Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

borealatis

Üye
  • Content Count

    21
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by borealatis


  1. Bir Siteden Böyle bir açıklama getirdiklerini gördüm Paylaşmak istedim...

     

     

    Yok ) bir ( var ) dır;

    Geçit vermez;

    Dar mı, dardır!

     

    ÖLÜM: unutup yok sanırız ya, vardır. kabir; dar mı dar...

     

    ( Yok ) bir ( yok ) tur;

    Akıl ermez,

    Ne de çoktur!

     

    NESNE: bu alemi teşgil edenler. mana da yok, ve yok olmaya da mahkum. ama ne kadar çok...

     

     

    ( Var ) bir ( yok ) tur;

    Yusyuvarlak

    Dönen oktur.

     

    DÜNYA: üstünde neleri barındırır, emirle zapdedilmişiz de çeker bizi kendine (yer çekimi) bu gün Var yarın Yok... ve yuvarlak, ve dönmekte!!

     

     

    ( Var ) bir ( var ) dır.

    O`na varmak...

    Bu kadardır!

     

    ALLAH: Varlığını kabulle başlar O'na varmak.

    • Like 1

  2. Bak kardeşim hala boş boş konuşup duruyosun sinirimi bozuyorsun...Bana bir daha boriciğim deme lütfen haddini bilseviyeli bir şekilde konuş benimle...hala sana cahil demekden çekinmiyeceğim çünkü hala Peygamber efendimizin topluma uymak kavramını o kadar abes bir gözle bakıyorsun ki üslubumu bozmamak için sabrediyorum efendi...neymiş efendim ben kaçacak delik arıyormuşum savunamamışım bilmem neymiş sen peygamber efendimizin sünnetinden birşeyler öğrenseydin bana bu kelimeleri sarf etmezdin...Ben niye kaçacak delik arayayım ben niye sıkıya geleyim senin sözlerinin benim içimde zerrecik bir yerimi oynattığınımı sanıyorsun yoksa...Sen kendini ne sanıyorsun bea adam bu forumun iyi yazanı yoksa babasımı ağasımı...Gelecek olan cevabında zaten direk bu laflarıma bana tekrar aynı şekilde olmasada mana bakımından aynı sayılabilecek şekilde laflar atacağınıda tahmin ediyorum ama bunun umrumda olmayacağınıda bildiğim için bu sözleri sana söyleyebilirim hiç çekinmeden.......evet birşeyler yalayıp yuttuğun belli oluyo ama bunların hepsini tartışmak için yutmuşsun ve kendine hiçbirşey ayırmamışsın...Sen sadece napyıorsun biliyormusun benim içinde bulunduğum durumu empati kurarak kavradığını sanıyorsun belkide ve buna uygun cümleler kullanıyorsun çünkü cümlelerin aynen bunu gösteriyor...

     

    """siz körsünüz ben size bi şey anlatmıycam, sizi adam yerine koyanda kabahat zaten, sizin aklınız kıt ben sizden akıllıyım (şu son vurguyu yapmadığını sakın söyleme...)""" siz körsünüz ? aklınız kıt hayır efendim aklınız hazır değil...

    Bu laflarıma şöyle cevap verebilirsin tabi...

    --------Tabi yine boricğim şuara bilmişlik taslayarak bizi küçümseyerek şöyle bir harekette bulunmuş felan filan....

    Bak efendi benim sünnet hakkında söylediklerimin hiçbiri tamamen bana ait değildir...

    --------E peki kime ait ?

    Bu soruya karşımda olsaydın susmakla cevap verebilirdim...

    ama biraz Peygamber efendimizi gözünün önüne getir efendi o olsa ne yapardı sorusunu sor kendine inş...

    ve efendi sözlerin haddini aşmasın lütfen farkında olmadan islama küfür edip durdun en baştan beri...Sünnet hakkındaki bilgi o kadar sabitleşmiş ki kafanda dediğim şeyi kafirler cebine koydun direk ve banada dinimede küfür ettin...Ben senin dinine küfür ediyormuyum?

     

     

     

    """"'Ortalığı neden karıştırdın da şimdi sefil numaralarla, basit ihale yıkma hamleleriyle, komik demagog sihirbazlıklarıyla, yamuk yumuk cümlelerle, 'Size laf anlatılmaz, muhalif şeyler!' tripleriyle sıvışıyorsun' diye sorarlar adama...""""

     

    Yukarıda bunun da cevabı yeteri kadar var bence...Ama benle bir kere tartışmaya girdin ya hani artık muhalif olarak bakmadan geçemezsin...Belki bunu bile kabullenmezsin...Bana muhalif diyorsun ama asıl muhalifler dediklerine katılanlardır efendim...Siyasete baya ilgilisindir belkide çünkü sözcüklerinin hepsinde bir eziklik süsü verme çabası seziyorum ama bunada aldırış etmiyorum sadece senin benden hangi noktalarda cevap istemeni anlamaya çalışıyor ve o noktalardan cevaplar yollamaya çalışıyorum sana...Cevap yollamadığımda benlik hissinin kabarmıyacağını bilsem daha farklı davranırdım herhalde...

     

    """"Savunamayacağın bir iddiayı niye dikte edici bir üslupla ortaya atıyorsun? Ayarını alınca, sıkıya gelince şark kurnazlıklarıyla kaçacak delik aramaya başlaman, 'gülüyorum halinize' gibi fikirden uzak olan ifadeleri satır doldurmak için iki kere kullanmak zorunda kalman seviyenden de haber veriyor. Ne oldu ilk mesajdaki üst perde artistliğin?""""

