Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

ümmü hüreyre

Üye
  • Content Count

    62
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by ümmü hüreyre


  1. Selamun Aleyküm...

     

    genelde hep hanımların giyim kuşamlrıyla ilgileniyoruz,pekala erkekler nasıl giyinecek????Hanıma sen çaşaf giy,bol giyin vs.. derken iyide sen neden şalvar ,cübbe giymiyon Erkeğin tesettürü yokmu,gündelik hayatlarında ,namaz kılarken,düğüne giderken ,lokantaya giderken.v.s

     

    Sokaklara bakın yeni çeşit pantolonlar çıkmiş,düşük bel diyolar,dapdaracık pantolon giyenler helede yazın,şort giyio adam,gobekle diz kapaği arası kapalı olması lazim bakmak haram..ama diz kapaği açık şortla geziyo adam...Ne olacak,nasıl giyinmeli erkekler..veya ERKEĞİN TESETTÜRÜ NASIL OLMALI.

     

    biraz bu konuya değinelim istedim..

     

    lütfen arkadaşlar bu yazımı üşenmeden okuyun ALLAH rızası için okuyun.

     

    Emir altında görev yapan Memura ,polise ,askere bir sözümüz yok ,fakat iman etmiş mümin erkelerin ALLAH resülüne benzemesi farzdır. Nasıl Farzdır? çünkü O'na tabi olmamız gerektiğini ALLAH'ın Ayetlerleriyle sabittir

    Hem dış hemde iç olarak ona benzemek zorundayız. Tıpkı sahabe efendilerimiz gibi, tıpkı tabiin gibi, tıpkı Evliyaullah gibi gücümüz nispetince elimizden geldiğince ALLAH Resülüne benzemeliyiz. Bununla ilgili Rabbimiz ona tabi olmamız ve ona uymamız gerektiğini Kur'an'ın bir çok yerinde bizlere emretmiş bildirmiştir.

     

    Ali imran 31. Ayet

    (Resûlüm! ) De ki: Eğer ALLAH'ı seviyorsanız bana uyunuz ki ALLAH da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. ALLAH son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

    Yani kişi sevdiğine benzemeli,nasıl bir artsit veya futbolcuya benziyor şimdi gençler,bizde kainatın sultanına benzemeli onun gibi giyinmeli,onun gibi yürümeli,onun gibi konuşmalı onun ahlakı ile ahlaklanmalı,onun reklamcılığını ve onun 1428 yıldır değişmeyen güzel modasını takip etmeliyiz

     

    Haşr 7. Ayet

    Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. ALLAH'tan korkun. Çünkü ALLAH'ın azabı çetindir. Efendimiz s.a.v.'in bizlerin iyiliği için bir çok emir ve yasakları vardır. Kadının erkeğe,erkeğin kadına benzememsinini lanetlendiği gibi, sakalları uzatıp bıyıkları kısaltın, sarık sarın , bol giyinin,misvak kullanın ALLAH'ı razı edin vs.. gibi emirleridir.

    Günümüzde en çok terk edilen ve hor görülen emirleri olduğu için genelde bunları saydırm.

     

    Necm 3-4 Ayetler

    3.O,arzusuna göre de konuşmaz.

    4. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.

    Demekki onun ağzından çıkan her söz ,yaptığı her davranız kendi nefsinden değil ALLAH'ın vahy ettiği emirlerdir.Eğer o ALLAH'ın hoşnut olmadığı bir durum olsaydı hemen onu terk ederdi. Bazı cahil kimseler Efendimiz s.a.v. bu zamanda yaşasaydı takım elbise giyerdi,sakalını traş ederdi,çağa ayak uydururdu vs.. gibi saçmalıklar söylüyorlar bu çok yanlıştır.

    Onun en büyük takipçileri osmanlıdır ve günümüzde yaşauyan evliylara alimlerdir. Onlar hiç sakallarını kesip,dar elbiseler giymişlermi, dinimizi ve Efendimiz s.a.v.'i onlar kadar iyi tanıyan varmı yeryüzünde.

     

    Ahzab 36. Ayet

    ALLAH ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim ALLAH ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. Ayette de apaçık ortada bir emir var, ALLAH ve Resülü bir emir verdiği zaman kimse ama şöyle ama böyle nedenmiş vs.. gibi edepsizlikler yapamaz, madem inandık madem ALLAH 'a ve Resülüne söz verdik en azından yapamasak bile itiraz etmeyelim yapanlara saygı gösterelim.Onu sevenlerle birlikte olalım

     

    Ahzab 21.Ayet

    Andolsun ki, Resulullah, sizin için, ALLAH'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve ALLAH'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir

    Onun bütün hayatı ,su içmesinden,konuşmasına,yolda yürümesinden,uyumasına, güzel ahlakına varıncaya kadar herşeyi bizlere bir örnektir.O yüzden bazı sapık din alimi geçinen ılımlı ve reformculardan uzak duralım kim onun sünnetini yaşıyorsa onu cemiyetinde cemaatinde bulunalımki dosdoğru yola Ehli Sünnet yoluna erişmiş olalım,çünkü ortalıklarda, Tv lerde din alimi diye geçinen nice sapkın isnanlar var.Sünneti inkar edenler,bu zamanda olurmu böyle şey diye hor görenler,sakala ,sarığa, çarşafa, düşman olan sapkın alimler var çağdaşlık adı altında bu insanları hristiyanlaştırmak isteyenler var.aman dikkatli olalım

     

    Bakalım ALLAH resülü bizlere neleri emretmiş neleri nehy(yasak) etmiş

     

    1-"Başka kavimlere benzeyen bizden değildir" demişti (aile yapımız ,giyim kuşamımız onlara benzedik ve gençlerimiz hep onlar gibi konuşmaya ve onların ahlakıyla ahlaklanmaya başladı)

     

    2-"Bıyıklarınızı kısaltın ,sakallarınızı uzatın mecusilere muhalefet edin onlara benzemeyin" demişti, kadına benzeyen erkeğe ALLAH lanet etmiştir dedi (sakalları kesitik,sinek kaydı olduk ve kadınlara benzedik çünkü ALLAH c.c. kadını sakalsız ,erkeği sakallı yaratmıştır,sakal traşi dört mezhebe göre haramdır,ALLAH'ın yarattığını kimsenin değiştirmeye yetkisi yoktur ,sakalı kesmek uzvu(yani kol,bacak) kesmek gibidir Alimlerin görüşü budur.)

     

    3-"Bizimle gayri müslimlerin arasını ayıran tek şey takkeler üzerine sarılan sarıklardır" demişti,

     

    "Sarığı yere indiren ümmetimin ALLAH'ta şerefini yere indirir" demişti sarığı terk ettik (poter veya değişik şapkalar giydik)ALLAH resülü sarıksız namaz kılmamış , başı açık gezmemiştir

     

    4-"ALLAH bol giyinene rahmet eder" demişti,

     

    "Erkeğe benzeyen kadına ALLAH lanet etimiştir" dedi (kadınlar saçlarını kısaltıp ,pantolon giydiler ve erkeğe benzediler (erkeklerde dar ve şaşalı elbiseler giydiler sakalı kesip saçı uzattırlar kadına benzedirler)

     

    5-"Namazı olamayanın dini yoktur" demişti (namazı tekr ettik veya hiçbir mazeret olmadığı halde kazaya bıraktık)

     

    Yukarıdaki ayet ve hadislere göre biz islamın neresindeyiz ALLAH ve Resülünü ne kadar seviyoruz sözdemi özdemi

    Onun sünnetini ne kadar yaşıyoruz,kadınlarımız onun eşlerine ne kadar benziyorlar.

    • Like 1

  2. ALDANDI!

     

     

     

    Hele bir anlatıver Güzel Dost! Kimler aldandı?

     

     

    - Cehennemi hesaba katmayan dindar aldandı!

    Çünkü Kur’an şöyle anlattı: ‘Allah tarafından hiç hesaba katmadıkları karşılarına çıkıverdi...’ Zümer Suresi, 47.

     

     

     

    Söyle bana Can Dostum kimler aldandı?

     

     

    - Cennetteki yerini hazır bilen herkes aldandı!

    Zira Kur’an ‘..O öyle sizin kuruntu ve hayallerinizle olacak iş değil.’ buyurmuştu. Nisa Suresi, 123.

     

     

     

    Bir daha söyleyiver başka kimler aldandı?

     

     

    - Ölüm yokmuş gibi yaşayan dünya-perest aldandı!

    Zira Kur’an turrayı şöyle bastı: ‘Her nerede olursanız olunuz ölüm size yetişir! Velev (hatta) eflake ser çekmiş surlarda bulunun!’ Nisa Suresi, 78.

     

     

     

    Güzel Dost! Anlat bana daha kimler aldandı?

     

     

    - Ameline güvenen abid (çok ibadet eden) aldandı!

    Çünkü Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam şöyle ferman buyurdu:

    Zinhar aldanmayın! Hiç kimse ameli ile kurtulamaz!

    Soruldu: Sen de mi Ya Rasulallah?

    Cevap verdi: Evet ben de!

     

     

     

    Başka kim kandı, kimler aldandı?

     

     

    - Salih amel işliyorum sanan riyakar (iki yüzlü) aldandı!

    Çünkü Kutsi Hadiste Allah Teala şöyle buyurdu: ..Kim bir amel işler de o amele benimle birlikte bir başkasını ortak ederse onu ve şirkini başbaşa bırakırım.

     

     

     

    Anlatıver Hakîm! Sonra kim aldandı?

     

     

    - Aleme telkin (nasihat) verip kendini unutan vâiz aldandı!

    ‘İnsanlara iyilik emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitap okuyorsunuz, artık akıl etmez misiniz?’ Bakara Suresi, 44.

     

     

     

    Başka var mı? Daha kim aldandı?

     

     

    - Rabbini bırakıp hevasına (nefsin zararlı ve günah olan arzuları) kulluk eden aldandı!

    ‘Gördün mü o hevasını ilah edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın. Yoksa onların çoğunu işitirler veya akıl ederler mi sanıyorsun? Onlar sırf hayvan gibi hatta gidişçe daha sapkındırlar?’ Furkan Suresi, 43-44.

     

     

     

    Hele bir anlat Sevgili Dost! Başka kimler aldandı?

     

     

    - Rahmete güvenip kendini emniyete salan fâsık (günahkar) aldandı!

    ‘Allahın kendilerine kuracağı plandan emin mi oldular?! Kendilerine yazık eden kavimlerden başkası Allahın mekrinden (uyun,düzen) emin olmaz!’ A’raf Suresi, 98.

     

     

     

    Hele bir daha anlat, başka kimler aldandı?

     

     

    - Yolunun eğriliğinden şüphe etmeyen kendini bilmez aldandı!

    ‘Tuttukları yol sebebiyle dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmiştir de zannnederler ki cidden iyi bir iş yapıyorlar.’ Kehf Suresi, 104.

     

     

     

    Göster bana Can Sevgili! Daha kimler aldandı?

     

     

    - Kendini hizmette bilip, kılını dahi kıpırdatmayanlar aldandı!

