Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Mehmet Cemal

Üye
  • Content Count

    45
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    2

Posts posted by Mehmet Cemal


  1. Molla28 kardeşim yazının güzel oluşunun benimle alakası yok, övgülerinden dolayı mesut oldum. Allah u teala razı olsun.Yazıyı açan arkadaşa karşıda kişisel bir husumetim yok amacımda asla arkadaşı incitmek, kalbini kırmak değil ama ehl-i sünnet alimleri kılı kırk yararak bu konularının üzerinde durmuşlar, ömürlerini islamiyete hizmet için harcamışlar, biz de onlara saygısızlığa karşı onların yazılarından kopyala-yapıştır yaparak cevap hazırladık, o kadar. Yazım etkili ise tek sebebi Ehl-i sünneti savunmamdır.


  2. Siz ehl-i sünnet dışı ibn-i teymiyye ve vehhabiliğe göre düşündüğünü bile bilmeyen,okuduğu metinleri anlamadan yorumlayan, belliki;ilimsiz ve fikirsiz, seviyesiz,yüzeysel aklın en ilkel örneklerinden birisiniz. Üstad gibi hayatı boyu Ehl-i sünnet aşığı ve müdafii kişi adına kurulmuş bir sitede vahhabilik propagandası yapmanız korkunç....

     

    Olayın hakikat kitabevi ile de alakası yok siz bizatihi islam alimlerine ve ehl-i sünnete saldırıyosunuz. İddialarınıza İslam alimlerinin vermiş olduğu cevapların tümünü yazacak olsam kitap olur ama bir kısmını aktaralım.

    Ölüden yardım istemek şirk mi?

     

    Sual: Selefiyiz diyen necdiler, bir iş yapılırken sebebine yapışmaya, enbiyadan, evliyadan şefaat ve yardım istemeye şirk diyorlar. Bu şefaat ve yardım isteği, Allah’ın yaratıcılığını inkâr etmek midir?

    CEVAP

    Hâşâ öyle değildir. Bu şefaat ve yardım, Allah’ın yaratıcılığını inkâr etmek değildir. Bulut vasıtası ile Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilaç içerek Allahü teâlâdan şifa beklemek, bomba, füze, uçak kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek gibidir. Bunlar sebeptir. Allahü teâlâ, her şeyi sebeple yaratmaktadır. Bu sebeplere yapışmak, şirk değil, dinin emridir. Peygamberler sebeplere yapıştılar. Allahü teâlânın zafer vermesi için, savaş vasıtaları yapıldığı gibi, Allahü teâlânın duayı kabul etmesi için de, Peygamberin, Evliyanın ruhlarına gönül bağlanır.

     

    Allahü teâlânın elektromagnetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allah’ı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir. Çünkü, radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren Allah’tır.

     

    Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir. Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez. Müslüman, sebeplere, mahluklara, tesir, hassa veren Allahü teâlâyı düşünür. İstediğini Ondan bekler. Geleni Allahü teâlâdan bilir. Müminler, (Yalnız Senden yardım isteriz) âyetini, (Ya Rabbi, dünyadaki arzularıma, ihtiyaçlarıma kavuşmak için maddi, fenni sebeplere yapışıyor ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum. Bunları yaparken ve her zaman, dilekleri verenin, yaratanın yalnız sen olduğuna inanıyorum. Yalnız senden bekliyorum!) şeklinde anlarlar. Peygamber gibi evliya da, gaybı bilmez. Allahü teâlâ bildirirse, ancak onu söyler. Evliya, yoku var; varı da yok edemez. Kimseye rızık veremez, çocuk yapamaz, hastalığı gideremez.

     

    Bunun için hacetini bizzat Evliyadan bekleyerek, Evliyaya adak yapmak caiz olmaz. Ancak şarta bağlı olarak evliyaya adak yapmak, kendisini, günahı çok, dua etmeye yüzünün olmadığını düşünerek, mübarek birini vesile edip, onun hürmetine Allahü teâlâya yalvarmak şeklinde olursa mahzuru olmaz.

     

    Yine bu necdiler, “İlaç hastalığıma iyi geldi demek şirktir, Terörist çocuğu öldürdü demek de şirktir” diyorlar. Evet öldüren de dirilten de yalnız Allahü teâlâdır.

    Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

    (Dirilten ve öldüren yalnız Odur.) [Yunus 56]

     

    (Ölüm zamanında insanı, Allah öldürüyor.) [Zümer 42]

     

    Azrail öldürdü, Azrail can aldı demek de mecazidir. Öldüren, hastaya şifa veren Allah’tır. Çünkü Allahü teâlâ, (Hasta olduğum zaman ancak O bana şifa verir) buyuruyor. (Şuara 80)

     

    Cenab-ı Hak her şeyi sebep ile yaratıyor. İlaçsız da şifa verir ama, ilacı sebep kılıyor. Her şeyi yaratanın, şifa verenin Allahü teâlâ olduğunu bilen bir Müslümanın, (Aspirin başımın ağrısını giderdi), (Falanca falancayı öldürdü), (Azrail babamın canını aldı) veya (Doktor, hastayı iyileştirdi) demesi şirk ve günah değildir. Bu bir mecazdır. Böyle örnekler Kur’an-ı kerimde de çoktur:

    (Öldürmek için vekil yapılmış olan melek sizi öldürüyor.) [secde 11]

     

    (Körlerin gözünü açar, baras hastalığını iyi eder ve Allah’ın izni ile ölüleri diriltirim.) [A. İmran 49]

     

    Birinci âyette Allah’ın izni ile meleğin öldürdüğü, ikinci âyette de Hazret-i İsa’nın ölüyü dirilttiği bildiriliyor. Evliya da Allah’ın izni ile kendisinden isteyene yardım ediyor. Allahü teâlânın kudretinden niye şüphe edilir ki?

     

    Evliya, Enbiya yaratıcı değildir

    Necdi denilen kimseler, (Peygamber mucize, evliya keramet gösterir demek şirktir. Çünkü insana yaratıcılık vasfı verilmiş olur. Bunun için peygamberin veya evliyanın kabrini ziyaret edip onlardan şefaat istemek, onların hürmetine dua etmek şirktir) diyorlar. Bu zihniyetteki insanlar eshab-ı kiramın kabirlerini yıkıp yerle bir etmişlerdir.

     

    Buhari’deki hadis-i şerifte, Beni İsrail’den gaibi bilen, keramet sahibi zatların bulunduğu ve bu ümmetten de Hazret-i Ömer’in onlar gibi keramet sahibi bir zat olduğu bildirilmektedir. Hazret-i Âdem, çok dua etti ise de kabul olmadı. Peygamber efendimizi vesile ederek, Onun hürmeti için dua edince duası kabul oldu. Allahü teâlâ, (Ya Âdem! Habibimin ismi ile, her ne isteseydin kabul ederdim, O olmasaydı seni yaratmazdım) buyurdu. (Beyheki)

     

    Hülasat-ül-kelam’da Resulullahı ve evliyayı vesile ederek dua etmenin caiz olduğu bildiriliyor. Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir:

    (Ya Rabbi, senden isteyip de verdiğin zatların hatırı için, senden istiyorum.) [İbni Mace]

     

    (Çölde yalnız kalan kimse, bir şey kaybederse, “Ey Allah’ın kulları bana yardım edin!” desin; çünkü Allahü teâlânın, sizin göremediğiniz kulları vardır.) [Taberani]

     

    (Hayvanı kaçan, “Ey Allah’ın kulları bana yardım edin, Allah da size acısın” desin!) [Hısn-ül hasin]

     

    (İbrahim Peygamber gibi 40 kişi her zaman bulunur. Onların bereketiyle gökten yağmur yağar, suya kavuşulur, yardım görülür ve zafere kavuşulur. Onların yerine yeni birisi gelmedikçe, içlerinden biri ölmez.) [Taberani]

     

    (Çölde veya ıssız bir yerde hayvanını kaybeden kimse, "Benim için o hayvanı bulun" desin! Çünkü yeryüzünde, [sizin görmediğiniz] Allahü teâlânın öyle hazır kulları vardır ki, o hayvanı o kimse için bulup getirirler.) [Ebu Ya’la, Taberani, İbni Sünni]

     

    (Ebdal kırk kişidir. Bunların bereketi ile düşmana galip gelirsiniz ve belâ gelmesinden kurtulursunuz.) [İbni Asakir]

     

    (Her asırda iyiler bulunur. Bunlar beşyüz kişi olup kırkı ebdaldir. Her ülkede bulunur.) [Ebu Nuaym]

     

    (Yeryüzünde her zaman [ebdallerden] kırk kişi bulunur. Her biri İbrahim aleyhisselam gibi bereketlidir. Bunların bereketi ile yağmur yağar. Biri ölünce, Allahü teâlâ, onun yerine başkasını getirir.) [Taberani]

     

    (Dünya ebdaller sayesinde ayakta durur. Allahü teâlânın yardımı onların bereketi ile gelir.) [Taberani]

     

    (Ebdaller, bid’at ehli değildir. Bâtıl ve günah söze dalmazlar.) [İbni Ebiddünya]

    Allah’tan başkasından yardım istemek

     

    Sual: Biz bir insan olarak herkesten yardım istiyoruz. (Allah’tan başkasından, ne türlü olursa olsun, yardım istemek şirktir) diyorlar. Bunun caiz olan ve olmayan kısımları nedir? İstigâse, isti’ane, tevessül, teveccüh, vesile ne demektir? Caiz olanı ne, caiz olmayanı nedir?

