Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

turbix122333

Üye
  • Content Count

    99
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by turbix122333


  1. Esir Vatan : Mirzabeyoğlu

     

    27 Ağustos 2012, 00:05

     

    İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu'nun tutuklanması ve sonrasında idama mahkum edilmesi sürecindeki komedyayı tekrar tekrar belirtmeye lüzum yok. Bir çok İBDA bağlısı yapılanmanın çeşitli yollarla konuyu ele alması ve kamuoyu oluşturması neticesinde mevzudan haberdar olmayan yok gibi.

     

    Özetle; yasama, yürütme ve yargı erklerinin tahakküm altına alındığı, halk iradesine ipotek konulup, "Emir" ile yargı kararlarının alındığı bir süreçte, önceden belirlenmiş bir senaryonun mahkemede görevli "Tiyatro"cular tarafından sergilenmesi sonucu malum kararlar alınmış ve o günden bugüne yani 14 yıldır Salih Mirzabeyoğlu cezaevinde bulunmaktadır.

     

    Aslında yargılamayı her ne kadar komedya olarak adlandırsakda işin hakikati "Olması gerekenin bu olduğudur.".

     

    Kemalist zihniyetin Anadolu'yu işgal ve köklerini tüm Türk-İslam Coğrafyasına yayma çabalarının doruk noktaya ulaştığı 28 Şubat döneminde, özellikle müslümanlar üzerinde terör derecesinde estirdiği rüzgar karşısında durabilecek yegane gücün Ehli Sünnet - Anadolucu Fikir hareketi BD-İBDA ve onun mimarı Salih Mirzabeyoğlu olduğu düşünülürse, yargılama "Kemalist Adalet" açısından "Adil"dir. Aksini düşünmek kemalist zihniyeti temize çıkarmaktır.

     

    İdrakleri iğdişin müsebbibi olan Kemalizmi ifşa ederek, Anadolu insanını mazisi ile bütünleştirip yeniden cihan devletini icra ve inşa makamında bir fikir ortaya koyan Salih Mirzabeyoğlu'nun suçsuz olması "Kemalist Adalet" için düşünülebilir mi?

     

    Silah dahi bulundurmadığı halde tutuklanan dediğimiz Salih Mirzabeyoğlu'nun her kelamı, sözü, fikri Kemalizme sıkılan kurşun cinsinden olduğuna göre, Salih Mirzabeyoğlu, silahını her an yanında taşıyan ve hatta bugün dahi cezaevinde yazdığı eserlerle, en ağır silahlara taş çıkartacak bir "Akıl" ve "Kafa" ile en tehlikeli adam misyonunu devam ettiriyor. Hem de sadece kafada duran bir fikrin sahibi olarak değil, fikir ve aksiyon sahibi "Yürüyen Canlı Fikir Bombası" olarak.

     

    Kemalizmin halkları birbirine kırdırdığı, birbirine vurdurduğu bir dönemde, Büyük Doğu Milletinin yani Müslüman Türkün, Müslüman Arabın, Müslüman Kürdün, Müslüman Lazın, Müslüman Çerkezin ruhunda tecelli eden Anadolucu İslami Fikir Coğrafyasını müşahhas zeminde temsil makamında olan Salih Mirzabeyoğlu'na "İdam" cezasının verilmesi bize göre doğal ve bir o kadarda Kemalist Zihniyetin katliam müessesi olduğuna en büyük örnektir.

     

    Bu anlamda 28 Şubat Kemalist Yargı sürecinde alınan bu karar, kemalist hukuk anlayışına en çok yakışan karardır.

     

    Kemalizm, Anadolu'nun her yanına salınmış ruhu ile topraklarımızı hakiki ruhundan ederken, vatanı, batıya ve Amerika'ya peşkeş çekmenin adı iken, buna karşı duruşu ile Salih Mirzabeyoğlu Vatan müdafası makamındadır. Bundan ötürü esir düşen Anadolu'dur, Vatan'dır. Çünkü Salih Mirzabeyoğlu Anadolu'dur.

     

    Bugün iktidarda, 28 Şubat ile mücadele ettiği iddiasında bulunan bir siyasi parti var. Ve bu iktidar siyasi propagandalarını halkın milli ve manevi değerleri üzerinden yapmaktadır. Kemalist zihniyetin, Anadolu'ya yaşattığı buhran ve bunalımları malzeme yaparak bugünlere gelen iktidarın samimiyet testidir "Mirzabeyoğlu Davası".

     

    Peki durum nedir?

     

    Tam 14 yıl...

     

    Bu 14 yılın 4 yılı AnaSol-M, 10 yılı AKP iktidarlığı ile geçmiş durumda. Matematiksel olarak, mevcut durumun sorumluluğu hususunda %71,43 AKP, %28,57 ise AnaSol-M hükümeti mesulüyet altında. Ve her geçen gün AKP'nin yüzde hanesine yazılmakta ve sorumluluğu bu partiye yüklemektedir.

     

    Gecikmiş adalet, adalet değildir. 10 yıllık iktidarlığı havadan sudan mevzular ile geçiren, kendi yandaş, partidaş ve cemaatdaşları için her türlü yasayı çıkaran, yargı paketleri hazırlayan hükümet, Salih Mirzabeyoğlu mevzu bahis olunca, "Daha zaman var", "Hele biraz daha güçlenelim çıkaracağız" gibi oyalayıcı ve erteleyici bir tavır içine girerek Kemalist Adaletin devamını sağlamaya ortak olmaktadır.

     

    Üstte de belirttim, Salih Mirzabeyoğlu bu vatanın ta kendisidir. O esaret altında tutuldukça, bu vatan esir demektir ve bugün Salih Mirzabeyoğlu'nun özgürlüğü, Türkiye'de ki özgürlüğün önünü açıcı veya bir grup insanı memnun edici yönü ile değil, esir bir memleketin de özgürlüğüne kavuşması yolunda önemlidir.

     

    On yılda, onlarca açılım yapan hükümet, Bolu'nun kilidini açamamıştır.

     

    Demokratik açılım denilerek kürtlere ve hatta kürtlerden ötede Kürtçü PKK'ya tanınan imtiyazlara yol açan, kültürel açılım denilerek Kemal Burkay'ın, Şiwan Perwer'in yurda girişini sağlayan, Nazım Hikmet'in mezarını Türkiye'ye getiren, İbadethane açma özgürlüğü ile yurdumuzun acil ihtiyaçlarından olan çok sayıda sinagog ve kilisenin açılmasına ön ayak olan hükümet bir tek Salih Mirzabeyoğlu mevzu olunca "Ergenekon Hala Diri, Hele Şunları Bitirelim" bahanesini ortaya atmaktadır. Oysa kendi menfaatleri söz konusu olunca, ne Ergenekon, ne ordu ne de Kemalist kuyrukçuları tanımamaktalar.

     

    Bu kadar yeter... Sözün özü; Salih Mirzabeyoğlu içeride oldukça bu ülke hala Kemalist Zihniyete mahkum ve Kemalist adalet hakim demektir.

     

    Salih Mirzabeyoğlu içeride oldukça bu vatan ve Anadolu esir demektir.

     

    Salih Mirzabeyoğlu içeride oldukça, Türkiye Bağımsız değil demektir.

     

    Diktatörlük ve Demokrasi

     

    Bu husus ile alakalı kısa bir denklem verip çekileyim...

    Sene 1876... Sultan Abdulazizi boğazlayan Genç Osmanlılar, Abdulhamit Han'ı, meşrutiyetin ilanı için tahta getirir. Meşrutiyet'in Osmanlı'yı parçalayacağını bilen Abdulhamit Han, eline geçen ilk fırsatta Meşrutiyete son verir. Sonra genç Osmanlılar'ın devamı olan İttihat Terakki, "Demokrasi İsteriz" diyerek, Padişah'ın tüm yetkilerinide sınırlandırarak 2. kez meşrutiyeti ilan ettirir. Ve artık elinden tüm yetkileri alınmış "Dikdatörümüz" gitmiş, nur topu gibi bir "Demokrasimiz" olmuş.... Ve çok geçmeden 14 yıl sonra Kemalizm ülkeye hakim olmuş.... Kim ittihatçı el kaldırsın.

     

    Mehmet Kaya / Büyük Doğu Haber

     

    siteye bir göz attım, başlılara. birini okudum; Üstad kendisine misafir gelen gençlerden birini öpüpü kokluyor, Efendisinden dolayı. bu hikaye bu mevzuda çok şey anlatmalı....