    ‘Allah gayret gösterip cihad edenlere, olduğu yere mıhlanıp kalanların çok üzerinde bir ecr-i azim ihsan etmiştir.’ Nisa Suresi, 95.

     

     

     

    Avaz et Hatip avaz, ta ki herkes duysun! Hele hele kimler aldandı?

     

     

    - Nasıl desem bilmem ki Namazsız aldandı!

    Hele bir baksan ya Kur’an nasıl anlattı: ‘Ashabı yemin (cennetlik olanlar) Cennetten seslenip mücrimlere (suçlu) soruyorlar, sizin bu sekar cehennemine girmenize ne sebep oldu? diye.

    Onlar da diyorlar: Biz namaz kılanlardan değildik…’ Müddessir Suresi, 39-43.

     

     

     

    Kim öz-canını yaktı, kimler aldandı?

     

     

    - ‘Ben bundan sonra kurtulmam.’ diyen me’yus (ümitsiz) aldandı!

    ‘De ki: Günah işlemek suretiyle öz-nefisleri aleyhine israf etmiş kullarım! Allahın rahmetinden ümidi kesmeyin, çünkü Allah bütün günahları mağfiret buyurur. Şüphesiz o öyle gafur, öyle rahim. Onun için ümidi kesmeyin de başınıza azab gelmeden evvel tevbe ile Rabbinize dehalet edin ve ona halis müslümanlık yapın, sonra kurtulamazsınız!’ Zümer Suresi, 53-54.

     

     

     

    Ey Güzel Hayırhah! Anlatıver kim aldandı?

     

     

    - ‘Allah dilemeseydi günahkar mı olurdum!’ diyen kaderci aldandı!

    ‘Diyeceği gün bir nefis: Eyvah! Allah yanında yaptığım eksikliklerden dolayı hasretime bak, doğrusu ben eğlenenlerden idim. Yahud diyeceği: Allah bana yolunu gösterse idi ben de müttakilerden, Allahtan korkan dindarlardan olurdum.’ Zümer Suresi, 56-57.

     

     

     

    Ey Nâsih! De bana daha kimler aldandı?

     

     

    - ‘Keşke her günahım bunun gibi olsa.’ diyen müznib (günahkar) aldandı!

    Zira Sahabi Hazreti Enes şöyle anlattı: Sizler, size göre saç kılından ince, kıymeti olmayan işler yapıyor, günahlar işliyorsunuz. Lakin biz onları Rasulullah zamanında helak sebebi sayıyorduk.

     

     

     

    Anlat anlat daha kimler aldandı?

     

     

    - ‘Bakma! Benim kalbim temiz.’ diyen amelsiz aldandı!

    ‘Yemin olsun ki zamana! İnsan mutlak hüsranda. Ancak şunlar müstesna: Onlar iman edip salih salih amel işlediler!..’ Asr Suresi, 1-3.

     

     

     

    Başka kim, daha kim aldandı?

     

     

    - ‘Bir lokma bir hırka devirleri geçti artık; bu zamanda herşey para!’ diyen zengin aldandı!

    ‘Oyaladı o malda çokluk kuruntusu sizleri. Ta.. ziyaret edişinize kadar kabirleri. Öyle değil, ileride bileceksiniz. Sonra öyle değil ileride bileceksiniz. Öyle değil ilmel yakin bileceksiniz. Kasem olsun o cehennem ateşini çaresiz, göreceksiniz. Sonra kasem olsun onu çaresiz, aynel yakin göreceksiniz. Sonra kasem olsun o gün mallarınızdan hesaba çekileceksiniz!’ Tekasür Suresi.

     

     

     

    Hele bahset başka kim aldandı?

     

     

    - ‘Bu zamanda da bu olur mu canım!’ diyen cahil aldandı!

    ‘Rabbinin kelimesi doğrulukça da adaletçe de tam kemalindedir, onun kelimelerini değiştirebilecek yok, işiten de O, bilen de O. Yerdekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar, onlar sırf zan ardına gider ve sade atarlar.’ A’raf Suresi, 115-116.

     

     

     

    Deyiver bana başka kim aldandı?

     

     

    - ‘Göreceksin biz nice hacı-hocadan önce giricez cennete!’ diyen nâdan (cahil) aldandı!

    ‘Şüphesiz korunan müttekıler içindir Rabblerinin katında na’im Cennetleri. Artık müslimleri mücrimler gibi kılar mıyız? Neniz var? Nasıl hükmediyorsunuz? Yoksa size mahsus bir kitap var da onda şu dersi mi okuyor sunuz?’ Kalem Suresi, 34-37.

     

     

     

    Bir daha söyle! Kim kandı, kimler aldandı?

     

     

    - ‘Hem ondan hem bundan lazım; öyle tek taraflı, a-sosyal olmaz.’ diyen bîhaber (habersiz) aldandı!

    Zira ‘..İyi bir amel ile diğer bir kötüyü karıştırdılar…’ Tevbe Suresi, 102.

     

     

     

    Konuş Hatip konuş! Başka kim aldandı?

     

     

    - ‘O kadar incesine aklım ermez.’ diyen akıllı aldandı!

    ‘Onlar dünya hayatını zahiren biliyorlar. Ahiret hakkında ise hepten gafiller!’ Rum Suresi, 7.

     

     

     

    Bahsediver Hatip! Daha kim aldandı?

     

     

    - ‘Bu da bir şey mi canım, millet neler işliyor.’ diyen günahkar aldandı!

    ‘Ona kendi kazandığı, size de kendi kazandığınız. Siz onların amellerinden sorulacak değilsiniz.’ Bakara Suresi, 134.

    Lakin ‘Şüphe yok bütün yaptıklarınızdan mesul tutulacaksınız!’ Nahl Suresi, 93.

     

     

     

    Anlatıver Dostum! Daha kim aldandı?

     

     

    - ‘Benim babam da hacı.’ diyen evlat aldandı!

    Çünkü baksana dalgalar arasındaki inkarcı oğlu için yalvaran Nuh peygambere ne denildi:

     

    ‘Ey Nuh!.. O senin ailenden değil, çünkü o, dürüst iş yapan temiz bir insan değildi. O halde hakkında kesin bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme. Onun kurtulması için dua ederek cahil bir iş yapmandan seni sakındırırım.’ Hud Suresi, 46.

     

     

     

    Haber et Hatip haber! Başka kim aldandı?

     

     

    - ‘Ben gıybet etmiyorum ki, olanı söylüyorum.’ diyen aldandı!

    Zira Efendimiz bir gün soruverdi: Bilir misiniz gıybet nedir? diye.

    Ashab, Allah ve Rasulu daha iyi bilir, dediler.

    Efendimiz, kardeşini beğenmiyeceği şekilde anmandır, buyurdular.

    Soruldu: Ya söylediğimiz şey onda varsa?

    Cevap verdi Efendimiz: Eğer varsa onu gıybet ettin demektir. Şayet söylediğin onda yoksa, bu zaman da ona iftira ettin demektir.

     

     

     

    Daha kim yandı, kimler aldandı?

     

     

    - ‘İşlediysek biz işledik; azabını çeker diyetini öderiz.’ diyen bedbaht (bahtsız) aldandı!

    ‘Yemin olsun! Rabbinizin azabından onlara velev bir nefha, bir kıvılcım dokunuverse

     

    VAY BİZLERE derler!’ İsra Suresi, 21.

     

     

     

    Vah Nâsih vah! Demek bunca insan aldandı!

     

     

    - Güzel dost! Bir bilsen daha kimler aldandı!


  3. Ey Nefsim Anla artık! Ne olur anla!

     

    Anla ki cennet ucuz değil cehennem dahi lüzumsuz değil!

     

    Anla ki; cennete giden yol asfaltla döşenmemiş!

     

    Anla ki; bedelini ödemediğin hiçbir şeye sahip olamazsın!

     

    Anla ki; dünyayı bize bizler zindan ediyoruz ihmallerimiz

    enaniyetimiz samimiyetsizliğimiz

     

    Anla ki; Eyüp gibi sabır erbaini doldurmadan Yusuf gibi kuyu

    diplerinde yıllarca çile çekmeden Yakuplar gibi gözlerini hasrete kurban

    etmeden olmaz!

     

    Anla ki; İsmail ler gibi bıçak altına yatmadan İbrahimler gibi

    YA Allah deyip kendine ateşlere atmadan olmaz Sefine-i Nuh gibi

    tufanları yara yara hedeflere gitmeden olmaz!

     

    Ve Anla ki; bir ömür boyu gözyaşlarını ceyhun edip alın teriyle mecz

    ederek ümmeti için an be an dem be dem çile çeken Hz MUHAMMED (sav)

    gibi çekmeden olmaz!

     

    Ve şunu çok iyi anla ki; başkalarının hayata Aşık olduğu kadar Ölüme

    Aşık olmadan Olmaz!!!!!!

     

    alıntı...


  4. Düşün ki, cenaze namazın kılınmış, helallikler dilenmiş ve veda vakti gelmiş… Senin yer üstündeki misafirliğinin bitmesine sayılı dakikalar kalmışken adına eşilen çukurun, tüm karanlığı, nemi ve böcekleriyle sana ev sahipliği yapmak için sabırsızlanmakta…

     

    Kiracısının karnesindeki başarısına göre hizmet eden o çukur, muhatabının ne kefeninin kalitesine, ne cenazesinin kalabalığına ne de öldüğü günün mübarek gün ya da aylara denk gelmesine bakar… Karnen iyi ise çok güzel ağırlanırsın…

     

    Dersine çalışmadan sorgu odasına giren bir ölü zindan hayatı yaşar o çukurda… Diriler için ölü olan o çukur ölülerin dilinden çok iyi anlar. Adeta onlarla konuşur…

     

    Toprakla cenaze arabası arasında müthiş bir diyalog vardır. Yatalak bir hastaya bakar gibi her gün toprağa ölü insan servisi yapar durur… Toprağın açlık kokusunu alan cenaze arabası yeni bir servis yapmak için kontağını çalıştırır… Bu kez serviste sen varsın…

     

    Ne zaman cenaze arabasına bindirilmiş bir ölü görsem, aklıma elinden sınav kâğıdı alınmış bir öğrenci gelir. İmtihan devam ederken o kişi o dakikaya kadar ne çözdüyse onun karşılığını alır. Arkadaşları harıl harıl soru çözüp puanlarını artırırken sınav salonundan çıkarılan öğrenci ‘keşke daha çok soru çözseydim’diye hayıflanır…

     

    Yine ne zaman cenaze arabasına bindirilmiş bir ölü görsem ruhumun hala bedenimde kalmasına izin veren Allah(celle celalüh)’a hamd ederim. çünkü hala sevap kazanma imkânım, günahlarımdan dolayı Allah(celle celalüh)’tan özür dileme fırsatım, haklarına girdiğim insanlardan helallik dileme imkânım mevcut.

    Vallahi şu an birçok ölülerden avantajlıyız. Hayati önem taşıyan bir fırsat verilmiş şu an… çok ama çok iyi değerlendirmeliyiz…

     

    Kaldığımız yerden devam edelim biz;

    Dua ve gözyaşlarıyla ölüler kentine getirilmiş cenaze arabandan bir daha binmemek üzere indiriliyorsun... Karnen iyi ise o kalabalık düğününü kutlamak için toplanmış gibi olur. Aksi halde tam bir cenaze töreni!

