Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mzbayrak

Üye
  • Content Count

    8
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by mzbayrak


  1. Benim bir sırrım var açıklanmayacak kadar sır..

    Bundan çıkar hır,patlamalar vuku bulur dert kahır..

    Sırdan geçen dilim olsa hale değer diken..

    Bilmez bilen adam olur,ben ben iken..

    Ya söylersem kim anlar..

    Söylemezsem bağlar gamlardan ağlar.

    Bu yıpranışta dağılır bütün..

    Doymaz Sago yakar tütün..

    İçindeyim oyunun büsbütün,

    Hayatıma musallat oldu şöhret,ün..

    Karıştı yarınım bitti dün,tedirgin bugün..

    Topla çıkar nedir sonuç?

    Her kıyasta dilime değer bıçağa ait keskin uç,

    Kimdir suçlu kimde suç?

    Öylesine kibirli ki biber yakmadan bırakmaz rahat,

    Yarası ağır dilimin bulamıyorum kapatacak bant!

    Üzerime gelin bakın,dinamit bağlı gövdeme,

    Yaklaşını uçururum uçurtma misal pimden iplerle..

    Fesatlar kapıma vardılar ellerinde güllerle,

    İşlerine gelmediğinde saldırdılar aynı güllerin dikenleriyle..

    Vurdular siyah güllelerle..

     

     

    Giy ateşten gömlekleri bir bir yansın üzerin.. Ve dahi..

    Kır topraktan çömlekleri.. Zaten tedirgin halim..

    Bir benim,bir bendim ve bir kendim ortadayım..

    Bitmez derdim,bu hal beni yer bitirir bildim..

     

    Aklıma gelen başıma geldi,

    Başım yarıldı,aşım soğudu..

    Yine iştahsızlık elinde oyuncak etti açlığımı..

    Artık kartopu oynamak istemiyorum ellerim dondu,

    Türlü saklambaç oyunlarından gözlerim yoruldu..

    Nerdesiniz güven abideleri ha? Cesaret haylazları?

    Gösterin bana 62 den tavşan yapan hokkabazları,

    Belirleyin karşımda durabilecek tüm küfürbazları,

    Demirden mızraklarla kırdım sazları,

    Deştim böğründen kıyamadığım hazları,

    Verin bana yazları!

    İlahi merhamet sarayı..

    Ya hannan..

    Sensin rana..

    Sensin mana..

    Sensin rahman..

    Sensin canan..

    Ruhum işgalden kurtulmaz vatan,

    İnfilak eder alev ateş volkan hislerim kırıklar..

    Püskürüyor üzerime lav,kıvılcım korlar,

    Elimdeki bir avuç dolusu su ile sönmez bu yangınlar..

    Ben bir sırra sahibim,hayat uykusuna yatmış,

    Ben çok dosta sahiptim güvensizlik içine batmış.

    Şahit oldum birileri mutluluğu parayla kapmış..!!!

     

    Giy ateşten gömlekleri bir bir yansın üzerin.. Ve dahi..

    Kır topraktan çömlekleri.. Zaten tedirgin halim..

    Bir benim,bir bendim ve bir kendim ortadayım..

    Bitmez derdim,bu hal beni yer bitirir bildim..

     

    Ateşten gömlekler.. Topraktan çömlekler..

    Ne maymundan geldin,ne de seni getirdi leylekler..

     

    Sagoya kulak ver,Sagoya kulak ver.. Sagoya kulak ver..

    2 sıfır sıfır 8 elveda eder.. Sagoya kulak ver.. Sagoya kulak ver..


  2. Yemekte miyiz?

     

    Hatır için çiğ tavuk yiyen bir milletin evlatları, hiç ev sahibine “yemekleri senin yaptığına inanmıyorum” ya da “bardakların hijyenik değil” yahut “etin sunumunu başarısız buldum” der mi? Ayıp yahu! Biz, beğensek de beğenmesek de efendi efendi yemeğimizi yer, hazırlayana eline sağlık der, teşekkür eder, “elhamdülillah”la sofradan kalkarız.