     

    Yahu bununda cevabı aslında yukarıda kısmen var ama yine tazelim ben...

    --------savunamıyacağım şeyi niye böyle ortaya atıyorum ?

    Savunamıyacağım mı ? Buna gerek duymadım aslında ama ben hala sözlerimin arkasındayım kaçtığım felan da yok zaten niye kaçayım ya....

    --------Ayarını alınca, sıkıya gelince şark kurnazlıklarıyla kaçacak delik aramaya başlaman, 'gülüyorum halinize' gibi fikirden uzak olan ifadeleri satır doldurmak için iki kere kullanmak zorunda kalman seviyenden de haber veriyor. Ne oldu ilk mesajdaki üst perde artistliğin?

    Bu ne demekdir ya bu senin seviyeni gösteriyor ya yukarıda dediğim gibi sen kendini ne sanıyorsun ya nesin ki sen nesin ne...İlk mesajdaki artisliğim miş Allah Allah ben ilk mesajı nasıl yazdıysam ikinci üçüncüyüde o üslubla yazdım ve artislik felan yapmadım..Bu lafların ancak bir siyasetçinin muhalif olduğu siyasetçiyi ezme çabasına girişirken ki ettiği laflara benziyor ama yine söylemek istiyorum ki birşey yaptığını sanma hiçbirşey yapmıyorsun....

     

     

     

     

    """"Anlatım zaten yüzeysel, özellikle belirtmene gerek yoktu, yalnız fikirler de yüzeysel. Aslında bunu da belirtmeye gerek yoktu ya, anlamamışsın seviyemize inmekten imtina eden üstün zekalı yüce bori hazeratı.""""

     

    Üstüne zekalı değilim olsaydım bile bu bir işe yaramazdı...Bu fikre yaptığın düşürücü yüzeysel lafınıda görmemezlikden görmemezlikden geliyorum inş. ve cevap vermiyorum çünkü böyle cevaba nasıl karşılık verilebilir ki?

     

    """"İddialı bir dille attığın iddiayı savunabileceksin. Savunamayacağın iddiaları öyle bir üslupla aktarırsan, fikri mikri unutur, küçük insanlar gibi millete hücum eder ve kaçacak delik ararsın. Olmaz.""""

     

    Kime hücum etmişim...Benim konudan korktuğumu ve bu konu hakkında bilgisi olmayan iddiası zayıf fikri esinti bir insan olarak mı görüyorsun...O zaman kendini nasıl görüyorsun çok merak ettim ama aslında tahminde edebiliyorum...Bir takım tartışmalarda kendini tatmin etmiş ve bir kaç kitap okudukdan sonra bu işin düşüncesini çözdüm diyerek bir yere çekilmiş Ve gelenlere kendi fikirlerini anlatmak ve bunlarla ilgili tartışmak için pozisyonda bekleyen ve tartışdıkça fikir orgazmı olarak bunu dışarı boşaltan ve tatmin oldum edasıyla noktayı koyan bir kişisin belkide...

     

    Ve yine diyorum... kendini fazla birşey sanma bana diyeceksin ki sen kendini asıl birşey sanma belki ama ben kendimi birşey sanmıyroum zaten ben neyim ki...ben neyim kiiiiii....Hiçbirşey açıkcası...

     

    Ve yine kapatıyorum kapanacağıını sanmıyorum ama işte...

    Bu Tartışma yüzünden bu konunun kapanmasını istemiyorum admin efendi...Eğer böyle bi durum varsa konuşmayı zaten ben bitirdim.. Her hangi biri yok efendim """yok efendim böyle kalmamalı öyle bitmez""" diyorsa birşey yazacaksa cevap verecekse özelden mesaj atmasın serbest kürsüde konu açsın ve bana özel mesajla şuraya devam ettirdim diyerekden bir mesaj atsa yeter...Ama özele atılan bu tartışmayla ilgili tartışma açıcı mesajara yer vermek istemiyorum....

     

    Selametle ve saygılarımla :rolleyes:


  3. Yazdıklarınızı okurken gülmekden geçemedim açıkcası...Siz müthiş insanlar bir tartışma çıkartmak için ve ya muhalif düşünmek için ne kadar çaba sarf ediyorsunuz bilemiyorum....Konuyu tersden bakmak ve saptırmak için elinizden geleni yapmışsınız herhalde... kimileri, içinde yaşadığı toplum hristiyan, yahudi!! Peygamber efendimiz onlarımı uydu sen ne demek istiyorsun seni ahmak manasında cümleler kurarak, kimileri "sakal bırakmamak sünnettir aslında"manasına gelen sözümü alarak bunları ayrı ayrı tek tek poşetlere koyarak değerlendirenler felan filannnnn felan filannnnn... olaya siz bu yönden bakın... benim topluma ayak uymuştur sözümdeki inceliği böyle anlayan, sakal bırakmamak sünnetir asıl dediğim sözü böyle çeviren ve buna katılan herkese verecek tek cevabım gülmek :) olurdu herhalde şu halinize...beni belkide içinizde ne kefelere soktunuz ama hiç biri umrumda değil olmazda zaten buraya sayfalar dolu eleştiriler yazabilirsiniz canlar...

    Renkleri ne anlatırsın ince ince köre konuş insanlarla akıllarına göre... dimi...

