Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

TSerenad

Üye
  • Content Count

    32
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by TSerenad


  1. Yazıp yazmamakta uzunca bir vakit tereddüt edip eli klavyeye gidenlerden biri de benim. Merakımı celbeden bir hususu aydınlatmak adına belki de aylardır uğramadığım nfkforum’a tıkladım ve bu başlığa rastladım. İlk mesajı okudum, hüzünlendim, neler çıkmış, kimler neler döktürmüş diye heyecanlandım. Buranın müdavimi olduğum ilk zamanlardaki gibi… 2008 yılında üye oldum buraya, takip etmeye başlayışımsa çok daha eskilere dayanıyor. Hiçbir zaman aktif bir üye olmadım, başlıklara yazmaya kimi zaman fırsat bulamadım kimi zaman da söylenecek herşeyi üyeler ağzımdan almıştı zaten, kimseyle diyaloğum olmadı, hiçbirinizi tanımıyorum fakat hepinizi çok ama çok iyi tanıyorum da… Sizi uzaktan sevmek aşkların en güzeli :) Benim gibi nice takipçi olduğuna da eminim diyebilirim.

     

    İlk mesajın heyecanıyla başlığa devam etmemin akabinde duyduğum heyecan yerini farklı duygulara bıraktı. Nasıl söylesem tabir yerinde olacak mı bilmiyorum ama çok yavan bir forum akışıyla karşılaştım... trradomir eski üyeleri, site ihtiyarlarını davet etmişti başlığa ama yazmasını beklediklerim davete icabet etmemişti. O nedenle, şimdiye kadarki üyeliğimin aksine biraz cüretkar davranıp, belki de hakkım ve bu başlık altında yerim olmamasına rağmen konuyu güncel tutmak aynı zamanda da eski demirbaşları harekete geçirebilmek ümidiyle yazıyorum... Benim size sesimi duyurabileceğim tek yer burası ama çoğunuz reelde görüşüyorsunuz. Ne olur duyan duymayana haber versin ve ihtiyarlar heyeti bu başlık altında toplansın.

     

    Eskilerden gözüme aşina onlarca isim sayabilirim... BDG, Dervish, Achartave, nedamet, serdengeçti, büyükdoğu, cile54, Vakıf Ahmet, Ü.Y., mürid ve şu an aklıma gelmeyen diğerleri... Yorumlarını özellikle takip ettiğim, okumaktan büyük keyif aldığım, benim için ayrı yeri olan üyelerdense NFK-Fan, reyhan, cihat, neretva (Hayy ibn-i Yakzan)'ın isimlerini verebilirim. Ve tabi ki trradomir... onun edebi ve mizahi kişiliğinin bir zirve olduğunu gayri kabili rücu olarak kabul, beyan, ikrar, itiraf ve tasdik ediyorum efendim ;) Yeni üyeleri incitmek istemem ama sitenin ilk yıllarda daha kaliteli, heyecanlı olduğu hususunda herkes hemfikir zaten... Onlar henüz buralardayken bu siteye tıklama rekoru kırıyordum, birer birer gidişlerine paralel benim ziyaret sayım da azaldı. Bu siteden öcesi ve sonrasında, hangi noktadayken nereye geldiğime dair sorunun cevabı da Butimar'dan farklı değil. Çok güzel ifade etti, okul gibiydi burası benim için. Yine Butimar'ın deyişiyle, siteyle tanışmasaydım "güzel ve kaliteli insanların var olduklarına inanmaz ve ben de piyasadan bir kopya olurdum"

     

     

     

    Uzattığımın farkındayım, giderken en sevdiğim başlıklardan birinin linkini vermek istiyorum. Seçim yapmak zor oldu ama bunda karar kıldım: http://www.n-f-k.com...luk-hatiralari/

     

     

    Selamlar.