     

    Televizyon tarihimizin balık hafızalı sayfaları arasına yeni bir köksüzlük örneği daha eklendi. Ama itiraf edelim ki, bu kadarını biz bulamazdık, bu kadarına elimiz ermez, bu kadarını yüreğimiz kaldırmazdı. Evimizin içinde şimdilerde elini kolunu sallaya sallaya dolaşan bu ecnebi formatlı program, Amerika, Fransa, Danimarka gibi birçok ülkede reyting rekorları kırınca bizim kanallardan biri, heyecanla bir koşuda gitti, programı aldı getirdi. Programın hedef kitlesi daha ziyade kadınlar. Bu programı izleyenler hem yarışma heyecanını yaşayacak hem farklı yemekler yapmayı öğrenecek hem de misafir ağırlama bilgi görgü ve beceresi edineceklerdi. Kulağa ne hoş geliyor öyle değil mi? İşte sırf kulağa bile hoş gelmesin diye, bana zül gelse de, bilmeyenler için bu programın ne menem bir şey olduğunu özetleyeyim:

     

    Daha tadına bakmadan çorbaya berbat diyor

     

    Bu bir yemek yapma ve misafir ağırlama yarışması. Her hafta 5 kişi yarışıyor ve sırayla biri ev sahibi olup, diğer 4 kişiyi evinde akşam yemeğinde ağırlıyor. (Ağırlıyor kelimesinin burada ne kadar ağırlaştığını ve yakışıksız olduğunu ilerleyen satırlarda siz de fark edeceksiniz.) Ev sahibi olacak yarışmacı, bütün gün boyunca bir kameramanla birlikte alışveriş yapıyor, insanı bunalıma sokan bir hızlandırılmış çekimle bütün yemekleri 10 dakikada hazır hale getiriyor. Sonra misafirler yani yarışmacılar geliyor ve yemek başlıyor. Sadece ev sahibini, masa düzenini ve yemekleri eleştirmeye ve önüne ne konsa beğenmemeye programlanmış misafirler, daha tadına bakmadan çorbaya berbat, salataya basit, ete fazla alaturka, pilava lapa demek suretiyle yemeklerini yiyorlar.

     

    Misafir ev sahibine “yemekleri senin yaptığına inanmıyorum” der mi?

     

    Bu, olabildiğince kabalık yapmak ve hiçbir yemeği beğenmeyerek puan, dolayısıyla para kazanmak mantığıyla kurgulanmış programı madem ithal ettiniz, orijinal ve izlenebilir buldunuz, bari formata biraz çekidüzen verin, azıcık millileştirin değil mi? Hatır için çiğ tavuk yiyen bir milletin evlatları, hiç ev sahibine “yemekleri senin yaptığına inanmıyorum” ya da “bardakların hijyenik değil” yahut “etin sunumunu başarısız buldum” der mi? Ayıp yahu! Biz, beğensek de beğenmesek de efendi efendi yemeğimizi yer, hazırlayana eline sağlık der, teşekkür eder, “elhamdülillah”la sofradan kalkarız.

     

    Sonra, sanki milletçe gurme olmuşuz kaşla göz arasında. Misafirlerden biri, ev sahibi mutfağa gitmek için daha arkasını döner dönmez, ara soğukların menü için çok uygunsuz olduğunu söylüyor, diğerleri de onaylıyor. Bir diğeri iki sıcak yemek var ama tek çatalla servis yapmışsınız diye eleştirirken, öteki karides güvecin soya sosunun başarısız olduğunu iddia ediyor.

     

    Tamam, siz yine yemeği mutlaka sağdan servis edin, en az dört çatalla yiyin, bütün sosları birbirine karıştırmayı görev addedin. Ama kendinize, karşınızdakine ve nimete de biraz saygı gösterin. Bu görgülü(!) yarışmacılardan biri az sonra, beğenmediği lokmayı ağzından çıkartıp “iğrenç” diyor. Julyen usulü doğranmamış zavallı sebzelerle beşamel sosların kavgası sürerken şöyle bir konuşma geçiyor misafir ve ev sahibi arasında: “Bu meyve tabağından kedi kılı çıktı!” “Ama evde kedi besliyoruz, ne yapabilirim?”

     

    Seçilen yemekler de bizden değil

     

    En az program içeriği ve yarışmacılar kadar, seçilen yemekler de bizden değil. Hiç kimse evine ilk kez çağırdığı insanlara yengeç, midye tava ya da karides ikram etmez değil mi? Sonra bizde yemeğe salatayla başlanmaz. Yemekte gösteriş yapılmaz. Tatsız ve kötü şeyler konuşulmaz. Akşama kadar uğraşıp önüne yemek koymuş birine karşı nezaket gösterilir, teveccüh edilir. Misafire hürmet, ev sahibine dua edilir.