    Tabutun çukurunun hemen yanına konur. Saatlerdir daracık havasız bir yerdeydin. Birazdan tabutunun kapağı açılacak ve imtihan sahnesinden ayrılmana ramak kalacak…

    ölümünle son kez toplanan kalabalığa nasihat edilir… Allah(celle celalüh)’ın istediği bir akide o an birçoğuna konuk olur. Ama doğrusu pek de iyi ağırlanmaz… Ortamın etkisiyle verilen kararlar maalesef kalıcı olmaz ve hayata kaldıkları yerden devam ederler…

    17 Ağustos depreminde cami avluları dolup taşmış… Her fay sallantıları insanları camiye davet etmiş ve davete icabet eden edene… Bugün deprem Müslümanları neredeler? Aynı kalabalık neden gözükmüyor?

    Senin ölümün bazılarına 7,4 lük bir sarsıntı yaptırabilir. Ama seni temin ederim depreme dayanıklı bir inat gibi fazla etkilenmezler…

    ölüm güzel bir nasihat oysaki… Unutkan olan insan unutuyor maalesef…

    Cansız bedenin tanıdık ellerle tabuttan çıkarılır ve daha önceden hazırlanmış yatağına konur… Doğumhaneden alınan bir bebeğin anne kucağına konmasına nekadar da benziyor… O yuvan anne kucağımı yoksa işkence salonumu olacağını biz bilemeyiz. Ama şunu çok iyi biliyorum ki karnendeki notlara göre bir muameleye tabi tutulacaksın…

    Yeni odan daracıktır…

    Ne döşeğin var ne de yorganın…

    Sana ait hiçbir şey yok yanında…

    Hepsi iki metre yukarda kaldı…

    Badanasız bir oda ve yatağı da yastığı da topraktan…

    Bu satırları okurken sana ait odanla sana özel kazılacak çukurunu gözler önüne getir… Aynı sıcaklığı ve dekorasyonu orada da görebilme fırsatı verilmiş… İyi düşün! İnce hesaplar yap! Vallahi orada daha çok vakit geçirecek ve salih amellerin dışında ne annen ve baban seni ziyaret eder ne de sevdiklerin…

    Kaldığımız yerden yine devam edelim;

    Cansız bedenin ilk kez toprakla tanışıyor… Yanlamasına konan tahtalar dünyayla bağlantını keser… Ve toprağa ekilen bir tohum gibi ekilmişsindir artık… Yer altı dünyasının nüfusu bir artarken yerüstü sakinleri bir neferini kaybetmiştir artık…

    Tüm yakınların alelacele kabristanı terk ederler… Kendi elleriyle seni toprağa emanet etmişlerdir… Ve sen sevdiklerin tarafından terk edilmiş, oranın en taze ölüsü olarak yalnız kalmışsındır artık…

    Nemli toprağının başında ben varım ve bir müddet daha kalmaya niyetliyim. Sağ elimle toprağını avuçlayıp sessizce düşünüyorum;

    Bugün yer altındakilerin nüfusu yerüstündekilerden kat kat fazla… Yeraltında tek bir çıt yok… Yerüstü canlıları kavga ve savaş halinde… Yeryüzünü fesada uğratan da uğratmayan da ikinci âleme konuk oluyor… Yeryüzünü kana bulayan nice insan toprak altında kurtçuklar sofrasında kıllarını bile kımıldatamadan etlerini yediriyorlar… Ve onlardan da bir çıt yok…

    Giden geri gelmiyor… Yer altı komşuları da sessiz… Haber alınamıyor… İlginçtir ki ciddi manada merak ta etmiyoruz… ‘Başımıza gelirse görürüz’ demek çok ukalaca değil mi? Yer altındaki sessizlik basite indirgenmemeli… Yeraltında olup bitenleri işitemememiz oradaki hayatın sakin geçtiğini zannettirmesin bize!

    Alttaki haberler mezar taşına yansımıyor! Mezar taşındaki haberlere güvenmiyorum! Bir ölünün sözcüsü olamaz mezar taşları! Taştaki yazılar ölümü hatırlatmıyor. Mermerden yapılan mezarlar ölüyle birlikte kabir korkumu da gömmüş… Mezarlar artık ölümü hatırlatmıyor…

    Şehir mezarları mermerciler sitesine dönüşmüş adeta… Her kaliteden mermerler mevcut. Evinizin bir köşesini mermerden yaptırmak isterseniz eğer, mermercilerin katalogu olan herhangi bir kabristana gidip model beğenebilirsiniz!

    Adam gibi tefekkür edecek mezarlıklar arıyorum! Kıskanıyorum sahabelerin kabir tefekkürlerini… Şartları zorluyorum ama ne gözyaşlarım yuvasını terk ediyor ne de günahlarıma pişmanlık duyuracak bir ürperti hissediyorum…

    Köyüm çok uzakta… Köyümdeki mezarlık ölümü ensemde hissetmeme yetiyor… Şehirlerdeki ölüler benden Fatiha talep ederken köyümdeki ölüler benim vicdanıma bırakmış… Fatiha’yla sınırlandırmıyorlar… Peygamber Efendimiz(sallallahu aleyhi vesellem) ne okuduysa onu oku diyorlar…

    Ne şehirli ölülerde ses var ne de köylü ölülerde… Kimsenin ağzını bıçak açmıyor…

    Biz en iyisi yeraltında neler olup bittiğini yerin altını da üstünü de en iyi bilen Allah(celle celalüh) ve resulüne soralım… Ben şahsen çok merak ediyorum… çünkü beni de alt kata alacaklar… Bu beni birinci dereceden ilgilendiriyor…

    - Orada neler yapıyorlar?

    - Onlara nasıl yardımcı olabilirim?

    - Tanımadıklarıma nasıl bir faydam dokunabilir?

    - Onların neye ihtiyaçları var?

    - Beni görüp işitirler mi?

    - Ne yerler ne içerler?

    - Yalnızlar mı?

    - Neden sessizler?

    Bunları merak etmeyen bir insan ya cennetle müjdelenmiş! Ya da dünyanın renkli yüzü gözlerini kör etmiş… Kabri hafife alan bir insan ahiretini de hafife almış olmalı…

    Ve güneş de tıpkı senin gibi o güne veda eder… Hava kızıllaşır ve senin odandan kulağıma sesler gelir…

    Sorguya alınmışsındır…

     

    Alıntıdır..


  5. Türkiye'yi sevinçten ağlatan ezan

    Tam 58 yıl önce okunan bir ezan için halk sokaklara döküldü. Gözler minarelere çevrildi. Ve ilk 'Allahuekber' nidasıyla birlikte ülkeyi bir gözyaşı seli kapladı...

     

    Tarihçi yazar Doç. Osman Özsoy, o günün hikayesini bakın nasıl anlatıyor:

     

    Türkiye'yi ağlatan ezanlar ...

     

    Tam 56 yıl önce bugün, yani 16 Haziran 1950 de, 1933 yılından beri Türkçe olarak okutulan ezanın Arapça orijinal haliyle okunabilmesine imkan sağlayan kanun Mecliste kabul edildi.

     

    Meclisin aldığı karar radyolardan ilan edilince, Türkiyenin dört bir yanında halk sevinçten sokaklara döküldü. Tüm gözler minarelere çevrildi ve ilk ezan sesi beklenmeye başlandı. Halk sevinçten çılgına döndü. Gözyaşları tüm Türkiyede sel olup aktı.

     

    O gün ne olduğunu ayrıntılı anlatacağım. Ama önce, o günlere nasıl gelindiğine bir bakalım.

     

    Diyanet İşleri Başkanlığı, 18 Temmuz 1932 tarih ve 636 sayılı genelge ile, ezan ve kametin birkaç ay içinde Türkçe okunacağını bildirdi.

     

    İşte o Türkçe ezan ...

     

    Aralarında Hafız Burhan, Sadettin Kaynak, Hafız Nuri gibi isimlerin bulunduğu komisyonun çevirisini yaptığı "Türkçe ezan" metni şöyleydi:

     

    Allah uludur, Allah uludur

     

    Şüphesiz bilirim, bildiririm

     

    Allahdan başka yoktur tapacak.

     

    Şüphesiz bilirim, bildiririm

     

    Tanrının elçisidir Muhammed.

     

    Haydin namaza, haydin namaza

     

    Haydin felâha, haydin felâha

     

    Allah uludur, Allah uludur

     

    Allahdan başka yoktur tapacak.

     

    Ezanın Türkçeye çevrilmeyen tek kelimesi "felâh" oldu. Sebebi, halkın felah kelimesinin kurtuluş anlamına geldiğini bilmemesini sağlamak ve haydin kurtuluşa mânâsına gelecek bir çağrıda bulunmamaktı.

     

    Yasanın 17 Haziran 1950 tarihli resmi gazetede yayınlandığı gün, aynı zamanda Ramazan ayının da ilk günüydü. Bu durum halktaki duygu yoğunluğunu daha da artırdı.

     

    O gün Türkiyenin dört bir yanında yaşananlar, başlı başına ansiklopedik bir kitap olur. O gün Türkiyenin dört bir yanında, cami sayısınca bir sevinç yumağı, insan sayısınca mutluluktan ağlayan bir yürek vardı.

     

    Fethullah Gülen o günleri anlatırken şunları söyler: Ben o zaman Erzurum'daydım. Ekin mevsimiydi. 1950'nin Ramazan ayı idi. Vakit ikindi vaktiydi. İnsanlar kurbanlıkları hazırladı. Müezzin efendi minareye çıktı. Müezzin "Allahü Ekber" deyince öyle bir bağırıştılar ki, millet sevincinden hıçkırıklara boğuldu. Ardından kurbanlar kesildi.

     

    Antalya Aksekili işadamı Ali Katırcıoğlu; Bir cuma günü idi, ikindi kılıyordum, ilan ettiler bugün ezan okunacak' diye. Herkes sokaklara döküldü. O cuma günü Allahü Ekber, Allahü Ekber diye duyduğum o ilk ezanı asla unutamıyorum. Demokratikleşme dediniz de, benim için en büyük demokratikleşme işte o ezandır" der.

     

    O gün İstanbulda neler olduğunu, aynı günlerde Eyüpte asker olan babamdan dinlemiştim. Ezanın orijinal haliyle okunacağını haber alan İstanbulluların Eyüp Camii avlusunu doldurduğunu ve herkesin ezanı dinlemek için gözlerini minareye diktiğini söylemişti. Minareden, Allahü Ekber, Allahü Ekber sesleri yükselmeye başladığı andan itibaren, insanların sevinçten kendilerini yerlere attığını, ezanların bitişini müteakip de, kurbanların kesildiğini söylemişti.