    Ne ben size anlatim ne siz bana anlatın...Konuya devam edebilirsiniz canlar...

     

     

    Tekrar saygılarımla...:rolleyes:


  4. iyide burda size kimse düşüncelerinizi belirtin demiyor dikkat edin!!! ALLAH RASULÜNÜN SÜNNETLERİNDEN BAHSEDİYORUZ(SAYMAYA ÇALIŞIYORUZ)

     

    HEM NE HADDİMİZE'Kİ EFENDİMİZİN UYGULADIĞI HERHANGİ BİRŞEYE GEREKLİ VEYA GEREKSİZ DİYE YORUM BELİRTMEK!!! KALDIKİ HADİSTE BUYURUYOR RASULULLAH'' ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, Rabbime dua ederdim misvağı farz kılması için''DİKKAT EDİN

    (YORUMUNUZ SİZE KALSIN)

     

    BİZE DÜŞMEZ ALLAH RASULÜNÜN SÜNNETLERİNİ, VESAİR HERANGİ BİRSEYİNİ( haşa) TARTIŞMAK VEYA

    ATIFTA BULUNMAK!

    (eko adlı üye kişi= Siz fırça kullanmaya devam edin. hem neme lazımki bir odun parçasını ağzınıza sürceksiniz)

     

    BURDAKİ ARKADAŞLARIN ÇOĞU ALLAHIN İZNİYLE MİSVAKIN (bilimser olarak kanıtlanmış faydalarınıda bilirler)

    SÜNNETİ UYGULAMANIN SEVABINIDA!

    ( Cevabım alıntı yaptığım kişiyedir. cevap vercekse-niz özelden yapılabilir.)

    İSTİKAMETE DEVAM.

    63-Cenaze gördüğü zaman ayaga kalkmak. (sahabe efendilerimizin sorularına ithafen cevabı ise= Kişiden ziyade, Rabbimin huzuruna gideceğinden dolayı.....)

     

    Bakın arakadaşlar bu nu düzeltmeden edemiyeceğim....Misvak kullanmak sünnetleri arasına girmez... o zamanın şartlarında diş fırçası olsaydı peygamber efendimiz diş fırçası kullanırdı... misvak kullanıyorum sünnet oluyo diye geçinmeyin boş yere...Ayrıca buraya değinmişken yok sakal bırakmak sünnetmiş felan bunlarıda geçin efendiler...Peygamber efendimiz herkesin sakal bıraktığı yerde sakalsız mı dolaşırdı ? Sakalınızı kesin demiyorum Peygamber efendimiz içinde bulunduğu toplumun giyinişine göre giyinir ve onlardan biriymiş gibi olur...Aynı halkdan biri gibi gözükürdü üstüne farklı birşey giymez veya vücudunda farklı bir değişiklik yapmazdı...

     

    Saygılarımla


  5. Dirilmek yeniden

    Yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın

    Bulutları yarması gibi gün ışığının

    Yağmurun ansızın boşanması

    Binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması

    Erimesi gibi karların ve buzulların

    Patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların

     

    Dirilmek yeniden

    Yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi

    Kandan kinden öfkeden

    Üstümüze bir sağnak boşanmış gibi

    Sürekli lekelendiğimiz çözülmeye terkedildiğimiz

    Bir bataktan çıkar gibi.

     

    Yürürken otururken yatarken

    Hep çürümek durumunda kalmış

    Duyduklarımızdan dolayı kulaklarımız

    Gördüklerimizden ötürü gözlerimiz

    Dokunduklarımız için ellerimiz.

     

    Belli bir bozgun yaşamışız

    Her şeye ölüm dadanmış sanki

    Kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar

    Erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar

    Çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar

    Çocukluk kalkmış dünyadan gibi

    Her çocuk antik çağ filozoflarından bir kalıntı sanki.

     

    Aşkın son saltanatını yaşamak içinmi ey kalbim

    Ruhun serüvenine bir kale olmak için mi?

    Bu başkaldırma kanatlanma.

     

    Durmadan geçiyordu o zamanlar

    Üstümüzden tanklar toplar binler tonluk arabalar

    Boğuk bir ses madeni bir böğürme

    Bir metropol devinin içimiz titreten iniltisi

    Ta uzaklarda şehirlerin üstünde kımıldayan

    Bir korkunun yüreğimizde biriken tedirginliği

    Bir sam yeli gibi bedenimizi yüzümüzü saçlarımızı

    Yalayarak

    Çekiyordu bizi ve herkesi.

     

    Ama sen uzaklardaydın ey kalbim

    Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı

    Ayın ve yıldızların çağlayarak

    Berrak şelaleler yaparak

    Coşku içinde aktığı

    Bir yerlerdeydi.

     

    Hani bir gün bir çobana rastlamıştık

    Kavalıyla bir sümbülü emziriyordu

    Adı ferhat mıydı neydi

    Koyunların kurtların böceklerin ve çiçeklerin

    Sadakatten mest oldukları

    Her birinin gözlerinde

    Kaybolur gibi kayar gibi

    Dalıp gittiğimiz o saadet evreni

    Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç

    Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan.

     

    Yaslan göğsüme sevdiğim

    Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir

    Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir toprak gibidir

    Sen ki bulut gibisin

    Ay gibisin güneş gibisin bazan.

