Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

metamorfoz

Üye
  • Content Count

    31
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by metamorfoz


  1. Malcom X'in Hac İntibaları

     

    Hac döneminde aynı duygu ve düşüncelerle Kâbe'de toplanan değişik ırklara mensup insanlar, herkesin Hz. Adem ile Havva'nın çocukları ve bütün Müslümanların kardeş olduğu hadisini hatırlatmaktadır. Hac döneminde, âdeta küçük haşri sembolize eden Mekke, sosyolojik olarak ırklar arası yakınlaşmanın, barışın ve hoşgörünün en güzel zeminlerinden birisi haline gelir. Arab'ın Acem'den üstün olmadığını, üstünlüğün Allah'a yakınlıkta olduğunu bilen Müslümanlar, hacda diğer milletlerin bütün farklılıklarına hoşgörüyle bakmasını öğrenirler. Irkçılığın ve çıkarcılığın daha belirgin hissedildiği bir ülkede yaşayan Malcolm X ve Yusuf İslâm, haccın bu yönünü daha derinlemesine hissetmişler. Malcolm X lâkablı El-Hacc Malil el-Şahbaz'ın hac intibaları şöyledir:

     

    "Sen Allah'la beraber olunca, O, daima varlığının işaretlerini sana hissettirir. Ben Mekke'ye gitmek için S. Arabistan konsolosluğuna vize talebinde bulununca bana Amerika'da Müslüman olmuş kişilerin vize alabilmesi için, Dr. Mahmud Şavarbî'den onay alması gerektiğini söylediler. Ben Şavarbî'ye telefon açınca, o çok şaşırdı, kendisinin de beni aramak üzere olduğunu söyledi ve gelmemi arzu ettiğini ifade etti. Bürosuna gidince Dr. Şavarbî bana hacca gidebilmem için gerekli olan onay mektubundan sonra bir kitap verdi. Kitabın adı Muhammed'in (sas) Ebedî Mesajı idi. Yazarı Abdurrahman Azzam'dı. Yazar eserinin bir nüshasını bana verilmesi için göndermiş. Şavarbî bana Azzam'ın Mısır doğumlu uluslar arası kimliği olan bir devlet adamı olduğunu söyledi ve ekledi: "O seni basından yakın takibe almış." İnanılması güçtü. Şavarbî bana Kahire'de öğrenci olan oğlu Muhammed Şavarbî'nin ve kitabın yazarının oğlu Ömer Azzam'ın telefon numaralarımı verdi, onları çekinmeden arayabileceğimi söyledi.

     

    Kahire havaalanı, hacıların ihrama girdikleri yerlerden birisidir. Havaalanına giderken heyecanlıydım. Çünkü ne yapacağımı tam bilemiyordum. Elbiselerimizi çıkardık ve beyaz havlularla ihrama girdik. Cidde havaalanındaki binlerce kişi aynı şekilde giyinmişti. Kimse senin kral olduğunu veya çiftçi olduğunu fark edemezdi. Bana ekabirden diye tanıtılan bazı kişiler de benim gibi giyinmişti. İhramı giyince hep beraber lebbeyk diye başlayan duayı yüksek sesle okumaya başladık: "Ey Allah'ım işte geldim, huzurundayım..."