     

    O gün Erzurumun bir başka yerinde yaşananları Mehmet Kırkıncı şöyle anlatılır: "Erzurum halkı ikindi vaktinden itibaren ezanın aslıyla okunacağını haber aldı. Bütün halk sokaklara döküldü. Bir bayram havası yaşanıyordu. Herkes kurban keseceği ne varsa alıp, Tebriz Kapı mevkiinden Lâlâ Paşa Camii'ne kadar dizildi. Minarelerden Ezan-ı Muhammedi okunmaya başladığı an, herkes sonsuz bir sevince gark oldu. Müftü Solakzade Sadık Efendi, 'Ya Rabbi! Ölmeden önce bize bu günleri gösterdin diye hıçkırıklar halinde ağlamaya başladı...


  6. İnsanlar Uykudadırlar Öldükleri Zaman Dirilirler.

     

    Ne kadar doğru bir tespit.Gerçekten de uykudayız ve o çok güvendiğimiz aklımız bizi uykudan uyandırmaya yetmiyor.bir gün gözlerimizi açıyoruz dünyaya ve sanki hep buradaymışcasına sarılıyoruz dört elle.Nereden geldiğimizi neden geldiğimizi hiç sorgulamadan.Elde ettiğimiz bunca serveti bir mirasyedi gibi kullanıyoruz.

     

     

    Asıl sahibinin bir gün bize hesap soracağını düşünmeden.Yaptılarımızı hiçbir mantık ölçüsüyle açıklamak mümkün değil.Biliyoruzki bu hayat kısazaman su gibi akıp gidiyor.Buna rağmen :HİÇ ÖLMEYECEK GİBİ:sarılıyoruz hayata.Her aynaya bakışta gerçekle yüz yüze geliyoryaşlandığımızı gördükce daha bir inatla sarılıyor insan dünyaya.H

     

    Hayatın geçiçci olduğunu ve istesekte istemesekte geldiğimiz gibi çırılçıplak bırakıp gitmek zorunda olduğumuzu bilebile bu hırs niye?Hergün biraz daha ölüme yaklaştığını bilebile ölüme kayıtsız malmülk zevk lerin peşinde böylesine hırslı olmak hangi mantıkla açıklanabilir?

     

    Daha Kötüsü Herkesin Gerçekleri Bilip Hiçbir Önlem Almaması .Güneşin Sıcağına Karşı Krem Sürünüyor Ama Cehennem Ateşine Karşı Hiçbir Tedbir Almıyor.

     

    Biliyoruz ölüm var bu bir gerçek.Biliyoruz bir gün sıra bize gelecek.Biliyoruz birgün hayat elimizden kayıp gidecekbiliyoruz sorgu sorulacak hesap verilecek ama şaşırtıcı bir mantıksızlıkla illüzyon devam ediyor ve

     

    Efendimiz (a.s)sözü kulaklarımızda yankılanıyor:

     

    İnsanlar Uykudadırlar Öldükleri Zaman Uyanırlar...

     

    ALLAH(C.C) Bizleri Ölmeden Uyanan Kullarından Nasip Etsin .Amin.


  7. kırıklıklarıyla öğreniyor insan sabırlı olmayı bir de kaybettikçe

    Acılarsa sabrın son sınavı Gün geliyor bütün çektiklerinin ödülü bir an bahşediliyor insana

     

    Yeni doğmuş bebeğin saçlarını okşarken bir hastalıktan gözünü yeniden dünyaya açarken

    her şey o an için değil midir

     

    Kavuşmalar da sabra dahil sokağın başında beliriyorsa beklenen

    sabreden biri bıraktığı içindir geride Sevgi sabırdır kavuşmayı bekleyen

    bir kadını sevmek hangi yaşında olursa olsun gözlerinde doğmamış çocukları görmektir

     

    Uzun yolculuklardan sonra bayrağı dikerken kaşif kutuplara ya da dağın tepesine

    sabır der ki; bütün çektiklerine değdi ve ben hep seninleydim bu an için

    Sabır züğürt tesellisi değil gerçeğin ta kendisi

     

    Bir başkasına acı veren insan da acı çekiyor Belki de daha fazlasını

    Bu yüzden gaddar bile sabretmek zorunda vicdanına

     

    Uyurken keder pusuda sabahı bekler ya insanı pençesine almak için

    göz kapakları açılmaya görsün acı bıraktığı yerden başlar acılar zor sabreder geceye

    hep sabahı bekler

     

    Şimdi gözümün bebeği bu satırları yazarken her sabah bir koşu tren istasyonuna giden çocuk

    geri dönüyor eli boş Babası çıkmamış trenden Ama o her sabah gidiyor karşılamak için

     

    Çocuklara ölümü açıklayacak cesaret nerede büyüklerde

    bir gün öğrenecek nasılsa yasta yaşlı gözlerle bütün mahalle

    Gelecek baban diyorlar küçük oğlan çocuğu her sabah treninden babasının çıkmasını bekliyor bu yüzden

     

    Sabredecek ve büyüyecek insanın yürümekle bitirmeyeceği yol yok

    yeter ki sabırla yürüsün onurlu bir yaşam istemek ve sabretmek gibi uzun yollar

    ama hepsi bitimli

     

    Sabır gecikmenin bekleme odası yaşamak bir zaman oyunu yeter ki sabret

    ulaşılmaz avucunun içinde aşk da buna dahil

     

    Sabrı öğretmek zor hele şimdilerde ayaküstü yemeklerin donmuş yiyeceklerin

    suya karıştırılarak oluveren içeceklerin anında fotoğraf çeken kameraların ve her gece

    uyduruk aşkların kırıp sarıldığı diziler çağında gençlere sabrı öğretmek çok zor

     

    Sabır bir fikir ve her iyi fikir gibi bulmak zor

    Seni sabırla sevmeye devam ediyorum

    Hangi deniz kabuğunu kulağıma götürsem

    Duyduğum senin sesin

     

     

    alıntı


  8. Affetmek Kazançtır

     

    Uzmanlar öfkesini kontrol etme becerisi kazanan ve öfke duyduğu kişiyi affedebilen kimselerin ruhsal ve bedensel olarak daha sağlıklı olduklarını ve hayata daha pozitif bakabildiklerini ifade ediyorlar. Bu konudaki araştırmalarıyla bilinen Frederic Luskin, 260 kişi arasında yaptığı araştırmasında deneklere affetmeyi öğretmeye çalışmış bu çalışma sürecinde affetmeyi öğrenen deneklerin ruhsal ve bedensel olarak rahatladıklarını görmüş, bu kişilerde strese bağlı olarak gelişen ağrıların iyileştiğini gözlemlemiştir. Luskin bu çalışmasıyla, insanları affetmenin, kişiyi kin ve intikam duygularından arındırdığını ve rahatlık sağladığını ifade etmiştir. Bu anlamda dindar insanların affetmeyi ilke edindiklerinde daha huzurlu ve pozitif olduklarını artık batılı bilim adamları da itiraf ediyorlar ve İslam'ın bizlere asırlar önceden tavsiye ettiği ahlaki düsturları yeni keşfetmenin heyecanıyla tavsiyelerde bulunuyorlar.

     

    Dinimizde, affetmek, insanların kusurlarını yüzüne vurmamak, onlarla iyi ilişkiler kurarak doğru davranış modelini yaşantısal olarak ifade etmek esastır. Hazreti Peygamber, Taifte kendisini taşlayan ve eziyet veren kimselere dahi buğuz etmemiş, onları affetmiş ve onlar için hayır duada bulunmuştur. Kendisine eziyet veren, her fırsatta düşmanlık besleyen Yahudi komşularına da iyi muamalede bulunmuş ve onların haklarını gözetmiş, ikramda bulunmuştur.

     

    Modern kültürün esaretinde yaşayan, günümüz insanı, hayat görüşü olarak çatışmayı ve rekabeti dikkate aldığından affedici ve bağışlayıcı olmaktan çok, kin ve intikam duygularıyla hareket etmektedir. Oysa affetmek insanın hayatındaki en önemli erdemlerden biridir... Affedici olmadığınızda ise, öfkeniz kin ve intikam duygularını da doğuracak ve siz öc alma tutumuyla hareket edeceksiniz. İntikam duygusu başlı başına bir pataloji...Ve intikam duygusunuz varsa, bu sizin sevgi ve muhabbetinizi de silecek, yerine düşmanlık, hırs ve rekabeti getirecektir.

     

    Öfke duyduğunuz ve düşmanlık beslediğiniz birini affettiğinizde ne kadar da çok kazancınızın olduğunu biliyor musunuz? Evet affetmek gerçekten bir kazanç... Affetmek, her şeyden önce sizi yoran, enerjinizi tüketen, etrafınızdaki insanlarla aranıza buz dağları ören öfkenizi kontrol altına almanızı ve bu duygularınızı eğitmenizi sağlayacaktır. Bu durumda siz, öfkenin esiri olmaktan kurtulacaksınız ve öfke sizin esiriniz olacak. Affettiğinizde, hem kendinizi hem de karışınızdaki kişiyi kazanacaksınız.. Öfke duyduğunuz belki de aynı alanda kalmaya dahi tahammül edemediğiniz kişiyi kazandığınızı ve onunla iyi ilişkiler kurmaya başladığınızı göreceksiniz.

     

    Affettiğinizde, sizi rahatsız eden, bedensel kimyanızı bozan, zihinsel aktivitenizi, ruhsal dengenizi alt üst eden öfkenizi kendinizden uzaklaştırarak, yine kendinize bir ikramda bulunuyor, kendinize de iyilik yapıyorsunuz . Bu sizin aile içinde ve dolayısıyla toplum içinde de huzurlu olmanıza ve insanlarla daha iyi ilişkiler kurmanıza katkı sağlayacaktır.

     

    Modern kültürün normlarını içselleştirmiş ve hayata sırf maddi boyutuyla bakmayı hayat tarzı edinmiş kişiler, kendilerine sadece maddi olarak fayda getiren işleri tasvip ettiklerinden affedici olmayı aptallık gibi görebilirler. Zira araştırmalarını bu bağlamda yapan uzmanlar da, ortaya koydukları verilerin dünyevi faydalarını da gördükten sonra açıklıyor ve tespitlerini ifadelendiriyorlar. Oysa, hayatı maddi ve manevi boyutlarıyla tanıyan ve inanan kimseler bunun ne kadar da büyük bir kazanç olduğunu öteden beri bilirler ve duyumsarlar.

     

    Bizler için, en büyük kazanç ahiretimize yapılan yatırımlarımız, ahretimize yapılan kazançlarımızdır. Bu anlamda, kendimiz için veya bir başkası için yaptığımız, her şeyin, her eylemin, her işin, hem maddi hem de manevi bir boyutu, bir getirisi ve bize dönen bir sonucu vardır ve affetmek de bunlar arasında önemli bir yere sahiptir. İlk etapta affedici olmak, biraz zor gelebilir. Öfkelendiğiniz kimseden büyük yaralar almış, hatta haksızlığa uğramış ta olabilirsiniz.. Ya da, incitilmiş, kırılmış, örselenmişsinizdir . Peki ama içinizi bunaltan ve size hayatı zehir eden öfkenizin, öc alma duygunuzun sizin hayatınıza ne katkısı var ki ? Hem madem ki, affetmek büyük bir kazanç öyleyse bu kazanca neden talip olmuyorsunuz ? Bu konuda yapılacak atılım için, her an bir fırsattır. Önce buna karar verin ve hayatınız için bazı kazançlar elde etmek için harekete geçin... Kızdığınız, öfkelendiğiniz, kin ve nefret duyduğunuz, görmeye bile tahammül edemediğiniz, adını duymak istemediğiniz, karşılaşmaktan kaçındığınız kim varsa hepsini affedin ve onlar için duada bulunun... Eğer bunu başarabilirseniz, hayatınızı bir kazanca çevirecek ve gerçek zenginliğe ulaşacaksınız.

