Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

adles

Editor
  • Content Count

    266
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by adles


  1. Geçen haftaki dersimizde bu mevzu geçmişti, hocamız da övgüyle bahsediyordu bu enstitülerden.Kapatılmasının toplum açısından ne kadar talihsizlik olduğundan, bu enstitülerde yetişen çocukların yabancı dil bildiği, bazılarına keman bile öğretildiği, kısacası kaliteli eğitim aldıklarından söz açmıştı.Komünizmi yaydığı için kapatıldıklarını duymuştum ama açıkçası bu kadar iğrenç faaliyetlerin yürütüldüğünü bilmiyordum...


  2. Aliya İzzetbegoviç otobiyografisi. Tercemesi muazzam lakin Bosna'nın dramı bazen öyle detaylarıyla anlatılıyor ki azda olsa insanı yoruyor. Ama hele bir Srebrenica bölümü var ki, okuduktan sonra vardığım nokta şudur ; hali hazırda bazı şeyleri yapmaya muktedir olsaydım ilk yapacağım şey bütün Avrupayı baştada Sırp ve Hırvat topluluklarını haritadan silme teşebbüşü olurdu, Allah'ın izni ile. (Bu haritadan silme kalıbı sağolsun AhmediNejad'dan kalma güzel bir gaza getirme söylemidir.) Özetle tavsiye olunur.

     

    Sizlerde okuduklarınızı ara sıra paylaşsanız da, Türkiye'nin geleceğine katkıda bulunsanız. En azından depolama sürecini hızlandırmış oluruz. :confused1:

     

    Kitabın çıktığı yayınevi ve kim tarafından tercüme edildiği hakkında bilgi verebilirseniz, çok memnun olurum :) Teşekkürler...


  3. Biri yurtdışına hayaline kavuştu, ne diyelim darısı benim/ bizim başımıza :)...Beyaz zambaklar ülkesinde sana kolaylıklar Ü.Y. Eminim döndüğünde bizlerle paylaşacak bir yığın hatıran birikmiş olacak...Bizden de sana Ağadadaş Ağayev' den Ayrılıq gelsin o zaman :)....Selamla....


  4. Bu süreyi iyi değerlendirip, sınava en iyi şekilde hazırlanabilirsiniz inşallah.Allah yardımcınız olsun...(Bu arada o temenniniz benim kardeşim için geçerli olmasın lütfen, zira kendisi de eşit ağırlık bölümünden sınava tabi tutulacak :) ).


  5. TÜRK DÜNYASININ DİL YARASI

     

     

    "Ortak iletişim dilimiz ne olacak?" Türk dünyasının kadim tartışma mevzuu bir yasakla yeniden gündeme geldi. Azerbaycan televizyonlarında Türkiye Türkçesiyle yayınlanan diziler tamamen yasaklanınca her iki tarafın dil uzmanlarına "Ne olacak bu dilimizin hali?" sorusunu yönelttik.

     

    Yasaktan kanalların 'özlerini' sorumlu tutan Azeri RTÜK'ü, haftada kırk saati bulan Türk dizilerinin yerli 'istihsal'i öldürdüğünden yakınıyor. Ancak asıl mesele, şimdiye kadar Rusçanın tesiri altında kalan Azeri Türkçesinin Türkiye Türkçesinden fazlaca etkileniyor olması. Bakü Zaman Gazetesi Temsilcisi Enes Cansever, "Azeri Türkçesinin yarınları ne olacak?" endişesine dikkat çekiyor. Öyle ya, beş yaşındaki bir Azeri çocuğu bile Türkiye Türkçesiyle konuşabiliyor artık. Kendi

     

    dilini inkişaf ettirmek isteyen Azerbaycan, ekranlardan önce Rusçayı sonra Türkiye Türkçesini kaldırırken, Türkiye Türkçesini yabancı bir dil gibi görmedikleri şerhini de düşüyor. Peki, "Ortak iletişim dili Türkçe olsun" diyen aydınlar ne düşünüyor? Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar Resuloğlu, iki dili yakınlaştıran dizilerin yasaklanmasını doğru bulmuyor; ama dil alışverişinin karşılıklı olmasını şart koşuyor. Tıpkı Anar gibi, "Türkiye Türkçesinden başkası ortak iletişim dili olamaz." görüşünü savunan Bakü Atatürk Merkezi Başkanı Nizami Cevherov da bir uyarıda bulunuyor: "Dilinizi yabancı kelimelerden temizleyin." İşte yeni bir soru daha: "Türkiye kendi diline ne kadar hâkim?"

     

     

    AZERBAYCAN'DAN SiZE YASAK GETiRMiŞEM

     

    "Bir Azeri, haftada 32 saat Türkiye Türkçesiyle yapılmış dizileri izlerse Azeri Türkçesinin hali nice olur?" Türk dizileri Ortadoğu'yu kasıp kavururken ve biz dizilerin çekildiği yalılarda fotoğraf çektiren Arap turistlerle meşgulken Azerbaycan sessiz sedasız bu konuyu tartışıyormuş meğer. Sonunda karar açıklandı ve gözler 'gardaş' ülkeye çevrildi. Azeri RTÜK'ü, Türkiye Türkçesiyle yayınlanan dizileri ve programları yasaklamıştı zira... Gerekçe açıktı; "Azeri Türkçesi tehdit altındaydı; çünkü beş yaşındaki çocuklar bile Anadolu Türkçesiyle konuşmaya başlamıştı. Türk dizileriyle birlikte Rusça programları da yasaklayan RTÜK başkanı Nuşirevan Meherremli, Türkiye Türkçesini yabancı bir dil gibi görmediklerini söylüyor ve Azeri Türkçesinin 'inkişaf' edebilmesi için alınan bu kararı Türkiye'nin anlayışla karşılamasını bekliyor. İşte bu noktada kadim tartışma yeniden alevleniyor: "Azerice mi, Azeri Türkçesi mi?" "İsmail Gaspıralı'dan bu yana konuşulan 'dilde birlik' fikri bir ütopya mıdır?" "Türk dünyasının ortak iletişim dili ne olmalıdır?"

     

    'Türkiye Türkçesi yasaklanabilir, normaldir...'

     

    Bu tarafta, bazı dil uzmanları Azerbaycan'ın Türkiye Türkçesiyle yayınlanan programları yasaklamasını tabii karşılıyor. Neticede Azerbaycan'ın resmî dili, anayasanın 'Devlet Dili' başlığını taşıyan 21. maddesinde ifade edildiği üzere, 'Azerbaycan Dili'dir ve devletin kendi dilini koruma altına alması makul görülmelidir. Fırat Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Buran, Azerbaycan Türkçesine ve diğer Türk lehçelerine Türkiye Türkçesinden çok sayıda sözcük geçtiğini hatırlatarak; "Onların istediği şey kendi yazı dillerinin standardını bozan yapıların kullanılmamasıdır. Bu doğal bir istektir ve bunu büyük bir sorun olarak görmeye gerek yoktur." diyor. Mesele tam da burada, şimdiye kadar Rusçanın tesirinde kalan dilin artık Türkiye Türkçesinden fazlaca etkileniyor olmasında düğümleniyor zaten.