  2. Ya ben bir zamanlar bu mirzabeyoğluna karşıydım. Yani o örgüt olaylarında gerçekten fail olduğunu düşünüyordum. Hala sağlam kaynaklardan aksini düşündürecek yazılar da okumadım aslında. Bu hususta tavsiye eserler beyan ederseniz memnun kalırım. Ama şu var çok yazı çiziliyor, annesinin vefatı üzerine tekrar gündeme geldi. Madem bu adam suçlu delili nerede? Adami varsayım ile içeride müebbeden nasıl tutarsın? Bu nasıl hukuk anlayışıdır? Ee göstereceğin kanıt yok hangi niyete hizmet adama işkence edersin? Vakti zamanında gerçekten Üstad'in ciddi övgülerine mazhar olmuş bir isim. Hatta kıskanmadım da değil ha. Ama akibet itibariyle Rabbim ne durumu düşürdü bilemiyorum. Allah en iyi bilendir. Eğer birşeyler yaptıysa kefarettir,eğer masumsa Allah'ın sevdiği kuluna musibeti kabilinden yine sevimli bir durum. Benim mahpus hayatını nezdimde sevimli kılan okumalarım vardı bir zamanlar. Yusufiye medresesi diye boşuna demediler. Allah hakkından hayırlısını nasip etsin. Mücahitse sabır dileriz, eğer bir hatası olmuşsa mahşere kalmamış hesabı bu yüzden de kendisini müjdeleriz. Rabbim davasını yerde koymasın.

     

    kendisinin 56 ya yakın eseri var onları tavsiye edebilirim...


  3. ebu_zer kardeş yazdıklarınız okudum cevap yazmamak için kendimi zorladım. şu anda yazmaya çalıştığım bir kitaptan dolayı pek zamanım da yok. neyse... yazınızdaki çelişkileri göstermekle yetineceğim;

    1: "Evrensel İslam dini" demişsin. sonra üstadı eleştirmişsin. üstad da, "(İslamın Peygamberi)... Olur mu öyle şey?.. O mükevvenatın Peygamberi!.. Getirdiği din ise Hazreti Adem'den kendisine kadar gelen dinin tamamlığı... Ona îslâmın Peygamberi demekle tahdit vardır, tahsis vardır, bir köşeye koyma vardır!.. " demiş. bir yönüyle aynı şeyleri söylüyorsunuz. bu "aynı" hiç de aynı değil aslında..

    2:evrensel islam dini derken evrensel olmayan islam demek onu tahdit etmektir zaten. o zaman evrensel ibaresi gereksiz.

    3: eğer evrensel kelimesini, islam'ın kimsenin tekelinde olmadığını kastederek söylediyseniz, evet haklısınız. ama bu, herkes İslam'ı istediği gibi kullanacak anlamına gelmez. O zaman yine kendinizle çelişiyor olursunuz. çünkü, üstad'ın islam anlayışını eleştirmeniz yanlış olur. çünkü sizin kastettiğniz şey islam'ın kimsenin tekelinde olmayışı ise, sizin de tekeliniz de olmadığına göre, doğrunun kriteri siz değilsiniz anlamı çıkar ki, yazdığınız yazı gereksiz olur o zaman. dediğim gibi kimsenin tekelinde olmaması herkesin istediği şekilde el atması anlamını çıkarmamızı gerektirmez. islam ölçülerini ölçülerin istediği şekilde nasıl anlaşılacağının yolunu siz gösterebiliyorsanız buyrun...;

    4: üstad'ın at yarışından bahsetmiş ve delil olarak tanıdığınız birinden bahsetmişsiniz. daha sonra üstad'ı ezbercilikle itham etmişsiniz (öz kafatasımı ağzımdan kustum diyen bir zat için) delil olarak tanıdığınız kişiyi bir kenara bırakın üstad'ın "babıali" eserini okuyun, orada kendisi anlatmış. bu da sizin ezberci olduğunuzu göster miyormu?

    5: bir de "Abdülhakîm Arvasi Hazretlerinden önce Hamidullah'ı tanısaydı, onun düşüncelerini savunmaz mıydı" demişsiniz. eğer bu fikriniz de samimi iseniz, siz de hamidullah veya şimdi fikrini savunduğunuz kişilerden önce üstad'ı tanısaydınız hamidullah hakkında söylediklerinizin tersini mi söyleyecektiniz? böylesi bir yaklaşım bergsonun süre fikrine benziyor bir yönüyle. o zaman yazınız yine gereksiz olmaz mı? bu mesle bile başlı başına üzerinde durulması gereken bir mesle. u zamasın diye değinmeyeceğim...

    6: rabıta için bir ayet ya da hadis yok demişsiniz. aynı mantıkla dönüp size " rabıta diye birşey yok" şeklinde bir ayet ya da hadis gösterebilrmisin şeklinde sana sorulsa nasıl olur?

    size bir arkadaş tavsiye jung, freud, max plank, henri poincare, heizinbergi falan bir oku... daha niceleri var da acelem var ksusura bakma çıkmalıyım. Allah a emanet ol...

    • Like 2

  4. Laf salatası yapmaman için yazdığım mesajıma yine laf salatası yaparak cevap vermişsin. Sadece laf var sende. Yine kasmışsın. Yine zorlama, yine bulanık..

    bak bir laf salatası daha yapayım. birşeye karışık ya da saçma diye hükmü basan adam yazılanın karışık ya da saçma olduğunu anlıyor mu ? yoksa anlamadığı şeylere mi bu hükümleri veriyor? bu tipler çince kitabı eline alınca karışık ve saçma hükümlerini verecek kadar....... bak opus kardeş yorumlarım seni niçin kızdırmış şahsen anlamış değilim. laf salatası diyorsan o zaman laf salatası olduğunu göster!!! yani yanlışımı göster ben de nerde yanlış yaptığımı anlayayım. niyet okuyuculuğu yapıp kasıntı felan demektense makul bir dille bana şöyle şöyle yapıyorsun yanlışın var diyebilirsin. Allah a emanet ol...


  5. Konuyla direkt alaka olmayan bir durumu söylemek istiyorum. Takıldığım şey turbix122333 (nasıl bir rumuzsa) Arkadaşım sitede yazdığın mesajları okuyorum ve her seferinde beni bir sıkıntı basıyor. Aynı üslup, aynı terminoloji, aynı tamlamalar. Yetti artık! Kasıntı kasıntı yazarak emin ol akılları, zihinleri bulandırıyorsun. İslam'a nisbet diyerek her meseleyi izah ettiğini mi sanıyorsun sen?

     

    Oh be! İçimi döktüm.

    inan ben de kendi yazılarımı okuyunca sıkıntı basıyor (bu uslup kesin hüküm vermekten kaçınıcı ,bu budur diyebilmenin nasıl bir çap istediğini sezmenin şuuruna varıştır)...bu konuda katılıyorum...ayrıca rumuzumun da bir anlamı yok... ölçü olarak İslam mı demokrasi mi alınmalı sorusu aynı zamanda demokrasinin hakimiyeti altında İslam ile İslamın ölçülerine vurulmuş demokrasi ayrımı üzerinde durmak istedim.kasıntı kasıntı demişsin , bunu diyerek rahatlamışsın... rahatlamana sevindim...gerçekten...

    "İslam a nispetle" kelimelerine gelince olay şu: senin doğrun sana benim doğrum bana peki doğrunun doğrusu kimde sorusuna karşılık, ölçü alınması gerken muhatap anlayış kimin sorusu ve bu muhatap anlayış ortaya koyulduktan sonra bu ölçüler ışığında demokrasi bahsini ele alış....umarım sıkılmazsın :)


  6. demokrasi nedir? bunun üzerinde durup mahrem çizgilerine kadar sarkmak ve onun ruh fotoğrafını çekmek ve daha sonra İslam a nispetle ne olduğunu ortaya koymak gerekmiyor mu? madem İslam a nispetle hesaba çekilmesi gerekendir, madem ölçü İslam dır, o zaman demokratik sisteme nispetle İslam ı muhasebe etmek ile İslam a nispetle tüm sistemleri hesaba çekiş arasında fark olsa gerek. vesselam...

    • Like 1

  7. üstadın bir adam yaratmak piyesinde geçen şu cümle:tanrı neymiş yaratmaya kalkışınca anladım (mealen) bu söz ışığında söylenmesi gereken; anlatamayan adamın " o anlatılamaz" demesi ile nefs emniyetine kavuşma gibi bir sahteliğe bürünmesi ve aynı cümleyi anlayan ! adamın söylemesi arasında ne fark var sorusuna cevap şu:onun anlatılmaz oluşunu anlatmaya başlayınca anladım olmalı.yoksa gerisi kuru sıkı pohpoh.pay kapılması gereken bir ölçü:aklı gerdim gerdim KOPACAK HALE GELDİ ANLADIM PEYGAMBER TAVRI AKLIN ÖTESİNDEDİR,PEYGAMBERİN RUH FEYZİNE ? SARILDIM VE KURTULDUM.

