Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

adnanalhan

Üye
  • Content Count

    8
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by adnanalhan


  1. Bu meseleye “BÜYÜK DOĞU” kategorisi altında “Üstün Buluş”,”Üstün Buluş’a Doğru” makalelerimizle ve forum sayfasının muhtelif yerlerinde temas etmiştik.

     

    Her meseleye şamil bu meseleyi hassasiyeti bakımından liyakatsizlik korkusu içerisinde göğsümü yumruklarcasına tekrar ele almak mecburiyeti ve memuriyeti doğsa da fazla bir tafsilata germeden hülasa süzgecinden geçirelim:

     

    • Evvela Üstad Necip Fazıl Türk milletinin idrak melekelerinin,kültür birikiminin ve tefekkür ve sanat telakkisinin üstünde ve önünde entelektüel bir şahsiyettir.Bu yüzdendir ki Üstad’ın fikir sancısına ancak soylu ve cins kafalar gürühu muhatap olabilmiş; konferanslarında dahi binlerce halkın olmasına rağmen Üstad’ın kürsüsünden ötelere uzanan fildişi rengindeki maverai,bedii,mücerret ve ulvi fikir caddesinden geçerken Halk ancak O’nu bayram yerindeki sloganik ve resmi seronimi kalabalığı şeklinde alkışlar ve kompeti yağmuru altında uğurlayabilmiştir.Halkın içerisinden süzülüp de Üstad’ın o mücerret ve ulvi caddesini fark edebilen ve o caddeye çıkabilen çok az kişi olmuştur.Ve buna mukabil Üstad’a “sizi anlamıyoruz biraz halka inin” deme hafifliğinde ve gafletinde bulunanlar da hiçbir zaman kafa sancısı çekemeyen ”keleş başımı yoramam” diyen Demirelci ve mideci ayak takımı olmuştur.İlk hüküm:Büyük Doğu’nun idrak edilememesinde ki de birinci saik avamcılıktır.(kuru ve muhtevasız halkçılık)• Halk kesret (çokluk) halinde şahs-i manevi olarak bir vahiddir,ferttir.Devlet yapılanmasının içerisinde doğan ve yaşayan hareket halinde ve bu hareket esnasında da manevi olarak yıpranan ve mütemadiyen korunmaya ve tedaviye muhtaç bir olgudur.Öyleyse halk bugün olduğu gibi kendi reçetesini karalayan ve yine kendini ilacını seçmeye memur edilen bir ferttir.Tedaviye muhtaç olan da halk,ilacını yazan da yine halk…Halbuki halk, tabip mesabesindeki ehliyetliler (entelektüeller) elinden çıkan reçetelere tabi olmalı ve halk burada da verilen ilaçtan müspet bir netice alması noktasında da idealize edilmelidir.Yani ilacın prospektüsüne büyük bir rikkat ve sadakatle uyarak ana gayeye irca edilmeli.Demek ki halk bu noktada şekli kaymış bir fert olmaktan çıkıyor,hem de bu vazifesiyle birlikte (pasifize) olmuş toplum yapısından kurtulup ruhunda da en büyük aksiyonu gerçekleştirmiş oluyor.İkinci hüküm:Halkın ne istediğinden ziyade neye muhtaç olduğu bilinmeli ve o minvalde fikirler üretilmelidir.• Büyük Doğu Üstad’ın şahsında remzleştirdiği gibi asla ve asla avamcı değildir.Büyük doğu “ey halkım,benim halkım”,”ezilmiş halkım”,”halk ne derse o”,”Halka inmeliyiz” gibi gayet hafifmeşrep arabeskvari his sömürüsü bir anlayışa kesinlikle tenezzül etmez.Büyük Doğu eşya ve hadiselerin künhüne vakıf olabilme gibi bir mücerred gaye içerisindeyken bile yine eşya ve hadiseleri teftiş ve murakabe altına alma noktasında da gayet realisttir.Öyleyse Büyük Doğu’yu kimler anlayamaz;Büyük Doğu’yu,fikirden,tefekkürden,estetikten anlamayan,nefsinden bir kıl bile çekememiş,cırtlık sesiyle de “cihad,şeriat isterik(!)” diye nara atan din istismarcısı taş kafalı bir Teymiyeci,Abduhçu,Humeynici ve tasavvuf düşmanı asla anlayamaz.Büyük Doğu’yu hiçbir ruhi,tarihi,fikri ve harsi birlikteliğimiz olmadığı halde,kim olduğu,kime hizmet ettiği bile bilinmediği halde kendi öz ruhlarına ve iliklerine kadar kendilerinden olan Üstad Necip Fazıl’ı bile tanımayıp Üstad Ladin(!) diyen kıytırık İslamcılar asla anlayamaz.Büyük Doğu’yu;burnuna kazara bir kitap tozu bile kaşmamış,hamasetci,gösterici,slogancı işkembe beyinli “asacağız,keseceğiz,çakallar,ya sev ya terk et”gibi satıhçı posa bir milliyetçi asla anlayamaz.Büyük Doğu’yu İslam deyince milletini inkar eden bir soysuz;millet deyince de Ümmeti lağveden bir nasipsiz asla anlayamaz.Büyük Doğu’yu “ben halk için varım”diyen bir politikacı ve destekçileri“masaya yumruğunu vuracaksın”diyen bir antifikirci,duvar dibine bevleden tükürükçü bir külhanbeyi;”ben acıların çocuğuyum”diyen bir arabeskçi;”ben sevdim mi adam gibi severim”diyen bir şair(!);Yarası gocunan ve sağa sola çifte atan eşek gibi takım tutup,etrafı yıkan meşin kafalı bir futbol takımı taraftarı Büyük Doğu’yu asla ve asla anlayamaz,ve bunların bu meşrep üzerine Büyük Doğu’ya iştirak etmeleri de beklenemez.Bu saydıklarımızın hepsi avamcı bir görüşün semereleri olup örnekleri çoğaltılabilir.