    • Like 2

  2. Ben de, uzun sayılabilecek bir sürenin ardından Trabzon’a döner dönmez -ki 2 hafta öncesine tekabül ediyor- ayağımın tozuyla Necip Fazıl Kısakürek Okuma Salonu’nu ziyaret ettim. Şehrime dönüşte ziyaret edilecek onca yer, halledilmesi gereken hayli melese vardı ama ertelemek istememiş, Trabzon’a ayak basışımın ertesi günü kısıtlı vaktime rağmen soluğu orada almıştım. Hatta 2 megapiksel kamerası bulunan telefonumla birkaç fotoğrafını bile çekmiş, koşuşturmalarım hafifleyince siteye eklerim diye de niyetlenmiştim. Fakat w-racer hızlı davrandı. Herkes gibi ben de kendisine teşekkür ediyorum.

     

    Ben de ziyaretimden kalanları kısaca anlatayım. En başta ifade edeyim ki, ziyaret öncesi duyduğum heyecan ziyaretim esnasında sükût-u hayale dönüştü dersem haksızlık etmiş olurum biraz ama daha iyisini bekliyordum.

    Okuma salonuna gittiğimde içeri girip girmemekte tereddüt ettim. Zira bayanların da uğradığı bir mekan havasından uzak geldi bana, ki muhabbetimiz sırasında bu intibamı görevli arkadaş da “maalesef çevresel faktörler o konuda olumsuz etkiliyor” diyerek onayladı. Ben, görüştüğüm görevli arkadaşın ismini almadım, o nedenle w-racer’in irtibat kurduğu kişi mi bilemeyeceğim. Fakat son derece samimi, alakalı ve okuma salonu için canla başla çalışan bir gönüldaş olduğu hayli aşikardı. Yıllarca hizmet vermiş salon için, sanırım Temmuz başı gibi de görevi bırakıyormuş. “Giderayak sitemlerimi de dile getireyim” cümlesiyle girizgah yaptı konuşmasına… Ondan edindiğim bilgilere göre okuma salonumuz 1997’den beri faaliyetteymiş. İlk yıllar öğrencilerle dolup taşan, oldukça faal olan salon, artık pek rağbet görmüyormuş. Camiye bitişik oluşu, kütüphane veya okuma salonundan ziyade, cemaatin namaz sonrası çay içip muhabbet ettiği bir yer hüviyetine bürümüş mekanı. Tabi aynı sebeple bayan müdavimleri de olamamış salonumuzun. Konumu ve çevresel faktörlerin menfi yönde etkilemesi yanında, yetkili mercilerin de ilgisizliğinden, gerekli özeni göstermediğinden yakındı. Siyasilerin birçok şeyi reklam olsun diye yaptığından dem vurdu.

     

    Üstad’ın şiirleri duvarları süslüyordu, Gençliğe Hitabe’sini sordum. Kitaplığı genişletince kaldırmak zorunda kalmışlar. Fakat, girişteki bir bölümü göstererek, “göreve gelecek yeni arkadaşa tavsiyede bulunduk, burayı onarıp hitabeyi asmalarını, N.F.K. köşesi haline getirmelerini önerdik” dedi.

     

    Salondan ayrılacağım vakit, Üstad’ın kitaplarının olduğu bölüme gittim, seçmekte zorlanınca gözlerimi kapayıp bir tanesini çektim… Kafa Kağıdı geldi elime, teslim aldım kitabı, okudum ve tekrar iade ettim.

     

    İşte böyle… Trabzon Belediyesi Necip Fazıl Okuma Salonu’nun daha aktif, Üstad’ın ruhuna yaraşır günlere ulaşması temennisiyle…


  3. Hafakanlar bastı yahu... Tevekkeli değil, bakar kör diyorlar bana. Sen doğma büyüme Trabzon'lu ol, Trabzon Lisesi'ni, Avni Aker Stad'ını, Cami'yi, o türbemsi küçük mimariyi bil ama o bölgenin en güzide mekanından bihaber ol. Çok utandım, çok kızdım kendime. Ceza verdim, tek ayak üstünde yazıyorum mesajımı :D

     

    Bilmemek değil öğrenmemek ayıp... ımmm... zararın neresinden dönersen de kar ayrıca. 2, bilemedin 2,5 hafta sonra müdavimi oluruz mekanın inşallah...

     

    Valla yakışır Trabzon'uma, Beylerbeyi'nin temennisine de iştirak ediyoruz. Darısı diğer illerin başına...