    CEVAP

    Hepsi caizdir. Caiz olmayan tek şey, Allah’tan başkasını yaratıcı bilmek, Allahü teala dilemeden onun kendiliğinden fayda ve zarar verebileceğine inanmaktır. Normal bir Müslüman da zaten Allah’tan başkasını yaratıcı bilmez. Şimdi bu hususların hepsini örneklerle açıklayalım:

     

    İstigâse:

     

    Şefaat dileme, yardım isteme, Allahü teâlâdan bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, Peygamberleri ve evliya zatları, sevdiği kullarını vesile ederek yani araya koyarak isteme, yalvarma, dua etme demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

    (Kıyamette insanlar, önce Âdem, sonra Musa ve sonra Muhammed [aleyhimüsselâm] ile istigase ederler.) [buhari]

     

    İstigase olunan, yardım istenilen ve yardımı yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Ancak peygamberler, evliya zatlar, salih kullar ve benzerleri birer vasıtadır, vesiledir yani sebeptir. İstenilen şeyi yaratan, ise yalnız Allahü teâlâdır. (Şevahid-ül-hak)

     

    İmam-ı Sübki buyuruyor ki:

    Resulullah ile tevessül etmek, yani istigâse etmek, ondan şefaat istemektir. Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslam âlimlerinden hiçbiri buna karşı bir şey dememiştir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkâr etti. Böylece doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelen âlimlerden hiçbirinin söylemediği bir bid’at çıkardı. Bu bid’ati ile müslümanların diline düştü. (Camius-sagir şerhi)

     

    Vehhabiler, (Allah’tan başkasından yardım istemek, ona sığınmak şirktir) diyorlar. Allah’tan başkasını yaratıcı bilmek şirktir. Bunu bilmeyen hiçbir müslüman yoktur; fakat başkasından da istigase olunacağını, mecaz olarak söylemek caizdir; çünkü bir âyet-i kerime meali şöyledir:

    (Onun kavminden olan, düşmanına [kıbtiye] karşı, ondan [Musa aleyhisselamdan] istigase [yardım] istedi.) [Kasas 15]

     

    Hadis-i şeriflerde de buyruldu ki:

    (Ya Rabbi, senden isteyip de verdiğin zatların hatırı için, senden istiyorum.) [İ. Mace]

     

    (Yardım isteyen kimse, Ey Allahın kulları bize yardım edin desin!) [Hısn-ül-hasin]

     

    Son iki hadis-i şerif, yanında olmayan kimseye seslenerek, ondan yardım istemeyi emretmektedir. (El-Üsûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il-vehhâbiyye)

     

    Her şeyi yaratan Allah’tır. (Sebeplere yapışın) buyurduğu için, bir sebebe yapışılır. İbni Kemalpaşazade hazretlerinin Hadis-i erbain’de bildirdiği, (Bir işinizde, sıkışıp bunalınca, kabirdekilerden yardım isteyin) ve Deylemi’nin bildirdiği (Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı) hadis-i şerifleri de, Allahü teâlânın izniyle, ölülerin dirilere yardım edebildiğini göstermektedir. (M. Nasihat)

     

    İmam-ı Birgivi buyuruyor ki: Bir hadis-i şerifte, (Bir müminin kabrini ziyaret ederken, “Ya Rabbi! Muhammed aleyhisselam hürmetine, buna azap yapma” denirse, Allahü teâlâ, kıyamete kadar azabını durdurur) buyurulmaktadır. (Etfal-ül-müslimin)

     

    Kabirdeki ölüde his bulunduğunu bildiren çok hadis-i şerif vardır. Eshab-ı kiram ve Tabiin-i ızam, Kabr-i seadet’i ziyaret ve istigase ederdi. Bunun için çok kitap yazılmıştır. Hısn-ül-hasin kitabında, (Duanın kabul olması için, Peygamberleri ve salih kulları vesile etmelidir) buyuruluyor. İmam-ı Sübki hazretleri, Resulullahı ve Evliyayı ziyaretin ve ruhlarından istigase etmenin caiz olduğunu ispat etmektedir. (Şifa-üs-sikam)

     

    İsti’ane:

     

    İstiane de yardım istemek demektir. Resulullah efendimizden ve Evliyadan şefaat istemek, istiane yani yardım istemek, Allahü teâlâyı bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak demek değildir. Bulut vasıtasıyla Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilaç içerek Allahü teâlâdan şifa beklemek, top, bomba, füze, uçak kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek, hep Allahü teâlâdan istianedir. Bunlar sebeptir. Allahü teâlâ, her şeyi sebeple yaratmaktadır. Bu sebeplere yapışmak, şirk değil, dinin emridir.

     

    Peygamberler hep sebeplere yapıştılar. Allahü teâlânın yarattığı suyu içmek için çeşmeye, Onun yarattığı ekmeği yemek için fırıncıya gidildiği ve Allahü teâlânın zafer vermesi için, savaş vasıtaları ve talim terbiye yapıldığı gibi, Allahü teâlânın duayı kabul etmesi için de, Peygamberin, Evliyanın ruhlarına gönül bağlanır. Allahü teâlânın elektromanyetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allahü teâlâyı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir; çünkü radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir.

     

    Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez. Müslüman, sebepleri, vasıtaları kullanırken, sebeplere, mahlûklara, tesir, hassa veren Allahü teâlâyı düşünür. İstediğini Allahü teâlâdan bekler. Geleni Allahü teâlâdan bilir. Kıpti’den kurtulmak için Musa aleyhisselamdan istigase eden yani yardım isteyen kişinin yardımını bildiren âyet-i kerimenin manası da, böyle olduğunu göstermektedir.

     

    Müminler her namazda Fatiha suresini okurken, (Ya Rabbi, dünyadaki arzularıma, ihtiyaçlarıma kavuşmak için maddi, fenni sebeplere yapışıyor ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum. Bunları yaparken ve her zaman, dilekleri verenin, yaratanın yalnız Sen olduğuna inanıyorum. Yalnız Senden bekliyorum!) demektedir. Her gün böyle söyleyen müminlere müşrik denilemez. Peygamberlerin, Evliyanın ruhlarından yardım istemek, Allahü teâlânın yarattığı bu sebeplere yapışmaktır. Bunların müşrik olmadıklarını, halis mümin olduklarını Fatiha suresinin bu âyeti açıkça haber vermektedir. Vehhabiler maddi, fenni sebeplere yapışıyor, nefislerinin isteklerine kavuşmak için, her vesileye, her çareye başvuruyorlar. Peygamberleri ve Evliyayı vesile edinmeye de şirk diyorlar.

     

    Tevessül:

     

    Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesile, sebep yapmak demektir. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak, Onların hatırı, hürmeti için diyerek dua etmek veya bu suretle yapılan duaya denir. İstigâse ve teşeffû da denir.

     

    İmam-ı Sübki buyuruyor ki:

    Resulullah efendimizle tevessül etmek iki türlü olur:

    Birincisi, Onun yüksek mertebesi, bereketi için Allahü teâlâdan istemektir. Böyle dua ederken, tevessül, istigase ve teşeffu sözlerinden her biri kullanılabilir. Üçü de, aynı şeyi bildirmektedir. Bu kelimeleri söyleyerek dua eden, Resulullahı vesile ederek, Allahü teâlâdan istemektedir. Onu vasıta kılarak Allahü teâlâdan istigase etmektedir. Dünya işlerinde de, bir kimseden, onun çok sevdiğini vesile ederek bir şey istenilince, hemen vermektedir.