     

    Azeri Türkçesinin Türkiye Türkçesinden etkilenmesinin mahzuru nedir peki? Sovyetler Birliği dağılır dağılmaz gündeme gelen 'ortak iletişim dili' tartışmalarında ibre Türkiye Türkçesini göstermiyor muydu? Görüşlerine başvurduğumuz Türkiyeli ve Azerbaycanlı aydınlara bakılırsa, mesele epey çetrefilli olmakla beraber çözümsüz değil. Ne var ki henüz somut bir adım da atılabilmiş değil. Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar Resuloğlu, yaklaşık 15 yıldır, "Türk dünyasında her dil, kendi özelliğini ve zenginliğini korumalı; ama Türkiye Türkçesi ortak iletişim dili olmalı." görüşünü savunuyor. "Neden?" diye soruyoruz. Öyle ya, bugün Azerbaycan'da "Hayır, bizim dilimiz Azericedir. Ortak bir dil bulmaya çalışmak beyhudedir. Ortak bir dil oluşturacaksak ille de, bu neden İstanbul Türkçesi olsun ki!" görüşünü dillendiren aydınlar da var. "Çünkü" diyor Anar, "Türkiye bağımsızlığını her daim korumuş bir ülke. Güçlü bir devletçilik geleneğine ve gelişmiş bir dile sahip." Türkiye'de ve Azerbaycan'da Rusça konuşmayı tercih eden Batı Türkistanlı arkadaşlarına Rusçayı unutmamalarını; ama mutlaka Türkiye Türkçesini öğrenmelerini tavsiye eden Anar, Azeri RTÜK'ünün son kararını da iki dilin birbirine yaklaşmasını engelleyeceği endişesiyle doğru bulmuyor.

     

    Tabii arzu edilen, tek taraflı bir yakınlaşma değil. "Bir adım siz gelin, bir adım da biz." diyorlar haklı olarak. Anar, Türkiye Türkçesinden 'canlı yayın', 'çağdaş' ve 'önemli' gibi kelimeleri öteden beri kullanıyormuş. Bize de küçük bir tavsiyede bulunuyor; "Siz de 'anahtar' yerine 'açar' ve 'hoşuma gitti' yerine 'hoşuma geldi' deseniz daha iyi olur." Dil alışverişi konusunda Kardeş Kalemler Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ali Akbaş da epey gayretli. Bakü'den gelen şiir ve hikâyeleri mümkün olduğu kadar Azeri Türkçesiyle yayımlayan Akbaş, böyle davranmakla bakın neyi hedefliyor: "Dilimiz daha da zenginleşsin, 'güzel' diyenler, 'yahşı' da diyebilsin 'yıldız' diyenler, 'ulduz' da diyebilsin." Azeri sanatçı Üzeyir Hacıbeyov'un operetinin şu günlerde Türkiye sahnelerinde 'öz diliyle' oynandığını hatırlatan Akbaş, evde de bizim televizyonlardan sıkılınca Bakü'yü seyrediyormuş. Türkiye Türkçesinin 'ortak iletişim dili' olması fikri iki ülkede de taraftar buluyor. Azeri Milletvekili ve Bakü Atatürk Merkezi Başkanı Prof. Nizami Cevherov, "Elbette," diyor: "Her millet kendi dilinin ortak dil olmasını ister. Azerbaycan'da özellikle Azeri Türkçesinin bu görevi üstlenmesi isteniyor. Ancak bu meseleler yüksek seviyede, dil uzmanları tarafından tartışılmalı. Benim görüşüm odur ki, Türkiye Türkçesinden başka ortak dil seçme imkânımız yoktur." Cevherov'un iki gerekçesi var; birincisi, Türkiye Türkçesi 'ileriye gitmiş bir dil'dir; çünkü en batıdaki Türkçedir. Biz Türkler hep Doğu'dan Batı'ya doğru gitmek isteriz. Ne kadar Batı'ya gelirsek dilin entelektüel gelişimi o kadar başarılı olur. İkinci olarak da dünyadaki 250 milyon Türk'ten yarısı Türkiye Türkçesini anlıyor.

     

    'Dilimizi sadeleştirdik, Türk dünyasından uzaklaştık'

     

    Ortak iletişim dili projesinin gerçekleşmesi halinde Türkiye Türkçesindeki yabancı kökenli kelimelerin temizlenmesi gerektiğini hatırlatan Prof. Cevherov aslında sorunun daha derinlerde, Türk dünyasında alfabelerin sürekli değiştiği yıllarda aranması gerektiğine inanıyor. Tıpkı, Prof. Dr. Ahmet Buran'ın dediği gibi; "Mikro milliyetçilik Sovyetler döneminin Türk toplulukları arasında yaydığı ayırıcı bir virüs olmuştur." Elli yıldır dil meselelerinin içinde olan Yavuz Bülent Bakiler de önemli bir noktaya dikkat çekiyor: "Dilde sadeleştirme çalışmaları, Arapça kökenli kelimeleri halen muhafaza eden Türk cumhuriyetleriyle aramızdaki kültür boşluğunu büyütmüştür." Bakiler'in Azerbaycanlı şair arkadaşı Memmed Aslan'ın tespiti ne kadar da manidar: "Bir baba yedi katlı bir apartman yaptırıyor ve her katı bir oğluna tapuluyor. Babanın vefatından sonra birinci katta oturan oğul, balyozu alıyor eline ve kendi katını yıkmaya başlıyor. Bin yıldır kullandığımız ortak kelimeleri atıp, 'Biz kendi dilimiz üzerinde istediğimiz tasarrufu yaparız.' diyen Türkiye de kendi katını yıkan adama benziyor. Eskiden siz de bizim gibi 'mesela' diyordunuz. Sonra Ermenice 'ornagin' kelimesini alıp 'örneğin' dediniz. Şeref kelimesinin suyu mu çıktı da Fransız'ın 'onore'sinden 'onur' yaptınız. Mektep kelimesini hepimiz anlardık, siz yine Fransız'ın 'ekol'ünü 'okul'a çevirdiniz. Türk dünyasında özgürlük diye bir kelime yoktur, hürriyet gibi güzel bir kelimeyi niye değiştirdiniz?"