    KOPACAK HALE GETİRDİKTEN SONRA ANLAMAK,NERDE KOPMANIN NE OLDUĞUNU PAPAĞANVARİ TEKRARLAYAN BİZLERİN BUNDAN BAHSETMESİ NERDE.bu minvalde bergsonuda hatırlamalı:aklın varacağı son nokta acizliğini itiraf etmekmiş.bunun ıspatı halinde eserleri.


  8. bu arada şunları yazmak istiyorum.bu hikaye Üstad ı anlatmıyor.ve onun Şahsiyetine ! bürünme gibi algılanmasın.çünkü ben ona nispetle mikrop derecesinde olduğumu bilenim.ayrıca Üstad anlatılmaz.o zaman ben neyi anlatıyorum.güneşin aynaların büyüklüğü ,kirliliği nispetinde yansıtılacağı hakikatinden hareket ederek konuşursam ; ondan aldığımı düşündüğüm ışığı kendi aynamdan yansıtmaya çalıştım.bu da şu hakikati tedai ettiriyor:güzel herşey Ona ait çirkin herşey de nefsime.

    ayrıca yazıp yazmama konusunda tereddüt yaşadım ,dedim ki muradını muradım edene kadar edep çerçevesinde ona nüfuz etmeye çalışmalıyım.yanlışlık varsa arkadaşlar zaten müdahale edecektir.


  9. SU

    Tüm yarım oluşların benim için alternatif olmaktan çıktığını iliklerime kadar hissediyorum. Beni yine bilendiğim o yere, hapishaneye götürüyorlar. Karşımda her zamankinden daha ince savaş taktikleri kullanan gardiyanlar… Açılan hücre kapısı ve içeriye atılan “ben”.

     

    Bu dört duvara binlerce insanın iniltileri sinmiş. Binlerce insanın pençeleri ile kazmaya çalışırken artta kalan et kırıntıları ve kan izleri mevcut bu duvarlarda.

     

    Rutubet kokan bu hücrede hücrelerimle birlikte her şeyimi nemin içinde eritmek istercesine duvarın bir köşesinde, kafamı iki diz kapağımın arasına koymuşken gardiyanın insana surun üflenişini ve onunla birlikte mezardan çıkan bütün kemiklerin feryatlarını andıran o korkunç sesi ile irkiliyorum.

     

    Gardiyan: Ha ha ha kaldır kafanı bakayım. Hakkında çok şey duydum ama hakkında çok şey duyduklarımdan sadece birisin. Merak etme sen de burada düzeleceksin. Burada yaşadıklarından sonra, normal insanlar! gibi yaşamayı tercih edeceksin. Senin gibilerini çok gördük.

     

    O: (Kıpkırmızı gözlerini yerden kaldırarak )Yaşamak mı?

     

    Gardiyan: Evet yaşamak… Neden dışarıdaki insanlar gibi normal bir şekilde yaşamayı istemiyorsun sen artist misin?

     

    O: Merak ediyorsanız dinleyin o zaman; bir eserde okumuştum domuzların kalbi söküldükten sonra özel bir sıvı içinde atmaya devam ediyormuş. Zengin bir adam bu kalplerden yüz tane alıp bir koleksiyon oluşturmuş. Devamını eserden dinleyin ;”Canlandırdıkları organdan ayrılmış boşuna çalışan yüz et motoru…

    Bu amaçsız sonsuz kalp atışı beni kuvvetle çekiyor, bana birçok garp fikirler veriyor, domuzla benzerliğine aldanarak bana öyle geliyor ki, burada yüz insan kalbi, canlı ve yüz vücuda kan vermiş yüz kalp… Azap çekmiş, sevinmiş, korkudan duracak kadar sıkışmış, aşktan çarpıntılar duymuş yüz kalbi elimde tutuyorum, hala canlı gibi çırpınıyorlar ama yalnız kendileri için. İşte hizmet ettikleri kimselerden kurtulmuşlar, hiç kimse ve hiç bir şey için değil sadece benim keyfim için atıyorlar.

    Bu kalplerin sahibi olan vücutlar ölmüşlerdir, ruhları uçmuştur fakat siyahımsı ve armut biçiminde bu adale, sanki atışları güzel ve asil bir şey ifade ediyormuş gibi şu cam altında aptal aptal çarpmakta devam halindedir”

     

    İşte ben, ayrılıp giden bir adamın ayak sesleri gibi kalbimin tık tıklarını dinlerken, “yaşamak ama hangi gaye uğruna niçin yaşamak?” sorularının ağına takılmış, aptal aptal atan kalbimin atışlarını “yaşanmaya değer hayat” için çarpmasının gerektiği davasını güdenim.

     

    Gardiyan: “Yaşanmaya değer hayat” dediğin hayattan hiçbir şey yok mu bu dünya düzeninde?

     

    O: Allahsız dünya düzeni yani sizin bahsettiğiniz dünya düzeninin sunduğu her şey binlerce insanın çiğneyip tükürdüğü bir tahta parçası, benim ruhum bunlarla beslenemez. Bu düzen tersinden benim davamın ispatçısı. Bütün olamayışlar içinde insanın oluşa hasret duyması gibi...

     

    Gardiyan: Senin geçmişini de biliyoruz. Şimdi bize felsefe yapma, utanmadan nasıl konuşabiliyorsun?

     

    O: Maddede bile değişim görülürken siz değişmeyen madde altı bir şeye mi döndünüz? Eğer insanların değişeceğine inanmıyorsan buraya ilk getirilişimde “merak etme sende düzeleceksin” demenizin mantığı neydi? Ayrıca bu tavrınızla beni hapse koyma davranışı arasındaki tezadı görmüyor musunuz? İnsanların değişmeyeceğine olan inancınız üzerimden mesuliyeti kaldırdığına göre mesul olmadığım bir suçtan yargılanıp hapse atılmamı hangi mantıkla izah edeceksiniz.

     

    Gardiyan: Ha ha ha laf salatasına bak! Sana çok iyi bir haberim var; temiz bir işkenceyi hak ettin .

     

    O: Hay hay sizden daha büyük bir işkence bulunamaz!

     

    O:Ve işkence altında saatlerdir inliyorum. Yine o gözleri pörtlemiş, maddede fani olmak isteyen bir “iç”in göze yansımış halini andıran, uzun şekilsiz parmaklarıyla insana mongol hissini veren bu adam, yaptığı işkence bir yana anlayışsızlığı ile tam bir işkence boşluğa konuşurken sesin yankı halinde sana geri dönmesi sende boşlukta anlayış yoksa da anlayışsızlıkta olmadığı fikrini üflerken, bu adama söylediklerim karşısında aldığım cevaplar everest tepesindeki bir taşın Everest uzunluğunda bir kuyunun dibine düşerken çıkarmış olduğu sese den bir ses çıkarması söylediklerimin ne büyük bir anlayışsızın karşısında olduğumu gösterici işte yine o dudakları kapkalın mağara ağzını açıp konuşmaya pardon böğürmeye başlıyor.

     

    Gardiyan: Söyle bakalım çok bilmiş! Bizim yaşamımızı beğenmediğini söylüyorsun.Bizdeki her şey yanlışsa bizdekinin tersini yapıp doğruya ulaşmak varken sen bunu da yapmıyorsun bu kendi davanda samimiyetsiz bir maceracı! olduğunu göstermiyor mu?

     

    O: Sizin gibiler bunu farklı kalıplarda da söylerler mesela; “ben onun yaşadığı hayatı yaşamak istemiyorum. Onun için o ne yaparsa ben aksini yapmalıyım”

     

    Bu gibi düşünceler karşıdaki için çok büyük oyunlardır. Bunlar “tez”siz adamın sözde tezini karşı olmak gibi bir temel üzerine kurmaktır, ki bu karşı tarafa mahkum olmaktır. Ben onun yaşadığını yaşamamak zorunda isem benim yaşamım ona bağlanmıştır ve aynı zamanda benim yaşanacak bir dünya görüşüm de yoktur gibi fikirleri baştan kabul etmiş olmaktır.

     

    Bir ikincisi bu bir insanı zıt iki tercih arasında bırakmaktır ki başka bir alternatif yokmuş gibi dünyayı iki delikten görmesi için zorlamaktır .