    Kahire'den Cidde'ye giden uçakta yer olmadığı halde, beni üzmemek için bir başkasının yerini bana vermiş olduklarını öğrendim. Mahcup oldum. Uçakta beyaz, siyah, kırmızı ve sarı renkten insanlar vardı. Mavi gözlü ve kumral saçlı insanlarla benim gibi kıvırcık saçlılar hep beraber, hepsi aynı Allah'a ibadet ediyor ve hepsi birbirine eşit seviyede saygı duyuyordu. Uçakta koltuktan koltuğa benim Amerikalı bir Müslüman olduğum sözü dolaşıyordu. Uçağın pilotu benimle tanışmaya geldi. Mısırlıydı. Deri rengi benimkinden siyahtı. O, Harlem'de dolaşsa idi, kimse onun yabancı olduğunu düşünmezdi. Yardımcı pilotun rengi onunkinden de siyahtı. Bunun bana ne kadar zevk verdiğini anlatamam. Çünkü şimdiye kadar hiçbir siyahın jet pilotu olduğunu görmemiştim. Cidde'ye kadar yaklaşık bir saatlik yol boyunca lebbeyk duasını okuduk. Cidde havaalanı, Kahire'den daha kalabalık görünüyordu. Cidde havaalanında Amerikan pasaportunu görünce benden şüphelendiler, Dr. Şavarbî'nin onay mektubunu istediler. Tartışmalar devam etti. Ve benim gerçekten Müslüman olduğumun anlaşılması için mahkemeye çıkmam gerektiğini söylediler..."

     

    Daha sonra Ömer Azzam'la irtibata geçen Malcolm X, onun vasıtasıyla Mekke'ye gidebilme iznini alır. Azzam'ın misafirperverliğinden ve nezaketinden çok etkilenir. Sonra Mekke'ye gelir ve hacceder. Hem bedeninin, hem zihin ve ruhunun yapmış olduğu bu seyahati Malcolm X şöyle özetler:

     

    "Ben böyle samimi içten bir misafirperverlik görmedim. Hz. İbrahim (as), Hz. Muhammed (sas) ve kitap sahibi diğer peygamberlere ait bu kutsal mekânda farklı renk ve ırktan bir araya gelmiş insanların kardeşlik ruhuna şimdiye kadar hiçbir yerde şahit olmadım. Bir haftadır farklı renklere sahip insanların bana gösterdikleri nezaket ve incelikten dolayı şaşkınım. Mekke'yi ziyaret etme bahtiyarlığına erdim. Kâbe'yi yedi defa tavaf ettim. Zemzem'den içtim. Safa ile Merve arasında koştum. Mina'da ve Arafat'ta dua ettim. Dünyanın her yanından on binlerce hacı vardı. Mavi gözlüsünden siyahîlerine kadar her renkten insan vardı. Hepsi aynı ibadeti yapıyor, birlik ve kardeşlik ruhunu yansıtıyordu ki, Amerika'da iken ben böyle bir şeyin beyazlarla siyahlar arasında gerçekleşmesinin mümkün olacağına aslâ inanmamıştım.

     

    Amerika, İslâm'ı anlamak zorunda. Çünkü kendi toplumundaki ırkçılık problemini çözecek, kaldıracak tek din İslâm'dır. İslâm ülkelerindeki seyahatim boyunca, Amerika'da kendilerine beyaz denilecek birçok insanla karşılaştım, konuştum, yemek yedim; fakat İslâm beyazlık anlayışını bu insanların zihninden tamamen kazımış. Ben renklerine bakmaksızın insanların her ırktan insana karşı samimî ve gerçek bir kardeşlik gösterdiğine hayatımda ilk defa şahit oldum.

     

    Bu sözleri benden duyduğunuzda şaşırabilirsiniz. Fa- kat hac yolculuğum sırasında gördüklerim ve yaşadıklarım, beni önceki düşüncelerimi gözden geçirmeye ve bazı yargılarımı terk etmeye zorladı.

    İslâm topraklarında şu geçen on bir gün zarfında; gözleri mavilerin en güzeli, saçları sarının en alımlısı, derileri beyazların en beyazı olan Müslümanlarla aynı tabaktan yemek yedik, aynı bardaktan su içtik, aynı yatakta (hasırda veya halıda) yattık ve aynı Allah'a dua ettik. Beyaz Müslümanların sözleri ve davranışlarında, Gana, Sudan ve Nijerya Müslümanlarında hissettiğim samimiyetin aynısını müşahede ettim.

    Biz gerçekten de eşittik, kardeştik; çünkü onların Allah'a olan inançları beyaz mefhumunu (ayrımcılığını) zihinlerinden ve davranışlarından temizlemiştir.