  4. Bu bilginin doğruluğunu teyit etmek isterdim lakin böyle bir okuma salonunun varlığından haberdar değilim. Adres için, bahsi geçen Trabzon Lisesi ve Avni Aker Stadı birbirine yakın yerler, fakat dediğim gibi bilemeyeceğim. Maalesef 1,5 aydır İstanbul'dayım, yoksa bir çırpıda gidip bakardım.

     

    Şayet doğruysa ve Trabzon'da Üstad'ın adına bir okuma salonu varsa; duyduğum sevince, Avni Aker'e defaatle maç izlemeye giden biri olarak, büyük bir hicap refakat edecek.


  5. Gölgeler

     

    Gönlüm uçmak dilerken semavî ülkelere;

    Ayağım takılıyor yerdeki gölgelere...

     

     

    Necip Fazıl, Çile

    1982

     

     

    “ (…)

    Zirvesine göz koyduğum dağlara bak

    Koşup takıldığım çitlere bak ”

     

    Cahit ZARİFOĞLU / Ve Tek Kare Bir Film


  6. Selamlar,

     

    Evvela bu projeyi sunan ve oluşumuna katkı sağlayan herkese şükranlarımı sunuyorum.

     

    Ben maddi olarak destek vermek istedim ve bu vesileyle NFK-Fan ile irtibata geçtim. Şimdi de adminimizin direktiflerini adım adım uygulamaya çalışıyorum :D. Yolladığı mesajda parayı yatırdıktan sonra başlıkta miktarı ilan etmemi istediler, kendileri de kontrol edip meblağın ulaşıp ulaşmadığını kontrol edip onaylayacaklar. Bendeniz bugün itibariyle bana yolladığı mesajda belirttiği banka hesabına 50,00 TL yatırmış bulunmaktayım. Gereğini arz ederim :D.

     

    İlkler her zaman özel olur. Projenin ilk uygulanacağı yerin Trabzon oluşu benim açımdan ayrı bir sevinç kaynağı. Yakışır bizim uşaklara :D


  7. İslam Felsefesi hakkındaki düşüncelerinizi de paylaşmanızı bekliyorum.

     

    Şahsen bu konuda yorum yapabilmeye layık ve ehil görmüyorum kendimi. n-f-k.com, doğru gözüyle baktığım birçok yanlışı fark ettirdi bana. Daha doğrusu zihnimi kurcalayan birçok mesele karşısında, olabilir dediğim lakin kesinlikle tam manasıyla tatminkarlık hissi vermeyen telakkileri diskalifiye etmemi, emin olmamı sağladı. Çoğu üyenin bilgisini, muhakemesini, fikirlerini aktarırken lisanı ustaca kullanma kabiliyetlerini hayranlıkla izliyordum ki onların beslendiği kaynağa inmek istedim, NFK okumaya başladım. Şu an okuduğum İdeolocya Örgüsü’nü tamamlayınca (oldukça uzun sürdü) Üstad’ın 3.kitabını bitirmiş olacağım henüz.

     

    İslam ve Felsefe konularında münferit olarak kafa yormuşumdur fakat ilk mesajınızda, O ve Ben’ den alıntıladığınız kısmı okuyana dek “İslam Felsefesi” kullanımı doğru bir tabir midir diye hiç düşünmemiştim açıkçası. İdeolocya Örgüsü’nü bitirdikten sonra Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu’na başlamalıyım gibi.

     

    Selamlar.


  8. Mevzu, Çöle İnen Nur’u okurken altını çizdiğim satırları getirdi hatırıma, ekleyeyim:

     

    Felsefe – ki tek bildiği, hakikati, tekte değil, çokta; ve nihayet hakta değil, bâtılda aramanın san’atıdır ve başka ulaşabileceği hiçbir menzil yoktur- binlerce yıl zavallı aklı yora yora nihayet Yirminci Asrın Filozofu (Bergson) da kendi kendisini dize getirmiş ve büyük imana yol vermiş gibidir:

     

    “- Akıl değil, onun üstünde bir şey, seziş…”

     

    Bu filozof, aklı akılla mat ettiğini ileri sürüp yine akla pay çıkarmak isteyenlere şöyle der:

     

    “- Demek ki, aklın son merhalesi, kendi kendisini inkar etmek demekmiş.”