     

    'Gaspıralı'nın çok gerisindeyiz'

     

    Dilde, fikirde, işte birliği savunan Gaspıralı'dan bu yana bir mesafe kat edebildik mi? Prof. Ahmet Buran, "Mesafe kat etmek şöyle dursun, geriye gittik. Özellikle Sovyetler Birliği'nin dil politikaları ve tarih boyunca konuşma dili olan kimi Türk lehçelerinin ayrı alfabelerle ayrı yazı dilleri haline getirilmesi bu birliği imkânsız hale getirdi." diyor. Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Deliömerlioğlu da geriye gittiğimizi düşünenlerden. "Gaspıralı'nın yaşadığı zaman diliminden günümüze Türk dünyasında dil ortaklıkları artmamış, aksine azalmıştır. Çünkü Gaspıralı-İlminski mücadelesinde, Sovyetler'in siyasi desteğini arkasına alan İlminski galip gelmiştir." diyen Deliömeroğlu, bu meselenin kolay halledilmeyeceği ve 'ortak iletişim dili' tartışmalarının daha uzun yıllar süreceği uyarısında bulunuyor. Son tahlilde, "Üzerimize düşen nedir, akıllıca bir çözüm yolu yok mudur?" sorusuna verilecek bir cevabı var herkesin. Deliömeroğlu, başkanı olduğu Avrasya Yazarlar Birliği'nin Türk dünyasında şimdilik aynı duygu ve anlayışla konuşmaya yönelik çalışmalar yaptığını ve dil ortaklığının birbirimizi tanıdıkça tesis edileceğini söylüyor. "Şimdi tarihimizin bizi böldüğü, ayırdığı yoldan geri dönerek köklerimiz üzerinde birleşmek ve ortak bir iletişim dili oluşturmak mümkündür." diyen Prof. Buran ise ortak bir iletişim dili oluşturabilmek için ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel ilişkilerin güçlenmesini, Türkiyeli girişimcilerin Türk dünyasının değişik yerlerinde işyerleri açmasını ve karşılıklı ziyaretlerin artmasını elzem buluyor.

     

     

     

    ÜLKÜ ÖZEL AKAGÜNDÜZ, Zaman...


  6. Ötesini Söylemeyiceğim

     

    Kırmızı kiremitler üzerine yağmur yağıyor

     

    Evimizin tahtadan olduğunu biliyorsunuz

     

    Yağmur yağıyor ve bazı tahtalar vardır

     

    Suyun içinde gürül gürül yanan

     

    Dudağımı büküyorum ve topladığım çalıları

     

    Bekçi Halilin kız kardeşinin oğluna ait

     

    Daha doğrusu halasından kendisine kalacak olan

     

    Arsasındaki yıkık duvarın iç tarafına saklıyorum

     

    Hiç kimsenin bilmesine imkan yok

     

    İmkan ve ihtimal bile yok sizin bilmenize Bay Yabancı

     

    Ve yağmur yağıyor ben bir şeyler olacağını biliyorum

     

    Ellerime bakıyorum ve ellerimin benden bilgili

     

    Bir hayli bilgili olduğunu biliyorum

     

    Bilgili fakat parmaklarım ince ve uzun değil

     

    Sizin bayanınızınki gibi ince ve uzun değil

     

    Annemi babamı karıştırmayın işin içine

     

    İnanmazsınız ama onların şuncacık

     

    Şuncacık evet şuncacık bir alakaları bile yok

     

    Sizin def olup gitmenizi istiyorum işte o kadar

     

    Ali de istiyor ama söylemekten çekiniyor

     

    Halbuki siz insanı öldürmezsiniz değil mi?

     

    Gidiniz ve öteki yabancıları da beraber götürünüz

     

    Tuhaf ve acaip şapkalarınızı da beraber götürünüz emi

     

    Boynunuzdaki o uzun ve süslü şeritleri de

     

    Kirli çamaşırları tahta döşemelerin

     

    Üzerinde bırakmamanızı yalvararak istiyeceğim

     

    Yalvararak istiyeceğim diyorum Medeni Adam

     

    Siz bilmezsiniz size anlatmak da istemem

     

    Kardeşim Ali gömleğinizi mutlaka giyecektir

     

    Halbuki ben Bay Fransız sizin gömleğinizi

     

    Hatta Matmazel Nikolun o kırmızı ipekli gömleğini

     

    Hani etekleri şöyle kıvrım kıvrımdır ya

     

    Bile giymek istemem istemiyeceğim

     

    Evimizin tahtadan olduğunu biliyorsunuz

     

    Kibrit gibi iç içe sıkışmış tahtadan

     

    Hem şu bildiğiniz usule de lüzum yok

     

    Tepesi demir askerleriniz babamı alıp götürmeseler

     

    O zaman siz görürsünüz Bay Yabancı

     

    Ağaçların tepesine çıkabileceğimizi

     

    Ben ve kardeşim Alinin anlayabileceğinizi umarım

     

    Siz uyuduktan sonra odanıza girebileceğimizi

     

    -Ben bunu ispat edeceğim-

     

    Hani sizin şu yüzü kurabiye bir bayanınız var ya

     

    Beyaz ve yumuşak

     

    Hani tepesinde ikisi kısa biri uzun üç tüy var

     

    Onu siz başka yerlerden getiriyordunuz

     

    Sayın Bayanınızın gözleri çakmak çakmak yanıyordu

     

    Siz ötekini Bay Yabancı gizli gizli öpüyordunuz

     

    Elinizle onu belinden tutuyordunuz sonra öpüyordunuz

     

    Siz bizi görmüyordunuz

     

    Biz ağacın tepesinden seyrediyorduk

     

    Siz onu çok öpüyordunuz

     

    Ötesini söylemiyeceğim Bay Yabancı

     

    Ben siz belki bilmezsiniz on yaşındayım

     

    Annem böyle konuşmak ayıptır dedi

     

    Annem o kadına şeytan diyor

     

    Bizim kediler de ona tuhaf tuhaf bakıyorlar

     

    Siz şeytanı çok seviyorsunuz galiba Bay Yabancı

     

    Siz şeytanı niçin bu kadar çok öpüyorsunuz

     

    Kabul ediyorum sizinki bizimkinden daha güzel

     

    Ama bizimki sizinkinden daha efendi daha utangaç

     

    Onu hiç görmedim o bize hiç gelmiyor

     

    Hele yağmur onu hiç deliğinden çıkarmıyor sanıyorum

     

    Ben yağmuru çok seviyorum Bay Yabancı

     

    Sizin ıslak saçlarınızı hiç sevmiyorum

     

    Tunusluların saçlarına benzemiyor sizin saçlarınız

     

    Bizim saçlarımıza benzemiyor sizin saçlarınız

     

    Ben karayım beni de amcamın oğlu seviyor

     

    Sizin o kadını sevmiyor Süleyman

     

    Süleyman benden başka kimseyi sevmiyor

     

    Ben de onu seviyorum

     

    Onu ve bizim evi seviyorum

     

    Bizim evin her tarafı tahtadandır

     

    Ayrıca matmazelin üzerine

     

    Bir akrep atabileceğimi de düşünün

     

    Tam karnının beyaz yerinden tutarsanız bir şey yapmaz

     

    Ama onu Matmazel bilmez ki o tam kuyruğundan tutar

     

    Sizin Matmazel bir ölse siz onu bir daha göremezsiniz

     

    Halbuki bizim ölülerimizi teyzem görüyor

     

    Onlarla konuşuyor onlara ekmek veriyor

     

    Onlar ekmek yiyor anladın mı Bay Yabancı

     

    Matmazel bir ölse ona kimse ekmek vermez

     

    Onun için gidip şapkalarınızı da beraber götürün

     

    Melekler bir demir parçasının üzerine oturmuşlar

     

    Her biri bir damla atıyor aşağıya

     

    İşte yağmur bunun için yağıyor

     

    Ben bunun için yağmuru seviyorum

     

    Yağmur bizim için yağıyor

     

    Çalılar için Süleymanın tabancası için

     

    Kalkıp gidin kırmızı kiremitler üzerine

     

    Bizim tahta evin üzerine yağmur yağıyor ...