     

    İkincisi, dileğe kavuşmak için, Resulullahın Allahü teâlâya dua etmesini, Ondan istemektir; çünkü O, kabrinde diridir. İstenileni duyup anlar ve Allahü teâlâdan ister. Kıyamet günü de şefaat etmesi istenilecek ve şefaat edecektir ve şefaati kabul olunacaktır. (Şevahid-ül-hak)

     

    Şihabüddin-i Remli hazretleri buyuruyor ki:

    Peygamberler ve Veliler öldükten sonra da, kendileriyle tevessül, istigase olunur. Peygamberler ölünce mucizeleri bitmez. Veliler ölünce de, kerametleri kesilmez. Peygamberlerin mezarda diri olduklarını, namaz kıldıklarını, hac yaptıklarını, hadis-i şerifler açıkça bildirmektedir. Şehidlerin de diri oldukları, kâfirlerle harb ederken yardım ettikleri bilinmektedir. (Şevahid-ül-hak)

     

    Hülasat-ül-kelam kitabında deniyor ki:

    Tevessül, istigase ve teveccüh, hep aynı şey demektir. Hepsi caizdir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

    (Kıyamette insanlar, önce Âdem aleyhisselama istigâse edeceklerdir) [buhari]

     

    Hazret-i Ömer, kıtlık olduğu zaman Peygamber efendimizin amcası hazret-i Abbas ile tevessül etti. Yani onu vesile ederek Allahü teâlâdan yağmur istedi. (Yâ Rabbi! Kıtlık olduğu zaman, Resulullah efendimizle sana tevessül ederdik. Sen bize yağmur verirdin. Şimdi sana, Resulullah efendimizin amcasıyla tevessül ediyoruz. Bize yağmur ihsân et!) diye dua edince, Allahü teâlâ onlara yağmur verdi. (Buhari)

     

    Asırlardır, doğru yolda olan müslümanlar, Allahü teâlânın sevgili kullarını vesile ederek dua etmişler, böylece arzu ve isteklerine kavuşarak sıkıntılardan kurtulmuşlardır. Duanın kabul olması haram lokma yememeye bağlıdır. Bu ise, ancak Cenab-ı Hakk’ın sevdiklerinde mümkündür. Ölü veya diri Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak yapılan dua, onların bereketiyle ve hatırları için kabul olmaktadır. Daha önce yapılmış olan salih amellerle de tevessül yapılır. (S. Ebediyye)

     

    Mezhepsizler diyor ki:

    (Allahü teâlâdan başka bir şeyin bir iş yaptığını söyleyen, müşrik olur. Mesela, “Filân ilaç ağrıyı kesti”, “Terörist falancayı öldürdü” veya “Resulullahın kabri şerifi yanında veya falanca evliya zatın mezarı yanında Allahü teâlâ duamı kabul etti” diyen müşrik olur.)

     

    Mecaz nedir?

     

    Mezhepsizler , mecaz ve isti’ânenin ne demek olduğunu anlayamıyorlar. Bir kimsenin bir işi yaptığını söylemeye, bu söz mecaz olarak söylenmiş olsa da, hemen şirk diyorlar. Hâlbuki Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimin birçok yerinde, bir işin hakiki yapıcısının kendisi olduğunu, mecazi yapıcısının da kullar olduğunu bildirmektedir.

     

    Hakiki hâkim

     

    Hakiki hâkim Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali:

    (Hüküm, ancak Allah’ındır. [Yani hüküm verme yetkisi, hâkim olan yalnız Allahü teâlâdır.]) [Enam 57]

     

    (Aralarındaki anlaşmazlıklarda, seni hâkim [veya hakem] yapmadıkça, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65]

     

    Birinci âyet-i kerime, hakiki hâkimin, yalnız Allahü teâlâ olduğunu bildiriyor. İkinci âyet-i kerime ise, insana da, mecaz olarak hâkim denileceğini bildiriyor. İnsanlara mecazen böyle hâkim, hakem, hüküm veren gibi şeyler söylemek şirk olmaz.

     

    Dirilten ve öldüren

     

    Dirilten ve öldüren yalnız Allahü teâlâdır. Dört âyet-i kerime meali şöyledir:

    (Dirilten ve öldüren, yalnız Odur.) [Yunus 56]

     

    (Ölüm zamanında insanı, Allahü teâlâ öldürüyor.) [Zümer 42]

     

    (Öldürmek için vekil yapılmış olan melek sizi öldürüyor.) [secde 11]

     

    (Âdem aleyhisselamın oğlu, kardeşini öldürdü.) [Maide 30]

     

    İlk iki âyette öldürenin Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Üçüncü âyet-i kerimede insanları bu işle vekil olan meleğin öldürdüğü bildiriliyor. Dördüncü âyette ise, bir insanın diğerini öldürdüğü mecaz olarak bildiriliyor. (Anarşistler üç polisi öldürdü) demek niye şirk olsun ki?

     

    Hastaya şifa veren

     

    Hastalara şifa veren yalnız Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali şöyledir:

    (Hasta olduğum zaman, bana ancak O [Allahü teâlâ] şifâ verir) [Şuara 82]

     

    ([Hazret-i İsa diyor ki:] A’mânın gözünü açarım ve Baras illetini iyi ederim ve Allahü teâlânın izniyle, ölüleri diriltirim.) [Âl-i İmran 49]

     

    Birinci âyet-i kerimede şifa verenin Allahü teâlâ olduğu bildirilirken ikinci âyette mecaz olarak İsa aleyhisselamın şifa verdiği bildiriliyor. Hatta ölüleri dirilttiği bildiriliyor. Hâlbuki yukarıda bildirilen âyet-i kerimede, öldürüp diriltenin yalnız Allahü teâlâ olduğu bildirilmişti. Demek ki şifa vermek, diriltmek, mecaz olarak insanlar için de kullanılabiliyor.

     

    Çocuk veren

     

    Evladı da Allahü teâlâ verir. İbrahim aleyhisselamın, (Ey Rabbim! Bana salihlerden bir oğul ihsan et!) diye bir evlat istediği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. (Saffat 100)

     

    İbrahim aleyhisselamın hanımı Sara validemiz de, Allahü teâlânın çocuk vereceği müjdesini duyunca, (Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyarken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey) demiştir. (Yunus 72)

     

    Allahü teâlâ onlara İshak aleyhisselamı vermiştir. (Enam 84)

     

    Evladı Allahü teâlâ verdiği halde, Cebrail aleyhisselam, Meryem validemize mecaz olarak, (Ben, sana temiz bir oğlan vermek için, Rabbinin gönderdiği elçiyim) dedi. (Meryem 19)

     

    Hakiki sahip, gerçek dost

     

    İnsanın hakiki sahibi Allahü teâlâdır. Üç âyet-i kerime meali:

    (Allahü teâlâ, iman edenlerin velîsi yani sahibidir.) [bekara 257]

     

    (Sizin velîniz yani sahibiniz, Allah ve Resulüdür.) [Maide 56]

     

    (Nebi, müminlere kendilerinden daha çok sahiptir.) [Ahzab 6]

     

    Veli kelimesi, burada sahip, malik, dost anlamındadır. Birinci âyet-i kerimede iman edenlerin sahibinin Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Üçüncü âyet-i kerimede ise, Peygamber efendimizin de müminlerin sahibi, dostu olduğu bildiriliyor. Bunlar gibi hakiki yardımcı, Allahü teâlâdır. Kullarına da, mecaz olarak muin demiştir. Muin, yardım eden, yardımcı demektir. Bir âyet-i kerime meali:

    (İyilikte ve takvada birbirinize, yardımcı olun!) [Maide 2]

     

    İnsanların kulu

     

    Mezhepsizler, Allah’tan başkasının kulu diyene, mesela Abdünnebî, Abdürresul, peygamberin kulu diyen müslümanlara müşrik diyorlar. Bazı mezhepsizler de, (Osmanlılarda, insan, Allah’ın değil, padişahın kuluydu. Onun için padişah, halka kullarım derdi. Sultanlık sistemine karşı çıkmak, soylu mücadele vermektir) diyorlar. Hâlbuki bir âyet-i kerime meali şöyledir:

    (Evli olmayan kadınlarınızı, kullarınızdan ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin!) [Nur 32]

     

    Âyet-i kerimede görüldüğü gibi kulların da kulları oluyormuş. Padişahın kulları demenin mahzuru olmadığını bu âyet-i kerime de açıklıyor. Kul kelimesinin, köle, hizmetçi anlamı da vardır. Yeniçeri askerlerine de kul denirdi.

     

    İnsana rab denir mi?

     

    İnsanların hakiki Rabbi, Allahü teâlâdır. Ancak mecaz olarak, başkasına da rab demek caizdir. Yusuf aleyhisselamın, padişaha rab dediği şu âyet-i kerimeyle bildiriliyor:

    (Rabbinin [melikin, hükümdarın, efendinin] yanında beni an [ki beni zindandan çıkarsın!]) [Yusuf 42]

     

    Rab, ilah manasına geldiği gibi, efendi, yetiştiren, terbiye eden anlamlarına da gelir. Mezhepsizler, işte böyle kelimeleri kullandı diye, müslümanlara müşrik demekten hiç çekinmiyorlar.

     

    Peygamberden yardım istemek

    Sual: Cin suresinin 18. âyetinde, (Mescidler, Allah’ındır. O halde orada Allah ile birlikte başkasına dua etmeyin! Onlara yalvarmayın!) âyetine rağmen Peygamberden veya Evliyadan yardım istemek şirk olmaz mı?