    • Like 1

  9. Ben İslam şeriatı dışında veya Ona zarar verecek bir söz söylemedim.

    ''Başörtüsüne türban denilmesin'' lafından yaygara çıkardı iki kişi.

    Düşüncemiz aynı ama bu konuyu başka tarafa çektiğiniz için teşekkürler.

    Bir fransızca lafın bu kadar saldırganlık verici yorumlara sebep olmasını sağlayanlara teşekkürler.

     

    Çıkan yaygaranın iki failinden biri ben oluyorum herhalde :). Komik!

     

    Güzel kardeşim (bak yumuşacık bir üslubla girizgah yapıyorum, saldırmıyorum :)); “Çıldırıyorum şu lafı görünce…Forumda türban kelimesi yasaklanmalı!” feryadınıza karşılık, belli bir grubun dillerine pelesenk ettiği ifadenin bana değil de başörtüsü düşmanlarına ait olduğunu, onların tabirini naklettiğimi izah etmeye çalıştım sadece. Deyiverin bakayım; nerede, nasıl yaygara çıkarmış, saldırgan bir yorum yapmışım? Ki şu an itibariyle düşüncemiz aynı diyorsunuz ama forumun seyrine şöyle bir göz atmanızı rica etsem, ilk yazdığınız yoruma bir bakıverseniz zahmet olmazsa. O an ki niyetiniz sonraki iletilerinizdeki gibidir belki ama anlatımda bir ayarsızlığın mevzubahis olduğunu idrak edecek kapasiteye sahip olduğunuza inanıyorum. Bunu kabul etmek zor değil, yapabilirsiniz, eee sonra inanmak başarmanın yarısıdır… :)

     

    Ayrıca bi’l-mukabele, yaygaracı ve saldırgan üslubunuz için teşekkür ederim.


  10. -Türban fransızların bilmem nesidir.İslamda örtünme yok! diyenlerin cümlesinin içinde geçer bu türban lafı..

    Şimdi bu cümlenizden “İslamda örtünme yok!” kısmını alıp, dinimizin tesettürü emretmediğini iddia ettiğinizi ileri sürsem, bununla da yetinmeyip, forumda bu cümle yasaklansın desem, muhatabınızın (ki o ben olurum) fonksiyonsuz bir zihne malik olduğunu düşünürsünüz herhalde.

     

     

    Tesettürün baş örtüsü kısmına türban denmesine kızdım.Başörtülerine değil.!

    Tırnak işaretinin işlevini mi anlatayım size şimdi, bilemiyorum ki. “Türban siyasi simgedir!” cümlesi, başörtüsü yasağını savunan güruhun bahanesidir. Onların ifadesidir, benim değil. Kaldı ki, (sizden alıntı yapayım) anneannemiz veya annemiz, ablamız, bacımız örtüsüne türban desin, çok mu mühim. Mahut güruhun aleyhtarlığı tesettüredir. Şu noktada tartışılması gereken, Müslüman hanımlarının tesettür emrini yerine getirmek için kullandığı kıyafetin ismi mi olmalı? Neyse uzatmak manasız gibi, arkadaş yukarıda iki paragrafla pek güzel izah etmiş lakin bunun karşılığı sizde “amelece yorum yazmak” olmuş.


  11. Siyasetçilerin, siyaset sevenlerin üniversitelere girmesi neden rahatsız ediyor sizi ?

     

    Bırakında siyaset kahvehane köşelerinden üniversite kampüslerine taşınsın.

     

    Hayret birşey.

     

    Yetmedi mi apolitik bir toplum olduğumuz?

     

    Rahatsızlık duyulduğundan değil kanaatimce. Siyasetçilerin bizzat kendileri girebiliyor üniversitelere, lakin “Türban siyasi simgedir!” gerekçesiyle başörtülü bayanlara yasak getiriliyor. Tezat değil mi? İfade edilmeye çalışılan husus buymuş gibi geldi bana.


