

    Anın yerinde biten gülzarıdır Varidat

    Muhyeddin ü Bedrettin etdiler ihyay-ı din

    Derya Niyazi 'Füsus' enkarıdır 'Varidat'

     

    Muhyeddin ü Bedrettin etdiler ihyay-ı din işte bu kıta bizim için önemli olan kıt'adır, çünkü bazı ulemanın sekr(veya şatahat) sözlerinden ötürü Kafir dedikleri Muhyiddin İbni Arabiyle Şeyh Bedrettin benzetiliyor.Şeyh Bedrettin Hazretleride sekr halinin verdiği sarhoşlukla söylediği sözleri sebegb gösterilerek zahiri mollaların kışkırtmasıyla asılmıştır.Batıni falan değildir.Yunus Emreyede bu mollalar batıni demişlerdir, hatta kitaplara Büyük Alim diye geçen İdris-i Bitlisinin kitabında Tapduk Babaya batıni alevi demeler iğrenç iftiralar bulunmaktadır(bizzat gördüm).Elde bir delil yok sadece erenlere bağlılığımdan ötürü bir sevgim var o kadar......


  6. Mevdudi ' yi kendisine ait şu cümleler anlatabilir ancak:

    "Eğer Allah'ın kitabı vepeygamberi hakkında hiç bir araştırma yapmadığınızı ve onların gösterdikleri yoldan yürümediğinizi itiraf ediyorsanız müslüman olduğunuzu ve O'nun lütfunu hakettiğinizi nasıl iddia edebilirsiniz?

     

    Kafirler Kuran okumaz ve içinde ne yazdığını bilmezler. Eğer sözde müslşümanlar da onlar kadar cahillerse niçin onlara müslüman deniliyor? Kafirler Allahın öğrettiklerinin yerine kendi isteklerinin peşinden giderler. Eğer müslümanlar da onlar gibi söz anlamaz ve disiplinsizseler , kendi fikirlerini üstün görüp Allaha karşı kayıtsız kalıyor ve nefislerinin esiri oluyorlarsa kendilerine müslüman demeye ne hakları var?" (Gelin Müslüman olalım, pınar yay, 2006, istanbul)

     

    "Din kelimesinden maksat insanın bağlı bulunduğu kanun, sınır, şeriat, yol, fikri ve ameli düzendir. İster bir kanuna, isterse bir düzene olsun, eğer kişi bunlara ilahi otoriteye dayalı olduklarından dolayı uymakta ise, bu durumda şüphesiz Allahın dini üzerindedir. Şayet bu otorite, meliklerden birinin otoritesi ise, kişi, melikin dini üzerinde demektir. Eğer bu otorite, şeyhler ve ruhban sınıfının otoritesi ise , kişi onların dini üzeredir. Sözün kısası: Eğer bir kimse, herhangi bir şahsı en üstün dayanak, hükmünü de nihai hüküm kabul eder ve onun çizdiği yola ayniyle tabi olarak, istekleri doğrultusunda hareket ederse, şüphesiz ki bunu yapan kişi onun dinine, yoluna girmiş demektir." (Kurana göre 4 terim, beyan yay, 2005, istanbul, sf. 115-116)

     

    Bunun ötesinde, mevdudi ne sapıktır, ne de yolunu şaşırmış. Buradaki olay, insanların onu okumaması, okuyan bazılarının da kendileriyle muhalefet eden fikirleri dolayısıyla mevdudi yi sapık ilan etmesidir.

     

    Kısaca mevdudi, yaşadığımız düzenin küfür ve zulüm üzerine kurulu olduğunu, bu düzenin hükümlerine boyun eğenlerin ise kimliklerinde müslüman yazmasına karşılık bu düzenin kulları olduğunu hatırlatır. Cihad adamıdır kısaca. Mistisizmle, uysal düzen insanı olmayla, birtakım şeyh ve liderlerin hevalarına uymayla müslüman toplumu oluşturulmayacağının farkındadır, uyandırır nesilleri de.