     

    Bundan anlıyorum ki, Amerikalılar Allah'ın birliğini kabul ederlerse, belki o zaman insanın da birliğini kabul edecekler ve yalnız renklerinin farklılığından dolayı diğer insanlara engel olmaktan, zarar vermekten vazgeçeceklerdir."

    -ALİ IRMAK-


  2. ALBÜM YAPAN ÇARŞAFIM DEĞİL,BENİM!

     

    Habibe, 'White Peace' diye bir albüm yaptı, herkes ne dediğinden çok nasıl göründüğüne baktı. O, artık 'Çarşaflı Habibe'ydi, "Albümü yapan çarşafım değil, benim." diye haykırması nafileydi. Niyeti İslam'ın terör dini olmadığını anlatmaktı hâlbuki, bütün dünyayı beş dilde barışa çağırmaktı.

     

    Şimdi üzerine yapıştırılan etiketleri temizlemeye çalışıyor, yine de ümitli: "Şekilciliği bırakıp hoşgörülü olabiliriz. Algıların değişeceğini düşünüyorum, karşılıklı oturup konuşabileceğimize inanıyorum."

     

    Habibe bir anda çıktı karşımıza. Bir haber dergisinin kapağını boydan boya kaplamıştı, çarşaflıydı, çarşafın üzerine kapüşonlu bir pelerin giymişti, içindeki 'yaramaz çocuk', gözlerinden dışarı fırlamıştı. "Yine ne olmuş?" dedik ilkin, "Kim ne yapmış?" Görünüşe göre, çarşaflı bir hanım albüm çıkarmış. Yorgunduk, off, tuhaflıklardan bunalmıştık. Çarşaf, açılım, elektronik müzik, dünya barışı, İslamî tekno... Biz epeydir hangi kelimenin ne anlama geldiğini karıştırır olmuştuk. Önce albümü dinledik, "Hımm!" dedik, "Müzikler çok güzel." Habibe, kendi yazdığı sözleri okuyor müziğin üzerine, şarkı da söylemiyor üstelik... Sisi dumanı dağıtıp gerçeği görelim dedik, beş dilde, "Ben beyaz barışım." diyen Habibe'yi dinledik.

    Her şey Irak'ın işgaliyle başladı

     

    Üç yıl öncesine dönelim. Irak işgal altında, ölüm, işkence, tecavüz haberleri, fotoğrafları neredeyse sıradanlaşmış durumda. Habibe kabullenemiyor bir türlü, gece gündüz ağlıyor, uyuyamıyor, ellerini sıkmaktan avuç içleri yara oluyor. Bir şey yapmak istiyor, ne yapacağını bilmiyor, çaresizliğin dayanılmaz ağırlığı belini büküyor. "Canlı kalkan olayım, Bağdat'a gideyim." diyor, babası izin vermiyor. Sonunda aklına işte o parlak fikir geliyor, "Bir müzik albümü yapayım, İslam'ın terör ve katliam dini olmadığını herkese anlatayım. Albüm benim sevdiğim müziklerden oluşsun; biraz new age, etnik, senfonik, biraz tekno... Her yerde çalınsın, herkes dinlesin. Müzik en kolay yol, en yumuşak dil." Birkaç müzisyenle tanışmış o günlerde; ama ikna olmamış, kafasındaki müziği yapacak birini bulamamış. Neyse ki karşısına Taner Demiralp çıkmış. "Sultans of the Dance", "Anadolu Ateşi" ve "Legends of Anatolia" gibi başarılı çalışmalara imza atan ve Kültür Bakanlığı tarafından 'yılın müzisyeni' seçilen Demiralp ile çalıştığı için kendini talihli buluyor Habibe, "Bu eserde Taner Bey'in gönlü var." diyor. Albüm çıktıktan sonra bazıları şöyle demiş: "Sen barışı savunuyorsun; ama İslam cihadı emrediyor. Bu nasıl iştir?" Habibe, önce Nisa Sûresi'nden örnek vermiş; "Onlar sizinle savaşmadıkça savaşmayın. Savaşırsanız da haddi aşmayın. Allah haddi aşanları sevmez." Sonra gerçek cihadın ne olduğunu izah etmiş; "En büyük cihat insanın nefsiyle cihadıdır. İkincisi emri bil maruftur. İslam'ı anlatmak için müziği kullandım ben, severek kullandım. Dünyaya sesimi ancak bu şekilde duyurabilirdim." Sesini duyurmayı neden bu kadar önemsiyor Habibe? Olup bitenler pek çok insanı üzüyor, öfkelendiriyor; ama gündemler çok çabuk değişiyor, kederler hafifliyor, hayat devam ediyor... "Üzüntünüzü unutmayın." diyor Habibe, "Unuttuysanız demek ki gerçekten üzülmediniz." Doğru söze ne denir? En iyisi sözü ona bırakalım: "Güzel ahlakı öğütleyen bir dinin mensubuyum. Nasıl olur da benim dinim terör dini gibi gösterilir, Müslümanlar nasıl hakarete uğrar? Neden susayım ki! Bir kişinin bile kafasında İslam barış dinidir fikri uyansın, kendimi kazançlı sayarım."