     

    Fert ve toplum arası ilişkilerde; fert üzerine kurulmuş sistemler ile toplum üzerine kurulmuş sistemlerin bugün vâka tarafından yıkıldığını müşahede ediyoruz. Biri ferdi ferde diğeri ferdi topluma mahkum ederken aslında temelde bir zıtlık olmadığını ferdi mahkum etmede bir olduklarını görüyoruz bunları daha da çoğaltabiliriz ;

    Dünyaya bağlanmak ile dünyadan kopmak;

    Paraya kul olmakla önemsememek ;

    Şüphe etmek yada terk etmek ;

    Durmak yada gitmek ;

    Konuşmak yada susmak;

    Hürriyeti yok saymakla var saymak…

     

    Bütün bu saydıklarım söylediğinizin yanlış olduğunu ispata yeter .İşte tüm bunlar gösteriyor ki sizin tersiniz bir hayatı tercih etmek ,zahiren hakikati bulmak gibi görünse de temelde bir olduğunuz zıddınızın sunmuş olduğu ikinci bir zehirdir.

     

    O:içimi içime dökercesine mırıldanıyorum.Milletler için olduğu gibi insanlar içinde en büyük mesele bağımsızlıktır fakat imkanı var mı?

     

    Benim olan bana ait görünüyor halbuki ben daima benim olana aidim. Mülkiyeti tartışma götürmez yegane şey “benlik” olmak icap eder. Fakat işin derinliklerine inecek olursak kimseye bağımlı olmayan başlı başına ayrı ve mutlak unsur nerde?

     

    Görünsün ya da görünmesin başkaları iç ve dış alemimizi paylaşırlar kurtulmanın çaresi yok gibidir. Tam bir inzivada bile dağın ancak bir zerresi, denizin bir damlası olduğumu dehşetle hissediyorum.(ama nedense ölüp dağın bir zerresi olmaya yada denizin bir damlası olmaya direnen bir tarafım var) Kafama ve etime ölülerin mirası hakim, düşüncem ölülere ve dirilere borçlu , hareket tarzım , irademe rağmen, tanımadığım veya hoş gördüklerimin tesiri altında.

     

    Ne biliyorsam başkalarından öğrendim her kullandığım şey başkalarının eseridir. Satın mı aldım? Ne çıkar? İşçi esnaf sanatkar olmasa çıplak kalırdım.

     

    Benliğimi parça parça sökecek olsam onda hep dışarıdan gelmiş parçalar ve kırıntılar buluyorum her birinin üzerine kaynağını gösteren etiketini koyabilirim. Şu annemden bu ilk dostumdan , ötekilerde şunlardan… Bütün bu aldıklarımın bilançosunu yapsam , benliğim boş bir şekil, içinde tek reel şey bulunmayan bir kelimeden ibaret mi kalıyor?

     

    Kimsenin doğurmadığı benden başkasının katılmadığı mutlak surette benim diyebileceğim bağımsız!!! ve gizli çekirdek nerde? Sahiden bir borç yığını dev bir cüssenin esiri bir zerreden gayrı bir şey değil miyim? Ve sahiden kendimizin zannettiğimiz yegane şey benlik bütün öteki şeyler gibi gururumuzun basit bir yansıması bir kuruntusu mudur?

     

    Gardiyan: Sana demiştim. Ha ha ha

     

    O: (mırıldanarak)Yine o çukur adam … Her zaafımı arayan ve her zaafımdan içeriye girme çalışan o adam… Bedenimden yada ruhumdan bir delik bulup oradan içeri girip ruhumun burnuna zincirleri takıp beni Allah’sız bir düzene mahkum etmek istiyor.

     

    Gardiyan: Görüyorsun ki sen bir madde bulamacından başka bir şey değilsin hürriyet ,bağımsızlık bir vehim sen maddenin hakim olduğu hayattan kendini kopararak böyle bir bunalıma düşüyorsun. Hani bazen uyumak istiyorsun ya, bir ömür. İşte o hal madde yönü olan senin madde gibi sessiz sedasız madde arasına karışma isteğinden doğuyor. Aptal olma!

     

    O: (çıldırmışçasına)Kainat sırf bir madde yığını mıdır? İnsan sırf bir madde yığını mıdır? Madde Allah ı arar mı? Madde insanlaşır mı? Madde maddeye isyan eder mi? Madde insanlaşıyor Allah ı arıyor madde maddeye isyan ediyorsa artık buna madde denilebilir mi?

     

    Ya sanatkarlar onlar madde yığınının ötesinde bir vehmin peşinde koşan hayalperestler mi?

     

    Gardiyan: Sen kendi ağzınla ; “benliğimi parça parça sökecek olsam onda hep dışarıdan gelmiş parçalar ve kırıntılar buluyorum. Kendimizin zannettiğimiz yegane şey benlik bütün öteki şeyler gibi gururumuzun basit bir yansıması kuruntusu mudur” demiyor musun?

     

    O: Şunları da ekliyorum dinle; benliğimi deştikçe gördüğüm her kırıntı ben olmadan nasıl farkına varılabilir?gururumun yansıması mıdır? Derken arzlar kendi başlarına bulunamayacaklarına göre, o halde gururum neyin yansıması?

     

    Uyumak isteyişimi maddeleşme isteğime!!! bağlarken el çabukluğuyla maddeye karşı olan tarafımı yok sayıyorsunuz.Maddeleşme isteğim !!! madde üstü bir şeyin varlığını gerekli kılar.”Her şey zıttıyla var olur” hakikatinden hareketle ; madde üstüne olan iştiyakım olmasaydı maddeleşme isteğinden bahsedilemezdi, ki o zaman zaten madde olurdum ve öyle bir durum söz konusu olmazdı.

    Aslında bana isnat ettiğiniz iddialarınız düzeninizin ifşası sayılıyor.Ben hakikati bulma çabası içerisinde iken bu düzen tarafından ben de oluşan her şey, ayaklarımdan tutup beni aşağılara çekiyor.Bu ifşa sizin düzeninizin ne derece korkunç bir düşman olduğunu da gösterici değil midir?

     

    Gardiyan: (sinsi sinsi gülerek)Dikkat ettim hep siz diye hitap ediyorsun ve bizi dışta bırakıyorsun.Bizi neden dışlıyorsun. Biz seni bizden biri olarak görüyoruz oysa.Hepimize bağrını açıp bizi kardeş sayman davana uygunluğu bakımından daha doğru değil mi?

     

    O: Ben herkesi kendimden sayarsam ben ne olacağım.Bu sizin oyunlarınızdan biri.herkes bendense bu doğru ile yanlışın birbirine karışması olur.bunun olduğu yerde size onlara şunlara ben diye hitap eden kişinin “ben”inin yok oluşu demek değil midir? Bu söylediğiniz hem “zıtların birleşmeyeceği” hakikatine aykırı. Eğer ben hakikatin zedelenmesi ve yok olması pahasına seni de kendimden sayarsam davamın berhava oluşunu görmek o kadar da zor olmaz. Bir dava “ben” i gerektirdiğine göre “ben”in olmadığı yerde dava da yoktur.

     

    Burada şöyle bir soru doğuyor: eğer beni kendinden biri olarak sayıyorsan sen mi benim talip olduğum hayata talip olacaksın yoksa ben mi senin?

     

    Bunu müşahhaslaştıralım: Beyaz bir rengin yeşile yeşil, siyaha siyah demesine karşılık bu renkler “sen neden ayrımcılık yapıyorsun, “bizi dışlıyorsun” demesi üzerine beyazın tüm renklerden birazını kendine karıştırması beyazın ortadan kalkması olmaz mı? Bunu tüm renkler için söyleyebilirsiniz .

     

    Bir başka ifadeyle; senin kendini benden sayman benim gibi olduğunu ispata yetmez. Eğer ben buna kanarsam davam için kullandığım “kim neyi arayıp bulamıyorsa gelsin İslam da bulsun” hakikatinin ırzına geçmiş olmaz mıyım ? insanlığa “yaşanmaya değer hayat”ı teklif ederken onların davamın dışında başka yöne sapmış olduğu gerçeğini ortaya koymazsam teklifimin “kime teklif?” sorusu karşısında hezimete uğradığını kabul etmiş olmaz mıyım?

    Ben kalkıp komünizmi İslam dan sayarsam İslam dan geriye ne kalır?

    Bahsettiğiniz şey konuşmaksa görüyorsunuz ki saatlerce konuşuyoruz!

     

    Gardiyan:Tamam yeter! Sus sus! Peki söyle bana bütün aldıklarını taklit etmede ne sorun var? Sizde taklidin hiç önemi yok mu?

     

    O: Olmaz olur mu büyük bir faydası var. Sürekli taklitte kalmamak şartıyla taklit ; kendimi gördüren sebep, taklitle aldığım her şeyin kalıbı olmaya çalışırken karşıma “ben” im dikiliyor ve bunlar senin ruhunun malı değil diyor.Yani bütün taklitler kendimi hissetmeme sebep…

    Burada size şöyle bir soru sorayım; pişmeyen bir insan piştim taklidi yapıp kendini topluma teklif ederse bu teklif karşısında nasıl bir tepkiyle karşılaşır?