     

     


  7. Üstadımızın eserlerinin faklı dile çevrilip insanların istifadelerine sunulması büyük bir hizmet olur, hizmete öncülük eden ve içinde bulunanlardan Allah razı olsun. Yalınız ben şiirlerin farklı dile çevrildiğinde zedeleneceği düşüncesindeyim, dilin yapısı kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşturulan ahenk ve şiirlerin verdiği anlam bir bütündür, farklı dile çevrildiğinde bu sanat görülmüyor ne yazıkki..Bu konuda hasas davranmamız gerekmiyor mu??

    Tabii ki bazı yitimler olacak çevirilerde, bu kaçınılmazdır. Eserlerin içeriği ve biçimini olduğu gibi diğer dillere aktarmak imkansız. Anlamını vermeye uğraştığınızda, biçimden feragat etmek zorundasınız ya da tam tersi. Türkçe'deki, ana dildeki estetiği ve ahengi yakalamak çok çok zor. Özellikle edebiyat çevirilerinde en önemli sorun bu; yazarın uslübunu çeviride yansıtmak...


  8. CEMİL MERİÇ'İ OKUMA KLAVUZU

     

    Düşünce hayatımızın kilometre taşlarından biri olan Cemil Meriç, geçtiğimiz günlerde TRT'de yayınlanan bir belgeselle yeniden gündeme geldi. Hayatını Türk kültür ve irfanına adamış bir fikir işçisi olan Cemil Meriç, bugün de okurlarına yeni ufuklar kazandırmaya devam ediyor.

     

    Biz de yazarlara "Cemil Meriç'i nasıl okuyalım?" sorusunu yönelttik ve onun eserleriyle tanışmak isteyenler için mini bir kılavuz hazırladık.

     

    Türk düşünce dünyasının önde gelen entelektüellerinden biri olan Cemil Meriç geçtiğimiz günlerde TRT'de yayımlanan belgeselle yeniden gündeme geldi. Yakınları, dostları, talebeleri -yaklaşık 70 kişi- Cemil Meriç'i anlattılar, hatıralarını paylaştılar. Belgeselde hafızasını yitiren bir neslin çilesini senelerce çeken ve hak ettiği ilgiyi ancak son dönemlerinde görebilen bir fikir adamının portresi ortaya kondu.

    Peki Cemil Meriç kimdir? O kendini "Yazar ve hocayım. Başlıca işim düşünmek ve düşündüklerimi cemiyete sunmaktır." diye tanımlayan, hayatını Türk irfanına adamış münzevi bir fikir işçisidir. Ömrünün hiçbir döneminde sağda olmamıştır, solda da..."İzm'ler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir" diye haykırmıştır. Cemil Meriç'in yeri hep kütüphane olmuştur. Yalnızdır, kitapların dünyasına sığınmış, 'fildişi kulesi'nde yaşamıştır. Eserlerinde kullandığı üslup ve şiirli dil okuyanları büyülemiş, sarsmıştır.

     

    1916 yılında Hatay'da doğmuş, 4 yaşında okumayı öğrenmiştir. Okumaktan gözlerini yitireceği tarihe kadar günde 12 saat okumuştur. Öğrenciliğinde haftada iki defter karalar, kompozisyonda hep birincidir. İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu'na burslu öğrenci olarak girer. İki yıl okuduktan sonra Elazığ'a Fransızca öğretmeni olarak atanır. İlk makaleleri o yıllarda yayınlanır. Bu sırada evlenir, Elazığ'da iki yıl kaldıktan sonra İstanbul Üniversitesi'ne Fransızca okutmanı olarak girer. (1946-74) Sosyoloji bölümünde ders verir.

    38 yaşından itibaren gözlerini kaybeder. Hayat dolu, enerji dolu bu insan intiharın eşiğine gelir. Okuması yazması mümkün değildir tek başına. Uzun süre kızı Ümit Meriç ve oğlu Mahmut Ali Meriç babalarının gören gözü olur. Ona istediği kitapları okurlar. Daha sonra talebeleri de onu yalnız bırakmaz. Gününün sekiz saatini yine kitaplarla geçiririr. Hatta o kadar ki "Okumadığınız zaman körlüğümü hatırlıyorum ve büyük bir ızdırap duyuyorum." der.

    Kubbealtı, Türk Edebiyatı, Hisar gibi dergilerde yazıları yayınlanır. 1974'te emekli olur ve birikimini art arda yayınlamaya başlar. 1984'te önce beyin kanaması, ardından felç geçirir. 13 Haziran 1987'de vefat eder.

     

    İlk telif eseri Balzac üzerine telif bir incelemedir. Hint Edebiyatı 1964'te yayımlanır. Saint-Simon, İlk sosyolog, İlk Sosyalist kitabı 1967'de çıkar. Yayımlanan kitapları şunlardır: Bu Ülke (1974), Umrandan Uygarlığa (1974), Mağaradakiler (1978), Kırk Ambar (1980), Bir Facianın Hikâyesi (1981), Işık Doğudan Gelir (1984), Kültürden İrfana (1985) Cemil Meriç'in "Bütün Eserleri" İletişim Yayınları'nca toplu halde basılırken, daha önce yayımlanmamış iki kitabı daha yayınlandı: Jurnal 1 (1992) ve Jurnal 2 (1993)

    Cemil Meriç'le ilgili çalışmalardan bazıları da şunlar: Babam Cemil Meriç, Ümit Meriç, İletişim Yayınları, Doğu ve Batı Karşısında Cemil Meriç, Ahmet Turan Alkan, Akçağ Yayınları, Cemil Meriç'in Psikolojisi, Murat Beyazyüz, Aşina Kitapları, Düşüncenin Gökkuşağı Cemil Meriç, Profil Yayınları, Bir Mabed Bekçisi, Bir Mabed İşçisi, Bir Mabed Savaşçısı, Dücane Cündioğlu, Etkileşim Yayınları (3 kitap).

    ________________________________________

     

    Önce 'Bu Ülke' okunmalı

     

    Beşir Ayvazoğlu: Cemil Meriç'i okumaya elbette Bu Ülke'yle başlamakta fayda vardır. Zeki ve dikkatli bir okuyucunun Bu Ülke'yi okuduktan sonra onun diğer eserlerini merak etmemesi düşünülemez. Okunacak ikinci kitap Umrandan Uygarlığa'dır. Daha sonra Mağaradakiler'i okusunlar. Bu kitapların tadına varan bir okuyucu için gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Ancak genç dostlarımızın Cemil Meriç okurken yanlarında sözlük bulundurmaları gerekir. Çünkü onun çok geniş bir kelime hazinesi ve tarihten sosyolojiye, edebiyattan felsefeye, mitolojiden ilahiyata uzanan olağanüstü bir atıflar dünyası vardır. C. Meriç okuyan birinin ilk öğreneceği şey, Türkçeyi prangalarından kurtarmak gerektiğidir. Düşünen ve yazan adam, ister eski, ister yerli olsun, ister yabancı, her kelimeye ihtiyaç duyar. Tabii Cemil Meriç okumak demek, sadece kendi kültürümüzle değil, Doğu'dan Batı'ya, dünya kültürüyle irtibata geçmek demektir. C.Meriç okuyucularının, onun kılavuzluğunda ufuklarını genişletmeleri, rahat düşünmeleri, takıntılarından kurtulmaya çalışmaları ve ne kadar mümkünse o kadar mütecessis olmaları gerekir.