     

    Fatma Tuncer


  9. SUSSAM YALNIZLIK KONUŞSAM AYRILIK

     

     

    Yıkılmış ve geç kalınmış viraneleriz

    şimdi ne senin gözlerinde harranın suya hasret yangınları var

    nede benim gözlerimde şiir

    yaz dedin oysa kışlar yaşıyorum her mevsim

    açmak üzereyken papatyalar yeni karlar yağıyor üstüne

    üşüyorum evet hala üşüyor ellerim

    hüzün kapımızı çalalı beri

    bin günü aştı

    bin ömür bin soluk

    bin yıkılış yaşadım

    ömrümün arka sayfalarında altı çizilmiş satırlarımı okumaya başladım

    sığınışlarını susuşlarını ve haykırışlarını işittim mavi adadan

    korunaklı bir liman olamadım sana

    ve arkama bakmadan giderken haykırışlarını duymamak için kapattım yüreğimin kulaklarını

    şimdi bin ömür geçmiş ömrümden

    ben bir rüyadan uyanmak istercesine çırpınıyorum

    hani zaman ilacı olurdu herşeyin

    hani zamana bırakmalıydık

    atalar yine yanıldı

    bir günün sonunda binlerce tükenişle ölürken ben

    zaman zehrini içerken yudum yudum

    artık bitsin istiyorum

    ataların ilaç dedikleri yoksuzlugun bitsin

    bitmezlerin bilincinde diyorum yne

    yıkılmış ve geç kalınmış viraneleriz

    şimdi ne senin gözlerinde harranın suya hasret yangınları var

    nede benim gözlerimde şiir

    şimdi kendini yok edişlerini dinliyorum

    susuyorum

    susuşlarımın öznesi sen oluyorsun hep

    şehrine gidiyorum

    yokluğun açıyor kapıları

    yıkılan şehirler arası bir otobüs terminalinde ayak izlerimiz duruyor

    halâ haklısın

    kokun sinmiş soğuk duvarlarına şehrin

    herkezin gözünde seni arıyorum yoksun

    yokluğunu salıp gitmişsin

    gidişle bırakıldığın bu kentte

    susuşlarına bile yandıgın soğuk dağlarımın eşkiyası

    bağışlama dilemiyorum

    gel demiyorum

    sev demiyorum

    haykırışların yankılanıp boşlukta kaybolmadı bilesin

    sığındığın mavi adada yaktığın ateşi göm

    yanaştırabilirsem gemilerimi tutucam ellerinden

    şimdi yanıyorum kanıyorum ve yıkılışların altında tekrar eziliyor bedenim

    geç kalınmış bir solukmu bir günün sonunda

    yoksa çaresizliklerimin son çırpınışlarımı bilmiyorum

    kayıp adresten yazıyorum son kez

    sussam yalnızlık konuşsam ayrılık

    dönsem yıkılış dönmesem yok oluş

    şimdi ben susuyorum yalnızlığa talip

    sende sus bana

    sus ki bir daha ölmeyeyim.

     

    Kahraman Tazeoğlu


  10. Alimlerimizin beyanlarına göre herkesin vücudunda nefs bulunur ve hiçbir zaman oradan çıkmaz. Nefs , ALLAH'ın emridir, vücuda konulması bir hikmet ve bir ilâhi irade sebebiyledir. Bilinmelidir ki insan vücudundaki nefsin sıfatlarını değiştirmek yani kötü sıfatları iyi hale çevirmek mümkündür; bu da mücahede ve riyazet ile olur.

     

    Tasavvufun gayesi, mücahede ve riyazet ile nefsi yenmektir. Sıfatları değişen nefs , emmareden levvameye , levvameden mülhimeye ... yükselir. (Nefsin mertebeleri daha önce birçok farklı yazıda anlatılmıştı.)

     

    Şeytan, insanın maddi ve manevi temizliği için elzem olduğu gibi, nefs de elzemdir. Ataullah İskenderî k.s. “el- Hikemü'l Ataiyye ” isimli eserinde buyuruyor ki: “Şeytan taharet mendili gibidir. İnsan vücudunu temizler. Şeytana itaat edenleri gördüm, kendilerine hiç faydası dokunmadı. Karşı duranları da gördüm, onlara hiçbir zararı dokunmadı.”

     

    Nefs nasıl bir varlıktır? Ulemanın bildirdiğine göre nefs bir sıfat değidir . Bir varlıktır. Yani göz gibi kulak gibi bir yaratıktır. Haset, hırs, kin, nefret, kendini beğenme gibi haller onun sıfatlarıdır.

     

    ALLAH Tealâ bize nefsin meselesini şöyle bildirmi ştir: “Bizim uğrumuzda mücahede edenlere gelince, elbette biz onlara yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki ALLAH iyi davrananlarla beraberdir.” (Anke but , 69) Buradaki mücahede nefsle mücahedeye de işaret eder. Hadis-i şerifte ise Rasulullah s.a.v. Efendimiz buyurmuştur ki:

     

    - Küçük cihaddan büyük cihada dönmüş bulunmaktayız.

     

    Sordular:

     

    - Ey ALLAH Rasulü , büyük cihad nedir?

     

    Buyurdu ki:

     

    - O nefsle yapılan cihaddır .

     

    Bazıları nefsin ruh gibi olduğunu söylerler. Silsile-i Sâdât'tan Abdülhakim Hüseynî k.s. Hazretleri bu konuda şöyle buyurmu ştur:

     

    “ Nefs , iki başı olan kırkayağa benzer. Bir başı alnının ortasındadır. Öbürü de karnının altındadır. Alnı ortasındaki nefis vücudun baş ve gövde kısmına hükme­der. Gözler, kulak ve aklın birçok meseleleri onun tesirinde kalır. Karnın altındaki nefs de bulunduğu mıntıkaya hükmeder.”

     

    Kötü huyların ve çirkin işlerin ortaya çıkmasına sebep nefstir . Nefsin böyle yaratılmış olmasının hikmeti ise kemalâta basamak olması, er kişi ile her kişinin ayırt edilebilmesidir.

     

    Nefs yaratılmışların en karanlığı ve en cahilidir. ALLAH'a ve Rasulullah'a karşı adeta harp eder. ALLAH Tealâ , emmare olan nefsine uyan için, “onlar nefsini ilâh edindi” buyurmuşur . Bu halden kurtulmanın ilacı nefsle mücadele ve onun isteklerine muhalefettir.

     

    Alimlerimizin beyanına göre nefs ile şeytanın fitnelerinin farkı şöyledir: Dinin kötü gördüğü bir hale inat halinde gelişen arzu nefstendir . Bu sürekli haldeki meyil duruma göre halden hale giriyorsa, değişiyorsa, bu da şeytandandır.

     

    Mürşid eli tutan nefs , emmareden levvameye girer. Levvamede bulunan kişi, günah işlediği zaman kendini ayıplar. Mülhime mertebesinde ise günahlardan kesilme başlar.

     

    ALLAH Tealâ buyurmaktadır ki: “Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırmış kimse için, şüphesiz cennet onun yegâne barınağıdır.” ( Naziat , 40-41 )

     

    Bir diğer ayet-i celile de şöyledir: “... nefs aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş, müstesna...” (Yusuf, 53)

     

    Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur : “ALLAH bir kuluna hayır murad ederse nefsinin ayıplarını ona gösterir.”

     

    Hz. Şuayb a.s.'a soru soran bir kişi:

     

    - Ben her türlü günahı işliyorum, ALLAH beni cezalandırmıyor, demişti.

     

    ALLAH Tealâ da Şuayb a.s.'a şöyle buyurmu ştu:

     

    - Ey peygamber! O kimse günah işleyip duruyor. Günahlarından ötürü kederlenmiyor, vicdan azabı duymuyor. Günah günahı artırırken pişman olup tövbe etmiyor. Bu, benim ondan uzaklığımın, onu muaheze ettiğimin, cezalandırdığımın alameti değil midir?

     

     

     

    Mehmet ILDIRAR


  11. Duayı kabul eden, dilekleri veren, vermeyi murad edince el açtıran, ancak sevdiği kuluna dua ettiren, sevmediklerinin elini ve dilini bağlayan ve kendisine yönelmekten alıkoyan ALLAHım!

     

    Bizi affet!

     

    Biz, Sevgilinin nuruna lâyık olmaktan düştüğümüz için bu hale geldik.

     

    O'na lâyık olabilmek kimsenin haddi değil. Fakat lâyık olunamayacağını bilmenin liyakati herkesin vazifesi. İşte bu son inceliğe lâyık olamadığımız için bu hale geldik.

     

    O nur öyle bir nur ki, lâyık olmakta, topyekûn zaman ve mekâna, bu dünyaya ve ötekilere malik olmak var. Bu

    liyakatten düşmekte de, her türlü mahrumluk ve mahkûmluk.

     

    Her türlü mahrum ve mahkûm olduk.

     

    Bizi affet!

     

    O Nur'un vecd ve aşkı üzerimizdeyken, denizlere, yelkenleri ipekten ve çıpaları altundan kalyonlar indirdik; karalara da, yolunu viraneye çevirmek yerine mamureye döndüren ordular saldık. Padişahlara "Ayağa kalk, kanun huzurundasın" diye ihtar eden hâkimler yetiştirdik. Müspet bilgiler, medenî aletler, keşifler ve buluşlar, hep o Nur'un kendi fert ve cemiyet aynalarımızda tecellisinden. O Nur'u körleştirince de Şark'ın son 5 asırlık macerası içinde bir zamanlar yaban domuzu hayatı süren Garplının sürü hayvanı olduk.

     

    Son yüz yıl içinde bizi bu halden kurtarmak isteyen hiçbir davranış şifa getiremedi. Zira o Nur'a yeniden liyakat ve bu liyakati yeni zaman ve mekâna tatbik etmek Şuurlaştırılmadı. Ters yollara sapıldı. Bu ilerinin ilerisi şuurun sahiplerine "mürteci" dediler; ve onları, asıl din gözünde suçlu, O Nur'a liyakati sıfıra indirici, vecd ve aşk mahrumu, din ve hikmet cahili kara yobazdan ayıramadılar.

     

    Onları, bize böyle muamele ettikleri için değil, bizi, bu muamelenin altından kalkamadığımız için affet!

     

    Bizi, boynumuza geçirdikleri asırlık idam ipini kravat diye taktığımız için affet! Tek kelimeyle, "Müslüman" yaftası altında müslüman olamadığımız için affet!

     

    Ve bize; kendi öz yurdumuzda asırlardır lütfen iskâna tâbi muhacirlere benzeyen gerçek müslümanlara, O Nur'a liyakatin en ileri derecesini bahşet; ve ebediyet bestesinden şarkımızı ateşten ahenk helezonlariyle gönüllere nakşet!