  12. Sevgili Reyhan, cevabınız için teşekkür ederim. Bir Üstad sever olarak Üstad ile ilgili her şeye ilgi ve merak duyduğum doğrudur, lakin NFK ile birçoğunuz kadar hemhal olmadığım da apaçık bir hakikat. İzlediğim programda hayranı olduğum ismi duyunca pür dikkat kesilmiş, bahsi geçen başlığı duyunca da Atatürk'ün, Üstadın iltifatına bu denli mazhar oluşuna şaşırmıştım. Hatta kafamda hemencecik bir kronoloji oluşturdum. Bildiğim kadarıyla Üstad'ın fikri değişimi 1934'lü yıllardı, Atatürk ise 1938 yılında ölmüştü. Yani, Üstad'ın İslami dönüşünden sonra kaleme alınmıştı bu yazı. Sonra, mevzubahis başlığın zihnimde oluşturduğu intiba ile yazının muhtevası arasında ne kadar alaka var cidden çok merak ettim. Her neyse efendim, hafızamdan geçen düşünce zincirini film şeridi gibi uzun uzadıya anlatmanın manası yok değil mi? :(

     

    Kendimi büyük bir kabahat işlemiş gibi hissediyorum şu an :( . Üstad'ın, bir takım şiir ve yazılarını İslam şuuruna eriştikten sonra çöpe attığını, "şahsıma mal edilemez" dediğini biliyorum. Belki zihnimde oluşturduğum yanlış kıyas, belki de izlediğim kanalın verdiği imaja binaen NFK ile ilgili yanlış bir değerlendirme yapılmayacağına dair bende oluşan kanıdan, malum başlıklı yazının Üstad'ın çöpe attıkları arasında olduğunu düşünemedim. Dediğim gibi, şaşırmıştım ve bu yazı için müthiş bir merak uyanmıştı bende. Üstad'ın reddettiği, çöpe attım dediği hiçbir şiiri, yazıyı karıştırmaya hevesli olmadığımı belirtmek isterim. Benimki sadece "Üstad yazmışsa bir bildiği vardır" inancından yola çıkarak, anlayabilmek iştiyakıydı.

     

    Merakımı gidermek adına aklıma gelen ilk muteber kaynak n-f-k.com'du. İyi ki varsınız. Saygılarımla.


  13. Konuyu bu bölümde açmak münasip olur diye düşündüm. Şayet öyle değilse de sevgili yöneticilerimiz uygun yere taşır, gerekli düzeltmeyi yaparlar artık. :(

     

    Dün akşam Kanal 7’de Ekmek Ve Gazete adlı programı izliyordum. Nazmiye Yılmaz ve Süleyman Çobanoğlu, Türkiye’nin son 1 hafta içindeki gündemiyle alakalı haberlerini yorumluyorlardı. İlk olarak Muhsin Yazıcıoğlu’yla başladılar. Süleyman Çobanoğlu’nun, Muhsin Yazıcıoğlu’nu anlatırken söylediği bir şey dikkatimi çekti. Cümleleri aşağı yukarı şöyleydi: “Necip Fazıl’ın Atatürk’ün vefatından sonra yazdığı, çok da bilinmeyen bir yazısı vardır. Yazının başlığı da hayli etkileyicidir. Yazının başlığı ‘Her evin ölüsü olan kahraman’ dır. İşte Muhsin Yazıcıoğlu da böyle oldu Türkiye için.”

     

    Üstad’la alakalı neredeyse her şeyi burada bulabilmek mümkün. Ben rastlamamış olabilirim, Üstad’ın bu yazısı burada yayınlanmışsa link vermenizi yahut bu yazıyı okuyabileceğim bir kaynak göstermenizi rica ediyorum.

     

    Saygılar.


  14. Bir sonuca bile varamayan, ''Bir tahlil yapıcam üff, herkes sinirinden toprağı eşeleyecek burnundan soluyacak hacı'' , şeklinde sunulan fakat aslında kafaları karıştırıp fikir kondisyonu zayıf zihinlerde Üstad Necip Fazıl Kısakürek hakkında olumsuz intibalar oluşturmaya çalışan, bu amaçla kaleme alınan yazı aynı zamanda trradomire son derece şık, nefis, kavisli bir orta hüviyeti taşıyor. Benden uyarması: Gol olur...