    ***

     

    Kitapların yazılış tarihini takip edin

     

    Erol Göka: Cemil Meriç, ülkemizin ender yetiştirdiği aydınlardandır. Onun anlattıklarında, hem örnek bir aydınımızın hem de milletimizin yaşantısının, düşüncelerinin yansımaları, edebi ifadeleri vardır. Bu yüzden ben gençlerimize, Cemil Meriç okumaya onun psikobiyografisiyle başlamayı öneririm; ki bizim sevgili Murat Beyazyüz, üstad için fevkalade güzel bir psikobiyografi kaleme almış, onun ve milletin hayatını belli bir paralellik içinde psikolojik bir bakışla incelemiştir. Psikobiyografi, okuyucuyu kendi Cemil Meriç okuması konusunda oldukça özgürleştirecek ve bilinçli kılacaktır. Herkes, kendi okuma listesini, psikobiyografi okumanın ardından kendisine kalan esine göre yapabilir ama ben yine de üstadın yazdıklarının yazılış tarihi sırasıyla okunmasını öneririm. Aylar süren C.Meriç külliyatı bittikten sonra sıra Cemil Meriç üzerine yazan güvenilir yazarların yazdıklarına gelmelidir.

    ***

     

    Çevirileri de unutulmamalı

     

    Naci Bostancı: Cemil Meriç'i okumaya jurnallerinden başlamak iyi bir fikir olabilir. Böylelikle "kimi okuduğumuz"a ilişkin bir kanaatimiz olur. Ancak bir yazarın hayat macerası şaşırtıcı safahatlarla doludur, "işi anlamak" olanların hep belli bir yerde durup aynı sözleri söylemesini bekleyemezsiniz. O yüzden diğer eserlerine geçerken jurnallerde kalmamak, yolculuğa Meriç'le devam etmek gerekir. Bir Dünyanın Eşiğinde, sonraki yolculukların önemli bir durağı. Saint-Simon, İlk Sosyolog, İlk Sosyalist de öyle. Peşinden Mağaradakiler, Umrandan Uygarlığa, Bir Facianın Hikayesi ve Kırk Ambar gelebilir. Işık Doğudan Gelir, Kültürden İrfan'a ile yola devam edilebilir. Çevirilerini de unutmamak gerekir. Çünkü onların yazarları başkalarıysa da dil kesinlikle Meriç'e aittir. Meriç'in dil konusunda ne kadar hassas olduğunu okurları bilirler, bu hassasiyet kamus namustur, sözüyle taçlanır."

    ***

     

    Hem başta hem sonda; Bu Ülke

     

    Mustafa Armağan: Cemil Meriç'i "Bu Ülke"den başlayarak okumaya başlamalarını öneririm okurlara. Ancak bir şartla. En sonda bir kere daha okusunlar, ne demek istediğimi anlayacaklardır. Metnin yoğunluğu ve üslubunun çarpıcılığı, içindeki derinliği saklıyor, bu da okurların ilk elde onun yüzeye vurmuş gölgelerini görmelerine yol açıyor. Gençler C. Meriç okuyarak düşünmenin bir sabır işi olduğunu öğrenirler. Her çağda birkaç kişinin düşündüğünü, geriye kalanların sadece onlar tarafından düşünülenleri düşünmekle uğraştıklarını... Velhasıl, zirvelere patikalardan çıkılabildiğini öğrenirler ki, bu dahi az bir kazanç sayılmaz.

    ***

     

    Jurnal, iyi bir başlangıç olur

     

    Mahmut Ali Meriç: Bana göre Jurnal 1-2 iyi bir başlangıç olur. Babam, bu iki kitapta bütün kitaplarında ele aldığı konulardan da bahsediyor. Genel itibarı ile mektuplardan oluşan kitaplar, başlangıç için zor bir okuma olsa da faydalı olacağını düşünüyorum. Daha sonra Ders Notları okunabilir. Babam kitaplarını hazırlarken bazı konuları yarım kalabiliyordu. Bu konulara da daha sonra tekrar değiniyordu. Kitapları yayına hazırlarken bu konular arasında göndermeler yaptık. Yani bir kitabı okurken bu şekilde kitaplar arasında da bir gezinti yapılabilir.

    ***

     

    Üslup, sizi teslim alır

     

    Dr. Necmettin Turinay: Necip Fazıl'dan sonra edebiyat ve düşünce hayatımızda karşılaştığımız en mağrur ve erkeksi ses. Şimdilerde moda olduğu biçimiyle bir uyuşma arayışı değil de, tam aksine, kendine mahsus yüksek bir terkip denemesi!.. Tek kutuplu dünyaya ve o dönemin şematizmine sığmayan bir ruh asaleti!.. Dolayısıyla, bu enteresan kişiliğe ve onun düşünce yapısına nüfuz etmek giderek zorlaşıyor. Fakat ilk elde bu üslûbun şartlarına teslim olmaktan başka bir çare de yok. Bu bakımdan Cemil Meriç'te tefekkürün, kişiliğin ve üslûbun tam bir çakışmasına şahit oluyoruz. Güçlük de bu üçlü izdivacın şifrelerini çözmeye bağlı.

     

     

     

    MURAT TOKAY, Zaman...


  9. Alevilik kendi içinde sayısız çelişkilerle dolu ki, Reyhan abla ve Vakıf Ahmet bu konuda gayet iyi açıklamalarda bulunmuşlar. Bunları biraz kurcalayıp, göz önüne getirmeye çalıştığınızda kaçamak cevaplar, daha doğrusu saçma sapan karılıklar gelir.Basit bir örnek verecek olursak ( arkadaşlar da değinmiş), hem Peygamberimiz , kitabımız bir derler ama namaz, hac, hatta oruç ibadeti hakkında demediklerini bırakmazlar (Tabii bu hepsi için söylenemez ama genel olarak böyle bir yaklaşım içindedirler).Onlara göre ibadetin bir şekli şeması yoktur ki belirtmiş sayın Akkiraz hanımlar zaten söyleşilerinde.İbadet anlayışlarını anlamak da oldukça güçtür.Semah dedikleri türden bir ritüelleri vardır ki, Reyhan ablamız resimlerle ve açıklamalarla konuya açıklık getirmiş, ibadet kabul ederler ama düğün gibi içkili,sazlı, sözlü eğlence mekanlarında icra etmekten geri durmazlar...Tabii alevi olduğu halde beş vakit namaza, hacca, oruca yönelenleri ya da sağ görüşe katılanları afaroz ederler içlerinden...vs vs gibi tuhaf bir tutum içerisindedirler kendileri...