     

    Usul usul inen

    Yağmur tıpırtılarını

    Dinler gibi

    Dalıp gitmiştik

    Sen konuşuyordun

    İpil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun

    Onlar ki konuklarımızdı

    Adları Keremdi Yusuftu Kaystı

    Hepsi de ezelden tanıdıktı dosttu.

     

     

    Sen bir taze haber gibi gelmiştin unutmadım

    Her gelişin bir taze haberdi unutmadım

     

    Aşktı alıp verilen altın bir vakitti yaşadığımız

    Bir muştuyu algılamanın sürekli gerilimiydi sanki

    unutmadım

     

    Can oynanırdı evlerde yollarda meydanlarda

    Can alınıp can verilirdi hiç unutmadım

     

    Sen uyurdun uykun bir tepeden seyredilen uçsuz bir vadi

    Kıyısından seyredilen bir denizdi sanki unutmadım

     

    Ah sevgili ! Hayat görünürdü kapından, bir çırpınış

    yüreklerimizde

    Sen evinden çıktığında güneşler doğardı içimizde

    unutmadım

     

    Toprağa düşen tohum onda gizlenen renk şekil koku

    Senin için biçimlenirdi renklenirdi kokardı senin için

    unutmadım

     

    Ebedi masum çocuklar zamanın solmayan çiçekleri

    İstemişlerdi de ezan okumuştu Bilal bir sabah

    unutmadım

     

    O dirildi O dirildi diye birden çalkalanan sokaklar

    Ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı hiç unutmadım

    Ey aşk ey dirilik soluğu ey evrenin hareket kaynağı

    Nasıl unuturum nasıl unuturum hiç unutmadım.

     

    Haydi gel sevgilim

    Uzanalım toprağın altına

    Çiçekler mayalansın göğsümüzde

    Bu akıp giden bu kör gidip yol giden

    Kalabalıkları bu insanları

    Ezen çiçekleri, bir kere bile farkına varmayan

    Dökülen bu yıldızları yağmur birikintilerine

    Çiğneyerek geçen bu adamları ve kadınları

    Uyarmak için bir an durdurmak için

    Bu bizi terkeden, bacaları öksüz ve boynu bükük

    İçimizde sonsuzluk kavislerinden izlerini taşıdığımız

    Ama şimdi kendimizi zorlasak da

    anımsayamadığımız tasarlayamadığımız o kırlangıçları

    Ah tekrar dönülebilir mi? yaşayabilirmiyiz ?

    Uzansak yerin altına ve toprak olsak.

     

    Haydi gel sevgilim

    Bir daha deneyelim

    Bir kere daha kesmek için yolunu kalabalıkların

    Yüreğimizden gönlümüzün derinliğinden

    Vermek hep vermek için

    Çünkü dağıttıkça çoğalır bizim zenginliğimiz

    Aşkın bir adı da berekettir

    En iyi anlatandır o

    Hirada bir mağarada

    Gözden döküleni

    Gönülden geçeni.

     

    Ah hep o kelimeyi bulmak için bütün bu

    Çabalarım

    Seni çağıracak olan.

     

    Nasıl da unuttuk

    Oysa daha anar anmaz adını

    Ansızın patlayan bahara bir pencere açmışız gibi

    Kış ortasında çıkıveren güneş gibi

    Birden sıyrılıverip bulutlardan

    Üryan görülen can gibi

    Doldururdun içimizi

    Ve eviçlerimizi.

     

    Ah oruçlu bir ağustos vaktinde

    Bir kayanın dibinden kaynayan

    Soğuk ve berrak sulara

    Uzanıp kana kana

    Avuç avuç alıp

    Yüzümüzde içimizde

    Duyduğumuz

    Gibi

    Aşk.

     

    Ah bir yalnızlık vaktinde

    Herkesle birlikte olduğumuz

    Gene de yalnız olduğumuz

    Bir parkta

    Ta uzaklardan gelir gibi

    Bir tamburdan bir ezginin

    Bizi bizden ve herşeyden

    Alıp götürdüğü gibi

    Aşk.

     

    Haydi gel sevgilim gene arayalım

    Makam-ı İbrahimde rastlanan ayak izlerini

    Dedesinin elinden tutup Kubays dağına götürdüğü

    Yüzüsuyu hürmetine yağmur istediği

    Yeryüzünün bereketlenip çiçeklerle bezendiği

    Develerin coşarak çöllerde

    Ayak sesleriyle şiirler bestelediği

    O vakitleri.

     

    Haydi gel bir daha bir daha

    Arayalım

    Herkesin ve herşeyin uykuya vardığı

    Bir vakitte

    Gürül gürül

    Bardaktan boşanır gibi

    Yeryüzünü ve gökyüzünü

    Dünyanın bu yüzünü ve öbür yüzünü

    Geceyi ve gündüzü

    Dolduran

    Yüreğimizi kuşatan

    O kitaptan

    Okunanı.

     

    Yaşamak, avını gözleyen

    Sessiz gergin

    Soluk soluğa

    Bir atmaca

    Sağ elimin

    Parmakları ucunda.

     

    Ve ölüm

    Bir güvercin

    Beyaz

    Süzülen masmavi gökten

    Berrak sulara.

     

    Bir yıldız kayıyor kayıyor kayıyor

    Bir dal uzuyor uzuyor

    Bir gül kanıyor bir seher vaktinde

    Yanıyor bir ateş için için

    İçimde içimin de içinde

    Bir ezgi dönüyor dönüyor dönüyor

    Bir ney eriyor dudaklarımda

     

    Aşkın bir adı da yorulmamaktır.