     

    Veee… -Bacak arası- ndan geçen top ağlardaaa! :)

     

    Ağlamak istiyorum sayın seyirciler. :shake2:


  15. Normalde burada neşredilen, fikir ve his dünyamızı genişleten her güzelliğe teşekkür iletisi bırakmak (içimden ediyorum tabi, o ayrı :pc: )adetim olmamasına rağmen, bu konu için minnetimi ifade etmeden geçmek istemedim.

     

    Bana kalırsa gelmiş geçmiş en güzel ilahilerden biridir. Sözlerine bakıp da etkilenmeyen, kendinden bir şeyler bulmayan birini düşünemiyorum. Fevkalade manidar bir nefs muhasebesi… İlk defa dinleğimde göz yaşlarımı tutamıştım ve her dinleyişimde ilkinde duyduğum hisleri aynen yaşıyorum. İnsanı tefekküre salıyor.

     

    Dinledikçe neye hisleneceğine şaşırıyor insan. Kulluk görevini yerine getir(e)meyişine mi? O ecdadın torunlarının ne halde olduğuna mı? Unutturulmaya çalışılan tarihimize mi?....... Liste uzar gider değil mi?

     

    Neyse, anlatmaya çalışmak nafile benim adıma. Zaten söyleyecek kelam bulamadığımdan suskun kalıyorum ya :) Böyle mühim bir kaynak sunduğunuz için Allah razı olsun AcHaRTavE, diyeyim ve susmaya devam edeyim en iyisi.


  16. Duydunuz mu? bilmiyorum, içlerinde Sinan Çetin'in de bulunduğu bir grup yönetmen kısa film çekmiş.

    Sinan Çetin çektiği bu kısa filmi;

    Evinde saz çalıp türkü söyleyen bir grup köylüye jandarma baskın yapıp,

    elindeki tamimi okuyup, yasağı anlatıp, zorla klasik müzik söyletmeye çalıştığı bir enstantane üzerine kurmuş.

    Avukatın biri de Sinan Çetin aleyhinde Atatürk düşmanlığı yapıyor diye savcılığa suç duyurusunda bulunmuş.

    Kısa filmler atv de yayınlanmış fakat ben seyretmedim.

    Tam hatırlamıyorum fakat bu haberi okuyalı bir haftadan fazla olmuştur herhalde.

     

    Duyduk, biliyoruz :). Forum açılmıştı burada, izlemelisiniz.

     

    Linkini vereyim... http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?showtopic=5609


  17. ATATÜRK

     

    Tabii ki insanlar saçmalayabilirler.

    Ama saçmalığı bir ideoloji haline getirip “herkes bu saçmalığı tekrarlamak zorunda” dediğiniz zaman sorun da başlamış demektir.

    Can Dündar’ın “Mustafa” filmi fevkalade ciddi bir saçmalama yarışı başlattı.

    Filmle ilgili şöyle eleştiriler okudum:

    “Atatürk’ü kısa göstermiş.”

    Eee, ne olmuş?

    Uzun boylu muydu Mustafa Kemal?

    Yoo, kısa boylu, ince sesli bir adamdı.

    Onun bu fiziksel özellikleri, onun yaptıklarını ya da yapmadıklarını değiştirir mi?

    “Atatürk’ü içki içerken gösteriyordu,” diyorlar.

    İçmiyor muydu?

    Sıkı içiciydi ve içiyordu.

    Ne var bunda?

    Tabii filmle ilgili asıl söylemek istedikleri şu:

    “Atatürk’ün insani zaaflarını gösteriyor.”

    Yok muydu Atatürk’ün insani zaafları?

    Vardı ve çoktu.

    Kimin yok ki?

    Hepimizin var.

    Mesele tam da burada işte.

    “Atatürk sıradan fanilere benzeyemez, benzetilemez, o bizler gibi değildir.”

    “Onun insani zaafları olamaz.”

    Türkiye’nin çok önemli kilitlerinden birini çözecek soru burada karşımıza çıkıyor işte.

