Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Alatav

Üye
  • Content Count

    19
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Alatav


  1. Bu şiir, üstadın çöpe attığı şiirler arasındadır... Tozlu sandıklardan çıkarılmış bir şiir besbelli... Üslup olarak, üstadın üslubuna benziyor... Hem tehdit cümleleri, hem de duygu yoğunluğu bakımından... Ama üstadın adını anmak istemediği, unuttuğu şiiri olabilir kesinlikle... Neticede üstad, evli ve 5 çocuk babası bir insan... Zevcesi Neslihan Hanım' dan sonra hepsi yerin dibini boylamış, e güzel de olmuş...


  2. Bu develeri sömürmek mübahtır...

    Üniversite gençliğine sesleniyorum !

    Alın yardımı, vurun tokadı...

    Gidin, bu ÇYDD Derneği'ne , '' Atatürkçüyüm, damarlarımı kesseniz Anıtkabir' in mermer taşlarına sürülen cilâ akar, ben de ulusalcıyım '' deyin ve alın öğrenci yardımınızı...

    Acımayın bu kestanelere...

    Sömürün... İslâmcı olup ÇYDD' yi sömürmek paha biçilemez bir duygu... Geri kalan her şey için /edit.


  3. Sevgili adıdeğmez;

     

    Mazur gör... Sonsuzluk kervanını, '' günah kervanı '' zannetmişim, yahut aklımda öyle kalmış... '' Günah kervanı '' tamlamasını ben üzerime alıyorum... Belki kendimi öyle gördüğümden, bir an beynimin içi karıncalanmış... Hatırlattığın ve nacizane yorumlarda bulunduğun için ayrıca teşekkür ederim...

     

    Bunun dışında, ben söyleyeceğim her şeyi söyledim. Amacım ne gereksiz yere tartışma ortamı oluşturmak, ne de kalp kırmaktır. Sadece ve sadece fikrimi belirttim ve belirttiğim düşünceye çok sert mukabele edenler oldu. Ben de gayriihtiyari cevap vermek mecburiyetinde kaldım. Bunun dışında bir mana aramaya hacet yoktur... Üstadın ruhu şad olsun, artık ne söylesek lâf-ı güzaftır...

     

    Saygılarımla...


  4. Ne söylesem ciğerine neşter gibi saplanıyor... Senin benimle tartışman, yani hususi ve iki kişi arasındaki bir mesele ne zamandan beri hak yolu oldu da, üstüne üstlük '' alayları göze alarak yazıyorum, hak yolunda daima alaylara maruz kalacağız '' mesajı vermeye kalkıyorsun ?... Birincisi, meselenin hak yoluyla hiçbir alâkası yok... İkincisi, samimi bir şekilde dile getirilen düşünce, en ters tarafından algılanıyorsa bunda da benim hatam yok... Suç, söyleyende mi, yoksa söyleneni bilmem ne tarafından anlayanda mı ?

     

    Farz muhal, Allah beni tezata düşürüyor... Peki sen, utanmıyor musun şahsi meselende bile Allah' ın adını anmaya ? Utanmıyor musun cevap veremeyince, '' bu yol hak yoludur, elbette alay edenler olacaktır '' demeye ? Sen, bu hak yol için yazmaktan başka ne yaptın bugüne kadar ? Necip Fazıl' a '' hazret '' kelimesini yakıştıramadığımı, '' hazret '' kelâmının cümlenin başında mı, yoksa sonunda mı olduğunun hiç mi hiç önemi olmadığını, aynı manaya çıktığını ifade ettim... ve ömründe türlü günahlara batmış, sonrasında bunun bedelini kat be kat ödemesine rağmen yine de arzu ettiği saflığa ulaşamamış Necip Fazıl, kendisi hakkında, '' günah kervanının topal itiyim '' demesine rağmen siz nasıl oluyor da onu bir velinin, bir peygamberin sıfatına lâyık görebiliyorsunuz ?

     

    Necip Fazıl' ın nasıl büyük bir aksiyon adamı olduğu müspettir. Bunu tartışmaya hacet yok. Bir çok şairin, kötü şiir denemeleri olmasına rağmen Necip Fazıl her zaman hece ölçüsüyle şiir yazmaya gayret etmiş ve Türk Edebiyatı' na muhteşem şiirler armağan etmiştir bu da müspettir. Yazarlığı zaten tartışılmaz. Dilinin kıvraklığı muhteşem, kitapları su gibi okunacak cinstendir, e bu da müspet. Tartışılacak ne var ?

     

    Ha ama siz, mevzuya öyle bir noktadan giriş yapmışsınız ki neresinden tutmaya kalkıştıysanız elinizde kalmış...

     

    Mesele seninle alâkalı değil... Evet... Peki neden yazdın ? '' Hakkı savunmak için mi ? ''

    Aman, aman ! Necip Fazıl' a '' hazret '' sıfatını yakıştıramadığımı, bunun saf ve halis bir duygu olduğunu, kötü bir niyet taşımadığımı belirttiğim için mi hak düşmanı oldum ? Sen, mücerretle müşahhası ayıramayacak kadar tecrit kafasından mahrum bir insansın... Necip Fazıl' a '' hazret '' dememek Hak karşıtlığı mıdır ki, Hakkı savunduğunu çocukça bir tecessüsle ifade ediyorsun ? Dini bildiğinizi zannettiğiniz için en büyük yanılgıdasınız... Din, sizin sandığınız gibi basit bir mesele değil, tam tersi girift, dolambaçlı ve çetin bir yoldur. Bağnazlar, yobazlar, sığlar, cahiller ve kabukçu Müslümanlar bu yolu aşamazlar...

     

    Daha fazla uzatmaya gerek yok...

    Yine üstadın bir şiiriyle cevap vermek en doğrusu olacaktır;

     

    Yobaz, ısındırmayan, sevdirmeyen, ürküten;

    Kendi çirkin yüzünde, güzelliği çürüten... ''


  5. Esselâm...

     

    Görüyorum ki fikircilesi, mevzu seninle hiç de alâkalı olmadığı halde ortaya çıkıp zillerini şıkırdatmışsın...