     

    Hiç başkası için biçilmiş bir elbise bizim üstümüze olur mu? Olmaz. Olsa da uymaz. Yakışmaz. Bir miktar para ödülüne sahip olmak için, muhataplarının arkasından konuşan, yüzüne karşı kabalık yapan, teşekkür etmeyi bilmeyen, Türk geleneklerinden bihaber olan, dini öğretileri yok sayan bir yeme içme kültürüne “görgü” diyen insanlar bu toplumu temsil edemez. Her hafta değişen 5 kişinin davranış biçimi ve kültürü üzerinden genelleme yapılamaz. Bize bu ve benzeri programlarla dayatılmaya çalışılan egemen ve popüler kültür, yeme-içme davranışı, sofra adabı, misafir olma ve misafir etme ahlakıyla örtüşmez, dahası onun yanından bile geçmez.

     

    Görgü dediğimiz, adab-ı muaşeret dairesinde değerlendirdiğimiz şey, toplum, fert, mekânlar, zamanlar, akıl, eğitim ve din gibi mefhumlardan bağımsız değildir. Görgü, medeni ve ahlaki davranış biçimlerinin bütünüdür. Görgü ve nezaket kuralları toplumun dününü ve bugününü dengeler, terbiye, nezaket, incelik gibi kavramları muhafaza eder.

     

    Yine aç kaldınız…

     

    Çatalı tabağın neresine koyarsanız koyun, biliriz ki yemek sağ elle yenir. Yemeğe besmele ile başlanır, yemek adabınca yenir ve şükürle bitirilir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) yemek esnasında ve misafirlikte ne kadar nazik olduğunu, davete icabet ettiğini, yemekler arasında ayrım yapmadığını, izin almaksızın sofradan kalkmadığını bilmeyen ve dikkate almayan bir görgü tanımı bizi karşılamaz. Din ve medeniyetten uzak olarak belirlenmiş görgü kuralları, fert ve toplumun karakter disiplinini ve ahlakını beslemez. Bu durumda biz de size hiç puan vermeyiz. Gördünüz mü,yine aç kaldınız...


  3. Süleyman Efendi fazlaca kitap telif etmemiştir. Kendisine neden kitap yazmıyorsun diyenlere ise şu cevabı vermiştir:

    “Selefin mum ışığında yazdığı baha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallara satılarak çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanmış ve çürümeye terk edilmiş olduğunu gördüm. Medreseleri kapanmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimleri yok olmaya yüz tutmuş olan bir zamanda, kitap yazmaktansa, yazılan ilmî eserleri anlayarak anlatacak ve ilmi satırdan sadra intikal ettirip yaşatacak talebe yani canlı kitap yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.”

    Bununla birlikte Süleyman Efendinin kaleme aldığı eserleri şunlardır:

    A) Kuran Harf Ve Harekeleri:Kuran-ı Kerimi öğrenmede yepyeni bir tertip ve usül olan bu Elif cüzüaltı sahifeden oluşmaktadır. Efendi Hazretleri bu eseriyle kubbeyihabbe yapmış, yani hazmı, yutulması zor olan şeyi küçültmüş ve hazmıyutulması kolay hâle getirmiştir. Böylece Kuran-ı Kerim-i öğrenmeyibirkaç güne hatta saate sığdıran bir iksir olmuştur.

    Diğer Elifcüzleri ile uzun zaman, hatta bazıları aylarca okuduktan sonra Kuran-ıKerim-i okumayı öğrenebilirken bu elif cüzü ile birkaç günde Kuran-ıKerim-i okumak mümkündür. Bu elif cüzünün de kendine has bir okutmausulü vardır. İnanılmayacak bir şey değildir. Kendimiz öğrendiğimizgibi yaz tatillerinde, sıbyan mekteplerinde, küçücük yavrulara dahi birhaftada öğretiyoruz.

    B Risâle-i Kibrit-i Ahmereyr-u sülûk için bâzı ehemmiyetli mevzuları ihtiva eden bir risâledir.Ehillerinin ziyâdesi ile müstefid olabileceği bir eserdir.