  10. -Taha'nın Dirilişi-

     

    Dört melek ve Kur'anla

    Dirildi Taha

    Onulmaz bir ölümle

    Kavuran bir felçle

    Öldüğü halde

    Dört melek ve Kur'anla

    Dirildi Taha

    Cebraille Mikâille

    Üç Sûr ve İsrafille

    Azraille bile

    Dirildi Taha

    Yatağında bozulmuş bir bağ gibi

    Kavrulmuş yapraklar gibi

     

    Dağılmış ve kendi kıyametini

    Ve kendi onulmaz mahşerini yaşamışken

    Nemrudun ateşinde yanmışken

    Firavun suyunda boğulmuşken

    Dört melek ve Kur'anla

    Peygamber soluğuyla

    Dirildi Taha

    Açtı sofrasını Mikâil

    Nimetler sofrasını

    Bal zeytin ve nardan

    Su getirdi dağlardan pınarlardan

    İlkin dudağını ıslattı bengisuyla Tahanın

    Geçti bir eleğimsağma omuzlardan

    Taşıyan o gülümsemesini Hızırın

    Hızır güldü

    Kur'anı Cebrail açtı

    Sofrayı Mikâil açtı

    Ölümü öldürdü Azrail

    Sûrunu üfledi İsrafil

    Dirildi Taha

    İşte böyle dirildi Taha

     

    Durun anlatayım size melekler

    Tahayı nasıl dirilttiler

    Anarak İsanın doğumunu

    Anarak Muhammed Mustafanın doğumunu

    Melekler

    Tahayı dirilttiler


  11. Burada "Elhamdülillah" Dersin, Orada "Elhamdülillah" Yersin...

     

    ''cenneti aletle yapmadılar, niyetten ubudiyetten yaptılar."-Mevlânâ

     

     

    Önce "iş makineleri" göründü uzaktan. Yaklaştılar. Hayretle seyretmeye koyuldu onların o fısıltılı gelişlerini. Nefeslerden yapılmış şeffaf tekerlekleri üzerinde hışırtıyla ilerliyorlardı. Kepçelerinin keskin dişleri, iri parlak bıçakları katı sessizliği parçalamaya başladı. Çatır çatır söküp attılar vurdumduymazlığın boz bulanık çamurlarını. Temiz seslerin, tatlı nefeslerin eğesinde bilenmiş bıçakları gafletin kayalarına dokunur dokunmaz, hayretten kıvılcımlar çıkardılar. Cansızlığın taşları, nankörlüğün sağır kayaları yarıldı; bağırlarından bengisular fışkırmaya başladı.

     

    Sonra, "makineler" tonlarca şükür ve sabrı karmaya başladılar. Sessizliğin dağıldığı, gafletin sökülüp atıldığı, nankörlüğün parça parça edildiği o cıvıltılı alana döküldü şükür-sabır çimentosu. Rahmet yağmurlarıyla yıkandı temel...

     

    Temiz niyetler üzerine kuruldu bina... Duvarlar yükselmeye başladı hızla... Takvadan tuğlalar dizildi üst üste... Hüsranı dışarıda bıraktı, rahmeti içeride bıraktı duvarlar. Darlıklar dışarıda kaldı, genişliklere odalar açıldı takva takva üstüne kondukça.. Var edilen her şey, hayırla yâd edilen her dilber, hayranlıkla tanışılan her güzel, şükürle tadılan her nimet içeride kaldı.. Dışarıda şer.. Dışarıda hiçlik.. Dışarıda lüzumsuzluk. Dışarıda yalan. Dışarıda boş söz.. Dışarıda kaldı hüzün ve korkular... Hayranlık bahçeleri doluştu içeri.. Rahmet yağmurları indirildi tavandan içeri... Çiçeklerin hepsi içeride açtı. Rayihaların hepsi damlaya damlaya gül oldu. Dışarıda kaldı tüm çirkinlikler...

     

    Kapılarını tekbirden çattılar odaların... "Allahüekber"in manası tel tel açıldıkça, içeri koşuştu izzetler, yücelikler, yakınlıklar. Zilletlerin üzerine kapandı kapılar. Alçaklıklar eşikten yüz geri etti. Aşağıların aşağılarını uzakta bıraktı kapılar... Gıybetlerin iğrenç kokuları erişemedi içeri. Riyaların çirkin yüzleri silindi uzaklarda.

     

    Oda oda genişledi bina. Odalar odalara açıldı. Genişlediler.. Sonsuza doğru genişlediler... Sevdaların hepsini çevreledi duvarlar. Vedalara veda etti duvarlar. Fenanın soğuğu giremedi içeri. Hiçliğin berisinde, varlığın ortasında kuruldu çatısı binanın. Arttıkça artan mümin hayreti kadar yükseldi tavan. Göğe doğru yayıldı. Minnettarlığın sonsuz mavisinde kurulan gökler tavan oldu odaya. "Sübhanallah"tan avizeler indirildi odaların ortasına... Pırıl pırıl tenzih kristalleri uç uca dizildi avize diye. "Vechullah"ın tanıdık yüzü nur indi değdi her köşeye. Ünsiyet saçıldı zeminin her noktasına. Sonsuz yakınlıktan, ebedî mutluluktan ışıltılar süzüldü. Gölgeler ve ışıklar oynaşmaya başladı hoş sohbetten çatılmış sedirler üzerinde. Sıcacık dudaklara aşkla değmiş salâvatlardan güller açıldı odanın başköşesinde. Bülbül şakımalarından, seher vakti zikirlerinden aynalar dikildi duvarlara. Kıbleye döndükçe yeniden inşa edilen yüzünün nurunu seyre dalsın diye namaz ehli. Mahcup yüzlere serince değmiş gözyaşlarından havuzlar açıldı odanın göbeğine. Dünyaya uzak, ahirete yakın ağlayışlarıyla dinlensin diye kutlu misafir. Mahzun kalpleri yakıp kavurmuş tövbelerden pencereler açıldı Cemâlullah denizlerine. Kardeşlik hazzından, muhabbet tadından dokunmuş halılar serildi zemine. Ayaklarına sımsıcak vuslatlar değsin diye.. Sevinçli secdelerin billur sularından çeşmeler kuruldu gül bahçelerinin başına.

     

    Nehirlerin çağıltısı duyuldu sonra. Hak adına susmuşluğun, gerçek hatırına küsmüşlüğün kuytularından kaynayan nehirler... Sabredenin ayakları altında akışmaya başladılar. Yetim başları okşamış elleri menekşe kokularıyla mayalandı. Kimselerin görmediği fukaraları gören mümin gözlerine vuslattan sürmeler çekildi. Uykusunu teheccüdlerle bozmuş âşıkların kirpik uçlarına ebedî sevinçler asıldı.

     

    Meyveler geldi sonra.. En sonunda.. Rengârenk tebessüm çiçekleri arasından, cömertlikten eğilmiş dal uçlarından tazecik meyveler uzandı ellerine. Tanıdıktı meyveler. Öyle ki, hatırladığı şükür anlarının hepsi dilim dilim olmuştu meyvelerde. Hasretle aradığı eşsiz mutluluk anlarının çekirdeklerine sarılıydı meyveler. Tekrar tekrar yaşamak için can attığı doymuşluklarının bitmesin diye titizlendiği ilk lokma hazzının kabukları içindeydiler. Oruçlu ağzının hoş kokularıyla bezenmişti nimetler. "Elhamdülillah"ları tadındaydı hepsi... Sonsuz bir şimdinin tabağında, saf çocuk sevinçlerinin sepetleri içinde .. Meyveler, meyveler...