     

    Son Hüküm:

    • Büyük Doğu’nun anlaşılamamasında ki ana saikler yukarıdaki temas ettiğimiz hususlar olup;Büyük Doğu’nun da kesinlikle “halka inmeliyiz”gibi bir divaneliğe teveccüh etmeyeceğine göre,tek çare entelektüel bir kadronun oluşumu ve dairesinin genişletilmesidir.Ancak bu dairenin genişlemesi nisbetinde halk idealize olacaktır.Kalbur kalbur kainatı eleyen yanık bir kafaya sahip olmak bin tane halkı murakabe altına almaktan daha eftal olup;bütün sırrın yukarıdaki Halkın ne istediğinden ziyade neye muhtaç olduğu bilinmeli ve o minvalde fikirler üretilmelidir. cümlesinde saklı olduğunu söyleme makamındayız.

    Harikulade Kılıçkıran kardeşim, bu soru başka türlü izah edilemezdi. Hala üstad üslüp ve muhteviyatlı yazılar yazabilen kardeşlerimi gördükçe gurur duymamak elde değil. Kılıcın keskin olsun!


  2. Sabah akşam okunması gereken dualar nelerdir?

     

     

    Hadis-i şeriflerde bildirilen dualardan bazıları şöyle:

    (Sabah akşam 7 defa “Allahümme ecirnî minennâr” diyen Cehennemden kurtulur.) [E. Davud]

    (Sabah akşam, 3 defa, “Bismillahillezî lâ yedurru ma’asmihî şey’ün fil erdı ve lâ fissemâi ve hüvessemî’ul alîm” okuyan, büyücü ve zalimden emin olur.) [İbni Mace]

    (Sabah 3 defa, “Eûzü billahis-semî’il alîmi mineşşeytânirracîm” diyerek Haşr suresinin son üç âyetini okuyana, 70 bin melek, akşama kadar dua eder. O gün ölürse şehid olur. Akşam okursa yine aynı şeylere kavuşur.) [Tirmizi]

    (Şirkten korunmak için “Allahümme innî eûzü bike min en-üşrike bike şey-en ve ene a’lemü ve estağfiruke li-mâ lâ a’lemü inneke ente allâmülguyûb” okuyun!) [İ. Ahmed]