    CEVAP

    Bildirilen âyet-i kerimede yasak edilen dua, ilim dilinde kullanılan dua demektir. Yani tapınarak yapılan duadır. Bu dua, ancak Allahü teâlâya olur, fakat bir kimse, yalnız Allahü teâlâya tapınılacağını, yalnız Ona dua edileceğini, Allahü teâlâdan başka kimsenin yaratıcı olmadığını, her şeyi Onun yaptığını bilerek, Peygamberleri ve Evliyayı vesile eder, onların Allahü teâlânın sevgili kulları olduklarını ve Allahü teâlânın, onların ruhlarına, insanlara yardım edebilmek kuvvetini verdiğini düşünerek, ruhlardan yardım beklerse, caiz olur. Onlar, mezarlarında, bilmediğimiz bir hayatla diridirler. Ruhlarına, kerametler ve tasarruf kuvveti ihsan edilmiştir. Böyle inanan kimseye müşrik demek çok yanlıştır. (F. Bilgiler)

     

    İmam-ı Kurtubi hazretleri bu âyet-i kerimenin tefsirinde buyuruyor ki:

    Hristiyanlar kiliseye ve Yahudiler havraya girdiklerinde Allah’a ortak koşuyorlardı. Allahü teâlâ, mescidlere girilince, sadece Allah’a dua ve ibadet etmelerini, kitap ehli gibi yapmamalarını emrederek, (Dua ve ibadete kendilerine tapınılmış put veya başka herhangi bir şeyi ortak koşmayın!) buyurmaktadır. (Kurtubi)

     

    Celaleyn tefsirinde de, bu âyette, (Kilise ve havralarda Hristiyanlarla Yahudilerin yaptıkları gibi Allahü teâlâya ortak koşmayın!) buyurulduğu bildiriliyor.

     

    Netice olarak bu âyet-i kerimenin, Peygamberden veya Evliyadan yardım istemekle hiç alakası yoktur. Âhir zamanda böyle düşünen kimselerin çıkacağını Peygamber efendimiz, 14 asır önce mucize olarak bildirmiştir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:

    (Müslüman ismini taşıyıp da, en çok korktuğum kimseler, Kur’anın manasını değiştirenlerdir.) [Taberani]

     

    (Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanlara yükletirler.) [buhari]

     

    Not: Adminin bu konuyu kafalarda soru işareti bırakmaması ve yazının tamamını okumayanların yanlış şeyler öğrenmemesi için kaldırması lazım acizane fikrim..

    • Like 2

  3. Ictihaddan girmişken. Şimdi hadiste efendimiz sahabiyi ilmi yaymasi için gönderdiğinde ne buyurdular.kuranda ve sunnette delil bulamayınca rey ve ictihada başvurmasi telkin edildi. Şimdi acın sahihi buhariyi ki dun okudum. "saç ekene ektirene,dövme yapana yaptırana lanet olsun"hadisini ibn omar rivayet etmiş mi etmemiş ki bakın.

     

    Sayın Mualif,

     

    Allah resulu sahabesine Kuranda ve sünnetde delil bulamayınca diyor, zaten Ashabı kiramın hepsi müçtehiddi onlar Ayetlerden ve Hadis i şeriflerden hüküm çıkarabilirler ama senin benim çıkarmamız imkansız bu sebepten mezheplere uyuyoruz. Yazmış olduğun Hadisi şerifi bile alimler nasıl açıkladıysa öyle anlayabiliriz. Yoksa Allah resulu mualif bakta ayete, hadise bir içtihadda sen yap demiyor. Meseleye örnek vericek olursak Peygamber Efendimiz fatihasız namaz olmaz buyuruyor. İmam ı Rabbani Hazretleri tam 3 yerde bu hadişi şerifi gördüm diyor ama ben mezhep imamım olan İmam ı Azam hazretlerine uyarım ve cemaatle namaz kılınırken fatiha okumam buyuruyor, bunun gibi onlarca meselede içtihadla hadis çakışıyor gibi görünür ama hadislerden çıkarılması gereken muradı müçtehidler anlar, öbür türlü her önüne gelen ben bu hadisten şu manayı çıkarırım ben başka birşey çıkarırım der günümüzde bazı alim kisvesindeki sahtekarların yaptığı gibi ortalık karman çorman olur. Mesele anlaşılmıştır inşallah. Not: (Ben yazımda saç ektirmek uygundur filan demiyorum Sünnetden bizim ölçü çıkaramayağımızdan bahsettim)

    • Like 1

  4. İki Deniz’in Buluşması,

     

    Mustafa Miyasoğlu ve Muzaffer Doğan’ın katılımlarıyla gerçekleştirilecek olan “İki Deniz’in Buluşması” (Abdulhakim Arvasi, Necip Fazıl Kısakürek) adlı konferans 11 Ocak 2012 Saat: 19:00 ‘da Saray Kültür Merkezinde gerçekleştirilecektir. Pursaklar Belediyesi tüm Pursaklar Halkını İki Deniz’in Buluşması adlı konferansa davet ediyor.

     

     

     

    Yer: Saray Kültür Merkezi

     

    Tarih: 11 Ocak 2012

     

    Saat:19:00

     

     

     

    http://www.pursaklar...izin-bulusmasi/

     

     

     

    Not: Konferansın adı bence biraz hatalı olmuş ama Üstadı gerçekten tanıyan insanların konferans vermesi açısından katılmaya değer...

    • Like 1

  5. Arkadaşlar,

     

    Meseleyi neden cemaatler arası tartışmaya taşıyorsunuz anlamıyorum. Ben İsmailağa Cemaatinin çok defalar sohbetine katıldım, şu an Ankara'da değilde Kayseri de yaşıyor olsam halen de katılıyorum olurdum, hakeza Dinimizislam.com sitesini de yıllardır takip ederim bu cemaatten de tanıdıklarım çok, her iki cemaat de Ehli sünnet vel cemaat ve bir kaç konu hariç meselelere aynı şekilde bakıyor, aynı düşünüyorlar. Ayrı düştükleri konularda ise yine kendi kafalarına göre değil farklı İslam Alimlerini ölçü aldıkları için ayrı düşüyorlar anladığım kadarıyla...

    Mektubatçı Bayram Ali Hoca, Allah u teala mekanını cennet eylesin, Allah bize böyle alimler nasip eylesin, böyle alimler kolay yetişmiyor ama M.İkbal konusunda yanlış görüş sahip olması, M.İkbal'i sapıklıktan kurtarmaz,eğer Bayram Ali Hoca yaşıyor olsaydı ve ona da gösterseydik kitaplarındaki sapık fikirleri o da savunmaktan vazgeçerdi, olay bu kadar açık ve basit, sonra her insan hata yapabilir, Beyazıd i Bestami Hz. evliyanın en büyüklerindendir. Mevlana Hz. ile Şems i Tebrizi Hz. tanışmalarında bir çok farklı aktarım var ama Mevlana Hz.Şems i Tebriziye sormuş olduğu soruda Beyazid i Bestami Hz. yanlış bir söz söylediğini görüyoruz, bu hata onun büyük olmasını da değiştirmez. Bayram Ali Hoca'da hata yaptı diye Alim oluşu değişmez...

    M.İkbal'in ne sapıklığı var derseniz bir tanesini söyleyeyim, 1-2 ay evvel babamın bir arkadaşı kitabını okumuş, 'Cennet ve Cehennem hakkında bunlar psikolojik olaylardır, insan bedenen değil psikolojik olarak acıyı veya zevki hissedecektir.' diyor. Bu misalin bir tanesi ama bir sapığın kitabını neden açıp okuyayım ortada yüzlerce sağlam İslam Aliminin kitabı varken de oturup tespit edeyim hatalarını...

    Fethullah Gülen konusunda yeni bir mevzu açmak istemiyorum ama benim için zaten M.İkbal'den farkı yok ne derse desin...

    • Like 1

  6. Mehmet Cemal demiş ki:

    Üstadın bir kısım talebelerinin de kendisini eleştirdiği bir konu

     

    Kıymetli Gönüldaş, Üstadın talebesi diye ortalıkta dolaşan veletler Üstad'a ancak bir poz kadar yakındır ve Üstadı eleştirmek hadlerine değildir. Bugün kim varsa yoksa tek bir dikili ağacı yoktur Büyük Doğu topraklarında! Üstadın sayılı birkaç Gönüldaşı da külliyatlarla meydandadır. Ve bu gönüldaşlara şahit Gönüşdalar da kabirlerinde...

     

    Umarım zihninizdeki karışıklıklara bir nebze de olsa duruluk getirebilmişimdir.

    Benim şimdilik söyleyeceklerim bunlardan ibaret. Site yönetimi zannediyorum ki bu ara biraz meşgul ve hemen size dönemiyorlar. İnanıyorum ki onlar daha tatminkar cevaplar vereceklerdir.

    Allah iki Gönüldaşımdan da razı olsun.

    Vesselam...

     

    Sevgili Gönüldaş, Öncelikle Üstad eleştirilmez değildir, Üstad her insan gibi hata yapabilir,yanılabilir, olayları yanlış bilebilir, Peygamberler gibi masumiyet sıfatıda yoktur,Üstadı kafanda putlaştırdıysan bunu silmeni tavsiye ederim,Üstadın talebeleri gibi onun yanında bulunmuş çok zeki insanlar değil, sıradan bir insan bile iyi bildiği bir konuda hatasını görürse Üstadın söyleyebilir.Eleştiriyor diye bahsettiğim talebesi Üstadın oğlumdan bile daha fazla severim dediği bir insan ve bir defasında bir olay anlattı Üstad hayattayken yüzüne karşı bir düşüncede yanlış düşündüğünü söylemiş, onun üzerine Üstad o olayla ilgili fikrini tekrar gözden geçirmiş, değiştirdi mi bilmiyorum ama Üstadın yüzüne karşı bile eleştiri yapabilen kişi neden bir konuda yanlış görürse eleştiremesin.