     

    "Elhamdülillah"larını yemeye başladı mümin. Utangaç bir sevinçle. En Sevgili'nin elinden...

     

     

     

     

     

    SENAİ DEMİRCİ...


  12. Sezai Karakoç'u Okuma Kılavuzu

     

     

    Sezai Karakoç, "ancak birkaç yüzyılda bir yetişen" önemli bir entelektüel, bir mütefekkir. Türk şiirinin yaşayan en büyük ustasının düşüncesi ve eserleri geçen hafta bir sempozyumda konuşuldu. Biz de külliyatı 60 kitabı geçen Karakoç'u tanımayanlar ve yeniden okumak isteyenler için mini bir kılavuz hazırladık. Şair ve yazarlara "Sezai Karakoç'u nasıl okumalı?" sorusunu yönelttik.

     

    Türk şiirinin yaşayan en büyük ustası Sezai Karakoç. Sadece şair değil. Rasim Özdenören'in ifadesiyle "ancak birkaç yüzyılda bir yetişen" önemli bir entelektüel, bir mütefekkir. Geçtiğimiz hafta düzenlenen "Şair ve düşünür Sezai Karakoç" başlıklı sempozyumda bütün konuşmacılar, Türkiye'nin dünyaya göstereceği en büyük değerinin Sezai Karakoç olduğunu ifade etti. Karakoç, "Mevlânâ, Yunus Emre döneminden Şeyh Galip'e uzanan İslam klasiklerinin altın zincirinin günümüzdeki en önemli temsilcilerinden biri"ydi ve onunla aynı çağda yaşamak büyük bir talihti.

     

    Sezai Karakoç'u ne kadar tanıyoruz?

     

    İslam/Türk dünyasının yaşayan en önemli düşünürü olan Sezai Karakoç, fikir ve sanatta "Diriliş Akımı"nın kurucusu olarak tanınıyor. 1933 Diyarbakır/Ergani doğumlu. 1950-55 arası Ankara Siyasal Bilgiler'de okudu. İlk şiirlerini Mülkiye dergisinde yayımladı. O yıllarda Osman Yüksel Serdengeçti'yle ve Necip Fazıl Kısakürek'le tanıştı. "İslam milletinin ve İslam medeniyetinin dirilişi" davasını savundu. İlk sayısını Nisan 1960'ta çıkardığı ve yayınını aralıklarla otuz üç yıl boyunca sürdürdüğü Diriliş Dergisi çevresinde çok sayıda genç aydının; fikir ve sanat adamının yetişmesine öncülük etti. 60'tan fazla kitaba imza attı.

     

    Henüz 19 yaşında iken yazdığı Monna Rosa isimli şiiri dilden dile, nesilden nesile aktarıldı. Şiir bir kitapta toplanana dek (1998, Diriliş Yayınları) fotokopilerle çoğaltıldı. Karakoç'un, Monna Rosa adlı ünlü kitabı da dahil, daha önce çıkmış dokuz şiir kitabının tümü bir arada 2000 yılında yayımlandı. Karakoç, bütün şiirlerini "Gün Doğmadan" adını verdiği yedi yüz sayfalık kitapta topladı.

     

    Sezai Karakoç deyince Diriliş akla gelir. Kendi ifadesiyle "Diriliş, aslında bir edebiyat akımından çok, bir hakikat akımıdır. (...) Yeniden inanmak, yeniden düşünmek, yeniden duymaktır. Diriliş, İslam'dan ayrılışın sona erişi, ona yeniden kavuşmanın başlangıcıdır." Sezai Karakoç, amblemi "güller açmış gül ağacı" olan Diriliş Partisi'nin de kurucusudur. Partinin amacı şöyle açıklanmaktadır. "Amaç üç kelimeyle özetlenirse hakikat, adalet ve fazilettir". Karakoç, halen Yüce Diriliş Partisi'nin başkanlığını yapıyor.

     

    Hiç evlenmeyen Karakoç, İstanbul'da yaşıyor. Vaktinin bir kısmını Cağaloğlu'ndaki bürosunda geçiriyor. Sezai Karakoç'un Diriliş Yayınları arasında çıkan eserlerinden bazıları şöyle: Şiir: Gün Doğmadan Çeviri Şiir: Batı Şiirlerinden, İslam'ın Şiir Anıtlarından. Düşünce: Ruhun Dirilişi, Kıyamet Aşısı, Çağ ve İlham I-II-III-IV, İnsanlığın Dirilişi, Yitik Cennet, Makamda, İslam'ın Dirilişi, Gün Dönümü, Diriliş Muştusu, İslam, Diriliş Neslinin Amentüsü, İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü, Düşünceler I, Dirilişin Çevresinde, Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi I-II-III, Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı I-II, Unutuş ve Hatırlayış. [email protected]

     

     

    Kuramsal yazılar en son okunmalı

     

    Doç. Dr. Turan Karataş: Sezai Karakoç okumak isteyenlerin beğenileri, birikimleri ve ilgileri bakımından çeşitli tercihler/sıralamalar yapılabilir. Karakoç'un şiirini okumak isteyenler için en iyi yol, Monna Rosa'dan başlayarak kronolojik bir okuma yapılmasıdır. Burada küçük bir ayrıntı, Gün Doğmadan kitabı değil de, kitapların müstakil baskıları tercih edilebilir. Düzyazılarda izlenecek yol benzer olabilir. Evvela ilk yazılar ve bunların içinde öncelikle günlük yazılar (Farklar, Sütun, Sûr, Gündönümü, Gün Saati) okunmalıdır. Sonra denemeler bilhassa Yitik Cennet, İslam, İslam'ın Dirilişi, İnsanlığın Dirilişi okunmalıdır. Edebiyata yatkın/ aşina okur, elbette Edebiyat Yazıları I, II ve III; Yunus Emre, Mevlânâ ve Mehmed Akif kitaplarını okuma listesine almalıdır. Kuramsal yazılar, politik/siyasi denemeler en son okunabilir.

     

    Gençler önce Monna Rosa'yla tanışmalı

     

    Haydar Ergülen (Şair): Sezai Karakoç'un 'Gün Doğmadan' adıyla tek ciltte toplanan şiir kitapları, aslında doğru okuma sırasını da gösteriyor. Bu sıralama "Şahdamar (Sesler/Körfez" üçlemesiyle "Hızırla Kırk Saat/Taha'nın Kitabı/Gül Muştusu" üçlemesini karşılaştırmak, aralarındaki uzaklıktan çok yakınlıkları, ilginç benzerlikleri keşfetmek bakımından da yararlı olabilir. En başta ne okunması gerekiyor diye sorarsanız da "Monna Rosa" derim, çünkü o şiirin gençleri hem şiire, hem de Sezai Karakoç şiirine yakınlaştıracak bir şiir olduğunu biliyorum. Nerden biliyorum, elbette kendimden. Sezai Bey'in 'Balkon', 'Karayılan', 'Ötesini Söylemeyeceğim', 'Liliyar' şiirlerini okurken, elime bir de "Monna Rosa" fotokopisi geçmişti, Eskişehir'de ortaokuldaydım, o günden sonra Sezai Karakoç benim vazgeçilmez şairlerimden biri oldu."