    Sana kitaplık çapta lâf anlatmaya gerek yok, zira anlamazsın... Sana üstadın bir nüktesiyle cevap vermek en doğrusu olacaktır;

     

    Ucuna sivrisinek kondu diye 35'lik topu ateşleyemem...

     

    Bir başka vecize daha var ama, ağır olur, kaldıramazsın...

     

    Esselâm...


  6. Esselâm...

     

    Sevgili Ali NFK kardeşim;

     

    Daha önce de belirttiğim gibi, ben mevzuya tamamen eleştirisel yaklaştım. Benim, ne herhangi bir kimseyi yaptığından dolayı yermek, ne de bir din alimi gibi ahkâm kesmek gibi bir niyetim yoktur, olamaz da...

    Hani biz, yani Büyük Doğucular, putlaştırılmaya, heykelleştirilmeye karşıyız ya, hani biz, yani Büyük Doğucular, kemalistlerin, bugün Atatürk' ü nasıl putlaştırdığını görüp de bu putperestlerden tiksiniyoruz ya, işte biz, yani Büyük Doğucular, en nefret ettiğimiz ve yanından dahi geçmeye korkacağımız çukurun içine, yine kendi ellerimizle yuvarlanıyoruz...

     

    Merhum Necip Fazıl Kısakürek' in fikirlerini, şiirlerini, usta bir mimar edasıyla yazdığı cümleleri gıptayla okuyor, Allah' a, İslami davaya böyle bir aksiyon adamı kazandırdğı için dua ediyoruz. Üstadın karşısında olan herkese üstadı anlatmak boynumuzun borcu olsun. Lâkin... Evet, lâkin var...

     

    Gelin, çok sevdiğimiz Necip Fazıl Kısakürek' i bir başka cepheden inceleyelim. Babıali isimli eserinde belirttiği gibi, '' Hakkı hak için iptal caizdir ''... Evet, hazret kelimesi saygı ifade eden bir kelime olabilir. Ama bu kelimenin, ismin sonunda mı, yoksa başında mı yazıldığı hiç önemli değildir...

     

    Necip Fazıl, İslâmi davayı hayatı pahasına savunmuş, bir dava adamıdır. İnanıyorum ki Allah onun ruhunu cennetine kabul etmiştir. Fakat, ne olursa olsun, günahı olmayan, ancak ve ancak insani zaaf olarak her beşerde zuhur eden bir takım basit hataları mevcut olan peygamberlere kullanılan '' hazret '' ifadesinin '' Ben bu kapının, kölesinin, kulunun kölesiyim '' diyen Necip Fazıl' a kullanılmasından ötürü '' ar '' duyduğumu belirttim. ve eminim, yaşasaydı, bizi bir güzel paylar, o babacan sesiyle iyi de bir haşlardı...

     

    Ali kardeşim, içinde hiçbir kötülüğün olmadığını biliyorum. Kızgınlığım sana değil, beni ham ve kaba softa olarak nitelendiren, halbuki bağnazlığın en büyüğünü yapan Yeniçeri38 mahlaslı üyeyedir. Benim için bir şey değişmez, ben yine '' hazret '' kelimesini kullanırım diyorsanız, o da sizin bileceğiniz iştir. Zaten günahın dibine kadar batmışız, '' hazret '' demişiz çok mu diyenler de olacaktır...

     

    Günahın her türlüsünü işledik, hatta ben kendimi günah kervanında su bile taşımaya memur olamayan basit bir köle olarak görüyorum, ben bir hiçim... Farz edelim her rezilliği işledik... Şahsi olarak, günahın her türlüsüne battık. Ama, putlaştırmanın en küçüğüne bile olsa yaklaşmak, en rezil günahları işlemekten bile beter... Mezar taşında ismi bile yazmayan Necip Fazıl' ın mütevaziliği hepimize örnek olsun...

     

    Allah muhafaza, yarın öbür gün aklıevvelin biri çıkar da, üstadın mezarını çevreleyen demir parmaklıklara '' çaput '' bağlamaya kalkarsa, işte o gün başımızı taşlara vururuz... Olmaz demeyin, burası Türkiye !

     

     

    Saygılarımla...


  7. Yeniçeri38 mahlaslı üyeye cevaptır;

     

    Hayır efendim, kitaplardan öğrendiğin ham ve kaba softa tabirini bilakis kendine yakıştırsan daha evlâ olur. Siz Necip Fazıl' ı bir şair, bir yazar, davasıyla aksiyonu birleştirebilmiş bir fikir adamı olarak değil bir put olarak sevme sevdasına düştüyseniz işte burada yanılıyorsunuz...

     

    Sonra, neden beklenen kahraman çıkmıyor ? Beklenen kahraman, sizin ve sizin gibiler yüzünden toplumun içinde silinip gidiyor. O kadar bağnaz ve o kadar yobazsınız ki, tamamen halis niyetlerle yazılmış bir yazıyı bile tenkit edebiliyorsunuz...

     

    Yazıya Allah' ın selâmıyla başlamaya gelince... Bunu keşke sen yapmış olsaydın da, en azından söyleyebilecek yüzün olurdu...

     

    Sana da nacizane tavsiyem;

     

    Önce cümle kurmayı öğren, cümle başlarındaki harflerin büyük yazılacağını bil, dilini geliştir ve öyle çık karşıma. Mahalle kabadayısı ağzı, üstadın forumunda sökmez...

     

    Alim ile sohbet etmek lal-ü mercan incidir, cahil ile sohbet etmek günde bin can incitir...


  8. Girizgâh yapmayı pek sevmem. Anlatacağım konuların önünde bir nevi engel teşkil eder. O halde bu engeli süratlice ortadan kaldıralım ve asıl mevzumuza gelelim...