     

    Üstadın Gönüldaşları Külliyatlarda filan yazmışsın nerden tanıyosunda yazıyosun bir adam kitap yazmadı diye cahil mi oluyor, Bu bahsettiğim talebesinin sırf sohbetlerinden not alan bir abimiz 7-8 kitap yazabilirim diyor ama o kişi izin vermiyor, ben yakınen Üstadın hayatında yıllarca yanında bulunmuş 10-15 tane talebesini tanıyorum. Bu talebeler yazmıyolar diye veya ünlü (Milletvekili, Bakan vb.) olmuyolar diye, televizyona çıkmıyolar diye mi yok kabul edilmeleri gerekiyor.

     

    Zihnimde de Üstad konusunda hiçbir karışıklık yok, olucak olsa onu en iyi tanıyanları başta babam olmak üzere tanıyorum onlara sorarım


  7. Üstadın bir kısım talebelerinin de kendisini eleştirdiği bir konu, fakat bir defasında babama sorduklarında babam neden Türk ırkınıın üzerinde durduğunu uzun uzun anlattı. Ben konuya o derece vakıf değilim ama işin özü, Üstadın Türk diye belirli bir ırkın üzerinde durmasının sebebi Türk'ün islam tarihinde oynadığı (başka ırklara nasip olmayan İslamı 3 kıtaya taşımak gibi) önemli rol ve Üstadın İslamın dirilişinin yine Türk ırkı eliyle olucağına inancıdır.Yoksa Üstadın Millet kelimesinden kastının İslam ümmeti olduğu, zerre kadar da ırkçılık yapmadığı malumdur.


  8. T.C. Yahudi Devleti formatında kuruldu/Adnan Berk OKAN

    15 Nisan 2010 Perşembe

    Halil Cibran diyor ki; “Aranızdan biri tökezler de düşerse, arkasından gelenler için ‘düşmüş’ demektir; onun ayağına takılan taş, arkasındakilere uyarı olmalıdır. Önde sağlam ve hızlı adımlarla yürüyenler için de ‘düşmüş’ demektir; çünkü onlar geçip giderlerken taşı kıyıya itmemişlerdir…”

     

    T.C. Yahudi Devleti formatında kuruldu

     

    Unutmayın ki Mustafa Kemal ve arkadaşları da o dönemin Cihan Devletlerinin yardımıyla ve istihbarat teşkilâtının onayıyla kurabilmişlerdi Türkiye Cumhuriyetini…

    Çünkü…

    ***

    “Yeni Düzen”, imparatorluklara son veren, bunun yerine ulus devletleri ön plana çıkaran bir düzen olacaktı…

    Eğer Mustafa Kemal gibi batılı bir paşa olmazsa, Ortadoğu'ya ve Arap Müslümanlara daha yakın bir başka Osmanlı paşası çıkabilir ve yeni düzenin hiç istemediği bir strateji uygulayabilirdi…

    Petrol bölgeleri Amerika’nın ve Avrupa’nın etkinlik alanı dışında kalabilirdi…

    Osmanlı’nın yerine kurulacak yeni devlet de haliyle Amerika’nın ve Avrupa’nın kontrolü dışına çıkabilirdi…

    Bunun için başta Amerika ve İngiltere olmak üzere Fransa ile İtalya da; yeni ulus devletin, Teşkilat-ı Mahsusa’da çalışanlar arasında önemli bir yere sahip olan ve Mason locası tarafından da desteklenen Mustafa Kemal’in önderliğinde kurulmasını istemişlerdi…

    ***

    Osmanlı geleneğinden başlayarak, - Mustafa Kemal dâhil - ülke yönetimine gelmesine izin verilen herkes, Küresel Derin Devletin (Bir zamanlar onlara “Cihan Devletleri” denirdi) ve yerli istihbarat teşkilâtının onayından geçmek zorunda kalmıştı...

    En azından istihbarat teşkilâtına hizmet etmişti...

     

    Biliyorsunuz:

    Enver Paşa Teşkilâtı Mahsusa’nın kurucusu, Talat ve Cemal Paşalar ise teşkilâtın en önemli isimleriydi…

    Bu üç paşa, yaptıkları strateji hatalarıyla imparatorluğu yıkmışlardı…

    Mustafa Kemal ise, Cihan Devletlerinin planladığı cumhuriyeti kurmakla görevlendirilmişti…

    ***

    O günden bugüne hiçbir şey değişmedi...

    Bütün Başbakanlar, CIA’nın ve bizim istihbarat teşkilâtının onayıyla göreve gelebildiler…

    Vadesi dolan başbakan da yine bu iki istihbarat kurumunun onayı veya göz yumması ile düşürüldü...

    ***

    Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak, genç cumhuriyet döneminde de, ülkeyi yönetmeye talip olan ve yönetmesine izin verilen tüm başbakanlar, mutlaka dünya Yahudi Lobisi’nin işaret ettiği, desteklediği ve “kabul” gösterdiği kişilerin arasından seçildi…

    Mustafa Kemal de Selanikli bir aileden geliyordu ve dünya Yahudi lobileri tarafından destekleniyordu...

    Aksi olsaydı başarmasına asla izin verilmezdi…

    Gelmiş geçmiş “En Yahudi Karşıtı”Erdoğan bile Başbakan olur olmaz Yahudi Lobisi’nden “Cesaret Ödülü” aldı…

    ***

    Hâsılı…

    Türkiye Cumhuriyeti, başlangıçta “Bir Yahudi Devleti” formatında kuruldu…

    Biraz gecikme ile de olsa Laikliğin getirilmesi, olası bir İslâm Devleti modelinin önünü kesmekti…

    Ama…

    İlerleyen yıllarda Komünist Rusya’ya karşı “kalkan” olarak kullanılması daha ehemmiyetli hale gelince daha küçük bir benzeri Filistin topraklarında ikame edildi…

    Ve…

    O devleti ilk tanıyanlardan biri de Türkiye Cumhuriyeti Devleti idi…

    ***

    Şimdi işte o Devlet sadece petrol bölgelerinin değil, bütün dünyanın başına “belâ” olmaya başlayınca yeni bir düzen arayışı devreye sokuldu…

    Erdoğan’ın, durduk yerde İsrail Cumhurbaşkanı’nı ve Başbakanı’nı fırçaladığını sananlar aldanıyor…

    Erdoğan, Türkiye Başbakanı’na verilen rolü mükemmel oynuyor…

    Eski iç egemenlerin asıl sıkıntısı da bu…

    Yani küresel dünyanın muhatabı olmaktan çıkarıldıklarını görüyorlar…

    Yani güç kaybediyorlar…

    Yani, statükocu iç egemenler oyun dışı kalıyorlar…

    Milletçe sevineceğimize halen, “Ak Parti Türkiye’yi satıyor!” acizliği yapılmasını bir türlü anlayamıyorum…


  9. 1-birgün menfi birgün müspet makale yayınlamak o gazetenin bir dünya görüşü var ,noktasından hareketle değerlendirilirse nasıl bir manzara ortaya çıkar?düşünün Birgün Üstad a çamur atan bir yazı yazılıyor ertesi gün Üstad mükemmel bir insan diye bir yazı yayınlanıyor bu nasıl bir yayın politikasıdır dalga mı geçiliyor?

    2-gazete bir tartışma platfor mumuki her görüşten insan çıkıp yazılarını yayınlatsında gazete sadece yayınlamak la kalsın.O zaman yarın biri çıkar EFENDİMİZİ kötüle sonra biri çıkar yok öyle değil der ve olay çözülmüş mü olur?

    3.Tarafsız bir gazete olmayacağına göre ve tarafsızlık şahsiyetsizlik demek olduğuna göre gazete böyle bir açıklama mı yapacak?( hak adına tarafsızlık Hakkın taraftarlığıdır ki taraftarlığın hakikatidir,zaten bu ayrı mevzu)

    4-ayrıca böyle önemli mevzuları ele ayağa düşürecek şekilde el atma teşebbüsüne zemin olmak bir gazeteyi suçlamak için kanaatimce yeterli bir sebep. (unutmayalım ki Üstad tarihin Sultan Abdülhamid hz lerinde düğümlü olduğunu söylüyordu)

    5-ayrıca ben bu dünyaya bir defa geldim ve hakikati bulamama ya da yanlış bulma korkusu içerisinde tir tir titremeliyim ve eminim ki benim gibi binlerce genç vardır peki insanlara hakikati bildirmeyi gaye edinen bir gazetenin bu şekildeki bir anlayışla konulara el atıp dahada şüpheli hale getirmesine karşı olmak gerekmez mi?

    6-kimsenin kara kaş kara gözü için değil hakikat adına konuşulacağı için bu konuda böylesine bir uslupla bu konunun ele alınışı ve bu ele alınış ile yazılan bir makalenin yayınlamakta abes bir taraf görmeyen ,liderlerinin de fikirleri ile çelişen yayınlar yapması dolayısı ile hem bize karşı hemde hitap ettikleri insanlara karşı sorumlu değil mi?