     

    Duamıza öyle bir tesir ver ki, kezzabın mermeri yediği gibi nefsimizin bütün oyuncak mabutlarını yakıp erittiğini, senin mücerret ve münezzeh birliğin etrafında hiçbir inanış pürüzü bırakmadığını görelim; ve sun'î teneffüsle açılan bir baygın şeklinde bu milletin yavaş yavaş doğrulduğuna şahit olalım!

     

    ALLAH (c.c.) ım! Bizi hem af, hem adam et!

     

    Amin Amin Amin.

     

    Necip Fazıl Kısakürek

     

    //Ekleme: KAYNAK: VECDİMİN PENCERESİ'NDEN

    • Like 1

  12. Ey Resul yanıyor alem aşkınla!

     

     

    Açıldı gök kapıları , çilelerde rahmet yağmurları ,

    Avuçlarda sonsuz sabır çiçek açmada , dudaklar dualaşmış..

     

    Hasretle beklenen nurlu yol ufka dayandı&

    Gönüllerde kutlu müjdeler, esrarda ad ayandı&.

    Tutuştu canlar aşk ateşiyle yandı ki ne yandı&

    Maşukun aşıka can verdiği an.. Ah! Ne yaman andı&

     

    Ey Sevgili, hasretim ömür defterimde hep ayandı

    Ruhum çilekeş bir umman, vuslat kapısına dayandı,

    Gönlümün yanıp kül olduğu an..O ne sonsuz andı,

    Tutuştu gönül deryalarım ezelden ebede hep yandı&

     

    Ruh ezel meclisinin tek Gülünü hasretle andı&

    Sevdanın kadere yazıldığı o an, o ne güzel andı ,

    Ki Şeyda bülbül külleriyle aşka ayandı,

    O gizli bahçe ki ateşin sevdalılar odlara yandı,

    Sanki Firdevsten bir köşe, Adndan bir zümrüt yandı&

     

    Ah&hasret bıçağı kemiğe değil, cana dayandı&

    Deli gönül ne kutlu çilelere dayandı,

    Lal hançerin mor sümbülle buluştuğu andı..

    O an ki içinde ne al laleler, ne aşk gülleri yandı&

     

    Açıldı gök kapıları, özlemler arşa dayandı&

    Aşk belliydi sevgili belli , dad ayandı,

    Ah..Yandı bu can.. İçin için .. Nasıl da yandı..

    Ve.. o nasıl vuslat ki sevdalıların ayrıldığı andı&

     

    Ufkumuz sensin Ey Sevgili, Ey gönüller Sultanı,

    Bükük boynumuz ,hasretimiz ne yalnız, ah ne yalnız&

    Al gül bahçesine döndürdü şehit kanları bütün arzı şimdi.

    Sonsuz sabır çiçek açmada avuçlarda, dudaklar dualaşmış..

     

    Ey Hak Resulü, merhaba et bize Ey Sevgililer Sevgilisi

    Şeref ver gönül bahçemize, lütfet göz yaşından bir rahmet!

    Bir selam ver gülümsemenden , bıçak şah damarıma dayandı..

    Ezelden ebede hasretinde bu gönül, gül gibi yandı da yandı, yandı&

     

    Aşıldı bütün isimler ruhum artık o tek ada dayandı,

    Yıkılacaktı gönül arza, ama& Eğilmedi aşka dayandı,

    Yandı madde, yandı, kül oldu, mana da yandı

    Ayandı her şey ama her şey, sır da ayandı

    Ruhumun ezelle buluştuğu an ..Ah o ne yaman andı&

     

    Selam sana Ey Sevgili!.. Hasretin cana dayandı&

    Muhabbetinle can ten kafesinde, yandı ki ne yandı&

    Ruhum çilekeş bir umman, dad kapısına dayandı,

    Ses Ver Ey Resul&Yanıyor alem, aşkınla aşk da yandı...


  13. (Mona Rosa Aşağıda yazılı olanlar kurgu değil gerçektir)

     

     

    Belki de mahşeri kalabalığa okunan bu şiirin hangi hislerle yazıldığını tahmin bile edemezsiniz? Bilinen gerçekleri arda, arda sıralamak sizleri aydınlatabilir. Dilenirse şairimiz hakkında kısaca bilgi vererek konuya girmek istiyorum.

    Şöyle ki; şiirimizin yazarı Sezai Karakoç ilk, ortaokulu ve liseyi Diyarbakır, Gaziantep, K.Maraş’ta tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal bilimler fakültesini kazanır. Ve gider, gider ama başına geleceklerden veya başına getireceği olaylardan habersizdir.

    Neden sonra başlar okula dersler devam ederken şairimim gönlünü kaptırır bir muhacir kızına ve işte bütün mesele başlar, başlar ki ne başlar. Sonu olmayan bir başlangıçtır. Kısa bir süreden sonra dayanamaz ve kendini o kıza açmaya karar verir. Uzun bir tasavvurdan sonra İstediği gibi yapar ve gönlünde biriktirdiği aşkı artık kaldıramaz olmuştur.teklifine ret cevabı alma riski yüksek olduğu halde bırakır kendini uçsuz bir ummana.istediği cevabı alamamıştır,bu samimi Anadolu çocuğu kırılmıştır işte o an. Lakin bu kırgınlık uzun sürmez (çünkü uzunu daha başlamamıştır.) azimle tekrar deneyecektir.lakin istediği gibi hiç olmayacaktır.Ve bu hep böyle sürer gider. Ta ki gelir ,gelir ve bir yerde tıkanır işte bu tıkandığı yer 4. sınıf olur.ama o samimi delikanlı hiç pes etmemiştir.tam dört yıl hep istemiştir onu ,kendinden. Ama istediği hiç olmamıştır.belkide bir gün olacaktır.! Artık okul bitmek üzeredir.tam dört yıl geçmiştir .Geçmiştir ,ya delmişte geçmiştir kimi sineleri.

    Mezuniyet merasimi düzenlenmektedir Ankara üniversitesinde öğrenciler 4 yılın yorgunluğunu ,bitirmenin sevinciyle bu merasimde birleştirecektir.lakin birleştiremeyenlerde vardır o mahşeri kalabalıkta onlar gerçekle yapışmış yüreklerini koyacaklardır ortaya. İşte burada Sezai Karakoç onların hepsine tercüman olacaktır o mükemmel ve emsalsiz sevgisiyle .

    Bu program da Sezai Karakoç yazdığı şiiriyle yerini almıştır.ve de işte o beklenen an gelir çatar. O yılların gerçekleri bir şamar gibi patlar ortada ve sesi yankılanır Ankara sokaklarında.

    Sezai Karakoç anons edilir. Yazdığı şiiri okumak üzere. Ankara siyasalın önü ana baba günü gibidir herkes ordadır bütün hocalar öğrenciler ve hatta misafirler lebalep dolup taşmıştır.merasim alanı.Sezai Karakoç şöyle bir kalabalığa bakar o buğulu gözlerle ,gönlünde yer alamadığı insanı aramaktadır mahşeri kalabalık içinde ve şiirini okumaya başlar.

    Mona roza siyah güler ak güller

    Geyve’nin gülleri beyaz yatak

    Kanadı kırık kuş merhamet ister

    Ah senin yüzünden kana batacak

    Mona roza siyah güller ak güller …

    Şiir bitene kadar kalabalıktan hiç ses gelmez olur, ta ki son kıtayı okuyana dek ve kalabalıkta müthiş bir uğultu patlar. Herkes bir birine bir şeyler sormaktadır ama sadece bilinen bir gerçek var ki herkes bu şiirden çok etkilenmiştir hele biri var ki gönlünde fırtınalar kopmuştur tam dört yıl sonra geçte olsa anlamıştır ve işte o uğultunun arasından bir kız öğrenci sıyrılır kürsüye yaklaşır dört yılı harabeden ve sonrasını da edecek olan kişidir o,o Muazzez Akaya’ dır.Ağlayarak ve yalvarmalı bir sesiyle

    -ben seni kabul ediyorum der.

    Ama çok geçtir artık çünkü bu samimi genciz bu ağır aşka dayanacak takati kalmamıştır kürsüye dönerek -şimdi de ben kabul etmiyorum der

    ne derece yürekten gelerek söylediği tartışılır ama beklide bir intikamdır ,beklide ilk defa gururu aşkının önüne geçmiştir delikanlının Ve bir daha Muazzez Akaya’yı hiç kimse görmemiştir çünkü o ret cevabının ardında intihar etmiştir. Doğruyu geç bulup erken kaybetmek buna denir galiba

    Şimdi Sezai karakoç 65-70 yaşlarında ve hiç evlenmemiş hiç gönlüdeki o muazzam yere dokunmamıştır.size şimdi bir sır veriyorum Mona Rosa şiirinin kıtalarının ilk harfleri onun ismini veriyor.bence bir aşk bukadar yaşanır ve halen daha AŞK da gurur olmaz diyenlere çok güzel

     

    bir cevaptır gurusuz hiçbir aşk olmaz olmamalıda Sezai karakoç un bu olaydan sonra hiç evlenmemeside ilginçtir aşk ın bir kereye mahsus yaşanan bir duygu olduğunun göstergesidir

     

    bencede insan yüzlerce kez hoşlanabilir hayatında birkaç kez sevdiğini sanabilir ama aşk birkez yaşanır bir kez yaşanırsa böyle ebedi bir aşk olur

     

    düşününce şöyle bir sevdiği kadının intihar edeceğini bilseydi sezai karakoç onu kabul ederdi sanırım belki samimyetine inanmadı belkide 4yıllık bekleyiş onu içinde öldürdü farklı düşünler aşağıda yorum yazabilirler untmadan muzzez akkaya şiirdede geçer Geyve’nin gülleri diye geyve ye döner(sakaryanın ilçesi)orta intihar eder:( şaiir nede güzel demiş benim aşkım uymaz öyle her saza)..


  14. Karşı karşıya kalabileceğin muhtemel bir musibet için en kötü ihtimal ne olabilir sorusunu kendine sor

    Sonra bu muhtemel sonuca kendini alıştır, ona tahammül etme konusunda kendine telkinde bulun "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" ayetini tedebbür ederek bu hali sakin bir şekilde iyimser bir tabloya dönüştürmeye bak

     

    La- Tahzen / Üzülme-

     

    Şunu unutma yaşadığın günün sınırları içinde yaşamazsan sıkıntı ve kaygıların artacak demektir Biraz daha açarsak; Sabaha çıktıktan sonra artık akşamı bekleme, akşama kavuşunca da sabahı bekleme Ne maziye takıl kal ne de gelecek kaygısı içinde ol Yani ânı yaşa

     

    La- Tahzen / Üzülme-

     

    İnne maal usri yüsran / Her zorlukla birlikte kolaylık vardır Yani kolaylık zorluğun içinde saklıdır! Bir başka ifade ile; kolaylık; zorluk zannettiğimiz şeyin taa kendisidir!