    C) Mektuplar Risâlesi: (Bazı mesâil-i mühimme):Yine bunda da tarikat erbâbının hallerinden, sohbet ve âdâbındantarikat ehlinin ictinâb etmesi gereken şeylerden bahseden, hacimli birkitaptır. İçindeki mâlumatlar hakikaten sadra şifadır. Okuyan kimseyiderin derin düşündürecek olan fâideli bir eserdir.

    D) Hepsinden önemli olan CANLI ESER diye hitap ettiği talebeleridir.Eser müessirine delâlet eder. Kaidesince talebelerine bakarakSüleyman efendi nin zâhiri ve bâtınî cephesini bir nebze olsun anlamaimkanı buluruz. Bin bir sıkıntılarla yetiştirilen bu iman nesli bugünaynı saflığı, aynı kararlılığı muhafaza etmektedir. Tasavvufi inançlarıgereği; sanki efendi hazretleri aralarındaymış gibi daima onun rûhâniterbiyesindedirler. Bu anlayış onları hizmet hususunda hep dinamiktutuyor. Onun en büyük kerâmetlerinden birisi ,öyle bir devirde tekbaşına o kadar talebe yetiştirmesi ve kalıcı bir kuruluş olan KuranKurslarını tesis etmesidir. Onun yetiştirmiş olduğu talebeleri,yıllarca bu milletin mânevi susuzluklarını gidermiş ve geçmişlerindenve dinlerinden kopmalarını önlemişlerdir.

    Süleyman Efendi deoturup ciltler dolusu eser yazabilirdi, bunu yapmaya kapasitesi yokdeğildi. Bilakis muâsırlarından daha yetenekliydi. Ancak o, bazısebeplerden dolayı eser yazmaktan kaçınmıştır. Kendisine niçin eseryazmadığını soranlara bir defasında şöyle cevap vermişti. Biz kitapyazıp eserlerimizin raflarda çürümesini arzu etmedik. İlmimizi yaşayannesillere aktarıyoruz ki, onlar eser yazarlar, biz eser yazacakeserleri yetiştirdik


  4. Tasavvuf bir ilimdir. Hem de başlıbaşına bir ilim...

     

    Tasavvuf, kalbin ve nefsin iyi ve kötü hallerini bilip, kötü hallerden temizlenmeyi ve iyi hallere bezenip Allahü Telâyı yakın olmayı öğretir.

     

    Tasavvufun hedefi insandır ve insanı islahtır. Bu sebeple, tasavvufun insana nasıl baktığını bilmek lazımdır:

    İnsanın iki cephesi vardır.

    1- Maddi vücut

    2- Manevi vücut.

    Maddi vücut herkes tarafından bilinen ve görülen vücuttrur. Manevi vücut ise gözle görülmez. Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde isimleri geçen, Kalb, ruh, Akıl, Nefs gibi unsurlar hep manevi vücudun azalarıdır.

     

    İnsanın maddi vücudunun yaşaması için yemeye, içmeye, teneffüs etmeye ihtiyacı olduğu gibi, manevi vücudun da gıdaya ihtiyacı vardır. Manevi vücudun gıdası ise nurdur. Nur, Allahü Teâla Hazretlerinden gelir. Peygamber ve onun varisi Mürşid-i kamil denilen büyük velilerin manevi kalblerinden dağıtılır. Manevi vücut ancak, bu nuru aldığı takdirde sıhhatli yaşayabilir. Nur alamayan manevi vücut önce hastalanır, sonra da ölür. Bu manevi ölümdür. Bu duurmdaki insan, yaşayan ölü gibidir.

     

    "Ben nefsimi temize çıkarmam Muhakkak nefs, mübalağa ile kötülüğü emredicidir. ancak rabbimin rahmet ettikleri müstesna. sureti katiyyede benim rabbim gafurdur, rahimdir. (Yusuf - 12/53)

     

    "İnsanın en büyük düşmanı iki kaşının arasındaki nefsidir" Hadis-i Şerif

    "Nefs kötülüklerin deposodur" (Mektubat-ı Rabbani)

     

    İşte din ve tasavvuf, insanın içindeki bu habis ve kötü varlığın terbiyesi ve temizlenmesi ile alakalıdır. Başta peygamberler, sonra da peygamberleri n varisi olan alimler ve evliyâullah = Mürrşid-i Kâmiller hep insandaki bu kötü varlığın temizlenmesi, nefsin mağlup olup ruhun galip gelmesi için çalışırlar.