     

     

    Güzel ve ilgililer tarafından cevaplanması gereken sorular bence (Gürbüz arkadaşımız herhangi bir cevap vermemiş, sadece özetle olabilir böyle şeyler demekle yetinmiş)


  10. Cumartesi günü olan sohebete katılıyor ve sohbeti o yönetiyor. anlaşılan kendisinitanıyosunuz size anlatmaya gerek yok, benim hayatımda tanıdığım en kültürlü ve zeki insanlardan biri diyebilirim ayrıca Üstadın da "Oğullarımdan daha çok Ali' yi severim" dediği biri. Yorumlarına gelirsek çok uzun burada anlatmak zor...


  11. Vakıfta her çarşmaba oturluyor, üstadın talebesi 3-5 kişi ve fikirle uğraşıp isteyen kişiler katılıyor. Ama eğer Kayseri'ye gelirseniz başka bir vakıfta Cumartesi günleri bir başka oturma daha var onun katılımcısı daha fazla ve aynı şekilde Üstadın talebeleri olan kişiler sohbet ediyor.


  12. 'Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:

     

    Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

     

     

    Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

     

    O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

     

    On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır.

     

    bu kısmı ben mi yanlış anlıyorum 15 yaşın üstünde olanlar nasıl oluyo da Cehennemden kurtuluyor.

     

    Aslında mesele AliNfk kardeşimizin dediği gibi bu söylemler Ehli Sünnete uyuyor mu uymuyor mu? Yoksa bu sözü Said Nursi söylerse doğru başkası söylerse yanlış böyle bir mantık olmaz. Said Nursi'yi bi kenara koyun desemki a şahsı "zamanımızda Hristiyanların azizleri Cennete gidebilir" dedi. Ne dersiniz heralde çoğunluk bu kişiyi küfürle itham eder en azından saçmalıyor der ama Said Nursi dedi dersem söylenen doğru mu yanlış mı buna bakılmaksızın savunmaya geçiyosunuz. Abduh ve Afgani'nin sapık hatta mason olduklarını hepimiz biliyoruz Said Nursi açık açık selefimdir yazıyor.

     

    Abdulhamid Han hakkında ilk yazılı bildiriyi yayınlıyor ve İngilizler tarafından bastırılan Volkan gazetesinde mütemadiyen Abdulhamid Han aleyhinde yazıyor. Şimdi bana o eski Said filan gibi mantıksız bi açıklama yapmayın Açık günahın tövbeside açıktan olur, aleyhte bulun bulun sonrada bi özür dahi dileme sadece o eski said di diye geçiştir yani ben şimdi televizyona çıksam bi hoca hakkında yalancıdır, faiz yer, hırsızdır gibi aslı olmayan sözler söylesem yıllar sonrada o eski mehmet di desem bu yeterlimidir. Olması gereken aynı şekilde televizyona çıkıp ben yalan söyledim, iftira ettim dememdir.

     

    (Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan emirlere itaat edin!) [Nisa 59]

     

    Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:

    (Siyah başlı habeşli bir köle de olsa emirinize itaat edin!) [buhari]

     

    (Emirinizin beğenmediğiniz işlerine sabredin! Çünkü cemaatten bir karış ayrılan [itaatsizlik eden, fitne çıkaran] cahiliye ölümü ile [yani imansız] ölmüş olur.) [buhari]

     

    Peygamber efendimiz, dine riayet etmeyen, şeytan gibi emirlerin geleceği zamanlar olacağını bildirince, Eshab-ı kiramdan Hazret-i Huzeyfe, (Ya Resulallah o zamana yetiştirsem ne yapayım?) diye sordu. Resulullah buyurdu ki: (Sırtına vurup malını alsa da, emirin sözünü dinle ve ona itaat et!) [buhari]

     

    Hadika’da ve Redd-ül-muhtar’da (Emire isyan etmek fitnedir. Zalim olan emire de itaat vaciptir. Berika’da ise, (Emirin dine uymayan emirlerine fitneye sebep olmamak için karşı gelmemelidir!) deniyor. Yine bu kitaplardaki hadis-i şerifte, (Fitne çıkarana Allah lanet etsin) buyuruluyor.

     

    Emirine isyan edenin sevaplarının tamamı gider.) [beyheki]

     

    (Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. [Onun emirlerini tatbik eden kimsedir] Ona ikram eden ikram görür, ona ihanet eden de ihanete maruz kalır.) [Taberani]

     

    (Malını zorla alsa da emirin sözünü dinle ve ona itaat et!) [buhari]

     

    (Elleri kesik, sakat bir köle olsa da, emirinize itaat edin!) [Müslim]

     

    Arkadaşlar bi şeyleri yanlış anlamayın ben evliyaların ayağının altındaki toz olamam ve hiç bir evliyayı tenkit haddime değildir.Said Nursi İslamı yaymak için dağ bayır gezmiş, bir sürü çileler çekmiş, hapislerde yatmış,hayatını İslam yoluna vakfetmiş, Allah razı olsun ama malesef diğer taraftan Ehli sünnete ters düşen hatalı yönleride var....

     

     

     

     

    "Efendimizin “Size içimizdeki azınlıkları emanet ediyorum; onlar hakkında Allah’tan korkun ve kendilerine adaletle davranın” hadisini de bakarak, aslında çok zararlı birşey olmadğını söyleyebilirim. Ancak burada mefhumlara verilen anlam çok önemli."

     

    Hadis i şerifte bildirildiği gibi içinizdeki buyruluyor benim burdan anladığım (benim anladığımla olmaz ama Hadis i şerifin açıklamasını bulamadım) zimmi kafir yani Darül islamda islamiyetin büyüklüğünü kabul etmiş kafirdir ki öte yandan sevin, görüşün filanda denmiyor hakkını koruyunuz, adaletle davranınız deniyor eğer İslamın gayri müslimlere nasıl baktığını öğrenmek İstiyosanız İmam-ı Rabbanî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed Farûkî Serhendî k.s Hazretlerinin Mektubat eserinin 163. ve 165. mektuplarını okuyabilirsiniz. Şimdi buraya Gayri müslimler hakkında ki hadisi şerifleri, Ayet i Kerimeleri yazsam çok yeter tutar.


  13. Himyata Hiç birimiz İslam Alimi değiliz bırak teymiyye gibi bi sapığı ben daha İmam ı Gazali Hz. İmam ı Rabbani Hz. gibi en büyük İslam alimlerinin kitaplarını okumayı biterebilmiş değilim Sen diyosunki bu kadar ilimle İbni Teymiyye'nin onlarca kitabını oku oradan sapıklıkları çıkar evet belki okursam 30 tane sapık düşüncesini bulurum ama Teymiyye gibi yüksek ilme sahip bir kişinin 300 tane sapık fikri varsa anca 30 tanesini bulurum geriye kalan 270 tanesini islam diye öğrenmiş olurum ve bende sapıklar yoluna girerim. Onun sapıklıklarını tespit benim işim değil İslam Alimlerinin işi Onlarda Allah razı olsun bulmuş, çıkarmış yazmış ve anlatmışlar sen İslam Alimlerini kabul etmiyosan o zaman tartışmanın bi zemini de, manası da yok demektir. Senin adına üzülürüm yinede bazı sapıklıklarını Kaynaklarıyla aktarıyım

     

    İbni Teymiyye’nin sapık görüşlerinin bazıları şunlardır:

     

     

    Birinci Mesele

     

    -Bazı yaratıkların başlangıcının olmadığını, yani Allâh ile birlikte ezelde var olduklarını iddia etmesidir.

     

    Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir.

    1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul

    2- Minhac es-Sünne e-Nebeviyye

    3- Şerh Hadis-i Nüzul

    4- Şerh Hadis İmran b. Husayn

    5- Nakd Meratibul İcma’

    6- Fetaval Kübra

    7- Altı Sürenin Tefsir Mecmuası

     

    “Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul” adlı kitabında diyor ki ; “Hadis ehlinin çoğu ve onlara tabi olanlar yaratılmışların aslının yaratılmış olduğunu demiyorlar ancak ezeli olduğunu söylüyorlar.”

     

    “Minhac es-Sünne e-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki; “Bu alemin içindekilerin kendisi ezeli olması imkansızdır ancak bu yaratılmışların aslı ezelidir..”

     

    · İmam El Celal ed-Devveni, “Şerhil Adydiyye” adlı kitabında diyor ki:“İbni Teymiyye, bazı kitaplarında Arş’ın ezeli olduğunu yazdığını gördüm.”

     

    İkinci Mesele

     

     

    -Allâh’ın sıfatlarında sonradan yaratılmış sıfatlar olduğunu iddia etmesidir.

     

    Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir.

    1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul

    2- Minhac es-Sünne e-Nebeviyye

    3- Fetaval Kübra

    4- Altı Sürenin Tefsir Mecmuası

     

    * “Minhac es-Sünne e-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki: “Allâh’ın hareket eder ve Allâh’ın zatında yaratılmış ve araz olan sıfatlarının da olduğunu söylüyoruz. Bunun batıl olduğunu delil nedir? ”

     

     

    Üçüncü Mesele

     

    -Allâh’ın “cisim olduğunu” iddia etmesi.