     

    La- Tahzen / Üzülme-

     

    Arapların bir sözü vardır; Gerilen ip kopar yani sıkıntılar, üzüntüler üst üste geldikçe ferahlama, rahatlama kapı da demektir Allah Teala buyuruyor ki Kim ki Allahtan gerçek manada ittika ederse Allah da ona bir çıkış, kurtuluş yolu lütfeder ve ona hiç beklemediği, hesap etmediği yerlerden rızık ihsan eder-Ahiret inancı, insanlığa huzurlu bir dünya hayatını sağlama yolunda büyük bir güç kazandıran muhteşem bir inanç sistemidir Bu dünyada malı gasp edilen, zulme uğrayan vs bir şekilde haksızlığa maruz kalan kimse ahirette adaletin yerine geleceği inancıyla kalbi bir sükunete kavuşurÜnlü bir Alman filozofun şöyle söylediği rivayet edilir Dünyadaki hayat oyununun bir ikinci perdesi olduğu muhakkak Çünkü bu ilk sahnede zalim ve mazlumu görüyor insafı göremiyoruz Galib ve mağlubu görüyor adaleti göremiyoruz O halde tüm bu adaletsizliği ortadan kaldıracak bir ikinci hayat mutlaka vardırKıyamet ve ahiretin varlığını zımni itiraf niteliğindeki Alman filozofun bu ifadeleri aklın yolunun bir olduğunu gösteriyor aslındaBu dünyada zahiren adaletsizlikmiş gibi görünen haller, zenginlik/fakirlik, hastalık/sağlık, güçlülük/zayıflık gibi ölçülerin birer imtihan vesilesi olduğunu unutmayıp ona göre adımlarını atanlar kazançlı çıkacak olanlardır sakın unutma Dolayısıyla içinde bulunduğun ortamdan dolayı üzülmeyi bir kenara bırak da imtihanı kazanmaya bakİnkâr edenler, katiyyen diriltilmeyeceklerini sandılar De ki: Hayır, Rabbim hakkı için mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir Bu, Allaha göre kolaydır (Teğabun, 64/7, Nahl, 16/30-40)***İçebileceğin Suyun, Bir Parça Ekmeğin Varsa Üzülme !İçebileceğin temiz suyun, seni doyurabilecek kadar bir aşın, üstünü örtecek bir elbisen varsa üzülme! Uzunca bir müddet ıssız bir adada mahzur kalan bir denizciye yaşamış olduğu bu tecrübeden çıkardığı en önemli dersin ne olduğunu sormuşlar O da şunları söylemiş;İçebilecek temiz bir su, yetecek kadar aş olduğu sürece asla şikayetçi olunulmayacağını öğrendimÖfkeyi Terk Et ve Affedici Olİstatistiklere göre Çinlilerde strese bağlı kalp rahatsızları oranı oldukça düşükmüş Bunun en önemli nedenleri arasında Çinlilerin sakın yapılı olmaları gösterilmiştir Dolayısıyla sende mutlu ve huzurlu bir hayat için olaylara sükunetle yaklaş, her türlü kaygıyı, öfkeyi, şiddeti bir kenara bırakıp affedici ol Tıpkı Kur'an-ı Kerim'deki mümin tasvirinde olduğu gibi;"Onlar ki, bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar; kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler


  15. Mehmed Âkif, “Safahat” ın “Âsım” bölümünde haksızlıklar karşısındaki duruşunu, tavrını açık ve çarpıcı mısralarla dile getirir. İşte üzerinde önemle durulması gereken şiir:

     

    Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;

    Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem

    Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım…

    -Boğamazsın ki !

    -Hiç olmazsa yanımdan koğarım.

    Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

    Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.

    Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,

    Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle

     

    Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

    Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.

    Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

    Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

    Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.

    Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

    Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu…

    İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?… "

     

    Mehmet Âkif, ümmetin derdiyle dertlenmiş bir insan. Yazdığı şiirlerde yaşanan acılar, yenilgiler, yoksulluğumuz ve umut dile gelir. “Safahat”ta yer alan her bir şiirde devrin halleri adeta kelimelerle resmedilir.

     

    Mehmed Âkif, çözümde görev alan, çözüm üreten mütefekkir-şairdir. Duydukları, gördükleri kısaca yaşadıkları karşısında kayıtsız kalmamıştır. Yaşadığı dönemde olup bitenler, esere taşınmış, üzerinde düşünülmüş ve dersler çıkarılmış. Şiirini ‘samimiyet’ ve ‘gerçekçilik’ üzerine kurmuştur diyebiliriz.

     

    “Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim…

    İnan ki her ne demişsem, görüp de söylemişim.

    Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek :

    Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek”

     

    Bir ömür inandığı gibi yaşama çabasında olmuş. Eşref Edip, Mehmed Âkif’in bu yönünü şöyle ifade eder: “Âkif, sadece bir köşeye çekilip düşündüklerini ve duyduklarını yazmakta kalan bir şair değildi. Aynı zamanda doğru bildiği şeyleri yapmaya çalışan; hareketlerini samimi duygularına uygun düşürmeye uğraşan bir cemiyet adamıydı.” Eserleri ile hayatını karşılaştırdığımız zaman şunu açıkça görüyoruz: Mehmed Âkif, izzetli bir duruşu olan şahsiyettir.

     

    “Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem;

    Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem…”

     

    Bu iki mısra yaşanan haksızlıklar karşısında bir cevap hükmündedir. Şair haksızlıklar karşısında susmayacağını beyan ediyor. Mehmed Âkif dindar bir şahsiyetti. Müslümanca düşünmeyi ve müslümanca yaşamayı ilke edinmişti. Mehmed Âkif’in zulme karşı oluşundaki kaynağı, hareket noktası Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’in(s) sünneti idi. Rabbimiz buyuruyor: “Zalimlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım olunmazsınız” ( Hud Suresi 113). Peygamber Efendimiz(s) buyuruyor: “Kim, zalime yardım ederse Allah o zalimi ona musallat eder.”

     

    Zulmü asla desteklemeyeceğini, zalimleri asla sevmeyeceğini açıkça duyuruyor şair. “Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” mısrası ile hakkın, hakikatin yanında olacağını ifade ediyor.

     

     

    “Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

    Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.”

     

    Hiç kimse beni kendisine kul, köle edemez; beni keyfince yönetemez anlamı burada yüksek sesle dillendiriliyor. İtirazlarım karşısında belki beni susturmak istersiniz hatta öldürmek istersiniz beni ama istediğiniz yöne sevk edemezsiniz. Sizin yanınızda değilim nidasıdır bu. Doğru bildiğini söyleme kararlılığı bir kez daha

    vurgulanmaktadır. İzzetli yaşamanın yolu, gerektiğinde ‘hayır’ diyebilmekten geçer. Yerinde ve zamanında tavır almak, meydanı kötülük odaklarına bırakmamak adına önemlidir. Yoksa dokunmaz sanılan yılan(lar), bir gün olur dokunur. İşte o vakit, her şey için çok geç olabilir. Zira yapılması gerekenler zamanında yapılmamıştır.

     

    “Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

    Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

    Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.

    Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

    Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu…

    İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?”

     

    Bu mısralarda şairimiz acıma, merhamet duyguları ile ön plandadır. Kimsesizleri, mazlumları koruma gayretinde olduğunu görüyoruz. Mehmed Âkif “Safahat”ta yer alan diğer şiirlerinde de bu duyguyu sıkça işler. “Küfe” şiirinde çocuk yaştaki Hasan’ın acıklı hikâyesi anlatılır. “Seyfi Baba” şiirinde fakir Seyfi Baba’nın perişan hali, yoksulluğu, kimsesizliği anlatılır. Şair, Seyfi Baba’ya yardım etmek ister ama ne hazindir ki onun da cebinde parası yoktur. Yaşanan bu hali yüreğimizi sızlatan bir mısra ile ifade eder: “Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi.” Gerçekçi bir anlatım hakim. Mehmed Âkif, yaşanan zorlukları gören, dertlilere derman olmak isteyen, cemiyete yol gösterme çabasında olan bir şahsiyettir. Yazdıklarını, bütün samimiyetiyle şahsında yaşayarak göstermiştir. Çevresinde bulunan Mithat Cemal, Eşref Edip gibi şahısların hatıraları, tespitleri bu anlamda dikkate değer.

     

    "Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim” mısrasında şairimizin insancıl yönü belirgin. Bütün haksızlıkların karşısında duran; izzetli, erdemli bir insan ile muhatabız. Kararlı bir tutumu görmekteyiz. Şair, tarafsız değildir. Mazlumların yanında olmayı tercih etmiştir. “Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu” mısrası bu tercihe işaret eder.

     

    Şiirin bütününde haksızlıklar karşısında tavır alış ve mazlumları koruma çabası ana duygu olarak işlenmiştir. Bu şiir Mehmed Âkif’in karakterini, duruşunu açıklayıcı niteliktedir.

     

    Yaşadığı çağı doğru okuyan, noksanları gören, yapılması gerekenleri maddî ve manevî cephesiyle duyuran mütefekkir-şair Mehmed Âkif’i yeniden okumalıyız.

     

    (sayha dergisi)

    • Like 2

  16. Bende sıklet, sende letafet…

    Allah’ım affet!

     

    Lâtiften af bekler kesafet…

    Allah’ım affet!

     

    Etten ve kemikten kıyafet…

    Allah’ım affet!

     

    Şanındır fakire ziyafet…

    Allah’ım affet!

     

    Acize imdadın şerafet….

    Allah’ım affet!

     

    Sen mutlaksın, bense izafet!

    Allah’ım affet!

     

    Ey kudret, ey rahmet, ey re’fet!

    Allah’ım affet!


  17. Kalk ey yiğit uykudan!.

    Kalk ki bağrımda nâlân..

    Sensiz geçen günlerde,

    Geziyorum dünlerde;

    Hep mahzun ve kederli,

    Bizleri terk edeli.

     

    Yiğidim görün artık!

    Görün ki çok bunaldık.

    Canlarımız gırtlakta,

    Son kelime dudakta;

    Gülümse milletine!

    Susadık himmetine...

     

    Kalmadı hiç gücümüz;

    Bizler bir sürü öksüz,

    Hep itilip kakıldık,

    Dört bir yana atıldık;

    Hicran üstüne hicran,

    Dahasınayok derman...

     

    Her gece hayâldesin,

    Sözlerde, dillerdesin,

    Bir ömür boyu böyle..

    Gel artık bir şey söyle!.

    Ne olur acı bize!..

    Yıkılıp geldik dize...


  18. 12- TEHECCÜD NAMAZI VE GECENİN SIRLARI:

     

    Zaman izafidir. Dünyanın dönmesiyle gece ve gündüz oluşur. Böyle olunca dünyanın her bir ülkesinde 24 saat ezan okunur, namaz kılınır ve Allah anılır. Fakat en güzel vakit gece yapılan ibadettir.

     

    İnanan, inancı doğrultusunda gece hayatı yaşar, inanmayan da kendine göre gece hayatı yaşar.

     

    Cenab-ı Allah hiçbir şeyi boşuna yaratmamıştır. Herşeyin mutlaka bir yaratılış hikmeti vardır.