     

    Bu fikirleri sistemlere tatbik edersek taklidin başka bir boyutunu da görürüz. Şöyle ki;

    var olan her düzen her şeyiyle (müesese,basın,hukuk,ahlak) kendini bir elbise gibi insanlara giydirmeye çalışır.İnsanlar kendilerine empoze edilen bu elbisenin ruhlarına giydirilmeye çalışıldığını görünce (taklit gibi) kendileri ile düzenin teklifi arasındaki bu ilişkiye karşı direnir.bu arada insan bu empoze karşısında kendini idrak eder (taklitte olduğu gibi). İşte bu ilişki onları fıtrata aykırı (ki temele bunu alıyorum) bir yaşayış içine sürerken kendi düşmanını da oluşturmuş olur.Bu noktada savaşı kaybedenler insanlıktan uzaklaşıp düzenin üretmek istediği bir varlık haline gelirler –zaten buhranın sebeplerinden biri de budur.- Direnenler ise…halime bakıp anlayabilirsin.

     

    Buradan müşahhasa inersek senin Allah sız düzenin bizi hayvanlaşmaya davet ederken , bu savaşı kaybedip hayvanlaşanlar kuyruk sokumlarından içeriye sokulmuş bir karagöz çubuğu ile hakikatin ırzına geçmeyi bile anlayamayacak kadar mahkumlaşırlar.Tüm bunları hülasa edersem ben “ elbiseye göre insan değil, insana göre elbise” tezi etrafında “solmaz” ,”pörsümez”, “eskimez” yeniyi teklif edenim.

     

    Gardiyan: Suuuuuuuuuuuuuuuuuuuus!!! Beni kendine doğru çekiyorsun büyücü müsün sen ? parmaklıklar arkasında benim mahkumumken sana mahkum olduğum hissine neden kapılıyorum

     

    O: güzel bir noktaya değindiniz. Aslında bu yaşam sizin doğanızı o kadar boğuyor ki, siz söylediklerimi mantığınızın emrinde olduğu fikirciklere kabul ettiremiyorsunuz ama kabul eden bir tarafınız mevcut olduğu hakikatini de gizleyemiyorsunuz. Burada üzerinizden tesbit ettiğim vâkadan hareketle söylemek istiyorum ; işlediğim bir suçtan dolayı çektiğim ıstırabı birazcık olsun dindirecek ve beni vicdanımın yargıcından kurtaracak kanunlar nerde ? Bu soru , bağlanılacak olan sistemde cezaların vicdan üzerine temellendirilmesi gereğini ortaya koyucu.

     

     

    Kanunun şimdiki halini ise Kafka dan dinleyin. Kafka sömürü ve baskı gibi toplumsal ilişkilerin ilk tecrübesini babasının işyerinde yaşamıştır; “dükkan sonunda bir huzursuzluk kaynağı oldu benim için özellikle çalışanlara yapılan muameleyi düşünüyorum da…işçilerine ücretli düşmanlar adını takmıştın . gerçekten de öyleydiler; ama onlar bu duruma gelmeden önce asıl sen onların ücret ödeyen düşmanı olmuştun.” Bu muazzam örnek bugün ki hukuku bütün çıplaklığıyla ortaya dökücü.

     

    Benim halime gelince onu tek cümleyle anlatayım “kimse edemez bana benim kadar düşmanlık.” Bu hal işlediğim suçtan dolayı, kendi ellerimle kendime verdiğim ceza. Bilmem anlatabiliyor muyum?

    Suçumu merak eder gibi bir yüz ifadeniz var. Suçum şu: Ondan habersiz aldığım her nefes.

     

    O arada yankılanan ses “hadi çabuk gel parti başlamak üzere” bu sesler ile birlikte gardiyanın kahkahaları yükseliyor

     

    Gardiyan: sen bir mahkûmsun ( giderek azalan bir ses ) Ha ha ha ha

     

    O: Evet! ben özgürlüğü bulmaya mahkum edildim.

     

    Mert: bak yine düşüncelere dalmışsın gel hadi içerde kızlar bekliyor varya acayip eğleneceğiz. Bak sırılsıklam olmuşsun üstünü değiş gel bekliyoruz.(bağırarak) hadi hadi evet kızlar dıp dıs dıp dıp dıs

     

    Eline aldığı ceketle kendini yerden sürüye sürüye villanın çıkış kapısına doğru ilerlerken herkes bir ağızdan dur ! nereye? Parti yeni başladı ! deli bu ya! Ay boş ver! Gecemizi berbat edemez . Amman boş verin!

     

    Mert ve birkaç kız arkadaşı yanına yaklaşarak:

     

    Mert: nereye kuzum

     

    O: (yüzünü onlara çevirmeden )

     

    Çıkamam aynalar aynalar zindan

    Bakamam aynada aynada vicdan

    Beni beklemeyin o bir hevesti

    Gelemem aynalar yolumu kesti

    (diyerek yürüyor)

     

    Ay ışığında upuzun bir sokakta yürüyüşüyle birlikte uzun gölgesi kayboluyor. Kim bilir belki “gölge varlıktan” kurtulmuştur.

    -S0N-


  10. Bence taraf gazetesi okuyan Müslümanların bunu artık bir kere değil, iki kere düşünmeleri gerekir. Bir yerde gündem oluşturmanın en basit yollarından birisi de toplumu etkileyen, iyi veya kötü bir şekilde, kişilere sataşmaktır. Bu kişi olsa bile!! Bunu zaman zaman malesef bizim Müslüman kesimde yapıyor. İçlerinde var olan Kemalist düşmanlığıyla kanunende suç olan Atatürk'e saldırmayı yeğliyorlar. Müslümanların bence bu konuda çok dikkat etmesi gerekir. Müslümanın işi kişilerle ve sahıslarla olmamalıdır. Büyüklüğüne yakışır nispette bütüncül düşünmelidir. Yazıya gelecek olursak. Zaten bazı arkadaşlar çok güzel bir şekilde cevabını vermişlerdir. Bunlar böyle tiplerdir. Durur dururlar. Yok Atatürk böyle yaptı, yok Mehmet Akif böyle yaptı, düşüncesi buydu. Üstad Necip Fazıl Kısakürek konusundada bunun kokusunu alıyorum. Yazacak birşey bulamıyorlar. Ne yapsamda gündemde kalabilirim düşüncesiyle, kuduz köpekler gibi saldırıyorlar. Ben bunun bu şekilde yazmasını yadırgamıyorum. Çünkü adam kafir. Amacı nedir? Gerçeğin üzerini örtmek. Benim asıl üzüldüğüm yazımın başında da belirttiğim taraf gazetesini birşey sanıp alıp okuyan Müslümanlardır. Hoşumuza giden bazı yazılar yazılıyor diye bence bu karşı cenahtan olan(küfür tek millettir) bir gazeteyi alıp okunması ve prim yapmasına katkı sağlamak bir Müslümana yakışmayacak bir davranıştır. Üstad hayattayken o zamanın mükerrep yalamış münevver geçinen şahışları ancak böyle Üstadın değişiyle kubur farelerine yakışır bir misalle onu eleştirme cesareti gösterebilirler. Yazımı çok fazla uzatmak istemiyorum. zaten gerekli açıklamaları ve cevapları arkadaşlar vermiştir. Benimde tekrar tekrar yazmama gerek yoktur.

     

    Sevgi ve Saygılarımla

    bu sözleriniz üzerine Üstad ın komünistlik masonluk dönmelik adlı eserde İŞBİRLİKÇİ lerin şu sözünü aktarayım istedim:BİR ÜLKEDE HER TÜRDEN GAZETEMİZ (YAYIN ORGANI) OLMALI.


  11. SOLDUYU 22.09.2010

    Roni Margulies

    Dünyayı Yahudi güdüyor!

     

     

    “Para ve kapitalizma dünyasını icat eden, Yahudi... Bu dünya yerine yerleştikten ve bütün kuvvet ve illetleriyle ortaya çıktıktan sonra onu materyalizma ve komünizma sistemiyle tahribe davranan da (Karl Marks) Yahudi...”

     

    “Yahudi, öteden beri kendi dışındaki insan topluluklarının olanca birlik ve bütünlük müesseselerine düşmandır...”

     

    “İşte onun içindir ki, Yahudi, topyekûn insanlık vücuduna mikrop gibi yerleşirken, kendi gizli tesir şebekesini hâkim kılmak için.. insanlığın illet bünyesini kıyamete kadar beslemek ve hastalık kıvamında tutmak borcu altındadır.”

     

    Öncelikle özür dilemem gerek. Bugüne kadar Necip Fazıl okumamış olduğum için, mikrop olduğumu, insanlığı hastalık kıvamında tuttuğumu bilmiyordum. Kusura bakmayın, istemeyerek oldu.