     

    Ayrıca, S. kutub ve H. el Benna hakkında ısrarla sapkınlar olarak bahsedilmesi, mevdudi ye aynı sıfatları kullanılması ile aynı sebeplere dayanır. Mücadele ile geçmiştir bu adamların hayatı. İslam'ı yaşamak ve yaşatmak için. Kendilerini müslüman toplumu gören kitlerler tarafından lanetlenmek için değil.

     

     

    Abdullah.

    Ben Şeyhler Babalar Kuluyum Erenler Bendesiyim Elhamdülillah Dini tek Şeriatten ibaret görmem ama Şeriatın Anahtar olduğunu bilirim Mevdudi Teymiye gibilerede Kafir derim direk bi itirazın varmı? :)


  7. Mevdudi başlığının açıldığını görünce heyecanlanıp, sevinmiştim. Bir de baktım ki gene o yazılardan! Ali Şeriati, Hasan El Benna, Seyyid Kutub.. e sıranın Mevdudi’ye gelmesi gayet olağan.

     

    Üstad’ın merhum hakkındaki ifadelerini nakletmişsiniz. Keşke onunla sınırlandırsaydınız. Veya Ahmet Davutoğlu’nun kitabından birkaç cümle ekleseydiniz. Eminim daha tutarlı ve ikna edici olurdu.

    Hem bu kadar basit yargılar niye? Yazı hangi zihniyete aitse bu bayağılık neyin zorlaması?

     

    Mevdudi casus ha? Hem de İngiliz? Üstüne İskoç masonu? Ne yönlü bir zat imiş. Tanıyamamışım, aydınlandım(!)

     

    Ya sabır Ya selamet…

    Yazı ehli Sünnet zihniyetine aittir, Reformcu zihniyete deil!


  8. “Ve küllen vaadallahü Hüsna” âyeti

    Fitne ve fesat çıkararak bölücülük yapan ehli bid’at ve ehli dalalet, Eshab-ı kirama dört koldan saldırıyorlar. İbni Sebeciler, rafiziler, vehhabiler, mezhepsizler, özellikle üç halifeye insafsızca saldırıyorlar. (Hakkı bildiği halde susanlara lanet olsun) hadis-i şerifi gereğince bu yazıları yazmak zorunda kaldık.

     

    Âyet ve hadislerde, Eshab-ı kiramın tamamı Cennetlik olarak bildirilmektedir. Bir âyet meali:

    (Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlarla eşit değildir. Onların derecesi, sonradan Allah yolunda harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı [Cenneti] vaad etmiştir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.) [Hadid 10]

     

    Âyet-i kerimede fetihten öncekilere Hüsna [Cennet] vaad edildiği gibi, fetihten sonrakiler, o dereceye kavuşmasa bile, onlara da Hüsna söz verilmiştir. Dört halife de fetihten önce, Allah yolunda infakta bulunmuş ve savaşmıştır. Bu âyeti inkâr edip üç halifeye zalim, kâfir gibi sözler söyleyenin kendisi kâfirdir. Piyasada birçok meal vardır. Hepsi de Ve küllen vaadallahü Hüsna âyetini birkaç kelime farkı ile aynısını bildirmiştir. Küllen kelimesini kimisi, hepsi diye, kimi de her biri diye tercüme etmiş. Her biri Cennetlik demek de, istisnasız hepsi Cennetlik demektir. Şimdi meallere bakalım:

     

    Diyanetin mealindeki ifade aynen şöyledir: (Allah, hepsine Cenneti vaad etmiştir.)

     

    Ömer Nasuhi Bilmen’in mealindeki ifade: (Allah hepsine de pek güzel mükafat vaad etmiştir.)

     

    Süleyman Ateş’in mealindeki ifade: (Allah hepsine de en güzel sonucu vaad etmiştir.)

     

    Vehhabilerin dağıttığı mealdeki ifade: (Allah hepsine de en güzel olanı vaad etmiştir.)

     

    Hasan Basri Çantay’ın mealindeki ifade: (Allah her birine en güzel olanı (Cenneti) vaad etti.)

     

    Tibyan tefsirindeki ifade: (Allah her birine Hüsna’yı (Cenneti) vaad etti.)

     

    A. Fikri Yavuz’un mealindeki ifade: (Allah hepsine Hüsna’yı=Cenneti vaad buyurdu.)

     

    Hazret-i Osman’a dil uzatan S. Kutub’un ifadesi: (Hepsine de Allah en güzel olanı vaad etmiştir.)