    • Like 1

  6. O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı?

    Sahile vurdu kalbim,su yandı,kum da yandı.

    Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum,

    Ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı.

    Yurdundan mahrum edip dolaştırdın Cem gibi.

    Ruhumla söndü alev,sonra ruhum da yandı.

    Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut.

    Bülbülün küllerine konan puhum da yandı.

    Böylesi bir yangını görmedi Nemrut bile.

    Kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı.

    Âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım,

    Kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı.

    Bir damla su ver bana ey çöl! Bari sen küsme.

    Kalmadı hiçbir şeyim bak,günahım da yandı.

    Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme.

    Ülkem yıkıldı heyhat!

    Ordugâhım da yandı.

    Köleleri her akşam duman kıldı gözlerin,

    Başıma tâc ettiğim padişahım da yandı.

    İlk defa böylesine tutuştu gökkuşağı.

    Renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı.

    O'ndan başka ne varsa yandı,

    Yandık sen ve ben.

    O'nu göreyim diye,kıblegâhım da yandı.

     

    Nurullah Genç

    • Like 1

  7. Sevgili!

    Aşkın şiirini yazmak isterdim sana; sana aşkı şiir ile yazmak isterdim... Aşkı seninle tanımlamak ister, aşkı şiir ile yazmak isterdim... Aşkı seninle tanımlamak ister, aşkı sende tanımak isterdim. Ay ikiye bölündüğünde yanında olmak isterdim..

     

    Sevgili!...

     

    Şimdi senden uzakta, aşk şudur diyebilsem eğer, son defa kendimi ve ilk defa okuyucumu kandırmış olacağım. Bildim dediğim bir aldanıştır çünkü o, duydum dediğim bir yanıştır. Şimdi ayın, şın ve kaf'ları çıkardılar elifbelerden de sensizliğin mektebinde bir sabra mıhladılar bizi elif'lerle he'lerden. Sensizlikte hasretin hüzzamlarını öğrendik kucak kucak ve aşkın nihavent saltanatını arar olduk köşe bucak. Bildiğimizi sandıkça yandık da yolunda, yolunda yandığımızı sandıkça bildik sonunda. Aşkın gerçeği değildi bildiğimiz, ama aşkın ateşiydi yandığımız. Artık şüphedeyiz, canları yâre ulaştıran bir sel miydi!.. Sana varacak yolların çilesi miydi; tutkular ötesi tutkunun zirvesi, hasretleri yanışların sesi miydi!..

    Galiba varlığın çekim alanına giren en ulvi acıydı aşk; ve maddeyi manaya veren en cömert sancıydı. Ruhların çeşitli varlıklar arasında bölüştürülen süsüydü belki; belki ötelere yazgılı yetirişlerin türküsüydü. Kalp kalbe konan kelebek kanatlarında renk; kudümlerde düşünüp neylerde ağlayan ahenkti aşk. Şarkın bütün şiir mazerasıydı, belki Yesribli sevgililer için tutulan bir Anadolu yazısıydı. Yağmur yağmur belâya başını tutmaklar ve ateş ateş denizlerde kendini atmaklardı. Mansûr'u dara takan da, Halil'i oda yakan da oydu ve oydu Eyyub'u derde bırakan da. Tuz kadar mübarek, ekmekçe aziz idi; toprakleyin bereket, su gibi temiz idi.

     

    Aşk iğnesiyle dikilince bir dikiş, kıyamete kadar sökülmez imiş. Aşk ile insan elbet güneşe benzer; ve aşksız gönül misal-i taşa benzer. Hayatı aşka bölünce hayat çoğalır; bütün hayatları toplasan geriye aşk kalır. Gelip kemiğe dayanınca dünya, hayata atılan kement olur; göz kapaklarından vurulunca kasırgalar, annelerce deprem, babalarca bent olur. Aşksız bahar dallarını kuru bir ayaz boğar, aşksız rahmini yargılayan bebekler nagehan doğar. Mahrem düşüncelerle perdelenen odalarda ya ezel ya ebed olur; aşk kayıp giderse dünyadan ebed kıyamet olur; sevgisizlik gelir, dünya cehennem olur.

     

    Aşk gelince burukluğun şiirinde hüzün dokur heceler; ve azarlanmış kalpleri ısırır tam yarısında geceler. Saban onunla sürerse toprağı koşarak, ancak o vakit şereir taze bir başak. Atların nallarından yıldırımlar masallara dökülür ve yollanamayan mektuplarda nice kalpler sökülür. Kayan yıldızlar gibi büzülür elem denizlerinde diller ve melâl süzülür gibi melek kanatlarında döker yapraklarını güller. Kaderin dehşetini yakan şamdanlar özge pervanelere tesellikâr düşer, şefkatli bir ekmek kırıntısıdır kurutulmuş buselere yâr düşer.

     

    Sevgili!

     

    Kapına geldik; aşkı öğret bize; ve aşkını ver yüreklerimize.