     

    Malum, her sene, büyük şehirlerde kitap fuarları düzenlenir. İstanbul, en çok ilginin ve talebin olduğu, aynı zamanda bir hayli fazla yayıncının katıldığı kitap fuarlarına ev sahipliği eder. Lâkin İzmir bu konuda üvey evlat muamelesi görür. Halbuki 4 milyon nüfusu vardı buranın hacı, unuttunuz mu bu güzelim toprakları ? Tamam, gâvuru çok ama, içinde hiç mi özünü unutmamış insan yok ? Var, hem de fazlasıyla var... Neyse efendim, bendeniz bu gâvur İzmir sıcaklarından muzdarip olmamak için akşam üstü saat 5 sularında evimden çıktım ve İzmir Fuar alanındaki kitap fuarına doğru yola çıktım. Millet açılmış saçılmış, herkeste kısa kol, biz Üstad' ın izinden yürüyoruz ya üstümüzde gömlek ve ceket. Allahım, bu nasıl Üstadın izinden yürümektir ? Üstad görse, '' pişik olacaksın evladım '' derdi. İzmir, Milli Mücadele' nin tohumlarının atıldığı vilayetlerden biri olduğu için, bizim büyük fuarın beş kapısı var. 9 Eylül, Cumhuriyet, Montrö, Lozan ve 26 Ağustos... 9 Eylül kapısından girmedim, 26 Ağustos' tan gireyim daha iyi olur '' diye düşündüm, meğer yayınevleri 9 Eylül kapısının oradaki pavyonda imişler. '' Te Allahım, şimdi yürü 1 kilometre eşek herif '' diye içimden geçirirken aniden aklıma kurt düştü. İçeride envai çeşit yayınevi olacaktı, bilhassa şu devrimbazların ve ağlamaktan bitap düşmüş sosyalistlerin yayınevleri sarısıyla, kırmızısıyla, yeşiliyle, komandante Che Varavarası ile dolup taşacak ama bizim arzu ettiğimiz yayınevleri acaba ne alemde olacaktı ? En mühimi, İzmir' de hiç stand açmamış Büyük Doğu Yayınları acaba var mıydı ? Çok düşük bir ihtimaldi, daha önce hiç görmemiş, 4 milyonluk İzmir' e göstermedikleri hassasiyetten dolayı da biraz içerlemiştim. Ama ne yaparsın ? BD Yayınları'nın arkasında büyük medya patronları yok ki ? Ellerinde olsa, eminim Türkiye' nin her tarafına gidecekler, heyhat ! Bu memlekette işler, ahbap - çavuş ve para ilişkisi çerçevesinde dönüyor hepimiz biliyoruz. Neyse, kamunun iktisadi teşekülleri ve gayri safi milli hasıla mevzusuna girmeden perdeyi açalım ve sırasıyla oyuncuları takdim edelim;

     

    Kitap fuarının bulunduğu pavyondan içeriye girdim. Müthiş bir kalabalık ! Allah Allah '' dedim... Vaktinin çoğunu Starboks ( Starbucks olduğunu biliyoruz ama Star'bok's uygun bir tabir oldu ) ' larda geçiren, Kordon' da rakı - balık yapıp birasını yudumlayan İzmir halkının içinde meğer kitap sevdalıları da varmış ! Ne var ki gerçeği hemen fark ettim ! Meğer bu kalabalığın esas sebebi mizah dergisi Uykusuz' un imza günü olmasındanmış ! Bir sürü ebleh genç toplanmışlar, gülücükler saçarak Uykusuz dergisinde çizenlerden imza alıyorlar ! Posterler bilmem kaç ytl, alıyorsun, herkese imzalattırıyorsun, '' ay ben sisi çhook sefiyorum falan yaneee '' diyosun, hafifçe sırıtıyorsun ve toz olup gidiyorsun. Eve gidince de, Uykusuzcularla görüştüm süper adamlardı '' deyip işin içinden çıkıyorsun. Hatta sabah ben yatakta debelenirken, kardeşim gelmiş, '' abi Uykusuz ekibine imza attıracağım sana da attırayım mı '' diye sormuş ben de '' çekil başımdan yoksa ben sana attırıcam '' deyip onu başımdan savsaklamıştım. Yazık ! Yahu ne Uykusuz' u, ne mizahı ? O kadar çok yayınevi var ki orada, mahzun ve kimsesiz, bari sevabına o standları gezin, adamların yüzünü güldürün ! '' Yok, ben Uykusuz' a gidicem '', '' İyi dittir git '' !... Bakmayın böyle sinirli sinirli konuştuğuma, gençlerin nasıl bir halet-i ruhiye içinde olduğunu görün ve anlayın diye söylüyorum bunları. Mevzu '' kitap '' olunca da değişen bir şey olmuyor, nerede popülarite gençler orada ! Nerede gülen suratlar, batı şakşakçıları, Cumhuriyetin Tosuncukları, gençler orada !

     

    Her neyse efendim, standları tek tek geziyorum. Cumhuriyet gazetesinin kurduğu stand müthiş ! Fevkalade büyük, en ve boy olarak ise namütenahi geniş denebilecek kadar yer kaplıyor. Önünde fazla durmak istemiyorum zira bir mide bulantısı daha o standı gördüğümde başlamıştı bile. Standı inceliyorum ve standın önündeki pankartlara dehşet içinde bakıyorum ! Türkan Saylan, İlhan Selçuk vs, vs... Hepsinin de isimlerinin altında '' göz altına alındı, sorgulandı, sanık '' gibi ibareler var. Ahmet Taner Kışlalı isminin altında '' öldürüldü '' yazıyor. En başta M. Kemal' in ismi, '' gazetemize ismi o verdi '' diyorlar, hemen sonrasında atanın yadigar ve sadık kuçukuçusu Yunus Nadi /edit boncuk bulmuş gibi sırıtıyor, onun da altında, '' gazeteimizi o kurdu '' yazıyor. Bakıyorum önü kalabalık. Yemin ediyorum, İzmir' de bir anket yapılsa, Ergenekon' a en fazla destek veren şehir burası çıkar ! Bunu, sözde aydın İzmir halkının yapısından ve okumak için tercih ettiği neşriyatların cinsinden de anlayabiliriz. Tabi ki bütün İzmir halkı için geçerli değil, içinde yaşayan ve bilen biri olarak genel manasıyla bunu söylüyorum. İşin görünen tarafı bu ! Diğerleri bira içip, İzmir kızlarının peşinden aç kalmış sokak köpeği gibi koşturmakla meşguller. Durduramıyorum kendimi, yazasım var, ekşi sözlük postayı koydu ya kürkçü dükkanındayım işte kusuruma bakmayın. Sosyologçuluk taslamayı bıraklım ve en keskin hatlarıyla gerçek ve ana meselemize girizgâh yapalım...