     

    Az uyuyan Çok yaşıyor:

     

    Kanseri önleme çalışmaları çerçe-vesinde California Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre, gece 8 saat uyuyan kişilerin ömrünün, 7 saat uyuyan kişilere göre 6 yıl içinde yüzde 12 oranında azaldığı belirtildi. Yaşları 30 ila 102 arasında değişen kişiler üzerinde yapılan araştırmayı yürüten psikiyatri profesörü Dr. Daniel Kripke, "5, 6 ya da 7 saat uyuyan kişilerin endişelenecek bir şeyleri yok. Bu insanların 8 saat uykuya ihtiyaçları bulunmuyor." denmiştir. (01.03.2002 - Zaman)

     

    İlim adamları, bölünen uykunun daha doyurucu ve daha faydalı olduğunu açıklamışlardır. Ayrıca çok uyumanın da zararlarından bahsetmektedirler.

     

    Gece az uyuyanlar, bütün günü zinde olarak geçirirler. Çok uyuyanlar ise akşama kadar esner dururlar. Bütün günü gafletle geçirirler. Atalarımız: "Az ye, az uyu, az konuş." demişlerdir. Bu da ancak gece ibadeti ile mümkün olur.

     

    Gece ibadeti, herkese nasip olmaz. Yatmasını kalkmasını bilmeyenler, günah işleyip, yaradanına isyan edenler, bazı şeylerden mahrum edilirler.

     

    Ebu'l-Hüseyn Nûri şöyle der:

     

    "İşlediğim bir günah yüzünden, yedi ay süreyle gece ibadetinden mahrum kaldım. Bu günah hangisiydi?" diye so-ranlara şu karşılığı vermiştir: "Ağlayan bir adam gördüm ve bu adamın riyakar olduğu sû-i zannına kapıldım. Sonunda böyle bir cezaya uğradım.”

     

     

     

    Derviş Yunus der ki, dünya yalandır,

     

    Güvenme malına, malın talandır,

     

    Seherde aşıka uyku haramdır,

     

    Uyuma der bana; Sultân-ı enbiya,"

     

    * * *

     

    Yatma seherde / Uğrarsın derde

     

    Söyle her yerde / Elhamdülillah”

     

     

     

    Peygamberin yanında gece sabaha kadar uyuyan birinden bahsederler. Hz. Peygamber: "O adamın kulağına şeytan bevl etmiş buyurur. (R. Salihin 2/451)

     

    Cenab-ı Allah bir ilâhi hadiste şöyle buyurur:

     

    "Yeryüzü halkına azab etmeyi murad ettiğimde; mescidleri tamir eden, tanzim ve tenvir edenleri, bir de rızam için birbirini sevenleri ve seher vaktinde istiğfar edenleri görünce onlara azab etmekten vazgeçerim." (ilahi hadisler s.30)

     

    Bahtiyar kulları için Allah: "Onlar geceleri pek az uyurlar. Seher vakitlerinde de istiğfar ederler." buyurur. (Zariyat Sûresi: 17-18)

     

    Şöyle nakledilir:

     

    Tabiinden 40 kişi yatsı abresti ile sabah namazı kılardı. Seddâr(ra) da gece sabaha kadar döner durur, uyuyamaz ve Ya Rabbi! cehennem korkusu beni uyutmuyor." derdi.

     

    Bir kişi de:

     

    "Ya Rabbi! senden cennet isteyecek yüzüm yok. Beni cehennem azabından koru” diye geceleri yalvarırdı. (Müslüman Şahsiyeti sayfa: 341)

     

    Fuday Bin İyad Hazretleri de:

     

    "Güneş batarken Allah ile başbaşa kalacağım diye sevinirim; güneş doğarken de insanlarla uğraşacağım diye üzülürüm" dermiş.

     

    İmam-ı Azam Hazretleri 40 yıl yatsı abdesti ile sabah namazı kılmıştır.

     

    Teheccüde kalkan Seyyidül istiğfar (İstiğfarın Efendisi) adı verilen dua okur. Ne deniyor bu duada:

     

    "Allah'ım benim Rabbim sensin, senden başka ilah yoktur. Beni sen yarattın. Senin kulunum ben. Gücüm yettiğince sana verdiğim söz ve ahitte duruyorum. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Bana verdiğin nimetleri ikrâr ve günahlarımı itiraf ederim. Beni bağışla, zira senden başka günahları bağışlayacak yoktur." (İslâm ilm. 349-350 + Buhari Deâvat: 2)

     

    * * * * *

     

    Gece ağlayarak af dilemenin ecri büyüktür. Allah Rasulü der ki:

     

    "Allah yanında iki damla sevimlidir; Geceleyin Allah için dökülen gözyaşı, diğeri de Allah yolunda dökülen kan damlası." (Altınoluk Dergisi. 190/30)

     

    "Allah korkusundan ağlayan göze, bir de Allah yolunda uykusuz kalan göze cehennem haram edildi." (Râmuz el Ehadis: 274/10)

     

    * * * * *

     

    Gecenin bereketini bakın şu misâl ne güzel anlatıyor:

     

    Köpekler bir doğumda yarım düzine, bir düzine yavru dünyaya getirdikleri halde fazla üremezler. Koyunlar bir yavru, çok nadir iki yavru dünyaya getirdikleri halde, her gün kesildikleri halde, bilhassa milyonlarca adak, kurban edildikleri halde sayıları azalmaz, aksine artar. Bunu hiç düşündünüz mü bilmem?

     

    Bunun sebebini büyüklerimiz şöyle izah ediyor: Köpekler akşamdan uyumaz uyumaz, sabah seher vakti uyur. Koyunlar ise akşamdan uyur, Seher vakti uyanık durur. "Yerde ve gökte ne varrsa Allah'ı tesbih eder." ayetinde ifade edildiği gibi Allah'ı zikrederler.

     

    Seher vaktinde Seyyidül İstiğfar adı verilen şu duayı çokça okumak da menduptur:

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    Anlamı: “Allahım! Benim rabbim sensin. Senden başka ilah yoktur. Beni sen yarattın. Senin kulunum ben. Gücüm yettiğince sana verdiğim söz ve ahidde duruyorum. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Bana verdiğin nimetleri ikrar ve günahlarımı itiraf ederim. Beni bağışla, zira senden başka günahları bağışlayacak yoktur.” (Buhari Deavat: 2)

     

     

     

    Allah (cc) Kur'an'da:

     

    "Geceye ve gecenin içinde olan şeylere yemin olsun" diyerek dikkat çekmiştir. (İnşikak: 17)

     

    A'râf Sûresi'nin 97. ayetinde de: "Yoksa o ülke halkı geceleyin uyurken kendilerine azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular" buyurarak gece azabına karşı uyarmıştır.

     

    Peygamberimiz(sav) miraç olayını gece yaşamış, Cenab-ı Allah'a gece yükselmiştir.

     

    Hz. peygamber: "Gecenin son yarısı Allah'a daha yakın olunan saattir."der (Hadis Ansb. 17/80)

     

    Hz. Bilâl Allah Rasulü şöyle dedi:

     

    "Size geceleyin kalkmayı tavsiye ederim. Çünkü o sizden önce yaşayan salihlerin âdetidir. Rabbinize yaklaşmanızı sağlar günahlardan koruyucudur. Kötü-lüklere keffarettir, bedenden hastalığı kovucudur. (Age: 8/470)

     

     

     

    Gece ibadetine kalkanların övüldü-ğü ayetler:

     

    Kur'an'ı Kerim'de takva sahiplerinin dünyadaki halleri arasında, gece ibadetlerinden şöyle söz edilir:

     

    - "Onlar gecelerini, Rablerine secde ederek ve kıyamda durarak geçirirler." (Furkan 64)

     

    - "Onlar geceleri pek az uyurlardı. Seherlerde bağışlanmalarını isterlerdi." (Zâriyat: 17/18)

     

    - "Muhakkak ki gece (ibadet için yatağından) kalkan kişi, neşe bakımından daha kuvvetli, Kur'an okuyuş bakımından da daha sağlamdır. Zira gündüz vakti sana uzun bir meşguliyet vardır. Rabbinin ismini zikret, bütün varlığınla O'na yönel" (müzzemil: 6-8)

     

    Allah Rasulü'nün ifadesine göre:

     

    - "Gök kapıları gece yarısı açılır: "Dua eden var mı kabul olsun. Bir şey isteyen var mı verilsin. Var mı belâya uğrayan kurtulsun." denilir. Her müslümanın duası kabul olunur. Yalnız zina yapılmasına önayak olan kadın hariç" (Ramuz El Ehadis 255 / 8)

     

    - "Gecenin yarısı ve üçte ikisi geçtiği zaman Allah dünya semasına nuzül eder.”

     

    - "Yok mu bir şey isteyen, yok mu dua eden, yok mu mağfiret isteyen?" der. (Age: 64/8)

     

    - "Allah geceleyin müslüman kuluna ruhunu iade ederse, yani (uyandırırsa) Allah'ı tesbih etsin, mağfiret dilesin. Böyle yaparsa günahları bağışlanır. Şayet o kişi abdest alır, namaz kılarsa ve Allah'ı zikrederse, dua ederse duası kabul olur." (Age: 48/5)

     

    - "Allah o erkeğe rahmet etsin; gece teheccüde kalkar, namaz kılar, ailesini de uyandırır, onlarda namaz kılar, Allah o kadına rahmet eylesin; teheccüde kalkar, namaz kılar sonra eşini çocuklarını uyandırır, onlar da namaz kılar." (Age: 290/1)

     

    - "Allah'ı anarak yatan bir müslüman, gece uyanarak Allah'tan dünya ve ahirete ait bir şey isterse, Allah ona mutlaka verir." (Age: 387/11)

     

    Allah'ın seni sevip sevmeyeceğini nereden anlayacaksın? Eğer Allah seni gece huzuruna çağırıyorsa, seni seviyor demektir. Sana kalkma fırsatını veriyorsa, seni çok seviyor demektir.

     

    Hasan Basri'ye Sorarlar:

     

    - Gece namaz kılanların yüzleri niçin güzel ve nurlu olur? cevap verir:

     

    - Onlar Rahman ile baş başa kalmışlardır da ondan" der. Gece kalkanların nuru yüzlerine yansır. O nur yüzlü insanlar, gece Allah'tan aldıkları nuru bütün gün etrafa saçarlar. Yüzleri nurludur, sözleri nurludur, işleri nurludur.

     

    Ebu Bekir (ra) Ömer(ra)e der ki:

     

    - "Ya Ömer! Allah'ın senin üzerinde gece eda edilmesi gereken bir hakkı vardır; onu gündüz kabul etmez; Gündüz bir hakkı vardır, onu da gece kabul etmez." (İhya 4./851)

     

    Her şeyi yerli yerince yapmak lâzım. Nasıl ibadet edileceğini bilmek lâzım. Ne zaman daha sevaptır bilmek lâzım, önemli olan bir de kalkmak için yatmasını bilmek lâzım. Kalkmak için nasıl yatılır onu görelim:

     

    - Helal lokma yemek ve az yemek lâzım.

     

    - Abdestli olmak, kalkma niyeti ile yatmak lâzım.

     

    - Sûrelerden Fatiha, Âyetel Kürsi, İhlâs, Felâk ve Nâs sûrelerini okuyarak yatmak lâzım.

×
×
  • Create New...