     

    Eshaba saldıran Mevdudi’nin ifadesi: (Allah her birine en güzel olanı vaad etmiştir.)

     

    Elmalılı Hamdi Yazır, Konyalı M. Vehbi, Ali Arslan ve Celal Yıldırım’ın tefsirinde, M. Ali Sabuni Safvetüt Tefasirde ve piyasadaki diğer tefsir ve meallerde de aynı ifadeler geçmektedir.

     

    Aynı ifade, şu âyette de geçiyor ve oturan Eshab-ı kirama bile Cennetlik deniyor:

    (Oturan müminler ile mal ve canları ile Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, mal ve canları ile cihad edenleri, oturanlardan üstün kıldı. Bununla beraber Allah hepsine de Hüsna’yı [Cenneti] vaad etti.) [Nisa 95]

     

    Eshabın izinden gidenler de Cennetliktir. İşte bir âyet meali:

    (İslam’a girişte, iyilik yarışında öncelik kazanan Muhacirler ve Ensar ile, onların yolunda gidenlerden Allah razı olup, bunlar için, altından ırmaklar akan, içinde sonsuz kalacakları Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100] (Muhacir; Hicret eden eshab, Ensar; Muhacirlere yardım eden Eshabdır.)

     

    Allah’ın hepsinden razı olduğu insanlar

    Yukarıda, üç halifeye kâfir diyen Rafizilere, Hurufilere, İbni Sebecilere, sahabenin tamamının Cennetlik olduğunu bildiren âyetlerin birkaçını bildirmiş, Ve küllen vaadallahü Hüsna = Allah hepsine de, Hüsna’yı [Cenneti] vaad etmiş olduğunu piyasadaki birçok Türkçe mealden de örnekler vererek yazmıştık. Rafiziler, Hurufiler, İbni Sebeciler âyet ve hadisi kabul etmez. Hazret-i Ali’den önce halife oldular diye ilk üç halifeye, Hazret-i Ali ile savaşan Hazret-i Âişe ve diğer sahabeye hâşâ kâfir diyorlar. Halbuki Kur’an-ı kerimde Eshab-ı kiramın tamamının Cennetlik olduğu yukarıdaki yazımızda bir kere daha ispat edilmişti. Savaşmanın, adam öldürmenin küfür olmadığı Kur’an-ı kerimde açıkça yazılıdır. Ayrıca, şirkten başka, bütün günahları Allah’ın affedeceği de, Hazret-i Vahşi gibi sonradan Müslüman olan kimselerin günahlarının sevaba çevrileceği de bildiriliyor. Onun için Eshab-ı kiramdan herhangi birisini kötülemek âyetleri inkâr etmek olur. Peygamber efendimiz de, (Eshabımın kusurları, yanlış hareketleri olacaktır. Ancak Allahü teâlâ, benim hatırım için onların kusurlarını affedecektir) ve (Eshabımın kusurlarını söylemeyin! Kalbleriniz onlara karşı değişir) buyuruyor.

     

    Adam öldürmek, zina, içki, hırsızlık çok büyük günah iseler de kâfirlik değildir. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

    (Allah, dilediğinin; şirkten [küfürden] gayri günahlarını affeder.) [Nisa 48, 116]

     

    (Müminlerden iki taife birbiriyle çarpışırlarsa, aralarını bulun, müminler, elbette kardeştir, kardeşlerinizin arasını bulun.) [Hucurat 9-10]

     

    Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olan Hazret-i Vahşi ve diğerleri, tertemiz birer müslüman, Cennetlik bir sahabi olup, eski günahları da sevaba çevrilmişti. Çünkü Kur’an-ı kerimde açıkça buyuruluyor ki:

    (Tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin günahlarını sevaplara çeviririm.) [Furkan 70)

    Bu husus kâfir iken Müslüman olan herkes için geçerlidir. Hangi günah olursa olsun, şirk yani kâfirlik dahil, tevbe edilince Allahü teâlâ onu affeder. Bu husus, kıyamete kadar böyledir.