     

    BD Yayınları' nı fellik fellik arıyorum. Belki bir sürpriz olur diye içimden geçiriyorum. Ama yok, ne ararsan var, çığırtkan komünistler dergilerini standlarda özene bezene pazarlıyorlar, pornocular bile neredeyse neşriyat satacak durumda, hatta ve hatta İncil' in satıldığı misyoner standlarını dahi görüyorum. Bunları gördükçe üzülüyorum, sonra ne mi oluyor, gözüm bir standı ısırıyor... En sonda, mahzun ve içinde tek bir kişinin olduğu bir stand ! Kafamı kaldırıyorum ve aman Allahım ! İşte gördüm ! Büyük Doğu Yayınları !

     

    Küçükken mahallede maç yaparken, annelerimiz bizi eve çağırır ve salçalı ekmek yapardı hatırlarsınız. İşte o salçalı ekmeği annemizden alıp, sonra tekrar maç yaptığımız sokağa dönmek için nasıl da heyecanla koştururduk. Nasıl mutlu olurduk ? İşte bu çocuksu mutlulukla standa doğru yürüyorum, hayır koşmuyorum yanlış anladınız ! Üstad' ı seviyoruz canım, sosyalistler gibi ayaklarımız kıçımıza vura vura, çeee vara vara diye mi bağırsaydık ? Hem ceket pantolon var olmaz, erkeğe yakışmaz. Neyse efendim, standa yaklaşıyorum ve gerçekten güler yüzlü, 35 yaşlarında bir adam beni ilgiyle karşılıyor. Ayağa kalkıyor ve başlıyoruz konuşmaya. Biz konuştukça gelen gidenler artıyor ve kitapların fiyatlarını soruyorlar. Ben de '' alın lan, alın lan, almadan geçmeyin lan '' der gibi bakıyorum onlara. Normalde 18 liraya satılan, Üstadın Çile ismindeki tüm şiirlerinin toplandığı eseri fuarda 11 lira. Gayet ekonomik halbuki. Ama yine burun kıvıranlar, '' uuvvv Necip Fazıl '' deyip geçenler de mevcut. Stand gayet hoş ve düzenli, arkada Üstadın resimleri büyük boyutlarda asılı ve stand Üstad kokulu ! Elimde olmayan kitaplarını tek tek seçiyorum ve aynı zamanda kitapların satışıyla alakalı kişiyle sohbet ediyorum. Bu şahsın kim olduğunu öğrendiğimde gerçekten yüzümde bir gülücük peydah oldu. Pişmiş kelle gibi sırıtmaya başlamış idim. Velhasıl, Üstadın, üzerinde Kaldırımlar 1-2 ve 3 şiirlerinin de yer aldığı bir poster, Gençliğe Hitabesinin yer aldığı bir başka poster, Sakarya Türküsü şiirinin de yer aldığı bambaşka bir posterle stand gayet şenlikli vaziyette. Birkaç hoş beş ve sohbetten sonra gayriihtiyarı stand' da bulunan şahsa '' İsminiz nedir ? '' diye soruyorum. Güleç ve samimi bir ifadeyle '' Emrah '' diyor... '' Üstadın torunusunuz ? Emrah Kısakürek ? '' Evet '' diyor, sanki utanır gibi ve yüzündeki yine o güzel gülümseme. Üstadın birinci dereceden akrabasıyla sohbete başlıyoruz ve ayak üstü konuşuyoruz. Hiç bilinmeyen Üstad hakkındaki bazı detayları bana anlatıyor, şaşırıyorum, kelime arkasına kelime geldikçe içimden '' Vay be '' demekten de kendimi alamıyorum...

     

    Ben şaşırıyorum ama, o da şaşırıyor, zira dedesini en az kendisi kadar bilen bir adamı karşısında görmekten herhalde mutlu olmuştur. Nasıl bir duygudur bilemem, hiçbir akrabam meşhur olmadığı için bunu asla anlayamam. Ama tabi ki Üstad, meşhurlar kategorisinde değil, o, baştacı... Sadece bu kelime bile yetebilir onu tanımlaya... Üstadın evinin yıkılışından dolayı duyduğum üzüntüyü dile getiriyorum, '' Arkamızda Holding patronları yok ki, elimizden geldiğince yetişmeye çalışıyoruz '' diye cevap veriyor, yine Üstad' ın kitaplarının satışıyla ayakta durduklarını ifade ediyor. Bir yandan da üzülüyorum. Çocukça bir tecessü içinde, yine de kazancın asla ve asla haram olmadığını biliyor ve seviniyorum. Mayakovski mukallidi Nazım' ın çığırtkanları her yeri basmış diyorum ve yine gülümsüyor. Bir Adam Yaratmak piyesinin geçen sene İstanbul' da yeniden sergilendiğini fakat eserin kısaltıldığından dem vuruyor, bir başka konu ve bence en önemlisi Üstadın '' mezar yeri '' mevzusu. Bunu konuşuyoruz, içinizde bilenler muhakkak vardır, 40 yıllık Büyük Doğu' cu değiliz ama, bir gün başka bir başlıkta bu mevzuyu anlatmak istiyorum. Detaylıca konuşulması gereken bir mevzu zira...

     

    Her neyse, arşivimde eksik olan bir kaç Necip Fazıl eserini alıyorum, 3 adet posteri de bana hediye ediyor. Üçüncü poster, az önce bahsettiğim Sakarya Türküsü' nün yer aldığı poster değil. Duvarda görüp, '' yahu üstad ne güzel sigara içiyor şu fotoğrafta '' diye sevincimi ve beğenimi dile getirdiğim resmin poster halini kutuların içinden çıkarıyor ve bana hediye ediyor...

     

    Aslında bu poster mevzusunu tam olarak anlatmalıyım. Fuar alanında bir anons yapıldı. Sigara içmenin yasak olduğuna dair, o anda içimden gelerek, '' Üstad çok iyi içiyordu '' deyip o sigarasını tellendirdiği fotoğrafı elimle göstermiştim o da sağolsun gayet nazik bir hareketle posteri bana hediye etmişti... Var olsun, İzmir' i şereflendirdiler Büyük Doğu Yayınları olarak... İlk defa katılıyorlar İzmir Fuarına... Allah, ilerleyen senelerde de onlara katılmayı, burada yer almayı nasip etsin... Elimizden geldiğince yardımcı olur ve asla Büyük Doğu Yayınları' nı yalnız bırakmayız...