     

    Bir nihânice gamzene gamzede âşıkların adına.. Hani uykuya dalınca kenti ve yalnız başına kalınca kendi... Hani yalnız gecelerde konuşmadan kalınca dilleri ve hâl üzre gönüller anlar olunca bütün dilleri... Vicdan sesinden bizar kürek mahkûmlarınca, hani âşıkların hasreti özleme karınca... Hani gurbetin uzunda gönlüme gömen de sen, hani sen gurbet gurbet gönlüme gömende.. Güneş ve ay nurunu aşkından alırken; güneşin ışığı aya vurur gibi âşığı aydınlatırken.. Gel ey Sevgili bir huzmecik bahşeyle asi ve âciz üftadene ve umut ver peykin olmaya teşne kem zerrene. Aşkları unutan bendene aşkını unutturma!

     

    Her şey sen olsun şu dünyada ve olmasın sen olmayan dünya da.

     

    İskender Pala, Kırk Güzeller Çeşmesi, s. 100-102

     

    Hoşuma giden yazılarından dır paylaşmak istedim......okumanızı tavsiye ederim...


  8. Soykırım iddialarının gündemde olduğu şu günlerde, bir “Yahudi Profesör” olan Norman G. Finkelstein, “Soykırım yaşadıklarını söyleyen Yahudilerin birçoğu yalancı!.. Sırf para sızdırmak için kendilerine bir geçmiş icat ediyorlar!.. Bu iş, tam bir Soykırım Endüstrisi haline geldi. Amerikan bankalarının önüne gelip yatan Yahudi ihtiyarların çoğu, tam bir sahtekârlar sürüsüdür” diyor.

     

    Yahudi profesörden müthiş ifşaatlar.

     

    Halen Chicago Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Norman G. Finkelstein, kendi anne-babasının da Nazi kamplarından kurtulmuş kimseler olduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor: “Amerika’da bir Holokost (Yahudi Soykırımı) Endüstrisi var. Bu endüstrinin ana gayesi, İsrail’in Filistinlilere karşı câni politikasını haklı göstermek ve soykırıma uğramış aileler adına Avrupa’dan para sızdırmaktır.”

     

    BUNLAR, MEZAR SOYGUNCUSU

     

    “Holokost Endüstrisi, bir diğer deyişle Yahudi Soykırımı Sanayii, tarihi ters çevirme taktiği, tarihi çarpıtma taktiğidir. Bunların yaptığı mezar soygunculuğudur. Göz göre göre tarihî bir sahtekârlık işlenmektedir. Holokost Endüstrisi, insanlık tarihinin en büyük hırsızlık olayıdır!”

     

    DÜNYAYI HARACA BAĞLADILAR

     

    Yazar, 150 sayfalık “Holokost Endüstrisi” kitabında, Roger Garaudy’nin “İsrail, Mitler ve Terör” kitabında vurguladığı hemen hemen bütün gerçekleri aynen savundu. Daha da ileri giderek, bu Holokost sanayiinin Avrupa ülkelerinin paralarını çalıp çırpma şeklinde yürütüldüğünü söyledi. Soykırımdan sağ kalanların sayılarının habire şişirilerek sürekli tazminat ödettirildiğini hatırlattı. Almanya başta olmak üzere, Avrupa ülkelerinden, İsviçre bankalarından uydurma soy kütükleri, yalan akrabalıklar, olmayan anne ve babalar adına sürekli para sızdırıldığını anlattı.

     

    TAM BİR ÜÇKAĞITÇILIK

     

    “Holokost kavramı adına her türlü entelektüel üçkâğıtçılık almış başını gidiyor. Elie Wiesel, (Nobel ödüllü Yahudi yazar) bu konuda verdiği konferans başına 25 bin dolar alıyor. Kendisine ayrıca şoförlü bir limuzin de tahsis edilmiş bulunuyor. Holokost adına bir sürü dolandırıcılık ve sahtekârlık yapılıyor ve bunlar servete boğuluyorlar. Amerika’da Holokost denilince Yahudiler akla gelirken, Japonlara yapılan Hiroşima ve Nagazaki soykırımları bir stadyumda bir rock konseriyle kutlanmaktadır! Ne iğrenç bir anlayış!”

     

    1996 yılında “İsrail, Mitler ve Terör” kitabını yazarak, “İsrail, Yahudi soykırımını abartarak Filistinlilere karşı soykırım yapıyor!” diyen ve bu yüzden Fransa’da mahkûm edilen ünlü Fransız düşünür Roger Garaudy’den dört sene sonra, özbeöz Yahudi olan Norman G. Finkelstein adlı bir profesör de aynı gerçekleri dile getirdi.

     

    Chicago Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Norman G. Finkelstein, geçen yılın sonlarında Amerika ve İngiltere’de piyasaya çıkan, bugünlerde de diğer Avrupa dillerinde tercümesi sunulan “Holokost Endüstrisi” kitabında, İsrail’in ve Amerikan Yahudi derneklerinin Nazilerin yaptığı Yahudi katliamını nasıl istismar ettiklerini gözler önüne serdi.

     

    Kendi anne-babasının da Nazi kamplarından kurtulmuş kimseler olduğuna dikkat çeken profesör, bu soykırımın Yahudi kuruluşlar ve İsrail tarafından maddî bir kazanç ve Batılı ülkeleri soyma şeklinde istismar edildiğini belirtti.

     

    Yazar, “Amerika’da bir Holokost (Yahudi Soykırımı) Endüstrisi var. Bu endüstrinin ana gayesi, İsrail’in Filistinlilere karşı câni politikasını haklı göstermek ve soykırıma uğramış aileler adına Avrupa’dan para sızdırmaktır” dedi.