     

    Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir.

    1-Şerh Hadis-i Nüzul

    2-Fetaval Kübra

    3-Beyan Telbis el-Cehmiyye

     

    * “Şerh Hadis-i Nüzul” adlı kitabında diyor ki : “Şeraite göre bir peygamberden, bir sahabeden, bir tabi’den veya bir seleften Allâh’ın cisim olup olmadığını bildiren bir nakil yoktur. Ancak ispatlamak veya inkâr etmek bu şeraitte bir bid’attir.”

     

    * “Fetave İbni Teymiyye” adlı kitabında da diyor ki: “Tecsim kelimesi, yani Allâh’ın cisim olduğunu ne inkâr etmek ne de ispatlamak niyetiyle hiçbir Selefin görüşünde geçmiş değildir. O zaman Ehli Selef cismi reddettiler veya ispatladılar denemez.”

     

    * “Beyan Telbis el-Cehmiyye” adlı kitabında şöyle diyor: “Kesinlikle Allâh’ın kitabında, Resulün Sünnetinde, Ehli Selefin sözlerinde, Allâh’ın cisim olmadığı konusunda kesinlikle bir nas yoktur ve Allâh’ın sıfatlarının cisim ve araz olmadığı konusunda da bir nas yoktur.”

     

     

    Dördüncü Mesele

     

     

    -Allâh’ın harf ve ses ile tekellüm ettiğini ve dilediği vakitte konuşup dilediği vakitte sustuğunu iddia etmesidir.

     

    Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir

    1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul

    2- Minhac es-Sünne e-Nebeviyye

    3- Fetaval Kübra

    4- Altı Surenin Tefsir Mecmuası

    5- Sıfatı Kelam

     

    * “Fetaval Kübra” adlı kitabında şöyle diyor: ”Müslümanların cumhuru şöyle diyorlar: ‘Arapça olan Kur’an Allâh’ın kelamıdır. Allâh harf ve sesle onunla tekellüm eder.”

     

     

    Beşinci Mesele

     

     

    -Allâh’ın bir yerden bir yere göç ettiğini, hareket ettiğini ve göğe indiğini iddia etmesidir.

     

    Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir

    1-Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul

    2-Minhac es-Sünne e-Nebeviyye

    3-Şerh Hadis-i Nüzul

     

    * “Minhac es-Sünne e-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki : “Biz Allâh hakkında hareket eder ve Yaratılmış sıfatlar ve arazlar onun zatında olur deriz.”

     

     

    · “Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul” adlı kitabında onun gibi ‘Mücessim’ olan Daremi’nin sözünü onaylayarak diyor ki: ”Hay ve Kayyum dilediğini yapar, dilerse hareket eder, dilerse aşağı iner ve yukarı çıkar, dilerse tutar ve bırakır, dilerse kalkar ve oturur. Çünkü Hay ile ölünün arasında fark hareket etmesidir.”

     

    Altıncı Mesele

     

    -Allâh’ın sınırlı olduğunu iddia etmesidir.

     

    Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir.

    1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul

    2- Beyan Telbis el-Cehmiyye

     

    * “Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul” adlı kitabında diyor ki: “Müslümanlar ve kâfirler Allâh’ın göklerde ve sınırlı olduğuna ittifak etmişlerdir.”

     

    * Yine aynı kitapta diyor ki: “Allâh’ın bir sınırı var ancak bu sınırı Allâh’tan başka kimse bilemez.

     

    * Yine aynı kitapta diyor ki: “Her kim Allâh hakkında sınırlı olduğunu itiraf etmezse küfre girmiş olur ve Allâh’ın ayetlerini inkâr etmiş olur.”

     

    * “Beyan Telbis el-Cehmiyye” adlı kitabında diyor ki: “Kitap ve Sünnete göre Allâh’ın yaratılmışlardan ayrı olması için sınırı vardır.”

     

    * Yine aynı kitapta diyor ki; “Allâh’ın sınırı var ve bu sınırı Allâh’tan başka kimse bilemez.”

     

     

    Yedinci Mesele

     

     

    -Allâh’a yön veya mekân nispet etmesidir.

     

    Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir

    1-Er-Risele et-Tedmuriyye

    2-Minhac es-Sünne e-Nebeviyye

    3-Beyan Telbis el-Cehmiyye

     

    * “Minhac es-Sünne en-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki: “Ehli Halefin Cumhuru, Allâh, âlemin üzerinde olduğunu söylemeleri velev ki, dilleri ile söylemeseler bile kalplerinde bu şekilde itikad ederler.”

     

    * “Er-Risele et-Tedmuriyye” adlı kitabında diyor ki: “Şüphe yoktur ki, Allâh bu âlemin üzerindedir.”

     

    * “Beyan Telbis el-Cehmiyye ” adlı kitabında diyor ki: “Allâh, Kur’an’da Firavun hakkında Musâ’nın Allâh’ını görmesi için göklere çıkacağını nakletmiştir. Yani İbni Teymiyye diyor ki: “Musâ Peygamber, Firavun’a, Allâh’ın yukarıda olduğunu söylemiş olsaydı Firavun bu şekilde yapmayacaktı.”

     

     

    Sekizinci Mesele

     

    -Allâh hakkında “Allâh Oturuyor” iddiasıdır.

     

    Bu sapık görüşü şu kitaplarda geçmektedir

    1-Fetaval Kübra

    2-Minhac es-Sünne e-Nebeviyye

    3-Şerh Hadis-i Nüzul

    4-Fetaval Hamviyyel Kübra

    5-Altı Surenin Tefsir Mecmuası

     

    * “Feteve İbni Teymiyye” adlı kitabında “Büyük âlimler ve evliyalar Allâh-u Teâlâ’nın Muhammed’i, Arş’ta kendisinin yanına oturtacaktır demişlerdir” şeklinde demiştir.

     

    * Yine “Fetaval Hamviyyel Kübra” adlı kitabında Allâh hakkında “Hakikaten Allâh-u Teâlâ bizimledir ve Arş’ın üzerindedir” demektedir.

     

     

     

    İmam Müfessir Ebu Hayyen El-Endelusi “En-Nehrul Med” adlı tefsirinde şöyle diyor: ”Bizim zamanımızda yaşayan Ahmet İbn Teymiyye kendi eliyle yazmış olduğu “El-Arş” adlı kitabında, ‘Allâh-u Teâlâ, Kürsü’ye oturmuş ve oturması için Muhammed’e yer ayırmıştır’ şeklinde yazıldığını gördüm.”


  14. Aslında Vakıf Ahmet kardeşimiz paylaşmış ama tekrar paylaşmak istedim. Kaynaklarıyla birlikte İslam Alimlerinin İbn-i Teymiye sapığı (Bildiğim kadarıyla İmam-ı Gazali Hz. kafir diyor.) hakkında ki görüşleri

     

     

    İbni Teymiye

     

    Sual: Vehhabilerin [selefilerin] Şeyh-ül-İslam bilip yolundan gittikleri İbni Teymiye kimdir, âlimlerimiz onun hakkında ne demiştir?

    CEVAP

    Hanbeli fıkıh ve hadis âlimi iken mezhepsiz oldu. Ehl-i sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. 1263 senesinde Harran’da doğup, 1328 de Şam’da kalede hapiste iken vefat etti.

     

    İbni Teymiye, Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklüğünü anlamamış, tasavvufu inkâr etmiş, Ehl-i sünnetten ayrılmıştır. Kitapları, kendilerine Selefiyyeci diyen mezhepsizlere kaynak olmaktadır. Mezhepsizler, onu övmekte, İslam müceddidlerinin piri demektedirler. İbni Teymiye’nin şaki ve dalalette olduğu Seyf-ül-Cebbar ve farisi Tâlim-üs-sübyanda da yazılıdır.

     

    Camiul-ezherdeki hanefi âlimlerinden Muhammed Bahitin (Tathir-ül-füad min-denisil itikad) kitabı, (Et-tevessüli bin-Nebi ve bis-Salihin), (Şevahid-ül-hak), (Cevahir-ül-bihar), (Seyf-ül-Cebbar) ve (Tâlim-üs-sübyan) kitapları, İbni Teymiye’nin dalalete düştüğünü vesikalarla ispat etmektedir.

     

    İbni Battuta, ibni Hacer-i Mekki, imam-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab, izzeddin bin Cema'a, Ebu Hayyan Zahiri, Zahid-ül Kevseri, Yusuf-i Nebhani, imam-ı Şarani, Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Şeyh-ül-İslam Mustafa Sabri Efendi gibi nice âlimler İbni Teymiye’ye reddiyeler yazmışlar, dalalet ve küfürlerini açıklamışlardır. Üstad Necip Fazıl da, (14. asrın irşad kutbu seyyid Abdülhakim Arvasi, “İbni Teymiye dini içinden zedeleyen mülhiddir” buyurdu) diyor. (Türkiye’nin Manzarası)

     

    Dal ve mudil olduğu, Savi tefsiri 107. sayfasında da yazılıdır.