     

    En Kestirme Yol

     

    Nefsin temizlenmesi ve kalbin nur ile dolmasının en kestirme yolu,Muhammed Bahâüddin Şah Nakşıbend (k.s.) şöyle buyuruyorlar:

    Yolumuz ender bulunan yollardandır. Sağlam halkadır. Resulullah (s.a.v) Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa'nın sünnetlerine tutunmaktan başka bir şey değildir. ashab-ı Kiramın takib ettiği yolu izlemekten başka bir gaye yoktur."

     

    İlk Adım

     

    Hakiki bir mürşid-i kâmile gelip bu ilmi öğrenmek isteyen bir mümin, nefsinin terbiyesi için ilk adını atmış olur. artık o mürşide kendini teslim etmiş ve manen biat etmiş olur. Bu maksatla bir mürşide gelip bağlanan kişiye mürüs (Allah'ı isteyen kişi) denir.

     

    Mürid, geçmiş günahlarına tövbe etmiş, farzlarını yapmaya ve haramlardan sakınmaya kesin olarak söz vermiştir. Artık bu kişinin nefsi sıkı bir takip ve kontrol altına girmiş demektir. Sonra mürüd kalbine ve ruhuna Allahü Teâla Hazretlerinden gelen nuru almayı öğrenir. Allah^dan gelen bu nuru almakta vasıta, başta peygamberler sonra da onun varis ve vekili olan mürşid-i kâmillerdir.

     

    Nurun Alınışı

     

    Mürid tenha ve temiz bir yerde kıbleye dönerek oturur. Gözlerini yumar. Mürşidinin tarif ettiği sûre ve duaları okuduktan sonra dilini damağına yapıştırır. sonra aklından ve kalbinden (masivayı) mahlukatı düşünmeyi çıkarır. Bütün dikkatini nurun çıkış ve dağıtım merkezine toplar. Ve oradan manevi kalbine Allah'dan gelen nurun geldiğini düşünür. bir müddet sonra da dilini hiç oynatmadan sırf lalbinden "Allah" ismi şerifini zikreder. Bu, Allah'a yakın olmanın ilk adımıdır. Artık insana nur geldikçe ruh kuvvetlenir. Nefs de böyle bir ruha galip gelemez ve vücut idaresini eline geçirmez.

     

    Kutub ve Kutublar

     

    Veliliin en üst derecesindeki zatlara"kutub" denir. Kutublar, her devirde bir veye iki, en fazla üç kişi olur. Bunlara; üçler denir; Kutbü'l aktab, Gavsü'l âzam, Kutbü'l ûlâ diye isimlendirilirler. Üçlerin en yüksek decede olanı Kutbü'l-aktab'tır.Kutbü'l-aktab, kutubların kutbu demektir. Bu zât, Peygamber Efendimizin tam varisidir.

    Velayet derecelerinin en yüksek makamına çıkmış bu zatlara, Mürşid-i kamil, insan-ı kâmil, Şeyh veya vâris-i Resül ismi verilir. Bu zatlar, Resülüllahın manevi vücudundan aldıkları Allah'ın nurlarını kendi mânevi vücutları vasıtasıyla, isteyen insanların mânevi vücutlarına dağıtırlar. Yaşadıkları devrin insanlarını irşad ederler.

     

    Silsile-i Sâdât

     

    Bu büyük veliler, Kur'ân-ı Kerimde Neml sûresinde anlatılan, Yemen'den Kudüs'e, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zamanda Belkıs'ın sarayını getiren Süleyman aleyhisselamın veziri (Asaf bin Berhaya) gibi büyük salâhiyet ve tasarruflara sahiptirler.

     

    Sahabe-i Kiram bu hususta en öndedir. Bu yüksek hallerin sahibi Allah dostları Sahâbe-i Kiram'dan sonra da devam etmiştir. Hatta, birbirlerine bağlı zincir halkaları gibi bir silsile halinde, biri diğerine vazifesini devrederek günümüze kadar gelmişlerdir.

     

    Tasavvufta iki silsile mevcuttur. Biri, Zikr-i Hafi = Gizli Zikir Silsilesi, diğeri Zikr-i Cehri = Açık Zikir Silsilesi.