    “Neden Atatürk’ü insanüstü biri gibi anlatmak istiyorsunuz bize?”

    Niye onun önemli bir lider, tarihte yerini almış bir şahsiyet olması yetmiyor da, ona “tanrısal” bir görüntü yüklemek istiyorsunuz?

    Bir insanı, bütün insani zaaflarından soyarak tanıtmak, ona bir tür “dinî dokunulmazlık” sağlamaya uğraşmak, “laiklikle” ne kadar bağdaşır, o da ayrı bir soru.

    Her dinden insan için “peygamberi” kutsaldır, buna rağmen peygamberlerle ilgili filmler yapıldı.

    Hatta Hıristiyanlar kendi peygamberleriyle dalga geçen filmler bile çektiler.

    Bizde ise, Atatürk’e, neredeyse “peygamberlerin” bile sahip olmadığı bir “tanrısallık”, bir dokunulmazlık yüklemeye uğraşıyorlar.

    Neden yapıyorlar bunu?

    Çünkü Atatürk, bu ülkenin yaşadığı birçok çarpıklığın, çürümüşlüğün sorgulanmasını önleyen bir kalkan gibi kullanılıyor birçokları tarafından.

    Atatürk’e “tanrısal” bir statü verip, onun arkasına saklanıyorlar.

    Şu anda, halkı tarafından böyle algılanan ve böyle algılanması için çaba gösterilen bir tek “lider” var.

    O da Kuzey Kore’nin yöneticisi.

    Doğrusu ya, Atatürk’ün o adama benzetilmek isteyeceğini de hiç sanmıyorum.

    Kendi yaptıklarını Atatürk’ün arkasına saklanarak yapmak isteyenler, saçmalıklarını gittikçe artırıyorlar.

    Ne İskender, ne Napolyon, ne Lenin, ne Washington kendi halkları tarafından böyle değerlendirilmiyor.

    Değerlendirilmemesi de gerekir.

    Bu insanlar, özel yetenekleri olan liderlerdi.

    Ama hepsinin de zaafları vardı.

    O zaafların açıkça bilinmesine, söylenmesine rağmen hâlâ saygı görürler, halkları, insanları onları zaaflarıyla sever ve saygı gösterir.

    Ya da sevmez ve saygı göstermez.

    Atatürk bir diktatördü.

    Bunu kendisi bizzat Fethi Okyar’a da söylemişti.

    Katı bir adamdı.

    Muhaliflerine karşı çok sertti.

    Çok ihtiraslıydı.

    Bir asker olarak kendisini çok mutlu edecek kadar büyük başarılara sahip değildi ve yaşadığı dönemde onu en çok kızdıran eleştirilerden biri “bir meydan savaşını bizzat kazanmamış olduğunun” söylenmesiydi.

    Buna karşılık olağanüstü iyi bir örgütçü, dengeleri her zaman çok iyi gözeten yetenekli bir politikacıydı.

    Kendi ilkeleri yoktu, duruma göre görüşlerini değiştirirdi, pragmatikti.

    Kendine ait bir kuramı, derinliğine kapsamlı bir fikir sistemi bulunmuyordu.

    “Bu, Mustafa Kemal’in kendi fikriydi, daha önce hiç söylenmemişti” diyebileceğiniz tek bir fikir bile bulamazsınız zaten.

    Batılı bir hayat tarzını Türkiye’ye getirmek isterdi.

    Ve o Batılı ülkeyi de kendisinin yönetmesini isterdi.

    Bir asker olduğu için “emirlere” inanırdı.

    Klasik Batı müziğini bile Türk köylüsüne emirle sevdirebileceğini sanmıştı.

    Denemişti.

    Bunu “iyi niyetli” bir şekilde yapmıştı, çünkü Sofya’da, Selanik’te, Berin’de gördüğü hayatın Türkiye’de de yaşanmasını istiyordu.

    Sadece o hayatın nasıl şekillendiğini, hangi aşamalardan geçilerek o noktaya gelindiğini bilmiyordu.

    Zorla şapka giydirip, zorla müzik dinleterek Batılı bir toplum yaratabileceğini sanıyordu.