    (Sabah akşam 7 defa, “Hasbiyallahü lâ ilahe illâ hü, aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül-arşil-azîm” okuyanın, dünya ve ahiret işine Allahü teâlâ kâfi gelir.) [beyheki]

    (“Allahümme mâ esbaha bî min ni’metin ev bi ehadin min halkıke, fe minke vahdeke lâ şerîke leke, felekel hamdü ve lekeş-şükr” duasını, gündüz okuyan o günün, akşam okuyan o gecenin şükrünü ifa etmiş olur.) [M. Rabbani 3/17] (Akşam esbaha yerine emsâ denir.)

    (Bir kimse, sabah akşam yüz defa “Sübhânallahi ve bihamdihi” derse, o gün ve o gece, hiç kimse onun kadar sevab kazanamaz.) [Deylemi]

    (Evden çıkarken “Bismillahi, tevekkeltü alallahi, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” diyen, tehlikelerden korunur ve şeytan ondan uzaklaşır.) [Tirmizi]

    (Her gün yüz defa salevat getiren, münafıklıktan ve Cehennem ateşinden uzaklaşır ve kıyamette şehidlerle beraber olur.) [Taberani]

    (Günde 25 defa “Allahümme bâriklî fil mevt ve fî mâ ba’del-mevt” okuyan şehid olur.) [Redd-ül muhtar]

    (Eve girerken İhlâs suresini okuyan, yoksulluk görmez.) [T. Kurtubi]

    (Evden çıkarken Âyet-el kürsi okuyana melekler, eve gelene kadar dua eder.) [Ey Oğul İlmihali]

    (Sıkıntılı veya borçlu olan kimse, bin kere “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm” derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.) [Şir’a] (İmam-ı Rabbani hazretleri, din ve dünya zararlarından kurtulmak için her gün 500 defa “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah” okurdu. Okumaya başlarken ve okuyunca 100’er defa salevat getirirdi.) [Tefsir-i Mazheri]


  3. Nasibin bir kuru ekmek

    Musa aleyhisselam zamanında fakir bir mecusi vardı. Bu mecusi bir gün Musa aleyhisselama gelerek;

    “Ya Musa, Rabbine dua et, bana da biraz dünyalık versin, söz veriyorum ben de O’na iman edeceğim” der.

     

    Musa aleyhisselam;

    “Olur, ben senin için dua eder, neticeden seni haberdar ederim” der. Birkaç gün sonra Musa aleyhisselam adamı bularak “ Allahü teala bana buyurdu ki; “O mecusinin bu dünyadaki nasibi bir kuru ekmekten fazla değil” der. Bunun üzerine Mecusi Musa aleyhisselama gücenerek, ailesiyle birlikte o şehirden ayrılır. Giderken yolda bir kuyudan su çekmek üzere kovayı daldırır. Bir de ne görsün! Kuyunun içi altın doludur. Çıkarabildiği ve devesine yükleyebildiği kadar altını alır yola devam eder. Nihayet bir şehre ulaşır. O beldenin namlı zenginlerinden olmuştur. Fakat adam çok cimridir. Altınlarını harcamaya kıyamaz, bir kuru ekmekle geçinir. Gel zaman git zaman, Musa aleyhisselamın yolu o şehirden geçer. Mecusi, Musa aleyhisselamı görünce hemen yanına koşarak;

     

    “Ya Musa, hani benim bu dünyadaki nasibim kuru ekmekten fazlası olamazdı, hani hep fakir kalacaktım. Bak ben artık çok zenginim. Ne oldu, sen yalancı çıktın gördün mü?” der.

     

    Musa aleyhisselam;

    “Takdirinden sual olunmaz, Rabbime bunu da sorarım” diyerek oradan ayrılır. Ertesi gün adamın yanına giderek “Senin durumunu Allahü teala’ya sordum, buyurdu ki;

    “O kulumun dünyadaki nasibi bir kuru ekmekten fazlası değildir, biz bunca malı serveti, hanımının karnındaki çocuğuna verdik”

×
×
  • Create New...