     

    İslam âlimleri buyuruyor ki:

    (Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir.) [İbni Hacer-i Mekki - Fetava-yı hadisiyye]

     

    (İbni Teymiye öyle bir kimsedir ki, bozuk sözlerine ve çürük vesikalarına, büyük âlimler cevap vermişler ve düşüncelerinin çirkinliğini ortaya koymuşlardır. [Şam, Mısır ve Kudüs’de kadılık yapmış olan şafii fıkıh ve hadis âlimlerinden Muhammed] İzzibni Cemaa, onun için, Allahü teâlânın dalalete sürüklediği, azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir. İslam âlimlerine ve bilhassa Hulefa-i raşidine karşı ahmakça itirazlarda bulunmuştur demiştir.) [İbni Hacer-i Mekki - El-cevher-ül-munzam]

     

    (İbni Teymiye’nin sözlerinin kıymeti yoktur. O, dalalettedir ve Müslümanları dalalete sürüklemektedir. Müslümanların icmasından ayrılmış, bid’at yolunu tutmuştur. İslam âlimleri, onun dalalette [sapık] olduğunu, sözbirliği ile bildirdi. Kutbüd-Berdiri, Şerhi Muhtasarda, bunu uzun yazmaktadır.) [Tahir Muhammed Süleyman - Zahiretül-fıkhil-kübra]

     

    (Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona Şeyh-ül-İslam diyenin kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır.) [İmam-ı Sübki] (Nebras haşiyesinde bildiriliyor.)

     

    (İbni Teymiye’ye uyanın malı ve canı helaldir.) [Miratül-cenan, Nebras haşiyesi]

     

    İbni Teymiye, Kitab-ül Arş isimli eserinde, “Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” diyor. Essırat-ul-müstekim kitabında da, ibni Abbas gibi büyük sahabilere kâfir demiştir. (Keşfüzzunun)

     

    El-ubudiyyet kitabında ise, Allahü teâlânın ismini zikretmenin bid’at ve dalalet olduğunu bildirmekte ve tasavvuf âlimlerine çirkin iftiralar yapmaktadır.

     

    (Arş kadimdir) diyor. (Akaid-i Adudiyye şerhi)

     

    (Şam camiinin minberinden inerken “Allah gökten yere, benim indiğim gibi iner” dedi.) [İbni Battuta -Tuhfetünnüzzar tarihi]

     

    Abduh’un yetiştirdiklerinden olup, onun yolunda giden Abdürrazık paşa bile diyor ki:

    (Vehhabilik, bir bakımdan ibni Teymiye’ye bağlı olduğu gibi, son asrın müceddidi denilen Abduh’daki dinde reform fikirleri de, ibni Teymiye’ye bağlıdır.)

     

    (Kaza namazı kılmak lazım değildir) derdi. Halbuki dört mezhepte de farzdır.

     

    Cehennem azabı sonsuz olmadığını söylerdi. Kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalacaklarına dair bir çok âyet-i kerime vardır. (Bekara 81, Ahzab 65, Fussilet 28, Zuhruf 74)

     

    (Ömer çok yanılmıştır) diyerek, imam-ı Ahmed’in bildirdiği (Allahü teâlâ, doğru sözü, Ömer’in dili üzerine koymuştur. [O hiç yanılmaz]) hadis-i şerifine karşı gelmiştir. Eshab-ı kiramın çoğu, ictihad ile anlaşılacak işlerde yanılmış olsa da, onların yanılmaları, ictihadi mesele idi. İctihadda müctehidin yanıldığı bilinemez. Çünkü ictihad ictihad ile nakzedilmez. Bunun için, müctehid olan o büyükler tenkit edilemez. Dört mezhebin ictihadları farklı olduğu halde, benimki doğru diyerek biri ötekini tenkit etmemiştir.

     

    Sadreddin-i Konevi, İbni Arabi hazretleri gibi tasavvuf büyüklerine de saldırmıştır. “Gazali’nin kitapları uydurma hadis ile dolu” derdi. (Hadika)

     

    İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:

    (İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya, ariflere dil uzatırdı. Kitaplarını okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır.) [Tabakat-ül-kübra]

     

    İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:

    (İbni Teymiye kibirliydi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi.) [Kam-ul Muarıd]

     

    Muhammed Ali Bey; Hitat-uş-Şam kitabında diyor ki:

    (İbni Teymiye’nin hedefi, Luther adındaki papazın hedefine benzer. Fakat, Hıristiyanlığın reformcusu muvaffak oldu. İslamınki olamadı.)

     

    İbni Hacer-i Askalani hazretleri buyuruyor ki:

    (İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. [Hazret-i] Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. [Hazret-i] Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.) [Ed-Dürer-ül-Kamine]

     

    İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:

    (İbni Teymiye, Peygamberlerin masumiyetini (günahtan korunmuş olduklarını) reddetmiştir. Halbuki, masumiyet Peygamberlerin sıfatlarındandır.

    Başta Peygamber efendimizin kabri şerifleri olmak üzere eshab-ı kiramın, velilerin, âlimlerin ve salih Müslümanların kabirlerinin ziyaret edilmesine karşı çıkmış, bunları şefaate vesile kılmayı da haram saymıştır.) [Fetava-i Hadisiyye]


  15. Ankara buluşması çok güzel, samimi, sıcak, sohbet dolu, fikir dolu ve Üstadı sevenleri, aynı davanın gönüldaşlarını bir araya getirmesi sebebiyle ayrı bir mutluluk vericiydi.

    Buluşmada ki bir çok kişi birbirlerini ilk defa görmelerine rağmen sanki eskiden beri dostmuşuz gibi gönülden sohbet ortamı vardı fakat öte yandan da katılımcıların çoğu forumda aktif yazmaktan çok okuyarak takip eden (benim gibi) arkadaşlardı, buluşmanın üstünden bir gün geçmesine rağmen halen kimsenin yorum yapmamış olması da durumu açıklıyor sanırım.

    BDG arkadaşımız hepimizi itinayla seçilmiş, çok hoş,nezih bi mekanda ağırladı, ve katılımcılara çok güzel hediyeler verdi, sayesinde çok güzel bir birliktelik oldu. Hem buluşmayı düzenlemiş olması hem maddi ve manevi emeklerinden dolayı BDG kardeşimizden Allah razı olsun

    Başta BDG olmak üzere Şehir dışından gelen Abdullah abimize, Sinan kardeşimize ve tüm katılımcılara göstermiş oldukları ilgiden dolayı teşekkür ederim.


  16. "Laik düzenin ilahiyat fakültelerinden, icazetli din hocası çıkmaz, genellikle oryantalist yetişir. "

     

    Arkadaşlar yapmayın lütfen, bu sözde bence hiç bir beis yok, kesinlikle doğruyu yansıtıyor. Burada tüm ilahiyatçılar denmemiş genelleme yapılmış yani Yahudi ırkı cimridir demek dünyaya gelen her yahudi mutlaka cimri olucak manasına mı gelir? kısacası İstisnalar kadideyi bozmaz işin esasına bakarsak maalesef ilahiyatçıların çoğu sapıktır. Bir çogu mezheplerin bile lüzumsuz olduğunu düşünüyor bunu direk söylemeseler dahi mezhepleri ve islam Alimlerini hafife alıyorlar. En basitinden medresede eğitim alan bi öğrenci Evliyaullahtan saygıyla bahseder onların adını anarken övgüyle imam-ı Rabbani Müceddid-i elf-i sani Hazretleri gibi eklemeler yapar İlahityacılar ise zaten pek kaynak olarak kabul etmiyolar ama bahsederken askerlik arkadaşından bahseder gibi gazali, rabbani gibi ifadelerle küçümseyerek kullanıyolar.

     

    Hadis i şeriflerde Kıyamete doğru gelecek alimler nasıl bildiriliyor:

     

    (Ahir zamanda sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacaktır.) [Asakir]

     

    (Bu ümmetin son zamanlarında gelenler, önceki âlimleri kötülediği zaman, ilmini gizleyen, Allah’ın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Mace, İbni Adiy, İbni Asakir]

     

    (Hadisi bırak, Kur’ana bak diyerek beni yalanlayanlar çıkar.) [Ebu Ya’la]

     

    (Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkar.) [Ebu Davud]

     

    (Doğru söyleyenler yalanlanır, yalancılar kabul görür.) [İ.Ahmed]

     

    (Camiler ve hafızlar çoğalır, ama, hakiki âlim hiç bulunmaz.) [Ebu Nuaym]

     

    (Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace]

     

    (İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva verir, insanları doğru yoldan saptırırlar.) [buhari]

     

    (Din adamları, ince meseleleri ele alıp, halkı şaşırtacaklar.) [Taberani]

     

    (Din âlimi kalmayacak, din adamı yerine geçirilen cahiller, bilmeden fetva verecek, herkesi, doğru yoldan çıkarmaya çalışacak.) [buhari]

     

    (Din adamları, halkın istediği yönde fetva verecek, helale haram, harama helal diyecekler, dini, ticarete, menfaate alet edecekler.) [Deylemi]

×
×
  • Create New...