    Gizli zikir silsilesi Hazreti Ebubekir Efendimize dayanır. Açık zikir silsilesi de Hazreti Ali Efendimize dayanır. Tasavvuf erbabı her fert, mutlaka bu iki silsileden birine bağlanır.Bütün tarikatlar=yollar, bu iki ana koldan gelmişlerdir. Daha sonraları bu iki kol,

     

    1. Nakşi Silsilesi

    2.Kaadiri Silsilesi diye anılmıştır.

     

    Bu silsilere Silsil-i Zeheb (Altun Silsile), Silsile-i Kibrîti Ahmer isimleride verilmiştir.

     

    Altun Silsil'yi teşkil eden zevat-ı kiram'ın adedi 33'dür. bu sırlardan bir sırdır.

     

    Mürşid-i Kâmilin Vasıfları

     

    Her şeyin hakikisi ve sahtesi bulunduğu gibi mürşidi kamilinde hakikisi ve sahtesi mevcuttur.

     

    Sahtesinin şerrinden kotrunmak ve hakikisine kavuşmak için Cenâb-ı Hakka çok iltica etmek lazımdır. Çünkü her devirde sahteleri, hakikilerinden çok fazla olmuştur.

     

    Sahtesinde bulunan en açık vasıflar şunlardır:

     

    1- Sahte mürşid, en başta dinin emirlerine ve Resülüllah Efendimizin sünnetine uymaz.

    2- Her devirde görülen en açık misali kadın erkek münasebetlerindedir.Kadın cemaatle bir arada bulunur. Kadınlara elini öptürür.

    3- Sahte mürşidin, sohbetlerinde ve toplantılarında rüyaya çok geniş yer verilir.

    4- Hadis-i şeriflere ve ayeti kerimelere ulemanın verdiği manaların dışında manalar verilir. Sünnetler yanlış yorumlanır.

    5- Dinin yayılması için değil, kendi tarikatının yayılması için çalışılır.

    6- İnsanların hidayete ermeleri için çalışmaktan ziyade istikameti düzgün insanlarla uğraşır ve onlarla meşgul olur.

    7- Mekruhlara ehemmiyet vermez.

    8- Nafile ibadetleri insanların gözü önünde yapar.

    9- Zamanlı zamansız, yerli yersiz insanların gözü önünde ağlar.

    10- Çoğu Vahdet-i vücud'a inanır.

    11- Namazını hep Mekkede kılıyor diye ve buna benzer nice şeyleri şakşakçılarına yaydırır.İlk zamanlar buna tabi olanlar büyük bir zevk duyar, huzur alır, ibadete bağlılığı artar. Şeytan o kimseyi sahte mürşide bağlamak için ondan vesveseyi kaldırır, o kimsenin kolayca ve zevkle ibadet etmesini sağlar. Fakat daha sonra onu daha büyük ve delalete sokar.

    13- Erkek ve kadın mürüdlerine bol keseden halifelikler vererek onları dünya menfaatiyle kendilerine bağlar.

     

    Gerçek Mürşid

     

     

    "Ağaç nasıl ki, gövdesinden değil de, meyvesinden iyi anlaşılırsa, mürşid-i kâmil olan kişilerde, gösterişli zahir hallerinden değil, meyve ve mensuplarından yani yetiştirdikleri kimselerin güzel hallerinden anlaşılır. Ve bu süretle kendilerine tabi olmak, manevi feyzinden her hususuta istifade etmek caiz ve sahih olur. şöhreti arşa çıksa, hakiki mürşidin misali, meyvesidir." (2)

     

    Üveysi İrşad

     

    Bir mürşid-i kamil vefat ettikten sonra da istediği bir kimseyi irşad edebilir. Kendi ruhaniyetinden yardım isteyen birine yardımlarda bulunur ve onu manene terbiye eder. İşte bu şekilde cismen değil de manen terbiye olma haline tasavvufta "Üveysi" olarak irşed olma ha denir. bu hal ilk defa Veysel Karani Hazretlerine vaki olmuştur. Resülüllah Efendimizi bizzat görmemiş ancak, ruhaniyetinden istifade ederek irşad olmuştur.

     

     

     

     

    Kaynaklar:

    1) Altun Silsile, Abdülkadir Dedeoğlu, Osmanlı Yayınevi,

    2) Süleyman Hilmi Tunahan

    3) Mektubat-ı Rabbani

    4) Yusuf, 53

    5) Araf, 179

×
×
  • Create New...