     

    Emrah Kısakürek' e de bu özverisinden dolayı sonsuz teşekkür etmek istiyorum, lâkin bu teşekkür pek hafif kalacak, bu yüzden de etmiyorum... Dedesinin bu manevi mirasına gösterdiği saygı ve okuyucularına gösterdiği sevgi ve alakadan dolayı, İstanbul' dan İzmir' e tüm maddi olanaksızlıklara rağmen gelmesi ve ayrıca standın başında sabahtan akşama kadar beklemesinden sebep, en başta kendisine muhabbetlerimi iletiyor, onu yetiştiren sevgili babasına saygılarımı sunuyor ve Üstad Necip Fazıl' ın aziz hatırasının önünde bir kez daha şükranla eğiliyorum...

     

    Yarın elbet bizim, elbet bizimdir !

    Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir !


  9. Videonun içeriğinden yahut Üstad Necip Fazıl ile olan alâkasından bahsetmeyeceğim. Benim çekincem bu şıkların dışında. Hepimiz üstadı seviyoruz, kendisine saygı duyuyor, onun hatırasını bugün yaşatmak adına, kubur farelerinin cirit attığı meydanda asil bir insanın hayatını ve öğretilerini okuyor, anlamaya çalışıyor ve bir kez daha kendisini her seferinde rahmetle anıyoruz...

     

    Fakat efendiler, başlığı açan Ali Nfk' nın tarzı hiç hoşuma gitmedi. Üstad Hazretleri ne demek ? Bu çok ama çok yanlış bir kelime. Bugün nice peygamberden bahsederken, '' peygamber olup olmadığı belli değil, biz yine de emin konuşmayalım '' diyoruz ve onlara dahi '' Hazret '' demekten ar duyuyoruz. Ama Necip Fazıl' a '' Hazret '' yakıştırması yapmak, onun ruhunu yüceltmez, aksine hiç hak etmediği şekilde belki daraltır bile. Ona büyük hürmet duyuyoruz ama, hüsnüzanda bulunurken sınırları aşmayalım. Üstelik bu kalıbı kullanan kişi site yöneticilerinden. Unutmamak lâzım ki hangi mevkide olursak olalım, belki bir sokak dilencisi takvasıyla herkesten üstündür. Ben kendimi bu şekilde yaftalamıyorum, amacım, yönetici de olsa, yapılan yanlışı o kişinin suratına karşı ve herkesin içinde söylemek...

     

    Ali kardeşimizin iyi niyetinden şüphemiz yok lâkin, İsmet Paşa' dan Gazi' ye kadar putlaştırılan bir sürü insan geldi geçti bu memleketten. İşte biz bugün, onların putlaştırılmasına ve ilâh konumuna getirilmesine içerlerken bizim içimizde olan adamların böylesine görünürde iyi, ancak iç manada berbat hatalara düşmesi şahsımı yaralamıştır. Bu yazımı nacizane bir tenkit olarak anlayınız, altında başka manalar aramayınız. Niyet iyi, akıbet iyi... Ben de bu iyi niyete mukabil, Üstada yalnızca bir kere '' Hazret '' diyorum... Bu da sadece bizlerin hüsnüzanını belli etmek içindir, bunun dışında bir çok din müctehidi bile '' Hazret '' kelimesini kendisine yakıştıramazken, dava adamı ve pirimiz Necip Fazıl' a bu lakabı kendi ellerimizle takdim etmemiz, yaşasaydı en başta onu derinden sarsardı... Velhasıl, fazla uzatmayalım lafı. Tek istediğim şey, mefhumlar karışmasın...

     

    Allah' ın selâmı üzerinize olsun...


  10. Bu işler internetle, sanallıkla ve bilimum teknolojik dünyanın önümüze sunduğu kısıtlı imkânlarla gerçekleştirilemez. Büyük Doğu, müthiş bir dirilişle yeniden kurulmalı ve memleketin her tarafına Büyük Doğu ocakları peyderpey yerleştirilmelidir. Büyük Doğu gibi bir isim, yıllardır haybeye çürüyor ve toprak altında diriliş günününü bekleyen bir iskelet misali ayağa kalkacağı günü bekliyor. Ama yazık ki, bu iskelete ruh üfleyebilecek bir aksiyon adamına rastlayamıyoruz. Hiçbir sisteme benzemeyen, ne solcuların üflense yıkılacak derneklerine eş, ne de ülkü ocaklarının ardındaki esrar perdesine denk, hiçbirine uymayan ve taptaze, tamamen maneviyatı elinden alınmış gençliği yeniden şahlandırmak için ortaya koyulması gereken büyük hareket, Büyük Doğu hareketidir !

     

    Ancak bu iş, laf ebeliğiyle olmaz, eylem gerektirir. Necip Fazıl' ın dediği gibi, şu veya bu liseden mezun olmuş, iğreti ceketiyle sokaklarda bomboş gezen, yaktığı sigarasının küllerini ufuklara doğru silkeleyen yüzlerce genç var bu memlekette. İşte bu gençler, başsız oldukları için çarklar arasında mahvolup gidiyor. Toprak altında yatan iskeletin kıpırtısız ve ruhsuz halini gördükçe kendisinden geçiyor ve her şeyi boşveriyor. İşte böyle gençlerin Büyük Doğu aşkı, başsız oldukları için heba olup gidiyor... Büyük Doğu tanıtılmalıdır, gittiğiniz her yerde, her toplantıda, arkadaş, eş, dost, ahbap arasında geçen her türlü tartışmada Büyük Doğu fikri ortaya atılmalıdır. Şu günümümüz solcularının göklere çıkardığı Nazım Hikmet, ve şimdiki ulusalcı ayak takımının dilinden düşmeyen bu Mayakovski mukallidi muhteşem ahmak Nazım Hikmet' i 5 yaşındaki çocuklar dahi tanıyor ! Ama Necip Fazıl' ı, ancak ders kitaplarından görenler varsa tanıyor, yahut Lise Edebiyat dersinde bir şiirini işlemiş olanlar varsa biliyor. Bunun dışında, Rusya' nın attığı yemlerle beslenen ne kadar dalkavuk varsa hepsi günümüz medyası tarafından yüceltiliyor, ama hakiki fikir adamlarının üstüne kürek dolusu ölü toprağı atılmaya çalışılıyor !