    Yaratılamazdı, yaratamadı.

    Ama Kurtuluş Savaşı’nı çok iyi örgütledi, cumhuriyeti kurdu.

    Liderliği ile ülkenin önemli bir dönemeçten geçmesini sağladı.

    Bu gerçek değişmez.

    Atatürk’ün zaafları bulunan bir insan olduğu gerçeği de değişmez.

    Onun kurduğu cumhuriyetin hâlâ demokratikleşemediği gerçeği de değişmez.

    Zaten gerçekleri değiştirmeye değil, o gerçekleri görmeye ihtiyacımız var.

    O gerçekler görüldüğü zaman Atatürk’ün ne değeri eksilir ne de değeri artar, sadece onun arkasına saklananların asıl yüzü ve amaçları ortaya çıkar.

    Esas korktukları da bu, onun için bu kadar saçmalıyorlar zaten.

     

    Kaynak : http://www.taraf.com.tr/makale/2531.htm


  18. Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.

     

    İzah etmeye çalıştığım şeyi anlamamak yolunda gösterdiğiniz mukavemet takdire şayan Sn. ehl-i_ kalender. Üniversite eğitimi al(a)mayan erkeklere evlilik yolunu bile kapadınız ya, ne diyeyim :). Şimdi size etrafımda okumadığı, babadan/dededen gelen bir geliri de olmadığı halde eşinin nafakasını karşılayabilecek meslek erbabı erkeklerden bahsetmemin bir faydası olmayacağını görüyorum. Aynı zamanda sizler gibi, zaruret yahut bahaneleri nedeniyle evlerinde ilimle iştigal edemeyip tahsil hayatına giren bayanlardan… Daha fazla devam edemeyeceğim. Bunun nedeni haklılığınız değil elbet, karşımda ümitsiz bir vakanın olduğuna kanaat getirmemdir.

     

    Hanımızın nafakasını karşılayabilmek adına atıldığınız ilim –karma eğitim- yolunda başarılar dilerim. Vaktinizi aldığım için özür dilerim, ne de olsa vakit nakittir değil mi? :D

     

    Selametle


  19. Anlatamadım yahut anlamadınız herhalde.

     

    Erkeklerin çalışıp para kazanabilmesinin ve üzerilerindeki farzı yerine getirebilmelerinin yolu illa ki üniversite eğitiminden geçmiyor. O nedenle “karma eğitim gibi birşeye girmek zorundalar” cümlenizi kabul edemeyeceğim. Nasıl ki bayanların pekala eğitimlerini helal dairesi içerisinde evde alabileceğini öne sürüyorsanız, erkeklerin de pekala okumadan, helal dairesi içerinde çalışabilecekleri meslekler edinebileceklerini kabullenmelisiniz. Ki ben erkekler eğitim almasın demiyorum asla. Sadece meseleye dair kadın-erkek ayrımı yaptığınız yaklaşım tarzını eleştiriyorum.

     

    Balık baştan kokar, sistemin yanlışlığı, çarpıklığı ayan beyan ortada. Sadece eğitimde değil, içtimai hayatın birçok noktasında savaş vermek durumunda kalıyoruz. Bu durum kadını etkilediği gibi, erkeği de etkiliyor; kadın kadar erkeğin de helalden yana tavır koyma sorumluluğu var. Mevzubahis bayan olunca evde otursun, evde eğitim alsın vs. demekle çözülmüyor sorun. Hayat erkekleri olduğu kadar bayanları da zorluyor bazı şeylere, hatta daha fazlasına. Fakat tabir-i caizse, erkekler kendilerine uyguladıkları iltiması bayanlara tanımıyorlar. Kendi cephelerinden kestirmeden beylik laflar ederek bayanların acılarına tuz basarak harplerini daha da çetinleştiriyorlar. Mü’mine kardeşlerinin sıkıntılarını, duygularını anlamadıkları gibi……Neyse, çok doluyum bu konuda, söylenebilecek çok şey var lakin çıkmam lazım. Oldukça acele yazdım, sürç-i lisan etmişsem affola…

×
×
  • Create New...