     

    Yahudiler olarak dünyayı güdüyor olduğumuzu biliyordum elbet, pek çok güvenilir ve bilimsel Hıristiyan kaynaktan okumuştum, ama Necip Fazıl’ın “Dünyayı Yahudi güdüyor!” makalesini okudukça, yaptıklarımın ne kadar vahim olduğunu daha iyi kavradım.

     

    “Kanuni’ye hulûlden başlayarak Türk alçalma tarihini başlatan, Yahudi...”

     

    “Tanzimat isimli felâket çığırının açıcısı, Yahudi...”

     

    “İttihat ve Terakki kuklalariyle Abdülhamid Hân’ı sırf tahtından al aşağı ederek koca İmparatorluğun tasfiye masasına yatırıcısı, Yahudi...”

     

    “Birinci Dünya Harbi, onun dünyasını hâkim kılma hamlesi, İkinci Dünya Savaşı da ona karşı uyanan ırkî kini boğma hareketidir.”

     

    Doğrusu, bir yandan suçluluk duygusu içinde kıvranırken, bir yandan da biraz gururlanmadım değil. Nelere kadirmişiz be!

     

    Ama bir noktada üzülmeden edemedim: Süleyman Demirel’i de biz kontrol etmişiz!

     

    “Türk millî ıstırap ve inkisarının büyük ümitlerle başa geçirdiği, sâf ve temiz Anadolu çocuğu kabul ettiği, İslâm köylü Süleyman Demirel bile.. onun [Yahudi’nin] güdüm havası içindedir.”

     

    Demirel’den uzak dursak iyi olurmuş ama, n’apalım, arada o da kaynadı gitti.

     

    Tarihte Yahudileri korkutan hiçbir şey yok mu peki?

     

    Var tabii, olmaz olur mu: “Onu korkutan tek mâna İslâmiyet olmuş, korkutan şahıslar da İkinci Abdülhamid ve Hitler’den ibaret kalmıştır.”

     

    Necip Fazıl’a göre, “Hitler sadece gözü kara, deli mizaçlı bir hesapsız olduğu için muvaffak olamamış.” Muvaffak olması için altı milyon değil de kaç Yahudi öldürmesi gerekiyormuş, bunun hesabını yapmamış Necip Fazıl. Ama tarihsel bir fırsat kaçmış işte!

     

    “Dünyayı Yahudi güdüyor!” makalesi Büyük Doğu dergisinin 25 Ekim 1967 tarihli sayısında yayımlanmış. Necip Fazıl’ın 1943-1978 yıllarında aralıklı olarak yayımladığı dergi. Kendi kurduğu Büyük Doğu Hareketi’nin yayın organı.

     

    Zannedilebilir ki, bir çılgınlık anında, geçici bir ırkçılık cinneti geçirirken yazmış makaleyi Necip Fazıl.

     

    Zannedilmesin. Çünkü Büyük Doğu Yayınları’nın 2008’de ikinci baskısını yayımladığı ve Necip Fazıl’ın çeşitli yazılarını biraraya getiren Yahudilik – Masonluk – Dönmelik başlıklı kitap Hıristiyan antisemitizminin bir özeti adeta. Siyon Liderlerinin Protokolleri, Hahambaşının mezarı başındaki nutuk ve antisemitizmin tüm klasik belgeleri aktarılmış ve üzerlerine İslâmî bir cila çekilmeye çalışılmış.

     

    Memleketimizde faşizm de eksik değil, azgın ırkçılık da, antisemitizm de. Otuz yıl önce ölmüş Necip Fazıl’la uğraşmaya ne gerek var?

     

    Bence var.

     

    Günümüz Türkiyesi’nde, İstanbul’da Bahçelievler ve Yenibosna’da, İzmir Çiğli’de, Fatsa’da, Gaziantep’te, Elazığ’da Necip Fazıl Kısakürek liseleri var. Maraş’ta Necip Fazıl Kısakürek Bulvarı, Nevşehir’de Üstad Necip Fazıl Kısakürek Bulvarı var. Sayısız il ve ilçede Necip Fazıl Kısakürek caddeleri, Ankara’da Necip Fazıl Kısakürek Hanımlar Lokali, Altındağ’dan Küçük Ayasofya’ya sayısız mahallede Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezleri var.

     

    Bütün bunlar var, çünkü Recep Tayyip Erdoğan’dan belediye başkanlarına kadar pek çok AK Parti üyesi gençliğini Büyük Doğu dergisi okuyarak, Necip Fazıl’ın görüşlerini beğenip benimseyerek geçirdi.

     

    Başbakan hâlâ bugün iyi niyetli bir beraberlik ruhu aşılama çabası içinde Nâzım Hikmet’le Necip Fazıl’ı birlikte anıyor.

     

    Kusura bakmayın, ama yok öyle şey.

     

    Azgın bir ırkçının, altı milyon kişinin ölümünü onaylayan ve az bulan bir yaratığın adını Nâzım Hikmet’le birlikte anamazsınız.

     

    Ve bu yaratığın adını Kültür Merkezlerine veremezsiniz.

     

    Irkçılığın kültürü mü olurmuş!


  12. Azizim Hüdayim , tüm yapılan menfi hareketleri yazdığın cümle için bir taktik olarak görebilmek için nasıl bir dünya görüşü mensubu olunması gerektiğini tahmin edersiniz.bu bir, ikincisi 28 şubat da olanları da biliyorsunuzdur.bunları da konuşalım mümkünse.


  13. "Size İslam'ı getirin demiyoruz, sadece demokrasyayı getirin gerisi kolay diyoruz"

     

    turbix122333 Kardeşim, şu yukarıdaki ifade kime ait sence... Sen korkma, biz bu işin derinliğine de sahibiz...

     

    kardeşim senin yukarda yazdığın cümle beni sarstı.şu soruyu sormak zorundayım:olabilirlikler üzerinden mi hareketle söylüyorsun yoksa bizim bilmediğimiz bir bildiğin mi var?yapılanlar takiye ise takiyenin şartları üzerinde konuşmamız lazım değil mi?yerine göre ibadet de takiye olabilir bilirsin. biz hakikati kim zuhur ettirise ettirsin ana herşeyiNİ feda edenlerin ikliminin hayalinde yetiştik.yukardaki iddianın ıspatçısı olmak zorundasın.özelden de yazabilirsin.yazdıklarım olanlardan hareketle.AYRICA ŞUNU DA SÖYLEYEYİM EVET YA DA HAYIR ÇIKMASI BİZİM İÇİN "PEK" FARKETMEZ.BUNU DA BİLİRSİN.BÜNYE MESELESİNİ YANİ.SENDEN CEVAP BEKLİYORUM


  14. İnsanları suçlarken ve hele başımızdaki devlet büyüklerimizi suçlarken lütfen kişisel hislerimize malup olup da basit klişelerle atıp tutmayalım.Biraz at gözlüklerini çıkartıp olaylara bakarsak hiçbir ülke başkanın sizin anladığınız şekilde halkını uluslararası bir camiada rezil etmeyeceğini görürüz.Kaldı ki bu halkıyla özdeşleşmiş halkın içinden çıkmış bir başbakan Recep Tayyip Erdoğan olsun.Bu sözlerini bütün Türk halkına genelleme yapılmış olarak anlıyorsanız o sizin sorununuzdur.Lütfen hiç olmazsa biraz daha mantıklı suçlamalarda bulununda Gargamel kılıklı bir adamın en son söyledikleri gibi oturup halinize gülmeyelim.

    ben burda doğru mu yanlış mı gibi pratik manada bir anlam ifade etmeyen herhangi birşey söylemeden sadece şunları belirteyim.

    1-hislerimize kapılıp suçlamayalım derken hislerimize kapılıp savunmayı bırakmanın ve klişe ile savunmanın zamanı da geçti diye ifade edeyim.

    2-aynı zamanda şun soruyu da sorayım karşı çıkarken mutlak bir ölçülendirmen varsa onu ortaya koyda ,klişe ile karşı çıkma metodu terk edilsin.

    mutlak bir ölçülendirme İslam denilip ,kesilip atılamaz,çünkü Üstad bütün İzm lerin arayıp da bulamadığını gelip islamda bulsun derken ,aynı zamanda Doğrusunu gösterendir.sizde eğer İslam diyecekseniz,İslamdan hareketle ölçülendirmeyi ölçülendirmeniz lazım.yok herkesin kendine göre bir ölçüye göre konuştuğu kabul edilirse,o zaman sizene ,sizin ölçülendirmeniz beni bağlamaz,çünkü herkesin doğrusu kendine

    3-klişe ile karşı çıkılmayacağını söyleyen siz HELE TAYYİP ERDOĞAN SA GİBİ İSMİN YETERLİ OLARAK GÖRÜLDÜĞÜ ÖYLE BİR KLİŞE İLE SAVUNMA YAPMIŞSINIZ Kİ İNSANIN GÜLESİ GELİYOR.