     

    Uyanacaksınız, kendinize geleceksiniz, '' ben neyim ve bu hal neyin nesi '' diyeceksiniz, yatağınızda doğrulup iki elinizi ense kökünde birleştirecek ve '' büyük devrim mutlaka '' diyeceksiniz. Ama şu iptidai acuzelerin ortaya attığı safsata devrimi değil, İslâm' ın bütün üstünlüğüyle galip geleceği ve topluma gerçek barışı, hakiki intizamı getireceği büyük devrimi can evinizden arzulayacaksınız, toparlanacaksınız ve Büyük Doğu' yu yeniden şahlandıracaksınız !

     

    Allah' ın seçtiği kurtulmuş millet, güneşten başını göklere yükselt !


  11. Bu elim kazayı bir kenarı koyalım ve bambaşka bir hadiseyi nakledelim;

     

    28 Şubat mevzusunu hepimiz biliriz. Şu planlanıp, gerçekleştirilemeyen darbe. O günlerde herkes boynu bükük, herkes yılgınlık içinde. Kimse '' gık '' diyemiyor. İşte o günlerde Muhsin Yazıcıoğlu çıktı ve dedi ki;

     

    '' Namlusunu milletine doğrultmuş tankların önünde selam durmam ''

     

    Bunu neden hatırlatma gereği duydum ?

     

    İşte bu 28 Şubat fiyaskosunun üzerinden yıllar geçti ve haksızlık karşısında baş eğmeyen bu yiğit vefat etti... Muhsin Yazıcıoğlu, namlusunu milletine çevirmiş tankların ve askerlerin önünde selam durmamıştı... Ama cenazesinde askerler ona selam durdu. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, tabutunun önünde bostan korkuluğu gibi dikildi... Herhalde Dünya üzerinde, ölümüyle bu kadar büyük bir cevap veren insan ya yoktur, ya da çok çok azdır... Azdılar, azaldılar, ama yok olmayacaklar. Muhabbeti, Muhammed' le çarpan son kalp duruncaya dek, her zaman böyle adamlar var olacaktır...


  12. Bu, basit bir kaza değil, büsbütün bir devlet zaafıdır ! Köy korucuları, enkaza ulaşırken, TSK hangi cehennemde anlamak mümkün değil ! Aslında kader sanki ağlarını bir nakış misali örüvermiş. Kazanın olduğu yer o kadar dağlık ve o kadar sarp ki, Doğu Anadolu' dan hiçbir farkı yok. O muhteşem Torosların uzantısı bir dağ silsilesinin Keş Dağı mevkisinde, açık bir alanda, adeta '' ben buradayım '' denilecek bir noktada bulundu enkaz ! Yazıklar olsun !

     

    Telefonları dinleyenler, teröristlerin içtiği sigara markasına kadar tespit edildiğini ve izlendiğini iddia edenler şimdi hangi yüzle çıkıp konuşacaklar merak ediyorum. Benim artık o sözde operasyon görüntülerine de itimadım kalmadı. Bitlis veya Bingöl değil, Kahramanmaraş' ta, düşen bir helikopteri bulamayan aciz bir devlet, ve bu acziyetini devletle aynı oranda pekiştiren bir TSK var karşımızda ! Ben acıyorsam, o soğukta o dağlara tırmanan fukara Mehmetçiğe acıyorum. Ellerinde silahlar, hangi yöne gittikleri belli değil, görüş mesafesi belki 30 metre, ama yüzlerce kilometrelik alanda ufacık bir helikopter aranıyor ! Fakat İlâhi ! Şartlar da berbat, bunu biliyoruz. Bölgede ne hikmetse benzeri zamanlarda görülmemiş bir kar fırtınası var. Bunu geçelim, doğa şartlarıyla teknolojiniz ne kadar yüksek olursa olsun baş edemezsiniz fakat;

     

    Enkaz yanlış yerde aranmıştır ! Dağın öteki yanında aransa, ki enkaz dağın eteklerindeydi, çabucak bulunabilirdi. Bu adamlar zirvelere kadar çıktılar bulamadılar, halbuki öbür yamaçta, çok daha makul bir düzlük alanda yatmaktaydı enkaz. Muhsin Yazıcıoğlu' nun bulunamadığı iddia ediliyor. Olay yerinde şimdiye kadar 5 ceset tespit edilebilmiş. Ancak kimlik çıkarımı yapmak mümkün değil zira, köy korucularının tabirine göre cesetlerin suratlarında 2 parmak buz tabakası varmış. Yani büyük ihtimalle, kazadan değil donarak vefat etmişler !

     

    Bu, topyekün bir devlet zaafıdır ! ve bu ihmalkârlık, oradaki 6 cana maloldu... Veyl o kimselerin üzerine olsun ki, onlar üstlerine vazife olmayan işlere kalkışırlar ama böyle durumlarda ortaya çıkmayıp oturdukları yerden kıç büyütürler ! Hepsine yazıklar olsun. Şükranlarımız, bölgede arama kurtarma çalışmaları yürüten kahraman askerimize ve kendi imkanlarıyla seferber olan köy korucularımıza ve sivil vatandaşlarımıza, sivil savunma derkeklerimize ve AKUT' a' dır... Allah, kazada vefat eden herkesin mekanını cennet eylesin... '' Donarak ölenlerin '' şehid olduğuna dair bir hadis duymuş idim... Sahih bir hadis olduğunu zannediyorum... Allah, onları şehidlik makamına kabul etsin, geride kalanlara sabır versin...