     

    Parçadan bütüne giderek okumak

     

    Ömer Erdem (Şair): Ben bugün okusaydım... Kendi ilgi alanıma yakın kitabı seçerdim. Eğer şiire merak duysaydım önce bir şiiri seçer, günlerce onun evrenine girmeye çalışırdım. Mesela Köşe şiiri olabilirdi bu. Okurdum onu, yeniden yeniden okurdum; ezberlerdim. Mısraların üzerine düşünürdüm. Şiirdeki estetik yapı olduğu kadar iç dünyayı yakalamaya çalışırdım. Arkadaşıma okuturdum, onun sesinden gözlerimi yumar, dinlerdim. Şiirdeki müziği duymaya çalışırdım. En az bir kez kendi el yazımla şiiri yeniden yazardım. Eğer nesre ilgi duyuyorsam Ruhun Dirilişi'ni okurdum. Nesire geçmiş şiirsel düşünce yanında yorum derinliğini yakalamaya çalışırdım. Parçadan bütüne gitmek, bir kitabı veya yazıyı özümsedikten sonra şairin veya yazarın geniş dünyasına yönelmek uygun geliyor bana.

     

    Külliyata şiirden başlanmalı

     

    Ali Ayçil (Şair): "Sezai Karakoç'tan her bahsedişimizde doğal olarak bir Karakoç külliyatından da bahsediyoruz. Genç okur, bu külliyatın kalbi olan sayfalardan, şiirden başlamalı. Ve ben olsam, Karakoç şiirini başından sonuna yayınlanış sırasıyla okur, araya herhangi bir düşüncenin girmesine müsaade etmeden kendimi bu şiirlerle baş başa bırakırdım. İnsan, kendisini şiirin imasına açık hale getirebildiği, bir şiirle aracısız temas kurabildiği oranda, bir şairin düşüncelerini kavrayacak zihin açıklığına kavuşabilir. Şiiriyle yüzleşilmemiş bir şairin düşüncelerine sarılmak akla yatkın gözükmüyor. Şiirinden sonra şiir çevirileri, hikâyeleri ve edebiyat yazıları okunmalı. Bütün bunlar Karakoç külliyatının çekirdeğidir; okur şairin kalbiyle buralarda merhabalaşır. Bu kalp kapısından girince, yeni kapılar aralanacak nasılsa."

     

    Türkçenin lezzetini duyabilmek için...

     

    Can Bahadır Yüce (Şair): Sezai Karakoç şiirini okumaya nereden başlanması gerektiğini soran birine, lirik şiirlerden başlamasını önerirdim. En iyi seçim Körfez/Şahdamar/Sesler kitabı galiba. "Balkon"un, "Kapalı Çarşı"nın yer aldığı bu kitap, yalnız Sezai Bey'in değil, bütün şiirimizin bazı en iyi dizelerini içinde barındırıyor. Körfez/Şahdamar/Sesler, hem şairinin hem de çağdaş Türk şiirinin ruhunu okura duyurabilecek güçte bir yapıt. Bu 'genelleme'nin yanı sıra bir de değişmez gerçek var: Sezai Karakoç şiirine giriş yapmak isteyen her okur, şairin düzyazılarını da okumalıdır. Hem şiirlerin ardındaki büyük dünyayı sezebilmek hem de Türkçenin lezzetini duyabilmek için. Karakoç'un Sütun yazılarını, Çağ ve İlham serisini, şiir üzerine düşüncelerini okumayan birinin onun şiirine de tam nüfuz edebileceğini sanmıyorum.

     

     

    Yeni başlayanlar için Diriliş Neslinin Amentüsü

     

    Şaban Abak (Şair): Öncü bir mütefekkir ve dava adamı olarak üstat Sezai Karakoç'un önce düşünce eserleri bir bütün halinde okunup özümsenmeli, sonra şiire geçilmelidir. Yeni başlayanlar için Diriliş Neslinin Amentüsü veya İslam'ın Dirilişi adlı eserlerden biri ile başlayıp İslâm, İnsanlığın Dirilişi, Yitik Cennet ve Sütun ile devam etmeyi önerebiliriz. Toplum, devlet, devlet kurumları ve siyasetle doğrudan ilgili konulara öncelik tanıyanlar ise Fizik Ötesi Açıdan Ufuklar ve Daha Ötesi ile (üç cilt) Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı (iki cilt) ve "Çıkış Yolu" adlı ilk kez 1995-2003 arası basılan eserlerden başlayabilirler.

     

     

     

     

    MURAT TOKAY...

    • Like 1

  13. Öncelikle teşekkür ederiz efendim, 15 dakikada ortaya çıkardığınız bu sonuç için müteşekkiriz.Şu gelmek bilmeyen işlmecinizle vuslata ererseniz, dediğiniz gibi daha iyi şeyler çıkar ortaya, can u gönülden inanıyoruz :)...

    Müziklere gelince fena değil, belli ki belleğinizde derin bir yer etmiş, etkisi büyük.Yenilgilere gelince, fazla canınızı sıkmayın, gün gelir Age of Empires 'da imparatorluğa oynarsınız, hakim konuma yükselirsiniz.Hem ne demiş şair 'yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır', siz bu yenilgilerle kendinizi büyük zafere hazırlayın :D...Tekrar teşekkür eder, çalışmalarınızın devamını dileriz...


  14. Sezai Karakoç Sempozyumu yarın

     

     

    Fatih Belediyesi tarafından düzenlenen 'Şair ve Düşünür Sezai Karakoç' başlıklı sempozyum yarın saat 10.00'da Barcelo Topkapı Eresin Otel'de gerçekleştirilecek.

     

    Karakoç'la ilgili çalışmalarıyla bilinen önemli isimlerin katılacağı beş oturumda ana hatlarıyla, şair ve düşünce adamı Karakoç ve Diriliş akımı, İkinci Yeni'deki konumu, medeniyet tasavvuru ve gelenekle ilgisi değerlendirilecek.

     

    Sempozyumda Ömer Erdem'in 'Sezai Karakoç: Aşkın Aşkınlığı', Turan Karataş'ın 'Bir Entelektüelin Portresi', Haydar Ergülen'in 'Sezai Karakoç ve İkinci Yeni', M. Fatih Andı'nın 'Karakoç ve Şehir', Sadık Yalsızuçanlar'ın 'İrfanî Gelenek ve Sezai Karakoç' tebliğleri gibi birçok tebliğ de katılımcılarla paylaşılacak.

     

    Saat 10.00'da başlayıp 18.30'a kadar devam edecek sempozyumda ayrıca sunulan tebliğler kitap halinde şairin bir kitabı ile katılımcılara sunulacak.

×
×
  • Create New...