     

    Yahudi Profesör, Holokost Endüstri’sinin 1967 Arap-İsrail savaşından sonra ortaya çıktığına özellikle dikkat çekti. Bu savaştan sonra, Amerika’nın Ortadoğu’daki köprübaşı olan İsrail’e ilginin arttığını, Amerika’nın seçkin Yahudi tabakasının İsrail’le bağları iyice kuvvetlendirdiğini ve İsrail’i bütün dünyaya karşı savunmak için “Yahudi Katliamı Endüstrisi”ni kurduğunu anlattı. 1973’teki Arap-İsrail savaşı ile birlikte, bu endüstrinin dört dörtlük bir şekilde işletilmeye başlatıldığını kaydeden yazar, “Holokost Endüstrisi, İsrail’i her türlü tenkide karşı korumak için mükemmel bir silâh hâline getirilmiştir” tespitini yaptı.

     

    “Holokost sistemi, iki temel dogmaya dayanır” diyen Prof. Norman G. Finkelstein, bu dogmaların şunlar olduğunu açıkladı:

     

    “1- Dünya tarihinde sadece tek bir soykırım vardır, o da Yahudi soykırımı olan Holokost’tur;

    2- Holokost, Yahudi olmayanların Yahudilere karşı akıldışı ve ezelî-ebedî kinlerinin zirve noktasıdır.”

     

    Profesör, bu iddiada olanların ne Amerikan yerlilerinin soykırıma uğramalarını, ne Nagazaki ve Hiroşima’da soykırıma uğrayan Japonları ve ne de başka soykırımları asla soykırım olarak kabul etmediklerini belirtti.

     

    Yahudi katliamı konusunda çok çirkin, çok ahlâksız ve insan onuruyla hiç bağdaşmayan bir sömürünün her düzeyde devam ettirilmekte olduğunun altını çizerek şunları yazdı:

     

    “Holokost kavramı adına her türlü entelektüel üçkâğıtçılık almış başını gidiyor. (Nobel ödüllü Yahudi yazar) Elie Wiesel, bu konuda verdiği konferans başına 25 bin dolar alıyor. Kendisine ayrıca şoförlü bir limuzin de tahsis edilmiş bulunuyor. Holokost adına bir sürü dolandırıcılık ve sahtekârlık yapılıyor, bazı yazarlara bu konuda habire kitaplar ve romanlar yazdırılıyor ve onlar servete boğuluyorlar.”

     

    Profesör Finkelstein, “Holokost sadece para sızdırmak ve servet edinmek için kullanılmakla kalmıyor, ideolojik bir maşa olarak da kullanılıyor. Holokost, İsrail’i savunmak için son derece değerli bir şaşırtma taktiği, bir kandırma âleti olarak kullanılıyor. Yahudi soykırımı, gerçek anlamda bir ideolojik cop olarak habire havada savruluyor. Ortadoğu’da bu cop sayesinde çok kirli savaşlar yapılıyor. Yine bu cop sayesinde, İsrail’in Filistinlilere karşı yaptığı katliam, uyguladığı insanlık dışı vahşet kolayca örtbas edilebiliyor” gerçeğini gözler önüne serdi.

     

    Ve vicdan sahibi bu Yahudi profesör şunları da haykırdı:

    “Sizler, Holokost, Yahudi katliamı, Yahudi soykırımı diye diye, günümüzde inim inim inleyen diğer bütün insanların acı ve ıstıraplarını örtbas ediyorsunuz! Filistinlilerin gördükleri zulmü önemsiz gösteriyorsunuz! Ambargo yüzünden ölen 1 milyon Iraklı çocuğu görmezden geliyorsunuz! Nazilerin öldürdükleri Yahudi sayısı kadar, bugün Irak’ta da Iraklı çocuk ambargo sebebiyle ölmüştür ve ölmeye de devam etmektedir! Siz bu apaçık hakikati bile gizliyorsunuz!”

     

    Yazar, 150 sayfalık “Holokost Endüstrisi” kitabında, Roger Garaudy’nin “İsrail, Mitler ve Terör” kitabında vurguladığı hemen hemen bütün gerçekleri aynen savundu. Daha da ileri giderek, bu Holokost sanayiinin Avrupa ülkelerinin paralarını çalıp çırpma şeklinde yürütüldüğünü söyledi. Soykırımdan sağ kalanların sayılarının habire şişirilerek sürekli tazminat ödettirildiğini hatırlattı. Almanya başta olmak üzere, Avrupa ülkelerinden, İsviçre bankalarından uydurma soykütükleri, yalan akrabalıklar, olmayan anne ve babalar adına sürekli para sızdırıldığını anlattı.

     

    Yahudi profesör, kitabıyla ilgili olarak verdiği bir mülâkatta da şu açıklamalarda bulundu:

    “Holokost, gerçek anlamda bir sanayi haline dönüşmüştür. Bundan çok bol para kazanılmaktadır. Bakın, 1999 yılında New York Times gazetesinde 300’den fazla makale yayımlandı. Hava durumunu bir yana bırakırsak, o gazetede en çok işlenen konu Holokost oldu.

     

    Holokost’un bir sömürü aracı olarak kullanıldığını ortaya döken tek kişi de ben değilim. Benden önce Raul Hilberg bu konuyu dile getirdi. Onun şöhreti, otoritesi ve büyüklüğü yanında ben bir hiçim. Kendisi, Amerikan Yahudi teşkilâtlarını gaspçılıkla, zor yoluyla para sızdırmakla itham etti. Kendisi ayrıca beni destekleyeceğini bildiren bir mektup da gönderdi. Amerikan Yahudileri arasında özelde bu tenkitler yapılıyor, ama halkın önünde asla yapılmıyor.