     

    Genelkurmay size de bir çift sözüm olacak;

     

    Lâikliği savunmaya devam ! Amman, bu kafası ezilmesi gereken küçük irticacılara yaşam hakkı tanımayın ! Seni gidi inkılâp düşmanı seni, demek rejim karşıtısın ha '' deyip eziverin küçük böceklerin kafalarını... Aman ha, aman ! Sizin vazifeniz bu ! Siz, böyle durumlarda en son haber verilmesi gereken kurumların başında geliyorsunuz ! Öpüyorum sizi Genelkurmay... Bütün yetkililerinizi tek tek öpüyorum...


  13. nasa yetkilileri, kaza bölgesinde '' 3 canlının vücut sıcaklığını '' hala koruduğuna dair önemli bir veri kaydetmişler. bu da şu demek oluyor ki; helikopterin içinde 40 kusür saattir kurtarılmayı bekleyen 3 can var. amerikan casus uçakları helikopterin derin bir uçurumun içinde olduğuna dair, doğruluğu muamma olan bir bilgi de vermişlerdir ne var ki bu da ispatlanamamıştır. zira nedense sinyali sadece nasalı yetkililer almakta, türk yetkililer güzellik uykusuna yatmış olduğundan; helikopterden gelen sinyalden, vücut sıcaklığından, vesaireden bi haber, allahın dağında, eksi 15 derecede ve kötü hava şartlarında 3000 kişiyle beraber bit kadar helikopteri bilmem kaç kilometrekarelik alanda aramaktadırlar...

     

    ifade etmek istemiyorum, hatta düşünmek bile korkunç ama bu '' 3 canlının vücut sıcaklığı '' aklıma dehşetli bir vehmi de getirdi. 3 vahşi kurdu ! tabi ki bunların yanına, kan kaybını, açlığı ve susuzluğu ve aynı zamanda soğuk havayı da eklemek lazım. belki de kaza esnasında yaşıyor olan kazazedeler, ihmalkârlığın neticesi sonunda kuvvetle ihtimal artık yaşamıyor olabilirler. zira, cep telefonuyla 112' yi arayan gazetecinin telefonu şarjın bitmesi neticesinde kapanıyor ! peki diğer 5 kişinin cep telefonu ne alemde ? onlar hiç kimseyi aramadı mı ? yahut arayamadılar, sebebi malum... bir başka deyişle, çok düşük bir ihtimal ama, altısının birden mi şarjı bitti ?

     

    diyelim açlığa ve susuzluğa tahammül ettiler, farz muhal helikopterin içinde kalarak soğuk havaya ve vahşi kurtlara da tahammül ettiler, kan kaybeden bir insan, kesinlikle açlığa ve susuzluğa birkaç saatten fazla tahammül edemez. o havada, o şartlarda, hem yaralanmalarının hem de soğuğun verdiği etkiyle, muhakkak ki uykuları gelmiştir ve gayet açıktır ki, bu şartlar altında uyuyan kişilerde, belli bir süre sonra vücut direnci düşer, kan basıncı azalır, yaralanmanın, soğuğun ve açlığın verdiği hissizleşmeyle maalesef mevt müşahade olunur...

     

    dilim varmıyor ama,

    allah hepsine rahmet eylesin... mekânlarını cennet eylesin...

     

    pkk kamplarının bbg evi gibi izlendiğini iddia eden genelkurmay' a da buradan öpücüklerimi gönderiyorum...

     

    bir dakika !

     

    çok çok özür dilerim... bu aciz vatandaşı affedin... tsk lâikliği ve atatürk ilkelerini korumakla mükellef diyyy mi ? böylesine olağan dışı durumlarda onlardan hareket beklemek, ölüden takla atmasını istemek kadar abes olur diyyy mi ? pardon, çok çok özür dilerim ! aman lâiklik elden gitmesin, hatta siz hiç zahmet etmeyin, zavallı halk olarak arama tarama çalışmalarını bizzat biz yürütelim. yarından tez yok bir skorsky helikopteri, iki ec 725 helikopteri, 1 adet 2. dünya savaşından kalma rus askeri uçağı ve planörle havacılık hayatıma başlıyorum. alatav silâhlı kuvvetleri bu tür hadiselerle ilgilenecek, o sırada siz, rahat yastıklarınıza yaslanıp, sıcak koltuklarda atatürk' ü ve lâikliği savunabileceksiniz... sizin teminatınız benim şeker çocuklar !


  14. Belki bilirsiniz internet üzerinde //Düzeltme(BDG) adında bir kelb çukuru var. Sözde Türkçülüklerini yedi cihana duyurmak maksadıyla açtıkları bu sitede olanca küfür ve hakaretlerini o leş gibi olmuş ağızlarından orta yere kusmakta bir beis görmüyorlar. Bugüne kadar dikkatimizden kaçmış ama bu eniklerin Üstad Necip Fazıl' a pervasızca ve özgürce ettikleri küfürleri görünce kan beynime sıçradı ve bunu burada paylaşma gereği duydum...

     

    İslâm' la şereflenememiş olmalarının verdiği kaygı ve acıyla, bizim gibi, dertlerini salim ve düzgün kelimelerle aktaramayıp, sevmedikleri ve o tatlı popolarına bir diken misali gibi batan bütün fikirleri ve mütefekkirleri o iğrenç cerihamları dillerine düşürüp aziz hatırasına türlü hakaretler ederek akıllarınca tarihten sileceklerine inanıyorlar. Bu küçük enikler ancak küfür ve hakaretle rahat edebiliyorlar...

     

    Ben bu adamları, tasmalı birer kurt köpeği olarak tahayyül ediyorum. Öyle ki, inandıkları sahipleri onları nereye götürürse dillerini dışarıya çıkararak deli bir tay gibi oradan oraya koşturuyorlar ve kusmuk dolu yemeklerini afiyetle şapırdata şapırdata yiyorlar... Salyaları o kadar çok ve o kadar yapışkan ki, Üstad Necip Fazıl' a ettikleri türlü hakaretler, üstada değil tam tersi bir hareket yönünde kendi cerihamlı suratlarına yapışıyor ve orada mükemmel bir tablo oluşturuyorlar...

     

    İnandıkları Nihal Atsız' ın, bir zamanlar Büyük Doğu gazetesinde yazdığından bile haberleri yok. Bu iptidai zerzevata karşı başka diyecek hiçbir şey bulamıyorum... Kılavuzları koyun olan sürünün akıbeti uçurumdur !