     

    Resulullah efendimiz, hısımlarına dil uzatanlar için buyuruyor ki:

    (Allahü teâlâ benim için en iyi insanları sahabi, bazılarını da eshar [zevce tarafından hısım] olarak ayırdı. Onlara dil uzatanlara lanet olsun!) [Hakim]

     

    (Rabbim söz verdi ki, kızını aldığım ve kızımı verdiğim aileler, Cennette benimledir.) [Deylemi]

     

    Allahü teâlânın zatı gibi sıfatları da sonsuzdur. Razı olması da sonsuzdur. Allah, Eshabdan birkaç sene razı oldu sonra vazgeçti denilemez. Allahü teâlâ, hicret eden ve muhacirlere kucak açan Ensar ile ağaç altında sözleşme yapılan Eshabdan da, razı olmuştur. İşte iki âyet meali:

    (Ağaç altında, sana söz veren müminlerden, Allah razıdır.) [Fetih 18]

     

    (Muhacir ve Ensar ile onların yolunda gidenlerden Allah razıdır.) [Tevbe 100]

     

    (Ağaç altında benimle sözleşenlerden hiçbiri Cehenneme girmez.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi] [bu sözleşmeye, Biat-ür-rıdvan denir. 1400 kişi idiler. Bu 1400 kişi arasında Hazret-i Ali ile savaşan Eshab da var idi.]

     

    Allahü teâlâ, sadece cihad eden eshabın değil, evlerinde oturanların da Cennetlik olduğunu bildirmiştir. İşte âyet meali:

    (Müminlerden, oturanlarla mal ve canları ile cihad edenler bir olmaz. Ama Allah hepsine de Hüsna’yı [Cenneti] vaad etti.) [Nisa 95]


  9. Çoğumuz Şeyh Bedreddin Hazretlerini Batıni bir isyancı olarak biliriz.Aslında çok farklıdır.O çok büyük bir alim ve vecdi çok bir erendir.Ne yazıkki tarihimizde inkar edilmez bir gerçek varki tekke- medrese kavgaları.Medresedeki zahiri at gözlüğüyle bakan yobazlar Nice erenin şehit edilmesine sebebiyet vermiştir.Tarihi iyi araştırırsak Osmanlıyı gazi meczub horasan erenlerinin manevi olarak kurduğunu görürüz.Fakat bu zamanla değişmeye ve zahiri at gözlüklü medrese yobazları ülkeye dolmaya başlamıştı.Bu zahiri yobazlar bir tasavvuf ehli olan Şeyh Bedreddin hazretlerinin şeyhulislamlık makamına çıkmasını çekememişler, türlü oyunlar yapmışlar onun Kitabı varidata Batıni cümleler sokmuşlar ve onun şehid edilmesine sebebiyet vermişlerdir.Şeyh Bedreddin hazretleri evet askeri güç oluşturmuştur ama bunu korunmak için yapmıştır.Nakşibendiyye meşayıhından Şeyhler bile onun büyük bir evliya olduğunu kabul etmişlerdir.Ama tarihi yanlışlara aldanıp onu kitablara irtada saptı gibi geçiren alimler vardır, Kendim çok çok sevdiğim halde Hocamızın yazdığı İlmihalde bile böyledir, ama onlar yapılan tarihi yanlışa inanıp böyle yapmışlardır masumdurlar....


  10. İngilizce kelimeler pek artmıyor ama eskiden kırsal kesimde kullanılan kentsel kesimde argo diye algılanan kelimeler gençlerin dilinde.Burası iyi bir gelişme öze dönmek açısından fakat anlatım kısırlaşıyor, Köktürk kitabelerindeki dille edebiyat nasıl yapabilirsinki?


  11. Ya bu kişisel bir tercih bende Abdurrahim Abiye Abi diyorum, bir halk şairi çünkü o samimiyeti buluyorum, buda benim kişisel tercihim.ÜStad demende bir beis yok fakat Üstad kelimesi Osmanlı zamanında mürşid,babaeren,pir,dede, vb. manalarda kullanılıdığından böyle kullanmaman daha iyi olur dedim arkadaşa.Ama asla kişisel tercihine kızmadım....

×
×
  • Create New...