     

     

    VESSELAM


  15. sorarım sana, nasıl mhp ile bdp ortak HAYIR paydasında birleşebiliyor.Böyle milyon tane saçma teori üretilir senin mantığınla.. Avrupa buna evet diyor diye bu akp yi hain mi yapar hemen?

     

     

    RAKAMLARDAN ÜÇ BASAMAKLI BİR SÜRÜ YAZI YAZARSIN AMA BİR SAYI YAZILMAK İSTENİYOR ,BU TEORİYİ DESTEKLEYEN BİRÇOK DELİL VARSA ,BİR SÜRÜ TEORİ YAZILIR DEYİP DİĞERİ İNKAR EDİLEMEZ.

     

    AYRICA BEN BU VARDIR DEMİYORUM ,DİKKATİNİZİ UYGULANABİLECEK POLİTİKALARA ÇEKMEK İSTİYORUM.AYRICA BEN AVRUPA DESTEKLİYOR DİYE HAİN FALAN DİYECEK KADAR AKILDAN UZAKLAŞMADIM ,AMA AVRUPA DESTEKLDİĞİNİ KENDİ POLİTİKASINA UYGUNLUĞU İTİBARİ İLE DESTEKLEDİĞİNİ GÖZ ÖNÜNEDE ALMAK ZORUNDAYIM.YAZILANLARI OKURSAN ANLARSIN.


  16. uzatmadan şunları belirteyim...dış politikada iyi,iç politikada iyi vs laflar faydanın kişiden kişiye değişiyor olmasından hareketler şunu sormak zorundayız:dış politikada çok iyi olursak İslam için ne yapılmış olur?israil ile milyonlarca antlaşma ,amerika ile öyle, bu dış politika sayesinde ekonomi iyi felan. tüm bunlar bu partinin büyük doğu ruhu ile ilgisi ne sorusuna çatar ve her zaman çattı...evet demek yada hayır demek daha önce söylediğim gibi bizde aksülamel,antitez mantığı.

     

     

    size çizdiğim bir karikatürü anlatayım:bir el düşünün ileriye doğru uzanmış,açık,bu el üzerine kurulmuş bir yuvarlak alan ,bu alanın kenarlarında doğru ve yanlış yazılı tabelalar,yanlışı gören adam,doğru tabelasına yönelirken unuttuğu şey bu alan üzerindeki doğru ve yanlışların aynı ele ait olduğu....

     

    size Üstad ın "komünistlik ,masonluk,dönmelik" isimli eserinden masonların bir sözünü de aktarayım:"bir ülkede bizim her türlü düşünceden gazetelerimiz olmalı".burdan kim ne mana çıkarırsa çıkarsın,oynanan oyunları anlayabilmek için büyük doğu fikriyatının potasında ruhumuzu eritmeliyiz.

     

    türkçe olimpiyatlarında kullanılan bazı cümleler varmış ,dediğim gibi ben fiile bakarım.Türkçe olimpiyatların da ayrıca Bülent A... ın sözünü de unutmuş değilim.bu aslında şuuraltınıda eleverici....

    biz taş atana gül atacağız derken bile fikirden nasiplenmemek kendini ele veriyor,büyük doğu fikriyatında ise şu var:kılıç kullanacak yerde merhamet ,merhamet edilecek yerde kılıç kullanmak da abestir.bu nerde ne yapılması gerektiğine dair şuurdur.bu olmayınca ya herşeye merhamet yada herşeye nefret gözü ile bakılır ve bu iki düşüncede sakattır.mikroba merhamet hastaya merhametsizlik anlamına gelir.

     

     

    fazla uzatmaya gerek yok kim evet der kim hayır der umrumda değil aslında ben evet yada hayır derken muhasebesini sonuna kadar yapmış insanıda tebrik ederim...

     

    burda aklıma şöyle birşey geldi:chp nin evet dediği yerde hayır diyen,hayır dediği yerde evet diyenlere karşılık,kabul ettirmek istediğine hayır demesi siyaset değil mi?

     

    BUGÜN NEDEN AVRUPA BU PAKETİ DESTEKLİYOR VE CHP YE EVET DEMESİ İÇİN ÇAĞRIDA BULUNUYOR? AVRUPA İSLAM I ÇOK MU SEVİYOR?


  17. demokrasi çığırtkanlığı yapmıyorum demişsin,ama yapmışsın yorumunda...varolan problemleri tek bir noktaya mıhlamışsın ,o da ulusalcı politika.eğer bir noktaya mıhlayacak olursak bu İslam aşkının kaybedilişi olur du...tabiki bu tek kelimelik formüller ,bizi kurtarmaz.bu ayrı konu.başbakanın konuştuklarından ziyade ben yaptıklarına bakanım.ayrıca yazdıklarınızın içinde zerre fikir olmadığından ,sadece bir etkinin aksülameli şeklinde karşımıza çıkmış konuşuyorsunuz...evet muzdarip olabilirsiniz,buna birşey diyemem ama kapitalizmin boğuculuğundan kurtulmak için sosyalizmin kucağına atlamak gibi abes işgal eden tavrınıza anlamak güç olmuyor.

     

     

    ayrıca gemi hakkında ne yapmalıydı demişsin.benim burda konuşmalarım bir anlam ifade etmeyeceğini biliyorum ama yinede şunları yazayım.İsraili tehdit eder gibi laflar söyleyip ,israilin yürü ordan lan demesi üzerine tükürdüğünü yalama politikasını anlamamak için kör olmak lazım.İsrail ile ilişkilerin devam etmesi için öne sürülen 4 şarttan birisi olan özür konusunda dışişleri bakanı eğer dilemezse ilişkileri keseriz demesi üzerine ertesi gün israil dışişleri bakanı ,biz özür dilemeyiz onlar özür dilesin demesi üzerine kesilmeyen ilişkiler ,tükürdüğünü yalamak anlamına gelmiyor mu?biz ilişkileri kes demedik (ki desek ne olacak) ama kendin bir iddia ortaya atıyorsan fiilin onun ıspatlayıcısı olması gerek mezmi?

     

    ben büyük doğu fikriyatına bağlıyım,başbakanın Üstad tan birkaç şiir okuması ve ardından o şiirlerin ruhuna ihanet etmesine göz yumamam.ayrıca daha söylemediğim bir sürü yapılan var ama site müsait değil ,yoksa belgeleri ile açıklardım.

     

    sorumu tekrardan soruyorum evet yada hayır İslam alemi için ne anlama gelir ?konuşulması gereken bu değil mi?bir yanlışın zıttı herzaman doğru mudur ? zannediyorsunuz.mesela insan toplumdan etkilenmez yanılışına zıtt olan ,toplum insanı şekillendirir yanılışı zıttın zıttı olan yanlışa örnektir. birşey konuşuyorsanız ,konuştuğunuzun büyük doğudan hareketle yapmak zorundayız.

     

    eğer birileri çıkıp ,Üstad tan birkaç şiir okuyor ve o şiirlere sadık olmayan işlere imza atıyorsa,ben bu insanların Necip Fazıl ı (RA) oy toplama aracı haline getirdiğine kanaat getiririm.ve O zata ihanet eden ASLA iflah olamayacağını ve olmadığını söylerim.sanmayın ki çarşı herşeye karşı mantığı ile konuşuyoruz,başbakan davosta van minit deyince nasıl sevindiğimiz ve desteklediğimiz,bizde kalsın...


  18. Bu Paketi en başından desteklediğimi dile getirerek yani EVET diyorum.

     

    Allah nasip eder tekrardan iktidara yürürse AK PARTİ muhakkak bugünlerden daha güzel günler bekliyor olacaktır bu ülkeyi ve ozaman tam sivil bir anayasa kesinlikle söz konusu...

     

    mhp olacak parti hamde darbelerden (güya) çok zarar görmüş bi parti ama bu nasıl bi fikir atmosferi veya düşünce perspektifi yorum şu; bahçelide, biz onları vicdanımızda cezalandırdık. ey mhp senin tabanın bunu diyormu ki? sen kimsin daha doğrusu sen sağ gösterip sol oynadıkça bu halk sana gösterir seçimlerde nasıl oynanırmış. dönekliğin zirve kalesi seni. senin ecevit koaliosyanınla başladı dönekliğin ogün bugündür dönüp dönüp duruyorsun başındamı dönmüyor senin hiçmi miden bulanmaz! hiçmi duraksamazsın! ne dönek bişeysin sen!