     

     

     

    //Düzeltme//BDG - Alçaklıkların yayınladığı siteye aktiflik sağlamamalıyız. Bu yüzden adres kaldırılmıştır.


  15. İstanbul' un her noktasını milim milim kazarak, koskoca bir tarihi yerle bir etmeyi akıllarına koymuş fikir fukaralarından da ancak böylesine şeytani bir iş beklenirdi. Açıkçası, hiç şaşırmadım !

     

    Erenköy gibi, artık sanat ve fikir adamlarının değil de, zengin ve avare kesimin ikamet ettiği bir yerde, adeta yalanlar denizinde '' gerçekler adası '' olarak ortada duran Necip Fazıl' ın evini yok etmeleri, aslında ne kadar bomboş, boş ve kültür bakımından '' sıfır '' denilebilecek bir hükümete ve buna göz yuman halka sahip olduğumuzun apaçık göstergesidir...

     

    Şu an hükümetin başında bulunan Sayın Başbakan bunu önleyemez miydi ? Ben, açıkçası bu meseleyi anlamış değilim. Çirkin ve kaba gökdelenleri şehrin can noktalarına dikerek, kendi öz ruhuna tüküren bir İstanbul, ve maneviyatını çoktan hurdacılara satmış bir İstanbul halkı var şimdi karşımızda...

     

    Gerçi, Kadıköy Belediyesi CHP' ye ait, ama başbakanın meseleye müdahale edebileceğini düşünmüştüm...

     

    Nazım Hikmet' in evi olsa, o evin önündeki ölü ağaçlara çaput bağlar, gider bahçeyi şarapla yıkar, '' ah nazımım, şiirlerine hasret kaldık '' diye zılgıt çekip, ölü simsarı imama mahsus gözyaşlarınızı akıtır o evi de müze yapardınız, sanki bunu düşünmek çok mu zor ?

     

     

    Necip Fazıl tehlikeli adamdı, Moskof mukallidi Nazım gibi olsaydı, bugün ergenlik çağındaki aptal kız çocuklarının aşk defterlerinde şiirleri, komünizmanın hüküm sürdüğü izbe kafelerde resimleri olurdu. Ama o resmini gönüllere, şiirlerini ( aşk olsun sana Necip Fazıl ) bize değil, o uslanmaz ve anlamaz beyinsizlere nakşetti... Nakşetmiş ki nefretlerini hala kusup, böylesine bir terbiyesizliğe girişebiliyorlar...


  16. Üstad Necip Fazıl' ın cismiyle yıllar evvel uğraşmış, hakiki manada değil, kağıt Vatan gazetesinin soysuz nesilleri, hâlâ içlerindeki nefreti atamamış olacaklar ki, '' Hakkı hak için iptal caizdir '' diyen Necip Fazıl' ın '' kumar '' macerasını, saçma sapan bir isim Mustafa Topaloğlu' nun kumarhanede yakalanmasıyla bağdaştırarak, '' Acaba Topaloğlu Necip Fazıl' dan mı etkilendi '' diyerek meseleyi bambaşka bir yöne saptırmış...

     

    O demlerin izlerini hâlâ taşıyor olmaları, üstaddan ne büyük bir tokat yediklerinin en şanlı nişanesidir...

     

    http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=10953034


  17. Orada sen varsın, ben varım, ve orada, Necip Fazıl' ın ışığıyla aydınlanmış ve o toprağa ayak basamasa da manen o toprakla bir bütün olmuş binlerce Büyük Doğu aşığı var... Fazla kalamadım, rahatsız etmek istemedim, kan ter içinde kalarak, kurumuş gül yapraklarını toparladım, tozları silkeledim sonra o isimsiz mezar taşını üç kere öpüp gittim... Ben ömrümde bu kadar güzel bir yorgunluk geçirdiğimi hatırlamıyorum... Bir daha gidemedim oraya, ve az önce bu bölümde, Üstadın cenaze töreninden bir fotoğrafla, hayatımda ilk defa karşılaştım... Yüzlerce el, onu omuzlamış götürüyordu, ebedi mekâna...

     

     

    Nereye götürüyorsunuz ? Durun ! Daha biz sarılacaktık ona ! Götürmeyin, götürmeyin, durun ! Üstadım dur ! Gitme, ben de gelip iki kelam edecektim sana ! Biz gelecektik ! Ardından yetişen Büyük Doğu gençliği senin bir çayını, yudumlayamadan, uzattığın sigarayı ciğerlerine çekemeden götürüyorlar seni ! Nereye gidiyorsunuz ! Durun, taşımayın, kaldırmayın o tabutu ! Durun, durun- du-run !!!


  18. Üstad Necip Fazıl' ın Eyüp' teki istirahatgahı.. Aylardan Temmuz.. Üstadın mezarının üstünde açan gül solmuş ve yorgun bir şekilde bırakmış kendisini altından gelen yeşilliğin üstüne.. Yaprakları kurumuş..

     

    Türkiye' nin en iyi şairlerinden birinin mezarı.. Ne kadar sade.. İsmi bile yazmıyor mezar taşında. İnsanları putlaştıranlara inat, kıyamete kadar yattığı yerde adeta '' ticaretiniz tüm ziyan '' diye bağırıyor..

     

    Yarın elbet bizim, elbet bizimdir, gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir..

     

     

    26072008233fb0.jpg

     

     

     

     

    Bu fotoğrafta 2008 Temmuz ayına ait...

     

    26072008232ly5.jpg

     

     

     

    ve aylar sonra, artık İstanbul' dan çekip gitme zamanı geldiğinde 3 kere ard arda ziyaret ettim kendisini.. Vedalaşmak ister gibiydim ama o, ben Üniversiteyi dahi kazanmamışken '' kazanıp buraya geleceksin '' diyordu, ben giderkense '' tekrar geleceksin evlat '' dediğini duyar gibi oldum.. Hatta inkâr etmiyorum, duydum ! ve istirahatgâhına girip, o pak ruhunu rahatsız etmeden, mezarına çöreklenmiş tozu toprağı ve kurumuş otları temizledim;

     

    dsc00431yy0.jpg

×
×
  • Create New...