     

    -ALINTI-


  3. :) İSTANBULUN FETHİ:)

     

    Aştık geçilmez dağlar üstünden

    Öyle vakur, öyle heybetli

    Vardık ot bitmeyen vadilere

    Ayağımız değdi yeşerdi!

     

    Gönlümüzde büyüklüğü Asya’nın

    Yıktı köhneliğini orta zamanın

    Zamanın karanlığı ortasında

    Şimşek örneği parlayan kılıcımız

    Nur yağdırdı aydınlık yeni günlere

    Eskilik, karanlık düşüverince yere,

    Dağlar, denizler misali,

    Yol verdi gemilere!

     

    Sustu kulakları tırmalayan çan;

    Burca bayrak dikince Ulubatlı Hasan!

     

    İbrahim MİNNETOĞLU


  4. :) İSTANBUL DESTANI :)

     

    ...var ki İSTANBUL /...yok ki İSTANBUL

     

     

    Sana bilmem hangi yönden bakayım

    Gece başka gündüz başka güzelsin

    Kâinatta eşsiz tek ve özelsin

    Çağlar değiştirdi sevdan İSTANBUL

     

    Efendimiz malum ezelden tanır

    Binlercesi şehrin can kıskanır

    Sinende yaşayan cennettir sanır

    Cihanda emsalin yok ki İSTANBUL

     

    Kalbini son defa fethedenlere

    Elveda deyip de gitmeyenlere

    İmkân bulamayıp gelmeyenlere

    Engin hoşgörünle kızma İSTANBUL

     

    Kâbe-i ziyaretgâhların vardır

    Şühedadan namazgâhların yardır

    Âlem-i insanlar çok arzu-dardır

    Sevenin koynunda sar ki İSTANBUL

     

    Köklü medeniyetlerin evisin

    Tarihler boyunca ananevisin

    Mukaddesatını yâd el de bilsin

    Sırr-ı nikabını aç ki İSTANBUL

     

    Her dinin mensubu ibadet eder

    Havra Kilise ve Cami’ye gider

    O insanlar gönül diliyle ne der

    Sessiz niyetleri duy ki İSTANBUL

     

    Tüm insanlar âlâ şeyler yazmışlar

    Anlatacak bir söz bırakmamışlar

    Nesillere misal hep taşımışlar

    Ölçülmez değerin var ki İSTANBUL

     

    Arz ile deniz ve mehtap bakıyor

    Gerçek yıldızlardan taçlar takıyor

    Her gönülde sevdan ataş yakıyor

    Türlü dillerdesin bil ki İSTANBUL

     

    Elbet ben de bir gün gelir geçerim

    İlahi yasaya ben de naçarım

    Yardan ya da senden vaz mı geçerim?