     

    chp ye gelince bunlar darbelerle güç toplar adları sanları vardık ideolojileri bellidir. kendilerince cumhuriyetin koruyucuları bunlardır ...... kemal hayranları v.s v.s

     

    o, güya kürtlerin hakkını savunan partiye gelecek olursak, pkk nın mecliste ki resmi temsilcileri. bunlardan düzgün birşey sadır olmaz, olmadı da, olmayacaktır da! zati bir daha ki mecliste bunların gurup kuracağınada ihtimal vermiyorum Allah'ın izniyle.

     

    evet yada hayır demek yerine,bu paket kabul edilirse İslam için ne olacak ,ne değişecek? bu konu etrafında fikir konuşalım...bunları konuşmak için de hükümetin bugüne kadar ne yaptığına göz atmak lazım...mesela yukardaki yorumlardan birisini alıp ,muhasebe edeyim...

     

    "Eksik yanları var ama mama..." klişelerini aşarak diyorum ki EVET!

    Darbecilerin belini kırmak ve daha fazla demokrasi için EVET!

     

    daha fazla demokrasi için derken,birde klişe karşıtı görünürken,televizyonda hep duyduğumuz cümlelerin aynısını kullanmakla nasıl bir klişe bataklığında olduğunu görmüyor mu? bu demokrasinin azı ne getirdiki fazlasını arzuluyoruz?demokrasi hakkında biraz konuşursak ,emperyalist ülkelerin bir yere girerken ihreç ettiğini düşünürsek ,bir defa bu kelimeye temkinli yaklaşmamız gerektiğini anlarız.ayrıca ben şöyle diyeyim;demokraside bir sürü fikir var ve bunların bazıları birbirine zıt,bu zıt fikirler aynı zamanda iktidar olma peşinde iken,partiler hitap ettiği insanlara kendi fikirlerini dikte ederken,bir diğer partiyi kötülemek için herşeyi yapar ve a partisi mensupları ve b partisi mensupları birbirinden nefret eder duruma gelir ,işte bu demokrasinin temelindeki çok particilik anlayışıdır ki ,birliğin değil,ayrılığın habercisidir.ayrıca demokrasi derken ,hemen yanıbaşında biten irade ve hürriyet meselesine bir göz atalım.herkes fikrini söylemekte hürdür derken ,basın ve yayın organlarına da hürriyet tanıyıp insan iradesini tahrik edici yayınlarla karşıdakinin iradesini zedelerken ,bunu görüp dur diyecek bir mercii demokrasilerde mevcut mu?ayrıca demokraside herdediğini söylemekte hürsün,ama her düşündüğünü yapamazssın şeneati de neyin nesi?fikir ve aksiyonu birbirinden ayırıcı bu sahtelik fikre en büyük darbeyi vurandır.fikir dinamikliğini nerden sağlayacak.yok kanun dairesinde herkes yaptığında hürdür deniyorsa,bizim şu soruyu sormamız gerekli değil mi?eğer kanun dairesinde yaşamak hür olmaksa ,insan her toplumda yaşayabilir mi?tabiki hayır.her ülkenin bir kanunu olduğunu göz önünde bulundurursanız ,insan hür olduğu bir toplumda neden yaşamasın ki?yada insan her toplumda yaşayabiliyorsa ,İslam ı hakim kılmanın mantığı ne oluyor? diye sorulmalı...neyse

     

    ben burda en basitinden güncel bir hadisede hükümetin tavrını ortaya koyayım diğerlerini yazmayayım...

    ne oldu 9 şehit verdiğimiz,gemi olayında ne değişti?uzatmaya gerek yok...


  19. bu bahsi açtığınız için ilk önce teşekkür ediyorum.

    sorunuza bir sürü sahte cevap verebilirim; onlardan bazıları

    1-ekonomik açıdan ,daha ekonomik

    2-çok imama gerek kalmaz

    3-çok imama gerek kalmayınca çok okula gerek kalmaz

    4-herkes farklı şekilde okumaz vs vs vs

     

    sizin dediğiniz şey ,yani ezanın (hoparlör)le okunması bahsi aslında yitirilmiş bir ruhun dış tezahürü.

    yani ;içinmizdeki cami yıkılınca dışardakinin bu hale gelmesi kaçınılmazdı;çünkü her dış bir "iç" in ifade edilişi değilmidir...

     

    eğer içimizde bir toplu iğne başı kadar bir iman ateşi varsa bize düşen borç; işte o ateş noktası üzerine abanıp ,ciğerlerimizden çektiğimiz nefesle hohlaya hohlaya ,kainatı tutuşturacak bir iman topuna dönüştürmek...bu olunca ,dışta için bir ifadesi halini alacaktır...burda gözden kaçmaması gereken şey dışarıya bakıp içimizi düzeltmenin de bir yöntem oluşu...yani hasta misalinde olduğu gibi,dışardaki sivilce kanserin belirtisi oluşunu göz önüne alırsak camiler de hasta bir ruhun belirtisi diye ele alınabilir...açtığınız bu başlık bize hasta oluşumuzu ihtar ediyor olmasından da ayrıca bir önem arz ediyor.bu konu da birazdaha derinleşelim...


  20. "iyide bunu gözü olan görür gözü olmayan ise vicdanı ile görür. bunlar İslamı yıkmaya çalışan güruhlar onlara bizler neyi gösterebiliriz ki Allah (c.c.) onların kalbini mühürlemiş bakınız Araf Sûresi 179. Ayet-i gayet açıktır bu konuda..."

     

    arkadaşım biz bütün kainatı İslam ın ağzından konuşturabilecek kıvama erip,bunu gözlere sokaka meydan yerine dikelim de, ondan sonra isteyen inanır isteyen inanmaz...

    bir not:HANGİ MÜSLÜMAN KÜFÜR EHLİ İÇİN "ONLARIN KALBİ MÜHÜRLÜ" DİYEREK TEBLİĞ,VE TELKİNDEN GERİ DURABİLİR Kİ?

     

    EĞER MEYDAN YERİNE DİKİLMEDEN ,BİZ YAPSAK TA İNANMAZLAR DERSEK ,YANINDA PAZARDA SATMAK İÇİN HİÇBİR ŞEYİ OLMAYAN BİR ADAMIN ,ZATEN OLSADA PAZARDA KİMSE ALMAZ GİBİ NEFSİ POHPOHLAYICI ,VE KENDİNİ PARALAYICI NEFS MUHASEBESİNE YANAŞMAKTAN KAÇINICI ,YANİ KISACASI ,GERÇEK MANADA MÜSLÜMAN OLMANIN GEREKLERİNİ YERİNE GETİRME GEREKLİLİĞİNİN ÖNÜNE SET ÇEKMİŞ OLMAZ MIYIZ?

     

    "OLSADA OLUR OLMASADA

    GÜNÜN ŞAFAĞINA YATANLAR ANLAMAZLAR BİZİ"


  21. tamamen yanlış dersek DE şunu kabullenmek zorundayız:"SÖYLENİŞİNDEKİ İHTİYAÇ DOĞRU

     

    ŞİMDİKİ OLAY VE HADİSELERİ GÖZ ÖNÜNE ALIRSANIZ ,İSLAM ALEMİNDE BUNLARA CEVAP BULUNMAYIŞI,BU CEVAP BULAMAYIŞ İSLAM DAN DEĞİL ,BİZİM İSLAM I NEFSİMİZİN HAPSİNDE KOKUŞTURMAMIZ İLE ALAKALI ...MESELA BİR SORU SORAYIM :NEDEN BATI MENŞEELİ BİR DEMOKRASİYİ YAŞAMAK ZORUNDA KALIYORUZ? İSLAM İ PRENSİPLERİNDEN HAREKETLE DEMOKRASİNİN YANLIŞINI VE ARAYIPTA BULAMADIĞINI İSLAM DAN GÖSTEREBİLİYOR MUYUZ?BÖYLE BİR ŞEYİN GEREKLİLİĞİNİN HİSSEDİLDİĞİ YERDE ,BAZI AHMAKLAR İSLAM IN MUTLAK OLUŞUNU UNUTUP İSLAM DA REFORM GİBİ YOLLARA SAPABİLİYOR....BUNLARI HÜLASA EDERSEK ÜSTAD IN ŞU SÖZÜNDE OLMASI GEREKENİN NE OLDUĞU ,YANİ HANGİ YÜK ALTINA GİRMENİN GEREKLİ OLDUĞUNU ANLARIZ:"İSLAM I BULDUĞUMUZ GİBİ DEĞİL ,OLDUĞU GİBİ BULMAK"...İŞTE BİZE DÜŞEN BORÇ...TEKRAR EDİYORUZ: "SÖYLENİŞİNDEKİ İHTİYAÇ DOĞRU YA"....

×
×
  • Create New...