     

    Ben, Yahudi katliamı olmamıştır veya bunu unutalım gitsin demiyorum. Ben sadece, Amerikan Yahudi teşkilâtları bu meseleyi sömürü aracı hâline getirmişlerdir, başkalarının acılarını hiç kaale almaz olmuşlardır diyorum. Meselâ Amerika’da Holokost denilince acılar, ıstıraplar yâd edilir veya ettirilirken, Japonlara yapılan Hiroşima ve Nagazaki soykırımları bir stadyumda bir rock konseriyle kutlanmaktadır! Ne müthiş alay! Ne iğrenç bir anlayış!”

     

    Yazar, kitabında şu notları da düştü: “Soykırımı yaşadık diyen Yahudilerin birçoğu yalan söylüyor! Sırf para sızdırmak için kendilerine

    bir geçmiş icat ediyorlar. Amerikan bankalarının önüne gelip yatan Yahudi ihtiyar ve kadınlardan oluşan sürüler, tam bir sahtekârlar sürüsüdür.

     

    Medya bu korkunç sömürüye âlet olmaktadır. Medya ve Amerikan Kongresi’nin baskısıyla Alman firmalar dize getirilmekte, İsviçre bankaları teslim olmakta ve Yahudilere alenen haraç ödemektedirler.”

     

    Yahudi tarih profesörü Norman G. Finkelstein, insanlık adına bu utancı korkmadan ifşa ederken, şu hakikatları bütün dünya kamuouyuna duyurdu:

    “Holokost Endüstrisi, bir diğer deyişle Yahudi Soykırımı Sanayii, tarihi ters çevirme taktiği, tarihi çarpıtma taktiğidir. Bunların yaptığı mezar soygunculuğudur. Göz göre göre tarihî bir sahtekârlık işlenmektedir. Holokost Endüstrisi, insanlık tarihinin en büyük hırsızlık olayıdır!”

     

    Eserin Avrupa dillerine tercümesine bir son söz yazan Rony Brauman da, “Yazarın bütün fikirlerine katılmamakla beraber, Ortadoğu’da yeniden alevlenen şiddet olaylarına bakarak yazara hak veriyorum. Dünün şiddet olaylarını (Nazilerin Yahudi soykırımını) hep tekrarlayarak bugünün şiddet olaylarını, yani İsrail’in Filistinlilere karşı yaptığı zulmü mazur göstermek mümkün değildir” dedi.

     

    Chicago Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Norman G. Finkelstein, “Holokost Endüstrisi” adlı kitabında Yahudileri ve onlara destek olanları yerden yere vuruyor. Yahudi Prof. “Katliam” olayının bir sömürü aracı haline getirildiğini ısrarla vurguluyor.


  9. İşte Osmanlı ...

     

    19.yüzyılda Almanya nın Mülhaym şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında

    Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu.

     

    Fransızlar, her sene nehrin Almanlar'daki kısmına geçip mahsulün tümünü

    toplayıp götürüyorlardı.

     

    O sıralar, birliğini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise buna fazla ses

    çıkaramıyorlardı tabiî. Her sene böyle olunca çareyi Osmanlı Sultanına

    durumu yazıp, imdat istemekte bulurlar.

     

    Mektupta şöyle denmektedir:

     

    "Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar.

    Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, İslamiyet'in de

    halifesisiniz. Bizi şu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi

    bu sene olsun toplama imkanı sağlayın."

     

    Çöküş faslına girildiği bir zamana denk gelen yardım isteğini inceleyen

    padişah asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker

    elbisesi göndermeyi kâfi bulur ve cevabı bir mektupla beraber içi askeri elbise dolu üç çuval yollanır.

    Şaşkına dönen Almanlar, çuvalı alıp

     

    mektubu okurlar:

     

    "Fransızlar korkak ademlerdir.

    Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur.

    Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfidir."

     

    Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin.

    Mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerınde dolaştırın. Karşıdan gören

    Fransızlar için bu kâfidir."

     

    Bağ bahçe sahipleri hemen Osmanlı askerinin kıyafetini kapışırlar.

    Hasat vakti büyük bir heyecanla yeniçeri kıyafetinde, nehir kıyısında

    dolaşmaya başlarlar.

     

    Ertesi gün, karşıdan gelen haber, Almanlar'ın sevinç çığlıkları atmalarına

    sebep olur:

     

    "Osmanlılar'dan imdat geldiğini düşünen Fransızlar, korkudan köylerini

    de terkederek iç kısımlara doğru kaçmaktalar.

    Mahsulünüzü rahatça toplayabilirsiniz. Zulüm sona ermiştir."

     

    Bu olay, Mülhaymli'lerin gönüllerin de taht kurmuştur.

    Giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülhaym a bağlı Karlsruhe müzesine koyup ziyarete açarlar.

     

    Şehrin en yüksek binasına da Osmanlı bayrağı asarlar. Ayrıca, halen

    olayın yıldönümünde de şehirde bir karnaval düzenleyip ,

    hadiseyi temsilen kutlarlar.

     

    Not:Olay'ın gerçekliliği hakkında bilgim yok arkadaşlar...ne kesin olmuş ne de kesin olmamış diyemiyeceğim....

×
×
  • Create New...