    Bir eser de benden al ki İSTANBUL

     

    Çınlar Cami’lerden ezan(ı)salası

    Yıkar nefisleri def-i belası

    Zeki'midir sanki tek müptelası

    Eyyüb Sultan başta say ki İSTANBUL

     

     

    Zeki İ.KIZILIŞIK


  5. :) FETİH ZAMANI :)

     

    Havanın mavisinde, denizin yeşilinde

    Bir türkü, Ortaasya’dan beri duymuşuz.

    Anamızın sütünden bayraklara kadar

    Yüce fetihle büyümüşüz.

     

    Yakmış gecemizi yıldızlar

    Burçlardan yana uyanmışız.

    Bir yazı gibi tepeler alnında

    Yazılmışız, silinmişiz.

     

    Nur ile kuvvet ile aşk ile

    Kaderin büyüsünü bozmuşuz.

    Görmüşüz suretini güzelliğin

    Koca feleklere görünmüşüz.

     

    Cihanın yarısı gök;

    Önünde şehit şehit durmuşuz,

    Cihanın yarısı İstanbul

    Almışız.

     

    Fazıl Hüsnü DAĞLARCA


  6. :) FETİH MARŞI :)

     

    Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;

    Dağlardan çektiler, kalyonlar çekilecek...

    Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek...

     

    Yürü: "Hala, ne diye oyunda oynaştasın?

    Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

     

    Sende geçebilirsin yardan, anadan, serden...

    Senin de destanını okuyalım ezberden...

    Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...

     

    Elde sensin, dilde sen... Gönüldesin, baştasın:

    Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

     

    Yüzüne çarpmak gerek, zamanenin fendini,

    Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini?

    Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini

     

    Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;

    Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

     

    Bu kitaplar Fatih’tir, selim’dir, Süleyman’dır;

    Şu mihrap sinanüddin, şu minare Sinan’dır;

    Haydi, artık, uyuyan destanını uyandır!

     

    Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın?

    Kızım, sende Fatihler doğuracak yaştasın;

     

    Delikanlım, işaret aldığın gün atandan

    Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan;

    Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan...

     

    Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın...

    Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

     

    Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!

    Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!

    Yürü, arslanım, fetih hazırlığı başlasın...

     

    Yürü, hala ne diye, kendinle savaştasın?

    Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

     

    Arif Nihat ASYA


  7. :) BİZANS GÖRÜNDÜ KARŞIDAN :)

     

    Geldik surların önüne,

    İçimizde garip bir sevinç

    Tamamlamışız vuslatın tadını

    Böyle hiç.

     

    Yeditepe kardeş kardeş gülümser,

    Boğaz’ın mavi rüzgârları,

    Bir esinti sarhoşluğu içinde

    İstanbul sizin der.

     

    Elbet bizim olacak İstanbul,

    İnanmışız,

    Denizlerden, dağlardan, ovalardan gelen

    Bu nurlu bahar içinde yıkanmışız.

     

    Temiz ellerimizde açacak,

    İstanbul çiçek çiçek.

    Şimdi surlar önünde dalgalanan bayrak,

    Yarın Bizans göklerine yükselecek.

     

    Arif Hikmet PAR


  8. yemek nasip olur inşaallah kiara....o ortamda bulunmak yeter insana aslında.birlikte kaşık çalmak birlikte yapılan yemeğe...güzel bir duygu..anlatılmaz yaşanır.. :)

     

    bu fotoğraflar bana ait değil ama süper gözükoyrlar..

     

    1444508956_aed46440f2_o.jpg

     

    gulennur_maklube.jpg

    ayrıntı maklube... :pc:

    gece gece ağzımın suları aktı. ah ahhhhh olsada yesek :D


  9. Ben bu yazıyı yazarken filistinle ilgili herhangi bişey sözkonusu değildi.Sözkonusu olsa bile o kadar duyarsız bir insanda değilim.Hem siz reel hayatta gün boyu gözyaşımı döküyorsunuz

     

     

    Her insan hayatında belli dönemleinde bazı şeylerin üst üste gelmesiyle kötü duygudurumları yaşayabilir.Bende böyle bir dönemde bu başlığı okudum ve böyle bir yorum yapmak istedim..Olayı çarpıtmaya dallandırıp budaklandırmaya hiç gerek yok ki Balaban zaten sizin söylemek istediğinizi daha önceden belirtti...tekrarlamanında bi mantığı yok

     

    Yorumunuza saygı duyuyorum,yorumuma saygı duyun.............


  10. Bu konuda haklısınız ama azıcıkta olsa eğlenmek için açılan konunun renginide zifiri kara yapmak, konuyu açana saygısızlık olmuyomu acep.

     

    eet şuanda elimizden birşey gelmiyo,lakin öyle kenara çekilmek te kötüdür çünkü yardım bağışında bulunmakta birşeydir. unutmamak lazım

     

    açılan konunun gidişatı açısından renklere dönmek ii gibi gözüküyor.

     

    selametle.

     

    doğru söze ne denir...o andaki ruh halimi bilseydiniz ......ama haklısınız tabi katılıyorum size


  11. şuanda elimizden gelen tek şey müslüman kardeşlerimiz için dua etmek...çünkü çok acıdır ama malesef Türkiye den toplanan tüm yardımlar(ilaç,giyecek vs.) gümrük kapısından geçmesi engellendiği için beklemede :crying_anim:

     

    Teheccüd namazınnın yanında daha kolay olması hasebiyle yolda giderken,bi iş yaparken,nerde olursa olsun YA FETTAH Allah-u tealanın bir ismi bunu çekmeliyiz..google dan daha ayrıntılı öğrenebilirsiniz ama öz manası 'müslümanlar için başedilemeyecek bir müşkil ile karşılaşıldığı zaman Allahtan yardım dileyip bu zorluğu feth edebilme gücü istemek..........

     

    Ateş düştüğü yeri değil bizim bağrımızıda yaksın..bu ızdırabı çekebilen şuurlu müslüman olma duasıyla...Allah Gazze'deki kardeşlerimizin yar ve yardımcısı olsun....


  12. UYAN

     

    Baksana kim boynu bükük ağlayan.

    Hakkı hayatındır senin ey müslüman,

    Kurtar artık o biçareyi Allah için.

    Artık ölüm uykularından uyan.

     

    Bunca zamandır uyudun kanmadın,

    Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın.

    Çiğnediler yurdunu baştan başa.

    Sen yine bir kere kımıldanmadın.

     

    Ninni değil dinlediğin velvele,

    Kükreyerek akmada müstakbele.

    Bir ebedi sel ki zamandır adı,

    Haydi katıl sen de o coşkun sele.

     

    Karşı durulmaz cereyan sine-çak...

    Varsa duranlar olur elbet helak.

    Dalgaların anmadan seyrini,

    Göz göre girdâba nedir inhimak?

     

    Dehşeti maziyi getir yadına;

    Kimse yetişmez yarın imdadına.

    Merhametin yok diyelim nefsine;

    Merhamet etmez misin evladına?

     

    Ben onu dünyaya getirdim diye

    Kalkışacaksın demek öldürmeye!

    Sevk ediyormuş meğer insanları,

    Hakkı-i übüvvet de bu caniliğe!

     

    Doğru mudur ye's ile olmak tebah?

    Yok mu gelip gayrete bir intibah?

    Beklediğin subh-i kıyamet midir?

    Gün batıyor sen arıyorsun tebah.!

     

    Gözleri maziye bakan milletin,

    Ömrü temadisi olur nakbetin.

    Karşına müstakbeli dikmiş Hüdâ,

    Görmeye lakin daha yok niyyetin.

     

    Ey koca şark! Ey ebedi meskenet!

    Sen de kımıldanmaya bir niyet et.

    Korkuyorum, Garbın elinden yarın,

    Kalmayacak çekmediğin mel'anet.

     

    Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden,

    Kan dökerek almalısın merd isen.

    Çünkü bugün ortada hak sahibi,

    Bir kişidir: "Hakkımı vermem" diyen.

×
×
  • Create New...